‘Program’lı yangın
Erdoğan-Şimşek’in kemer sıkma programı, orman yangınıyla mücadeleyi zayıflattı. 2024’te emekli olan binlerce işçinin yerine tasarruf gerekçesiyle yenileri alınmadı.
Fotoğraf: Çiğdem Münibe Alyanak/AAİktidarın 2025 yılında emekli aylıklarını yüzde 30 oranında düşüreceğinin ortaya çıkması üzerine, Orman Genel Müdürlü- ğü bünyesinde çalışan çok sayıda tecrübeli işçi 2024 yılında emekli oldu. Kurumdan 1650 sürekli işçi, 410 memur ayrıldı. 2024’te Orman Genel Müdürlüğünden ayrılan emekçi sayısı toplam 2 bin 338 oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından hayata geçirilen tasarruf programı kapsamında geçtiğimiz yıl kamu kurumlarına işçi ve memur alımları azaltıldı. Orman Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz yıl kurumdan ayrılan işçi sayısının sadece yüzde 7.5’i kadar işçiyi (135 işçi) kuruma aldı. Memur alımlarında kadrolu istihdam yüzde 14’e (34 kişi) düştü; 209 sözleşmeli personel ile açık kapatılmaya çalışıldı. 2023-2024’te toplam personel 44 bin 28’den 42 bin 79’a geriledi. Seçim sonrası uygulanan kemer sıkma politikaları, orman yangınlarında riski büyüttü. Kurumun afete müdahale kapasitesi zayıfladı.
Saray-IMF programıyla yangın afete dönüştü
2024'te 2.338 personel (ağırlıklı deneyimli sürekli işçiler) 2025 yılında düşecek emekli aylıkları nedeniyle emekli oldu. Kadroların sadece %16'sı dolduruldu. Yangın müdahale kapasitesi zayıfladı.
Saray-IMF programıyla yangın afete dönüştü -Uğur Zengin-
2024'te 2.338 personel (ağırlıklı deneyimli sürekli işçiler) 2025 yılında düşecek emekli aylıkları nedeniyle emekli oldu. Kadroların sadece %16'sı dolduruldu. Yangın müdahale kapasitesi zayıfladı.
Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Orman Genel Müdürlüğünün personel sayısı, iktidarın ortaya koyduğu ‘Kemer sıkma’ programı nedeniyle 2024 yılında 2 bin kişi azaldı. İktidarın uyguladığı ekonomi programı yangınlara müdahale edecek işçi sayısını azalttı. Türkiye’de ormanlardan sorumlu kurum olan Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan işçi ve memur sayısı 2024 yılında bir önceki yıla göre geriledi.
2025 yılının ikinci yarısında emekli olacak işçilere 2024 yılında emekli olacaklara göre yaklaşık yüzde 30 oranında daha düşük bir emekli aylığı bağlanması ve bu aylık farkının gelecek yıllarda da devam etmesi nedeniyle kurumda uzun yıllar çalışmış orman işçileri emekli oldu.
Orman Genel Müdürlüğünden toplam 2 bin 61 kişi 2024 yılında emekli oldu. Söz konusu 2 bin 61 kişinin 1650’si sürekli işçi, biri geçici işçi ve 410’u memur statüsünde çalışıyordu. Vefat, istifa, göreve son ve haricen nakillerle birlikte kurumdan ayrılanların toplam sayısı 2 bin 338’i buldu.
Aynı yıl göreve başlatılan personel sayısı ise 389 ile sınırlı kaldı. Buna göre boşalan kadronun yalnızca yüzde 16.63’ü dolduruldu.
2024’te görevden ayrılan 1651’i emekli olan ve toplam sayıları 1790’ü bulan işçilerin yerine ise sadece 135 kişi istihdam edildi. Buna göre kurumdan ayrılan her yüz işçi yerine 7.5 kişi alındı.
Kurumdan ayrılan 1651 işçinin 1650’si sürekli işçi kadrosunda çalışıyordu. Ancak aynı yıl kurumda çalışmaya başlayan yeni işçilerin sadece 76’sı sürekli işçi kadrosuna alındı. Kuruma alınan geçici işçi sayısı ise 59 oldu.
Kurumdan emekli olan memur sayısı 382 oldu. Kurumda göreve başlatılan memur sayısı ise toplam 243 oldu. Bu memur kadrolarının da 209’u sözleşmeli personel ile dolduruldu. Kadrolu istihdamla kurumda çalışmaya başlayan memur sayısı ise sadece 34 ile sınırlı kaldı. Buna göre bir yılda kadrolu memur sayısı 348 azaltıldı.
Tepki azaldı, seçim bitti, işçi ve memur sayısı azaldı
Orman Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan memur ve işçi sayısının değişimi de dikkat çekti. Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı müdürlük 2022 yılında çıkan büyük orman yangınlarına müdahalede yetersiz kaldı. Oluşan toplumsal tepki üzerine Eski Tarım ve Orman Bakanı Vahit Kirişçi, 2022 yılının haziran ayında yaptığı açıklamada, “4 Temmuz’da gece görüşlü 10 helikopteri envanterimize katmış olacağız” dedi.
Ancak geçen süre içinde gece görüşlü yangın söndürme uçağı alınmadı. 2021 yılında 38 bin 702 olan Orman Genel Müdürlüğü bünyesindeki personel sayısı 2022’de 44 bin 200’e çıkarıldı. Müdürlük bünyesine yaklaşık 4 bin geçici işçi alındı.
2023 yılında personel sayısı 44 bin 200’den 44 bin 28’e düşürüldü. 2024 yılına gelindiğinde ise Orman Genel Müdürlüğü personel sayısı 2 binden fazla düştü.
Sürekli işçi sayısı bir yılda 667, geçici işçi sayısı 988 kişi azaldı.

Tablo: Evrensel
Tasarruf genelgesi ile kamuda işçi sayısı azaltıldı
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek eliyle hayata geçirilen tasarruf programı kapsamında kamuda memur ve işçi alımları durdurulmuştu. Geçtiğimiz yıl yayımlanan tasarruf genelgesinin “personel giderleri” başlıklı bölümünün ilk paragrafında, “Mevcut personelin etkin ve verimli çalışmasını sağlamak üzere gerekli tedbirler alınacak, bu personel hizmet standartlarına uygun ve dengeli bir şekilde görevlendirilecek ve atıl personel oluşmasına izin verilmeyecektir. Kanundan doğan mecburi yükümlülüklerin yerine getirilmesi hariç olmak üzere bir önceki mali yılda kadro ve pozisyon sayılarında emeklilik, istifa ve ölüm gibi nedenlerle meydana gelen azalma kadar yeni kadro ve pozisyon ihdas ya da kullanım talebinde bulunulabilecektir. Mahalli idareler bakımından bu kapsamdaki uygulamalarda, ilgili mevzuatta yer alan norm kadro ilke ve standartları ile yıllık toplam personel giderleri hakkındaki oranlar esas alınacaktır” denilmişti.
Madagaskar’da IMF eliyle gerçekleşen sıtma felaketini hatırlattı
Türkiye’de uygulanan örtülü IMF reçetesi ile uygulanan kemer sıkma programı ile ‘faiz dışı fazla’ verme hedefi orman yangınlarını ölümcül hale getirdi. Yaşananlar IMF programının uygulandığı Madagaskar’daki 10 bin cana mal olan sıtma felaketini hatırlattı.
Antropolog David Graeber Madagaskar’da yaşananlara ilişkin şunları yazmıştı: “Yaklaşık iki yıl, Madagaskar’ın yüksek bölgelerinde yaşadım. Ben oraya gitmeden kısa süre önce, bir sıtma salgını yaşanmıştı. Bu salgın özellikle çok şiddetli olmuştu, çünkü Madagaskar’ın yüksek bölgelerinde sıtma yıllar önce silinip atılmış, aradan birkaç nesil geçtikten sonra insanların çoğu bağışıklıklarını kaybetmişti. Problem, sivrisinek imha programını devam ettirmek için para gerekmesiydi. Çünkü sivrisineklerin yeniden üremeye başlamadığından emin olmak için periyodik testlerin yapılması, var oldukları ortaya çıktığında ilaçlama kampanyaları başlatılması gerekiyordu. Çok büyük bir para değildi. Ancak IMF’nin uygulattığı kemer sıkma politikalarından dolayı, hükümet izleme programını kesmek zorunda kalmıştı.
On bin insan öldü. Kaybettikleri çocuklarının yasını tutan genç anneler gördüm. Citibank, bilançosu için pek de önemli olmayan, sorumsuzca verilmiş bir krediyle ilgili zararlarını azaltmak zorunda kalmasın diye on bin insanın hayatını kaybetmesini mazur göstermenin zor olduğunu düşünebilirsiniz. Ama işte karşımızda son derece aklı başında bir kadın var -hem de bir yardım derneği yararına çalışan biri- ki bunu tartışılmaz bir gerçek gibi görüyor. Onlara göre, ‘Ne olursa olsun, o parayı borçlanmışlar, insan tabii borcunu ödemek zorundadır.’ Ancak gerçek bu değil.”
Doğal afet diye bir şey yoktur -Koray R. Yılmaz-
Son yıllarda çok büyük orman yangınlarına tanıklık ediyoruz. Avustralya’dan Sibirya’ya, Yunanistan’dan Bolivya’ya, Kanada’dan Türkiye’ye… Başlayan, bitmek bilmeyen, insanı, ağacı, börtü böceği, toprağı, suyu, evi barkı kül eden, duman eden yangınlar… Doğal afet deniyor bunlara… Deprem, heyelan, sıcak dalgası, erozyon, hortum, sel, kasırga vb. afetlerden biri de bu yangınlar … Bir şey doğalsa yapacak bir şey yok getirdiği götürdüğüyle baş üstüne demek lazım…
Oysa “doğal afet diye bir şey yoktur” diyor Neil Smith Katrina Kasırgası bağlamında yazdığı kısa bir makalenin başlığında. Bu ifade uluslararası ölçekte de giderek yaygınlık kazanıyor. “Doğal afet” ifadesinin yanlış ve yanıltıcı olduğunun altı kuvvetli bir şekilde çiziliyor böylece. Buradaki amaç meydana gelen afetlerin neredeyse her zaman toplumsal ve politik nitelikli kararlar sonucu oluşmuş olduğunu öne çıkarmak. Terminolojik bağlamda “natural disaster/doğal afet” kavramı yerine “disaster/afet” kavramının kullanımı yönünde küresel ölçekte çalışmalar dahi yürütülüyor. Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler’in de bu zeminde raporları söz konusu. Bu bağlamda AFAD’ın da sitesini bir daha gözden geçirmesinde fayda var.
Şüphesiz afetlerin doğallığının reddi, doğa olaylarının inkârı anlamına gelmiyor. Ama Smith’in örneğiyle Hindukuş dağlarında meydana gelen bir doğa olayı, büyük bir deprem hiçbir afete yol açmayabilirken, aynı büyüklükteki bir deprem Kaliforniya’da büyük bir afete dönüşebilir. Bu örnek, doğa olayı ile afet arasındaki farkı özlü bir şekilde anlatan kuvvetli bir örnektir. Şüphesiz bu fark afetlerin toplumsal, siyasal ve iktisadi boyutlarıdır.
Smith bir afetin tüm yönleriyle- nedenleri, zarar verebilirliği, hazırlık düzeyi, sonuçları, müdahale biçimleri ve yeniden inşa- büyük ölçüde toplumsal denklemin bir ürünü olduğunu söylüyor. Kimin hayatta kalacağı da kimin öleceği de bu toplumsal denklemin bir parçasıdır. Afetlerin “doğal” diye etiketlenmesi sorumluluğun doğaya havale edilmesi, asıl sorumluların- siyaset, sermaye ve toplumsal eşitsizliklerin- gözden kaçırılması demektir. Orman yangınları bunun en çarpıcı örneklerinden biri gibi. Son derece doğal olan küçük bir kıvılcım sosyoekonomik nizam ve politik kararlar bağlamında devasa bir felakete dönüşebiliyor. Küresel düzeyde kapitalist üretim tarzının fosil yakıt kullanımına dayalı olarak gelişen iklim krizi, daha yerel düzeyde ama küresel ekonominin işleyişi ile sıkı ilişkili bir şekilde belirlenen ekonomik modellerin sonucu olarak karşımıza çıkan plansız yapılaşma, turizm baskısı, madencilik, tarım arazilerine müdahaleler, rant için kasıtlı çıkarılan yangınlar, doğanın, ağacın, toprağın, suyun kâr elde etmek için bir araç olarak görülmesi, orman ekosisteminin sürdürülebilirliği için gerekli düzenlemelerin yapılmaması ya da mülgası… bu sürecin arkasındaki sosyoekonomik ve politik dinamikler olarak görünüyor.
Diğer yandan yangınlar herkesi eşit şekilde de yakmıyor. Neil Smith’in Katrina Kasırgası örneğinde gösterdiği gibi, afetler mevcut sınıf, ırk ve cinsiyete dayalı ayrımlara duyarlı ve onları daha da derinleştiriyor. Orman yangınlarında da durum farklı görünmüyor. Orman köylüleri, köylü kadınlar, küçük üreticiler, hayvancılıkla geçinen aileler vb. yangının ilk kurbanları. Geçim kaynakları, beka gereçleri kül oluyor. Zengin kesimler ise genelde daha güvenli bölgelerde yaşıyor, sigorta poliçeleri var ve yeniden inşa imkanlarına erişebiliyor. Oysa yoksullar çoğu zaman yangının derecesine göre elde avuçta ne varsa kaybediyor.
Yangına müdahale biçimi de toplumsal düzenin aynası gibi. Pek çok ülkede neoliberal politikalarla birlikte devletin ormancılık teşkilatı yıllar içinde küçültülmüş, yangınla mücadele taşeronlara devredilmiş, yangın uçakları yerini ihale tartışmalarına bırakmış. Hiç de yabancı olmadığımız üzere yangınla mücadelede halkın gönüllü katılımı öne çıkmış ama kurumsal hazırlık hep yetersiz. Sonuç, müdahale geciktikçe daha da büyüyen bir felaket... Eskişehir’de, Bursa’da olduğu gibi hayatını kaybeden koca yürekli insanlar. Zaten kahramanlık hikayeleri böyle değil midir? Bir hikâyede kahramanlar öne çıkıyorsa toplumsal düzen ve kurumsal işleyişte büyük sorunlar vardır.
Yangın bittiğinde de bitmez aslında. Geriye yanan alanlar kalır, peki ya sonra? İşte bir diğer mesele de burada ortaya çıkar: Yeniden inşa. Bu inşa kimin çıkarınadır? Birçok bölgede yanan ormanlar imara açılır, otel, villa, lüks site projeleri boy gösterir. Alanın ekolojik yenilenmesi değil, sermaye için yeni rant alanına dönüşmesi önceliklidir. Bazıları küle dönen köyüne dönemezken, bazıları o köyün yerine yeni bir tatil köyü, otel vb. inşa etme çabasındadır.
Orman yangınları doğanın değil, neoliberal politikaların ve eşitsiz toplumsal düzenin şekillendirdiği bir afettir; kim yanar, kim söndürür, kim rant elde eder, kim göç etmek zorunda kalır, tüm bunlar ekolojik dengenin değil, sosyoekonomik nizamın ve siyasal tercihin bir sonucudur.
Bugün ihtiyaç olan, yangına karşı yalnızca itfaiye uçakları değildir, doğayı ranttan koruyacak güçlü bir kamusal irade, yerel halkın söz ve hak sahibi olduğu kolektif bir ormancılık, fosil yakıt bağımlılığını azaltacak gerçekçi bir yoldur.
Bir kıvılcım doğaldır, evet. Ama felaket toplumsaldır. Ve onu önlemek de mümkündür.
‘Yeşil vatan’ ne yeşilidir? Ağaç mı, yoksa…-Hakkı Özdal-
Türkiye’de özellikle son yıllarda artan ve yaz aylarında yoğunlaşan orman yangınları, bu kez neredeyse yaz mevsiminden bile önce başladı. Doğu ve Güney Marmara, Trakya, Batı Karadeniz, İç ve Batı Anadolu, Ege ve Akdeniz’in neredeyse tamamı… Ülkenin önemli bir bölümü ardışık yangınlarla kavruluyor. 2021’deki büyük yangınlardan sonra bir kez daha ve bu kez daha çeşitli bir coğrafyada ormanlar kül oluyor.
Ormanları korumak ve bu tür yangın olaylarına zamanında ve etkili şekilde müdahale ederek hızlıca söndürmek için gerekli teçhizat ve donanımın olmadığı, öncekilerde olduğu gibi 2025 yangınlarında da ayan beyan görüldü. Bu eksiklik, bizzat can kayıplarına yol açarak acı şekilde ortaya çıkıyor. Eskişehir Seyitgazi’deki yangınla mücadele sırasında hayatını kaybeden 11 kişiye Bursa’daki büyük yangında yeni kayıplar eklendi. Toplam can kaybı 20’ye yaklaşıyor. Gerekli giysileri ve teknik cihazları olmayan, eğitimleri yetersiz görevliler ile yurduna karşı sorumluluk hissiyle yangın yerine koşan, ama bir ‘kılavuz’dan yoksun olarak rastgele davranmak zorunda kalan gönüllü yurttaşlar kendilerini alevlerin ve plansızlık yangınının ortasında buluyor.
Ama o ‘kılavuzluk’ göreviyle yükümlü (dolayısıyla ölümlerden sorumlu) başlıca kurumlardan Tarım ve Orman Bakanlığı, bu felaketler bizzat kendi sorumluluk alanında gerçekleşmiyormuş gibi, üstlerinde kısa kollu tişörtleri, açık başları ve çıplak elleriyle azgın alevlere müdahale etmeye çalışan biçare orman işçilerinin ve itfaiyecilerin görüntüleri üzerinden ‘kahramanlık’ hamaseti yapmakla meşgul oluyor. Bünyesindeki Orman Genel Müdürlüğü, elde ettiği yüksek karları, 2023 yazından itibaren yabancı sermaye lehine uygulanan Erdoğan-Şimşek programının yüksek faizine yatırıp bir rantiye sınıfı unsuru haline geliyor. Pazartesi günkü manşetimizde bunu ortaya serdik: Ormanları korumak ve büyütmekle görevli kurum, yüksek faiz gelirleriyle tüm toplumun üzerinde bir asalağa dönüşmüş durumda. İtfaiyecilere ise gecelerden sabahlara alevlerin ağzında geçirdikleri her bir saat için 49 lira reva görülüyor.
Yangının iki faili: Özelleştirme ve şirket-devlet
Tekirdağ, Bursa, Çanakkale, neredeyse tüm İzmir taşrası, Bilecik, Eskişehir, Sakarya… Bir aydan kısa süre içinde onlarca kent ve kasabanın ciğerlerini söken yangınlarla, meclisten neredeyse ‘sopa marifetiyle’ geçirilen maden (talan) yasası arasındaki olası bağıntı zamanla ortaya çıkacaktır. Bu varsayım, kolaycı bir komplo teorisi olmaktan öte Türkiye’de sermaye ve devletin ‘büyüme’ alışkanlıkları açısından tanıdık bir yol olduğu için ilgi çekiyor. Yeni maden alanları için ormansızlaştırmanın yasal yolları zaten ardına kadar açılmışken; ormansızlaştırma işinin fiili yanı için de (faaliyet masraflarından ve köylü direnişi, toplum tepkisi gibi sosyal maliyetlerden kaçınacak şekilde) yangınlardan faydalanmak sermaye ve devletlerinin fıtratına uygundur.
Ama bu da bir yana, ülkenin orman varlığını dalga dalga yok eden felaketlerin de, son noktada yine iktisadi karar ve uygulamaların sonuçları olarak ortaya çıktığı görülüyor. Elektrik dağıtımındaki özelleştirmelerin, nakil hatlarından kaynaklı yangınları nasıl tetiklediği ve ne büyük yıkıma yol açtığı önceki yıllarda da bu yılki yangınlarda da feci şekilde ortaya çıkıyor. “Şirket gibi yönetilen” devlet kurumlarının asli işleri yerine faizle borsayla oynayarak para kazanmaya yönelmesinin sonuçları da…
‘Yeşil vatan’ ve savaş demagojisi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hükümet yanlısı Hak-İş’e bağlı Öz Orman-İş Sendikasının Başkanı Settar Aslan’a dek iktidarın irili-ufaklı tüm rütbelerinden gelen “yeşil vatan” lafları da bu çıplak gerçekleri kapatmaya dönük bir ideolojik örtü görevinde. Erdoğan “Unutmayalım ki bu bir savaş, bir yeşil vatan müdafaası” diyor örneğin. E, savaş varsa niye ‘asker’ almıyorsun; yeşil vatanı savunacak orman işçilerini neden çoğaltmıyorsun?
Öz Orman-İş’in Settar Aslan’ı da reisinden sufleyi almış, “Ormanları korumak aynı zamanda bir savaş mantığı içerisinde yürütülür” diyor, sonra da 28 tane Sikorsky tipi helikopterin Orman Genel Müdürlüğü’ne tahsis edileceğini ‘müjdeliyor’. Ama 2028’de. Bu “biraz daha işimizi kolaylaştıracak” imiş. 2028’den sonra daha kolay söndürürüz diyor.
***
Bugünkü gazetemizde de Erdoğan-Şimşek programı uygulamalarının doğrudan ve dolaylı olarak bu orman yıkımındaki tetikleyici rolü yer alıyor. 2024’te yüksek enflasyonun yaratacağı kayıplardan kaçınmak için (pek çok başka sektörde de olduğu gibi) emekli olan binlerce orman işçisinin yerine, yenilerinin alınmadığı ortada. Yüksek enflasyon ‘daha fazla yoksullaşmamak’ için işçileri emekliliğe sevk ederken, kamuda tasarruf tedbirleri o işçilerin yerine yenilerinin alınmasını engelliyor. Erdoğan-Şimşek programının iki semptomu, ağaçların arasında iki kundakçı gibi geziyor!
Dört bir yan yangın yeri: İhmal mi?-Mustafa Yalçıner-
Türkiye’nin neredeyse her yanı cayır cayır yanıyor. Ağaçlarının yetişmesi onlarca yıl alan binlerce hektar alan şimdiden kül oldu. Yalnızca şu ya da bu bölge değil, ülkenin alevlere teslim olmayan yeri kalmadı. Orman bir yerde tutuştu mu günlerce sönmüyor.
Tamam, ormanlar sadece Türkiye’de yanmıyor. Balkanlarda da yangın var. Arnavutluk ve Kosova’da da orman yangınları var, Yunanistan’da da.
Tamam, “küresel ısınma” da denen iklim değişikliğinin bir sonucu da orman yangınları. Ve tamam, rekor kırarak artan sıcaklarda küçük bir cam kırığı bile ot ve ağaçları tutuşturabiliyor. Ama “doğal afet” deyip işin içinden çıkılacak yanı yok yaygın yangınların. Kimilerine, enerji şirketlerinin bakım harcamalarını kısması nedeniyle birbirine çarpan elektrik telleri yol açıyor.
Güçlü olasılık, ancak Bursa’da Gürsu’dan Kestel’e çok büyük bir ormanlık alanı yok eden yangının tahrip ettiği bu alanın maden aramaları için ruhsatlandırıldığı iddiasını bir yana bırakalım.
Yalnızca bu yıl değil, geçen ya da bir önceki yıl başlamadı bu büyük orman yangınları. Üstelik giderek yayılıp artıyor yangın alanları. Her şey bir yana hiç mi ders alınmaz?!
İhmal var mı diye tartışılıyor. “İhmal” sözcüğü kifayetsiz kalır. Deveye sormuşlar boynun neden eğri? Diye. Nerem doğru ki demiş. O misal!
Hükümetler yangın çıkartmıyor, yangın çıkartsınlar diye kurulmuyor kuşkusuz. Ancak önceki yıllarda koca koca ormanlık alanların yok olmasından ders ve sonuç çıkarıp tedbir almayan, kaynakları uygun şekilde dağıtmayan hükümetler yangınların neden olduğu tahribatın şüphesiz baş sorumlusudur.
Orman Genel Müdürlüğünün personel sayısı, yangınların miktar ve alan olarak arttığı son yıllarda bu artışa paralel artmadı, tersine azaldı. Şu anda bu genel müdürlüğün boş kadro sayısı 29 bin. Örneğin Diyanete binlerle fazladan kadro atanırken ormanlarda çalışan iş gücü, tıpkı eğitim iş kolunda olduğu gibi, azaltılıyor.
Sadece orman işçisi ve sair personel sayısı mı azaldı? Tabii ki hayır! Orman yangınlarını söndürmede kullanılabilir uçak ve helikopter sayısı da yetersiz mi yetersiz. Her orman yangınına karadan itfaiye arazözleriyle müdahale şansı yokken ve çoğu yerde parlayabilecek alevlere ancak havadan müdahale edilebilirken uçaklar Saray’ın emrinde toplandı. Erdoğan bir yurt dışı gezisine maiyetiyle birlikte 4 uçakla çıkıyor, ama orman yangınlarına müdahale için yeterli uçak bulunamıyor! Bu, kaynakların dağıtımıyla ilgili bir sorundur ve kaynakları dağıtan kimse sorumlu odur!
1 Ocak’tan 1 Temmuz’a 2025’in ilk 6 ayında ormanların korunması için kullanılmasına izin verilen para miktarı 12.5 milyar TL’dir. Ama Nas’a çok önem veren bu iktidar döneminde aynı sürede ödenen faiz tutarı 1 trilyon 111 milyar TL’dir. Tam bir mirasyedilikle 4 yıl önce 2021’deki 179.5 milyardan bu noktaya gelinmiştir. Yani faize karşı olduğunu iddia eden Saray iktidarı bu yılın ilk 6 ayında neredeyse ülkenin varını yoğunu faiz ödemesine yatırmış, ama ormanların korunması amacıyla eli cebine gitmemiş ve faiz harcamasının ancak yüzde 1 kadarını bu iş için ayırmıştır! Tercihtir. “Yanıyorsa yansın” der ve ona göre harcarsınız halktan topladığınız vergileri!
Vurdumduymazlık mıdır? Hayır, daha fazlasıdır! Üstelik yalnızca ormanlar yanmakla kalmıyor, ormanlar barındırdığı canlılarla birlikte, onların canhıraş çığlıklarıyla kül oluyor. Ve daha ötesi, insan kaybı da hiç az değil. Son bir ayda orman yangınlarında kaybettiğimiz can sayısı 16.
Orman işçisi sayısı azken, olanlar da masraftan kısılarak kısa kollu fanilalarla yangın içine sürülüyor. Oysa kasklar, tümü yanmaz ayakkabı, elbise, eldivenler ve gaz maskeleriyle çalışmaları gerekiyor yangında. Ama işçiler inşaatlarda nasıl emniyet kemersiz, kasksız çalıştırılıyorlarsa orman işçileri de korumasız gönderiliyor alevlere. Hem de üç kuruş ücret için. Eskişehir’deki yangında kaybettiğimiz bir işçinin ücret zammı için nasıl uğraşıp mücadele ettiğini biliyoruz.
Kaç kuruştur insan hayatının değeri? Türkiye’de başında M. Şimşek’in bulunduğu neoliberalizm yüceltisinde bu sorunun yanıtı bellidir? “Kısın kısabildiğiniz kadar maliyetleri!” “Sıkın kemerleri sıkabildiğiniz kadar!” Yangın mı- “Yansın yanabildiği kadar!”
/././
EVRENSEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder