T-24 "Köşebaşı +Gündem" -10 Haziran 2025-



Trafik cezalarında gözden kaçan husus -Murat Batı-

EDS kurulumu nedeniyle kesilecek trafik para cezalarının yatırım maliyetini karşılayacak düzeye kadar yüzde 30’u, sonrasında yüzde 15’i hizmet bedeli adı altında belediye ve dolayısıyla da şirketlere aktarılması bazı sorulara gebedir.

Dört günlük bayram tatili bitti. Birçok kişi bu tatili ya memleketine ya da tatil bölgelerine giderek değerlendirdi. Dönüşler de bayramın üçüncü günü itibariyle başladı. Kendi araçlarıyla yola çıkan tatilciler, dönüş yolunda muhtemelen radar sürprizleriyle karşılaşacaklar. Cezalar için iyi günlerimiz bunlar…

Çünkü trafik cezalarını düzenleyen Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi  henüz yasalaşmadı. Ancak şu aralar Mecliste görüşülmekte.

Bu düzenleme ile cezalar bayağı bir artacak. Ancak Kanun Teklifinin 14. Maddesiyle Karayolları Trafik Kanunu’nun 51. Maddesi yeniden düzenlenecek ve 2 bin liradan 30 bin liraya kadar nur topu gibi yeni cezalarımız olacak.

Bu madde şöyle bir sürprize gebe; bu maddenin yürürlük tarihi 31.12.2025’tir. Bunun anlamı ise 2025 yılı bitmeden yürürlüğe girecek ve bu yüksek tutarlar bir gün sonra yani 1 Ocak 2026 itibariyle yeniden değerleme oranı kadar artırılarak uygulanacak.

Daha basit bir ifadeyle 30 Aralık’ta hız sınırını yüzde 26 aşarsanız 2.168 lira; 31 Aralık’ta yüzde 26 aşarsanız 12 bin lira; 1 Ocak 2026’da aşarsanız -örneğin YDO yüzde 50 olursa-; 18 bin lira ceza ödeyeceksiniz. Anlayacağınız üç ayrı günde üç ayrı cezayla karşılaşabileceğiz. Yani yürürlük tarihini 1 Ocak 2026 yapmak yerine bir gün öncesi (31 Aralık 2025) yaparak yeniden değerleme artışından da yararlanmak istenmekte…

Buna fıkra diyeceğim ama komik hiçbir yönü yok. O nedenle nitelendirmeyi size bırakacağım.

* * *

Gelelim daha vahim bir hususa; hız sınırı kontrolünü Emniyet Genel Müdürlüğü Elektronik Denetleme Sistemleri (EDS) denilen bir sistemle yapmaktadır.

Karayollarında, trafik düzeninin sağlanması ve trafik ihlallerinin tespit edilmesi sırasında denetim ve idari yaptırım uygulama faaliyetlerinde kullanılan sistemlere elektronik denetleme sistemleri (EDS) adı verilmektedir. Elektronik denetleme sistemleriyle, kamera kullanılarak hız sınırını aşan, yanlış park eden, ters yola giren vs. araçların görüntüleri alınarak bir tespit yapılıp para cezası kesilmesi için de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gönderilmektedir.

Buraya kadar bir sorun yok ancak turpun büyüğü geliyor…

EDS’leri belediyeler kurup cezadan pay alıyor

6745 sayılı Kanun ile Karayolları Trafik Kanunu Ek m.16’da yapılan düzenleme uyarınca 7 Eylül 2016’dan itibaren Elektronik Denetleme Sistemleri (EDS) kanalıyla kesilecek trafik para cezaları Emniyet ve belediyelerce paylaşılmaktadır. Evet, doğru duydunuz.

Şöyle ki EDS yoluyla kesilecek para cezalarının elektronik sistemlerin yatırım maliyetine ulaşıncaya kadar yüzde 30, sonrasında ise yüzde 15’i belediyelere/şirketlere aktarılacaktır.

Özetle 2016 yılında Karayolları Trafik Kanunu’nda yapılan düzenlemeyle trafik cezası gelirlerinin nasıl paylaşılacağı belirlenmiş özel hukuk tüzel kişilerinin de EDS kurma yolu açılmıştır.

Örneğin İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği 25 Şubat 2024 tarihli Resmi Gazete’deki ilanında, Niğde Belediyesinin 5 Mayıs 2021 tarihli ilanında, Polatlı Belediyesi’nin 8 Ocak 2025 tarihli meclis kararında özetle şöyle yazmaktadır; hız sınırını aşan araçlardan kurduğunuz EDS sistemiyle cezayı kesin, sonrasında hasılat/gelir paylaşımı modeliyle cezanın yüzde 30’u belediye olarak siz alın, kalanını da Emniyete alsın.

Burada da yorumu size bırakıyorum…

Hız sınırını hasılata ortak olan belediye mi belirleyecek?

Eminim benim aklıma gelen sizin de şu an aklınıza gelmiştir; belediyeler, hız sınırını muhtelif yerlerde düşürebilir mi? kötü düşünmemek lazım elbette. Çünkü hız sınırının düşürülmesi ve diğer kurallar, can güvenliği için var ama acaba demekten de kendimi alamıyorum. Çünkü bazı yerlerde çok düşük hızla geçilmesine rağmen hız aşımından ceza kesilebilmektedir. Örneğin Kırıkkale çıkışında (Samsun’a doğru) tüm araçlar kağnı hızında ilerlemekte hatta Samsun yolunda bazı yerlerde hız sınırı çok daha fazla düşürülmüş durumdadır. Hatta ve hatta bu hız sınırı yolun çok kısa bir mesafesi için getirilmiş de olabilir; 200 metresi için vs… Örneğin Çorum’dan geçip de ceza yemeyen neredeyse yoktur herhalde.

Sorulması gereken soruyu ben sorayım; iyi de belediyeler hız sınırını belirleyebilir mi?

Bunun için Karayolları Trafik Kanunu m.50’ye bakmak lazım. 50’inci maddede “Motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği en çok ve en az hız sınırları, şehirlerarası çift yönlü karayollarında 90 km/s, bölünmüş yollarda 110 km/s, otoyollarda 120 km/s hızı geçmemek üzere yönetmelikte belirlenir.” denilmektedir. Ancak 50’nci maddenin son fıkrası “yetki verilen kuruluşlar tarafından yönetmelikte belirtilen hız sınırları yol ve trafik durumuna göre azaltılabilir veya çoğaltılabilir.” şeklindedir. Madde hükmünde bahsedilen yönetmelik, Karayolları Trafik Yönetmeliğidir.

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 100’üncü maddesinde yerleşim yeri içinde ve dışında hız sınırlarına ilişkin düzenlemeler yapılmış durumdadır. Bu durumda ilgili kurumlar hız sınırlarını muhtelif yerlerde düşürebilmektedir. Daha da önemlisi belediyeler, bu hız sınırlarını belirleyebilmektedirler. Hal vaziyet böyle iken aynı standartlara sahip yollardan azami geçme hızları farklılaşabilmektedir. 

İşte şu an aklınıza gelen benim de aklıma gelmiş durumda. Acaba mı?

Ezcümle

EDS kurulumu nedeniyle kesilecek trafik para cezalarının yatırım maliyetini karşılayacak düzeye kadar yüzde 30’u, sonrasında yüzde 15’i hizmet bedeli adı altında belediye ve dolayısıyla da şirketlere aktarılması bazı sorulara gebedir. Belediyelerin bunu bir kazanç kapısı olarak görme ihtimalini doğurmakta ve sistemin amacını sorgulamamıza neden olmaktadır. Şu an Meclis'te görüşülen trafik düzenlemesini içeren kanun teklifi de yürürlüğe girerse varın gerisini siz düşünün….

                                                              /././

450 bin GSM hattının kullanıldığı dolandırıcılık: Paravan telefon bayii kurdular, Telekom’dan aldıkları hatlarla dolandırdılar -Tolga Şardan-

Dolandırıcılık şebekesi üyelerinin, özel olarak kurulan iletişim bayiinden ve kendi adlarına toplamda 450 bin GSM hattı aldıkları anlaşıldı. Suç yapısında kullanılması amacıyla paraların toplanmasını sağlamak amacıyla şüphelilerce beş ayrı paravan firmaya ait banka hesaplarına para gönderildiği tespit edildi. Ayrıca, bu 450 bin GSM hattının kullanan şebekenin, yine ülke genelinde tam 8 bin 249 dolandırıcıyla bağlantılı olduğu ve bu şüpheliler üzerinden yaklaşık 45 bin 500 dolandırıcılık gerçekleştirdiği ortaya çıktı.

Kısa mola sonrasında Büyüteç’i dikkat çekici dolandırıcılık olayına tutuyorum bugün.

Antalya’nın Kemer ilçesinde geçen nisanın son haftasında gün ışığına çıkarılan suç örgütünün faaliyetlerinin perde arkasını aktaracağım. 

Aslına bakarsanız, Kemer’deki çetenin olayı, bu coğrafyada pek çok örneğini yaşadığımız telefonla yoluyla dolandırıcılık eylemlerinden. Ancak okuyacaklarınız, soruşturmayı benzerlerinden ayıran sıra dışı bir sürecin anlatımı.

Kemer Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma, 23 Şubat 2024 günü A.E. adlı bir yurttaşın savcılığa yaptığı başvuru ile başlatıldı.

Yurttaş A.E., kendisine ait kredi kart bilgilerini kullanarak bir internet sitesi aracılığıyla alışveriş gerçekleştirdi. İstediği ürünü sipariş vermesinden bir süre sonra sipariş sahibi A.E., GSM hattından arandı.

Arayan kimliği belirsiz kişi, sipariş edilen ürünün firmanın stoklarında kalmadığını, bu nedenle sipariş verilen ürün bedelinin kendisine iade edileceği yurttaş A.E.’ye bildirdi. A.E.’ye bağlantı kuran telefonun diğer ucundaki meçhul kişiye, telefonuna gelen şifre bilgisini söyleyiverdi.

İzmir’den yapılan alışveriş

Filmin kopuşu işte o anda başladı. A.E.’nin kredi kartı bilgileriyle İzmir’deki teknoloji firmasından cep telefonu alındığı ortaya çıktı. Böylece ilk dolandırıcılık eylemi gerçekleştirilmişti.

Kemer Cumhuriyet Başsavcılığı, A.E.’nin şikayetiyle başlattığı soruşturmada kısa sürede aşama kaydetti. Cep telefonu hattı üzerinden A.E. ile irtibata geçen meçhul kişinin, kare kod uygulamasıyla İzmir’den telefonu teslim aldığını belirledi. Ayrıca, meçhul şüphelinin telefonun faturasını kendi adına hazırlatması sonrasında savcılık, olaya karışan tüm şüphelilerin kimliklerinin yanı sıra diğer dolandırıcılık eylemleri ve bağlantıları da tespit etti.

Dört cep telefonunda 18 binden fazla hat çıktı!

Peki, sonrasında neler oldu soruşturmada?

Savcılık, A.E.’nin dolandırıldığı GSM hattı üzerindeki çalışmalarını yoğunlaştırınca söz konusu cep telefonu numarasının dört farklı cep telefonunda kullanıldığını belirledi. Bu kez, dört farklı cep telefonunda kullanılan GSM hatlarına bakan savcılık ve adli kolluk birimi, IMEI numaraları üzerinden yürüttüğü araştırmada, son üç yılda şüpheli durumdaki dört cep telefonunda tam 13 bin 626 farklı GSM hattı kullanıldığını gün ışığına çıkardı.

Dikkatinizi çekiyorum; dört telefonda tam 13 bin 626 farklı telefon numarası çıktı!

Tabii bu numaralar yerli GSM firmalarına ait olanlardı.

Bir de farklı ülkelerin yurttaşları yani yabancılar üzerinden alınan GSM hatları vardı!

Bunları sayısı da tam 5 bin 179’du!

Dolandırıcılık şebekesi elindeki dört farklı telefona yerli ve yabancı kişilere ait kimlik bilgileri üzerinden tam 18 bin 805 GSM hattını kullanarak insanları acımasızca dolandırmıştı!

Savcılık elde edilen bu korkunç veri üzerinde çalışmasına devam etti, bir süre daha.

Dört değişik IMEI’ye sahip telefonda tam 18 bin 805 GSM hattı takılarak hayatın olağan akışına aykırı olarak ülke genelinde pek çok suçta kullanıldığını gören savcılık, soruşturmayı derinleştirdi.

İstanbul-Alanya dolandırıcılık hattı

Süreçte görüldü ki, şimdiye kadar yapılan tespitler, deyim yerindeyse buz dağının görünen yüzüydü. Bir de su altında kalan asıl parçası vardı ki, bu daha dikkat çekiciydi.

Savcılık, dosyaya giren bir MASAK raporunun izini sürdü. Rapordaki para hareketleri tek tek incelendi. İncelemede, A.E.’nin dolandırılmasından hemen öncesinde, olaya karışan bir şüphelinin, sahibi Hasan D. olan D. Mühendislik adlı firmaya “Paket yükleme” açıklamasıyla para gönderdiği görüldü.

Bu kez, bu paranın izi sürülünce, A.E.’nin dolandırılmasında kullanılan GSM hattının, İstanbul’dan sinyal verdiği ve A.E.’nin dolandırılmasında kullanılan GSM hattının baz bilgileri ile para transferi yapılan Hasan D. ve ailesine ait ikamet adresinin aynı lokasyonda bulunduğu görüldü.

Aynı zamanda, bu hattın kullanıldığı cep telefonunun, dört şüpheli cep telefonundan birisi olduğu, çok sayıda hattın takılıp kullanıldığı anlaşıldı.

Tespitler sonrasında savcılık, Hasan D. üzerinde yoğunlaşarak soruşturmaya devam etti.

Savcılık, Hasan D.’ye ait MASAK’tan bilgi istedi bu defa. Gelen MASAK raporunda, Hasan D.’nin banka hesabına ülke genelinden “paket yükleme” açıklamasıyla çok fazla para transferinin yapıldığı belirlendi. Hasan D.’ye para gönderenlere yönelik yapılan incelemede, birçoğunun haklarında ‘dolandırıcılık, yasa dışı bahis ve kumara aracılık etme’ suçlarından pek çok soruşturma ve suç kaydının varlığı gün ışığına çıktı.

GSM hattı edinmek için paravan bayii kuruldu

Kayıtlar ve tespitlerden yola çıkan savcılık, bir başka ipucunu daha yakaladı.

Hasan D.’nin banka hesabına “paket yükleme” adıyla para geldikten hemen sonra cep telefonu üzerinden dolandırıcılık olayları yaşandığı anlaşıldı. Bunun üzerine Hasan D.’nin her dolandırıcılık eylemi için GSM hattı sağlayan kişi olduğu değerlendirildi.

Soruşturma bu tespitlerle tamamlanmadı, devam ediyorum.

Savcılık, genişletilen soruşturmada önemli bir detaya ulaştı.

Hasan D. ve diğer şüphelilerin, dolandırıcılıkta kullandıkları GSM hatlarını, Alanya’da ticari faaliyet yürüten Tahir D. U.’nun sahibi olduğu teknoloji iletişim şirketi altında “paravan” kurulduğu belirlenen iletişim bayii adına Türk Telekom’dan sağladıkları ve suçlarda kullandıkları ortaya çıkarıldı.

Soruşturmada şu detaylarda tespit edildi:

* İstanbul’daki şüphelilerin, suçtan kurtulmak amacıyla kendi adlarına olmayan çoğunluğu Antalya’da bağlantılı oldukları şüphelilerce farklı firmalar adına çıkardıkları hatlar ve Hasan D.’nin bağlantılı iletişim bayiinden yabancı uyruklu kişilere ait SIM kartlar üzerinden saha elemanı olarak değerlendirdikleri ülke genelindeki dolandırıcılık şüphelilerine WhatsApp uygulaması indirtilerek tek kullanımlık şifreleri verildi.

* Fiziksel olarak SIM hareketi olmadığı, bu nedenle baz bilgilerinin İstanbul’da çıktığı, suçta kullanılan GSM hattının dört farklı IMEI numaralı cep telefonlarında kullanıldığı, söz konusu cep telefonlarının üç yıllık HTS dökümünde yapılan incelemede, 18 bin 805 ayrı telefon hattı takıldı.

Dudak uçuklatan rakam: 450 bin telefon hattı!

İsimleri belirlenen dolandırıcılık şebekesi üyelerinin, özel olarak kurulan iletişim bayiinden ve kendi adlarına toplamda 450 bin GSM hattı aldıkları anlaşıldı.

Bir kez daha dikkatinizi çekiyorum; tam 450 bin GSM hattı! Doğru okudunuz tam dört yüz elli bin GSM hattı…

“Bu kadar hatla ne yapılmış?” diye soracaksınız doğal olarak.

Yanıt; “ülke genelinde birçok yurttaşın dolandırılması, terör örgütleri başta olmak üzere organize suç örgütleri, bilişim sistemleri dolandırıcılığı, banka veya kredi kurumlarının araç kullanıldığı dolandırıcılık eylemleri, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi, resmi ve özel belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık, yasa dışı bahis, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, göçmen kaçakçılığı gibi suçlarda bu GSM hatlarının kullandığı” oldu.

Beş paravan firma var

Farklı MASAK raporlarında yapılan incelemelerde, şüpheli GSM numaraları ile bağlantılı yüksek hacimli bankacılık işlemleri gerçekleştirildiği belirlendi.

Yetmedi, suç yapısında kullanılması amacıyla paraların toplanmasını sağlamak amacıyla şüphelilerce beş ayrı paravan firmaya ait banka hesaplarına para gönderildiği tespit edildi.

Ayrıca, bu 450 bin GSM hattının kullanan şebekenin, yine ülke genelinde tam 8 bin 249 dolandırıcıyla bağlantılı olduğu ve bu şüpheliler üzerinden yaklaşık 45 bin 500 dolandırıcılık gerçekleştirdiği anlaşıldı.

Savcılık soruşturmasında, 22 kişilik çatı suç örgütü yapılanmasının faaliyetleri aydınlatıldı. Buna göre, dolandırıcılık eylemlerinin telefon kanalı üzerinden yürütüldüğü, hat sağlayıcılar ile saha elemanlarının dolandırıcılık olayını gerçekleştirme sırasında bağlantıyı koparmadıkları, böylece eylemi gerçekleştirene kadar ve sonrasında elde edilen suç gelirinin paylaşılmasında paravan kurulan şirketler ve kripto hesaplar üzerinden paranın izinin kaybettirmeye çalıştıkları ortaya çıkarıldı.

* * *

Son yıllarda sürekli benzer olaylar ve soruşturmalar kamuoyuna yansıyor, bildiğiniz üzere.

Ancak böylesi bir organizasyon, yakın tarihte görülmedi.

Bu aşamada, GSM firmalarının da mercek altına alınması gerekecek sanırım.

Zaten ülkede hepi topu üç ana GSM hattı sağlayan firma var. Bu soruşturmada, suç örgütünün kullandığı firmayı savcılık tespit etmiş durumda.

GSM firmalarının böylesi dikkat çekici işlemleri daha fazla takibe alması gerekiyor kuşkusuz.

Zira, para kazanmak her şey değil!

                                                             /././

Madleen’deki tek Türk Şuayb Ordu o gemiye nasıl bindi?-Eray Özer-

Madleen’deki tek Türk yolcu Şuayb Ordu’nun insanı duygudan duyguya sürükleyen bir hikâyesi var. Binlerce insan arasından seçilen 12 kişiden biri olan Şuayb, Gazze’ye yardım götürmek için hazırlanan teknelerin inşaatında çalışarak belki de herkesten çok hak etti bu yolculuğu. Eşi Sümeyra’nın da büyük katkısıyla…

Şuayb OrduŞuayb Ordu

Çoğumuz gibi ben de dün geceyi uykusuz geçirdim.

1 Haziran’da Sicilya’dan yola çıkan yardım gemisi Madleen’in gecenin geç saatlerinde Gazze yakınlarına ulaşacağını biliyor fakat İsrail’in nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordum.

O nedenle uyanık kalmak ve olacakları beklemek istedim.

Beklenen oldu ve İsrail gemileri saat 01.30 civarında teknenin çevresini sardı.

Ben de teknedeki aktivistlerin sosyal medya hesaplarını takip ederek gelişmeleri X’ten anı anına aktarmaya karar verdim.

Zira teknedekiler olanların duyurulması için onlara yardımcı olmamızı istiyorlardı.

Önce etrafları sarıldı, bir İsrail gemisi yakın geçiş yaptı ama hemen müdahale edilmedi.

Hatta teknenin kaptanı belki de bunun bir taciz geçişi olmayabileceğini söylüyordu. Dün gece ay yoktu ve deniz çok karanlık olduğundan tam olarak etraflarında ne olduğunu bilemiyorlardı.

Sadece birden fazla İsrail gemisi tarafından sarıldıklarına dair bir fikirleri vardı.

Derken daha tuhaf bir şey oldu ve geminin üstünde uçan dronlar belirdi. Yetmedi, ekibin “kuadkopter” olduğunu belirttiği bu dronlar yukarıdan tekneye beyaz sıvı, boya gibi bir kimyasal dökmeye başladı.

Teknedekiler bu maddenin ne olduğunu bilemiyor, vücudu bu maddeyle temas edenler elini yüzünü yıkamak için güvertede koşturuyordu.

Akabinde kısa bir sessizlikten sonra önce yeniden dronlar belirdi ve İsrail askerleri tekneye çıktı. Zaten bununla birlikte tekneyle tüm iletişim kesildi.

Ben bu yazıyı yazarken Madleen Aşdod Limanı’na çekilmiş ve ekip tutuklanmıştı. Uluslararası kamuoyu Madleen ekibinin bir an önce ülkelerine gönderilmesi için İsrail’e dört koldan baskı yapıyordu.

Madleen ekibinde dünyanın tanıdığı isimler var. Siz de duymuşsunuzdur.

İklim aktivisti olarak çocukluğundan bu yana tanıdığımız Greta Thunberg ve Avrupa Parlamentosu üyesi Rima Hassan gibi…

Bu isimler dışında teknede Fransa, Brezilya, Almanya gibi her ülkeden aktivistler olduğu gibi Türkiye’den de bir isim vardı: Şuayb Ordu.

(Bir de Yasemin Acar var. Ama Yasemin Hanım Almanya vatandaşı.)

Ben size diğerlerinin değil, Şuayb’ın hikâyesini anlatmak istiyorum.

Çünkü benim gözümde Şuayb en az yıllardır aktivizm alanında belli bir şöhrete sahip diğer yolcular kadar büyük bir kahraman.

Dün gece müdahale yaklaşırken çektiği videoda “Türkiye’den sadece ben olduğum için birilerine zarar vermek isterlerse o kişi ben olabilirim” diyerek içimizi parçalayan Şuayb inşaatlarda çalışan ve belli ki elinden her iş gelen bir genç adam.

Toplumsal olaylara karşı hassasiyeti Gazze’yle sınırlı değil.

Hatay depreminde de bölgeye gidip elinden geldiğince herkese yardım elini uzatmaya çalışmış.

Sekiz yıl önce evlenmiş.

Eşi Sümeyra da kendi gibi mütedeyyin ve hayat dolu bir insan.

Birlikte çok eğlendiklerini sosyal medyalarına bakınca anlıyorsunuz. İkisinin de gözlerinden hayat fışkırıyor. İkisinin de yaşamaktan zevk alan, zeki ve parlak insanlar olduğunu anlayabiliyorsunuz.

Şuayb’in Madleen’e katılma yolculuğunun arkasında da Sümeyra var.

Her ikisi de uzunca süredir Gazze eylemlerine destek veriyor. “Daha fazla ne yapabiliriz” derken karşılarına Madleen’in yolculuğu ve Freedom Flotilla Coalition (FFC) ekibi çıkıyor.

Şuayb’in Madleen yolculuğu için “O kadar çok insan o gemide olmak istiyordur ki, bizi almazlar” demesi üzerine Sümeyra hırslanıyor.

Ve olmayacak bir şey yapıyor: Madleen ve benzeri teknelerle Gazze seferlerini düzenleyen FFC’nin tüm dünyadaki ofislerine ayrı ayrı dillerle ayrı ayrı başvuru yapıyor.

Onlarca başvuru!

FFC yetkilileri de haliyle, “Her ofisten başvuru yapan bu iki deli kim” diye meraklanıp onları İstanbul’da görüşmeye çağırıyor.

Ve böylece Sümeyra ve Şuayb ikilisi FFC’yle bağlantıya geçmiş oluyor.

Bence asıl hikâyenin bundan sonraki kısmı etkileyici ve çarpıcı.

Şuayb en başlarda Madleen’e kabul edilme ihtimalinin olmadığına inanıyor. Kontenjan çok kısıtlı, başvuran her profil aktivizme yıllarını vermiş ve hepsi bir STK’yı, bir oluşumu temsil ediyor.

Buna rağmen ekibe tüm gücüyle destek olmaya başlıyor.

Hem de ne destek!

İnşaat işlerinden anlıyor ya… Gazze için hazırlanan üç gemide de (Madleen dışında Conscience ve Hanzala/Handala var) çalışmaya başlıyor.

Özellikle Hanzala’da basbayağı gemi inşaatını öğreniyor. Oradan Madleen’in inşaatına geçiyor.

Zamanla Madleen’in kaptanıyla da aralarında özel bir iletişim oluşuyor. Zira hem geminin eksik-gediğinden anlayan hem zodyak botu kullanmayı bilen hem de her türlü işi zekice kavrayıp ikiletmeden halleden birinin gemide olması kaptanın işine geliyor.

FFC ekibi de her geçen gün Şuayb’i başka türlü sevmeye başlıyor.

“Sabah 8’den akşam 12’ye kadar çalışıyordum” diyor Şuayb, “Belki bu kadar çalıştığımı görürlerse Madleen’e olmasa da Hanzala’ya alırlar diye düşünüyordum.”

Sonunun meçhul olduğu ve hatta belki ucu ölüme varabilecek bir yolculuğa çıkmayı belli ki herkesten çok istiyor Şuayb. Belli ki insan olduğunu hatırlatacak ona bu yolculuk.

Evet, entelektüel olarak diğerleri kadar donanımlı değil belki ama dedim ya, hem ekibin yanında olmasını isteyeceği kadar zeki ve pratik hem de en az diğerleri kadar pırıl pırıl bir insan…

İnsanın dinlerken, izlerken gözünü kamaştıracak kadar parıltılı bir insan.

Neyse devam edelim.

Yanılmıyorsam İtalya’da bir etkinlikte uzaktan hayran olduğu “Sör Davos”u görüyor. Evet, onu “Sör Davos” diye anıyor ama aslında bahsettiğimiz kişi Game of Thrones’taki bu rolüyle ikonik hale gelen usta oyuncu Liam Cunningham.

Cunningham Gazze’ye desteğini ilk günden bu yana esirgemeyen isimlerden.

Şuayb yanına gitmek istiyor bu hayran olduğu büyük aktörün. Fotoğraf çektirmek istiyor.

Lakin beklenmedik bir şey oluyor: O gidemeden Sör Davos onun yanına geliyor!

FFC ekibi Şuayb’den bahsetmiş Cunningham’a… Nasıl da her işin altından kalktığını anlatmış. O da bizzat Şuayb’in yanına gelerek tebrik ve teşekkür etmek istemiş.

Fotoğraflar çektiriliyor, imzalar alınıyor.

Şuayb çok mutlu ama hala Madleen ekibine katılımı kesin değil.

Yedek listeye girmeyi başarıyor ama kendi gibi iki kişi daha var o listede.

Derken… Kalkışa birkaç gün kala o büyük fırsat doğuyor.

Daha doğrusu o fırsatı da kendi yaratıyor Şuayb.

Kalkıştan bir gün önce ekipten biri yanına gelip, “Sen dron kullanabilir misin Şuayb” diye soruyor. Belli ki FFC ekibi o kadar seviyor ki Şuayb’i, onlar da Madleen’e kabulü için bir gerekçe bulmaya çalışıyor.

Gerekçe sağlam yerden geliyor: Teknede dron operatörü yok! Ve bu ayrıntı düşünülmemiş.

Şuayb her şeye, hayata meraklı biri olduğu için dronlarla da varmış meğer bir geçmişi. 3D yazıcılardan parçalarını üretip evde kendi dronunu yapmaya çalışırmış.

Lakin söz konusu profesyonel bir video çekim dronu. Bilmediği çok özelliği ve sadece bir gecesi var önünde.

Bilgisayar mühendisi bir arkadaşına ulaşıyor, dronu veriyor, “Sen özelliklerine bir bakar mısın, ben de işlerimi bitirince sabaha karşı gelip senden kısa bir ders alırım” diyor.

Kalkışa saatler var sadece.

Uykusuz gecenin sonunda kapısına dikildiği arkadaşından hızlı bir kurs alıyor. Önce karadan, sonra gemiden uçuruyor dronu.

Ve evet! Başarıyor. Dronu kullanabiliyor.

Sonrasını biliyorsunuz. On iki kişilik ekibin içinde Türkiye’yi misler gibi temsil ediyor.

Hüseyin Şuayb Ordu şu anda gözaltında.

Tekneye müdahale edilirken hayatından endişe etmişti ama çok şükür korkulan olmadı.

Tüm beklentimiz Şuayb’in bir an önce sağ salim evine dönmesi.

Sen ve eşin Sümeyra birer kahramansınız Şuayb.

Kesinlikle öylesiniz.

Pırıl pırıl insanlar olduğunuz için…

Kimseyi ötekileştirmediğiniz için…

Sizden farklı inançlardan, kültürlerden insanlarla tek bir amaç etrafında kenetlenebildiğiniz için…

Tertemiz kalbinizle, mütevazı tavrınızla bu toprağın namuslu insanlarını hakkıyla temsil ettiğiniz için…

Herkesin -Sör Davos’un bile- sevgi ve saygısını bu mütevazılık ve çalışkanlıkla kazandığınız için…

Helal olsun size!

                                                        /././

Ucuz -Ahmet Çelik Kurtoğlu-

Para politikası, sermaye hesabı ve kur istikrarı, egemenliğine özen gösteren bir ülkenin ihmal etmemesi gereken üçlüdür. Kurdan vazgeçerek ticaret dengesi ve ülkenin büyümesi sağlanmaz.

Değerli mal veya hizmet ucuz olur mu?

Unutmuştuk bu kelimeyi, değil mi?

Bugün aklımdaki değer kavramı, “ucuz”u kalite bağlamında ele alacağım.Yalnız ürün değeri değil, daha önemli olarak, ulusal değer, siyasal değer, insan değeri, bilimsel değer ve benzeri kullanımlarıyla değer.

Siyasetçi ve ucuzluk

Geçen haftalarda İstanbul’a geldiğini medyadan öğrendiğim eski İngiltere başbakanlarından Boris Johnson ve sık sık adını andığım İngiliz Reform Partisi kurucusu Nigel Farrage “değerli siyasetçiler mi?” İnsan olarak herkes değerli, burada siyasetten söz ediyorum.

B. Johnson pandemi sırasında başbakan iken ve herkes evinde otururken, başbakanlık ofisi de olan evinde verdiği ve içkisini alanın davet edildiği partiden sonra koltuğu terk etmek zorunda kaldı. Ama B. Johnson o günden beri milletvekili maaşı olan 90.000 Pound’un çok üstünde paralarla konuşmacı olarak ayda iki defa kürsüye çıkıp, yılda birkaç milyon pound kazancıyla 9 çocuğunun ve ünlü eşinin nafakasını çıkartıyor.

N. Farrage ise zaten vaktiyle uğraştığı borsa işleri üstüne kim bilir neler yapıyor. Tanımam ve ilk şaşkınlığım, TV’de AB parlamentosunda milletvekillerine ağız dolusu hakaret ettiğini görmekle olmuştu. N. Farrage, İngiltere’nin AB’den ayrılmasında B. Johnson’la birlikte başrolü oynadıktan sonra ABD’ye gitti, D. Trump’ın ilk seçiminde sahadaydı. D. Trump’ın AB konusundaki düşünceleri bilinmektedir, İngiltere’nin ayrılması hoşuna gitmiştir ve bu olayda Farrage’ın banka hesaplarının oynadığını düşünmek yanlış olmaz. Hiçbir hizmet karşılıksız değil.

Küresel değerleme sistemleri: Nobel

Nobel ödülünün karşılığı, İsveç Merkez Bankasının ödül başına ödediği, kazanan kişi sayısı birden fazlaysa onların aralarında paylaştıkları bir milyon dolar civarında bir para.Tabii Nobel ödülünün. Kişiye sağladığı bununla kalmıyor. Onlar hem artık ulaşılmaz oluyorlar, konuşmacı olarak makbul isimler oluyor vetelif hakkı elde ediyorlar. Henüz Nobel ödülü almamış olan Yuval Harari’nin konferans ücreti de dudak ucuzlatıcıdır.

Küresel Değerleme Sistemleri: Anı Yayınlamak

Buna benzer üçüncü grup, başbakanlık, devlet başkanlığı görevinde bulunanların, daha sonra yazdıkları anılarıyla ve görev sırasında geliştirdikleri ilişkilerini değerlendirerek yaptıkları danışmanlıkla ulaştıkları parasal değer.Bunun çarpıcı örnekleri ABD başkanlığı görevinden sonra W. Clinton, H. Clinton, B. Obama, M. Obama’nın yayınladıkları anılarının telif hakkıyla satış gelirleridir. Yayınevleri başkan ve başbakanların görev süresi bitmeden yayın hakkını almak için yarışıyor.

İngiltere’nin ünlü başbakanlarından T. Blair’in, ülkesini soktuğu Irak savaşının ardından yayınladığı, başlığında yazmasa da “ben suçluyum” anı kitabının gelirleri ve elbette hala devam eden danışmanlık faaliyetleri, meslektaşlarını imrendirici düzeydedir. T. Blair Bush’un elinden tutmasıyla girdiği Arabistan yarımadasına yön vemeye devam ediyor.

Fiyat-değer

Buraya kadar kimi telif, kimi şöhretin paraya çevrilmesi türünden değerden söz ettim.Bu anlamda değer piyasada oluşmuyor, ortada anı kitabı dışında elle tutulan bir ürün yok. Kitabın fiyatı da basım, dağıtım maliyetlerinden oluşuyor. Değer ise okuyucunun ilgisiyle orantılı. Bunun dışında fiyat-değer karşılaştırması söz konusu değil.

Esas gelmek istediğim konu gerçek dünyada fiyatlama bağlamında değer ve burada vurgulamam gereken husus, hepimizin önceden kestirilebilir ölçüde irrasyonel (predictably irrational) olduğumuz.[1] İktisat derslerinde ilk ders “homo economicus” varsayımı, yani hepimizin fiyatlar ve paramızı harcamamız anlamında rasyonel, piyasaların her zaman dengede, fiyatların saydam olduğudur. Oysa bunların hiçbiri doğru değildir.Denge, kural olmadığı gibi, istenen bir şey de değildir, büyüme kendi başına dengesizliktir. Borçlanma doğal bir finansman yoludur ve onu yöneten de faiz-getiri oranıdır.

Fiyatların saydam olmadığı ortamda, piyasalarda başta devletin dolaylı vergiler gibi müdahaleleri, ardından şirketlerin aksak rekabet yaratıcı uygulamaları ne yatırımcının ne de tüketicinin rasyonel davranmasına izin vermez. Fiyatlar saydam olmadığına ve aynı mal her yerde aynı fiyatta bulunmayacağına göre, tüketici de kendi satın alma kararlarını hem psikolojik olarak hem de etrafına bakarak, yani diğer müşterilerin tercihlerini gözleyerek, anlık olarak verir.[2]Yani irrasyonalite esastır.

On yıl kadar önce fiyatlama konusunda danışmanlık yaptım.Bunu yaparken, 1985’te üç iktisatçının Almanya’da, Bonn’da kurdukları Simon-Kucher & Partners adlı şirketten yararlandım.Bu şirket münhasıran fiyatlama danışmanlığı yapıyordu.Başlangıçta Türk şirketlere ürünlerini (mal veya hizmet) nasıl fiyatladıklarını sorduğumuzda ilk yanıt, “maliyet artı kâr”dı.Hangi maliyet, sabit mi, değişken mi sorusunun yanıtı yoktu.İkinci yanıt, rakiplere bakarız olurdu. Pekâlâ rakibin nakit sıkıntısı veya yeni bir işe girme, ya da işi tasfiye etme planı, projesi varsa, fiyatları onun için aşağıda tutuyorsa?Bunun da yanıtı yoktu.Üçüncü olarak, piyasa “liderini izleriz denirdi, pekala, onun ürünlerini hangi saikle ürünlerini fiyatladığını biliyor musunuz?* Bu sorular Türk iş adamlarının önüne yeni geliyordu.

Değer-döviz kuru

Yazının başlığı “ucuz.” Bu konuda beni iktisatçı olarak en çok rahatsız eden döviz kuru, yani ulusal paranın yabancı para cinsinden değeri, yani Türk emeğinin değeridir.Değer konusuna hâkim olmayan, değere önem vermeyen kişiler, döviz dengesini sağlamak için en yapılmayacak şeyi yaparlar, TL’nin yabancı paralar cinsinden değerinin düşürülmesini savunurlar. Muhasebe kültüründen geliyorsanız bu doğaldır, bir şeyin satış miktarını arttırmak istiyorsanız, fiyatını düşürürsünüz. Ürünün fiyat talep esnekliğine bağlı olarak satış artarsa, geliriniz de yükselir.

Bu Türk ürünlerinin, yani Türk işçisinin emeğinin ucuzlatılması demektirBu politikanın arkasında duran kolaycılar ve döviz hareketlerinden kazanç elde edenler devalüasyonu savunur. Böylece, Türk üreticinin daha verimli, yani daha ucuza üretim yapmasını teşvik etmek, böylece işgücü verimliliğini arttırmak, emekçinin saat değerini yükseltmek yerine onu ucuzlatmayı tercih ederler. O politika maalesef devam ediyor.Her gün daha yoksullaşıyoruz.

Değer-fiyat

Ucuz ve değer bağlamında değinmek istediğim diğer önemli konu kalitedir. Ekonomi politikasının hedefi işgücü verimliliğini arttırmak yanında, üretilen ürünlerin, yani tüketicinin eline geçen ürünün kalitesinin yükseltilmesi olmalıdır. Birçok ülkede dış ticaret dengesinin sağlanması, yurtiçindeki üretimin arttırılması için kampanyalar düzenlenir. Bu kampanyaların kolay olanı, ucuz mal üretilmesidir.Ama değeri düşürmemek için önemli olan ucuz ve kaliteli üretimdir. Şu atasözünü unutmamak gerekir; “ucuz mal alacak kadar zengin değilim." Önemli olan malın fiyatının düşük olmasından çok, kaliteli olmasıdır. 

Dünyanın en değerli parası: CHF

Dünyanın en değerli para birimi İsviçre Frank’ıdır. 8.9 milyon nüfusu ve Alman, Fransız, İtalyan kültürleriyle çevrili olan İsviçre Konfederasyonu, denize çıkışı olmayan, neredeyse yarısı Alp dağlarıyla ve tabii göllerle kaplı bir ülkedir. 1515’ten beri tarafsız olan, bu niteliği 1648’de Westphalia Kongres’inde teyit edilen İsviçre Konfederasyonu gücünü tarafsızlığı kadar kurumsal güvenilirliğine borçludur.Bunun sonucu ise Helvetik konfederasyonu Franc’ının, CHF’nin değerinin, tüm paralar arasında en yüksek değere sahip, yani en pahalı para olmasıdır. İsviçre bankacılık sistemi sır vermemesiyle ünlüdür, ama aynı zamanda bu bankalara yatırılan paralara faiz de ödenmemekte, hatta tersine paralar muhafaza edildiği için bu hizmetin karşılığı bedel ödenmektedir.

İsviçre endüstrisi ekonomide yüzde 18 paya sahiptir ve en büyük 20 ülke arasında saatte 100 dolar gayri safi yurtiçi hasıla üreterek ilk sırada yer almaktadır.[3] Saat ve çikolata İsviçre denince akla ilk gelen endüstrilerdir; bunlar yanında ilaç, kimyasal, ARGE endüstrileri ve eğitim ülkenin yıldızlarıdır.Yani CHF’in değerinin yüksek olması, İsviçre’nin ihracatını azaltmamaktadır.

Ulusal para-değer

Devalüasyon bir para politikası aletidir. Ama aynı zamanda ülke ekonomisinin yönetiminde “üçlü açmaz-trilateral dilemma” unutulmamalıdır. Para politikası, sermaye hesabı ve kur istikrarı, egemenliğine özen gösteren bir ülkenin ihmal etmemesi gereken üçlüdür. Kurdan vazgeçerek ticaret dengesi ve ülkenin büyümesi sağlanmaz. Değerinin özenle ama bilimin dışına çıkmadan korunması gerekir. Bu dengeye dikkat edilmezse neler olduğunu hatırlamak isteyenler, 1994 krizine ve 5 Nisan kararlarına nasıl gidildiğini yeniden okuyabilirler. 

[1] D.Airely, Predictably Irrational, Harper Collins, 2008

[2] James E.Duesenberry, Duesenberry etkisi, 1949

[3] Ruchir Sharma, The World’s Strongest Surrency is also Super Competitive,FT02.06.2025,

                                                                       /././

Fotoğraftaki beş isim KRT’deki krizi çözmek için devrede mi acaba?-Candan Yıldız-

KRT’nin gerçek sahibi olduğu iddia edilen ailenin Şanlıurfa’daki otelinde Kemal Kılıçdaroğlu konuk olarak ağırlanmış.

Kılıçdaroğlu

Bugün bayram…

Tazminat, maaş ve yemek ücretleri ödenmeyen KRT çalışanları “her nefes alışımız bir bayramdı” diyemeyecek kadar sert girdiler bayrama…

Zira kanalın sahibi olarak bilinen Fırat Bozfırat’ın avukatının kanal çalışanlarına  “daha fazla kandıramam” dediği günün saatler sonrası işler değişti.

Ankara ve İstanbul ofisindeki çalışanlar fiili olarak greve gitti.

Kanal yönetimi hem özür diledi hem de öğrendiğim kadarıyla bayrama girmeden çalışanların alacaklarının bir kısmını ödeme sözü verdi. Ama o sözü tutmadı.

O nedenle kanal çalışanları için bayram olmadı.

CHP’ye yakınlığı ile bilinen ancak Kasım 2023’te satıldıktan sonra yayın çizgisi peyder pey değişen KRT’nin sahiplik yapısı ile ilgili net bir durum olmadığını yazmıştım.

Müteahhitlik yapan Fırat Bozfırat’ın ‘vitrin’ patron olduğu, kanalın gerçek sahibinin Urfalı bir ailenin olduğu medya mahallesinin konuşulan iddiasıdır. Bu konuyla ilgili sizinle bir fotoğraf paylaşacağım. 

Fotoğraf 30 Eylül 2023 tarihli. Yer Şanlıurfa….

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda Enerji Bakanı olacağı konuşulan Ahmet Akın, Fırat Bozfırat ile Şanlıurfa’nın bilinen otellerinden Nevali Otel Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet AvcıYusuf Avcı bir arada.

İddiaya göre; KRT’nin gerçek sahibi işte bu Avcı ailesi.

Kılıçdaroğlu “Yerel Yönetimler Güneydoğu Anadolu Çalıştayı” na katılırken bu otelde ağırlanmış.  Fotoğraf da o vesileyle çekilmiş.

Avcı ailesi açık kaynak araştırmalarıma göre kamuya bağışlarıyla, sosyal sorumluluk projelerinde gündeme gelen bir aile.

Kanal çalışanlarının maruz bırakıldığı durumla ilgili Avcı ailesinin  bir tasarrufu olacak mı, bilinmiyor. Gelelim KRT’deki son duruma… Çalışanlar bayramda nöbetleşe olarak kanalda kalmaya devam edecekler.  Bayram sonrası Salı gün yeniden büyük bir buluşma olacak.

Çalışanlar hakları verilene kadar “iş borçlarını yerine getirmeyeceklerine” dair ihtarname çektiler. Kanalın yayınları bant yayın olarak devam ediyor anlayacağınız. Çalışan haklarının ödenmesi için CHP’den isimlerin devreye girip girmediği isi henüz bilinmiyor.

Zira kanal artık başka bir noktada…

Ancak güçlü bir kamuoyu oluştu.

Çalışanların talepleri net:

-28 Mart’tan bu yana yapılmayan maaş ve yemek ücreti ödemelerinin ivedi şekilde yapılması

-Yemek kartı içerisinde bloke edilen yemek ücretlerinin ayrıca ödenmesi

-Yaşadığımız maaş gecikmesi sonucu başta bankalara olan borcumuzun faizi ile birlikte karşılanması

-İşten “tazminatınız ödenecek” denerek çıkarılan arkadaşlarımızın tazminatlarının mahkeme beklenmeden ödenmesi

-2 ayı aşkın bir süredir ödenemeyen maaşlar sebebiyle çalışanların kendi imkanlarıyla karşıladığı yol ücretlerinin ödenmesi

-Kazanılmış tüm haklarımızın verilmesi

-Eksik yatırılan sigorta primlerinin tam yatırılması

-Süreç içerisinde ve sonrasında haksız işten çıkarmaların yapılmaması.

Türkiye televizyonculuk tarihinde pek olmayan bir şey deneniyor: Canlı yayını durdurma…

Bakalım bayram sonrası neler yaşanacak. Ancak KRT’deki çalışanların haklı olarak talepleri daha çok ekonomik.

Yine de şu notu düşmeden edemeyeceğim. O taleplerden biri de editoryal bağımsızlık olmalıydı diye düşünüyorum.

Çünkü gazetecinin haklarının başladığı yerlerden biri orası…

Ondan da vazgeçilmemeli…

                                                             /././

Portekiz'de aşırı sağ neden yükselir?-Hasan Göğüş-

Portekiz’de Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmesine karşın yetkileri sınırlı. Demek ki devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçiliyor olması, mutlaka başkanlık sistemine geçilmesini gerektirmiyormuş. Avusturya da aynı modeli uyguluyor.

portekiz

Portekiz, Avrupa’nın en batı ucunda 10 milyon nüfusa sahip, şirin bir ülke. Çoğu kimse tarafından ilk bakışta bir Akdeniz ülkesi olarak bilinse de, aslında Akdeniz’e kıyısı yok. Ama insanlarının sıcak kanlılığı,  güzel yemek yiyip içmeye, eğlenmeye düşkünlüğü  gibi hasletleri  dolayısıyla tipik bir Akdeniz ülkesi.

Altın vizeye Türk’lerden hücum

Portekiz son yıllarda Türkiye’de  yatırım karşılığında daimi oturma müsaadesi ve vatandaşlık hakkı tanıyan “altın vize” programı ile meşhur oldu.2012 yılında mali kaynak yaratarak ülkenin ekonomik krizden çıkabilmesi için uygulamaya konulan,”Denize nazır, pasaport hazır” programına Çinlilerden sonra en fazla rağbet edenler arasında “Beyaz Türkler” de var. ”Altın Vize” programı, ev kiralarında yaşanan çok hızlı artışa bağlı olarak enflasyonu körüklemeye başlayınca Portekiz halkının büyük tepkisine yol açtı. Bu program çerçevesinde yabancılara gayrimenkul satışı, önce büyük şehirlerde, yıl başından bu yana da ülke çapında sonlandırıldı.

18 Mayıs genel seçimleri

Portekiz Türkiye’nin ikili ilişkilerinde sorun yaşamadığı nadir Avrupa ülkelerinden biri. Galiba sorun olmayınca Türk kamuoyunun ilgisini çekmek kolay kolay mümkün olmuyor.

Portekiz halkı 18 Mayıs’ta üç yıl içerisinde üçüncü kez sandık başına gitti. Bu kadar sık seçimlere gidilmesi, Bulgaristan haricinde Avrupa Birliği ülkelerinde pek rastlanılan durum değil.11 Mart’ta hakkındaki yolsuzluk iddiaları üzerine güvensizlik oyuyla düşürülen Sosyal Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Luis Montenegro’nun liderliğindeki Demokratik İttifak seçimlerden yine birinci olarak çıktı.

Portekiz siyasi hayatına altı yıl  önce giren aşırı sağcı Chega (Yeter) Partisi, Sosyalistleri geride bırakarak  ikinci sıraya yerleşti.Oyların yüzde 23’ünü almayı başaran Chega, Parlamentoda bu kere 60 milletvekili ile temsil edilecek. Bileşik kaplar misali aşırı sağcı partiler Avrupa Ülkelerinin hepsinde son dönemde yapılan seçimlerden oylarını katlayarak çıkıyorlar. Tarih boyunca sömürge halklarıyla birlikte iç içe yaşayıp da yabancı düşmanlığı ile tanışmamış ve  yasadışı göç yolları üzerinde yer almayan Portekiz gibi bir ülkede, ırkçı bir partinin nasıl olup da bu kadar kısa bir sürede  dallanıp budaklanması sosyologlarca irdelenmesi gereken bir soru.

Geleneksel olarak Portekiz’in yarım asırlık demokrasi tarihinde bugüne kadar hep ya iktidar, ya ana muhalefet  görevi üstlenmiş bulunan sosyalistler ise 18 Mayıs’ta büyük bir oy kaybına uğrayarak az bir oy farkıyla Chega’nın gerisinde kaldı.Büyük oy kaybıyla üst üste iki seçim kaybeden Sosyalist Parti Genel Başkanı Pedro Nuno Santos yapması gerekeni yerine getirerek seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından görevinden istifa etti.

Portekiz’in siyasal sistemi

Uzun yıllar Salazar’ın diktatörlüğü altında yaşayan Portekizliler 1974 yılındaki karanfil devrimi ile demokrasiye kavuştu.Devrimin adı harekata katılan askerlerin tüfeklerinin uçlarına birer karanfil çiçeği takmalarından kaynaklanıyor.O tarihten bu yana da Portekiz kesintisiz parlamenter demokrasiyle yönetiliyor. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmesine karşın yetkileri sınırlı.Demek ki devlet başkanının doğrudan halk tarafından seçiliyor olması, mutlaka başkanlık sistemine geçilmesini gerektirmiyormuş. Bildiğim kadarıyla Avusturya da aynı modeli uyguluyor.Trump gibi medya geçmişi bulunan Portekiz’in halihazırdaki Cumhurbaşkanı Marcelo Rebelo de Sousa’nın görev süresi önümüzdeki yıl sona eriyor. Seçimlere daha bir yıl olmasına rağmen eski Genel Kurmay Başkanı Amiral Gouveia  Melo ve Sosyalist Parti’nin önceki başkanlarından Antonia Jose Seguro şimdiden adaylıklarını açıklamış bulunuyorlar.

Portekiz’de ilginç bir şekilde siyasi partilerin isimleri ideolojilerini yansıtmıyor.Sosyalist parti aslında sosyal demokrat görüşü temsil ediyor.Sosyal demokrat parti merkez sağda konumlanmış.Halkçı Parti muhafazakar eğilimli, diğer Avrupa ülkelerindeki Hristiyan demokrat partilerin tipik bir örneği.Solda ise Komünist Parti, sol blok ve yeşiller var.

Tek meclisli Portekiz Parlamentosu 230 milletvekilinden oluşuyor. Demokratik İttifakın 18 Mayıs'ta çıkardığı 91 milletvekili güvenoyu alabilmek için gerekli salt çoğunluğu sağlamaya yeterli olmuyor.Üç hafta süren koalisyon pazarlıklarından sonuç çıkmayınca Başbakan Montenegro yine azınlık hükümeti kurmak zorunda kaldı.Sosyalistlerin dışarıdan desteklemeyi vaadettiği yeni hükümet  önceki yemin ederek göreve başladı.Amerikan hayranlığının hala yaygın olduğu Portekiz'de, yeni hükümette bir de Devlette Reform Bakanlığı kuruldu. Kim bilir, bir bakarsınız şiddetli geçimsizlik nedeniyle Donald’tan boşanan Elon ileride bu bakanlığın başına getirilivermiş.

Aslında azınlık hükümetleri Portekizlilerin yabancısı değil.Halen AB’nin Konsey Başkanlığı görevini yürüten Antonia Costa da Başbakan olarak iki dönem Sosyalist Parti azınlık hükümetleriyle Portekiz’i idare etmişti.

Sanki Türkiye’nin uzlaşı kültürü bakımından Portekiz demokrasisinden alacağı dersler var.

                                                              /././

Ekrem İmamoğlu'ndan Ferdi Zeyrek'in cenazesi için Adalet Bakanlığı'na başvuru

ekrem imamoğlu

Tutuklu Cumhurbaşkanı adayı ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hayatını kaybeden Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek'in yarın düzenlecek cenaze törenine katılabilmek için Adalet Bakanlığına başvuruda bulundu.(https://t24.com.tr/haber/ekrem-imamoglu-ndan-ferdi-zeyrek-icin-adalet-bakanligi-na-basvuru--,1243880)

                                                              ***

İBB operasyonlarında tutuklanan Atayman'ın oğlu Efe Çakır: Annem Afyon Cezaevinde 5 gündür yerde yatıyor

ipek elif atayman
'Kent Uzlaşısı' ve 'Medya AŞ' soruşturmasında tutuklanan Şişli Belediyesi KENTHAŞ Genel Müdürü Yardımcısı İpek Elif Atayman'ın oğlu Efe Çakır, "İBB Medya AŞ eski genel müdürü annem İpek Elif Atayman, sürüldüğü Afyon Cezaevinde 5 gündür yerde yatıyor" dedi. Avukat Hüseyin Ersöz, "İpek Elif Atayman’a 5 gündür ranza/yatak verilmemesi Kötü Muamele Yasağı’nın açık ihlalidir" ifadeleriyle olaya tepki gösterdi.(https://t24.com.tr/haber/ibb-operasyonlarinda-tutuklanan-atayman-in-oglu-efe-cakir-annem-afyon-cezaevinde-5-gundur-yerde-yatiyor,1243878)


 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda+"İstanbul’un nimeti" deniz, seyirlik bile değil+İstanbul’un kıyısı sermayeye peşkeş+Kıyı hakkının 20 yıllık gasbı: Halkın denizle bağı yasalarla koparılıp sermayeye veriliyor-EVRENSEL-

Tatil yerlerinde kıyılar gasbedilmiş durumda - Nisa Sude Demirel/ Şeyma Akcan Kıyılar ya otellerin ya da özel başka türlü işletmelerin kontr...