İsrail Şam'ı vurdu, Suriye Sarayı hedef alındı, Türk ve İsrail jetleri karşı karşıya geldi.
Dün gecesi İsrail Hava Kuvvetleri’nin Suriye'nin başkenti Şam’a yönelik düzenlediği hava saldırısı, bölgedeki çatışmaları yeniden alevlendirdi. Saldırının ardından Türk ve İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasında tehlikeli biçimde yakınlaştığı bildirildi.
İsrail Hava Kuvvetleri, 2 Mayıs 2025 gecesi Suriye'nin başkenti Şam'da bulunan Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresine yönelik geniş çaplı bir hava saldırısı düzenledi. Tel Aviv yönetimi, saldırının, Suriye'deki Dürzi topluluklarına yönelik artan şiddet olaylarına karşı bir "uyarı mesajı" taşıdığını belirtti. İsrail Başbakanı Netanyahu, "Suriye’de radikal unsurları destekleyen yapılar doğrudan hedefimizdir" dedi.
Suriye hükümeti ise saldırıyı sert sözlerle kınadı.
Şam'dan yapılan açıklamada, saldırı "Devlet kurumlarına ve egemenliğine yönelik ciddi bir tırmanış" olarak nitelendirildi ve bu tür eylemlerin ülkenin istikrarını bozmayı amaçladığı vurgulandı. Ayrıca, uluslararası toplum ve Arap ülkeleri, İsrail'in bu saldırgan tutumuna karşı Suriye'nin yanında durmaya ve uluslararası hukuk ile sözleşmelere uymaya çağrıldı.
12 can kaybı iddiası
İsrail'e ait savaş uçakları, Suriye'nin başkenti Şam ile Hama, Lazkiye, Dera ve Kuneytra illerine hava saldırıları düzenledi.
AA’nın haberine göre Şam'ın Haresta ile Tel Mınin bölgelerini hedef alan İsrail uçakları, Hama, Lazkiye, Dera ve Kuneytra'daki hedeflere saldırdı. Bu kentlere düzenlenen en az 12 saldırıda can kaybına ilişkin, resmi makamlardan henüz bilgi paylaşılmadı.
İsrail uçakları dün de Şam'da Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınlarına saldırı düzenlemişti.
İsrail Savunma kuvvetleri: Suriye’de bir askeri alan, uçaksavar topları ve karadan havaya füze altyapısı vuruldu
İsrail ordusu, Suriye'de düzenlenen saldırılara ilişkin açıklama yaptı. Açıklamada, bir askeri alan, uçaksavarlar ve füze altyapısının hedef alındığı iddia edildi.
İsrail, saldırılarının "gerekli olduğu takdirde" devam edeceği tehdidinde bulundu.
Yapılan saldırılara ilişkin İsrail Savunma Kuvvetleri (İDF) yaptığı açıklamada Suriye'de bir askeri alanı, uçaksavar toplarını ve karadan havaya füze altyapısını vurduğunu doğruladı.
Suriye devlet televizyonu Al-Ikhbariyah, hava saldırılarının önemli maddi hasara yol açtığını ancak Cuma akşamı itibariyle teyit edilmiş bir ölüm olmadığını ve olay yerine ambulans ve sivil savunma ekiplerinin sevk edildiğini bildirdi.
İsrail'in ulusal yayın kuruluşu ise Cuma günü İsrail hükümetinin Suriye'de askeri tesisler ve yeni Suriye yönetimine bağlı yerler de dâhil olmak üzere yeni hedeflerin vurulmasını onayladığını bildirdi. Başbakan Benjamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Israel Katz'ın yeni hedefleri onayladığı belirtti.
Türk ve İsrail jetleri aynı hava sahasında
Saldırı esnasında dikkat çeken bir başka gelişme Türk ve İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasında birbirine son derece yakın mesafede uçması oldu.
Diplomatik kaynaklara göre, iki ülkenin jetleri radar takibinde tehlikeli biçimde yakınlaştı ve bölgedeki hava trafiğinde kısa süreli alarm yaşandı. Her iki taraf da doğrudan çatışmadan kaçındı.
Bu tür senaryoları önlemek amacıyla Türkiye ve İsrail’in, Nisan 2025 başında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de ABD’nin arabuluculuğunda bir araya gelerek Suriye’de “çatışmasızlık hattı” kurulmasına yönelik teknik düzeyde görüşmeler gerçekleştirdiği biliniyor. Ancak 2 Mayıs gecesi yaşanan bu son gerginlik, söz konusu mekanizmaların henüz tam anlamıyla devreye girmediğini ya da sahada işlemekte zorlandığını ortaya koyuyor.
Gerilim tırmanıyor mu?
İsrail’in Suriye’deki yeni yönetimin kontrolündeki bazı bölgeleri hedef alması, Ankara’da rahatsızlık yarattı.
Türkiye'nin son dönemde Suriye’de askeri üslerini tahkim ettiği ve geçici hükümetle işbirliğini artırdığı bilinirken, İsrail'in bu varlığı tehdit olarak gördüğü ve buna yönelik saldırı planları üzerinde çalıştığı biliniyor.
İki ülkenin Suriye’de dolaylı olarak karşı karşıya geldiğini, bu durumun ilerleyen günlerde bölgesel dengeler üzerinde daha büyük etkilere yol açabileceği düşüncesi de yaygınlaşıyor.
***
Adalet aramak parayla: Yanan yerler orman alanından çıkarıldı, dava açanlara 180 bin liralık bilirkişi faturası kesildi.
Erdoğan'ın Bayraklı’da yanan yerleri ormanlık alandan çıkarması kararına itiraz eden dernekler ve yurttaşlar, mahkemenin 180 bin liralık bilirkişi ücreti faturasıyla karşı karşıya kaldı. 10 gün içerisinde ödenmesi istenen faturaya tepki geldi.(https://haber.sol.org.tr/haber/adalet-aramak-parayla-yanan-yerler-orman-alanindan-cikarildi-dava-acanlara-180-bin-liralik)

Tanıdık senaryo: Alınmayan önlemler
İsrail için önemli bir anma günü olan "Şehitleri Anma Günü"nde (Yom HaZikaron) başlayan yangınlara müdahale ettiklerini belirten Netanyahu hükümeti, itfaiye birliklerinin yanı sıra ordu birliklerinin de yangın söndürme faaliyetlerine katıldığını ettiğini açıkladı. Ancak gerçekler resmî açıklamaları çürütüyor. İsrail’de itfaiye hizmetlerinin bütçesinin azaltıldığı, deneyimli personel sayısının çok düşük seviyelerde olmasına rağmen önlem alınmadığı biliniyor.
Ayrıca İsrail Meteoroloji Müdürlüğü'nün şiddetli rüzgar, kuraklık ve aşırı sıcak yüzünden yaptığı kırsal bölge orman yangını uyarılara başta itfaiye teşkilatı olmak üzere, içişleri bakanlığı, polis teşkilatı ve ordu garnizon komutanlıklarının kulak asmadığı anlaşılıyor. Netanyahu hükümetinin aşırı sağcı bileşenlerinin de son dönemde hızla tehlikeli hale gelen iklim değişikliğine karşı eylem planlarını tamamen görmezden geldiği de kamuoyunun bilgisi dahilinde.
Önceki hükümet zamanında yangınla mücadele etmek üzere alınması planlanan helikopterlerin Milli Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir tarafından iptal edilerek kaynakların ordunun yapılandırılmasına ayrıldığı da ortaya çıkmış durumda.
Aşırı sağcılara bakılırsa olağan şüpheliler
Netanyahu hükümetinde önemli ağırlık taşıyan ultra-sağ dinci söylem yangınların kaynağını bulmakta geç kalmadı. Bu toplama göre yangını İsrailli Araplar çıkarmıştı. Sosyal medyada yangınlardan Hamas’ı suçlayanlar da eksik olmadı. Ancak elde edilen veriler bu açıklamaların hedef şaşırmak ve göz boyamak için ortaya atıldığını gösteriyor. Çok sayıda yangının tehlikeli olarak belirtilen bölgelerde, bahsedilen Hamas müdahalesinin mümkün olmadığı yerlerde çıkmış olmasının ötesinde itfaiye raporlarına göre bazı yangınların çıkmasında “piknikçilerin” dikkatsizliği sebep olarak gösteriliyor. Dolayısıyla bizzat Netanyahu tarafından yapılan yangın çıkartan bir sabotörün yakalandığı ve suçunu itiraf ettiği yönündeki haberlere de mesafeli yaklaşmak gerekiyor.
Yangınlar sebebiyle Netanyahu hükümeti çok ihtiyaç duyduğu milli anma törenlerini iptal etmek durumunda kaldı. Süregiden Gazze katliamı nedeniyle artık savaş pilotlarından bile tepki almaya başlayan Netanyahu, ülke içinde hâlâ Hamas ile kalıcı ateşkes yapılmamış olmasını protesto eden Gazze’de rehin olarak tutulanların yakınlarının artan eylem gücü karşısında sıkışmış durumda. Netanyahu bu sıkışıklığı aşırı-sağ eylemlerini kışkırtarak aşmaya çalışıyor.

Bir sebep de yanlış ağaç tercihleri mi?
Bazı yayın kuruluşları da İsrailli yerleşimciler tarafından Filistinlilerin elinden alınmış toprakların bilinçsizce hızlı bir şekilde ağaçlandırıldığını, bölgeye yabancı çam ve okaliptus ağaçlarının dikilerek olası yangınlara davetiye çıkarıldığını yazmakta. İlhak edilen toprakların geri alınmasını engellemek üzere yapılan bu alelacele uygulamaların yangınların yayılmasında belirli bir etkisi olmakla beraber genel sorunun yapısal olduğu anlaşılıyor.
Cihatçılardan insanlık beklenir mi?

Bir son başlık da belki de yangınların Türkiye’deki bazı gazetelerde ele alınışına dair olmalı. Milli Gazete, Akit ve Yeni Şafak gibi gazeteler manşetlerinde yangını insanlık dışı lanetlerle ve "beddualarla" duyurdu. Bu yayın organları herhalde ne yapılmaması gerektiğini gösteren, gazetecilik etiği açısından iyi örnekler. Eğer insanlıktan, katliama karşı çıkan İsrailli askerlerden, her şeye rağmen Filistinlilerden yana durabilen İsraillilerden ümidi kesmeyeceksek, uzak olsun bizden böyle saçmalıklar.
/././
1 Mayıs İşçi Bayramı, önceki gün yurdun dört bir yanında kutlandı, 78 ilde ve 200’ü aşkın noktada işçilerin, emekçilerin 1 Mayıs’a sahip çıktığı görüldü. Ülke çapında son yılların en yaygın katılımının sağlandığı bir kutlama olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer bir ifade ile işçiler, emekçiler “Biz de varız” demek istediler. İşçi sınıfı, nicel varlığı ile 1 Mayıs’ta bir görünürlük kazandı ama henüz sınıfın toplumsal muhalefete öncülük edecek bir konumda olduğunu da ifade edemeyiz.
Özellikle İBB (İstanbul Büyükşehir Belediye) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart 2025’te gözaltına alınıp tutuklanmasından sonra giderek yükselen toplumsal muhalefete yön verecek kapasitede bir işçi sınıfı hareketinin öncülüğü henüz gözükmüyor. Kuşkusuz burada siyasal mücadelenin önemi ortaya çıkıyor…
İstanbul’daki 1 Mayıs
Kadıköy ‘de DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu), TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) ve TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) ortaklaşa düzenlediği mitingin yanı sıra Türk-İş de Kartal Meydanı’nda 1 Mayıs’ı kutladı.
Yağmur ve olumsuz hava koşullarına rağmen Kadıköy’de ve Kartal’da coşkulu bir katılım söz konusuydu. Özellikle onbinler Kadıköy Rıhtım Meydanı’nın her tarafını kapladı, Kartal’da da alanın küçüklüğü nedeniyle Türk-İş üyesi işçiler meydana sığmadı. İstanbul Valiliği’nin açıklamasına göre, her iki mitinge katılanların sayısı 65 bin dolayındaydı.
Yine her iki mitingde “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz”, “Direne, direne kazanacağız” sloganları yüksek sesle haykırıldı.
Öte yandan Taksim Meydanı, güvenlik güçleriyle tam bir abluka altına alınmıştı. Çeşitli sol siyasi oluşumların Anayasa Mahkemesi’nin “Taksim’de gösteri yasağı olamaz” kararını dikkate alıp alana girmek istemeleri, polis tarafından çok şiddetli bir biçimde engellendi. Valiliğin açıklamasına göre 400’ü aşkın kişi gözaltına alındı.
Türk-İş’in mitingi
Türk-İş üyesi sendikalar 1 Mayıs için Kartal Meydanı’nda toplandı. Bursa, Kocaeli, Tekirdağ gibi çevre illerden de katılım söz konusuydu. Türk Metal, Petrol-İş, Harb-İş, Yol-İş, TÜMTİS, Tes-İş, Belediye-İş, Demiryol-İş ve Sağlık-İş gibi çok sayıda sendika Kartal'da bir araya geldi.
Ancak Kartal'da etkili olan sağanak yağış nedeniyle kutlamalar planlanandan kısa sürdü. 1 Mayıs kutlaması, saat 11.00’de başlayıp 12.00 dolayında bitirildi. Hazırlıksız yakalanan katılımcılar da alanı terk etmek zorunda kaldı.
Alanda, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Direne direne kazanacağız”, “Zafer direnen emekçinin olacak”, “Birleşe birleşe kazanacağız”, “Vergide adalet istiyoruz”, “Türk-İş nerede biz oradayız” sloganları atıldı.
Mitingde tek konuşmayı Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay yaptı. Atalay’ın konuşması sonrasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel de miting alanına geldi.
Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay ve bağlı sendikaların genel başkanlarıyla birlikte CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanvekili Nuri Aslan, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşçıer, Gökan Zeybek ve EMEP Milletvekili İskender Bayhan da daha sonra sahneye gelerek alanda bulunan işçileri selamladılar.
'Ülkenin dörtte üçüyüz'
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, konuşmasında özetle şunları söyledi:
"Bizler, bu ülkenin dörtte üçüyüz. Yaşadığımız ekonomik kriz, hepimizi olumsuz etkiledi, geçim şartları ağırlaştı. İşçisi, memuru, emeklisi, çiftçisi, öğrencisi, işsizi, milyonlarca dar gelirli artan geçim sıkıntısı nedeniyle şikayetçi. Bugün de bu alanda, şikayetimizi haykırmaya devam ediyoruz. Artan hayat pahalılığı karşısında her geçen gün daha fazla eziliyoruz”
Ergün Atalay, vergi adaletsizliğinin çözüm bekleyen en önemli problemlerden birisi olduğunu söyledi. Atalay, 600 bin işçiyi ilgilendiren kamu toplu iş sözleşmeleri müzakerelerinin de bir an evvel sonuçlanması gerektiğini ifade etti.
Ücretler düşük olduğu için binlerce işçinin emekli olmak zorunda olduğunu anlatan Atalay, asgari ücretin çok düşük kaldığını, Türk-İş’in asgari ücretin tespiti konusunda yeni bir yasal düzenleme yapılmasından yana olduğunu aksi takdirde asgari ücret görüşmelerine katılmayacaklarını söyledi.
Atalay, "Siz neredeyseniz biz de oradayız, Türk-İş Başkanı, Yönetim Kurulu ve Başkanlar Kurulu; demokrasiden yana, emekten yana, emekçiden yana tavrını sonuna kadar sürdürecektir" diyerek sözlerine son verdi.
İktidara 'utangaç eleştiri'
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, AKP Hükümeti’ne yönelik şikayetlerini belirtirken doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı hedef almadı, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek üzerinden eleştirilerini dile getirdi.
Yani, Türk-İş Başkanı Atalay, AKP’ye yönelik olarak bir anlamda “utangaç bir eleştiri” yapmak zorunda kaldı, denebilir. Bu arada kamu sözleşmeleri gündeme geldiğinde katılımcıların bir kısmı “Ekmek yoksa barış da yok” diye slogan attılar.
Kartal’da bir park dahilindeki meydan, daha geniş kalabalıklar için oldukça küçüktü. İşçilerle yaptığımız sohbette, kimi işçiler, “Aslında Maltepe Meydanı’nda miting yapabilirdik” diye serzenişte bulundular.
Mitingin havasından da sezilebileceği gibi Türk-İş tabanında hayat pahalılığı, geçim sıkıntısından ötürü AKP Hükümeti’ne yönelik ciddi bir rahatsızlık var ama bu yılki kamu sözleşmelerinde 1989 Bahar Eylemleri’nde olduğu gibi ciddi bir tepkinin gösterilebileceği pek olası değil.
Mitingde Genel Maden-İş üyesi bazı madenci işçilerle yaptığımız görüşmelerde, kamu sözleşmelerinin çıkmaza girmesi halinde iş yavaşlatma, iş durdurma gibi eylemlere başvurup başvuramayacaklarını sorduğumuzda, “Sendikamızın genel merkezi ne talimat verirse onu yerine getiririz” şeklinde görüş belirttiler. Yani, sonuçta sendikal bürokrasi ne derse o olacak, tabandaki işçi yöneticisine bakıyor…
Kadıköy mitingi
DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin Kadıköy Rıhtım Meydanı’nda ortaklaşa düzenlediği miting, yürüyüş kollarının fazlalığı nedeniyle öğle saatleri sonrasında başlayabildi. Yağmura rağmen katılımcılar, coşkuyla miting alanına geldiler.
Sendika üyesi işçiler, memurlar, mimarlar, mühendisler, hekimler ve sağlık çalışanlarının yanı sıra gençlerin, öğrencilerin de ağırlıklı olduğu göz çarptı. Çeşitli üniversitelerden gelen öğrencilerle birlikte liseli gençler de güçlü bir katılım sağladı.
Gençlerin, öğrencilerin şu sloganı dikkat çekiciydi: “İşçi, gençlik el ele, AKP’siz Türkiye”. Yine çok sık söylenen sloganlar, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek”, “Faşizme karşı omuz omuza” şeklindeydi.
Emek ve meslek örgütü temsilcilerinin yanı sıra TKP, TİP gibi sosyalist partilerin de katılımı oldukça yoğundu. CHP, DEM Parti, Sol Parti, EMEP, EHP, TÖP gibi sol, sosyalist partilerin kortejleri de ağırlıklıydı.
'Zorbaların değil, emekçinin ülkesi'
Kadıköy’deki mitingde önce Ruhi Su Dostlar Korosu sahne aldı. Ardından DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak, TMMOB Başkanı Emin Koramaz ve TTB Başkanı Alpay Azap sahneye çıkıp halkı selamladı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti Eş Başkanı Tülay Hatimoğlu ve her iki partinin diğer yöneticileri de katımcıları selamlayarak 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı kutladılar. Daha sonra dört örgütün ortak bildirisi okundu.
Ortak açıklamada özetle, “Bugün 1 Mayıs meydanlarında başka bir yaşamın, başka bir Türkiye’nin müjdesini vermek için bir aradayız. İşçilerin ve emekçilerin asgari ücrete ve asgari yaşam koşullarına mahkum edilmediği, demokratik hakların özgürce kullanılabildiği, grevlerin yasaklanmadığı, gece yarıları kapılara dayanılmayan bir ülke talep ediyoruz. Zorbaların değil, işçilerin, emekçilerin, halkın ülkesi mümkün” denildi.
Siyasal önderlik
Yazımızın girişinde de ifade ettiğimiz gibi işçi sınıfı “Biz de varız” diyor ancak öncü bir sınıf olarak nicelikten ziyade niteliksel anlamda, siyasal yönden ağırlığını henüz ortaya koyamıyor. Burada görev daha ziyade sosyalist partilere düşüyor.
Öncü işçilerden hareketle sınıfın hem sendikal, hem de politik düzeyde örgütlenmesinin güçlendirilmesi ve siyasal bir hedefe yönlendirilmesi gerekiyor. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın da vurguladığı gibi ekonomik ve sosyal hedefleri olan siyasal bir program çerçevesinde hazırlanmak, örgütlenmek önem kazanıyor.
'AKP’nin sonu geliyor'
Yazımızı Gaziantep’te işçinin hak mücadelesi sonucunda 36 gün tutuklu kaldıktan sonra ev hapsi cezası alan Birleşik Tekstil, Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in 1 Mayıs olayı ile tamamlayalım.
Sendikacı Mehmet Türkmen, ev hapsi nedeniyle Antep’teki 1 Mayıs kutlamalarına katılamadı. Onun yerine annesi bu kutlamaya katılıp oğlu ile ilgili sözler söyledi. Mehmet Türkmen, daha sonra Halk TV’ye evinden bağlanıp şu açıklamayı yaptı:
“Annem, doğal olarak her anne gibi daha önceleri ‘Oğlum bu işlerle uğraşma, başına iş açılır’ diyordu. 30 yıldır hep böyle konuşuyordu. Şimdi artık annem bile sokağa çıkıp 1 Mayıs’ta konuşma yapıyorsa AKP’nin sonu geldi demektir”…
/././
Teknopark skandalı: İşçi 1 Mayıs'ta işe gitmedi, ertesi gün darp edilip kovuldu!
Resmi tatil olan 1 Mayıs'ta işe gitmeyen işçi, mobbinge maruz kaldı. Gördüğü baskı karşısında hakkını aramak istediğinde yöneticiler tarafından darp edildi.(https://haber.sol.org.tr/haber/teknopark-skandali-isci-1-mayista-ise-gitmedi-ertesi-gun-darp-edilip-kovuldu-397957)
Sednaya bir gaf mıdır?-Aydemir Güler-
Silivri’yi Sednaya’ya kim benzetirse, o kişi Suriye’de süregiden alçaklıklar zincirine omuz vermiş olur.
Sednaya’nın ne olduğu hemen akla gelmeyebilir. En azından “Saddam’ın kitle imha silahları” ile “Esat’ın Sednaya hapishanesi” karşılaştırılırsa, ilki zihinlerde çok daha fazla iz bırakmış olmalıdır.
Uluslararası medya tekelleri, emperyalizmin hizmetinde dezenformasyon üretirler. Konunun habercilikle bağlantısı yok denecek kadar zayıftır. Geçtiğimiz aylarda da Suriye Baas iktidarının yıkılmayı çoktan hak ettiğini, bütün dünyaya kabul ettirmek için işkence ve gizli tünellerle süslü nice senaryo yazıldı. soL Haber'in tabiriyle Sednaya bir film stüdyosuna çevrildi.
Hapishanenin iyisi, güzeli olmaz elbette. Mutlaka orası da berbat bir yerdi… Ama Sednaya literatürü geniş bir gerici cephenin son imalatlarından biridir. Etkisiz kalanları veya sessiz izleyenleri bir kenara bırakırsak, bu cephede İngiliz ve Amerikan emperyalistleri, Siyonist İsrail, Yeni-Osmanlıcı AKP ve boy boy kafa kesici çete vardı…
Sonuncuların aklı, ideolojik üretime ermeyebilir. Peki ya CHP’nin aklı neye eriyor olabilir?
CHP Genel Başkanı Özgür Özel son miting konuşmasında “Silivri zindanı"nı, “Esad’ın Sednaya hapishanesinin işkencesiz versiyonu” olarak niteledi. Silivri’yi özgürlük müzesi yapacaklarını dile getirerek bağladı konuyu…
Neresinden tutulur ki bu laf?
Bir kere, 2008’de açılan Silivri Cezaevi AKP’nin polis-yargı operasyonlarının üssü olarak işlev görmüştür. Rejim değişikliğinin sembolüdür Silivri… “İşkencesiz versiyon” deyimiyle bu operasyonlara yersiz ve asılsız bir “ehveni şer” niteliğini uygun gördü CHP Genel Başkanı. Oysa yaşanan süreç ister somut, ister geniş anlamıyla alın, işkenceyi kesinlikle içerir. “İşkencede ölüm” 12 Eylül faşist darbe yıllarına özgü sanılır. Oysa Silivri’de politik tutuklu ve mahkûmlar intihara sürüklenmiş, tedavi olanaklarından yoksun bırakılan hastaların ölümleri izlenmiştir.
Özgür Özel’in bu gerçeğin üstünü geçerken örtüvermesi, bir gaf mıdır? Yoksa AKP’nin işkenceyi reddetmesinden çok daha etkili bir mesaj mı söz konusudur?
İkincisi, Suriye’nin eski rejimi ve devlet başkanı hakkındaki dezenformasyon, böylece, bir “olgu” olarak tescil edilmiştir. Yine, CHP tescili, AKP’nin iddialarından defalarca daha etkilidir.
Sednaya hakkında Özel’in bilgisi yukarıda hatırlattığım soL haberinde ele alınan kaynaklardan fazla değildir. Keşke konu, birkaç ay için bile olsa, “geçmişte kalmış” olsaydı… Oysa “eski Suriye karalaması” daha geçenlerde yaşanan Alevi katliamıyla güncellendi. Şam’da iktidar olan cihatçı şebeke, cinayetleri “Esat artıklarının direnişinin kırılması” zorunluluğuyla bir biçimde savundu. Silivri’yi Sednaya’ya kim benzetirse, o kişi Suriye’de süregiden alçaklıklar zincirine omuz vermiş olur.
Peki, AKP’nin bildik saldırılarına karşı durmaya çalışanlar, Suriye göndermeleriyle mücadelelerine güç mü katmaktadırlar? Sednaya-Silivri benzetmesi “19 Mart darbecilerini” geriletmek açısından pek mi anlamlıdır?
Hiç alakası yok!
Bu laflar dinleyici kalabalıkların büyük çoğunluğunun dikkatini bile çekmemiştir. Kürsü sözlerinin bir bölümü suya yazılan yazı gibidir; tutamazsınız, akar gider… Özel’in benim hatırlattığım pasajı da öyle olmalıdır.
Ama kitlelerin dikkatinden kaçan cümleler de dâhil bütün sözler, “siyaset katında” kayda alınmaktadır.
Esat’ın üstünde tepinerek kimlerin kaydına girileceği bellidir. Yukarıda ilgili gerici cephenin açılımını yapmıştım…
Dolayısıyla bu, bir gaf değildir. CHP’nin iktidar yürüyüşü oraya buraya verilen mesajları da içermektedir.
/././
Gazze üzerine okumuş bir işçi soruyor -Erhan Nalçacı-
Bir emekçinin daha güzel bir dünya ve Türkiye için bir hayali olmalı. Yoksa bugün için geçerli olan güç ilişkilerine mahkûm olmak insanı düzenin çürümüşlüğüne bir kuyu gibi çekmez mi?
Gazze yaşananların korkunçluğuna rağmen bugün dünyada en az ilgi çeken coğrafya haline geldi. Bu yazı bir analiz sunmaktan çok yaşanan insani drama karşı ikiyüzlü, acımasız ve halk düşmanı dünya düzenine dikkat çekmeye çalışacak.
Gazze’de İsrail askeri makinesi 52 binden fazla Filistinliyi biçti. Cinayetlerin iki bini son iki aylık abluka ve saldırılar sonucu gerçekleşti. Savaşın başlangıcından bu yana 120 bin kadar insan yaralandı. Dünyanın en çok uzuv kaybı yaşamış çocuğu bugün Gazze’de yaşıyor. 4700 kişinin kolu veya bacağı İsrail saldırılarında kopmuş.
Ancak şu anda Gazze’de sadece İsrail saldırıları söz konusu değil, 2 Mart’tan bu yana yaklaşık iki aydır, İsrail Gazze’ye yiyecek yardımlarının ulaşmasını engelliyor, temiz su ve elektrik büyük ölçüde kesilmiş durumda.
Bu abluka 2 milyon civarındaki Gazze nüfusunun ortadan kalkması veya göçe razı olması için yapılan alçakça bir plana benziyor. Dışarıda binlerce yardım malzemesiyle dolu TIR beklerken, Gazze’de yardım mutfakları kapanıyor, son un stokları tükenmek üzere. Birleşmiş Milletler çok yeni olarak bebeklerin %92’sinin temel gıdalara ulaşamadığı ve beslenme yetersizliği çektiğini açıkladı. Gazzelilerin %65’inin ise temiz suya ulaşamadığı kaydediliyor. Çocuklar açlık, bozulmuş hijyen koşulları ve ilaçsızlık nedeniyle ölüyor.
İsrail Gazze’nin tam anlamıyla çalışan son hastanesini 14 Nisan’da vurdu. İlaç ve tıbbı malzeme eksikliği birçok ameliyatın yapılmasını ve kanser hastalarının tedavisini imkânsız hale getiriyor.
***
Daha önce Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi’nin İstanbul ve Ankara’da açtığı Filistin Halkı Direniyor Resim Sergisi’ne resimleriyle katılan Filistinli sanatçı Mohammed Hassan’a internet üzerinden ulaşma şansımız oldu. 1971 yılında Gazze’de doğan ve halen Gazze’de yaşayan sanatçı şiirsel bir anlatı ile yanıtladı isteğimizi. Yaşanan yıkımın yanında ülkesine bağlılığını yansıtan satırların bir bölümünü aşağıda okuyabilirsiniz:
“Önümde yalınayak, sendeleyerek yürüyen bir çocuk gördüm, güneşin sıcağından neredeyse düşecekti, onu kucağıma aldım ve başını omzumun yastığına koydum. Üzerinde işlemeli bir elbise olan bir köylü kadın bana seslendi: “Ah anne.” Annemden duyacağım bu sözün özlemiyle gözlerim doldu… Bacakları kesilmiş bir genç gördüm. Sebze tohumlarını sert parmaklarıyla ekiyor, pazarlardaki kıtlığa ve yüksek fiyatlara meydan okuyor. Nihayet uzun bir aradan sonra arkadaşımla birlikte, vücudumun özlediği bir kanepede dinlendik. Onunla kahve içtim, o gerçekliği hâlâ unutamıyorum. "Her şey aynı kalmış gibi görünüyor ama dekoru değişmiş, o zaman sorun yok" dedim.”
Ayrıca Muhammed Hassan şu bilgileri verdi: "Aslında bu günlerde her türlü yiyecek yönünden kıtlık var. Sınırların abluka altında olması nedeniyle. Çok korkunç pahalı yiyecek maliyetleriyle karşı karşıyayız. Un, şeker, sebzeler. Elbette et ve meyve hiç görülmüyor. Ve su tabii."
Gazzeli sanatçının resim malzemelerini temin etmek güç olduğu için basit malzemelerle yaptığı ve sergide yer alan iki resmini Gazze ile bir duygudaşlık geliştirmek üzere sunalım:
![]() | ![]() |
Resimler: Mohammed Hassan tarafından yapılan iki Gazzeli çocuğun karakalem resmi. Bu çocukların yaşayıp yaşamadığını bilemiyoruz şu an.
***
Okumuş bir işçi Gazze’yi soruyor (Bertolt Brecht geleneğine uygun olarak)
1-Dünya devletlerinin Trump’ın gümrük tarifeleri ile ilgilenmekten Gazze halkının çektiği acıya sırtını çevirdiği veya sadece ilgileniyor gibi yaptığı görülüyor. Bu, dünya düzeninin olağanüstü bir çürümesine işaret etmiyor mu?
2-İsrail 10 milyonun altındaki nüfusu, dar yüzölçümüyle ve mali olanaklarıyla askeri olarak alt edilebilir bir ülke. Onu böyle pervasız yapan ve keyfine göre bir ölüm makinesi haline getiren ABD emperyalizmi değil mi? Batı emperyalizmi diyelim isterseniz. ABD gerek sermaye sınıfı içindeki Yahudi lobisi, gerek çıkarları doğrultusunda, gerek kendisi de dinci ve ırkçı bir devlet olduğu için sonsuz bir destek veriyor İsrail’e. Oysa dünyada sermaye sınıfının iktidarda olduğu bütün ülkeler bu gerçeğin farkında oldukları halde ABD ile şöyle ya da böyle işbirliği yapıyorlar. Kimisi NATO’da beraber, kimisi ABD tahvillerini alıp devlet kasasına koymuş, kimisi Ukrayna pastasını nasıl paylaşacağız diye bakıyor. Bu kadar ahlaksız bir dünyada paradan başka bir ilkesi olmayan sermaye sınıfı ile nasıl aynı havayı solumaya razı oluruz?
3-Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek illaki Yahudi sermayesinin de dahli olan birçok sermaye kuruluşu ile görüştüğü ABD seyahatinden sonra verdiği demeçte şöyle demiş: “Yeni ABD yönetimiyle her seviyede diyaloğumuz çok güçlü.” Türkiye’de sermaye sınıfına ait mali krizi aşmak için sadece krizi emekçilerin boynuna yüklemiyorlar, gözünü kırpmadan cinayet işleyen ve Gazze’de katlettikleri on binlerce insanın kemikleri üzerine sayfiye kenti inşa etmek isteyenlerle “her seviyede güçlü” ilişki kuruyorlar. Bunu görmezden gelen bir insan kendi yaşamında ne kadar namuslu olabilir?
4-NATO’nun Kürecik’teki radar üssünün Türkiye kadar, İran’ı da gördüğü ve bütün askeri hareketliliği saniyeler, dakikalar içinde İsrail’e ilettiği söyleniyor. Bu üs NATO’da kaldığı sürece Türkiye bağımsız bir ülke olabilir mi? İran ile ABD-İsrail’in girişeceği bir savaşın parçası olmak anlamına gelmiyor mu? İsrail ordusunun bir uzantısı olmak nasıl kabul edilebilir?
5-Duymuşsunuzdur, Azerbaycan ile Türkiye ilişkisi “Tek millet, iki devlet” diye lanse ediliyor. Ama Azerbaycan sermayesi İsrail’in çok yakın müttefiki, savaş boyunca İsrail savaş makinesi Azerbaycan petrolü ile Türkiye üzerinden beslendi. Şimdi Türkiye’de birçok yatırımı olan Azerbaycan sermayesinin en önemli uzantısı SOCAR şirketi İsrail ile yaptığı anlaşma doğrultusunda Akdeniz’de petrol arayacakmış. Yoksa tek sermaye sınıfı, iki devlet mi demeliyiz?
6-Filistin direnişinde önemli rol oynayan Hamas Filistin halkına sırt çevirmenin bir bahanesi oluyor bazen. ABD ve genel olarak emperyalizm işçi sınıfı siyasetini, genel anlamda ilkelere dayanan bir solu ortadan kaldırmak ve zayıflatmak için her şeyi yaptı. Böylece Filistin’de din temelli siyasetlerin soldan rol çalması mümkün oldu. Şimdi acımasız koşullara itilen Filistin halkından yüz çevirmek yerine yapılacak en iyi iş solu, işçi sınıfının öncü siyasi kolunu güçlendirmek değil mi?
7-Bir emekçinin daha güzel bir dünya ve Türkiye için bir hayali olmalı. Yoksa bugün için geçerli olan güç ilişkilerine mahkûm olmak insanı düzenin çürümüşlüğüne bir kuyu gibi çekmez mi?
/././
'Şato villalar' davasında yeni gelişme: 885'er yıl hapis istemi
Bolu'da satışa çıkarılan "Burj Al Babas" projesinin sahibi ve yöneticilerine "nitelikli dolandırıcılık" davası açıldı. 13 sanığın 885 yıla kadar hapsi istenirken, mal varlıklarına da el koyulması talep edildi.
Bolu'nun Mudurnu ilçesinde "Kendi şatonuzu alın" sloganıyla satışa çıkarılan "Burj Al Babas" isimli villa projesinin sahibi ve yöneticilerine "nitelikli dolandırıcılık" davası açıldı. 13 sanığın 885 yıla kadar hapsi istendi.
Savcıya göre projede amaç baştan beri dolandırıcılıktı.
Finansman yabancı sermayeye dayanıyordu
Hürriyet'in aktardığı iddianameye göre Mudurnu ilçesindeki 732 lüks villayı içeren "Burj Al Babas", zengin yabancılara satılacak "şato" tipi konutlar ve termal tatil köyü olarak tasarlanmıştı. Finansmanı ise yabancı sermaye girişine dayanıyordu.
2014 yılında lansmanı yapılan proje, Türkiye’nin en büyük ve "ultra lüks" tatil köylerinden biri olarak tanıtıldı. “Kendi şatonuzu alın” sloganıyla duyurulan ancak yıllardır atıl halde bekleyen projede güzellik merkezlerine, at binme parkurlarına, açık-kapalı spor salonlarına, sinemalara, eğlence merkezlerine, konferans salonlarına ve hamamlara yer verileceği belirtiliyordu.
Savcıya göre her biri 325 metrekare olan villalar mavi kuleleri, spiral merdivenleri ve lüks iç dekorasyonuyla, alıcılarına "peri masalı bir yaşam tarzı" olarak sunuldu. Projenin ismi de özellikle Arapça "Burj" (Kule) olarak seçilmişti çünkü Körfez sermayesini çekmek amaçlanıyordu.
İddianamedeki MASAK raporuna göre, projenin başladığı 2014’ten 2018’e kadar projeyi yürüten şirketlere 1041 ayrı işlemde toplam 67 milyon 180 bin dolarlık para girişi oldu. Projeye para yatıranların tamamı Kuveytli’ydi ve aralarında ülkenin önde gelen patronları da vardı.

Satış var, teslimat yok
Ancak proje bir türlü tamamlanamadı ve teslimat yapılmadı. 59 müştekinin "dolandırıcılık" iddiasıyla şikâyetçi olmasının ardından soruşturma başlatıldı.
Savcıya göre, tanıtımdaki cazip vaatlerin hiçbiri gerçeğe dönüşmedi. Projeyi yapan Sarot Grup’un üç şirketi 2018’de konkordato talep etti ve şirketlerin iflasına karar verildi. Sonra iflas kararı kaldırılıp projeye devam izni verilse de inşaatlar durdu ve yine konkordato sürecine girildi.
Mağdurlara, teslim tarihi ve diğer konularda gerçeğe aykırı güvenceler verildiği ve projenin bitirilemeyeceğinin anlaşılmasına rağmen satışların devam ettiği aktarıldı. Konkordato ve iflas süreçlerini kapsayan 2018’den sonra bile satış yapıldı, hatta 2024’te de "Satışlar devam ediyor, yakında proje tamamlanacak" şeklinde açıklamalara devam edildi.
Savcılığa göre toplanan paralar proje için değil, proje sahiplerinin şahsi menfaatleri için kullanıldı ve baştan beri dolandırıcılık kastıyla hareket edildi.

Kayyım atandı
Savcılık, projenin son durumuna dair Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) bağlı İştirakler ve Gayrimenkuller Daire Başkanlığı’na bir rapor hazırlattı.
6 Mart 2025 tarihli bu rapora göre, kayyım yönetiminde olan projenin tamamlanma maliyeti 162 milyon dolar ila 188 milyon dolar olarak saptandı.
Evrakta yapılan incelemelere göre ise ödeme planları ve belgeleri yok, muhasebe kayıtlarındaki veriler yetersiz, hangi villanın kime satıldığı, bedelin ne olduğu ve ne tutarda ödeme yapıldığı da belli değil. Muhasebe kayıtları ile banka ve şirket kayıtlarındaki ödeme miktarları arasında büyük farklar var.
885 yıla kadar hapis ve mal varlıklarına el koyulması talep edildi
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Aklama Suçu Bürosu tarafından hazırlanan iddianamede, 13 sanığın her biri için 59 mağdura karşı "nitelikli dolandırıcılık" suçundan 885’er yıl hapsi istendi.
Sanıklar arasında projeyi yürüten Sarot Grup yöneticileri Mehmet Emin Yerdelen, Adem Tekgöz ve Mezher Yerdelen de var.
Savcılık şüphelilere ait bütün taşınmazlara ve şirket paylarına da el koyulmasını talep etti.
***
İzmir'de valilik 'koşmak yasak' dedi, ihalesi yandaşa verilen Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'na izin verildi -Aslı İnanmışık-
İhaleyle yapılan ve bu yıl 60.'sı düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nun organizasyonu yine yandaş şirketlere verildi. Tur, son etabı düzenlenecek İzmir'de daha önce valiliğin "trafik" bahanesiyle bazı etkinliklerin yasaklanması kararından da etkilenmedi.
Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun bu yıl 60.'sı düzenleniyor.
27 Nisan'da Antalya'da başlayan ve 8 etap sonunda 4 Mayıs Pazar günü İzmir'de sona erecek olan 60. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'nun (TUR 2025) ilk etabına toplam 23 takım ve 160 sporcu katıldı.

Federasyon Başkanı Erdoğan'a teşekkür etti
Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu, Anadolu Ajansı'na yaptığı açıklamada, organizasyonun "ülkenin gittikçe büyüyen bir markası olduğunu" söyledi. Müftüoğlu, "Bu turun gelişmesinde herkesin katkısı oldu. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2015 yılında caddede bisiklete bindi. Daha sonra Sultanahmet'te kupalar verdi. Geçen hafta da yine turun tanıtımıyla startını verdi. Çok ilgili bir Cumhurbaşkanımız var, ne kadar teşekkür etsek az. Turun ve bisiklet kültürünün ülkemizde geldiği noktaya çok önemli katkıları var. Veledrom yaptık, bunun yapılmasıyla ilgili talimatı veren de Cumhurbaşkanımız" dedi.

Valilik İzmir'de koşu ve bisiklet turunu yasaklamıştı, tura ses çıkarılmadı
Turun altıncı etabının başlangıcıysa bugün, 23 takımdan 144 sporcunun katılımıyla İzmir'in Selçuk ilçesinde yapıldı. Açılışa Selçuk Kaymakamı Oğuz Alp Çağlar ile Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu da katıldı.
İzmir Valiliği, 2024 yılının Aralık ayında kent merkezinde maraton, yürüyüş, koşu ve bisiklet yarışı gibi etkinlikler yapılmaması yönünde karar alındığını duyurmuş ve kararın gerekçesi "bu tür organizasyonların kent trafiğini olumsuz etkilemesi" olarak açıklanmıştı.
İzmir Valisi Süleyman Elban, “Neredeyse her hafta sonu Çeşme otobanında ve sahil bulvarında, maraton, yürüyüş, koşu, bisiklet yarışı ya da bir etkinlik oluyor. Bu etkinlikler olduğu zaman da ulusal, uluslararası müsabaka standartları gereği program başlamadan çok öncesinden trafik kapatılıyordu” demişti.
Bu kapsamda İzmir Büyükşehir Belediyesi (İZBB) tarafından 2020 yılından bu yana uluslararası nitelikte düzenlenen Maraton İzmir koşusu, İzmir Valiliği'nin aldığı karar nedeniyle geçtiğimiz Şubat ayında duyurulan bir kararla iptal edildi. İZBB'nin açıklamasında, "Kayıtların açıldığı Kasım 2024 tarihinden bugüne kadar yarışa katılmak için başvuru yapan koşucuların katılım ücretleri en kısa sürede iade edilecektir" denildi.

Ancak 60. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu bu karardan muaf tutuldu.
Tur nedeniyle İzmir'de 2, 3 ve 4 Mayıs tarihlerinde bazı yollar kapatılacak. Otobüs seferlerinde aksamalar yaşanacak. DHA'nın aktardığına göre, 4 Mayıs Pazar günü Bostanlı İskele'de son bulacak organizasyon kapsamında İzmir'deki yarış güzergahları Selçuk, Menderes, Seferihisar, Güzelbahçe, Urla, Çeşme, Konak, Bayraklı ve Karşıyaka ilçeleri olarak belirlendi. Tur nedeniyle birçok ESHOT otobüs hattı ve Konak ile Karşıyaka tramvay hatlarında sefer planlamasında değişikliğe gidildi. Vatandaşlardan metro, İZBAN ve vapuru tercih etmeleri istendi.
İhaleyle yapılan tur yıllardır yandaşlara veriliyor
Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu ihaleyle yapılıyor.
İhale 2016'dan bu yana yandaş Cevat Olçok'un sahibi olduğu Ceo Event Medya Şirketi'ne veriliyordu. Bu yıl da ihaleyi aynı şirket aldı.
Yıldızlar Tanıtım Organizasyon Ltd. Şti ile ihaleyi yüzde 60 ortaklıkla alan Olçokların şirketi toplam yaklaşık 470 milyon liralık iki sözleşme imzaladı. Sözleşmeler, Kamuoyunu Aydınlatma Platformu'na (KAP) 28 Mart'ta bildirildi.
Cevat Olçok, aynı zamanda da AKP’nin reklam danışmanı olan ve 15 Temmuz darbe girişiminde hayatını kaybeden Erol Olçok'un kardeşi. Olçoklar, AKP’nin ismini, logosunu, sloganlarını bulmuş ve partinin kurumsal kimlik çalışmalarında etkili olmuştu.

Şirketin ortağı Bahçeli'nin başdanışmanı
Yıldızlar Tanıtım Organizasyon'un başındaki iki isimden biriyse Eyyup Yıldız. Yıldız, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Tanıtım ve Organizasyondan Sorumlu" başdanışmanı. Şirketine MHP'li belediyelerden ihale yağan Yıldız'ın Menzilci olduğu söyleniyor.
Şirketin sitesinde Yıldız için "Milliyetçi Hareket Partisi’nin Türkiye genelindeki tüm organizasyonlarının Teknik Koordinatörlüğü’nü yürüttü" deniliyor.

/././
Bir yanda, imzalayarak kabul ettiğimiz "Çocuk Hakları Sözleşmesi"ne göre, 18 yaşından küçük olanları çocuk sayıp evlenmelerine izin vermiyoruz; öte yanda her yıl evlendirilen binlerce çocuk, çocuk anneler ya da Karaman’da olduğu gibi düşük yapan kız çocuklar!
Bir yanda bilimsel veriler felakete yol açacağını gösterdiği için Kanal İstanbul’a karşı çıkanlar; öte yanda kanal yapımında ısrarcı olanlar!
Bir yanda sanatını icra ederken kalp krizinden sahnede rahmetli olan sanatçı için yas tutan toplum; öte yanda “Sahnede gebermiş” diyen bir (hem de) müftü ve “Karadeniz’i de kirletir, Hindistan Ganj Nehri’ne atsınlar” diyebilen bir AKP’li eski belediye başkanı!
Bir yanda “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” şeklindeki anayasal haklarını kullanıp 18-19 Mart 2025’de gerçekleşen sivil darbelere karşı yürüyüş yapmak isteyenler. Öte yanda “Yasal değil” diyerek yürüyüşü engelleyip gençlere orantısız güç uygulayan polis ve de daha da önemlisi bu polislere 10’ar bin lira ikramiye verenler!
Bir yanda AKP’nin muhalif yayınları boykot çağrısını haklı bulanlar; öte yanda CHP’nin yandaş işyerlerini boykot çağrısında suç arayanlar!
Bir yanda yandaş işyerlerinin boykot edilmesine destek veren sanatçılar; öte yanda TRT’nin boykotu destekleyen sanatçıları işten çıkarması ve de bu kovulan sanatçıların rolünü üstlenebilen sanatçılar!!!
Bir yanda “Turpla, şalgamla devlet yönetilmez, hakla hukukla yönetilir” diyen çiftçi; öte yanda “Turpun büyüğü kasada” diyen yönetim anlayışı!
Bir yanda resmen "Emek ve Dayanışma Günü" olan 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenler; öte yanda onları Taksim’e sokmayıp izin verdikleri alana bile gitmelerini engellemek için her türlü önlemi alan yönetim anlayışı!
Bir yanda yasal hakkını kullanıp Cumhurbaşkanı adayı olmak isteyenler; öte yanda “Cumhurbaşkanlığı hevesiyle daha kaç kişi siyaset girdabında telef olacak” diyen yönetim anlayışı!
Bir yanda Gazze için İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yapmak isteyen muhalefeti “Yasa dışı” diyerek engelleyen polis; öte yanda Gazze için ertesi gün Üsküdar’da yürüyen yandaş kuruluşa destek veren polis!
Bir yanda bilimsel verilere önem verenler, hem depremin olma nedenini, hem de depremden korunma yöntemlerini bilenler; öte yanda
- İşlenen günahlar nedeniyle deprem olduğuna inananlar!
- “Deprem ve binalar öldürmez, Allah öldürür” diyebilen profesör!
- Silivri’de deprem olduğu sırada "medrese" denilen bir yerdeki cemaatin secdeye kapanması görüntüleri yandaş medya tarafından servis edilince, “İşte, imanın verdiği tevekkül ile oluşan cesaret, huzur ve rahatlık. Binlerce tebrik” diyerek onları kutlayan bir kimya profesörü!
- “Gazı yavaş yavaş çıkartarak hani bir kerede 7,5-8 olacağına işte böyle 4'tür, 5'tir, 6'dır. Hani gazı çıkart da bizi yıkma diye böyle dualar yaptık. Bunu cemaatin aminlerine bağlıyorum” diyen ve belki de binlerce taraftarı olan bir medyatik tarikatçı!
- "Deprem Duası"ndan medet umanlar!
Bir yanda Silivri depremi sonrasında can havliyle haklı olarak İstanbul’dan ayrılmak isteyenler; öte yanda uçak fiyatlarını anında 5-6 misline çıkaranlar!
Bir yanda depremi konusunda, en az devlet kadar sorumlu bir kurum olan İBB; öte yanda 23 Nisan 2025 Silivri depremi üzerine yapılan ve AKP il başkanının bile çağrıldığı toplantıya İBB’den bir kişi bile çağırmayanlar!
Bir yanda yazılı sınavında yüksek puan alıp mülakatta elendikleri için haklarını arayan öğretmen adayları; öte yanda onlara saldırıp tutuklayan polis!
Bir yanda öğrencinin gerçeklerin ayrımına varıp özgürleşmesi için var olan öğretmenlik mesleği; öte yanda eylem yapan öğrencisine, “Bu okul sana acıdığı için sen hâlâ bu okuldasın, sokakta kalma diye biliyorsun değil mi?” ya da okulda tüfekle poz veren müdür yardımcıları!
Bir yanda öğretmenlerine sahip çıkan lise öğrencilerimiz; öte yanda nitelikli öğretmenleri keyfi olarak süren ve de öğrencileri neredeyse suçlu duruma düşürmeye yeltenen eğitim bakanı!
Bir yanda anayasasına göre “laik, demokratik ve sosyal hukuk” devletini korumakla yükümlü devlet memurları; öte yanda “Deccal Siyonist Haçlı Batı zulmü varyantı Kemalizmin sonu olacak, İslam birliği kurulacak” diyen bir ilkokul müdürü (!) ve bu müdüre verilen cezayı iptal eden MEB Yüksek Disiplin Kurulu!
Bir yanda özgürlüklerin ve adaletin peşinde koşan gençler; öte yanda özgürlüklerin yok edilip bağımlılığın neredeyse kölelik düzeyinde olduğu tarikatları sivil toplum kuruluşu olarak gören ve tarikatlarla işbirliğini savunan eğitim bakanı!
Bir yanda 22 Nisan’da Mecliste 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Özel Oturumunda kürsüye çıkan ve büyük bir özgüvenle, “Bizlere daha fazla bilim atölyesi, spor alanı sunulmalı. Biz sadece kitaplarda yazanları öğrenmek değil dünyayı değiştirmek istiyoruz. Bugün burada, bu yüce mecliste bir çocuk olarak sesimi duyurabiliyorum. Bu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bize miras bıraktığı Cumhuriyet'in eseridir. O halde bu emaneti daha da yüceltmek için hep birlikte çalışalım. Çünkü egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Biz varız, biz geleceğiz. Bu özel günü bizlere armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla anıyorum" diyen bir ilkokul öğrencimiz. Öte yanda, alnından öpülesi bu öğrencimizi dinlerken, oturduğu yerde “Böyle öğrenci mi yetiştiriyoruz, Reis şimdi beni paralar” gibi düşüncelerle huzuru kaçtığı belli olan bir eğitim bakanı!
Bir yanda dünyayı değiştirmek isteyen çocuklar; öte yanda aklını fikrini öteki dünyaya yönlendirmeye çalıştığımız çocuklar!
Ne yazık böylesi birbirine karşıt eylem ve söylemler, yukarıda örneklenenlerle sınırlı değildir. Birbirine karşıt eylem ve söylemlerin yaygınlaştığı bir ülkede birliği korumak da, barış ve huzur içinde yaşamak da kolay değildir. Böylesi karşıtlıkları en alt düzeye indirgeyebilmek için, bağımsızlık, barışseverlik, bilimsellik, halkçılık, hukuksallık, laiklik ve toplumsal cinsiyet eşitliği gibi, Cumhuriyet değerlerine sahip çıkacak yurttaş yetiştirecek eğitim sistemine işlerlik kazandırmak gerekir.
/././
soL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder