EKONOMİ, POLİTİKA, ÇEVRE, SANAT, TARİH ve İSTANBUL
Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda+"İstanbul’un nimeti" deniz, seyirlik bile değil+İstanbul’un kıyısı sermayeye peşkeş+Kıyı hakkının 20 yıllık gasbı: Halkın denizle bağı yasalarla koparılıp sermayeye veriliyor-EVRENSEL-
Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda -Nisa Sude Demirel/Şeyma Akcan
Kıyılar ya otellerin ya da özel başka türlü işletmelerin kontrolünde. Özellikle girilebilir, temiz kıyılar neredeyse tamamıyla sermayenin elinde.
Kıyı işgali, her yaz Türkiye’nin bitmek tükenmek bilmeyen gündemi. Çünkü başta tatil yerleri olmak üzere, kıyıların ‘halk plajı’ işlevi fiilen neredeyse yok edilmiş durumda. Kıyılar ya otellerin ya da özel başka türlü işletmelerin kontrolünde. Özellikle girilebilir, temiz kıyılar neredeyse tamamıyla sermayenin elinde.
Üç tarafı denizlerle çevrili, kıyı/deniz turizmi açısından ‘cazibe merkezi’ olan Türkiye; dünyanın en çok mavi bayraklı plajı olan 3. ülkesi. Türkiye’de 577 mavi bayraklı plaj var. Mavi bayraklı plaj; plajın temizlik, güvenlik gibi çeşitli kriterleri karşıladığını gösteriyor ve mavi bayraklı plajlar daha temiz ve daha güvenli yüzme alanları kabul ediliyor. Sağlık Bakanlığına bağlı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğüne göre Türkiye’de 1508 adet plaj var. Yaz aylarıyla beraber tatil dönemine girilmişken, Türkiye’de en fazla mavi bayraklı plaja sahip Antalya ile en popüler tatil bölgelerinden İzmir ve Muğla’daki mavi bayraklı plajların kamusal/özel olma durumlarını inceledik.
Kıyıları göz göre göre işgal eden şirketlerin listesi uzarken Kültür ve Turizm Bakan Mehmet Nuri Ersoy’un sahip olduğu ETS Tur’a ait Maxx Royal otelleri, Kızılay’dan Kemer’de arsa satın aldığı iddia edilen SeaLife otelleri grubu, Rönesan, Berlin menşeli otel zinciri Kempinski Hotels, talanla büyümüş Swissotel zinciri, yine Alman menşeli TUI Grubu dikkat çekiyor.
İzmir: Plajların yarısı özel
Halk Sağlığı Genel Müdürlüğünün sitesinde yer alan bilgilere göre, İzmir’de mavi bayraklı olarak işaretlenmiş 64 plaj bulunuyor. Bu plajlardan 28 tanesi, yani neredeyse yarısı otel, mekan işletmeleri gibi özel işletmelerin elinde. Bu işletmelerin listesi ise şu şekilde: Aria Claros Beach Otel, Ayasaranda Kerasus Otel (Çeşme The Nowness), II. Merinaki (Fokai Otel), Ilıca Hotel, Korumar Ephessus Otel, Labranda Ephessus Princess Otel, Swissotel Çeşme Resort Spa, Grand Ontur Hotel, Allessta Kafe, Boyalık Otel, Sunis Efes Royal Otel, Euphoria Agean Resort Otel, Denizatı Tatil Köyü, Aqua Fantasy, Altınyunus Otel, 7800 Çeşme Otel Plajı (Çeşme Rooms Beach Club), Paloma Pasha Resort Otel, Reges The Luxury Collaction Resort Otel, Clup Marvy (Sultan Tatil Köyü), Çeşme Radisson Blu Otel, Deçemko Tatil Köyü, IV. Mersinaki (Büyük Hanedan Otel), Çark Plajı (Cocos The Club Otel), Clup Yalı, Mavi Plaj (Aren Beach Club), Richmond Otel, Mysia Plajı, Clup Yalı Paradise Clup Kaktüs Otel.
Muğla: Neredeyse halk plajı kalmadı
Muğla’da ise mavi bayrak tescilli 117 plaj var. Bu plajlardan 60’ının ismi Bakanlık sitesinden görüntülenebiliyor. Bu 60 plajdan 47’si yine özel işletmelere ya da otellere ait. Bu 47 plajın ismi ise şu şekilde: Armonia Otel Plajı, Hilton Dalaman Sarıgerme Resort, TT Hotels Tropical-TT Hotels Placa Plajı, Liberty Hotel Likya World Plajı, Farilya Otel Plajı, La Quinta By Wyndham Bodrum Otel Plajı, Meri Otel Plajı, Poseidon Otel Plajı, Armonia Evleri Plajı,`Türkbükü Club Voyage Plajı, Green Natüre Biamond Otel, Maris Restaurant, Flow Datça Surf Beach Otel, Tui Blue Sarıgerme Robinson Club Sarıgerme, La Mer Beach, Samara Otel, Grand Park Otel, Light House Otel, Sugar Beach Club, Sea Garden 1. Plajı, Scala Fink Otel Plajı, Tui Magic Life Plajı, Charm Beach Hotel Plajı, Club Med Palmiye Tatil Köyü Plajı, Club Blue Dreams Otel Plajı, Sardunya Otel Plajı, Aktur Dorya Plajı, Swiss Otel Plajı, Grand Yazısı Club Turban Otel Plajı, Akra Tui Blue Sensatori Barut Otel Plajı, Periliköşk, Tui Blue Seno-Tui Magic Life Darıgerme, Forever Club Otel, Golden Beach Otel, Aqua - Martı Otel, Torba Club Voyage-Izer Otel, Green Beach Otel, Latania Beach Resort Otel, Işıl Club Milta-Vogue Otel-Tor Otel, Orca Lotus Otel, Magnific Otel, Xanadu Island Hotel, Forteza Beach Otel, Yasmin Resort-Babil Hotel, Angels Otel, Golden Age Otel-Cactus Mirage Family Club Plajları, Marmaris Bay Resort By MP Otel.
Antalya: En çok plajlı kentte kıyılar zincir otellerin
Türkiye’nin en çok mavi bayrak plajlı kenti olma sıfatını taşıyan Antalya’da da durum farklı değil. Bakanlık sitesinde yer alan bilgiye göre 259 tane mavi bayraklı plaja sahip olan Antalya için yine bakanlık sitesinde listelenen 60 plajın 45’i özel işletmelere ait. Bu 45 işletme şu şekilde: Portobello, Sunrise Queen, Kamelya World, Adin Otel Plajı, Arycanda Otel, Happy Elegance Otel, Insula Resort Otel, Wome Otel Plajı, Club Med Palmiye, Perissia Otel Plajı, Crystal Aura Beach Otel, Green Maxx Otel, Patara Evleri, Erdem Otel, IC Green Otel, Asrın Beach Otel, Ceasers Otel, Green Park Otel, Hotel Mirada Del Mar, Water Planet Otel, Marco Polo Otel, Martı Myra Otel, Crystal Palace, Delphin De Luxe, Terrace Otel, Kempinski Hotel The Dome, Megasaray Otel, Grand Kaptan Otel Plajı, Saturn Palace Maxx Royal, Nirvana Cosmopolitan, Maxx Royal Belek, Mabiche, Sera Otel, Andriake Otel, Selectum Family, Master Family, Clup Voyage Sorgun, Selge Beach, Pegasos World Otel, Justiniano Park Conti, Sun Heaven, Yetkin Otel, Altıs Golf Otel, Paloma Foresta Otel, Ütopya Otel.
/././
"İstanbul’un nimeti" deniz, seyirlik bile değil -Şeyma Akcan-
İstanbul’da deniz emekçiler için artık ne girilecek ne de seyredilecek bir alan. Boğaz manzarası lüks, sahile erişim ise mesafe ve masraf yüzünden hayal oldu.
İstanbul’da Boğaz nerelerden görünür? Hiç Boğaz’a nazır bir kahve içtiniz mi? Acaba nerededir ki o yerler? ‘Gerçek’ yerlileri merkezden sürülmüş, yerleşiklerini kent çeperlerine çil yavrusu gibi dağıtmış İstanbul’da; eğer kıyı ilçelerinde oturmuyorsanız “İstanbul Boğazı’nı bir göreyim” diye bir fikriniz bile olmayabilir.
Boğaz manzarasını geçelim, “İstanbul’un nimetleri”nden en büyüğü olan denizi görmek, haftanın 5-6 günü ortalama 10 saat çalışan biri için yaşadığın veya çalıştığın semte yakın bir sahile gitmekle sınırlı. Tabii sahilde de sandalyeni kapıp termosunu götürebileceğin bir alan varsa.
Yoğun, stresli, yıpratıcı hayat koşullarının akışı içinde bir deniz havası almak evet, “İstanbul gibi bir yerde” yaşamanın sağladığı avantajlardan ancak bundan kim, nasıl yararlanabiliyor? 15 milyonun üstünde nüfusu ve plansız kentleşmesiyle ulaşımın büyük bir mücadeleye dönüştüğü bu büyük kentin yurttaşlarına deniz havası, emekçilerin üstüne binen ekonomik krizin yüküyle de birlikte avantajdan ziyade unutulmuş bir hayal gibi.
‘İstanbul Boğazı neresi?’
Denizi, Boğaz’ı, her metrekaresi parsellenmiş İstanbul kıyılarının ulaşılabilirliğini İkitelli’de oturan, 40 yaşındaki Ayşe’yle* konuşuyoruz. Ayşe bir psikoloğun yanında asistanlık yapıyor. “En son ne zaman İstanbul Boğazı’nı gördünüz” sorusuna karşılık “Mesela neresi?” diye sorarak karşılık veriyor. Önce, “Metrobüsle, otobüsle geçerken” diyor, onun dışında en son geçen sene Sarıyer’e gittiklerinde görmüş.
“Boğaz’da bir mekanda kahve içmek çok mu pahalı, nasıl mekanlar var bakıyor musunuz?” diye sorduğumuzda da önce ulaşım masrafıyla başlıyoruz. İkitelli’den kent merkezi sayılan ilçelere aktarmasız giden otobüslerde bir basım 50 TL’den fazla. Ayşe de ulaşım, yeme-içme maaliyetini tahmin ettiği için hiç bakmadığını dile getiriyor.
"Denizi izlemek bile para"
Denize girmek de İstanbul’un işçi emekçileri için bir alışkanlık değil elbette. Ancak Boğaz’ına övgüler dizilen İstanbul’da deniz, ‘girmelik’ olmadığı gibi seyirlik dahi değil artık. “Arabasız çok zor. Toplu taşımanın olmadığı yerlere gitmek imkansız. Zaten gitseniz de çok pahalı, bir plaja kendi yemeğini içeceğini sokamıyorsun” diyor Ayşe.
Ayşe boğaz bir yana, denizi görmek için bile sık sık bir sahile gitmek istediğini ama ayda ancak bir kez arkadaşlarıyla buluşup yakın bir yere gidebildiğini aktarıyor: “Haftada 6 gün çalıştığım için çok fırsat olmuyor ama ayda bir Florya sahil gibi özelleştirilmemiş, bize yakın yerlere gitmeye çalışıyoruz. Kendi sandalyemizi alıp, termosumuzu götürüp gidiyoruz. Hem yakın hem masrafsız oluyor.”
Tatil de tarihe karıştı
Bu yılki tatil planını sorduğumuzda da bu sene herhangi bir yere gitmeyeceğini belirten Ayşe, “Antalya’da baktım, 25-30 bini buluyor bir haftalık sade bir tatil, asgari ücretin 22 bin olduğu koşullarda imkanı yok artık 1 haftalık tatilin” diyor ve günübirlik uygun fiyatlı ve yakın bir yere denize girmek üzere gitmeyi düşündüğünü ekliyor.
*İsim kadının güvenlik kaygısı nedeniyle değiştirilmiştir.
/././
İstanbul’un kıyısı sermayeye peşkeş-Hasan Can Bilici/Özlem Songül Abayoğlu
İstanbul’un kıyıları “kültürel dönüşüm” adı altında halktan koparılıyor; sahil şeritleri duvarlarla çevrilip özel işletmelere devredilirken, kamusal alanlar erişilemez hale geliyor.
Kıyı işgali denildiğinde akla gelen ilk yerlerden biri İstanbul. Kruvaziyer limanlarından otellere, kıyı şeridi tek tek talan edildi. İki yakada ikiye bölünmüş kentte, sahil yolundan kesintisiz yürümek artık mümkün değil.
"Kültürel dönüşüm"le sahil çitleniyor
Bu talanın en çok konuşulan örneklerinden biri Galataport. Karaköy’de uzun yıllardır yolcu limanı olarak kullanılan, aynı zamanda halkın sahilini kullanabildiği alan, “turizm ve kültür projesi” kılıfıyla betona boğuldu, özel işletmelere devredildi. Geçtiğimiz aylarda işletmenin sahibi Doğuş Grubunun kredi borçlarını ödeyememesi nedeniyle hissesinin yüzde 48’i bankaların eline geçen Galataport; ancak turnikelerden geçilerek girilebilen, bariyerlerle çevrili bir alan. Ayrıca sahilin en önemli kısmı yine bu proje içerisindeki Peninsula Oteli tarafından kapatıldı. Sahilin dibinde yapılan havuzla sahilin bir kısmı artık sadece otelin ‘güzide’ müşterilerine ait.
Onun çok da uzağında olmayan bir diğer talan adresi de Tersane İstanbul. Beyoğlu’da, Haliç kıyısında yükselen Tersane İstanbul projesiyle 252 bin metrekare; otel, marina ve ticari alana dönüştürüldü. “Kültürel dönüşüm” adı altında başlatılan proje, halkın yıllarca kullandığı sahil hattını tamamen kapattı. Bu iki proje o bölgede sahil şeridinden denizi görerek yürümeyi neredeyse imkansız kıldı.
Şehrin başka bir yanında bulunan, 412 dönümlük Ataköy sahili önce TOKİ’ye devredildi ardından parsel parsel satıldı; AVM, otel ve rezidanslar dikildi. Son kalan yeşillik kıyı alanına ise millet bahçesi yapıldı.
Görsel: Yandex Haritalar
Anadolu yakasında kamusal alanlar sermayeye teslim
Kıyıların yalnızca Avrupa yakasında değil, Anadolu yakasında da halktan koparıldığını ortaya koyan çalışmalar mevcut. İstanbul Teknik Üniversitesinde Fulya Sarıbıyık tarafından hazırlanan “Kentsel kıyı alanlarında yer alan kamusal açık alanların değerlendirilmesi: Anadolu yakası Marmara kıyı alanları - İstanbul” başlıklı yüksek lisans tezi Anadolu yakası kıyılarındaki sahil alanlarının kamusallıktan uzaklaştığını, özel ve ticari kullanıma açılarak halkın kıyıya erişiminin ciddi şekilde kısıtlandığını gösteriyor.
Tezde yapılan alan çalışmaları ve anketler sonucunda, Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik ve Tuzla kıyıları temel kamusal alan kriterleri açısından zayıf bulunuyor.
Özellikle Pendik ve Tuzla kıyılarında dolgu alanlar üzerine inşa edilen marina, alışveriş merkezleri ve özel tesisler, kıyı çizgisini 150 ila 200 metre içeriye çekmiş durumda. Halkın denizle fiziksel ve görsel ilişkisi bu alanlarda tamamen kopmuş. Tezde bu durum şu ifadeyle aktarılıyor: “Deniz ile doğrudan ilişkili aktivitelerin yok denecek kadar az gerçekleştiği, ticari karaktere sahip alanlarda ise deniz ile ilişkili hiçbir aktivitenin gerçekleşmediği tespit edilmiştir.”
Kıyı şeritlerinde giderek artan özelleştirme baskısı, bu alanların sadece üst sınıfa hitap eden tüketim alanlarına dönüşmesine neden oluyor. Yine aynı çalışmada, kıyı gerisindeki yapılı çevrenin yüksek yoğunluklu, sanayi odaklı ya da kontrolsüz gelişiminin kamusal alanı işlevsizleştirdiği; bu nedenle halkın güvenlik hissinin zayıfladığı da belirtiliyor. Kartal kıyı hattı bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak kaydedilmiş.
Şehrin neredeyse diğer ucunda sayılabilecek Pendik ve Tuzla kıyılarında, tersane ve liman projeleri ile kıyı çizgisi 150 ila 200 metre içerilere kaydırıldı. TMMOB’ye göre, dolgu alanlar önce park gibi gösterilip, ardından ticari kullanıma açılıyor.
Bu durum sadece mühendislik ya da planlama hatası değil; doğrudan halkın kıyı ile temasının koparılması, sahilin sermayeye devri anlamına geliyor. Yine Fulya Sarıbıyık’ın tezinde, kamusal-özel alan ayrımının flulaştığı, dolgu alanların eşitsizlikleri derinleştirdiği ve kıyının ‘deneyimlenebilir’ bir alan olmaktan çıkarıldığı ifade ediliyor.
Tarihi merkezlerde de aynı tablo: Kaybolan kıyılar, işlevsizleşen alanlar
Kıyı alanlarında kamusal kullanımın sadece günümüzde değil, yıllar içinde yapılan yanlış kentsel müdahalelerle de nasıl kaybolduğunu gösteren bir başka çalışma ise Gökçe Emerce tarafından Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde hazırlanan “Kıyı alanlarında kentsel tasarım bağlamında kayıp mekanların irdelenmesi: İstanbul-Eminönü örneği” başlıklı çalışma.
Emerce’nin çalışması, İstanbul’un tarihi merkezlerinden olan Eminönü Meydanı örneği üzerinden, kıyı alanlarının nasıl kamusal işlevlerini yitirdiğini ve birer “kayıp mekan”a dönüştüğünü inceliyor. “Kayıp mekan”, bu çalışmada yalnızca fiziksel olarak var olan değil, aynı zamanda kentliyle ilişkisini, işlevselliğini ve toplumsal karşılığını yitirmiş alanlar olarak tanımlanıyor.
Eminönü Meydanı’nın Osmanlı’dan bugüne tarihsel olarak ticaret, ulaşım ve sosyalleşme işlevleriyle kent belleğinde çok özel bir yere sahip olduğu vurgulanırken, 20. yüzyıldan itibaren yapılan müdahalelerle meydanın kamusal karakterini kaybettiği belirtiliyor. Tezde, bu dönüşüm süreci “Mekânın geçirdiği süreç içerisinde sahip olduğu işlevsellik ve meydanın kullanım biçimi, o mekânın kamusal anlamda kaderini belirlemiştir” şeklinde açıklanıyor.
Özellikle Henri Prost’un planları (1930’lar), Menderes dönemi yıkımları (1950’ler) ve 1980’lerdeki Dalan yönetimi sırasında yapılan büyük ölçekli müdahaleler sonucunda meydan, sosyalleşme ve kıyı ile temas kurma alanı olmaktan çıkmış; dolaşım odaklı, araç trafiğine öncelik veren, geçiş mekânı haline getirildi.
