Erdoğan nereye koşuyor? +Saray'ın büyük oyunu+NATO mermer NATO kafa / Ayşenur Arslan - halkTV

Erdoğan nereye koşuyor?  

Halk TV’ye 10 günlük rekor karartma cezası verildi. Gerekçesini sormayın lütfen. Zira iktidar aygıtı, susturmak için nasılsa bir bahane bulurdu. Hava durumu bile uyardı mesela. O yüzden gerekçeyi konuşmak, bana işin gerçeğinden uzaklaşmak gibi geliyor. Gerçeği ise AKP’liler bile görüyor, biliyor: Özellikle CHP kurultay davası öncesinde Halk TV’yi susturmak.. Diğer bağımsız kanalları da ürkütmek. Belki önümüzdeki günlerde medyayı tamamen susturmanın yolunu aramak.

Halk TV Yönetim Kurulu Başkanı Cafer Mahiroğlu, RTÜK kararından sonra ana haberde konuşurken anlattı: “ Öyle duyumlar alıyoruz ki , CHP'ye kayyum atandığında yaşanabileceklere, yeni bir medya düzeni olması lazım ki sorunsuz geçilsin.”

Erdoğan rejimi, daha ilk yıllardan itibaren medyayı adım adım teslim almaya çok büyük önem verdi. Bugün yüzde 90, belki daha fazlasını kontrol ediyor. Kamu reklamlarıyla besliyor. Ama o yüzde 90, Halk TV, Tele 1 ve Sözcü kadar izlenmiyor, etkili olamıyor. Hatta, son birkaç günde tanık olduk. Fatih Altaylı’nın boş koltuğu günde en az 500 bin izleyiciyle inanılmaz bir rekora imza atıyor.

Buna bir de Silivri Mektuplarını ekleyin..

“Gazetecilerin susturulamayacağı” sağır sultanlara duyuruluyor.

Susmayan gazeteciler ve sosyal medya.. Herkes her şeyi görüyor, anlıyor.

Mesela Ayşe Barım’ın hücresinde dört kez baygın bulunduğu halde tutsaklığının devam ettiğini öğreniyoruz.

Mesela İmamoğlu’nun “içerdeki herkes adına” feryadını duyuyoruz: “Buradan haykırıyorum, Biz yargılanmıyoruz, direkt cezalandırılıyoruz! Kadınlar, hastalar işkenceye maruz kalıyor! Evlatlar, eşler, aileler rehin tutuluyor! Avukatlar tutuklanıyor, tehdit ediliyor, savunma hakkımız çalınıyor! Canımız tehdit altındadır! Yüksek yargı mensuplarına, Yüce Türk Yargısı’nın binlerce hakimine, savcısına; Israrla sesleniyorum, Bu, bir avuç insanı kollayan düzenin parçası olmayın, Yazık oluyor adaletimize, hukukun üstünlüğüne, geleceğimize, inancımıza, maneviyatımıza, doğmamış çocukların istikbaline!”

Cafer Mahiroğlu da artık AKP’nin önde gelen isimlerinin bile dile getirdiği vahim tabloyu apaçık çiziyor: “RTÜK kararını vermiş… Halk TV'ye yayın yaptırmayacağım diyor, tek sesli medya düzeni istiyorum diyor, yetki bende, güç bende, hukuk-adalet benim diyor. Susun diyor, Konuşmayın diyor, Görmeyin diyor, Lütfuma sığının, O zaman makbul olursunuz diyor...Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu göz ardı ediyorlar. Ama bilmiyorlar ki Halk TV’nin gücü beni aşalı çok oldu. Buradan Halk TV izleyicilerine soruyorum: Ne yapmamızı istiyorsunuz, karar sizin?”

Karar bence açık!

Saray’ın YENİ MEDYA DÜZENİ için yapmayacağı şey yok, anladık. Acaba 19 Mart sonrasında gerçek gazeteciler gibi milyonların da geri adım atmadığını, atmayacağını Saray anladı mı?

***

Erdoğan, rejimi 100 yıl öncesine götürmek.. Cumhuriyet’in tüm kodlarını değiştirmek.. Aklındaki (gerçekte naftalin kokulu) YENİ DÜZENİ sadece medyada değil, toplumun ve devlet aygıtının her tarafında tesis etmek peşinde.

Bakın şu rastlantıya!! Trump da aynı sloganla, bölge dizaynına son şeklini vermek üzere!!

whatsapp-image-2025-06-27-at-12-03-46.jpeg

Ortada, tarife gerek yok aslında, Trump. Bir yanında Netanyahu, diğer yanında Suudi Arabistan’ın güçlü prensi Selman.. Sonra Arap ülkeleri kralları, cumhurbaşkanları.. Bir de şaşırır mısınız bilmem, sol altta Suriye cumhurbaşkanı Şara!

Afiş, “YENİ ORTA DOĞU ZAMANI” başlığıyla Trump devrinin manifestosu gibi İsrail caddelerini süslüyor! Üst başlığıyla da yeni zamanın ruhunu özetleyen bir mesaj veriyor: “İBRAHİM İTTİFAKI”. İbrahim, tek tanrılı üç dinin atası sayılan Hz İbrahim. ABD başkanı da herhalde bekledikleri Mesih!

***

Aslında mesele epey eski. Tek kutuplu dünyada, küresel güçlerin emperyal hedefleri için tasarlanmış bir proje. Belki Büyük Ortadoğu Projesi’nin ta kendisi..
Belki o ismin altında gizlenmiş “ABD’nin bölgedeki koçbaşı İsrail’i korumak ve güçlendirmek” üzere hazırlanan gerçek plan! ABD şimdi “Vakit tamam” diyor.
Peki “Ümmet” tanımını dilinden düşürmeyen Erdoğan nerede? Afişte o neden yok?

Bir soru daha: Öcalan, 21 Nisan günü İmralı’da gerçekleşen buluşmada DEM heyetini ve özellikle Pervin Buldan’ı neden “İsrail suikastına karşı” uyardı.. Rojava yönetimi ile İsrail ilişkisine dair nasıl olumsuz yorum yaptı.. Ve bu görüşme notları kim tarafından nasıl / neden sızdırıldı..

Hadi adım adım ilerleyelim:

Tarih 2004. Mardin’in Kasımiye Medresesi’nde “Ortak Ata Hz. İbrahim’in Aydınlığında Dinler ve Barış Uluslararası Sempozyumu” düzenleniyor.
İktidar, bakanlarıyla orada. Ancak sempozyuma damgasını vuran, orada, hatta Türkiye’de olmasa bile, gönderdiği mesajla Fethullah Gülen.
Üç büyük dinin temsilcilerinin katıldığı buluşmayı “bölgede barış umudu” olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “İnsanlar arasında barışın teessüsü hususunda en önemli görev de Hazreti İbrahim’in torunlarına düşmektedir.”

Sonraki yıllarda gündemi bu çerçevede “dinlerarası diyalog” belirliyor. Kültürel kazılarla, fikir babası diye Said-i Nursi’ye kadar gidiliyor. Bir yandan da “İslam son dindir, diğerleriyle ortaklaşamaz” diyenlerin itirazı duyuluyor.

***

Anlaşılan az gitmiş uz gitmiş.. İBRAHİM İTTİFAKI’na dönmüşler. Orta Doğu’da majesteleri Donald’ın himayelerinde yeni düzenin bayrağı göndere çekilmiş.

Bakmayın İsrail’deki afişte Erdoğan’ın fotoğrafının olmayışına. NATO Zirvesi’nde Trump ile elele fotoğrafları asıl mesajı vermiş olmalı: Yüzyıla yakın bir süre Asya ve Orta Doğu ülkelerinde güç gösterisi yapan ABD yeniden sahnede. Bölge jandarması olarak, iddialı bir projeyle döndü. Irak, Suriye derken tüm engelleri aştı. İsrail’in korunmasını sağlayıp ABD’nin güvenli karakolu haline getirecek buluşma sağlandı. Görünüşte önünde iki engel kaldı: İran ve Türkiye! İran’ın başına daha neler gelecek, bilmiyoruz. Ama Türkiye’nin Erdoğan’ın tüm bağırış çığırışlarına rağmen saflarda yerini aldığını görüyor, anlıyoruz. Muhalefetin toptan şiddete, faşizan baskıya maruz kalmasının nedenlerini de…

Halk TV’yi karartsalar, hatta planladıkları gibi kapatsalar çöküşlerinin görülmeyeceğini, hatta önleneceğini mi zannediyorlar. Türkiye Cumhuriyeti üç beş sarıklının aklı ile idare edilmiyor. Onların aklı ile sandığa tekme atılamaz bu ülkede. Er ya da geç o sandık gelecek.. AKP tıpış tıpış, yandaşlarıyla birlikte çekip gidecek.

Önemli olan, o güne kadar İmamoğlu ve arkadaşlarına.. Gazeteci dostlarımıza.. Ve GENÇLERİMİZE sahip çıkabilmek!

                                                     /././

Saray'ın büyük oyunu

Böylesi Demokrat Parti döneminde bile görülmemişti. Evet, Menderes yönetimi CHP’yi dört koldan kuşatmış.. Milletvekillerini ve üyelerini cendereye almıştı. Yine de aynı anda en az 4-5 senaryonun birden uygulamaya sokulması söz konusu değildi.

Şimdi bakıyoruz, diplomadan girip reklam panolarından çıkıyorlar.. Kurultayı şaibeli ilan edip dava açıyorlar. Memleketçe öğrenip günlük sohbetlerimize  kattığımız  “MUTLAK BUTLAN” ile partiyi bölmeye çalışıyorlar.

Oyun çok büyük. Yargının “arkalarında duracağına” güvenmeseler sahneye koyamayacakları kadar gözü kara. Elbette güvendikleri sadece yargı değil.. Kılıçdaroğlu. Pirus Zaferi’ni bilirsiniz herhalde. Kazanırken her şeyi, ordusunu, komutanlarını, dostlarını kaybeden Epir Kralı Pirus’u anlatır. Ve onun akıbeti savaş tarihine şöyle not düşülür: “Pirus zaferi, kazanan üzerinde o kadar yıkıcı bir etki yaratan bir zaferdir ki, bu durum neredeyse bir yenilgiyle eşdeğerdir.”

Kılıçdaroğlu’nun durumu daha dramatik. O daha savaşamadan kaybetti. Mahkeme her ne karar verirse versin, ne yazık ki artık “yok hükmünde”!

***
Sadece o mu?
Erdoğan da CHP ve İmamoğlu’na açtığı savaşla Pirus Zaferi yaşadı, yaşıyor.
“Dost” bildikleri de artık acı gerçeği söyleme cesaretini gösteriyor.
Eski hukuk danışmanı Prof. İzzet Özgenç mesela: 
"Sayın Cumhurbaşkanı’m, Hukuk uygulamamızda ölçünün kaçırılmış ve yargılamanın meşru amacı dışına çıkılmış olduğu güncel olaylara tanık olmaktayız. Ceza muhakemesinde hukuka uygun ve bilimsel yöntemlerle delil elde etme yöntemlerinden uzaklaşılarak, bir şekilde “şüpheli” süsü verilen kişilerin “etkin pişmanlık” görüntüsü altında yaptıkları açıklamalara dayalı olarak soruşturmalar yürütülmektedir. Bu soruşturmalarda verilen tutuklama kararları hoşunuza gidebilir ve siyasi amaçlarınız bakımından uygun bir ortam oluşturabilir. Ancak açıkça belirtmem gerekir ki, verilen tutuklama kararlarında ölçü gözetilmemektedir. Anayasanın uygulanmasını temin etme göreviniz bağlamında gereğinin yapılmasını takdirlerinize sunarım.”

Bir başka ve çok önemli isim daha.. AKP Genel Başkan yardımcısı Hayati Yazıcı da konuştu. Mahkemenin uzatmadan bir an önce karar vermesi gerektiğinin söyledi. Dahası mevcut hali de net biçimde eleştirdi: “Yargıya taşınmış, halen soruşturulması devam eden ve üzerinde gizlilik olan bir konu ile ilgili masumiyet karinesini olumsuz etkilemekten uzak durulmalı. Evrensel hukuk prensiplerine göre hareket edilmelidir.”

* * *

Saray’ın hukukçuları, danışmanları bunları bilmez olur mu! Bilirler elbette. Ne var ki oyunu kurallarına göre oynamaya cesaret edemezler. Hele şimdi CHP’nin, oyunu tarihi düzeyde yüzde 40’a çıkardığı bir dönemeçte.

Anayasa’ya, yasalara, seçim ahlakına uysalar kaybedecek çok şeyi olanların korkusu ta buralardan hissedilmiyor mu!

Korku demişken.. Yeni kuşağın en gözüpek gazetecilerinden.. Kendisinin de hakkında açılan davaların sayısını bilmeyen Silivrizedelerden Barış Pehlivan’a Armağan Çağlayan “korkmuyor musunuz” diye sorunca cevap şu:

“Korkuyorum. Ama korkuma teslim olmuyorum.”

Korkulur elbette. Önemli olan, o korkuyla neye, nasıl teslim olduğunuz.

Bakın, tanıdığım en titiz insanlardan Fatih Altaylı, Silivri’deki tek kişilik süitinden (!) 6 yıldızlı otel odası gibi söz ediyor.

Yazdığı mektuplarda en ufak bir mağduriyet, boyun eğmişlik hissi alamıyorsunuz.

Oysa.. Aklıma geliverdi; Nagehan Alçı lütfedip gittiği Küba’daki otel hakkında öyle fena bir tablo çizmişti ki mideniz kalkmıştı neredeyse.

Nagehan o otel üzerinden sosyalizm düşmanlığı yapma fırsatını kaçırmamıştı. Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan, en son Fatih Altaylı.. Ve aslanlar gibi yatan İmamoğlu ve arkadaşları.. Korkuya teslim olmuyorlar.

* * *

Oysa Erdoğan’ın Trump ile fotoğrafına dikkatle bakınca “korkuyu” seziyorsunuz.

Kolay değil. Dünyanın neresine giderseniz karşınıza demokrasi ve İmamoğlu soruları çıkıyor. Kaderinizi bağladığınız ABD’nin “şakası olmayan” otokratı Trump da sizi parmağında oynatıyor.

Dahası var. Ayrıntılar neler neler anlatıyor..

* “Erdoğan’ın kısacık da olsa Trump ile “ilk kez” buluşmasında neden video değil de iki kare fotoğraf paylaşıldı sizce? Erdoğan’ın artık ne kadar zor yürüdüğü görülmesin diye olabilir mi!!!”

* Görüşme sırasında Erdoğan’ın dizindeki zarf da malum çok dikkati çekmişti. Zarfı kim kime verdi, içinde ne vardı.. Epey konuşulup tartışıldı. Sonra bir baktık, NATO zirvesini izleyen -Saray’a pek yakın- gazetecilerden Murat Çiçek canlı yayına çıkıp “son dakika haberini” aktarıyor.

* “Murat Çiçek araştırmış, kaynaklarına sormuş.. Sonunda öğrenmiş ki, zarfta Erdoğan’ın görüşme sırasında göz atmak isteyebileceği notlar yazılıymış. Nasıl yani! Tercüman aracılığıyla konuşurken, Erdoğan durup zarfı açacak.. Notlara göz gezdirecek ve aradığını bulunca devam edecek öyle mi! “

* Bu masala inanmamızı bekleyenlerin, başta İletişim Daire Başkanlığı’nın güvendiği bir şey var. Saray’ın yanında yer alan medya kuruluşları ne dense inanacak zaten.. Mecbur! Bağımsız medyanın ise ne yazık ki zirveye gidip izleme imkanı yok. En azından maddi sıkıntılar yüzünden yok!

* “Yine de şu kadarını, batı medyası ve ajansları aracılığıyla öğrenip masallara gülebiliyoruz: NATO ve ev sahibi Hollanda kraliyet yönetimi, Trump’ı darlayıp sinirlendirmemek için programı kısalttıkça kısalttı. Seremoniler jet hızıyla tamamlandı. Hatta zirvenin sonuç bildirgesi bile kısa tutuldu. Yani o zarf “daha sonra açılmak üzere” oradaydı. Ve eğer uluslararası ilişkilere dair küçücük bir fikriniz varsa iddia edebilirsiniz ki, “Erdoğan’dan Trump’a sevgilerle” iletilecekti!”

Reis, dünyanın ŞERİFİ Trump ile poz vermeyi, çok önemsiyor, biliyoruz. Ama o da şunu bilsin; bundan sonra kazanacağı her şey “PİRUS ZAFERİ” olacak.

                                                       /././

NATO mermer NATO kafa

Çocukluğumda tekerleme gibi söylenirdi. Ne anlama geldiğini bilmezdik aslında.. (*) NATO’nun ne işe yaradığını da! Ama bazıları en kısa ve en acı yoldan öğrenmişti. Mesela sevgili arkadaşım Yazgülü Aldoğan.. Babası, Türkiye NATO’ya üye olabilsin diye gönderildiği Kore Savaşı’ndan dönememişti. Şimdiki babalar, NATO için, canını değilse bile çocuklarının geleceğini feda edecek. Zira Trump’ın dayatması ile, üye ülkelerin savunma harcaması GSYH’nin yüzde 2’sinden yüzde 5’ine çıkartıldı.
Bu, Türkiye’nin, harcamasını 47 milyar dolar artırarak 70 milyar dolara çıkartması anlamına geliyor.

Aşağıdaki fotoğraf, işte bu sözün verildiği NATO Zirvesi’nde çekildi. Trump Avrupa’nın kolunu büktüğü için pek mutlu.

Ya Erdoğan?
İsrail’i Gazze katliamında destekleyen.. İran’a saldırısında kışkırtan Trump ile bu neyin mutluluğu???

NATO Genel Sekreteri Rutte, yüzde 5 için Trump’a öyle bir mesaj gönderdi ki, okuyanın yüzü kızarır: “Sayın Başkan, sevgili Donald, İran’daki kararlı eyleminiz için tebrikler ve teşekkürler; bu gerçekten olağanüstüydü ve başka hiç kimsenin cesaret edemediği bir şeydi. Hepimizi daha güvenli hale getirdi.  Donald, bizi Amerika, Avrupa ve Dünya için gerçekten çok önemli bir ana taşıdınız. Avrupa, olması gerektiği gibi BÜYÜK bir şekilde ödeme yapacak ve bu sizin zaferiniz olacak.”

* * *

Hadi gelin gelişmeleri mercek altına alalım:

* “Erdoğan ilk günden bu yana Gazze ve İran’ın yanındaymış gibi davrandı, konuştu. Dolayısıyla NATO ve abisi Trump’ın siyasi zaferinden O’nun payına bir şey düşmüyor olmalı.”

* İran’a saldırıyı kutlamak için BÜYÜK BİR ÖDEME ile şölene katılmaktan da asla söz edilememeli!

* “Rakamları ve ayrıntıları ekonomi yazarlarına bırakayım.. Ama genel olarak şunu görüp söylemek mümkün: Cari açık, dış borç, Hazine’nin hali vs derken, bir de NATO’ya 70 milyar dolarlık silah harcaması vaadi.. Ekonomiyi ısıtacak hamlelerin bedelini vatandaş ödemeyecek de kim ödeyecek.

* İktidar Cumhuriyet’in bütün kazanımlarını sata sata bugüne geldi: Hatta eski Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın 2017’deki açıklamasına göre “15 yılda, 10 liman, 81 santral, 40 işletme, 3 bin 483 taşınmaz, 3 gemi ve 36 maden sahası satıldı. Bu satıştan da toplan 60 milyar dolar gelir elde edildi.” Dikkatinizi çekmiş olmalı.. 15 yıldaki bu vahşi satışın toplam geliri 1 yıllık NATO harcamasının altında!!

* “Ama söz sözdür.. Mecburen ödenecek de, elde satılabilecek ne kaldı diye baktım; En dişe geleni milli piyango, şans oyunları.. 70 milyar dolar biraz buralardan, daha çok cebinizden gelecek. Kiraz almayı bırakın, tadını unutacaksınız!”

* Daha geçenlerde, sınırımızın hemen öteki kıyısındaki Dedeağaç’ta bir NATO tatbikatı yapıldı. Ev sahibi Yunanistan, tatbikatın yeri nedeniyle doğal olarak, ev sahibiydi. ABD Ordusu da adeta yığınak yapmıştı.. Ve Türkiye o tatbikata davet edilmemişti. Yani dışlamıştı.. Bu da “tatbikatın Türkiye’ye karşı yapıldığı”  iddialarını bile gündeme taşımıştı.”

* * *

Bu sabah gazete manşetlerine baktım da hemen hepsi Erdoğan’ın “ateşkes kalıcı olmalı” sözlerini seçmiş! Ne 70 milyar dolar savunma harcaması.. Ne “İran’a karşı omuz omuza” politikası..

Anlaşılan, nasıl ki Reis Netanyahu’ya bağırırken onunla birlikte haykırdılarsa.. Şimdi yine onunla birlikte sakinleşip Trump’ı sevdiklerini hatırlamışlar!!

Siyasiler, gazeteciler, köşeciler, iş dünyasının elitleri.. Her durumu nasıl da meşrulaştırıyorlar.. Nasıl rasyonalize ediyorlar değil mi!

“Reis öyle diyorsa vardır bir bildiği..”

whatsapp-image-2025-06-25-at-14-02-25.jpeg

Son günlerde bir başka isim daha buna çok ilginç bir örnek oldu: Kılıçdaroğlu.

Kurultay davası öncesinde inadının “gerekçesini” şöyle açıkladı: “Partimi kayyuma teslim etmem.”

O da belli ki durumu rasyonalize etmiş. Partisini kim bilir hangi badirelere sürükleyecek tavrını zihninde böyle meşrulaştırmış.

O zihin artık her türlü açıklamaya, bilgiye kapalıdır artık.

Eğer CHP içinde birliği koruyabilirlerse kayyum ihtimalinin söz konusu olamayacağını.. Zaten yargı süreci birkaç yılı alacağı için şimdiden bir ihtimale göre hareket edilmemesi gerektiğini.. Ve daha pek çok siyasi, hukuki değerlendirmeyi duymayacak, dinlemeyecektir.

* * *

Hukuk sadece bizim değil, onun da gözlerinin önünde çiğneniyor. Ancak görmek istemiyorsanız görmüyorsunuz.

* Kurultay davasındaki tüm iddialar şimdiden çürütüldü.

* İBB davasında ne iddia edildiyse ya kanıtlanamadı ya da aksi ortaya çıktı.

* Gizli tanık furyası insafsız boyutlara vardı. Mesela, İBB tutuklusu reklamcı Murat Kapki “yeniden” ifadeye götürülürken EŞİNİN GÖZALTINA ALINMASI manidar bulundu ve İTİRAFÇILIĞA ZORLAMA olarak yorumlandı.

* Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, Saray danışmanları suçluyor.. Troll Ordusu köpürtüyor.. Köşeciler “hüküm verip kalemi kırıyor”..

Fatih Altaylı son örnek.

Söylemediği şeyler yüzünden Silivri’de. Konuşmasının tamamını bir zahmet deşifre etseler “pardon” deyip çıkartmaları lazım.

Ama ne yargının ne de Reisçiler’in böyle bir niyeti yok, biliyoruz!

Hatta “derinlerden” bildiren Rasim Ozan’a göre çok daha fazlasını beklemeliyiz:  “Fatih Altaylı’yı çok uzun süre bırakmayacaklar. En erken Temmuz 2027’de çıkabilir, o da belki. 'Ekrem İmamoğlu ne kadar yatarsa o da o kadar yatar' diyenler var. Fatih Altaylı operasyonunu 19 Mart operasyonunun medya ayağı olarak görmek mümkün. Duruşmalarda en hanım hanımcık da olsa 4 yıl 8 ay alsa onun yatarı 1.5 sene falan oluyor. Başka başka şeyler de var onun hakkında onlar da aktive edilecek gibi duruyor. Kanalına erişim engeli geleceği görünüyor. Kanalı kapatılacak belli. “

Altını çizelim:

“HAKKINDA BAŞKA BAŞKA ŞEYLER VAR, ONLAR DA AKTİVE EDİLECEK”  diyor Rasim Ozan. Elbette “nereden biliyorsun” diye soracak değilim.

Saray danışmanlarının, hatta cumhurbaşkanının bilmemesi gereken dava dosyaları ortaya saçılıyorsa sormanın anlamı var mı!

Bir sonraki cümle şöyle olmalı sanki: Bütün bunları bile bile yazmanın anlamı var mı!

(* ) Yunanca'da kafa "mermar"; mermer de mermer anlamına geliyormuş. "na to" ise işte anlamında. Yani tekerleme "Ha mermer ha kafa, fark etmez." biçiminde yapılabilir.

                                                                   /././

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda+"İstanbul’un nimeti" deniz, seyirlik bile değil+İstanbul’un kıyısı sermayeye peşkeş+Kıyı hakkının 20 yıllık gasbı: Halkın denizle bağı yasalarla koparılıp sermayeye veriliyor-EVRENSEL-

Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda - Nisa Sude Demirel/ Şeyma Akcan Kıyılar ya otellerin ya da özel başka türlü işletmelerin kontr...