İpekçi Ailesi’nin ‘10. Yıl Nutku’ sınavı: Atatürk kendi konuşmasına üç saat dublaj yapmış! -Ebru D. Dedeoğlu / T24

Esra Tüzün: 10. Yıl Nutku’nda Atatürk’ün o çatallı boğuk ses tonu hepimizin hafızasındadır. İpekçi Ailesi çekimi yapıyor, ancak ses kaydını alamıyor. Ve bu stüdyoda anlaşılıyor. Büyük bir hata tabii, kaydı yapması gereken kişi Osman İpekçi ne yapacağını bilemiyor, hatta bir ara intiharı bile düşünüyor. Sonra her şeyi göze alıyor, Atatürk’ün karşısına geçip durumu anlatıyor. Atatürk stüdyoya giriyor ve üç saat kendi konuşmasına dublaj yapıyor. O günün imkânlarıyla sesi bizlere böyle ulaşıyor.

İpekçi Ailesi’nin ‘10. Yıl Nutku’ sınavı: Atatürk kendi konuşmasına üç saat dublaj yapmış!İpekçi Ailesi


Gazeteci Esra Tüzün’ün, Edebiyatist Yayınevi’nden çıkan Hayalet Orkide: Sinemaların Kızı adlı kitabı, Cumhuriyet tarihinin etkili ailelerinden İpekçilerin hikâyesini, Betül İpekçinin yaşamının son yıllarında paylaştığı bilgilerle  anlatıyor.

Bonmarşeden çıkan Bir Faica-ı Aşk ile modern Türkiye’nin kültürel yönünü belirleyen; sinema salonlarından okullara, medyadan politikaya uzanan geniş bir alanda iz bırakan İpekçi Ailesinin gölgede kalmış yönleri, anılar sayesinde görünür oluyor. Cumhuriyet’le yaşıt bir ömür süren Betül İpekçi; Nişantaşı’nın apartmanlarından Büyükada’daki gösterişli evlere, oradan Köyceğiz’in küçük bir köyüne uzanan yaşamöyküsüyle hem varlığın hem yokluğun içinden geçmiş bir tanık. Ailenin dışarıdan görülemeyen taraflarını en iyi bilenlerden biri.

Tüzün’ün, Betül İpekçi’nin hayatının son yıllarını geçirdiği Köyceğiz’de yaptığı uzun görüşmeler ve yürüttüğü arşiv taraması, aileye dair yıllardır bilinen ama tamamlanamayan birçok parçayı yerli yerine oturtuyor. İpek Film’in yokluk içinde kurduğu sinema düzeni, kuşaklar boyunca taşınan kırılmalar, sınıfın getirdiği ayrıcalıklar ve bedeller….

Esra Tüzün ile buluştuk; Betül İpekçi’nin geride bıraktığı tanıklıkların ışığında hem ailenin inişli çıkışlı serüvenini hem de Türkiye’nin modernleşme döneminin gölgede kalmış dinamiklerini konuştuk.

Esra Tüzün

- Betül İpekçi’nin 90’lı yaşlarında aktardığı tanıklıklar, ister istemez sübjektif bir bakış içeriyor. Bu nedenle sormak istiyorum: Anıları tarihsel bir belge niteliğine taşıması için nasıl bir araştırma süreci gerçekleştirdin? Bilgilerin doğruluğunu nasıl netleştirdin?

Betül İpekçi yakın dönem tarihimizin önemli süreçlere tanıklık etmiş bir insandı ve son dileği de bunların kayda alınmasıydı. Ben kendisiyle görüşmek için Köyceğiz’de yaşadığı küçük köy evine gittiğimde aslında bu kaygıların çoğuna sahiptim. Betül Hanım’ın anılarının duyumlara değil, tanıklığa dayandığını anladığımda kitabı yazmaya karar verdim. Uzun süre Köyceğiz’de bir otelde kaldım ve Betül Hanım’la düzenli olarak günde aralıksız sekiz saat çalıştık. Her gün elinde belgelerle bir dakika bile geç kalmadan çalışkan bir öğrenci gibi hazırlandı, aldığı eğitim bu tip insanların yaşlılık süreçlerinde de belleklerini korumalarını sağlıyor olabilir. Ben de otuz yıllık gazeteciyim ve bugüne kadar yazdığım hiçbir kitapta anlatıyı tek veri olarak kabul etmedim, hep arkasını dolduracak belgelerin peşine düştüm. Biyografiler her ne kadar sanki karşındaki anlatıyor sen de yazıyorsun gibi dursa da aslında arkeolojik kazı gibi özenli bir inceleme gerektiriyor. Üstelik çok ilginçtir, araştırmaya başlayınca geçmişin hızla değiştirilmeye, hatta yok edilmeye çalışıldığını gördüm. Kitabı hazırlarken o kadar detaya girdim ki “hiç bitmeyecek” diye düşündüğüm zamanlar oldu. Doksan yaşında insanların biyografisini yazmak zordur ama insanlar ancak bu dönemlerde daha cesur oluyorlar. Mîna Ungan, Bir Dinozorun Anıları’nı kaleme aldığında 82 yaşındaydı, Ayşe Kulin 84 yaşında otobiyografisini yazmaya başladığını açıkladı. Galiba biyografiler ya da otobiyografiler biraz yaşanmışlık istiyor.

- Betül İpekçi’nin yıllarca suskun kalması dikkat çekici. Neden hiç konuşmadı?

Betül İpekçi gölgede kalmış kadınlardan biri. İpekçi Ailesinin bilinen isimleri genellikle erkekler; kadınlar etkin olmasına karşın ön planda değiller. Betül İpekçi duruşuyla aslında ailenin yüksek sesli kadınlarından. İpekçi Ailesi hakkında bugüne kadar çok kitap yazılmış. Betül Hanım çok gerçekçi bir kadın ve ailesiyle ilgili yazılan kitapları her okuduğunda “Yok artık, öyle değil, hiç öyle olur mu?” diye isyanları olmuş. Köyceğiz’deki köy evinde tek başına yaşarken geçmişin üzerini örtmek ya da süslemek yerine gerçeklerin anlatılmasının zamanının geldiğini düşünüyordu.

- Bunca araştırma sürecinden sonra İpekçi Ailesini nasıl tanımlarsın? Seni şaşırtan gerçekler hangisiydi?

İpekçi Ailesi sosyetik bir aile. Ve ben bazı kelimelerin zaman içinde manasının bozulduğuna inanıyorum. Sosyete de bu kelimeler arasında… Günümüzde son derece itici dursa da aslında üst sınıf ve yüksek toplumda önemli rol oynayan kişiler anlamına geliyor. Bugün pahalı çanta ve gösterişli yaşama indirgenen sosyete, o dönemde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel gelişiminde etkili olmuş. Lüksün değer birimi kültür olmuş ve maddeyi mana için kullanmışlar. Hayalleri olan bir aile, eğitime çok önem veriyorlar, sinema ile Türkiye’nin çağdaşlaşmasında büyük etkileri oluyor. İnsanlar tek bir sinema biletiyle son derece lüks sinema salonlarında dünyanın bir parçası olduklarını hissetmişler. Sinema sayesinde kıyafetler değişmiş, konuşmalar değişmiş, duygular ön plana çıkmış. İpekçiler okullar açarak sinema, medya ve politika dünyasına damgalarını vurarak etkili olmuşlar. Sonra bir kitap yazıldı ve hepimiz için İpekçiler “Sabatayist” diye etiketlenip suçlandı. Dahası, hafızalarımıza böyle kazındı. Hâlâ İpekçi Ailesi deyince hemen, “Biliyorum, onlar Sabatayist” karşılığını alırız. Benim kitabım asla bir aklama kitabı değil ama bakan çıkarmış, sinema sektörünü kurmuş, medya şehidi vermiş bir aile haklarında pek çok kitap yazıldığı halde kendini anlatamamış ne kadar ilginç.

Düğünler İpekçi Ailesi için çok önemli, ne zaman hayatlarında bir dram olsa bir düğünle o acıyı silmeye çalışıyorlar

- “İpek Film” yokluk içinde büyük bir yaratıcılık gösteriyor. İlk sesli film için bir fırının stüdyoya dönüştürülmesi çok etkileyici. İpek Film o süreçte neleri başarıyor?

Hayalleri olan bir aile İpekçi Ailesi. Türk toplumunun sosyal hayatının şekillenmesinde büyük etkisi olmuş. Ailede eğitim çok önemli, okullar açıyorlar, sinemalarla lüksün ulaşılabilir olduğunu gösteriyorlar. Sirkler getiriyorlar, savaştan çıkmış bir topluma yeniden birlikte eğlenebilmeyi çağdaşlaşmayı öğretmek için ciddi çaba harcıyorlar. Üstelik bunun için sınır da tanımıyorlar, hataları da olmuş pek tabii… Bu kitap aslında bir aile tarihinden çok toplumsal bellek sayılabilir.

- 10. Yıl Nutku’nun ilk kaydında ses çıkmaması ve bunun yarattığı kriz, medyada da geniş yer buldu. O gün İpek Film stüdyolarında yaşanan panik nasıldı, perde arkasında neler oldu?

10. Yıl Nutku’nda Atatürk’ün o çatallı boğuk ses tonu hepimizin hafızasındadır. Günümüz teknolojisiyle düzeltilmeye çalışıldı ama pek başarılı olunamadı. Onuncu Yıl Nutku’nun çekimiyle ilgili belgeseller bile yapılmış. Rus kameraman tarafından kayda alınmış, Türkler çekememiş diye bir belgesel var, ama olay öyle değil. Ben bu veriye yalnızca Betül Hanım’ın tanıklığıyla ulaşmadım. Aileden başka duyumlarla kontrol ettim. Sonrasında kameramanlarla tekrar tekrar inceledik ve ses uzmanlarına ulaştım. Belgeselde araçların kameraların kablolarına bastığı için çekim yapılamadığı anlatılıyor. Ancak o dönemde kameralar kablolu değil, araçlar ses kablolarının üzerinden geçiyor. Yani İpekçi Ailesi çekimi yapıyor, ancak ses kaydını alamıyor. Ve bu stüdyoda anlaşılıyor. Büyük bir hata tabii, kaydı yapması gereken kişi Osman İpekçi ne yapacağını bilemiyor, hatta bir ara intiharı bile düşünüyor. Sonra her şeyi göze alıyor, Atatürk’ün karşısına geçip durumu anlatıyor. Atatürk stüdyoya giriyor ve üç saat kendi konuşmasına dublaj yapıyor. O günün imkânlarıyla sesi bizlere böyle ulaşıyor.

- Peki, Atatürk bu talebi nasıl karşılamış?

Atatürk bütün o işlerinin arasında yine de sorunu çözmek için son derece yapıcı davranıyor. Zaten bu konuda tecrübesi de var. 1927’de Meclis’te nutku okurken yine stüdyoda seslendirme yapmış. Ancak o dönemde İpekçi stüdyolarında çalışan Alman tecrübeli bir ses teknisyeni kayıt almış. Olası aksaklıklar sırasında Atatürk’ün küçük küfürler ettiği ve bunların kayda alındığı, sonra da bu kayıtlara çok güldüğü Hıfzı Topuz’un kitabında ayrıntılarıyla anlatılıyor. Onuncu Yıl Nutku sırasında sanırım dublaj konusunda hem tecrübeliydi hem de çekim aksaklıkları konusunda deneyimliydi. Anlayışlı davranmış, ancak bu onun üç saatlik çalışmasına mal olmuş.

- Aile ile Nâzım Hikmet’in yakınlığını anlatır mısın? Aile içinde Nâzım Hikmet nasıl tanınıyor?

Ailede Nâzım Hikmet’in en iyi dostu İsmail Cem’in babası İhsan İpekçi. O kadar ki Nâzım Hikmet hapishanedeyken bile yanında olmuş, Nâzım Hikmet’le film yaptığı için sorgulanmış ama yine de vazgeçmemiş. Çok ilginç bir tanıklık var; Betül İpekçi ve Orhan Pamuk’un babası stüdyoda küçük bir rol veriyorlar, tam o sırada çocukların gözü önünde Nazım Hikmet tutuklanıyor. Bir Millet Uyanıyor filminin çekiminde tutuklanan Nâzım Hikmet hapishanede bile senaryo yazmayı sürdürüyor. O film çekilirken Betül Hanım on yaşında ama filmi seyrettiğinde oğlu askere gidiyor. Bu arada Nâzım Hikmet şair ve yazar kimliği dışında Türk sinema tarihi açısından da büyük bir isimmiş.

İsmail İpekçi ve eşi

- Anlaşılan, bu kitaptan öğreneceğimiz çok şey var…

Bu kitap aslında benim de okulum oldu, pek çok şey öğrendim. Bir Millet Uyanıyor filminin senaryosunu Nâzım Hikmet yazmış. Ancak gözaltına alınınca Muhsin Ertuğrul, Nâzım Hikmet’in çektiği filme rejisör olarak adının yazılmasına izin vermiş. Aynı kadro bu kez Tosun Paşa adlı filmini çekmiş ve daha sonra gişe rekorları kıran bu filmin senaryosu o sırada hapiste olduğu halde Nâzım Hikmet tarafından yazılmış. Yabancı filmlere dublaj fikri de yine Nâzım Hikmet’ten çıkmış ve yakın arkadaşı olan İsmail Cem’in babası İhsan İpekçi bunları emir gibi uygulamış. 1927’de Atatürk nutku stüdyoda okuyor, çekimler Muhsin Ertuğrul, Nâzım Hikmet ve Osman İpekçi tarafından düzenleniyor. Bir de Atatürk de Nâzım Hikmet de Charlie Chaplin hayranıymış Şarlo’ya çok gülerlermiş, bu yüzden Türkiye’de neredeyse bütün filmleri gösterime girmiş.

- Ailenin hikâyesi sürekli iniş çıkışlarla ilerliyor. Hem varlık hem de yokluk aynı anda hayatlarını belirleyen iki uç gibi. Bu durumu nasıl yorumluyorsun?

İpekçiler tuhaf bir aile; varlık ve yokluk kavramları onlar için çok iç içe. Her gün evde hazırlanan yemekler komşulara dağıtılırken evdeki çocukların sayılı alınan muzlardan yemesi yasaklanabiliyor. Bir gecede yaşadıkları yangınla tüm varlıklarını yitiriyorlar, fakirliği ve iflası yaşarken tek bir filmin geliriyle Nişantaşı’nın en ikonik apartmanlarını yaptırabiliyorlar. Işık Okullarının kurucuları dedeleri ama çocuklar, ki İsmail Cem de bu çocuklar arasında, okuldan yaramaz diye atılabiliyor. Ailenin bazı bireyleri kan bağı olmadığı halde İpekçi soyadını kullanırken bazıları nüfustan soyadlarını sildiriyorlar.

- Kim bu isimler?

Cemil İpekçi’nin aslında kan bağı olmadığı halde İpekçi soyadını hep sahiplenmesine karşın İsmail Cem soyadını nüfustan sildirmiş, bu beni çok şaşırttı.

- Merak ettim, çöküşlerin hızlanmasında siyasetle temasları etkili olabilir mi?

İlginç bir süreç yaşanmış asında İpekçiler. Türk sinemasının temellerini atarak Türkiye’de büyük bir şehirleşme süreci başlatmışlar. Televizyon 1970’li yılların başında sinemayı tahtından indirmiş ve ne ilginçti ki bu süreci yine İpekçi Ailesinden biri başlatmış. TRT Genel Müdürü olan İsmail Cem, ekranlar sayesinde kasabalılaşma kültürünü getirmiş.

- Ercan Arıklı’nın eşi İnci Trak’ın evde gazı açıp çakmağı çaktığı ve iki çocuğun öldüğü trajedi, kitabın en ağır bölümlerinden biri. Bu olayın Ercan Arıklı üzerinde etkisi nasıldı?

Bu kitap aslında üzeri kapatılmak için bazı gerçeklerin de hatırlatılmasını sağlıyor. İsmail Cem İpekçi ve Türk basın tarihinin mihenk taşlarından Ercan Arıklı, Robert Kolej’den arkadaşlar aynı zamanda birlikte gazete çıkarmayı düşünecek kadar yakınlar. Türkiye’nin o dönemde en zengin ailelerinden Trakların kızlarıyla evlenip akraba oluyorlar. Elçin Trak’ın kız kardeşi İnci Trak ile Ercan Arıklı bir süre sonra boşanıyor. İki çocuklarıyla İsviçre’de yaşayan İnci Hanım depresyona giriyor, bir gece çocukları uyutuyor, havagazını açıp sigarasını yaktığı anda büyük bir patlama oluyor. Kendisi yaralı olarak kurtuluyor ama iki çocuk feci şekilde hayatını kaybediyor. Bu büyük trajedi Türkiye’de tek satır haber olmuyor. Ama derin bir acı olarak kişisel tarihlerine yazılıyor. Ercan Arıklı ile ben de yıllarca çalıştım. Kendisi vefat edene kadar kimse bu olayı ona sormaya cesaret edemedi. Çok ilginç, İsmail Cem’in otobiyografisinde de bu konuyla ilgili tek satır yok.

- Kitapta dikkat çekici ayrıntılardan biri de, Hasan Âli Yücel döneminin iftihar listelerinde Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan’ın da yer alması. Bu liste o dönem için ne ifade ediyordu?

Türk politika tarihinde diploma krizleri herhalde hiç bu kadar ayyuka çıkmamıştır. Belki de bu yüzden kitapta bulunan önemli bir belge bence çok değerli. Efsanevi Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel döneminde tüm Türkiye’yi kapsayan bir kitap çıkarılıyor: İftihar listeleri; bu listelere giren çocukların genç Türkiye Cumhuriyeti için çok önemli olacağının altı çiziliyor. İftihar listeleri büyük özenle hazırlanıyor ve Betül İpekçi de bu listeye giriyor, listeye giren öğrenciler arasında Erbakan ve Demirel de var. Sanıyorum bu kitapçıkta yer alan fotoğrafları şu an onların ailelerinin evlerinde bile yok. Yani iftiharlık öğrencilerle Türk politikası şekillendirilmiş.

- Duayen gazeteci Abdi İpekçi’nin çocukluğuyla da ilgili önemli ayrıntılar var kitapta: anne babayla mesafeli büyümesi, kayıplar, yalnızlık… Bu onu nasıl etkiliyor?

Abdi İpekçi, Türk basınının duayeni ve basın şehididir. Yaşasaydı belli ki basın dünyası etkisini bu kadar kolay kaybetmezdi. Abdi İpekçi’nin çok büyük kahkahası Babıâli’de ünlüdür. O gülüşün altında aslında büyük bir acı yatıyormuş, dünyaya geldiğinde iki ablası o dönemin “amansız hastalığı” sayılan vereme yakalanmış. Hastalık ona da bulaşmasın diye küçük Abdi kendi evinde yıllarca anne babasına bile sarılamadan yaşamak zorunda kalmış. Evde kalmasın diye üç yaşında öğretmenlerin kucağında maskot gibi büyütülmüş. Ablalarının acısı ailede uzun süreli bir yasa neden olmuş. Ama o dram dolu çocukluğuna rağmen mutlu bir adam olmuş.

https://youtu.be/nFJFCu6R55A

Ebru D. Dedeoğlu / T24

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Zabıtalar altı kadının yandığı gün sahte tutanak mı tuttu? -İsmail Saymaz/halkTV-

Dilovası’nda, yedi işçinin can verdiği parfüm atölyesi faciasına ilişkin bilirkişi raporu açıklandı. Bilirkişiler AK Partili Dilovası Beledi...