Bir zamanlar denizle doğrudan ilişkili olan bu kamusal alan, günümüzde dolgu alanlar, otoparklar ve yaya erişimini zorlaştıran altyapılarla çevrilmiş durumda. Emerce’ye göre, bu durum Eminönü’nün artık “Görsel olarak var, işlevsel olarak yok” bir mekana dönüştüğü anlamına geliyor. Meydan sadece fiziksel bir alan olarak mevcut; fakat kentliyle bağı kopmuş, kullanılmayan, yaşanmayan bir boşluk haline gelmiş.
Tezde ayrıca, kentsel tasarımın mimari ile planlama arasında sıkıştığı, kıyı gibi çok işlevli alanların ise bu boşlukta yeterince bütüncül yaklaşımlarla ele alınmadığı vurgulanıyor. Sonuç olarak Eminönü gibi kıyı alanları, kamusallık potansiyeli en yüksek alanlar olmalarına rağmen, parçalı projeler ve araç odaklı planlama nedeniyle “kayıp mekan” statüsüne sürükleniyor.
İstanbul’un sahili bitiyor: Kamusal alan değil, giriş kartı sorulan sahil şeritleri
Tüm bu örnekler İstanbul’un kıyılarının giderek daha fazla duvarlarla çevrilen, turnike ile girilen, “müşteri” olunmadan kullanılamayan alanlara dönüştüğünü ortaya koyuyor. Galataport’tan Tersane İstanbul’a, Ataköy’den Tuzla’ya kadar kıyıların kamusal niteliği yok ediliyor. Kentin “nefes alanları” olması gereken sahil şeritleri artık halkın değil, yatırımcının kâr hanesine hizmet ediyor.
/././
Kıyı hakkının 20 yıllık gasbı: Halkın denizle bağı yasalarla koparılıp sermayeye veriliyor -Murat Uysal-
Anayasa’da kamuya ait olduğu vurgulanan kıyılar, son 20 yılda yapılan düzenlemelerle fiilen sermayeye açıldı. Kanunların esnetilmesi halkın kıyıya erişimini zorlaştırıyor.
Türkiye üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke. Ancak milyonlarca yurttaş için denize ulaşmak gitgide daha da zorlaşıyor. Kıyılar, mevzuatta kamu malı olarak tanımlansa da fiiliyatta otellerin, özel işletmelerin, site duvarlarının ve şezlong ticaretinin kontrolünde. Kıyı Kanunu’nda ve ilgili yönetmeliklerde yapılan değişiklikler, belediyelerin yetkilerinin tırpanlanması ve Turizm Bakanlığı eliyle yürütülen tahsis politikaları kıyıların zamanla halktan koparılmasını kurumsallaştırdı.
3621 sayılı Kıyı Kanunu, kıyıların “Devletin hüküm ve tasarrufu altında” olduğunu; herkesin eşit, serbest şekilde yararlanabileceğini, yapılaşmaya açılamayacağını, özel mülkiyete konu edilemeyeceğini belirtiyor. Ancak kanunun uygulanmasını sağlayacak yönetmelikler ve idari düzenlemeler seneler içinde halkın değil şirketlerin çıkarlarını gözeten biçimde değiştirildi. Özellikle 2000’li yılların ortasından itibaren Turizmi Teşvik Yasası ve özelleştirme uygulamalarıyla birlikte kamuya ait kıyı alanları uzun süreli kiralamalarla özel işletmelere devredilmeye başlandı.
Kıyı Kanunu değişiklikleri halkın aleyhine işledi
2009’da yapılan bir yönetmelik değişikliği ile “kamu yararı” gözetilerek kıyılarda geçici yapıların kurulmasına ve kiralanmasına olanak tanındı. Bu değişiklik, kıyıların belediyeler veya merkezi yönetim tarafından özel işletmelere kiralanmasının önünü açtı. Belediyelerle yapılan işletme protokolleri üzerinden özel firmalar, ‘halk plajı’ adı altında işletmeleri özelleştirdi. Yurttaşlar kıyıya girmek için ya doğrudan para ödemek ya da tüketim zorunluluğuna uymak zorunda kaldı.
Özellikle 2010 sonrası Kültür ve Turizm Bakanlığının “Turizmi Teşvik Kanunu” kapsamında kıyı bölgelerinde turizm yatırımlarını teşvik etmesiyle birlikte, kıyılar sermayeye adeta “yatırım alanı” olarak sunuldu. 2021’den sonra Turizmi Teşvik Kanunu’nda yapılan değişiklikler, koruma statüsündeki alanlarda bile turizm amaçlı yapılaşmanın önünü açtı. Bu değişiklik kıyıların sadece ticarileşmesine değil, ekolojik yıkıma da neden oldu.
Kıyıların halktan koparılması yalnızca şirketlerin iştahıyla değil, merkezi ve yerel yönetimlerin uygulamalarıyla da ivme kazandı. Belediyeler, kıyıları “gelir getirici” alanlar olarak değerlendirmeye başladı. 2010’lu yılların başından itibaren kıyılarda açılan işletmelerin önemli bir bölümü belediyelerle yapılan protokoller yoluyla ya özel şirketler eliyle işletiliyor ya da belediyelerin kendi iştirakleri tarafından ücretli hale getiriliyor.
Denetim sorumluluğuna sahip olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ise bu süreçte ya sessiz kaldı ya da onay makamı işlevi gördü. Birçok örnekte kaçak yapılaşmalar yıkılmadı, tersine mevzuata uydurularak ruhsatlandırıldı.
Kıyılar için mücadele edenler ne diyor?
Yıllardır kıyıların kamusal kullanım hakkı için mücadele eden kitle örgütleri, kıyıların kamusal niteliğinin bilinçli biçimde gasbedildiği noktasında ortaklaşıyor. Tüketim zorunluluğu, otopark ücretleri, şezlong dayatmaları gibi görünüşte “hizmet” olan uygulamalar aslında birer engel. Kıyıya erişimin fiziksel değil, sınıfsal olarak da engellendiğine dikkat çekiyorlar. “Bir PET şişe su alma zorunluluğu, kıyıya erişimin ticari bir zorunluluğa dönüştüğünü gösteriyor” diyen yurttaşlar, özellikle yaz aylarında halkın denize girebildiği alanların parmakla sayılacak kadar azaldığına dikkat çekiyor.
Sayılar ne diyor?
Türkiye’de toplam 8 bin 333 km kıyı uzunluğu bulunuyor.
Ancak bu kıyıların yalnızca yüzde 10’luk kısmı gerçek anlamda kamusal erişime açık.
Antalya’da halk plajı oranı yüzde 5’in altına düşmüş durumda.
2023 itibarıyla yalnızca Muğla’da 200’den fazla kıyı alanı özel işletmelere kiralanmış.
Yasal çerçeve açık olmasına rağmen kıyılar sistemli biçimde ticarileştiriliyor. Kıyıya erişim bir hak değil, ayrıcalık haline geliyor. Bu durum yalnızca hukukun çiğnenmesi değil; kamusal alanların, ortak yaşam kültürünün, doğayla temasın da kaybı anlamına geliyor.
Kıyıların kamusallığına son darbe
26 Haziran tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan son değişiklikle kıyıların gasbı için yasal yollarla oluşturulan kılıf tamamlandı. Kamu Taşınmazlarının Turizm Yatırımlarına Tahsisi Hakkında Yönetmelik’te yapılan değişiklikle Kültür ve Turizm Bakanlığına tasarruf hakkı verilen orman alanlarının, kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan kısımları da turizm yatırımlarına tahsis edilebilecek.
Yönetmeliğin 12. maddesine eklenen fıkra ile bu alanların “Kamu kullanımına açık olmak şartıyla” kullanma izni verilerek tahsis sınırları içerisine dahil edilebileceği belirtildi.
Yönetmeliğe eklenen hüküm şu şekilde: “Bakanlığa tasarruf hakkı verilen orman alanlarından kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalan alanlar, kamu kullanımına açık olmak şartıyla, kullanma izni verilmek suretiyle tahsis sınırları içerisine dahil edilebilir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder