ABD’li “milli” demokrasi ve diploma: Sahilik ve sahtekarlığın, entegrasyon ve asimilasyonun çok taraflı, çok boyutlu diyalektik birliği -Adnan Gümüş/Evrensel-

İki gün önce 6 Ağustos idi. Bir dost Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “BURA HİROŞİMA'DIR”   şiirini paylaştı: 

“Sarı bir ışıkla/ Yeşil bir ışıkla/ Kara bir ışıkla sessiz./ Uçtu gövdeleri 245 bin kişinin. 

90 bin yapıdan 62 bini artık masal/ Ötesi bir baca bir duvar bir direk/ Ta içi kavruldu 245 bin kişinin.

Bura Hiroşima’dır bu ilk atom bombasıdır/ Resmi çıktı/ Kulelerin atları kamçılayan arabacının taşa toprağa/ Çınladı canı 245 bin kişinin.”

Bir başka dost ise Tokyo’da kaldığı otelin önünde (Tokyo'nun Daiba Adası'ndaki Odaiba Kaihin Koen Parkı'nda) New York’taki Özgürlük Heykeli’nin kopyasının yükseldiğini görünce şaşırdığını, bunun müthiş bir paradoks oluşturduğunu, en azından resmi otoriteleriyle Japonya’nın celladına aşık bir pozisyon sergilediğini ifade etti. 6 Ağustos 1945’te Japonya’ya ilk atom bombası, 9 Ağustos’ta ikincisi atıldı. O gün bugün Japonya ABD’nin en yakın müttefiki.

MHP yetkilileri genel başkanları Bahçeli’nin Öcalan’a “kurucu önder” derken “terör örgütünün kurucu önderi” dediğini ifade ediyor. İnsanlar “önder” terimine odaklanıyor tabii ki.

Türkiye’de “Terörsüz Türkiye” süreci “Milli Dayanışma, Kardeşlik Demokrasi” sürecine evrildi. Komisyon kendi adını bu şekilde oluşturdu.

Haftanın klasiği her gün karşılaştığımız sahtekarlıkların yaygın bir örneğinin daha medyaya konu olması idi: E-İmza, diploma, mevki makam hırsızlıkları kırıla gidiyor.

LGS skandalı resmi olarak kapatıldı bile.

Yanı başımızda Gazze’de günlük insanlık bilançosu yüzlerce ölü, binlerce yaralı, toplamı 200 binleri geçti. Açlık sefalete mahkum bırakılmış bir şehir ve halk. ABD başkanı, İsrail’in baş ortağı Trump “rivera” yapacağım buraları diyor.

Başka bir dost, tüm zorluklarına karşın Küba örneği de var diye hatırlatıyor.

Ana soru şu ki insan nedir, toplumlar nedir, değer ve değersizlik nedir, sahilik ve sahtekarlık nedir,

ABD ile ve ABD’siz nasıl yol alacağız?

Sahtekarlık ve sahiliğin diyalektik birliği

Sahtekarlığın çok öne çıktığı bir insanlık dönemindeyiz, ancak sahtekarlık bile ancak sahilik ile varlığa gelebiliyor veya kavranabiliyor. Hegelci yorumla sorunların varlığı bile yokluğuna kıyasla, varlık-öz-kavram halinde oluyor. İster idealist ister materyalist ister doğal ister siyasi ister teorik ister pratik bakılsın ister veya içeriksel bakılsın toplumsal süreçler diyalektik işliyor.

Sahtekarlığı da sahiliği de yok sayamayız, inkar edemeyiz, öncelikle varlığını kabul ederek devam edebiliriz, kaldı ki yok saymanın veya inkar etmenin de bir var sayma hali olduğu iddia edilebilir.

Varlık vardır, yokluk yoktur diye iki farklı yüklem veya kategori ile de bakılabilir mi, en azından tin ve sosyal olaylar böyle iki kategoriye indirgenemiyor. İnkar etmek bile inkar edileni imliyor, dikotomiden kaçınılamıyor. Sahtekarlık yok demekle sahilik başarılamıyor.

LGS, TYT-YKS- KPSS, diploma, atama, yükseltme, numerus clauses, her tür sınav bir bölüşüm mübadele ilişkisidir aynı zamanda, her mübadele ilişkisinde hakkaniyet, adalet, iltimas, nepotizm, yolsuzluk, sahtekarlık, çok geniş bir adlandırmayla hem seçim ve iradeler hem önyargı ve eşitsizlikler, hem saygınlık ve saygısızlıklar hem de etki güç veya etkisizlik ilişkileri bunlara eşlik eder.

Bir sürecin nitelik ve niceliğini bunlardan hangilerinin belirleyici olduğu, bütünsel anlamda nasıl bir karmaşa veya örüntü oluşturduğu belirliyor.

Sahilik-sahtekarlık, entegrasyon-asimilasyon süreçleri de öyle.

Entegrasyon ve asimilasyonun, Kürt veya Kürtçe sorununun çok oluşlu, çok evreli, çok taraflı, çok boyutlu hayat veya varoluş

Ne doğa ne toplumsal herhangi bir şey bir kez de tek başına tekdüze olup bitmemektedir. Her biri veya Kürt-Kürtçe, anadilleri, kültür, siyaset, entegrasyon veya asimilasyon, hak ve özgürlükler veya özgürlüksüzlükler durumunda;

1-Sorun bir süreç, bir oluş, bir yaşam halindedir, bir kez de olup bitmemektedir, şimdi de öyle olmayacaktır.

2-Sorunun geçmişi de bugünü de çok evrelidir, tek bir evrede olup itmeyecek veya çözülmeyecektir, her bir evresi oluşun parçasıdır, hayatın yolun bir evresidir.

3-Sorun tek veya iki taraflı değildir, çok taraflıdır.

4-Sorun çok boyutludur, bundan sonraki gidiş de çok boyutlu olacaktır.

5- Öcalan “kimlikli dilli bir entegrasyon” olacak diyor. Her çözüm yeni bir başlangıçtır, her asimilasyon biraz da entegrasyondur, her entegrasyon biraz asimilasyondur. Asimilasyonun olmadığı bir entegrasyon real değil idealdir, en azından ideal/ zihni bir kurgudur; ideal olan erek edinilebilir, pratiği diyalektiktir.

Sorunun çok katmanlılığına, çok boyutluluğuna, çok taraflılığına dair sorular

Sorunun sadece içeriksel boyutlarına dikkat çekmeye kalkışılsa yerleşimden sokak adlarından yerel yönetimlerden refah paylaşımına, eğitime, tarihe, sanata, şiire, edebiyata kadar çok boyutu bulunmaktadır.

Sadece hak ve özgürlükler bakımından bile birinci, ikinci, üçüncü kuşak hak ve özgürlüklerle ilgilidir.

Temel insan hak ve özgürlükleri, eğitim, çalışma, demokrasi, refah paylaşımı, kültürel haklar, siyasi haklar… çok boyutlu bir durumdur.

Bunlar salt Kürt veya Kürtçe sorunu ile doğrudan değil genel olarak nasıl bir toplum ve yönetim oluşturulacağı ile ilgili bulunmaktadır.

Oluşturulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” komisyonu hangisini önceleyecektir?

Adı önemli: “Milli” sıfatına gerek mıydı, neden “ulusal” değil de “milli”

Koalisyonun ilk “uzlaşımı” bile çok ideolojiktir, “milli”den AKP ve islamcı kesim “mille/din” (milli görüş) gönderimi yaparak tüm süreci “dini” hassalara/ hassasiyetlere bağlama arzu ve iradesini ortaya koymuş bulunuyor. MHP “milliyetçilik” gönderimi yapıyor olabilir, CHP ve DEM bunun resmi yorumu “ulusal” diyebilir.

O halde, komisyonun adında ana kavram niye “ulusal” değil de “milli” diye sormak gerekiyor. Yanıtı biçimsel anlamda “uzlaşı/ müzakere” diye verilebilir.

Eğer müzakere ise temel hak ve özgürlükler, hatta ikinci ve üçüncü kuşak hak ve özgürlükler, kültürel haklar ve özgürlükler, siyasal hak ve özgürlükler “uzlaşı” konusu olabilir mi diye de sorulabilir. Niye hepsi “milli” belirlenme bağlanıyor sorusu çok daha somut bir sorudur. “Ulusal” deyince daha da mı çetrefil bir yere varılmış olur?

Adında “dayanışma”, “kardeşlik”, “demokrasi” de var. Bunlar “milli” olanı dengeler de denebilir veya tam da bunlar daha belirleyici olacak diyebilir.

Koalisyonun adı tümden yorumsuz okunursa dört kavram öne çıkmış bulunuyor: Milli, dayanışma, kardeşlik, demokrasi.

Fransız ihtilali “özgürlük eşitlik kardeşlik” ideallerini veya fikirlerini amaç olarak koymuştu, hala bu ideal veya fikirler çok evrensel bulunuyor.

ABD’li çok taraflı “milli”: Sorunun birincil tarafları kimler olmalı

“Milli” komisyonun kaygısı “yerlilik” vurgusu olabilir ancak sorunun çok taraflı olduğu realitesini ortadan kaldırmaz. Çok taraflı oluşu da yol alınmayacağı anlamına gelmez.

Sorunun tarafları olarak Irak/Barzani/Talabani, Suriye/YPG/PYD, İran/ PJAK vb. zaten hem Öcalan hem Erdoğan ve Bahçeli tarafından ifade ediliyor. “Hepsi silah bıraksın” çağrısı bile ne kadar çok tarafın olduğunu ifade ediyor. ABD Türkiye ve Suriye elçisi zaten her gün bir şeyler söylüyor. İsrail bir şeyleri bizzat yapıyor.

Bunlar hiç ifade edilmese de zaten böyle, çok taraflı bir süreç.

Çok taraflı diye herkes aynı taraf da değil. Herkes masada yer almak durumunda değil.

Çok taraflı diye süreç veya hayat işlemeyecek anlamına gelmiyor, çok taraflı diye komisyona herkesi eklemek gerekmiyor, asgari anlamda içeriğinin olumlu olması, en azından Türkiye ve bölge halklarının kaybetmediği bir süreç olmasıdır.

Birincil taraflar Türkiye bazında Türkiyelilerdir, Türkiye’deki halklar ve taraflardır.

Bölge bazında birincil taraflar komşu ülkeler ve halklarıdır. Türkiye, İran, Irak, Suriye ülke ve halklarıdır.

Türkiye bazında ve somut halde düşünülürse, komisyon en azından mecliste temsilcisi bulunan tüm partilere açık tutulmuştur.

Sorunun salt Kürt veya Kürtçe sorunu olmadığı da dikkate alınırsa, taraflar meselesi çok geniştir, bundan kaçınacak gocunacak bir durum da yoktur, önemli olan ortak yaşanabilirlik ideali ile, hak ve özgürlükler, eşitlik ve dayanışma öncelikleriyle sürdürülmesidir. 

Türkiye bazında içte iki somut konu: Anadilinde eğitim ve yerel yönetimler/kayyım sorunu

Türkiye’de sorunun sonucu değil de kendisi olarak en öne çıkan konular eğitim/ anadillerinde eğitim ve yerel yönetimler/ kayyum meselesi olarak öne çıkıyor. Bunlara ek olarak ülke genelinde liyakat ve refah sorunu, bölgesel eşitsizlikler sorunu, ağalık aşiret sorunu gibi daha pek çok şey sayılabilir ancak bunlar eğitim ve yerel yönetimler sorunlarını perdelemez.

KAYYUM bir savaş ve müzakere tekniği olarak mı kullanıldı, kullanılıyor, en azından sorulması gerekiyor. Burada sorun bunun bu şekilde kullanılmasının kabul edilemezliğidir. Yerel yönetimlerin, şehrin/sakinin iradesi belediyeler için asgari şartı oluşturuyor, bu iradeye saygı gösterilmesi gerekiyor. İlke seçim ise seçilmişlerle veya yeniden seçimle belirlenmesi, halkın/sakinin iradesi ile belirlenmesi gerekiyor.

Belediyelerin yetki içerikleri de gerçekten yerelin sorunlarına genişletilmesi gerekiyor, yetki ve sorumlulukların yeniden yerel yönetim konseptine uygun olarak belirlenmesi ve bunlara saygı gösterilmesi gerekiyor.

Yani somut durumda 1-yerel yönetimlere kayyum atanması ve milletvekillerinin yargılanması/tutuklanması meselesi ile 2-anadillerinde eğitim meselesi somut öncelikli konuları oluşturuyor.

Türkçeyi dışlamadan anadillerinde eğitimin anlam ve önemi, anadillerinde ders kitapları

“Ulus” evresinde ortak bir anayasa ve ortak bir dil kaçınılmaz bulunuyor. Ancak ortak anayasa dışlayıcı değil kapsayıcıdır, en azından temel hak ve özgürlükleri garanti eder.

Ortak resmi dil de bir diğer dili yok saymaz, çok dilli olabilir veya resmi dil veya resmi dillerle birlikte anadillerini garanti eder.

Anadillerinde eğitim olmadan anadillerinin sürdürümü risk ve tehdit altına giriyor. Buna bir araştırmadan tek bir örnek vereyim. Eğitimsen verileri herhangi bir etki olmaksızın, yansız toplayabilmek için görüşmeleri bir araştırma kuruluşuna yaptırdığı Anadilleri Araştırmasından iki bulgu vereyim.  2010 yılında 26 farklı ilde 391’i erkek 390’ı kadın 781 kişiyle görüşmelerde anadillerinin dağılımı şu şekildeydi:

Anne, baba, eş ve kendinizin anadili nedir?
 

Baba

Anne

Kendisi

Eşi

 
 

Sayı

%

Sayı

%

Sayı

%

Sayı

%
Sadece Türkçe

625

80

623

79.8

649

83.1

438

82.3
Başka bir Anadil

156

20

158

20.2

132

16.9

94

17.7
-Kürtçe

95

12.2

94

12

83

10.6

60

11.3
-Zazaca314334.2253.2173.2
-Arapça182.3182.3162112.1
-Balkan+Kafkas ve diğer diller121.5131.78161.2
         
Toplam781100781100781100532100

*Toplam 9 çiftte anne ve baba anadili farklı bulunuyor.

Kaynak: Eğitim Sen (2011). ANADİLİ EĞİTİMİ VE ANADİLİNDE EĞİTİM Halkın Tutum ve Görüşleri Türkiye Taraması 2010.

Tabloya dikkat edilirse sadece tek bir kuşakta bile annesi ve/ya babasından birinin Anadili

  • Kürtçe olan 97 kişiden 83’ü aynı anadilini sürdürebiliyor (% 14,43 kayıp),
  • Zazaca olan 33 kişiden 25’i aynı anadilini sürdürebiliyor (% 24,23 kayıp),
  • Arapça olan 19 kişiden 16’sı aynı anadilini sürdürebiliyor (% 15,79 kayıp),
  • Balkan+Kafkas dillerinden olan 13 kişiden 8’i aynı anadilini sürdürebiliyor  (% 38,46 kayıp)
Anne-babasının Türkçe dışında bir anadili olanların kendi anadili durumu
 Anne veya babaKendisiSürdürüm (%)Kayıp (%)
Kürtçe978385.5714.43
Zazaca332575.7624.23
Arapça191684.2115.79

Balkan+Kafkas ve diğer diller

13861.5438.46
Toplam16213281.4818.52

Kaynak: Eğitim Sen (2011). ANADİLİ EĞİTİMİ VE ANADİLİNDE EĞİTİM Halkın Tutum ve Görüşleri Türkiye Taraması 2010.

Bunda en başlıca faktörlerden biri anadillerinde eğitim imkanının olmamasıdır. Anne babasının Türkçe dışında anadilleri olan 162 kişinin çocuklarından 30’u kendisini o anadilinde zaten saymamaktadır, bir kısmı da konuşamamaktadır, kendini o anadilinden sayan 132 kişinin anadilinde okuryazarlık durumu %23,5 düzeyinde kalmaktadır (anadilleri olan 162 ebeveyne oranlanırsa %19,1).

Anadilinizi kullanmadaki yeterlilik düzeyiniz?
 Sayı%
Anadilimi ne anlayabiliyor ne konuşabiliyor ne de yazabiliyorum10.8

Anadilimi anlıyorum ama konuşamıyorum

43

Anadilimi anlıyorum ama konuşamıyorum

9672.7
Anadilimi hem anlıyor hem konuşuyor hem de yazabiliyorum3123.5
Toplam132100

Görüşleri Türkiye Taraması 2010.

Yani dil sadece sözlü ifadeden oluşmuyor. Tarihi çağları bile yazı evresi öncesi ve sonrası diye yazının icadı ile ayırıyoruz. Bir dil yazılı süremiyorsa, eğitim dili olarak var olamıyorsa, o dilin kendini sürdürümü ve geliştirmesi imkânsız hale geliyor. Kaldı ki her halk veya kültür grubunun eşit saygınlığı bakımından bile anadilleri temel hak ve özgürlük sayılmak durumundadır.

Anadillerinin sürmesi ve gelişimi için anadillerinde eğitim şart. Bunun en hızlı başlangıç evresi tüm ders kitapları aynı zamanda anadillerinde de çoğaltılabilir, çok dili olanlara o dillerde de sağlanabilir. Türkiye’de hemen önümüzdeki yarı yıl bile anadillerinde kitap ve ders materyalleri sunulabilir.

Anadillerinde ders kitapları ile birlikte farklı anadillerinden öğrencilerin bulunduğu okullarda çift dilli çok dilli öğretmenler veya iki öğretmen birlikte de derse girebilir.

Daha pek çok yol var, çoğulculuğun yolu çok.

Yeter ki istensin.

Strateji: Sürecin her bir evresini, her bir tarafını, her bir boyutunu diyalektik akışı içinde sürdürebilme

Bu bir süreç. Hayat, olgu ve süreç çok oluşlu, çok evreli, çok taraflı, çok boyutlu. Çözüm arayışları da tüm bunları dikkate alarak sürdürülmelidir.

Diploma sahtekarlığı, atama yükseltme iltimasları, nepotizm vb. de bu sürecin doğrudan ve dolaylı parçalarını oluşturmaktadır. Her çözüm aynı zamanda yeni bir mübadele biçimi anlamına gelmektedir. Kalıcı çözümler küçük hesap ve sahtekarlıklardan değil sahiciliklerden geçecektir.

Adnan Gümüş/Evrensel

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

ABD’li “milli” demokrasi ve diploma: Sahilik ve sahtekarlığın, entegrasyon ve asimilasyonun çok taraflı, çok boyutlu diyalektik birliği -Adnan Gümüş/Evrensel-

İki gün önce 6 Ağustos idi. Bir dost Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “BURA HİROŞİMA'DIR”    şiirini paylaştı:  “Sarı bir ışıkla/ Yeşil bir ışı...