BİRGÜN "Köşebaşı + Gündem" -10 Ekim 2025-

Bayrampaşa başkanvekili seçimleri hakkında yürütmeyi durdurma kararı

Bayrampaşa'da kura ile belirlenen başkanvekili seçimleri hakkında yürütmeyi durdurma kararı verildi. Bayrampaşa Belediye Başkanı Hasan Mutlu’nun tutuklanmasından sonra Bayrampaşa Belediyesi’nde gerçekleştirilen, bir CHP’li meclis üyesinin kazandığı başkan vekilliği seçimi hakkında AKP'nin itirazı üzerine yürütmeyi durdurma kararı verildi.

                                                                ***

İşe giderken ölmek zorunda mıyız?-Hüseyin İrfan Fırat-

Geçtiğimiz günlerde Mersin’de meydana gelen ve 4 (bazı kaynaklara göre 5) çalışanın yaşamını yitirdiği, 14 çalışanın yaralandığı servis kazası, bir kez daha ülkemizde çalışanların işyerine ulaşma sürecinde bile hayatta kalma mücadelesi verdiğini acı bir şekilde hatırlattı. Sabahın erken saatlerinde yola çıkan onlarca emekçi, çoğu zaman denetimsiz, bakımsız ve aşırı yüklenen servis araçlarında işine yetişmeye çalışırken yaşamını yitiriyor. Bu kazalar yalnızca trafik kazası değil; hukuken iş kazası olarak kabul ediliyor. Ancak ne yazık ki her yıl yüzlerce işçi, daha işine varmadan yaralanıyor ve/veya hayatını kaybediyor.

TÜRKİYE’DE SERVİS KAYNAKLI İŞ KAZALARININ BOYUTU

İSİG (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği) Meclisi’nin 2024 yılı raporuna göre, yalnızca 2023 yılında en az 155 işçi “servis kazalarında” yaşamını yitirdi. Bu sayı, toplam iş cinayetlerinin yaklaşık yüzde 8’ini oluşturuyor. Servis kazaları, en fazla ölümle sonuçlanan iş kazası türleri arasında ilk beş sırada yer alıyor.

İSİG’in verilerine göre bu kazalar çoğunlukla:

• Denetimsiz taşımacılık yapan alt yüklenici firmalar,

• Yorgun ya da uykusuz şoförler,

• Bakımsız veya sigortasız araçlar,

• Uzun çalışma saatleri nedeniyle servis saatlerinin uygunsuz düzenlenmesi gibi nedenlerden kaynaklanıyor.

Kısacası sorun, münferit bir “trafik kazası” değil; yapısal bir iş güvenliği sorunu.

YASAL ÇERÇEVE: 5510 VE 6331 SAYILI KANUNLAR NE DİYOR?

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesi, iş kazasını tanımlarken açıkça “sigortalının işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidişi gelişi sırasında meydana gelen kazaları” da kapsar. Yani servis kazaları, yasal olarak iş kazası sayılır.

Öte yandan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin yükümlülüklerini geniş biçimde tanımlar. Kanunun 4. maddesine göre, işveren;

• Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamak,

• Gerekli önlemleri almak, araç ve gereçleri bulundurmak,

• Risk değerlendirmesi yapmak ve denetlemekle yükümlüdür.

İŞVERENİN VE SERVİS FİRMASININ SORUMLULUĞU

Dolayısıyla işveren, çalışanını işe taşıma sürecinde de güvenli ulaşımın sağlanmasından doğrudan sorumludur. Bu sebeple servis kazalarında hem işverenin hem de taşımacılığı yapan firmanın sorumlulukları vardır.

İşveren, çalışanın güvenli şekilde taşınmasını sağlamakla yükümlüdür; bu hizmetin taşeron bir firmaya devredilmesi, hukuken sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

Servis firması, araç bakımı, sürücü yeterliliği, yasal izin ve sigorta işlemlerinden sorumludur.

İşveren ise bu firmayı seçerken iş güvenliği açısından gerekli denetimleri yapmak zorundadır.

Yargıtay kararlarında da bu konuya dair çok sayıda emsal bulunur: İşverenin, “taşımayı dışarıya vermesi” sorumluluğu paylaşsa bile, ortadan kaldırmaz.

BİR SİSTEM SORUNU: UCUZ TAŞIMACILIK

İşverenler maliyeti düşürmek adına çoğu zaman taşımacılığı en düşük teklif veren firmalara devrediyor. Ancak düşük maliyet, denetimsizliği; denetimsizlik de ölümleri beraberinde getiriyor. Servis sürücülerinin büyük kısmı uzun mesai saatleri, yetersiz dinlenme, düşük ücret ve yoğun rota baskısı altında çalışıyor.

Bu tablo, yalnızca trafik güvenliği değil, işçi sağlığı ve yaşam hakkı sorunudur.

ARTIRILAN TRAFİK CEZALARI ÇÖZÜM MÜ?

Bugünlerde gündemde olan ve hükümetin, ekonomik güçlükler karşısında bir gelir kaynağı olarak gördüğü trafik cezalarına yönelik artışlar, servis kazalarının önlenmesine de bir çözüm oluşturamaz. Sorun, bireysel sürücü hatalarından çok daha derin; yetersiz denetim, taşeronlaşma ve düzenleyici boşluklardan beslenen yapısal bir güvenlik sorunudur.

Gerçek çözüm, cezaları artırmakta değil, mevzuat çerçevesinde karayollarında etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulmasında yatmaktadır. Bu mekanizmanın, yapılacak düzenlemeler ve alınacak önlemlerle ivedilikle hayata geçirilmesi, her sabah servise binen binlerce çalışanın can güvenliği açısından artık ertelenemez bir zorunluluktur.

                                                                /././

10 Ekim anmasına polis müdahalesi: Yürümek isteyenlere biber gazı sıkıldı!

10 Ekim 2015’te Ankara’daki barış ve demokrasi mitingine yönelik IŞİD’in canlı bomba saldırısında yaşamını yitiren 104 yurttaş için anma töreni düzenlendi. Anmaya 10 Ekim Barış Derneği ve yurttaşların yanı sıra TMMOB, KEKS, DİSK, TTB, CHP, DEM Parti, SOL Parti ve EMEP yöneticileri katıldı. Katliamın gerçekleştiği Ankara Tren Garı önündeki anmada konuşanlar 10 yıldır gelmeyen adalete vurgu yaptı. Ardından Ankara Adliye’sine doğru yürümek isteyen kitleye polis biber gazlı müdahalede bulundu. Bunun üzerine kitle, barikatların önünde basın açıklaması yaptı.

‘Emek, Barış ve Demokrasi’ mitingine IŞİD tarafından gerçekleştirilen ve 104 kişinin yaşamını yitirdiği, 500’ün üzerinde insanın yaralandığı 10 Ekim Ankara Katliamı’nın üzerinden 10 yıl geçti.

10 Ekim Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirenleri anmak için Ankara'da bir araya gelenler Ulus Metro çıkışında buluştu.

Metro çıkışında saat 09:00'da toplananlar anma için katliamın gerçekleştiği Ankara Tren Garı önüne yürüdü.

Yürüyüşte, '10 Ekim'i unutma, unutturma', 'Devrim şehitleri ölümsüzdür', 'Gün gelecek devran dönecek, AKP halka hesap verecek', 'Faşizme ölüm, halka hürriyet', 'Adalet halkların elleriyle gelecek' ve 'Savaşa hayır, barış hemen şimdi' sloganları atıldı.

Katliamın yaşandığı yerde saat 10:04'te yapılan saygı duruşunun ardından hayatını kaybeden yurttaşların ismi okundu.

"HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMADI"

Basın açıklamasını 10 Ekim Barış Derneği Başkanı avukatı Mehtap Sakinci okudu. Açıklamada, "Türkiye’nin 81 ilinden DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ’in çağrısı ile “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi’ için Ankara’ya gelen on binlerce insan tam 10 yıl önce buradaydı. IŞİD ’nin kan gölüne çevirdiği bu alanda 104 hayatını yitirirken, 500’e yakın insan da bedenen ve ruhen yaralandı. Geride kalan bizler için ise  hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmadı. Tam 10 yıldır, içtiğimiz suyun, yediğimiz ekmeğin tadı aynı değil; soluduğumuz hava ciğerlerimizi yakıyor. Türkiye tarihinin en büyük sivil katliamında kaybettiğimiz evlatlarımızı, annelerimizi, babalarımızı, eşlerimizi, arkadaşlarımızı, yoldaşlarımızı ve en sevdiklerimizi 10. Yılında-120. Ayında saygı ve özlemle anıyoruz" denildi. Açıklamada öne çıkanlar şöyle:

"10 Ekim Barış Derneği olarak, 10. Yılında da başta gerçek adalet talebimiz olmak üzere, Ortadoğu ülkelerine mahsus katliamları unutma ve yok sayma pratiğini de kırmayı hedeflerken, derneğimizin Türkiye kamuoyunda da etkin bir güç ve siyasetler üstü bir kurum olarak da kabul edilmesini amaçlamaktayız. Dernek ile tüzel kişiliğe kavuşan 10 Ekim Adalet Mücadelesi ile katliamı yok sayışa yönelik direniş, her şeye rağmen tam 10 yıldır kesintisiz olarak devam etmekte ve her geçen gün bir adım daha adalet umuduyla mahkeme salonlarında ve sesimizin duyulacağı her platformda var olmaya devam etmektedir.

En çok da, önceki katliam yargılamalarından ders çıkarmış, matem tutmak yerine adalet mücadelesine sahip çıkmayı seçen insanlar olarak; yargı sürecinde özellikle 10 Ekim 2015’te cenaze gitmiş 49 İlden gelerek kendimizi davanın teminatları olarak görüyor olmamız, her duruşmada mahkeme salonlarını hınca hınç doldurup gerektiğinde mahkeme heyetine “adalet istiyoruz!” diyebilme cesareti göstermemiz, defalarca terörize ve kriminalize edilmemize rağmen maddi gerçeğin peşine düşmüş olduğumuzdan gerçek adalete dair umudumuzu da korumaya devam ediyoruz.

"TÜM SORUMLULARIN HESAP VERECEĞİ GÜN GELECEKTİR"

Gelinen noktada; 10 Ekim Ankara Katliamı kapsamında, ilk defa bu ülkede insanlığa karşı suç kapsamında açılmış bir kamu davası vardı. Ancak bu davada yargılanan tek bir IŞİD ’li sanık hakkında mahkeme tarafından beraat kararı verilerek, IŞİD’liler yönünden cezasızlık pratiği işletilmeye devam edilmektedir. 10 yıldır adalet demeye devam ediyor isek de, 10. Yılında öyle bir noktaya geldik ki, bu kapsamda verilen kararlar artık sinir uçlarımıza dokunmaktadır.

TCK’daki açık yasa maddesine rağmen katliamda dahli olan IŞİD’liler hakkında insanlığa karşı suç fiilinden ceza verilmemesinin ana sebebi; davamızın ceza zamanaşımına yenik düşmesinin amaçlanmasıdır. Aksi takdirde; insanlığa karşı suç kabulü ile bu ülkede güç ilişkileri değiştiğinde; kamusal sorumluluk ortaya çıkarılacak, suçla bağlantısı olan herkes gün yüzüne çıkacak ve tüm sorumluların hesap vereceği gün gelecektir.

Üstelik, bu katliamda dahli olan kamu görevlileri ile açık ve bariz şekilde kamusal sorumluluğu bulunanlar yönünden yapmış olduğumuz tüm başvuru ve taleplerimiz bir bir reddedilirken, biliyoruz ki; 10 Ekim Ankara katliamının failleri, kesinlikle bir grup IŞİD militanı olmadığı gibi, yargılama kapsamında önümüze konulan 19 piyonun cezalandırılması ile de adaletin tecelli ettiğinden bahsedilemez.

Bu ülkenin gülen, aydınlık yüzlü, barışçıl, vicdanlı 104 insanının yaşam hakkını yok sayan, geride kalanları terörize edip acımızı kayda değer görmeyen ve bizi tümden yok etmeye çalışan bu sisteme de sözümüzün bitmediğini haykırıyoruz."

"BİZİ O MEYDANDA VURANLAR BARIŞI HEDEF ALDILAR"

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptığı konuşmada, "Tam 10 yıl önce bu saatlerde bu meydanlar toplandık, barış, demokrasi için toplandık. O gün o meydanda bizlerin sesi, soluğu, nefesi kesilmek istendi. O meydanda bu ülkenin aydınlık geleceği, umutları söndürülmek istendi: O gün bizi o meydanda vuranlar barışı hedef aldılar. 10 yıldır hakikat mücadelesi veriyoruz, adalet mücadelesi veriyoruz. Bu katliamların hesabı sorulmadıkça çok daha karanlık dönemlerin önü açılır. " ifadelerini kullandı.

KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak, "Kamu vicdanına sesleniyoruz. Devletin bu katliamda sorumluluğu olmayabilir mi? Peki biz bu ülkenin sokaklarında güvende miyiz? Bugün de barış örülmeye çalışılıyor. Sınırın diğer tarafında katliamı reva gören anlayış buradan bu barışı nasıl oluşturacak" dedi.

"ÜLKEMİZ NERDEYSE BİR KATLİAMLAR ÜLKESİ OLDU"

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz, "Bizler yaralı arkadaşlarımıza yardımeteye çalışırken biber gazı sıkanlar, tomalarla saldıranları asla unutmayacağız, affetmeyeceğiz. Kamu görevlilerini de mahkemeye çıkartmayanları da unutmayacağız. Ülkemiz nerdeyse bir katliamlar ülkesi oldu. Her katliamın arkasında açığa çıkmış ya da çıkartılmamış devlet ilişkileri olduğunu biliyoruz. Gerçekleri bulandırmaya, gizlemeye  yönelik bilinçli bir devlet politikası yıllardır uygulanıyor. Bugün burada bir kez daha söz verelim, 10 Ekim Katliamı insanlığa karşı işlendi" şeklinde konuştu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) 2. Başkanı Dr. Pınar Saip, konuşmasında, "Ülkemizde çok zor günler geçiyoruz, bir yanıyla da umutluyuz çünkü hala direniyoruz. Bir seçim kaybettikten sonra başımıza gelenleri biliyoruz. Biz biliyoruyz bu bombaların sonunda seçimi kazandılar ancak biz farkındayız sorumluların onlar kaybetti" ifadelerini kaydetti.

"BARIŞ SEVDALILARININ ÖZGÜRCE EYLEM YAPTIĞI COĞRAFYAYI YARATACAĞIZ"

DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, "Bu davada 10 yıldır Türkiye'nin gündeminde tutanların mücadelelerine teşekkürlerimi iletiyorum. Emin olun birgün bu topraklarda katliamın olmadığı, barış sevdalılarının özgürce eylem yaptığı bir coğrafyayı omuz omuza yaratacağımızın sözünü veriyorum" sözlerini kullandı.

Emek Partisi Genel Başkanı Seyit Aslan, "Barış için, eşit haklar için 104 yoldaşımızı saygıyla anıyorum. Biraz önce buraya gelir polis arama nooktalarında 3 defa arandık, ancak 10 yıl önce bu hassaasiyeti göstermeyenler IŞİD barbarlarını buraya kana bulamak için buraya kadar getirildiler. 10 yıl önce söylenen sözler hafızamızdadır, o dönemin başbakanının söyledikleri hafızamızdadır. 'Verin 400 milletvekilini bu iş bitsin' diyenler hafızamızdadır. Türkiye'nin dört bir yanında katliama yol verenler hafızalardadır. Er ya da geç hesap soracağız, mutlaka biz kazanacağız" dedi.

CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, "Bu katliamın teşhisini doğru koymamız lazım. Bu katliam, iktidarını 7 Haziran'da kaybeden, bir iktidarın tekrar iktidar olabilmek için katillerini üzerimize salmış olduğu dönemin adıdır. İktidarın tüm dünyadaki katillerin Suriye'ye geçmesi için sınırları açtığı dönemde Antep'inden birçok iline kadar çeteler, katiller örgütlendi. Ve bu meydana gelip eylem yapanlar bilirler ki buraya gelmek o kadar kolay değildir. Göz göre göre yaşanan bir katliamdır. Katliam Antep'ten buraya çay içe içe gelmiştir. Bu katliamın sonunda derneğin mücadelesiyle birçok insan ceza almıştır ama kamu görevlileri ceza almadı ve de bir tek istifa gelmemiştir. Sizlerin yanınızdayız, katledilenleri tekrar anıyorum" dedi.

"KÖTÜLÜK İKTİDARI ÖMRÜNÜ UZATMAK İÇİN BOMBALARIN YOLUNU AÇMIŞTIR"

SOL Parti MYK üyesi İlknur Başer, "Göz göre göre devlet eliyle tetiği sıkanlar, bombaları patlatanla bu katliamı neden yaptılar. Gezi'yi, 7 Haziran 2015 seçimlerini unutmayalım. AKP iktidarı ilk kez yeterli oyu alamamıştı ama ardından Ankara'nın göbeğinde halkın can güvenliğinden sorumluolan iktidarın sorumluluk almayarak bu katliamın önünü açmışlardır. Bugün eğer sefalet düzeni sürüyorsa, kadınlar sokak ortasında öldürülüyor, işçi grevleri yasaklanıyorsa, belediyelere kayyum atanıp demokrasi rafa kaldırılıyorsa, topraklarımız emperyalist tekellere peşkeş çekiliyorsa işte bu kötülük iktidarı yüzündendir. Bu kötülük iktidarı ömrünü uzatmak için bombaların yolunu açmıştır" sözlerini kullandı.

YÜRÜYÜŞE POLİS ENGELİ

Gar önündeki anmanın ardından kitle, Ankara Adliye’sine doğru 'Adalet Yürüyüşü' gerçekleştirmek istedi.

Ancak yürüyüşe izin vermeyen polis kitlenin önüne barikat kurdu. Yürümek isteyen kitle, "Halka değil, katillere barikat" sloganları attı. Polis, ara ara biber gazlı müdahalede bulundu.

10 Ekim Derneği, ailelere ve kitle barikat önünde oturma eylemi yaptı.

10 Ekim 2025 Programı
  • Anma ve Adalet Yürüyüşü

09.00 – Ulus Metro önünde buluşma

10.04 – Anma – Emek-Barış ve Demokrasi Meydanı (TCDD Gar Önü)

10.30 – Adalet Yürüyüşü (Ankara Garı önünden Ankara Adliye’sine)

14.00 – 10. Yılında 10 Ekim Müzik Dinletisi (Çağdaş Sanatlar Merkezi

18.00 – Panel & Forum

  • 11 Ekim 2025

14.00 – 10. Yılında 10 Ekim Dertleşi & Söyleşi (Çağdaş Sanatlar Merkezi)

14.00 – 10 Ekim Ankara Katliamı’nın 10. Yılında Adaleti Aramak (ABEM Av. Rahmi Mağat Konferans Salonu)

  • 12 Ekim 2025

11.30 – Mezarlık Ziyareti (Karşıyaka Mezarlığı)

  • 18 Ekim 2025

14.00 – 10. Yılında 10 Ekim Müzik Dinletisi (Mamak Kültür Merkezi)

  • 19 Ekim 2025

13.00 – İsmail Kızılçay Anması, Mezarlık Ziyareti (Kurtuluş Parkı, Vedat Dalokay Nikah Salonu önünde 09.00’da servis kalkacak)

                                           ***

CHP’li Kılıç'dan Erdoğan, Fidan ve Kalın’a: “Gar Katliamı'nın Suriye’deki firari sanıklarını Şara’dan istediniz mi?”

CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç, Ankara Gar Katliamı’nın 10. yıldönümünde katliamın Suriye’de bulunan firari sanıklarını, Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı’na sordu.

CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç, Ankara Gar Katliamı’nın 10. yıldönümünde katliamın Suriye’de bulunan firari sanıklarını, Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı ve MİT Başkanı’na sordu.

En son Ahmed Şara ile yapılan Katar Zirvesi’ni anımsatan Kılıç, “Gar Katliamının Suriye’de bulunan firari sanıklarını bu ülkenin devlet başkanından istediniz mi?” diye sordu.

Bir buçuk aydır sorulara yanıt veren olmadı.

CHP İzmir Milletvekili Sevda Erdan Kılıç, Ankara Gar Katliamı’nın 10. Yıldönümünde, katliamın firari sanıklarının durumunu Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşıdı.

Kılıç, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na soru önergeleri verdi.

"16 SANIK FİRARİ; 5’İ SURİYE’DE"

10 Ekim Ankara Gar Katliamı davasında 10 sanığın tutuklu olarak yargılanmasına karşın, davanın 16 sanığının hala yakalanamadığını belirten Kılıç, firari sanıklar için şu bilgileri verdi: “Yakalanamayan sanıkların dosyaları ayrılarak yeni bir yargılama başlatılmış olmakla birlikte bu sanıklardan İlhami Balı’nın Suriye’de olduğu yönünde istihbarat bulunduğu Şanlıurfa 5. Ağır Ceza Mahkemesince ifade edilmiştir. Müşteki Avukatlar da firari sanıklardan Mustafa Delibaşlar, Fadile Delibaşlar ve Cebrail Kaya’nın Suriye’de kamplarda yer aldığını Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne bildirmiştir. Sanık Deniz Büyükçelebi’nin de Suriye’de olabileceği iddiası bulunmaktadır. Firari sanıkların Suriye’de olduğuna yönelik kapsamlı bilgiler mevcutken daha önce Emniyet ve istihbarat kaynaklı bilgiler de dava dosyasına girmiştir.”

FİRARİLER SURİYE’DEYKEN ÜST DÜZEY GÖRÜŞMELER YAPILDI

Suriye’de 8 Aralık 2024’te yeni bir dönemin başlaması ile birlikte Türkiye-Suriye ilişkilerinde normalleşme sürecinin başladığını belirten Kılıç, bu kapsamda üst düzey görüşmelerin yapıldığını anımsattı.

MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın biri Emevi Camii’nde namaz kılmak üzere Suriye’ye çeşitli ziyaretlerde bulunduğunu belirten Kılıç, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da bu ülkeyi 3 kez ziyaret ederek, Ahmed Şara ile görüştüğünü söyledi.

Kılıç, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en son 15 Eylül’de İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi için bulunduğu Katar’da, Ahmed Şara ile bir araya geldiğini, görüşmeye Hakan Fidan ile İbrahim Kalın’ın da eşlik ettiğini anımsattı.

"FİRARİ SANIKLARI SORDULAR MI?"

Kılıç, “Gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan gerekse de Hakan Fidan ile İbrahim Kalın acaba bu görüşmelerde Türkiye’deki en büyük siyasi katliamı gerçekleştiren firari sanıkların durumunu hiç gündeme getirdiler mi?” diye sordu.

Kılıç, TBMM Başkanlığı’na, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yanıtlaması istemiyle sunduğu üç ayrı önergede de şu soruların yanıtlanmasını istedi: 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin en büyük katliamı olan Ankara Gar Katliamı davasının 16 firari sanığının 5’inin Suriye’de olduğuna yönelik bilgilerden haberi bulunmakta mıdır?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesindeki en büyük katliamın faillerinin Suriye’den iade edilmesi için, Suriye ile yaptığı resmi temaslarda herhangi bir girişimi olmuş mudur?


MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Türkiye’nin en büyük katliamı olan Ankara Gar Katliamı davasının 16 firari sanığının 5’inin Suriye’de olduğuna yönelik bilgilerden haberi bulunmakta mıdır?


MİT Başkanı İbrahim Kalın, gerek Şam’da yaptığı temaslarda gerekse de mevkidaşı ile gerçekleştirdiği görüşmelerde Ankara Gar katliamı davasının Suriye’de bulunan firari sanıkların durumunu gündeme getirmiş midir?

MİT Başkanı Kalın’ın, Suriye’deki firari sanıkların iadesi için Suriye makamları nezdinde herhangi bir girişimi olmuş mudur?


Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara Gar katliamının firari sanıklarının Suriye’den iadesi için hangi diplomatik girişimlerde bulunulmuştur?


Suriye’de bulunan firari sanıklar için Adalet Bakanlığı’ndan tarafınıza herhangi bir başvuru gerçekleşmiş midir? Bu kapsamda hangi işlemler yapılmıştır?

"42 GÜNDÜR SUSUYORLAR"

Önergeleri 29 Ağustos’ta TBMM Başkanlığı’na sunduğunu belirten Kılıç, “TBMM İçtüzüğü’nün ‘yazılı sorunun cevabı’ başlıklı 99. Maddesi yazılı soruların 15 gün içinde yanıtlanması hükmünü düzenlese de aradan 42 gün geçmesine karşın hala sorularımız yanıtlanmadı” dedi.

"FİRARİ SANIKLARIN İADESİ İSTENSİN"

Kılıç, şunları söyledi:

“İki ülke arasında neredeyse bir yıldır gerçekleşen yakın temaslarda, Türkiye’nin en büyük katliamını konuşmadınız da ne konuştunuz? Barış haykırışını kana bulayan sanıklar, ellerini kollarını sallaya sallaya bu ülke sınırları içinde dolaşırken, yaptığınız tek şey devlet başkanı ile fotoğraf çektirmek mi oldu? 42 gündür sorularımıza neden yanıt vermiyorsunuz? Neyi gizliyorsunuz? 

Canlarını yitirenlerin aileleri, on yıldır aynı şeyi haykırıyor, duyuyor musunuz? Failleri gizleyenler de suç ortağıdır! 

Suç ortağı olmayın! Bu davanın firari sanıklarını adaletin karşısına çıkarın, yargılayın, cezalandırın. Sorumlular hesap verene kadar bu davanın peşini bırakmayacağız. Hakikat ve adalet mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Ne olursa olsun, Türkiye’yi bu katliamın karanlığından kurtaracağız.”

                                                          ***

Neşeni de öldürmek istiyorlar -Semra Kardeşoğlu-

Sabah başlangıç demekti; Bir gün öncesinin kederini, sıkıntısını, hatasını gece örter ve yok ederdi. Yeni bir güne başlangıcın ilk dakikaları ne olursa olsun güzel bir şey olacağına inandırırdı. Uzunca bir süredir “Sabah” “Sabahın ilk saatleri” “günün ilk ışıkları” tatsız haberlerin “zaman”ı oldu. Gazeteci, yazar, politikacı, belediye başkanı, müzisyen, sosyal medya fenomeni, oyuncu, menajer…. Bir sabah vakti kapısı vuruluyor, polis ya da jandarma tarafından araca bindirilip götürülüyor. Üçer üçer, beşer beşer, onar onar...

Bu sabah vakti operasyonlarına önceki sabah bir yenisi eklendi.  Müzik ve dizi  dünyasının tanınmış isimleri jandarma tarafından evlerinden alındı. Suçlama “Uyuşturucu kullanmak.”

Operasyon sayısız soruyu beraberinde getirdi; Neden jandarma, neden ünlülerin 19’u birden aynı anda vs. Örnekler alındı, beş klasik soru soruldu, sonra bırakıldı. Gazeteler dün hepsinin dizi dizi fotoğraflarıyla çıktı.

24 saat dahi sürmeyen bu fırtınada üzerine çamur sıçratılanlar uzun süre bunu temizlemekle uğrayacaklar. Kimse hakkını dahi arayamayacak. Neden ismim açıklandı, fotoğraflarım verildi, hatta “Uyuşturucu kan testinde çıkar mı” sorum ismim verilerek yayımlandı diyemeyecek?

Bunların hepsini biliyoruz. Ama bu fırtına ortasında akılda kalan birkaç cümle var. Belki bunlar üzerine biraz daha düşünmeliyiz.

“BEN TEMİZİM” DEMENİN FAYDASIZLIĞI

“Ben temizim, herkese de bunu anlatacağım”, “Aslında gözaltına alınmadım” “İsmim sehven o listede yer aldı” cümleleri havada uçuştu.

Bu cümleler onlarca soruyu beraberinde getirdi.

Peki diğerleri “kirli” mi?

Uyuşturucu kullanmak yasa çerçevesinde suç sayılan ve insanın kendisinin ve yakınlarının başına gelebilecek en büyük belalardan biri elbette.

Ama şöyle bakalım, 19 kişinin isminin tek tek açıklanması, sabahın köründe evinden alınması, otobüslerle oradan oraya götürülmesi ne kadar makul?

Bunlar da bir yana artık bir başka ülkede olunduğu ne zaman hatırlanacak? “Temiz” olman, isminin “sehven” yer alması vs. neyi değiştirir?  Hatta “O tamamen apolitik biri” demek. “O muhalif değil” demek.

KAHKAHA ATTIĞIN FOTOĞRAFA DÜŞMAN

Politikanın attığımız adımda olduğunu, artık bu ülkede “Muhalif” sayılmak için bir şey söylemeye gerek kalmadığını, duruş, giyiniş, sevdiğin şarkı ya da müzik grubu, oturduğun semt, yürüdüğün cadde tüm bunlar “muhalif” sayılman için gayet yeterli. Sen her ne kadar “gözaltına alınmadım” diye bağırsan da gözaltına alınman için, sonra tek delil olmasa da tutuklanman hapishaneye gönderilmen, aylarca,  yıllarca orada tutulman için gayet yeterli. Giydiğin elbise, eteğinin boyu, attığın kahkaha, kahkaha atarken sosyal medyada paylaştığın bir fotoğraf, neşen, neşelenmen, kadınlı erkekli bir masada toplanman, bardağındakinin muhteviyatı tüm bunlar yeterli. Muktedirin yanında olan herhangi birinin hoşuna gitmemen bile yeterli. Çünkü hedef alınan çoktandır senin ne söylediğin, ne yaptığın değil varlığın bile batıyor. Tüm pastaları hep aynı insanlar yesin isteniyor, çoğunu yemesi de yetmez, hepsini yemek istiyor. Paylaşımının altında gizli niyetler araştırılıyor.

Artık gelinen noktada “Muhalif değilim”, “Kirli değilim ben temizim”, “Politik değil apolitikim” demenin zerre kadar önemi yok. Çünkü tüm bunları ölçecek bir ölçü birimi tedavülden kalkalı çok oldu. Artık kaçılacak, saklanılacak bir köşe kalmadı.

Ve hiç kimse bu ülkede artık “Sehven” yaşayamıyor. Hiç kimse “Bu oyunda yokum” diyemiyor.

Sokağın tamamı kirliyken üzerindeki elbiselerin “Temiz” kalması çok uzun sürmüyor.

                                                           /././

“Gerçek Türkiye fotoğrafı” ve Erdoğan’ın gizli itirafı -Berkant Gültekin-

10 Ekim 2015’te barış ve kardeşlik için bir araya geldikleri Ankara Tren Garı önünde yaşamdan koparılan 103 yurttaşımızın anısına saygıyla…

Meclis açılışından yansıyan fotoğraflar günlerdir tartışılmaya devam ediyor. Çünkü o görüntüler, 1 Ekim’e dair sıradan hatıralar olarak kalmak yerine Türkiye siyasetindeki pozisyon alışlara dair bazı önemli soruların sorulmasına ve eleştirilerin yapılmasına vesile oldu. Ülke kritik bir virajdayken siyasetteki her karenin artık özel bir anlamı var.

İktidar sözcüleri, Erdoğan ile CHP dışında kalan muhalefeti yan yana, sıcak temas halinde gösteren fotoğraflardan memnun olduklarını daha önceden beyan etmişti. Önceki gün de fotoğrafın başrolünden açıklama geldi. Erdoğan, yurt dışı dönüşü uçakta yaptığı konuşmada, “O kare, gerçek Türkiye fotoğrafıdır. Birileri Türkiye’yi kamplara bölünmüş, paramparça gibi göstermeye çalışıyor, ancak hakikat oradaki birlik ve beraberlik tablosudur. O tablonun parçası olamayanlar, oturup kendilerini hesaba çekmelidir” dedi.

Erdoğan’ın sözleri gösteriyor ki Meclis açılışında çekilen fotoğraflar, gelişigüzel oluşan bir anı değil, iktidarın yeni dönem Türkiye siyasetine ilişkin planlarını yansıtıyor. CHP’nin açılışa katılmayacağı, diğer muhalefet partilerinin hazır bulunacağı biliniyordu. Muhtemelen o karelerin tümü, ilgili propaganda ekibi tarafından önceden tasarlanmış; Erdoğan’ın duruşuna, onun ve etrafındakilerin beden diline, açılara ve görüntülerin medyaya nasıl servis edileceğine varıncaya kadar tüm detaylara ince ince çalışılmıştı. Fotoğraflardan sonra iktidar ve onun görüşlerini yansıtan odakların yorumları bunu doğrular nitelikte.

İktidara yakın isimlerden A. Selvi de dün köşesinden açık açık yazdı; “Erdoğan, yeni dönemde CHP’yi yalnızlaştırmak için mücadele edecek. CHP ile diğer muhalefet partilerinin arasını açmaya özen gösterecek. CHP’yi muhalefette tek başına bırakmak için çalışacak.” Selvi’nin dediğine göre Özgür Özel gerilim siyaseti izliyormuş. “Gerilim siyaseti” dediği, partiyi adaletsizliğe teslim etmemek, seçilmişlerin ve seçmenlerin hukukunu korumak ve en önemlisi de değişim talep eden bir muhalefet çizgisinde ısrarcı olmak. Özel’e “gerilimci” diyen Selvi’nin gözünde “kucaklayıcı siyaset” yürüten ise en büyük rakibi (İmamoğlu) cezaevinde olan partili Cumhurbaşkanı Erdoğan… Böyle kucaklayıcılık tarihte az bulunur sahiden. Selvi’nin, sahip olduğu bu gerçeklik algısıyla, çok daha iyi makamları hak ettiğini söylemeden geçmeyelim.

Özetle Meclis’ten taşan fotoğraflar, rejimin kendi varlığını sürdürme yolunda nasıl hareket edeceğinin işaretiydi. Anamuhalefetin, yani bugünün siyasal realitesiyle söylersek, iktidarı değiştirmeye aday muhalefetin dışlandığı, rejimle bir şekilde yol yürünebileceğini, onunla ilişkilenerek kazanım elde edilebileceğini düşünen muhalefet bileşenlerine yer ayrıldığı bir siyasi alanının provası yapıldı. Erdoğan’ın “başyüceliğini” sorun etmeyen ve onu iktidardan uzaklaştırma niyeti taşımayan muhalefet pratiği isteyen akıl, bunun sunumunu Meclis açılışında yaptı. “Böyle bir muhalefete sonuna kadar kapılar açık olacak” mesajı verildi. Demokrasinin bir gereği olarak iktidara talip olan ve bunu yapacak politik güce ulaşan muhalefetin yolu ise hep adliyelere ve cezaevlerine çıkarılacak tabii...

İktidarın oyun planı böyle. Elbette Meclis’teki o fotoğraflar tek başına olan biteni anlatmaz ya da muhalefetin tümüyle yelkenleri suya indirdiğini göstermez. Fakat “sorunsuz” ve “izahtan vareste” olarak da nitelendirilemezler. Dolayısıyla CHP dışında kalan muhalefet, eğer aksi bir istikametteyse ve bunu kamuoyuna doğru şekilde anlatmak istiyorsa, söylemiyle tutarlı politik tutum ve davranışların içinde olmalı. Çünkü muhalefetin önünde iki yol var; ya fotoğraflardaki kompozisyonun gerçeğe dönüştüğü bir siyasal denklemin içinde yer alacaklar ya da antidemokratik uygulamaların ve hukuksuzluğun sorumlusu olan iradenin karşısında konumlanacaklar.

Zira Erdoğan’ın son sözleri aslında gizli bir itiraf içeriyor. “Gerçek Türkiye fotoğrafı” dediği fotoğrafın içinde ne yok, bir düşünmek gerek; iktidarı değiştirme iddiasına sahip güçlü bir muhalefet! İşte onun gerçek Türkiye’si bu. Son seçimde ülkenin en fazla oy alan, güncel ölçümlerde ilk sırada görünen partisi Meclis açılışına gelmiyor ve bu Erdoğan’a göre “Gerçek Türkiye fotoğrafı” oluyor! Yani gerçek Türkiye, muhalefetin iktidara yürüyemediği bir Türkiye… Bundan daha net ifade edilemezdi.

İktidarı değiştirmeye namzet bir anamuhalefet partisinin makbul unsur olarak görülmediği, meşru siyaset alanının dışına itilerek şeytanlaştırılmaya çalışıldığı bir siyasi iklimde, demokrasi, barış ve özgürlük gibi önemli değerlerin ismi kullanılarak atılmaya çalışılan her adım, ülkedeki yoksullaştırıcı baskı düzenini kalıcı hale getirmekten başka bir sonuç üretmeyecek. İktidarla yürütülen tüm işbirlikleri de onun kalıcılığının kabul edildiği şartlarda mümkün olabilecek. Kim buradan demokratik ve özgürlükçü bir anayasa çıkabileceğine inanıyor? Hiçbir muhalefet aktörünün bu gerçekliğin dışında kalabilme şansı yok.

                                                            /././

KKTC seçiminde son düzlük -Gözde Bedeloğlu-

Kuzey Kıbrıs 19 Ekim’de sandığa gidiyor. Seçime sayılı günler kaldı. Sekiz adaylı cumhurbaşkanlığı yarışında, Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) adayı Tufan Erhürman ve Ulusal Birlik Partisi (UBP), Demokrat Parti (DP) ve Yeniden Doğuş Partisi’nden (YDP) oluşan koalisyon hükümetinin desteklediği mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar öne çıkıyor.

HALK NE İSTİYOR, ANKETLER NE SÖYLÜYOR?

Göç, Kimlik ve Halk Çalışmaları Merkezi’nin (CMIRS) Eylül 2025 anket sonuçlarına göre Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tufan Erhürman % 50,4 ile ilk sırada, Ersin Tatar % 40,6 ile ikinci sırada yer aldı. Diğer sekiz adaydan biri olan Mehmet Hasgüler’in ise oy oranı % 1,20 olarak ölçüldü. Olası bir milletvekilliği seçiminde CTP’nin % 42,2 ile birinci, iktidardaki UBP'nin ise % 34,2 ile ikinci parti olduğu görüldü. CMIRS Direktörü Mine Yücel’e göre, CTP’nin birinci parti olarak önde olması, Tufan Erhürman’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde avantajlı görülmesiyle ilgili ve halkın mevcut siyasi iktidara duyduğu güvensizliğin bir yansıması. Sağlık ve eğitim alanında kamu hizmetleri yetersiz. Temel ihtiyaç ürünlerindeki fiyat artışının önüne geçilemiyor. Son açıklanan resmi verilerilere göre Kuzey Kıbrıs’ta yıllık enflasyon oranı %35,42 ve bu Türkiye’nin birkaç puan üzerinde. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde ise yıllık enflasyon 0 olarak hesaplandı. Dolayısıyla, tepki oylarıyla gerçekleşecek bir cumhurbaşkanı değişiminin, yapılacak ilk genel seçimde elde edilecek sonuçların habercisi olacağı düşünülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi, aynı zamanda  müzakerelerde Kıbrıslı Türkleri temsil edecek bir toplum liderinin belirlenmesi anlamına gelse de, halk çözümsüzlükten yorgun ve umutsuz görünüyor. Asıl gündemin, ne federasyon ne de iki devletli çözüm, yoksulluk, yolsuzluk ve kayırmacılık olduğunu söyleyenlerin sayısı çok fazla. Diğer yandan Ersin Tatar’ın beş yıl boyunca müzakere masasına oturmamış olması da sıkça eleştiriliyor.

MEDYA ETİK KURULU’NDAN UYARI

4 Ekim’de Kıbrıs Gazetesi’nde yayınlanan bir diğer ankete göre Ersin Tatar % 51 ile yarışı önde götürüyor ve iktidardaki UBP, az bir farkla da olsa CTP’nin önünde birinci parti pozisyonunda. Katılımcılara Kıbrıs sorununa ilişkin çözüm modeli de sorulmuş. Buna göre seçmenin %68,4’ü Tatar’ın savunduğu iki devletli çözümden, %31,6’sı da Erhürman’ın dile getirdiği federal çözümden yana olduğunu belirtmiş. Public Global Araştırma Şirketi tarafından, Türkiye merkezli Aksa Enerji Grubu’na bağlı Kıbrıs Gazetesi için özel olarak yapılan anket çalışması, şikayet üzerine, Medya Etik Kurulu tarafından incelendi. Kurul, kullanılan verilerin kaynağı ve doğruluğuna dair ciddi şüpheler bulunduğunu, Public Global Araştırma şirketinin resmî ticaret kaydı, internet sitesi veya geçmiş çalışmaları gibi doğrulanabilir bir faaliyetine ulaşılamadığı, haberde kullanılan anketin ‘doğrulanabilirlik ve denetlenebilirlik kriterlerini’ karşılamadığı belirtildi ve seçim sürecinde yayımlanan haberin, kaynağa ilişkin şeffaflık içermemesi nedeniyle manipülatif bir etki yaratma riski taşıdığı kaydedildi. Medya Etik Kurulu’nun bilgi talep ettiği gazete yönetimi herhangi bir açıklamada bulunmadı.

2020 SEÇİMİNDE TATAR NASIL KAZANDI?

2020 yılında gerçekleştirilen bir önceki seçimde Türkiye’nin açıktan müdehalesi çok konuşulmuştu. Halkın ‘travma’ olarak tanımladığı olaylar zincirinin sonucunda Ersin Tatar, yüzde 3’e yakın bir oy farkıyla dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’yı geçerek seçimi ‘sürpriz’ bir şekilde kazanmıştı. Mustafa Akıncı ailesiyle birlikte, MİT tarafından tehdit edildiğini söyledi. Ayrıca yakın çevresi, çalışma ekibi, kendisine desteğini açıklayanlar, çözümden yana tavır alan aydın, sanatçı ve gazeteciler siber zorbalığın, iftira ve hakaretlerin hedefi oldu. Bugün halen pek çoğunun Türkiye’ye girişi keyfi olarak yasak. Türkiye’den gelen büyük bir reklam ekibinin Ersin Tatar lehine çalıştığı, seçim öncesi adaya 100 milyon lira aktarıldığı da tanıklıklarla, çokça konuşuldu. Bunların içinde en tepki çeken olay ise seçime birkaç ay kala yaşandı. UBP içerisinde dönemin Başbakanı Ersin Tatar’a muhalif olarak yorumlanan milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri’nin daveti üzerine Kolordu Komutanı ile KKTC’deki MİT sorumlusunun bulunduğu Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'na ait Beyaz Ev’de toplantıya katıldı. Bunu haberleştiren Kıbrıslı gazeteci Ali Kişmir 10 yıl hapis cezasıyla yargılanıyor.

İKTİDARDAN ADAYA ZİYARETÇİ AKINI

Türkiye’nin, Kuzey Kıbrıs siyasetine etki ve müdehalesi elbette 2020 yılı ve AKP hükümetiyle sınırlı değil. Ancak 2020 seçimleri diplomasinin tamamen rafa kaldırıldığı, AKP’nin cumhurbaşkanı tercihini çok açık şekilde belirttiği, tehdit ve rüşvet iddialarının havalarda uçuştuğu, Serdar Denktaş’ın dahi Tatar lehine adaylıktan çekilmesi için MİT tarafından uyarıldığını söylediği ve Mustafa Akıncı’ya ağır suçlama ve hakaretlerin yöneltildiği bir süreç olarak tarihe geçti. Seçmen üzerinde, kendilerinin de ifade ettiği şekliyle, travmatik bir etkisi oldu ve ülke yeniden seçime gidiyorken ilk merak edilen bunun tekrarlanıp tekrarlanmayacağıydı. Sandığa günler kala muhalefetin izlenimi, AKP iktidarının bu defa daha ılımlı bir strateji izlediği yönünde. Yani adaylar doğrudan tehdit edilmemiş. Ama elbette saha boş bırakılamazdı. Seçime bir ay kala, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Kuzey Kıbrıs’tan gelen muhtarları Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ağırladı, iki devletli çözüm vizyonuna destek açıklaması yaptı. Davet, Kıbrıs kamuoyunda zamanlaması bakımından manidar bulundu.

AKP VE MHP’Lİ İSİMLER SEÇİM İÇİN SAHADA

AKP’nin, Ersin Tatar’a destek vermek için Türkiye’den Kuzey Kıbrıs’a gönderdiği ekipte dikkat çeken isimlerden biri de Süleyman Soylu. Hatay milletvekili Soylu ve beraberindeki ekibin adadaki Hataylılarla bir araya geldiği, ev ziyaretlerinde bulunduğu ve bu seçimin ‘beka meselesi’ olduğunu anlattıkları basında yer buldu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Yayman, Konya Milletvekili Orhan Erdem, MHP Kütahya Milletvekili Ahmet Erbaş seçim çalışmalarına katıldı. KKTC’de faaliyet gösteren Yunus Emre Enstitüsü, ‘Gençlerle Buluşma’ etkinliği düzenledi. Etkinliğin konuğu olan eski futbolcu Mesut Özil Cumhurbaşkanı Erdoğan ile telefonda konuştu ve Erdoğan’ın “KKTC’deki seçimleri kesinlikle kazanmalıyız” sözleri salondakilere dinletildi ve görüntüler servis edildi. Ziyaretler siyasi müdahale tartışmalarını bir kez daha alevlendirdi. Israrla dünyaya KKTC’nin, egemen bir devlet olarak tanınması için çağrı yapan iktidarın, yanına MHP kadrolarını da katarak yürüttüğü seçim çalışması elbette büyük bir tutarsızlık göstergesi. Bunun seçmen üzerinde ters teptiği, Türkiye’nin adadaki varlığına saygı duyanlarda dahi bir kırgınlık ve antipati yarattığı yine sıklıkla dile getirilen görüşlerden.

İKİ DEVLETLİ YAPI: ÇÜZÜM MÜ, DÜĞÜM MÜ?

Sahada işler, beş yıl öncesine benzer şekilde Türkiye’nin gölgesinde yürürken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yinelediği “federasyon defteri kapandı, Kıbrıs’ta iki devletli çözüm var” açıklaması Ersin Tatar’ın savunduğu görüşü yansıtıyor. Bu anlamda bir destek mesajı olarak okunabilir. Erdoğan, eylül ayında gerçekleştirdiği Katar ziyareti dönüşünde, Kuzey Kıbrıs’taki seçimle ilgi açıklamada bulundu ve KKTC’nin egemen bir devlet olarak bağımsız yargı gözetiminde seçimin gerçekleşeceğini vurguladı. “KKTC’nin hak ve menfaatlerini kendi hak ve menfaatlerimiz olarak görüyoruz. Mevcut yönetim değişse dahi Türkiye’nin duruşu değişmez” diye de ekledi. 2020 yılında Mustafa Akıncı’nın seçilmesine açık ve sert bir şekilde karşı çıkılmıştı. Aynı tutumun bu kez Tufan Erhürman için gösterilmediği söylenebilir. Yine de iktidar, her ne kadar AKP içinde popülaritesi azalmış olsa da, Süleyman Soylu gibi tanınan vekil ve bürokratlarını sahaya göndererek Tatar’ın kampanyasına desteğini sürdürüyor. Erdoğan seçim sonuçlarının Türkiye’nin Kıbrıs politikasında bir değişiklik yaratmayacağını söylüyor ve garantörlük hakkını hatırlatıyor.

Ersin Tatar’ı destekleyen UBP-YDP-DP koalisyon hükümeti geçen hafta çok tartışmalı bir adım attı. Cumhurbaşkanı adayı Ersin Tatar’ın ‘iki ayrı devlet’ tezine Meclis onayı kazandırmayı hedefleyen bir öneri sundu. Komiteden geçen önerinin önümüzdeki hafta meclise gelmesi bekleniyor. Muhalefete göre bu seçime yönelik ve ciddiyetsiz bir girişim. İki devletli çözüm tezi Erdoğan’ın sürekli hatırlattığı garantörlük hakkını ortadan kaldırıyor, çünkü garanti anlaşmasına göre Türkiye, adanın hem başka bir ülkeyle birleşmesine hem de bölünmesine karşı durmayı taahhüt ediyor. İki devletli çözüm önerisinin, Türkiye’nin garantörlüğünü ve Kıbrıslı Türklerin AB vatandaşlık haklarını nasıl bir riske sokacağı; toprak ve mülkiyet konusuyla ilgili nasıl bir yol haritası düşünüldüğü ise başka bir yazının konusu. Şu bir gerçek ki, onlarca yıllık Kıbrıs sorunu bir kez daha hamaset sosuna batırılıp seçim malzemesi olarak kullanılıyor.

                                                               /././

BİRGÜN





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -18 Ekim 2025-

Viva İspanya -Hasan Göğüş- İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in bir özelliği var. Kişisel bilgilerinde dini inancı “yok” yazıyor. Göreve başla...