Avrupa Parlamentosu: Türkiye'nin AB süreci dondurulmuş halde kalmalı
Avrupa Parlamentosu (AP), Strazburg'daki Genel Kurul oturumunda dün kabul edilen 2023-2024 Türkiye raporu ile ilgili "Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) süreci dondurulmuş halde kalmalı" başlıklı bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Türkiye'nin jeopolitik ve stratejik öneminin "hükûmetin demokratik anlamdaki gerilemesini telafi edemeyeceğini ve AB üyelik kriterlerinin müzakereye açık olmadığını" belirttiği aktarıldı. AP açıklamasında "Milletvekilleri, Türkiye'nin üyelik süreci dondurulmuş olsa bile bu süreci canlı tutmanın başlıca nedeninin Türk toplumunun, özellikle de Türk gençlerinin, demokratik ve Avrupa yanlısı arzuları olduğunu vurguluyor" denildi.
"Türk hükûmeti temel eksiklikleri gidermekte başarısız, bu durum katılım sürecine zarar veriyor"
Açıklamada, raporda milletvekillerinin "Türk toplumunun büyük bir bölümünün demokratik ve Avrupa yanlısı isteklerine rağmen mevcut koşullar altında Türkiye'nin AB'ye katılım sürecinin devam edemeyeceğini" belirttiği kaydedildi.
Türk hükûmetinin demokratik anlamda temel eksiklikleri gidermekte başarısız olduğunun savunulduğu raporda, AB içinde "katılım sürecinin zararına olabilecek farklı bir ilişki çerçevesine" doğru bir kaymaya işaret ettiği belirtildi. Açıklamada, "Parlamento, Türk hükümetini, AB kurumlarını ve AB üye ülkelerini, özellikle iklim eylemi, enerji güvenliği, terörle mücadele işbirliği ve bölgesel istikrar konularına vurgu yaparak daha yakın, dinamik ve stratejik bir ortaklık yönünde çalışmaya devam etmeye çağırır" denildi.
Protestoların "sert bir şekilde bastırılması" kınandı
Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin Türkiye’de demokratik standartların giderek kötüye gitmesinden ve eleştirel seslerin bastırılmasından endişe duyduğunun aktarıldığı açıklamada, "Son dönemde gerçekleşen barışçıl protestoların sert bir şekilde bastırılmasını ve yüzlerce protestocunun suç işlediklerine dair herhangi bir delil olmaksızın alelacele açılan toplu davalarda yargılanmasını kınamaktadırlar. Avrupa Parlamentosu milletvekilleri ayrıca İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik saldırıları, yaklaşan seçimlerde meşru bir rakibin aday olmasını engellemeyi amaçlayan siyasi amaçlı bir hareket olarak değerlendirmektedir. Mevcut Türk makamları bu eylemleriyle ülkeyi tamamen otoriter bir modele doğru itmektedir" ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, AB üyeliğini demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunması, iyi komşuluk ilişkileri, uluslararası hukuka uyum ve AB'nin ortak dış ve güvenlik politikasına uyumu garanti eden istikrarlı kurumlar gibi belirli katılım kriterlerinin yerine getirilmesine bağlı olduğu vurgulanarak, "Rapora göre bunlar mutlak kriterlerdir, stratejik değerlendirmelere veya müzakerelere tabi konular değildir" denildi.
"Milletvekilleri, Erdoğan'ın yasa dışı ziyareti ve provokatif açıklamalarını kınamaktadır"
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi: "Avrupa Parlamentosu milletvekilleri ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kıbrıs Cumhuriyeti'nin işgal altındaki bölgelerine yaptığı son yasa dışı ziyareti ve 'provokatif açıklamalarını' tek taraflı bir eylem ve Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının çıkarlarına karşı doğrudan gayrimeşru bir müdahaleyle eşdeğer olarak kınamaktadır.
Milletvekilleri, Türkiye’nin üyelik süreci donmuş olsa bile, bu süreci canlı tutmanın başlıca nedeninin Türk toplumunun, özellikle de Türk gençlerinin, demokratik ve Avrupa yanlısı arzuları olduğunu vurguluyor.
Avrupa Parlamentosu milletvekilleri Türkiye'nin stratejik ve jeopolitik önemini ve Karadeniz, Ukrayna ve Orta Doğu gibi uluslararası güvenlik açısından kritik bölgelerde artan varlığını ve etkisini kabul etmektedir. Türkiye stratejik bir ortak ve NATO müttefikidir. Milletvekilleri ayrıca AB'nin güvenlik, ticaret, ekonomi ve göç alanlarında yakın ilişkilere sahip olduğu bir ülkedir. Dolayısıyla yapıcı bir diyaloğun sürdürülmesi ve karşılıklı stratejik çıkar alanlarında iş birliğinin derinleştirilmesi önemlidir. Ancak Avrupa Parlamentosu milletvekilleri, demokratik gerilemenin ve AB ortak dış ve güvenlik politikasına uyum sağlanamamasının bu konuda önemli bir ilerleme kaydedilmesini engelleyeceği uyarısında bulunuyor."
***
Ağır sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulan öğrenci Esila Ayık'ın tutukluluğunun devamına karar verildi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto amacıyla düzenlenen gösteride tutuklanan ve ağır sağlık sorunlarına karşın halen cezaevinde tutulan öğrenci Esila Ayık'ın tutukluluğunun devamına karar verildi.
İBB Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına karşı düzenlenen bir protestoda "Diktatör Erdoğan" pankartı taşıdığı gerekçesiyle tutuklanan öğrenci Esila Ayık’ın avukatı Göksun Canberk Uluğ, Esila Ayık’ın bugün tutuk incelemesinin olduğunu duyurmuştu. Mahkeme, 135 sayfalık e-nabız, epikriz sağlık raporları raporlarına rağmen tutukluluğunun devamına karar verdi.
Avukat Uluğ, sosyal medya hesabı X’ten şunları söyledi: “Tutukluluk halinin devamına karar verildi… 135 sayfalık e-nabız, epikriz sağlık raporları, İstanbul Tabipler Odası’nın ‘cezaevinde kalmaya elverişli değildir’ görüşü, CGK ve Yargıtay kararları yine hiçbiri işe yaramadı. Kendisinin dosyası hala daha Adalet Bakanlığı’nda, ‘kovuşturma izni’ bile çıkmadı. Kovuşturma izni verilmemiş bir suç için bir aydır cezaevinde hasta bir şekilde tutuklu.”
***
AKP'li Yayman: Toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, yasakçıyız!
TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman, "Geldiğimiz noktada bazı sosyal medya ağlarının etkileşim almak ve daha fazla para kazanmak için toplumsal değerleri, aileyi, çocuğu, kadını, milli değerleri, ahlakımızı, örfümüzü yok sayarak davranmalarını asla kabul etmiyoruz. Eğer toplumu ve aileyi korumak yasakçılıksa, biz de yasakçıyız" dedi.(https://t24.com.tr/haber/akp-li-yayman-toplumu-ve-aileyi-korumak-yasakciliksa-yasakciyiz,1237849)
***
MEB, liselerde zorunlu eğitim süresini kısaltmaya hazırlanıyor: “Çocuk işçilik, erken evlilikler ve eğitimden kopmalar artar; MEB, çocuk işçi bürosuna döndü!”-Ceren Bala Teke-
“Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil” Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay
Milli Eğitim Bakanlığı, zorunlu eğitimin süresi ve yapısına yönelik köklü değişiklikler üzerinde çalışıyor. Masadaki 3 modelden biriyle, 4 yıllık zorunlu lise eğitimi ‘esnek’ hale gelebilir. Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay, konuya ilişkin olarak yaptığı değerlendirmede hedeflenen modeller ile çocuk işçiliğin, erken evliliklerin ve örgün eğitimden uzaklaşmaların artacağını vurgulayarak; “Çocukları tarikat ve cemaatlere itmek, ucuz iş gücü olarak piyasaya sürmek amaçları. MEB, çocuk işçi bulma bürosuna dönüştü. Piyasanın eleman isteğini karşılıyorlar resmen. Yusuf Tekin sadece iki yeri dikkate alıyor. Bunlar da cemaat ve tarikatlar ile patronlar! Tekin’in eğitim ile ilgili yaptığı iş birliklerinde adına STK dediği yerler bile tarikat ve cemaatler. Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil” ifadelerini kullandı.
Milli Eğitim Bakanlığı, liselerdeki zorunlu eğitim sistemini değiştirmeye hazırlanıyor. 4 yıllık lise eğitimine alternatif olarak masaya konan 3 yeni modelin detayları merak edilirken gündemde olan modellere göre MEB, lise son sınıfı üniversiteye hazırlık yılına dönüştürmeyi, öğrencilerin 10. sınıftan sonra isterlerse mezun olabilmelerini ya da yaşa bağlı esneklik sağlanmasını değerlendiriyor. Yeni modellerle sistemin 'daha esnek' olması hedefleniyor. Yeni eğitim modeli 'Liselerde zorunlu eğitimin kalkıp kalkmadığı tartışmalarını' da beraberinde getirdi.
Konuyu T24 için değerlendiren Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay, iktidarın eğitim sisteminin içeriğini boşaltarak cemaat, tarikat ve patronlara hizmet ettiğini belirtti. Özbay, hedeflenen eğitim modeline ilişkin olarak şunları söyledi:
“AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin eğitim sistemi, laik ve kamusal olmaktan uzaklaştırılarak iki temel eksende dönüştürülmüştür: Dinselleştirme ve piyasalaştırma. Bugün gündeme gelen “3+1”, “2+2” ve “yaş temelli” eğitim modelleri, bu uzun soluklu dönüşümün yeni adımlarıdır. Milli Eğitim Bakanlığı, Maarif Platformu, Enderun Özgün Eğitimciler Derneği ve İstanbul Medeniyet Enstitüsü gibi gerici yapıların hazırladığı çalıştay raporları doğrultusunda 12 yıllık zorunlu eğitimi tartışmaya açmıştır. Eğitimde reform değil, gerileme anlamına gelen bu modeller; ‘Okumasınlar, evlensinler, çalışsınlar’ anlayışının kurumsallaşmasına hizmet etmektedir.
“Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin sayısı da artar bu yeni model ile”
Bu sistem çocuk işçiliğin, erken evliliklerin ve eğitim dışı kalmanın önünü açabilir. Aynı iktidar döneminde liselerde eğitim dört yıla çıktı. O zaman da Avrupa’dan, Batı’dan örnekler verdiler. Şimdi yeni sistem getirmeye çalışıyorlar ve yine örnekler veriyorlar. Zorunlu eğitim felsefesinden uzaklaşma var. Lise sondaki çocuklara baktığınızda mesela çoğu zaten okuldan kopmuş durumda. Ya dershaneye ya da kurslara gidiyorlar. Daha önce de bu konu ‘hayalet okul’ ve ‘hayalet sınıf’ olarak basına yansıdı. Çocuklar okuldan koptu çünkü eğitimde içeriğin boşaltıldığı bir süreci yaşıyoruz. Bilimden uzaklaşan bir eğitim sistemi var Türkiye’de. Ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerin sayısı da artar bu yeni model ile.
“Amaç; çocukları tarikat, cemaatlere itmek ve patronlara ucuz iş gücü yapmak”
Zorunlu eğitimin süresini kısaltarak çocukları tarikat ve cemaatlere itmek, ucuz iş gücü olarak piyasaya sürmek amaçları. Milli Eğitim Bakanlığı, çocuk işçi bulma bürosuna dönüştü. Piyasanın eleman isteğini karşılıyorlar resmen. Yusuf Tekin sadece iki yeri dikkate alıyor. Bunlar da cemaat ve tarikatlar ile patronlar! Yusuf Tekin’in eğitim ile ilgili yaptığı iş birliklerinde adına STK dediği yerler bile tarikat ve cemaatler. Milli Eğitim Bakanının görevi patrona eleman bulmak veya tarikatlara mürid yetiştirmek değil. Okulun koruma görevini gözardı ediyorlar. Bu koruma görevinden Yusuf Tekin ya haberdar değil ya da onlara hizmet ettiği için haberi yokmuş gibi davranıyor.”
“Potansiyel mürid ol ya da patronun aradığı ucuz iş gücü ol”
Bakanlığın iş birliği yaptığı vakıflardan örnek veren Özbay, sözlerine şöyle devam etti:
“Örnek verecek olursak; NUN Eğitim ve Kültür Vakfı var. Orada yapılan bir etkinlikte Yusuf Tekin yine bu modeli anlatmış. Cumhurbaşkanı da katılmış. ortalıkta görünmeyen Berat Albayrak dahi orada. Bakanlıklar bu vakıfla protokol yapmış. Örneklere bakınca dahi bu söylemlerin arka planında tarikat ve cemaatlerin olduğu çıkıyor. Hadi tamam, süre konuşulabilir ama içeriğin içi boşaltılmış durumda zaten. Önce buna bakmak lazım. Türkiye maalesef ne eğitim ne de istihdamda (NEET) gençlerin en yüksek sırada olduğu ikinci ülke. Zorunlu eğitimin dışına çıkılırsa bu tablo kötüleşir, sayı artar.
İktidar eğitimi temel hak olarak görmüyor. Paran yoksa al sana tarikat, cemaatler var. Potansiyel mürid ol ya da patronun aradığı ucuz iş gücü ol. Okulu dışarı iten bir bakanlık zihniyeti.”
Öğretmenler için ‘norm fazlası’ uyarısı
MEB’in üzerine çalıştığı model ile öğretmenlerin de norm fazlası olabileceğini belirten Özbay, “Bu yeni model öğretmenler açısından da kriz yaratır. Dışarıda zaten açıkta milyonlarca öğretmen var. Ticarethane gibi yönetiyorlar eğitim sistemini. Bunların hepsi uzun vadede ülkenin geleceği açısından tehdit. Haberleşmeyi, ulaşımı satan ve yeni doğmuş çocuğa dahi sahip çıkamayıp Yenidoğan Çetesi yarata bir sisteme döndük her anlamda. Öğretmenler noktasına dönersek; bu model yüzünden norm fazlası öğretmenler olacak” dedi.
Mevcut sistemi de AKP iktidarının getirdiğini hatırlattı
Mevcut eğitim sistemini de AKP iktidarının getirdiğini vurgulayan Özbay, son olarak şöyle konuştu:
“Devleti devlet yapan planlamadır. Yusuf Tekin’in müsteşar olduğu dönemde 4 yıllık model geldi. Övündüğü sistemin asıl amacının da MESEM ve İmam Hatipler olduğunu gördük. Kendi getirdiğin modeli tekrar değiştirmek istiyorsan önceki modelinin neden çalışmadığını hesabını vermek zorundasın. Yusuf Tekin, şimdi hiç utanmadan piyasadan tepki var diye yeni model sunuyor. Başka ülkelerde de böyle diyor, hiç utanmıyor! Eğitim bir sistem işidir ve bilimsel dayanaklarla yapılmalıdır.
Eğitimi hak olmaktan çıkarıp maliyet-fayda hesabına indirgemek, bu ülkenin gençliğini geleceksizliğe mahkum etmektir. Eğitim, patronların kar hırsının tatmin aracı değil; toplumun kalkınmasının, bireyin özgürleşmesinin temelidir. AKP iktidarı, eğitimde yaptığı bu dönüşümlerle açıkça gençliğe tuzak kurmakta; onları ya cemaat yurtlarına ya da holding atölyelerine mahkum etmektedir.”
Planlanan yeni eğitim modelleri nasıl?
3+1 modelinde, öğrenciler ilk 3 yılda zorunlu eğitimi tamamlayacak, 12. sınıf ise tercihe bağlı olarak üniversiteye hazırlık yılına dönüştürülecek. Bu modelde diploma 3 yılda verilecek.
2+2 modelinde ise 10. sınıfı tamamlayan öğrenciye diploma verilmesi öngörülüyor. İsteyenler akademik eğitimlerine devam ederek iki yıl daha okuyabilecek. Böylece zorunlu eğitim süresi kısalacak.
Yaş temelli model ise daha radikal bir öneri içeriyor. Bu modelde 16 yaşını dolduran öğrencinin zorunlu eğitimden muaf tutulması ya da liseyi tümüyle isteğe bağlı hale getirmek tartışılıyor.
/././
Medya Ödülleri: “Patlıcan dolması nasıl yapılır”-Yalçın Doğan-
AKP iktidarının en büyük kozu, gözü sürekli muhalif kanallarda. Program, haber, akla ne gelirse, istenmeyen haber ve programlar faslında hem para cezası hem program durdurma, hatta ekran karartma! Ama, “medya 2002’den bu yana tartışmasız çok özgür!"

Türkiye ve ABD’de otokrasi -Ercan Uygur-
ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de Anayasa Mahkemesinin kararları dahil bazı yargı kararları uygulanmıyor. Yine aynen ABD’de olduğu gibi, beğenilmeyen kararların yargıçları değiştiriliyor.
Türkiye’de demokrasinin birçok temel unsuru artık yok. Bu konuda içte ve dışta görüş birliği var. Aynı sonuç, ABD için de geçerli ve burada da görüş birliği var.
Birçok konuda olduğu gibi, demokrasi konusunda da sayısal göstergeler, demokrasi endeksleri var. Yaşayıp görmek dışında ABD ve Türkiye’de demokrasinin gerilediğini bu endekslerden ve göstergelerden de izleyebiliyoruz.
Demokrasi konusunda son dönemin endekslerini ve sayısal göstergelerini içeren yayınlar içinde örneğin, Democracy Report 2025 V-Dem (Mart 2025); Nord vd. (24 Nisan 2025); Democracy Index EIU (Mart 2025), Our World in Data (Nisan 2025) var.
Demokrasiyi ve derecesini sayılarla ifade etmenin eksik yanları elbette var, ama bu yayınlardan bazı demokrasilerin ne kadar hızlı zayıfladığını karşılaştırmalı olarak görebiliyoruz.
Yanıt bekleyen bir soru şu; bu ülkelerde demokrasi neden ve nasıl geriledi? Bunun yanıtını sonraki yazıya bırakalım ve şu soruyu soralım; demokrasi giderek hızla gerilemişse, yerine gelen siyasi yönetim biçimi nedir?
Demokrasi yoksa veya gerilemişse, yerine gelen siyasi yönetime otokrasi diyoruz. Peki, otokrasi ne demek? Bu yazıda önce otokrasiyi ve onun merkezindeki kişi olan otokratı tanımlıyorum.
Otokrasinin son dönemlerdeki yükselişinde ABD Başkanı Trump ve hükümetleri önemli etki yapıyor. Trump ve hükümetleri kendilerine yakın ve çoğunlukla otokrat olan dış siyasetçileri cesaretlendiriyor, hatta onlara yardım ediyor.
Örneğin Trump’ın Arjantin ve İsrail gibi ülkelerle özel ilişkileri var. İsrail ilişkileri daha çok biliniyor, daha az bilinen Arjantin ilişkileri ilginç özellikler taşıyor. Örneğin Arjantin’de enflasyonun yarısı kadar bir politika faizi var. Bu sonuçta Trump otokrasisinin etkisi büyük. ABD ve Arjantin ilişkilerini kısaca bu yönüyle ele alıyorum.
Otokrasi ve otokrat
Otokrasi, siyasi gücün tek merkezde toplandığı yönetim biçimidir. Otokrat, merkezin kendisidir; genellikle devlet başkanı ve/veya parti lideridir. Merkez, bazen parti liderliği gibi bir kurul da olabilir. Kısaca, demokrasi yoksa/eksikse otokrasi vardır.
Otokrasi esnek bir kavram; aşağıda belirttiğim gibi, kendi içinde dereceleri olabilir ve diktatörlük, otoriterlik, totaliterlik de bu kavram içinde yer alabilir.
Otokrat, otokrasinin mutlak güç merkezidir, üzerinde etkili bir kontrol, yaptırım ve sınırlama yoktur. Otokrat, muhalefet üzerinde sürekli baskı uygular, gücünü azaltmayı amaçlar, muhalefet partilerini ve sivil toplum kuruluşlarını sistem dışına itmeye çalışır.
Demokrasilerde ise farklı güç merkezleri vardır. Bu merkezler birbirlerini karşılıklı kontrol ederler, bunlar yanlış işlem yaparsa, sınırları hukuk ile belirlenmiş cezalar uygulanabilir. Siyasi partilere ve STK’lara baskı yoktur, bunlar eşitlik içinde faaliyet gösterirler.
Günümüzde, genellikle anayasal demokrasiler vardır. Bu yönetim şeklinde düzenli seçimler, adayların özgürce belirlenmesi, birbiriyle rakabette olan siyasi partiler, istisnasız oy hakkı, oy çokluğu ile karar alma, bağımsız yargı, insan hakları, vatandaşlık hakları, temel özgürlükler gibi unsurlar yer alır.
Anayasa ve siyasi partiler demokratik yönetimin temel taşlarıdır. Anayasa, otokratik yönetimlerde de vardır, ancak sık sık ihlal edilir, göstermeliktir ve sıkça değişiklik yapılır.
“Otokratikleşme sürecinde yargı sistemi anahtar konumdadır ve bu sürecin erken aşamalarında bu sistem saldırı altındadır. Bu süreçte, bir rejim değişikliği için, hukukun üstünlüğünün otokrat tarafına eğilmesi, yargının bir bölümünün ondan yana olması gerekir.” Democracy Report 2025 V-Dem (Mart 2025, s. 45).
ABD ve Türkiye’de otokrasi
ABD, demokrasinin son yıllarda zayıfladığı ülkelerden birisidir. Trump, önce 2017-2020 döneminde, sonra özellikle 2025’te başlayan ikinci döneminde demokrasiyi gerileten kararlar verip faaliyetlerde bulunmuştur.
Trump, 2024 seçim çalışmalarında bazı mahkeme kararlarını ve yasaları tanımayacağını ilan etmiştir. Göreve başladığı ilk günde kendisini desteklemek üzere ABD Kongresini silahlarla basan hüküm giymiş 1500 suçluyu affettiğini açıklamıştır. Böylece hem mahkeme kararını yok saymış hem de sonraki şiddet olaylarına davetiye çıkarmıştır.
Trump, göreve başladığı ilk iki ay içinde onlarca başka mahkeme kararını tanımamıştır. Gerekçe olarak ve kendisini kastederek; “ülkesini kurtaran kişi, yasaya karşı gelmiş sayılmaz” demiştir.
Aynı iki ay içinde, anayasaya ve diğer yasalara karşı geldiği için, kendisi ve hükümeti aleyhine 70’in üzerinde dava açılmıştır. Trump ve hükümetinin üyeleri, kendi taraftarı olmadığını düşündüğü birçok kamu görevlisinin görevine son vermiştir. Görevine son verilenler içinde önemli sayıda yargıç ve denetleme görevlisi vardır.
Kısaca Türkiye’ye bakalım. Türkiye’de son 23 yıldır genel seçimlerde de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de iktidar aynı partide, AKP’de kalmıştır. Buna karşılık seçimlerin yapılmasıyla ilgili yoğun şikayetler olmuştur.
Seçimlerde iktidar olanaklarının kullanıldığı, iktidar partisi AKP’ye büyük avantajlar sağlandığı görüşü yaygındır ve bu saptama uluslararası kuruluşların raporlarında da vardır. Kısacası, seçimlerde siyasi partiler arasında eşitlik olmamıştır.
Bu eşitsizlik son aylarda muhalefet partisi belediye başkanlarının ve yöneticilerinin tutuklanmasına kadar varmıştır. Türkiye’de demokrasiyi yaralayan ve gerileten en önemli unsurlardan birisi, muhalefetteki siyasi parti yöneticilerinin sistem dışına itilmek üzere yargının kullanılmasıdır.
Daha önce de belirttiğim gibi, yargı sisteminin iktidar elinde kullanılması, otokraside en sık raslanan uygulamadır. Yargı sistemi ayrıca, düşünceleri ifade etmek için gösteri yapmak gibi insan haklarını ve vatandaşlık haklarını kullanmayı engellemekte de kullanılıyor.
Buna karşılık, aynen ABD’de olduğu gibi, Türkiye’de de Anayasa Mahkemesinin kararları dahil bazı yargı kararları uygulanmıyor. Yine aynen ABD’de olduğu gibi, beğenilmeyen kararların yargıçları değiştiriliyor.
Sözü çok uzatmadan Tablo 1’e bakalım. Bu tablodaki veriler Democracy Report 2025 (Mart 2025) kaynağından alındı. Veriler 2024 yılı için Demokrasi Endeksi değerlerini ve bu değerlere göre ülke sıralamasını içeriyor. Ayrıca, son 10 yılda demokrasi endeksinin ve sıralamanın anlamlı biçimde değişip değişmediği de son sütunda yer alıyor.
Dikkat edelim, tabloda 2025 yılında ABD’de ve Türkiye’de yaşanan, demokrasiyi geriletip otokrasiyi getiren yargı kararları etkisi yok. Belirteyim, bu tablo toplam 179 ülke için hazırlanmıştır.
Tablo 1: 2024’te Demokrasi Endeksi, Sıralaması ve Göre Değişme Yönü
Kaynak: Democracy Report 2025 (Mart 2025)
Kaynak rapora göre, 2018 öncesinde ABD ilk yüzde 10 dilim, yani ilk 18 ülke içindedir. Trump iktidara geldikten sonra aşağı kaymıştır. 2025’te ABD’nin hızla daha da aşağılara kayması bekleniyor.
Aynı rapora göre Türkiye 2018 öncesinde en alttaki yüzde 30-40 dilim içindedir. Ancak 2018’den itibaren bir alttaki yüzde 20-30 dilimine gerilemiştir.
Demokrasi endeksleri zaman içinde nasıl seyretti? Bu sorunun yanıtını Tablo 2’de görebiliyoruz. Bu tabloda dünya ortalama endeks değeri de var. 2006 ile karşılaştırırsak, ABD’nin de Türkiye’nin de demokrasi endeksi değerlerinin hızla düştüğünü görüyoruz.
Tablo 2 EUI Demokrasi Endeksi: 2006-2024
Kaynak: EIU Democracy Index 2024 ve önceki raporlar
Dikkat çeken bir nokta da şudur; Türkiye endeks değeri 2006 ve 2012’de dünya ortalama endeks değeri üzerinde iken, 2018’den başlayarak ortalamanın alına düşmüştür ve daha da düşeceği bellidir.
Trump, IMF, Arjantin ilişkisi
ABD’nin çok bilinen Foreign Policy dergisinde yayınlanan bir makaleye göre, Trump, kendi görüşüne yakın yabancı otokratları desteklemekte ve yasal veya etik olmayan birçok uygulamaya da onay vermektedir. Bequeling (18 Mart 2025).
ABD’de bazı kaynaklar, Türkiye’de 2025 Mart ve sonrasındaki bazı karar ve uygulamalara bu çerçevede bakılabileceğini söylüyor. Örneğin, belediye başkanlarına ve diğer yöneticilere ilişkin kararların Trump ve/veya yönetimi ile haberleşerek alındığı ifade ediliyor.
Arjantin, Türkiye gibi, uzun süredir yüksek kronik enflasyon yaşayan bir ülke. Örneğin G20 ülkeleri içinde Arjantin ve Türkiye enflasyonları diğer ülkelerin kat be kat üzerinde.
Arjantin de Türkiye gibi son dönemde enflasyonu düşürmeye çalışıyor. Arjantin Başkanı Milei “çok iddialı, mutlaka başarılı olacak bir enflasyonu indirme programımız var” diyor.
Arjantin’in bu programının bazı özellikleri dikkat çekiyor. Bir yandan enflasyonun ancak yarısına yakın bir politika faizi var. Diğer yandan, 2025 Nisan ortasına kadar döviz kurunu süründüren (kuru her ay enflasyondan oldukça düşük oranda arttıran) bir kur politikası oldu. Bu politika bir ölçüde değişti.
Şöyle ki, kur şimdi bir alt sınır ile üst sınır arasında, bir bant içinde değişebiliyor. Arjantin, enflasyon oranının yarısından bile düşük bir politika faizini nasıl götürüyor? Arjantin, önce sürünen ve sonra bant içinde bir döviz kuru politikasını nasıl uygulayabiliyor?
Bu sorulara yanıt vermek için otokrat Trump’ın ilişkilerine ve etkilerine bakmak gerekiyor. Bu konuyu biraz ayrıntılı açıklıyorum, çünkü dediğim gibi Arjantin Türkiye’nin enflasyon rakibi. Garip bir rekabet ve Arjantin enflasyon liderliğini Türkiye’ye devredebilir.
İşin sırrı şurada; Arjantin zaten 2018 sonrasında 57.1 milyar dolarlık bir IMF kredisi almıştı. Şimdi ise, Nisan 2025 itibariyle, 20 milyar dolar daha IMF kredisi aldı. Bloomberg’in aktardığına göre bu miktar 12-15 milyar dolar düzeyinde olacaktı.
Ancak araya Trump ve adamları girdi. Trump’ın “en sevdiğim başkan” dediği Milei’ye krediyi
20 milyar dolara çıkardılar. Bu olana IMF yönetim kurulundakiler (board members) tepki gösterdi. Bu da yetmedi, başka iyilikler de oldu.
Kredinin ilk baştaki ön ödemesi kredinin yüzde 40’ı yani 8 milyar dolar olacaktı. Ancak Trump araya girdi ve IMF’nin ön ödemeyi 12 milyar dolara çıkartmasını istedi. Kurul üyeleri iyice kızdılar, söylendiler. Ama Trump kararlı idi ve istediğini yaptırdı.
Dahası var:
1). IMF kredisinin yıl sonunda 20 milyar dolardan 28 milyar dolara çıkabileceği söyleniyor.
2). Arjantin’e Dünya Bankası da 12 milyar dolara varan bir kredi vereceğini açıkladı.
3). Bunların üstüne Inter-American Kalkınma Bankası da 10 milyar dolar düşük faizli kredi açacağını ifade etti.
Bütün bunlar Milei’nin Trump ile olan yakın ilişkisi ile sağlandı. Milei, kendisi başkan seçilmeden önce Trump’ı örnek aldığını söyledi. Kendisi Katolik olmasına karşılık Yahudiliğe saygı duyduğunu açıkladı.
Milei, Trump başkan seçilince kendisini özel olarak kutlamaya gitti. Devleti küçültmenin bir sembolü olarak göstermekten büyük zevk aldığı elektrikli testereden bir adet de Elon Musk’a hediye olarak götürdü. Musk, devleti küçültmek için çok can yakıyor.
Trump ile Milei’nin yakın ilişkisini gören IMF idari başkanı (ve kurul başkanı) Giergieva da Arjantin’in yanında olduklarını ve her kolaylığı sağlayacaklarını açıkladı.
IMF’nin sıkı kuralları Arjantin’e işlemedi. IMF’den bu kadar parayı alınca enflasyonu düşürecek Milei anlaşılan. Peki Türkiye IMF’ye düşünce ve program olarak bu kadar yakınken, kredi olarak neden uzak durdu? Bu konu Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ilgili.
Yoksa Hazine ve Maliye Bakanımız da bir kıtadan diğerine yol katedip “yatırımcı ikna”sı için uğraşacağına, IMF’den kolayca kaynak alabilirdi.
Kaynaklar:
Bequeling, Nicholas (18 Mart 2025) “The Key to Understanding Trump’s Chaotic Foreign Policy”, Foreign Policy.
Bloomberg (24 Nisan 2025) “Loan to Trump Ally Argentina Went Against IMF Board Concern”
Democracy Index-EIU (Mart 2025) Economist Intelligence Unit
Democracy Report 2025 (Mart 2025) 25 Years of Autocratization – Democracy Trumped? University of Gothenburg: V-Dem Institute. March 2025
https://v-dem.net/documents/61/v-dem-dr__2025_lowres_v2.pdf
Nord, Marina; Fabio Angiolillo; Ana Good God; Staffan I. Lindberg (24 Apr 2025): State of the world 2024: 25 years of autocratization – democracy trumped?, Democratization, DOI: 10.1080/13510347.2025.2487825
https://www.tandfonline.com/doi/pdf/10.1080/13510347.2025.2487825
Our World in Data (2025a) Democracy Index
https://ourworldindata.org/grapher/democracy-index-eiu
/././
Faruk Bildirici’den Yılmaz Özdil’e: Kan davasına döndürdü; galiba asıl kabahatim onunla aynı dili kullanamamak!
Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, DEM Partili eski Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün 2010 yılında uğradığı yumruklu saldırıya yaptığı yorumu eleştirdiği gazeteci Yılmaz Özdil’in kendisinden “sicil amiri” ve “herif” diye bahsetmesine tepki gösterdi.
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil, SZC TV’deki CHP lideri Özgür Özel'e yapılan saldırının konuşulduğu Kırmızı Beyaz programında, yıllar önce Ahmet Türk’ün yumruklanmasıyla ilgili yaptığı yorumu eleştiren Faruk Bildirici’den “sicil amiri gibi gören bir herif vardı ombudsman falan” diye bahsetti.
Özdil’in 15 yıl önce Hürriyet’te yazarken, Ahmet Türk’ün yumruklanmasının ardından, “Yumruğunu ‘adaletin tokmağı’ yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu” ifadelerini kullanmış; Bildirici de bu sözleri, “Keşke Özdil, bu satırların ardından o yumruğu onaylamadığını belirten ve şiddeti eleştiren bir ifade kullansaydı. Bu şekliyle bir onay havası doğuyor maalesef” diye eleştirmişti.
Bildirici, dünkü televizyon programında o günleri hatırlatarak kendisine “herif” diye hitap eden Özdil’e sosyal medya hesabından yanıt verdi.
Bildirici şunları kaydetti: Sözcü TV’de ‘herif’ ve ‘sicil amiri’ diyerek kaba ve yakışıksız bir dille bana saldıran Yılmaz Özdil, bir keresinde de bana ‘Senin sicilin kabarıyor’ diye yazmıştı. Gerçekten de yıllardır sicilimi tutan kendisi, bense etik ihlalleri mesleğimiz için artı değere dönüştürmeye çalışan bir gazeteciyim. Özdil, 15 yıl önce Hürriyet’te, Ahmet Türk’ün yumruklanmasının ardından ‘Yumruğunu ‘adaletin tokmağı’ yerine koyup, Ahmet Türk’ün burnuna inen kişi, bu ülkede pek çok kişinin duygularına tercüman oldu’ diye yazmıştı. Ben de ‘Keşke Özdil, bu satırların ardından o yumruğu onaylamadığını belirten ve şiddeti eleştiren bir ifade kullansaydı. Bu şekliyle bir onay havası doğuyor maalesef’ eleştirisinde bulunmuştum. Kan davasına döndürdüğü, nasıl dert edinmişse yıllardır söyleyip durduğu, defalarca yazdığı mesele bu. Her ikimizin yazıları da arşivde duruyor, insanlar okuyup karar verebilir. Son derece zarif bir dille eleştirmiş olmama rağmen yıllardır her fırsatta bana hakaretlerle saldırıyor. Galiba benim asıl kabahatim -kişiliğim ve etik anlayışım gereği- onunla aynı dili kullanamamak…
***
Bazı emekli askerlerin orduevine girişleri yasaklandı; MSB'den açıklama geldi.
Emekli askeri hâkim Ahmet Zeki Üçok’un Fenerbahçe Orduevi'ne girişinin engellenmesinin ardından Milli Savunma Bakanlığı'ndan konuya dair yapılan açıklamada "TSK'ya yönelik eleştirileri için değil mevzuat gereği yasal işlem yapıldı" açıklamasını yaptı. Açıklamada; "Mevzuatta açıkça belirtildiği üzere, kendisine özel bir görev verilmediği halde görevi ve sıfatı icabı muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunan, astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulundukları çeşitli komutanlık ve resmî kaynaklardan intikal eden bilgi ve belgelerden tespit edilenlerin orduevleri, askerî gazinolar ve diğer askerî sosyal tesislere girişleri geçici veya sürekli olarak yasaklanabilmektedir" denildi.
MSB Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk, Şehit Üsteğmen Hasan Şahan Kışlası'nda haftalık bilgilendirme toplantısı yaptı.
MSB, bazı emekli askerlerin orduevlerine giriş yasağı hakkındaki sorular üzerine şu açıklamayı yaptı:
"Son zamanlarda bazı emekli askerlerin orduevlerine, askeri sosyal tesislere girişinin yasaklanması hususunda kamuoyunda Bakanlığımızı ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizi hedef alan açıklama, yorum ve değerlendirmeler yapılmaktadır. Öncelikle büyük bir özveri ve onurla görev sürelerini tamamlayarak emekliye ayrılan personelimizin bizler için çok kıymetli olduğunu vurgulamak istiyor ve hepsine hizmetlerinden dolayı bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Ancak, mevzuatta da açıkça belirtildiği üzere, kendisine özel bir görev verilmediği halde görevi ve sıfatı icabı muvazzaflık yaptığı dönemde bulunduğu görev ve görev yerleri hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunan, astlık-üstlük münasebetlerini zedelemeye, amir veya komutanlara karşı güven hissini yok etmeye yönelik olarak açıkça aşağılayıcı söz ve davranışta bulundukları çeşitli komutanlık ve resmî kaynaklardan intikal eden bilgi ve belgelerden tespit edilenlerin orduevleri, askerî gazinolar ve diğer askerî sosyal tesislere girişleri geçici veya sürekli olarak yasaklanabilmektedir.
Son dönemde orduevlerine girişi yasaklanan emekli personele; Bakanlığımıza ve Türk Silahlı Kuvvetlerine eleştirileri için değil, maksatlı ve sistematik şekilde yukarıda belirtilen mevzuat kapsamına giren söz ve davranışlarda bulundukları tespit edildiği için yasal işlem tesis edilmiştir.
TSK, disiplinsizliğe ve şahsi menfaatlerini kurumsal değerlerin önüne koyan yaklaşımlara hiçbir şekilde müsamaha göstermeyecektir."
***
Cinayeti gördünüz ama gerçeklere körsünüz -Mine Söğüt-
Erkekler tarafından öldürülen kadınların sayısı gerçekten azalsın istiyorsanız, öncelikle aşk ile mülkiyet arasındaki bağı dürüstçe kurmak, sadakatle ilgili tüm romantik fikirlerinizi çöpe atmak ve kıskançlıkla ilgili tüm psikolojik ve sosyolojik gerçeklikleri masaya yatırmak zorundasınız

Türkiye'de sosyal medya kullanıcısı sayısı 58,5 milyona ulaştı: En çok hangi platformda zaman geçiriliyor?
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu, sosyal medya kullanıcı sayısının 58,5 milyona ulaştığını bildirdi.
Uraloğlu, We are Social ve Meltwater tarafından hazırlanan, Dijital 2025 Türkiye Raporu'nda yer alan sosyal medya kullanım verilerine ilişkin açıklama yaptı.
Söz konusu rapora göre, Türkiye'de internet kullanan kişi sayısının 77,3 milyon olduğunu belirten Uraloğlu, "Sosyal medya kullanıcısı, son 1 yılda yüzde 1,7 artarak 58,5 milyona ulaştı." ifadesini kullandı.
Uraloğlu, kullanıcıların yüzde 46,6'sının kadın, yüzde 53,4'ünün ise erkek olduğuna dikkati çekti.
İnternet kullanıcılarının, günlük ortalama 7 saat 13 dakikayı internette geçirdiğine değinen Uraloğlu, "Kullanıcılar her gün ortalama 2 saat 43 dakikayı sosyal medyada geçiriyor, aylık ortalama 7,6 sosyal medya platformu kullanıyor." değerlendirmesinde bulundu.
"Kullanıcılar en çok Instagram'da zaman geçiriyor"
Uraloğlu, kullanıcıların, sosyal medya hesaplarından en çok arkadaşlarını, ailelerini, tanıdıklarını, satın alınmak istenen ürünleri takip ettiğini aktardı.
Sosyal medya kullanıcılarının en çok haber okumak, arkadaşlar ve aile ile iletişim kurmak ve boş zaman doldurmak için platformları kullandığının altını çizen Uraloğlu, şunları kaydetti:
"Türkiye'de, en çok kullanıcısı olan platform 58,4 milyon kişi ile Instagram. Instagram'ın ardından 57,5 milyon kişi ile YouTube, 40,2 milyon kişi ile TikTok geliyor. Facebook'un kullanıcı sayısı 34,8 milyon kişiyken X platformunu 19,7 milyon kişi kullanıyor. 2024 yılına göre ise Instagram'ın kullanıcı sayısı yüzde 8,5 artarken, TikTok'un yüzde 2,9, Facebook'un yüzde 1,3, X'in yüzde 1 arttı. YouTube'un kullanıcı sayısında ise yüzdesel bir değişiklik yok. Ayrıca, internet kullanıcıları ayda ortalama 32 saat 36 dakika ile en çok Instagram'da zaman geçiriyor. Bu süre TikTok'ta 26 saat 26 dakikayken, YouTube'da geçirilen aylık ortalama süre 23 saat 31 dakika. Facebook'ta geçirilen süre ise 9 saat 45 dakika, X'te ise 5 saat 4 dakika."
***
T-24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder