25 Kasım’dan bizlere miras: Faşizme karşı direnen Kelebekler -Berfin Ceren ERGİN / Çisem ALP
NKÜ İnsan Hakları ve Kadın Araştırmaları Topluluğu
“Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.” (Maria Teresa Mirabal)
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı, kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü.” (Minerva Argentina Mirabal)
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım, gerekirse hayatımı da.” (Patria Mercedes Mirabal)
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü her yıl olduğu gibi bu yıl da dünyanın ve Türkiye’nin birçok yerinde genç kadınların, işçi ve emekçi kadınların, ev emekçisi kadınların bulundukları her alanda sokağa dökülüp taleplerini haykırdıkları bir gün olacak. Zaten kadınlar yaşantılarının her noktasında; okullarında, kampüslerinde cinsel tacizlere karşı, ev içinde ev içi şiddet ve emek sömürüsüne karşı, işyerlerinde mobbinglere, tacizlere, işten atılmalara karşı ve eşit işe eşit ücret talepleri için devamlı bir mücadele içerisinde.
Bugün 25 Kasım’ı bize miras bırakan Mirabal Kardeşler’in faşist diktatör Trujillo’ya karşı mücadelelerinden bahsedelim: Yer Dominik Cumhuriyeti. 1930'da ülke yönetimini ele geçiren Rafael Trujillo faşist diktatörlük yönetimini sürdürüyordu. Dominik Cumhuriyeti'nin Cibas bölgesinde dünyaya gelen ve Mirabal Kardeşler olarak tanınan üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele veriyordu. Patria 1960 yılının haziran ayında 14 Haziran Hareketi’ni (Movimiento 14 de Junio) kurdu ve diğer kız kardeşler de bu harekete katıldı. Trujillo yönetimine karşı insan hakları ve demokrasi için mücadelede simgeleşen kadınlar diktatörlük tarafından defalarca tutuklandı, mal varlıklarına el konuldu. Bunlarla yetinmeyen Trujillo bir halk konuşmasında, “Ülkenin en büyük iki sorunu kilise ve Mirabal Kardeşlerdir.” diyerek Mirabal Kardeşleri açıktan hedef gösterdi. Bu konuşmadan sadece 23 gün sonra, hapishanedeki eşlerini ziyaretten dönen üç kız kardeş 25 Kasım 1960’ta, diktatörlüğün polislerince tecavüz edilip uçurumdan aşağı atılarak öldürüldü. Bu cinayet resmi kayıtlara “trafik kazası” olarak geçti.
Mirabal Kardeşlerin öldürülmesinden bir yıl sonra Trujillo karşıtı hareket, diktatörlüğün sona ermesini sağladı. Özgürlük ve kadın hakları için verdikleri mücadele, dünyada ve Türkiye'de insan hakları savunucuları ve kadın hareketleri için bir sembol haline geldi. 1981 yılında Kolombiya’nın Bogotá şehrinde bir araya gelen Latin Amerikalı ve Karayipli Kadınlar Kongresi’nde, Mirabal Kardeşlerin katledilmelerinin yıl dönümü olan 25 Kasım tarihi, kız kardeşlerin anısına “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan edildi. Latin Amerika’nın ilerici kadınlarının bu kararı, aslında faşist diktatörlüklerin şiddetine karşı kadınlar cephesinden bir mücadele ilanıydı. Mirabal Kardeşlerden birinin kod adının “Kelebek” olmasından da esinlenerek; o günden sonra üç kız kardeş gerek Dominik’te gerek dünyada “Kelebekler” adıyla anıldılar. Sonrasında, 1999 yılında Birleşmiş Milletler 25 Kasım'ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesini kararlaştırdı.
Dönemin iklim nasıldı?
Kelebekler’in antifaşist mücadele yürüttüğü dönemin ABD yanlısı faşist diktatörü Rafael Leónidas Trujillo, üylkenin ABD işgali altında bulunduğu 1916-1924 yılları arasında ABD Deniz Piyadeleri tarafından eğitildi.1930'da Başkan Horacio Vasquez’i bir askerî darbeyle devirerek iktidarı ele geçirdi. Hızla tüm siyasi partileri kapatarak her türlü muhalefet, sendika ya da öğrenci hareketini yasakladı. Hükümet karşıtlarını ya tutukluyor ya da faili meçhul cinayetlere kurban ediyordu. “La 40” adlı hapishanede muhaliflere işkenceler uyguladı. 37’ yılında 15-30 bin Haitili toprak işçisini soykırımla katletti. Trujillo, iktidarı boyunca yaklaşık 50 bin kişinin ölümüne sebep oldu. Bütün bunların karşısında, 1940’lardan itibaren öğrenciler, aydınlar ve Trujillo karşıtı halk; yeraltı örgütlenmelerinde bir araya gelmeye ve hükümeti devirmek amacıyla örgütlenmeye başladı. 1950’lerin sonuna gelindiğinde hem ülke içinde hoşnutsuzluk hem de dünyada esen devrimci ve sosyalist rüzgâr, Latin Amerika’daki 1959 hareketleriyle etkisini Dominik’te de göstermeye başladı. Özellikle Küba Devrimi’nden etkilenen hareket; Latin Amerika genelinde dolaşan antiemperyalist, antifaşist ve sosyalist fikirlerden güç aldı. İşte bu ortamda, 1959’da “14 Haziran” ayaklanması yaşandı. Ayaklanma bastırıldı ancak bu olay ülke içinde yavaş yavaş örgütlenmeye başlayan ülkenin zenginliklerinin ABD’ye peşkeş çekilmesine, sömürüye, emperyalizme ve faşizme karşı halk hareketiyle, birleşik bir mücadeleye dönüştürdü. Bu tarihten sonra kurulan 14 Haziran Hareketi’nde; halkın çeşitli kesimlerinden öğrenciler, işçiler, köylüler, kadınlar bu örgütte ve kaynaklar sınırlı olsa da başka komünist partiler de (PSPD, Castroite Movimiento Popular Dominicano) vardı.
Ekim Devrimi’nden sonra dünyada etkisini güçlendiren sosyalist hareket halk mücadelelerini büyük ölçüde tetikledi. Soğuk Savaş’la birlikte hız kazanan ABD’nin emperyalist müdahaleleri sosyalist hareketin ve ABD emperyalizmine karşı mücadelenin yükseldiği Latin Amerika’da ABD işgalleri ve faşist darbelerle kendisini gösterdi. Küba’nın hemen yanında bir ülke olan Dominik’te halkın Küba sosyalist rejiminden etkilenmesinden korkan ABD’nin faşist darbeyle iktidara gelen antikomünist Batista yanlısı Trujillo iktidarını desteklemesi tesadüf değildi.
Bütün bunların ışığında Mirabal Kardeşler mücadelenin önemli figürleriydi. Kelebekler, 14 Haziran Hareketi’nin öncülerinden ve kurucularındandı.
Faşizme karşı kadın cephesi
Üç kız kardeşin faşizme karşı verdikleri mücadelede, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu koşullarda da bugün biz genç kadınlara ışık tutmaya devam ediyor. Kadınların üzerinde artan baskı ve şiddet politikası devlet eliyle kurumsallaştırılıyor. Kadın toplulukları gösteri yürüyüşlerine katıldıkları gerekçesiyle faaliyet durdurma ya da kapatılmaya maruz bırakılıyor. CİTÖB talepleri ya görmezden geliniyor ya da var olan mekanizmaların içi boşaltılıyor. Her gün toplumun çeşitli ezilen kesimleri faşist saldırılarla karşı karşıya kalıyor. Grevler yasaklanıyor, ücretler düşürülüyor, hakkını arayan işçiler, emekçiler, öğrenciler polis şiddetiyle, baskı ve sansürlerle karşılaşıyor. Kadın cinayetleri her geçen gün artıyor ve cezasızlık politikaları şiddetleniyor. Kadınların esnek çalışma modelleriyle ücret eşitsizliği derinleştiriliyor. Hükümet; LGBTİ’lere, kadınlara ve mücadele içerisindeki çeşitli kesimlere yönelik tahakkümünü 11. Yargı Paketi, Ailenin 10 Yılı, 12. Kalkınma Planı gibi hamlelerle derinleştiriyor.
Biz üniversiteli, liseli, işçi-işsiz genç kadınlar olarak bu 25 Kasım’a giderken Mirabal Kardeşlerin mücadelesinden öğreneceğimiz çok ders, edineceğimiz çok deneyim var. Kadınlar on yıllardır faşizme geçit vermedi, bugün de vermeyecek!
/././
Milletvekili Ömer Fethi Gürer açıkladı: Gebe inekler dahi haciz edildi -Duygu Ayber Gültekin-
CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer, icra uygulamalarında artış yaşandığını traktör, tarla, inek, keçi ve buğday hacizleri ile çiftçinin, besicinin belinin büküldüğünü söyledi.
Fotoğraf: Ömer Fethi GürerCHP Niğde Milletvekili ve Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu Üyesi Ömer Fethi Gürer, 2025 yılında çiftçi, besici, üretici gelir gider dengesi bozulmasıyla, kazandığı varlıklarını haciz yoluyla kaybettiğini söyledi.
Tarım kesiminin bankalara olan borçlarının 1 trilyon 117 milyar lirayı bulduğunu belirten Gürer, piyasa borçları ile bu rakamın arttığını, ürün rekolte kayıpları yanında girdi maliyetinin altında satış yapmak zorunda kalınca borçlarını ödeyemeyince icralık olduğunu söyledi.
Milletvekili Gürer, “Ekonomik kriz nedeniyle borçlarını ödeyemeyen çiftçi ve besicilerin kapısına icra dayandı, 2025 yılının ilk aylarında başlayan haciz işlemleri her ay artarak devam etti, üreticinin üretim ve gelir kapısına el konulması topraktan da hayvancılıktan da soğuttu” dedi.
Gürer, “Araziler, traktörler ve hayvanlar icra daireleri ve mahkeme kararlarıyla haczediliyor. İlginç örnekler de var. Yılın başlarında Tire İcra Dairesi tarafından el konulan 48 adet Holstein cinsi dişi sığırın içinde 8 gebe hayvan da bulunuyordu. Toplam piyasa değeri 6 milyon 375 bin TL olarak haciz kayıtlarına geçti. Daha önce traktörü de haczedilen çiftçi-besici, bu kez borçlarından dolayı hayvanlarına da el konuldu. Besicinin borcunun 9 milyon civarında olmasına rağmen traktör ve hayvanlarının toplam değeriyle bu borçtan fazla haciz yapılması, besiciyi daha da zor duruma düşürmüştür” dedi.
Günlük hayvan gideri 226 TL
CHP Milletvekili Ömer Fethi Gürer, Tire’de yaşanan bu olayda bilirkişi tarafından yapılan tespitleri şöyle aktardı:
320 kiloluk gebe bir hayvan için 160 bin TL, 300 kiloluk gebe hayvan için 150 bin TL, 280 kiloluk hayvan için 135 bin TL değer biçildi. Ahırdaki 48 hayvanın her biri için ayrı ayrı fiyatlandırma yapıldı ve hayvanlar 80 bin TL ile 150 bin TL arasında değişen bedellerle haciz tutanağına kaydedildi.
Bilirkişi, bir hayvan için günlük yem giderini 226 TL olarak saptadı. Ancak ahır ve diğer bakım giderleri bu hesaplamaya dahil edilmedi.
Buna göre:
- Yüzde 21 proteinli süt yemi: 10 kg × 13 TL = 130 TL
- Saman: 3 kg × 3,25 TL = 9,75 TL
- Mısır silajı: 25 kg × 2,5 TL = 62,5 TL
- Mısır flake: 1 kg × 14 TL = 14 TL
- Vitamin tozu: 0,1 kg × 80 TL = 8 TL
Gürer, “Ay ay fiyatlarda, özellikle yem başta olmak üzere, artış yaşanmaya devam ediyor. 50 kg süt yemi 800 TL aştı. Besici yem fiyatında artışa yetişemiyor. Maliyet altında küçük aile tipi işletme süt satmak zorunda kalıyor” dedi.
Ömer Fethi Gürer, “İcralar durdurulmalı; arazi, traktör ve hayvanlar haczedilmemelidir. Çiftçi ve besiciye kredi desteği sağlanarak üretimin devamı güvence altına alınmalıdır” ifadelerini kullandı.
***
Şanlıurfa'da inşaatta göçük: İşçiler enkaz altından çıkarıldı
Şanlıurfa Haliliye'de bir inşaatta göçük meydana geldi. Enkaz altında kalan işçiler kurtarıldı, 1 işçinin durumunun ağır olduğu öğrenildi.
Şanlıurfa'nın Haliliye ilçesine bağlı Kısas Mahallesi'nde, bir inşaatta meydana gelen göçükte 6 işçi enkaz altında kaldı. Olay sırasında beton dökümü yapıldığı, tablanın aniden çökmesiyle işçilerin molozların altında kaldığı belirtildi.
Göçüğün ardından bölgeye çok sayıda mahalle sakini gitti. Yardım ekiplerinin ve mahallelinin yoğun çabasıyla tüm işçiler enkaz altından çıkarıldı. Edinilen bilgilere göre işçilerden birinin durumunun ağır, iki işçinin ise hafif yaralı olduğu öğrenildi.
Bölgeye sevk edilen sağlık ekipleri yaralı işçilere müdahale ederken, göçüğün nedenine ilişkin henüz resmi bir açıklama yapılmadı.
***
Şule Çet'in öldürülmesine yardım eden Berk Akand tahliye edildi
Şule Çet’in cinsel saldırıya uğradıktan sonra plazanın 20. katından atılarak öldürülmesine ilişkin davada 18 yıl 9 ay hapis cezası verilen Berk Akand’ın, serbest bırakıldığı öğrenildi. https://www.evrensel.net/haber/584160
***
Ortaköy'deki zehirlenme olayı: Gözaltı sayısı 8'e yükseldi, otel mühürlendi
Fatih'te 2'si çocuk 3 kişinin hayatını kaybettiği gıda zehirlenmesi iddialarıyla ilgili 1 otel çalışanı ve 2 ilaçlama şirketi çalışanı gözaltına alındı. Gözaltı sayısı 8'e yükseldi. https://www.evrensel.net/haber/584155
***
Epstein pedofili ağı ya da kapitalist seçkinler -Aras Coşkun Tuncel-
“Senin ve çocuğun fotoğraflarını gönder… beni gülümset.” Ortadoğu halklarına “kabileler”, Lübnanlılara “hayvansı” diyen ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi, çok Batılı ve çok medeni Tom Barrack’a bu kısacık epostayı pedofili ağı sahibi Jeffrey Epstein yollamış.
Üstelik artık Epstein hakkındaki iddia ve davaların ayyuka çıktığı 2016 yılında yollanmış bu mesaj*. Geçtiğimiz hafta ABD Temsilciler Meclisi Denetim Komitesi Epstein’in epostalarından bir kısmını yayımladı; dosyaya ilişkin tüm belgelerin yayımlanması için de tüm karşı cabalara rağmen nihayet Mecliste kıl payı yeterli oy sayısına ulaştı. Sadece yayımlanan bu epostalardan bile anlaşılıyor ki Trump hem uzun yıllar her şeyin farkındaymış hem de Epstein’in ağına düşürdüğü, muhtemelen o tarihlerde reşit olmayan, biriyle evinde saatler geçirmiş; Epstein tahmin edildiği gibi Mossad ve İsrailli yetkililerle çok yakın ilişkiler içindeymiş, hatta çok yakından da öte, muhtemelen Mossad ajanıymış; New York Times muhabirleri dahil ana akım medyada da Epsteinci çokmuş. Ancak en önemlisi 2000’lerin başından itibaren ortaya saçılan isim ve ilişkiler bir kez daha vurguluyor ki Amerikan egemen sınıflarının her türden temsilcileri ve onlara yapışık tüm parazitler bu ağın bir parçası. Mesele tek tek Trump, Biden, Demokratlar, Cumhuriyetçiler ya da Amerikan yargısı, medyası, kolluk güçleri, istihbaratı değil. Unutmamak gerekir ki Biden yönetimi bütün belgeleri rahatlıkla yayımlayabilecekken dört yıl boyunca Epstein dosyasıyla ilgili ciddi hiçbir adım atmadı.İsrail ve Mossad bağlantısı
Epstein, pedofili ağını birlikte yönettiği sevgilisi Ghislaine Maxwell’e yolladığı 2011 tarihli bir epostada Trump’ı “Havlamayan köpek” olarak tanımlayıp, bu kadar yakınında olan Trump hakkında o tarihlerde hakkında açılan soruşturmalarda kendisine bir kez bile soru sorulmadığının altını çiziyor. Bir başka epostada her şeyden, “Kızlardan haberi vardı” diyor. Yine epostalara ve Drop Site haber sitesinin daha önce sızdırılan kişisel takvimi ile yaptığı karşılaştırmaya göre Epstein, Barak’ın yardımcılarından, Üst Düzey Askeri İstihbarat Görevlisi Yoni Koren’i Manhattan’daki evinde uzun sürelerle ağırlamış; İsrail ile Moğolistan ve yine İsrail ile Fildişi Sahilleri arasındaki güvenlik anlaşmalarının aracılıklarını yapmış; emperyalistlerin Suriye’ye karşı sahadaki vekilleriyle giriştiği savaşında İsrail ile Rusya arasında perde arkasında iletişim kanalları kurmaya çabalamış. Bir başka epostada bir New York Times muhabiri gazetenin bir başka muhabirinin eski bir polis dedektifi ile birlikte kendisi hakkında bilgi topladığını Epstein’e detaylarıyla sızdırıyor. Bugün de Epstein’in ışık tuttuğu egemen sınıfların suçluluğunu savunmak için örneğin eski Fox Sunucusu, muhafazakar medyanın yıldızlarından Magyn Kelly “15 yaşındaki kızlarla 8 yaşındakiler arasında fark var” diye yayın yapıyor.
Yayımlanan ve sızan belgelerde milyarderlerden politikacılara, istihbaratçılardan gazetecilere oldukça geniş bir ağ var. Bill Gates, Michael Bloomberg, Silikon Vadisi akbabalarından Peter Thiel, Eski Barclays Bankası CEO’su Jes Staley, Victoria’s Secret CEO’su Leslie Wexner, Birleşik Arap Emirlikleri milyarderi Sultan Ahmed bin Sulayem, emlak devi Mort Zuckerman, Goldman Sachs’tan Jennifer Zuccarelli, Donald Trump, Bill Clinton, Steve Bannon, Eski Beyaz Saray Danışmanı (Obama dönemi) Kathryn Ruemmler, Eski Hazine Bakanı ve Harvard Üniversitesi Eski Rektörü Larry Summers, Eski CIA Direktörü Bill Burns, Eski Senatör George Mitchell, Hollywood Yapımcısı Harvey Weinstein, Aktör Kevin Spacey, İngiltere Prensi Andrew Mountbatten-Windsor. Liste uzayıp gidiyor ve birçoğu aynı zamanda Epstein’in ağına düşürdüğü kız ve erkek çocuklara Karayiplerdeki özel adasındaki malikanede cinsel istismarda bulunmakla da suçlanıyor. Kapitalist seçkinler ve yardakçıları bir bütün olarak suçlu, sapkın ve çürümüş.
/././
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu: Dilovası kapitalizmin çıplak görüntüsüdür -İzel Gözde Meydan-
Dilovası’da Ravive Kozmetik’e ait parfüm dolum atölyesinde 8 Kasım Cumartesi günü yaşanan yangında 7 işçi yanarak can verdi. Bu iş yeriyle ilgili hem belediyeye hem de CİMER’e yapılan tüm şikayetlere rağmen tek bir adım atılmadığı ortaya çıkmıştı. Yangına ilişkin soruşturma dosyası ve bilirkişi ön raporunda yer alan detaylar ise felaketin nasıl göz göre göre geldiğini tüm açıklığıyla gösterdi. İş yerinde İSG ve diğer tüm mevzuatların ihlal edildiği, binanın iskanının dahi olmadığı ama buna rağmen Dilovası Belediyesi tarafından iş yeri açma ve çalışma ruhsatı ve parfüm imalat ruhsatı verildiği ortaya çıktı.
Yangının ardından bu bölgede işçilerin çalışma ve yaşam koşullarının ortaya çıkardığı tabloyu uzun yıllar Dilovası ile ilgili yaptığı halk sağlığı alanındaki çalışmalarıyla bilinen, çalışmalarını sürdürdüğü dönem belediye başkanları tarafından hedef gösterilen ve barış imzacısı olduğu için Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanı görevinden uzaklaştırılan Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile konuştuk.
Hayatını kaybeden işçi yakınlarının anlattıkları, yaşadıkları evler, çalışma ve yaşam koşulları içinde bulundukları yoksulluğu ve çaresizliği de gözler önüne serdi. Yangınla birlikte ortaya çıkan bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kapitalizmin 21. yüzyılın birinci çeyreğinin sonuna geldiğimizde insana, doğaya karşıtlığın, akıl dışılığının bütün yansımalarının çıplak gözle göreceğimiz bir tablo Dilovası. Kentsel özellikleri itibariyle tümüyle ülke içi göçmenlerden oluşan bir nüfus yapısı var. Bir dönem fotoğraflarından, kayıtlardan bildiğimiz yeşil bir doğanın yerinde neredeyse tek bir ağacın bile bulunmadığı, derelerin, berrak sularının hiçbirinin denize ulaşacak mecalinin kalmadığı, derelerin tümüyle fabrika ve organize sanayi bölgesi toplu atıklarının kanalı olarak kullanılan dere ve nehir yataklarına dönüştüğü bir Dilovası. Açlığın yoksulluğun tümüyle esasında sınıfa içselliğini gösteren bir tabloyla karşı karşıya kalıyorum. Bu iş cinayeti de gösterdi ki çocukları çalıştırıyorlar. Ev kadınları çalışmak zorunda aç kalmamak için, çocuklarını okutabilmek için.
2000’lerin başında Dilovası ile tanıştım. Sonrasında akademik ve sosyal nedenlerle içinde olduğum bir yerleşim yeri. Bu olay maalesef hiç şaşırtıcı gelmedi. Bütün uyarılara rağmen hiçbir önlem almayan devlet, hükümet yetkilileri; denetimlerde yasal düzenlemelerle etkisiz hale getirilen büyükşehir belediyesi ve belediyeler… Özetle kapitalizmin dünyadaki ve Türkiye’deki bugünkü halinin çıplak gözle görüntüsüdür.
Dilovası halkı uzun yıllardır sanayileşmenin pek çok olumsuz sonucuyla karşı karşıya. Bu bölgede sanayiye dayalı tehlikelerin ortaya konduğu bilimsel çalışmalarınız hem bölge halkı hem de ülke kamuoyu tarafından biliniyor. Çalışmalarınızı sürdürdüğünüz dönemden bugüne bu bölgede nasıl bir değişim yaşandı?
Maalesef olumlu olan hiçbir şey yok. İnsan için, doğa için, insan sağlığı için, ekoloji için hiçbir olumlu gelişme yok. O dönem deşifre ettiğimiz, patronların talanı, insan sağlığına ve doğaya saldırıları sonrasında organize sanayi bölgelerinin yasal olarak uyması gereken, yapmadıkları eksiklikleri büyükşehir belediyesinin bütçesinden karşılanması gündeme gelmişti.
Dilovası Organize Sanayi Bölgesi düzenlenmiş yeniden inşa edilmişti, bazı baca gazlarındaki emisyonlar için filtreler kullanılması gündeme gelmişti. Biliyorsunuz organize sanayi bölgeleriyle ilgili 4562 sayılı Yasa Nisan 2000 yılında yayımlandı, hemen ertesi gün Organize Sanayi Bölgeleri Yer Seçim Yönetmeliği yayımlandı. Sonra 2009 yılında Organize Sanayi Bölgeleri Uygulama Yönetmeliği yayımlandı. Bunlar bir paket ve organize sanayi bölgelerinin işleyişine, patronlar adına yararlı olsun diye 2004’te yayımlanan Büyükşehir Belediye Kanunu’nun 7. maddesinde OSB’leri büyükşehir belediyesinin yetki ve sorumluluk alanının kapsamı dışına çıkardılar.
Dolayısıyla yerel yönetimler, organize sanayi bölgelerinin hiçbirine müdahale edemiyor. Dilovası’da bildiğim kadarıyla 6 OSB var. Bu bölgeler sadece merkezi denetime, bakanlığın denetimine tabi bölgeler. Bu toprak parçalarının ki binlerce dönümlük araziyi içeriyor her biri, patronların kendi kurdukları özerk yönetimlerle devam ettiriliyor. Buralarda denetim yapmak sadece bakanlığın yetkisinde. İçeriye giren çıkanın ne olduğunu, içeride nasıl üretim yapıldığını, yerel yönetimlerin izlemesi mümkün değil.
Dolayısıyla toplumun izlemesi mümkün değil. 2017 yılında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 157 iş yerinde yapmış olduğu denetimlerde işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerini alan sadece 2 iş yeri olduğu ortaya çıkmıştı. Böyle bir vahşet hali var yani patronları olabildiğince koruyan, işçilerin ve doğanın haklarının tamamen gasbedildiği bir yaşam alanını patronlara sağlayan bir düzenleme bu. Toprak parçaları, kamunun, toplumun arazileri devlet tarafından yapılacak faaliyetlere uygun altyapıyla hazırlanıyor, daha sonra orada üretim yapılacak patronlara tahsis ediliyor, onlar da fabrikalarını kuruyorlar. Bunun esasında yönetmeliğe ve yasaya göre çok önemli kuralları var ama buna uyulmaması da yine bu yasayı çıkaran yürütme organı tarafından sağlanıyor. Öyle ki Dilovası OSB’nin atıkları nedeniyle ortaya koyduğumuz sorunlar biliniyor olmasına rağmen 2008 yılında kentin göbeğinde, devlet hastanesinin hemen alt kısmında, birkaç yüz dönümlü arazide Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesi kuruldu ve oranın yaratmış olduğu sorunlar kentteki insanları isyan ettirdi.
Organize sanayi bölgeleri için ‘patronların özerklik bölgesi’ demiştiniz, bugün bu tanımı tüm iş yerleri, atölyeler ve fabrikalar için de söyleyebilir miyiz?
Tabii, gördüğümüz üzere bakan cenazelere katılmak dışında hiçbir iş yapmıyor. Depo diye bilinen yerde yanıcı patlayıcı maddelerle üretim yapılıyor. Koşulları sağlanmamış, kayıt dışı çalıştırma var ve bununla ilgili şu ana kadar hiçbir yetkili istifa etmedi. İstifa mekanizması da çalışmıyor, buna bakan dahil. O nedenle gerçekten bu ister kayıtlı ister kayıtsız bu tür üretim alanları için de geçerli diyebiliriz.
Sayıştay raporlarına göre Kocaeli’de 1250 gayriıhhi müesseseden 428’inin, 574 sıhhi müesseseden 186’sının iş yeri açma ve çalışma ruhsatının olmadığı ortaya çıktı. Halk sağlığı bakımından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir vahşet. Doğrudan doğruya iş cinayetlerine davetiye çıkartan ve bunu doğrudan doğruya Çalışma Bakanlığı ve iktidar eliyle gerçekleştirilen bir sistemi görüyorum. İnsan yaşamının hiçbir kıymetinin kalmadığı, insanların aç kalmamak adına, çocuklarını okutabilmek adına çalışmak zorunda oldukları bir ortam var. Ve maalesef insanların yoksulluğu ‘muhtaçlığı’ hem iktidar tarafından hem de onların iş birlikçisi, patronlar tarafından suistimal edildi.
Başta Dilovası olmak üzere halk sağlığı açısından acilen atılması gereken adımlar neler olmalı?
2013’de Kömürcüler Organize Sanayi Bölgesi faaliyete başladıktan bir süre sonra kentte çok büyük bir miting düzenlendi. ‘Dilovası nefes almak istiyor’, ‘Dilovası ayakta’ afişleri billboardlara kadar yansıdı. Hatırladığım kadarıyla o tarihlerde 37 yerel dernek vardı. Çoğu göçmen olarak geldikleri kentlerin adına kurulmuş. Bir kısmı ekoloji, bir kısmı oradaki yaşam alanlarıyla ilgili derneklerdi. AKP dışında o dönemde bütün partilerin katılımıyla gerçekleştirilen bir mitingti. Sanıyorum önce yine böyle bir örgütlenmeye ve bunun sürekliliğine gereksinim var. Kendi varlığına, yaşamına sahip çıkan toplumsal örgütlülüğün aynı zamanda fabrikalarda sendikal örgütlülüğün buluştuğu siyasal ve toplumsal bir örgütlüğe gereksinim var. Günümüzde antikapitalist mücadele sanıyorum bu boyutuyla yürütülebilir. Halk sağlığı için de öncelikle bu gerekiyor.
https://youtu.be/ZYvXxMEn70o
/././
Evrensel







.jpeg)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder