Demokrasiyi vuran "sistem!.."(1)
Memleketin bir kesiminin üzerine adeta kül elenmiş gibi!..
"AKP bu kez gidecek" diye umutlanan büyük bir kitlenin ağzını bıçak açmıyor!..
Milyonlarca yurttaş beklenmedik ve ağır bir "hezimet"in şaşkınlığını - öfkesini- yaşıyor ki, bugünlerde kimle konuşsam, "çok sinirliyim, başım ağrıyor" demekle yetiniyor...
İşte bu yüzden de yukarıdaki başlığı okuyanların büyük bölümü, eminim zihninde aynı kaygıyı taşıyor; "Çünkü oylar çalındı!.."
Seçim hezimeti yaşayan muhalif çevreleri böyle düşündüren çok haklı gerekçeler var... Unutmayalım ki, son 16 yıldaki her seçimde sandığa şaibe bulaştı, "hile" ve "hırsızlık" da hep konuşuldu;
Kuşkulu elektrik kesintileri, trafodaki "kedi"ler, başta Suruç olmak üzere, onlarca kentte, sandık başındaki tehdit olayları, usulsüzlükler, ölülere oy kullandırıldığı iddiaları, çöplerde bulunan mühürlü pusulalar, kayıp oy çuvalları vs.
Yalnızca sandık hileleri değil, gaflet, hatalar ve "sistem" eksiklikleri de ne yazık ki kuşkuları-şaibeleri artırdı... Unutmayınız ki, bir önceki genel seçimde CHP'nin 18 bin sandıkta müşahidi yoktu!!!
Geçmiş seçimlerde sandıklarda müşahit bulundurmayan diğer muhalefet partilerinin yol açtığı boşluğu da düşünürseniz, akla şu saptama geliyor; "Kapıyı açık bırakırsanız, hırsız kolayca girer!.."
24 Haziran seçimlerinde yine müşahit boşluğu var mıydı, evet geçmişteki gibi olmasa da ne yazık ki vardı...
Hakkını yemeyelim; özellikle CHP, "gönüllüler"i seferber etti ama o yürekli delikanlıların çoğu da Urfa başta olmak üzere, birçok Doğu kentinde saldırıya uğradı... Dayak ve tehdit görüntüleri sosyal medyada duruyor...
Yani müşahitlerin şiddete şahit olduğu bir ülkede, sandıklardaki boşluğu feodal barbarlık ve bağnaz yapılanmalar silahla- sopayla engellerken, devlet yani siyasallaşmış bürokratik "sistem" seyretmekle yetindi...
***
Umudun yıkıldığı gece!..
Hiç kuşku yok, 24 Haziran toplumsal bilince de zirve yaptırdı... Kitleler oy hırsızlığına isyan noktasına geldiği için herkes teyakkuzda olmaya çalıştı, seçmenler birbirini uyardı ve iktidar partisi de bu yoğun çabalar karşısında gerildikçe gerildi...
Evet; ülke nüfusunun önemli bir bölümü sandığa gitti, muhalefet mitinglerinde milyonlarca insan toplandı ve özellikle de CHP seçmeni son yıllarda ilk kez büyüyen bir umudun ortasında, bütün enerjisini kazanmaya yönlendirdi...
Üstelik halkın ağırlıklı kesimi yalnızca oyunu kullanmakla kalmadı, muhalefet partilerinden yüzbinlerce duyarlı yurttaş "Millet İttifakı"na hizmet için gece yarılarına kadar sandık bölgelerinde ve seçim bürolarının önünde canları pahasına nöbet tuttu...
Ta ki muhalefetin tamamı, "10 milyon fark var" diyerek havlu atınca, sandıkları tutarak umutla bekleyen yüzbinlerce insanın yerini, muhalif çevrelere gözdağı vermeye çalışan kadınlı-erkekli silahlı magandalar aldı!..
Ve seçim bitti, sandık şaibesiyle ilgili tartışmalar bitmedi, belli ki de bitmeyecek...
Doğrusu, muhalefet partilerinin 24 Haziran gece yarısına kadar kitleleri sandıkta tutmak için yaptıkları çağrıların aniden kesilmesi, "muhalefet tehdit edildi" iddiasına kadar geldi ama şu soru da hep yanıt aradı;
"10 milyon farkın kapanmayacağını düşünen muhalefetin gece yarısı yarattığı 'rehavet', acaba 'son anda' sandık şaibeleriyle AKP'nin barajı 'kıl payı' geçmesine ve seçimin ilk turda bitmesine mi yol açtı?.."
***
CHP'nin bilişim sorunu!..
Türkiye ne yazık son 16 yılda "sandık güvenliği"nin olmadığı, şaibelerin-tartışmaların bitmediği seçimler yaşadı ve milyonlar da sürekli olarak "sistem"e müdahale edildiğinden yakındı...
Çünkü partilerin "dijital sistem" üzerinden seçmene ulaşma ihtiyacı dünyanın her yerinde büyürken; örneğin ABD'de siyasi parti bütçelerinin yüzde 11'i "bilişim sistemleri"ne harcanırken, Türkiye'de bu konuda ayrılan para yüzde 1'in altında kaldı...
İşte böylesi bir ortamda; YSK'nın elektronik "sistem"ine müdahale, ajanslar üzerinden oyunlar ve oy birleştirmelerinde hileler konuşulurken, en büyük muhalefet partisi olduğu için CHP de tartışmaların hep odağına oturdu...
Bütün tepkiler aynı konuda birleşti; "CHP sandık sonuçlarını güvenli bir 'sistem' üzerinden takip edemiyor, her seçimde ortaya çıkan genel şaibeler giderilemiyor..."
Örneğin; bugünlerde CHP liderini ve yönetimini istifaya çağıran eski parti yöneticisi Erdal Aksünger'e bakılırsa, "Seçim gecesi CHP'de sistem çalışmıyordu!.. Sonuçlar YSK ve Anadolu Ajansı'ndan takip ediliyordu!!!"
İddiaya göre, CHP'nin seçim "sistem"inde hem "teknik altyapı" sorunu hem de "ağ güvenliği problemi" var... Yani ana muhalefet de diğer partiler gibi, seçim mekanizmasını gerektiği gibi denetleyemiyor...
CHP bu yüzden de YSK'nın "sistem"i üzerinden sandık sonuçlarını karşılaştırma sorunu yaşıyor, "bilişim" üzerinden seçim güvenliği sağlanamıyor...
Düşünsenize; Türkiye'de artık 3 saatte seçim sonucu alınırken, CHP sürekli "sistem" kesintisi sorunuyla medyaya haber oluyor ve gece yarısına kadar seçmene umut dağıtan parti yöneticileri son anda yenilgiyi kabul edince, milyonların önünde zor durumda kalıyor...
Peki; CHP kadroları içinde, partiyi sağlam bir bilişim "sistem"ine kavuşturacak hiç kimse yok mu?..
İnternette kısa bir araştırma yapınca gördük ki, iki dönem milletvekilliği, 6 dönem de Parti Meclisi üyeliği yapmış Tacidar Seyhan gibi deneyimli bir CHP'li kenarda duruyor...
Biyografisine bakılırsa; 7 ülkede askeri projelerden otomotive kadar bütün sanayi kollarında yazılımlar yapan, sektörde sayılı analistlerden biriymiş Seyhan...
Şimdi sormak lazım; endüstri yüksek mühendisliğinin yanı sıra bilgisayar programcılığı da okumuş ve yaşamını CHP'ye adamış böylesi önemli bir "bilişim uzmanı"nın deneyimlerinden neden yararlanmamış ana muhalefet?..
Evet; 24 Haziran'a şaibe bulaştığı tartışmaları belli ki daha çok devam edecek...
O halde etkili ve güvenli bir "bilişim"in sandık kaygılarını gidermeye katkı sunacağı bilindiğine göre; özellikle CHP bir an önce kendi "öz kaynak"ları ve deneyimli "kadro"larıyla "sistem" altyapısını güçlendirmelidir... Baksanıza, gelecek yıl yerel seçimler var...
"AKP bu kez gidecek" diye umutlanan büyük bir kitlenin ağzını bıçak açmıyor!..
Milyonlarca yurttaş beklenmedik ve ağır bir "hezimet"in şaşkınlığını - öfkesini- yaşıyor ki, bugünlerde kimle konuşsam, "çok sinirliyim, başım ağrıyor" demekle yetiniyor...
İşte bu yüzden de yukarıdaki başlığı okuyanların büyük bölümü, eminim zihninde aynı kaygıyı taşıyor; "Çünkü oylar çalındı!.."
Seçim hezimeti yaşayan muhalif çevreleri böyle düşündüren çok haklı gerekçeler var... Unutmayalım ki, son 16 yıldaki her seçimde sandığa şaibe bulaştı, "hile" ve "hırsızlık" da hep konuşuldu;
Kuşkulu elektrik kesintileri, trafodaki "kedi"ler, başta Suruç olmak üzere, onlarca kentte, sandık başındaki tehdit olayları, usulsüzlükler, ölülere oy kullandırıldığı iddiaları, çöplerde bulunan mühürlü pusulalar, kayıp oy çuvalları vs.
Yalnızca sandık hileleri değil, gaflet, hatalar ve "sistem" eksiklikleri de ne yazık ki kuşkuları-şaibeleri artırdı... Unutmayınız ki, bir önceki genel seçimde CHP'nin 18 bin sandıkta müşahidi yoktu!!!
Geçmiş seçimlerde sandıklarda müşahit bulundurmayan diğer muhalefet partilerinin yol açtığı boşluğu da düşünürseniz, akla şu saptama geliyor; "Kapıyı açık bırakırsanız, hırsız kolayca girer!.."
24 Haziran seçimlerinde yine müşahit boşluğu var mıydı, evet geçmişteki gibi olmasa da ne yazık ki vardı...
Hakkını yemeyelim; özellikle CHP, "gönüllüler"i seferber etti ama o yürekli delikanlıların çoğu da Urfa başta olmak üzere, birçok Doğu kentinde saldırıya uğradı... Dayak ve tehdit görüntüleri sosyal medyada duruyor...
Yani müşahitlerin şiddete şahit olduğu bir ülkede, sandıklardaki boşluğu feodal barbarlık ve bağnaz yapılanmalar silahla- sopayla engellerken, devlet yani siyasallaşmış bürokratik "sistem" seyretmekle yetindi...
***
Umudun yıkıldığı gece!..
Hiç kuşku yok, 24 Haziran toplumsal bilince de zirve yaptırdı... Kitleler oy hırsızlığına isyan noktasına geldiği için herkes teyakkuzda olmaya çalıştı, seçmenler birbirini uyardı ve iktidar partisi de bu yoğun çabalar karşısında gerildikçe gerildi...
Evet; ülke nüfusunun önemli bir bölümü sandığa gitti, muhalefet mitinglerinde milyonlarca insan toplandı ve özellikle de CHP seçmeni son yıllarda ilk kez büyüyen bir umudun ortasında, bütün enerjisini kazanmaya yönlendirdi...
Üstelik halkın ağırlıklı kesimi yalnızca oyunu kullanmakla kalmadı, muhalefet partilerinden yüzbinlerce duyarlı yurttaş "Millet İttifakı"na hizmet için gece yarılarına kadar sandık bölgelerinde ve seçim bürolarının önünde canları pahasına nöbet tuttu...
Ta ki muhalefetin tamamı, "10 milyon fark var" diyerek havlu atınca, sandıkları tutarak umutla bekleyen yüzbinlerce insanın yerini, muhalif çevrelere gözdağı vermeye çalışan kadınlı-erkekli silahlı magandalar aldı!..
Ve seçim bitti, sandık şaibesiyle ilgili tartışmalar bitmedi, belli ki de bitmeyecek...
Doğrusu, muhalefet partilerinin 24 Haziran gece yarısına kadar kitleleri sandıkta tutmak için yaptıkları çağrıların aniden kesilmesi, "muhalefet tehdit edildi" iddiasına kadar geldi ama şu soru da hep yanıt aradı;
"10 milyon farkın kapanmayacağını düşünen muhalefetin gece yarısı yarattığı 'rehavet', acaba 'son anda' sandık şaibeleriyle AKP'nin barajı 'kıl payı' geçmesine ve seçimin ilk turda bitmesine mi yol açtı?.."
***
CHP'nin bilişim sorunu!..
Türkiye ne yazık son 16 yılda "sandık güvenliği"nin olmadığı, şaibelerin-tartışmaların bitmediği seçimler yaşadı ve milyonlar da sürekli olarak "sistem"e müdahale edildiğinden yakındı...
Çünkü partilerin "dijital sistem" üzerinden seçmene ulaşma ihtiyacı dünyanın her yerinde büyürken; örneğin ABD'de siyasi parti bütçelerinin yüzde 11'i "bilişim sistemleri"ne harcanırken, Türkiye'de bu konuda ayrılan para yüzde 1'in altında kaldı...
İşte böylesi bir ortamda; YSK'nın elektronik "sistem"ine müdahale, ajanslar üzerinden oyunlar ve oy birleştirmelerinde hileler konuşulurken, en büyük muhalefet partisi olduğu için CHP de tartışmaların hep odağına oturdu...
Bütün tepkiler aynı konuda birleşti; "CHP sandık sonuçlarını güvenli bir 'sistem' üzerinden takip edemiyor, her seçimde ortaya çıkan genel şaibeler giderilemiyor..."
Örneğin; bugünlerde CHP liderini ve yönetimini istifaya çağıran eski parti yöneticisi Erdal Aksünger'e bakılırsa, "Seçim gecesi CHP'de sistem çalışmıyordu!.. Sonuçlar YSK ve Anadolu Ajansı'ndan takip ediliyordu!!!"
İddiaya göre, CHP'nin seçim "sistem"inde hem "teknik altyapı" sorunu hem de "ağ güvenliği problemi" var... Yani ana muhalefet de diğer partiler gibi, seçim mekanizmasını gerektiği gibi denetleyemiyor...
CHP bu yüzden de YSK'nın "sistem"i üzerinden sandık sonuçlarını karşılaştırma sorunu yaşıyor, "bilişim" üzerinden seçim güvenliği sağlanamıyor...
Düşünsenize; Türkiye'de artık 3 saatte seçim sonucu alınırken, CHP sürekli "sistem" kesintisi sorunuyla medyaya haber oluyor ve gece yarısına kadar seçmene umut dağıtan parti yöneticileri son anda yenilgiyi kabul edince, milyonların önünde zor durumda kalıyor...
Peki; CHP kadroları içinde, partiyi sağlam bir bilişim "sistem"ine kavuşturacak hiç kimse yok mu?..
İnternette kısa bir araştırma yapınca gördük ki, iki dönem milletvekilliği, 6 dönem de Parti Meclisi üyeliği yapmış Tacidar Seyhan gibi deneyimli bir CHP'li kenarda duruyor...
Biyografisine bakılırsa; 7 ülkede askeri projelerden otomotive kadar bütün sanayi kollarında yazılımlar yapan, sektörde sayılı analistlerden biriymiş Seyhan...
Şimdi sormak lazım; endüstri yüksek mühendisliğinin yanı sıra bilgisayar programcılığı da okumuş ve yaşamını CHP'ye adamış böylesi önemli bir "bilişim uzmanı"nın deneyimlerinden neden yararlanmamış ana muhalefet?..
Evet; 24 Haziran'a şaibe bulaştığı tartışmaları belli ki daha çok devam edecek...
O halde etkili ve güvenli bir "bilişim"in sandık kaygılarını gidermeye katkı sunacağı bilindiğine göre; özellikle CHP bir an önce kendi "öz kaynak"ları ve deneyimli "kadro"larıyla "sistem" altyapısını güçlendirmelidir... Baksanıza, gelecek yıl yerel seçimler var...
AKP nasıl kazandı?..(2)
Yazının başlığına bakanların büyük çoğunluğu eminim bu soruya aynı yanıtı vermiştir; "Seçime yine hile bulaştı!.."
Bugünlerde öfkelerinden yanlarına yaklaşılmayan milyonlarca AKP karşıtının kaygıları ve tepkilerini haklı çıkartan vahim gerekçeleri hepimiz biliyoruz... "Toplu oy" kullanıldığını gösteren internetteki onlarca video bile başlı başına seçim "hile"lerini dışa vuruyor...
Erdoğan ile İnce arasındaki 11 milyon ve "Millet İttifakı" ile "Cumhur İttifakı" arasındaki yüzde 20 oranındaki oy farkının tamamı çalınamayacağına göre, AKP seçimi nasıl kazandı peki?.. İşte bu sorunun sosyal, siyasal, bürokratik ve ekonomik yanıtları da var;
AKP ve Erdoğan'ın artık gitmesi gerektiği yolundaki tepkiler zirveye çıkmıştı ama seçim kararının alınmasından itibaren bir gerçek dikkatimizi çekmişti;
AKP tabanı ve "nagehan" tayfası kaygılıydı ama Erdoğan'ın yüzünde daha önceki seçimlerde görülen endişe pek de belli etmiyordu... Üstelik muhalefete karşı alaycı bir üslupla konuşuyordu Erdoğan!.. Velhasıl, tuhaf bir rahatlık vardı AKP yönetiminin yüzünde... Hem de çok tuhaf!!!
MHP üzerinden durup dururken seçim kararı alınmasının ardından dikkat çeken bu rahatlık, "AKP kaybedeceği seçime girmez" şeklindeki yorumlarla birleşince, kuşkunun yanı sıra merak da çıkmıştı ortaya...
İşte o aşamalarda, muhalefetin bir gerçeği ısrarla gözardı ettiğini defalarca yazdık, uyardık; "Yoksullaştır-köleleştir projesine dikkat!.."
Üstelik çaresiz kitleleri devlete mahkûm eden o sinsi plana ısrarla vurgu yaparken, en son bu köşede Aileden Sorumlu Bakan'ın, "9 milyonu aşkın Yeşil Kartlı var" sözlerine de yer verdik...
Ve geçen haftalardaki yazılarda sıralanan saptamalarla; devletin "yardım"larıyla yaşayan, hatta yaşlılardan annelere, okuyan çocuklardan evdeki engellilere kadar tüm yakınları için "para" alan aile reislerinin çoğunun çalışma gereği bile duymadığına dikkat çektik...
***
Vali, muhtar, taşeron!..
Ancak unutmayalım ki, yalnızca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve benzer yapılarla belediyelerin üzerinden yaşamlarını sürdüren, her seçimde AKP'ye oy veren kitleler ayakta tutmadı iktidarı...
Seçim öncesi birçok çevre, "parayı alırlar ama Erdoğan'a oy vermezler" dese de, 13 milyon emeklinin büyük bölümü, bin TL tutarındaki "bayram harçlığı" nedeniyle de AKP'yi desteklemek zorunda kaldı...
"Bedelli askerlik" için yıllardır sosyal medya üzerinden kampanyalarla çırpınan milyonlarca gencin seçimlerdeki etkisi ise kesinlikle gözardı edilmemeli...
AKP'li bakanların, "askerlikle ilişkili 5.5 milyon genç var" şeklindeki sözleri ve "seçimden sonra bedelli askerlik çıkacak" vaatleri de, bu konuda beklentiye giren milyonlarca genci AKP'ye yanaştırdı...
Muhalefetin "bedelli" ile ilgili çelişkili açıklamalar yapması da ne yazık ki gençlerin güvenini sarsınca, Erdoğan bu önemli potansiyeli oy deposuna dönüştürdü...
Ve tabi ki, Bahçeli'nin dillendirdiği "af" beklentisi de kesinlikle unutulmamalı...
İktidarın, neredeyse yüzde 90'ını etkisi altında tuttuğu "medya"nın muhalefete ağır taarruzu, kesintisiz AKP propagandası yapılması, muhalefet liderlerine uygulanan utan verici medya ambargosu ve yandaş kalemşorların "zafer" algısı yaratmak için çırpınması da seçim yarışında haksız rekabeti artırdı...
Ancak iktidar için başka propaganda alanları, aracıları ve merkezleri de vardı... Örneğin; "Siyasallaşmış bürokrasi, valiler, muhtarlar, aşiretler, tarikatlar ve cemaatler..."
Erdoğan'ın aylar boyunca on binlerce muhtarı sarayında ağırlaması ve sürekli propaganda yapması elbette boşuna değildi...
Avrupa gezileriyle de ödüllendirilen muhtarların büyük bölümü iktidarın militanları gibi, bürokrasi ile seçmen arasında oy taşeronluğu yapmak zorunda bırakıldı...
Ve gelelim, özellikle Doğu ve Güneydoğu'da seçimin kaderini değiştiren, seçmeni de "kıskaç"ta tutan, çaresiz bırakan akıl almaz "baskı"lara;
Saadet Partisi'nin milletvekili adayları, il ve ilçe yöneticilerinin durup dururken "istifa" etmesi de Doğu ve Güneydoğu'da tarikat ve cemaatler üzerinde yoğunlaştırılan baskıların sonucuydu...
FETÖ ve benzeri "operasyon"lara uğramaktan çekinen ve bölgede "kaanat önderi" diye adlandırılan dini kişiliklerle feodal önderler de valiler ve bürokrasinin kuşatmasında iktidara destek vermeye zorlandı...
***
Pusuda bekleyen "plan"lar!..
Ve tabi ki, Suruç gibi ilçelerde cinayetlere kadar varan sandık kavgalarında öne çıkan "aşiret"lerin büyük bölümünün AKP'nin potansiyel oy deposu olarak kullanılması da iktidara seçim kazandıran önemli etkenlerden biri oldu...
PKK'nın baskılarıyla bunalan kitleler, terör ve şiddet yorgunu ilçelerin önemli bölümünde yüzbinlerce seçmene hükmeden aşiretler bir yandan politik destek diğer yandan da devlet "yardım"larıyla AKP'ye oy taşırken, aynı zamanda diğer siyasi partilerin sindirilmesi ve çalışmalarının engellenmesinde de etkili oldular...
Özellikle CHP "gönüllü"sü gençlerin Güneydoğu kentlerinde saldırıya uğradığını, ölümle tehdit edildiğini gösteren dehşet verici videolar, AKP yanlısı tarikat, cemaat ve büyük aşiretlerin iktidar partisi dışında hiç bir siyasi harekete nefes aldırmamaya çalıştığını gösterdi...
Görülüyor ki; yalnızca elektrik kesilmeleri, "trafodaki kedi"ler, oy torbalarının değiştirildiği iddiaları, başkasının yerine ya da "ölüler" adına oy kullandırılması, "YSK" bilişim "sistem"ine müdahale tartışmaları AKP'yi seçim "kuşku"larının ortasına yerleştirmiyor...
Yukarıda sıralandığı gibi; devlet olanakları, bürokrasi baskısı, sosyal örgütlenme ve siyaset gücüyle kitlelerin sandığa yönlendirilmesi de kuşkusuz çok kapsamlı ve çok etkili bir "örgütlenme"nin ürünü...
Evet; muhalefetin 24 Haziran gecesi kitleleri önce "teyakkuz"da tutması sonra da "fark kapanmaz" gerekçesiyle "rehavet"e sevk etmesinin AKP'ye son anda barajı geçme ve seçimi "ilk turda bitirme" şansı verdiği iddiaları daha çok tartışılır...
Ancak unutulmasın ki; yazının başından itibaren sıralanan örnekler "AKP nasıl kazandı" sorusunun daha somut, daha gerçekçi ve daha çarpıcı gerekçeleridir...
Diğer yandan toplumun ağırlıklı bir kesimi, AKP'lilerin 24 Haziran öncesi, "A ve B planlarımız da var" dediğini nedense gözardı ediyor!!!
İşte o "plan"ların içinde, yukarıda sıralanan gerekçelerin dışında da "kuşku"lu bir çalışma yöntemi varsa, hiç endişeniz olmasın "tarih" eninde sonunda onları da sandıklardan dışarı kusacaktır!!!
Bugünlerde öfkelerinden yanlarına yaklaşılmayan milyonlarca AKP karşıtının kaygıları ve tepkilerini haklı çıkartan vahim gerekçeleri hepimiz biliyoruz... "Toplu oy" kullanıldığını gösteren internetteki onlarca video bile başlı başına seçim "hile"lerini dışa vuruyor...
Erdoğan ile İnce arasındaki 11 milyon ve "Millet İttifakı" ile "Cumhur İttifakı" arasındaki yüzde 20 oranındaki oy farkının tamamı çalınamayacağına göre, AKP seçimi nasıl kazandı peki?.. İşte bu sorunun sosyal, siyasal, bürokratik ve ekonomik yanıtları da var;
AKP ve Erdoğan'ın artık gitmesi gerektiği yolundaki tepkiler zirveye çıkmıştı ama seçim kararının alınmasından itibaren bir gerçek dikkatimizi çekmişti;
AKP tabanı ve "nagehan" tayfası kaygılıydı ama Erdoğan'ın yüzünde daha önceki seçimlerde görülen endişe pek de belli etmiyordu... Üstelik muhalefete karşı alaycı bir üslupla konuşuyordu Erdoğan!.. Velhasıl, tuhaf bir rahatlık vardı AKP yönetiminin yüzünde... Hem de çok tuhaf!!!
MHP üzerinden durup dururken seçim kararı alınmasının ardından dikkat çeken bu rahatlık, "AKP kaybedeceği seçime girmez" şeklindeki yorumlarla birleşince, kuşkunun yanı sıra merak da çıkmıştı ortaya...
İşte o aşamalarda, muhalefetin bir gerçeği ısrarla gözardı ettiğini defalarca yazdık, uyardık; "Yoksullaştır-köleleştir projesine dikkat!.."
Üstelik çaresiz kitleleri devlete mahkûm eden o sinsi plana ısrarla vurgu yaparken, en son bu köşede Aileden Sorumlu Bakan'ın, "9 milyonu aşkın Yeşil Kartlı var" sözlerine de yer verdik...
Ve geçen haftalardaki yazılarda sıralanan saptamalarla; devletin "yardım"larıyla yaşayan, hatta yaşlılardan annelere, okuyan çocuklardan evdeki engellilere kadar tüm yakınları için "para" alan aile reislerinin çoğunun çalışma gereği bile duymadığına dikkat çektik...
***
Vali, muhtar, taşeron!..
Ancak unutmayalım ki, yalnızca Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı ve benzer yapılarla belediyelerin üzerinden yaşamlarını sürdüren, her seçimde AKP'ye oy veren kitleler ayakta tutmadı iktidarı...
Seçim öncesi birçok çevre, "parayı alırlar ama Erdoğan'a oy vermezler" dese de, 13 milyon emeklinin büyük bölümü, bin TL tutarındaki "bayram harçlığı" nedeniyle de AKP'yi desteklemek zorunda kaldı...
"Bedelli askerlik" için yıllardır sosyal medya üzerinden kampanyalarla çırpınan milyonlarca gencin seçimlerdeki etkisi ise kesinlikle gözardı edilmemeli...
AKP'li bakanların, "askerlikle ilişkili 5.5 milyon genç var" şeklindeki sözleri ve "seçimden sonra bedelli askerlik çıkacak" vaatleri de, bu konuda beklentiye giren milyonlarca genci AKP'ye yanaştırdı...
Muhalefetin "bedelli" ile ilgili çelişkili açıklamalar yapması da ne yazık ki gençlerin güvenini sarsınca, Erdoğan bu önemli potansiyeli oy deposuna dönüştürdü...
Ve tabi ki, Bahçeli'nin dillendirdiği "af" beklentisi de kesinlikle unutulmamalı...
İktidarın, neredeyse yüzde 90'ını etkisi altında tuttuğu "medya"nın muhalefete ağır taarruzu, kesintisiz AKP propagandası yapılması, muhalefet liderlerine uygulanan utan verici medya ambargosu ve yandaş kalemşorların "zafer" algısı yaratmak için çırpınması da seçim yarışında haksız rekabeti artırdı...
Ancak iktidar için başka propaganda alanları, aracıları ve merkezleri de vardı... Örneğin; "Siyasallaşmış bürokrasi, valiler, muhtarlar, aşiretler, tarikatlar ve cemaatler..."
Erdoğan'ın aylar boyunca on binlerce muhtarı sarayında ağırlaması ve sürekli propaganda yapması elbette boşuna değildi...
Avrupa gezileriyle de ödüllendirilen muhtarların büyük bölümü iktidarın militanları gibi, bürokrasi ile seçmen arasında oy taşeronluğu yapmak zorunda bırakıldı...
Ve gelelim, özellikle Doğu ve Güneydoğu'da seçimin kaderini değiştiren, seçmeni de "kıskaç"ta tutan, çaresiz bırakan akıl almaz "baskı"lara;
Saadet Partisi'nin milletvekili adayları, il ve ilçe yöneticilerinin durup dururken "istifa" etmesi de Doğu ve Güneydoğu'da tarikat ve cemaatler üzerinde yoğunlaştırılan baskıların sonucuydu...
FETÖ ve benzeri "operasyon"lara uğramaktan çekinen ve bölgede "kaanat önderi" diye adlandırılan dini kişiliklerle feodal önderler de valiler ve bürokrasinin kuşatmasında iktidara destek vermeye zorlandı...
***
Pusuda bekleyen "plan"lar!..
Ve tabi ki, Suruç gibi ilçelerde cinayetlere kadar varan sandık kavgalarında öne çıkan "aşiret"lerin büyük bölümünün AKP'nin potansiyel oy deposu olarak kullanılması da iktidara seçim kazandıran önemli etkenlerden biri oldu...
PKK'nın baskılarıyla bunalan kitleler, terör ve şiddet yorgunu ilçelerin önemli bölümünde yüzbinlerce seçmene hükmeden aşiretler bir yandan politik destek diğer yandan da devlet "yardım"larıyla AKP'ye oy taşırken, aynı zamanda diğer siyasi partilerin sindirilmesi ve çalışmalarının engellenmesinde de etkili oldular...
Özellikle CHP "gönüllü"sü gençlerin Güneydoğu kentlerinde saldırıya uğradığını, ölümle tehdit edildiğini gösteren dehşet verici videolar, AKP yanlısı tarikat, cemaat ve büyük aşiretlerin iktidar partisi dışında hiç bir siyasi harekete nefes aldırmamaya çalıştığını gösterdi...
Görülüyor ki; yalnızca elektrik kesilmeleri, "trafodaki kedi"ler, oy torbalarının değiştirildiği iddiaları, başkasının yerine ya da "ölüler" adına oy kullandırılması, "YSK" bilişim "sistem"ine müdahale tartışmaları AKP'yi seçim "kuşku"larının ortasına yerleştirmiyor...
Yukarıda sıralandığı gibi; devlet olanakları, bürokrasi baskısı, sosyal örgütlenme ve siyaset gücüyle kitlelerin sandığa yönlendirilmesi de kuşkusuz çok kapsamlı ve çok etkili bir "örgütlenme"nin ürünü...
Evet; muhalefetin 24 Haziran gecesi kitleleri önce "teyakkuz"da tutması sonra da "fark kapanmaz" gerekçesiyle "rehavet"e sevk etmesinin AKP'ye son anda barajı geçme ve seçimi "ilk turda bitirme" şansı verdiği iddiaları daha çok tartışılır...
Ancak unutulmasın ki; yazının başından itibaren sıralanan örnekler "AKP nasıl kazandı" sorusunun daha somut, daha gerçekçi ve daha çarpıcı gerekçeleridir...
Diğer yandan toplumun ağırlıklı bir kesimi, AKP'lilerin 24 Haziran öncesi, "A ve B planlarımız da var" dediğini nedense gözardı ediyor!!!
İşte o "plan"ların içinde, yukarıda sıralanan gerekçelerin dışında da "kuşku"lu bir çalışma yöntemi varsa, hiç endişeniz olmasın "tarih" eninde sonunda onları da sandıklardan dışarı kusacaktır!!!
Muhalefet nasıl kaybetti?..(3)
Hiç kuşku yok; seçim muhalefet için hezimet olsa da, 24 Haziran'ın toplumsal, siyasal ve psikolojik açıdan büyük yararları, AKP dışındaki partilere de önemli uyarıları oldu...
Uzun yıllardır AKP'nin hep kazandığı seçimler yüzünden umutları tükenen, dayanakları yıkılan ve azimleri kırılan milyonlarca insan tutunacak yeni "dal"lar bulunca üzerlerindeki ölü toprağını bir nebze olsun savurdu ve yollara, meydanlara döküldü...
CHP'nin son yıllarda hep yenilgi yaşamasının ardından Muharrem İnce, kitlelerin bağrında küllenmiş ateşi yeniden alevlendirdi, İYİ Parti "merkez" için umut olmaya çalıştı, Milli Görüş'ün Saadet'i ise kitlelere yeni mesajlar vererek fark yaratmak için çırpındı...
Peki; yeni seslere ve söylemlere rağmen, meydanlardaki kalabalıklarla ilk kez enerji yükselten, umut artıran, heyecan yaratan muhalefet partileri neden kaybetti?..
Kimse kendini kandırmasın; oyları arttırmak, fazla vekil çıkartmak ve "baraj"ı geçmek gibi savunmalar 16 yıldır iktidarı bırakmayan bir parti karşısında teselli ikramiyesi olmaktan öteye gidemez... Çünkü siyaset başlı başına iktidara gelmek sanatıdır...
***
CHP'yi sarsan çıkmaz !..
CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, AKP'li Erdoğan karşısında yüzde 30'u aşkın oy alabilirken, ne şaşkınlık ki, toplumsal muhalefetin zirve yaptığı, milyonların meydanları doldurduğu bir süreçte cumhuriyeti kuran parti yüzde 22'ye kadar düşerek bir kez daha hayal kırıklığı yarattı...
Ne yazık ki "gerçek tabanı"nı tasfiye etmekle eleştirilen CHP, son vekil listeleriyle de kitleleri kucaklayamadı... Vekillerin çoğunu kimse tanımıyor... Seçmenin karşısına tabandan gelmiş isimlerin çıkartılamaması CHP örgütlerinde büyük yılgınlık yarattı...
Tuhaf değil mi; memleket işsizlikten, açlıktan, iflaslardan ve sosyal kaostan yakınırken, neredeyse herkes AKP'nin tüm icraatlarından şikayetçiyken Muharrem İnce'ye oy veren yüzde 8'lik bir kitle Atatürk'ün partisinden desteğini esirgedi!..
Sosyolojik olarak araştırılması gereken bu paradoksun perde gerisindeki "çıkmazlar" da ayrı mesele;
Ana muhalefet, İnce'nin yarattığı enerjiyle meydanlarda vardı ama sokaklarda etkili biçimde yoktu... Dikkat çekici, şaşırtı ve herkese mesaj verebilen propaganda malzemelerine pek rastlanmadı...
Meydanları hınca hınç dolduran Muharrem İnce'nin propaganda görselleri yok denecek kadar azdı ve bu durum tüm Türkiye'yi afiş-pankartlarla donatan AKP karşısında psikolojik yılgınlığa da yolaçtı...
Peki ya söylem?.. İşte asıl mesele... CHP; propaganda sürecinde Man Adası rezaletinden, 17-25 Aralık rüşvet ağından, yolsuzluklardan, cumhuriyet düşmanlığından, özelleştime yağmasından, dinci eğitim ve kadrolaşmadan neden ısrarla söz etmedi acaba?..
Ana muhalefet; mitinglerinde, reklam filmlerinde, söylemlerinde, propaganda malzemelerinde Atatürk'e, cumhuriyete, laikliğe ve Altıok'a etkili biçimde neden vurgu yapmadı ki?..
Üstelik AKP ve Erdoğan bile tanıtım filmlerinde konuyu bir şekilde Atatürk'e, İlk Meclis'e ve Kurtuluş Savaşı'na getirebilirken!!!
Bu yaklaşım HDP ve Saadet çevrelerini ürkütmemek içinse, doğrusu kendi tabanını sarstığı için CHP açısından bir strateji hatası...
***
HDP'ye çalışan muhalefet!..
Ve unutulmasın ki; "kinci" cumhuriyetçisinden liboşuna Cumhuriyet gazetesinden Atatürk düşmanlarına kadar Altıok karşıtlarınca da yürütülen "HDP barajı aşsın" kampanyası CHP'yi birçok bölgede olumsuz etkiledi...
PKK'nın partisi Doğu'da bile oy kaybederken, CHP içinden bir kesimin de perde gerisinden yürüttüğü kampanyalar nedeniyle ana muhalefetin etkin olduğu İstanbul, İzmir ve Ankara'nın çoğu ilçelerinde bile HDP oyları ikiye katlandı...
Velhasıl, "düşmanımın düşmanı dostumdur" stratejisine sığınanlar, Doğu'da "oylar AKP'ye gitmesin" diye HDP'yi desteklerken, ana muhalefetin oylarının bir bölümü PKK'nın partisine kanalize edildi, CHP ve İnce olumsuz etkilendi...
İşte bu durum Trakya, Orta Anadolu ve Karadeniz gibi kentlerle İstanbul çevresindeki parti tabanında ve kararsızlar arasında tepki çekti, "merkez"de duran ve iktidara tepkili kitlelerin oyları da ağırlıklı olarak MHP'ye, bir kesim de İYİ Parti ve AKP'ye kaydı...
AKP'nin, bu tartışmalar üzerinden özellikle CHP'ye yüklenmesine karşı etkili bir politika da geliştirilemedi...
İnce'nin Demirtaş'ı cezaevinde ziyareti üzerinden CHP'ye adeta hücum edilirken; ana muhalefet, AKP'den kaynaklanan "Habur rezaleti" ve "açılım"ın getirdiği yıkımları gündeme getirmedi, iktidarın rezalet politikaları yüzünden en çok şehidin son 16 yılda verildiği de anlatılamadı.
Bu eksikliğin üzerine bir de Erdoğan'ı alkışlayan genaral ve "apolet" meselesi çıkınca, zaten HDP muhabbetine öfkeli kesimler MHP'ye Doğu ve Güneydoğu'da bile oy patlaması yaptırdı!!! Yani asker, polis, korucu, şehit yakınları ile teröre tepkili kitlelerin oyları hiç propaganda yapmayan Bahçeli'ye gitti...
***
Yükselen milliyetçilik...
İşte tam da bu aşamada, CHP içinde otorite kabul edilen önemli bir siyasetçinin şu sözleri hem dikkat çekici hem de ideolojik sarsıntı da yaşayan siyaset için yol gösterici;
"Bazı unsurları ve destekçileri HDP çevreleri ve politikalarıyla yakınlaşan, kendi öz tabanından, Altıok'tan uzaklaşan CHP yönetimi, milliyetçi oyların MHP ve İYİ Parti üzerinden toplam yüzde 22'ye kadar yükselmesini iyi okumalı..."
"Milliyetçi" demişken kısa süredeki örgütlenme çabalarına rağmen yüzde 10 barajına dayanan ancak medya ambargosu da yaşayan İYİ Parti'nin önüne çıkan fırsatı daha iyi değerlendirebileceğini de söylemek lazım...
"İnce'nin adaylığı öncesi"nde CHP tabanından da seçmen alan İYİ Parti, "merkez partisiyiz" iddiasındayken, tüm kesimleri, yani "dört eğilim"i de kucaklayan daha dikkatli bir örgütlenme, propaganda ve mücadele stratejisi gerçekleştirebilirdi...
Ve tabi ki; listelerini "Ülkücü-Milliyetçiler" dışındaki kitleleri de kucaklayan, Atatürkçü, cumhuriyetçi, sosyal demokrat isimlerle de destekleyebilseydi, Akşener'in partisi eminim yüzde 15'i de aşabilirdi...
Gelelim "Millet İttifakı" içindeki Saadet Partisi'ne... Hiç kuşkusuz farklı söylem ve propaganda ile ilginç bir çıkış yakalamış olsa da, "Saadet" gibi partilerin, siyasal İslamcılığı bünyesinde tutan AKP gibi yapılar karşısında tutunması hiç kolay değil...
Saadet tabanı ve benzerleri nihayetinde kendi öz ideolojilerinin lokomotifi sayılan Erdoğan'a oy vermeye devam ederler... Ne de olsa "hilafet" hepsinin nihai beklentisi değil mi?..
Türkiye nereye sürükleniyor?..(4)
Türkiye'nin yarısını bir kez daha şoka uğratan 24 Haziran seçimlerinden önce, bu ülkede "gelecek kaygısı" zaten tavan yapmıştı... Ve şimdilerde o kaygı yerini ne yazık ki korkuya da terk etmeye başladı ki, bundan sonrası "vah" memleketin haline!..
Neden mi peki bu korku, ülke genelinde niçin büyüyor toplumun yarınlarla ilgili endişesi?..
Herkes hemfikir olmalı; muhalefetin başarısızlıklarından gına geldi artık... Kangrenleşmiş hezimetler yüzünden toplumun birçok kesimi arasında öfke tavan yapmış ve kitleler son 16 yılda, her seçimi kazanan AKP iktidarının "güç" şımarıklığıyla daha da pervasız davranabileceğinden endişe ediyor...
İşte, her zamanki gibi "şaibe" karışmış bir seçimin ardından yaşanan "hezimet"in yalnızca sandıkta kalmayacağını gösteren çok vahim işaretler;
İçişleri Bakanı'nın şehit cenazelerinde CHP il başkanlarına ambargo uygulaması bile başlı başına bir pervasızlık örneğidir ki, hiçbir yurttaş bu ülkede artık kendini rahat hissedemez...
Çünkü bu tür öteleyici-ayrımcı uygulamalar aynı zamanda toplumun bir kesiminin gelecekte daha da kıskaca alınacağının ve baskı altında tutulacağının işaretleri sayılır ki, işte o zaman memlekette ne huzur kalır ne de güven ortamı...
İçişleri Bakanlığı'na bir önerimiz var; seçimlerde toplu oy kullananların, sandıklarda gençleri tehdit edenlerin, Güneydoğu'da müşahitlere saldıranların, seçim gecesi yurdun her köşesinde silaha sarılarak insanların can güvenliğini tehdit eden magandaların peşine düşülmelidir...
Son dönemde başarılı operasyonlara uğrayan uyuşturucu çetelerini, memleketin turizm bölgelerini haraca bağlayan mafyaları, her an pusuda olan IŞİD gibi terör örgütlerini ve suç firarilerini iyice kıskaca almak, ülkeye-topluma huzur getirir, polise ise saygıyı arttır...
***
Kaosun sofradaki sinyali!..
Evet; 24 Haziran'a gölge düşüren pervasızlığın ardından yaşananlar da çok düşündürücüdür... Baksanıza, kimi CHP'liler Meclis'teki görevleri biter bitmez Silivri'ye gönderildi...
Siyasetin diğer cephelerinde yaşananlar da önümüzdeki dönemin çok tartışmalı ve sarsıntılı geçeğinin işaretlerini veriyor;
Bakalım, "açılım" gafletiyle ülkenin huzurunda büyük yara açan AKP iktidarı, HDP'li bir vekilin "Öcalan'a özgürlük" talebine nasıl karşılık verecek ve "gidişat" hangi kaotik ortama doğru sürüklenecek?..
Peki; bayramda emekliye harçlık veren AKP iktidarının, ekonomik baskılar için hiç de zaman kaybetmeden harekete geçmesine, milletin boğazını daha da sıkmasına ne demeli?..
İşte daha geçen pazar AKP'ye oy yağdıran milyonlarca seçmeni de şoka uğratan fahiş zamlar yağmur gibi gelmeye başladı... Doğal gaza yüzde 20 zam, sigaraya, tünellere zam ve pusudaki olası insafsız zamlar...
Milletvekili seçiminde oy kaybeden, ancak Erdoğan'ın başarısının ardına gizlenen AKP'liler marketleri, pazarları dolaşıyorlar mı acaba?..
Artık kimse pazardan filesi dolu halde evine dönemiyor, çünkü soğanın-patatesin daha geçen hafta 6-7 liraya satılabildiği bir ülkede her şey o kadar fahiş oranda pahalandı ki, "insaf" önümüzdeki günlerde de yerlerde sürünmeye devam edecek!..
Sıradan değil, konuyu çarşı-pazara ve zamlara getirmenin çok yaşamsal bir gerekçesi var; AKP'ye oy kaybettiren pahalılık, geçim sıkıntısı ve zam gibi ekonomik darboğazın önümüzdeki dönemde sosyal kaosu tetikleyen ve iktidarı yıpratacak en büyük etken olacağını hiç unutmayınız...
***
Siyasette kim büyüyecek?..
Evet; yazının başlığında yer alan, "Türkiye nereye sürükleniyor" sorusunun yanıtını kesinlikle muhalefet verecek...
Kitlelerin güvencesi artık hezimet yaşamaktan vazgeçmesi gereken (yine) muhalefettir... Silkelenmeli, kendine gelmeli ve kendini teselli etmekten de vazgeçmelidir muhalefet...
Çünkü Türkiye çok yaşamsal ve "kuruluş" felsefesi ile uygar dünyanın gidişatı açısından da yeni bir güzergaha girdi!..
Hiç kuşkusuz bu güzergah cumhuriyetin ağır taşlarının da yerinden oynatılabileceği bir süreç olacaktır... O halde, muhalif siyaset bunu önlemek için yeniden örgütlenerek, yeni stratejiler yaratarak ve etkili mücadele yöntemleri belirleyerek halkın önünde "lokomotif" olamazsa, AKP'nin pervasızlığı daha da artacaktır...
AKP'ye desteği sürdüreceğini açıkça ilan eden MHP ile şimdiden "İmralı" politikalarıyla gerginlik yaratmaya çalışan ve cumhuriyetle kavga konusunda AKP'den pek de farkı olmayan HDP'ye söylenecek söz yok!..
Asıl önemlisi, "ana muhalefet" bir an önce yeniden yapılanmalı, donanımlı liderlik anlayışı ve kadrolarla güçlendirilmeli, halkı kucaklayacak, sokakları etkileyecek bir strateji geliştirmelidir...
CHP, sağdan-sola savrulmalar yerine, kendi "öz tabanı"nı daha da kaybetmemek için, "Altı ok" ilkeleriyle cumhuriyetin kalkanı gibi hareket etmeli, "Aydınlanma"nın kazanımlarını korumalı ve her türlü öteleyici-ayrıştırıcı örgütlenme yapılanmalarından arınarak, "cumhuriyet" diyen kitlelere sarılmalıdır... Aksine, parçalanma kaçınılmazdır...
***
Gelişerek, "iyi"leşmek!..
Ve siyasetin yeni güzergahı İYİ Parti bundan böyle daha da dikkatli yürümelidir...
Dün de yazdık; "dört eğilim"i kucaklamadan "merkez parti" olunamayacağına göre, Akşener ve ekibinin diğer muhalefet partilerindeki "erozyon"ları ve gerekçelerini de yakından takip ederek yeniden örgütlenmeleri kaçınılmazdır...
Hele de MHP'nin oy patlaması yaparak daha da güçlendiği bir siyasal ortamda, İYİ Parti, "MHP'nin bir başka versiyonu" gibi eleştirilerden arınmak zorundadır...
İYİ Parti için, önümüzdeki yerel seçimler büyümenin ve küçülmenin en önemli sınavı olacaktır... Partiyi "baraj"ın önünde, "kritik" noktada tutan 24 Haziran sonuçları bu saptama ve öngörünün en etkili kanıtıdır...
Temel Karamollaoğlu'nun kitleleri her açıdan şaşırtan söylemi ile bir yandan AKP'nin taban baskısıyla mücadele eden diğer yandan kendine "yeni bir taban" yaratmaya da başlayan Saadet Partisi'ne gelince...
Hiç kuşkusuz; AKP konusunda muhafazakar-dindar tabanı (ideolojik olarak) uyaracak en etkili yapı olduğu için, Saadet meydanlardan çekilmemeli, şaşırtcı TV reklamları, ilginç propaganda yöntemleri ve kucaklayıcı söylemlerini de geliştirerek büyüyeceğini kesinlikle gözardı etmemelidir...
Velhasıl; Türkiye'nin umudu, enerjisi son dönemde iyice zirve yapan kitleleri "cesur" ve kucaklayıcı politikalarla -doğru- yönlendirecek bir muhalif siyasete kaldı...
Hiç kuşkunuz olmasın; erkene alınacak yerel seçimler AKP'nin ve ülkenin yanı sıra, muhalefete ilişkin çok etkili kararlara ve sonuçlara da gebedir!..
MEHMET FARAÇ / YENİÇAĞ
Uzun yıllardır AKP'nin hep kazandığı seçimler yüzünden umutları tükenen, dayanakları yıkılan ve azimleri kırılan milyonlarca insan tutunacak yeni "dal"lar bulunca üzerlerindeki ölü toprağını bir nebze olsun savurdu ve yollara, meydanlara döküldü...
CHP'nin son yıllarda hep yenilgi yaşamasının ardından Muharrem İnce, kitlelerin bağrında küllenmiş ateşi yeniden alevlendirdi, İYİ Parti "merkez" için umut olmaya çalıştı, Milli Görüş'ün Saadet'i ise kitlelere yeni mesajlar vererek fark yaratmak için çırpındı...
Peki; yeni seslere ve söylemlere rağmen, meydanlardaki kalabalıklarla ilk kez enerji yükselten, umut artıran, heyecan yaratan muhalefet partileri neden kaybetti?..
Kimse kendini kandırmasın; oyları arttırmak, fazla vekil çıkartmak ve "baraj"ı geçmek gibi savunmalar 16 yıldır iktidarı bırakmayan bir parti karşısında teselli ikramiyesi olmaktan öteye gidemez... Çünkü siyaset başlı başına iktidara gelmek sanatıdır...
***
CHP'yi sarsan çıkmaz !..
CHP'nin cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, AKP'li Erdoğan karşısında yüzde 30'u aşkın oy alabilirken, ne şaşkınlık ki, toplumsal muhalefetin zirve yaptığı, milyonların meydanları doldurduğu bir süreçte cumhuriyeti kuran parti yüzde 22'ye kadar düşerek bir kez daha hayal kırıklığı yarattı...
Ne yazık ki "gerçek tabanı"nı tasfiye etmekle eleştirilen CHP, son vekil listeleriyle de kitleleri kucaklayamadı... Vekillerin çoğunu kimse tanımıyor... Seçmenin karşısına tabandan gelmiş isimlerin çıkartılamaması CHP örgütlerinde büyük yılgınlık yarattı...
Tuhaf değil mi; memleket işsizlikten, açlıktan, iflaslardan ve sosyal kaostan yakınırken, neredeyse herkes AKP'nin tüm icraatlarından şikayetçiyken Muharrem İnce'ye oy veren yüzde 8'lik bir kitle Atatürk'ün partisinden desteğini esirgedi!..
Sosyolojik olarak araştırılması gereken bu paradoksun perde gerisindeki "çıkmazlar" da ayrı mesele;
Ana muhalefet, İnce'nin yarattığı enerjiyle meydanlarda vardı ama sokaklarda etkili biçimde yoktu... Dikkat çekici, şaşırtı ve herkese mesaj verebilen propaganda malzemelerine pek rastlanmadı...
Meydanları hınca hınç dolduran Muharrem İnce'nin propaganda görselleri yok denecek kadar azdı ve bu durum tüm Türkiye'yi afiş-pankartlarla donatan AKP karşısında psikolojik yılgınlığa da yolaçtı...
Peki ya söylem?.. İşte asıl mesele... CHP; propaganda sürecinde Man Adası rezaletinden, 17-25 Aralık rüşvet ağından, yolsuzluklardan, cumhuriyet düşmanlığından, özelleştime yağmasından, dinci eğitim ve kadrolaşmadan neden ısrarla söz etmedi acaba?..
Ana muhalefet; mitinglerinde, reklam filmlerinde, söylemlerinde, propaganda malzemelerinde Atatürk'e, cumhuriyete, laikliğe ve Altıok'a etkili biçimde neden vurgu yapmadı ki?..
Üstelik AKP ve Erdoğan bile tanıtım filmlerinde konuyu bir şekilde Atatürk'e, İlk Meclis'e ve Kurtuluş Savaşı'na getirebilirken!!!
Bu yaklaşım HDP ve Saadet çevrelerini ürkütmemek içinse, doğrusu kendi tabanını sarstığı için CHP açısından bir strateji hatası...
***
HDP'ye çalışan muhalefet!..
Ve unutulmasın ki; "kinci" cumhuriyetçisinden liboşuna Cumhuriyet gazetesinden Atatürk düşmanlarına kadar Altıok karşıtlarınca da yürütülen "HDP barajı aşsın" kampanyası CHP'yi birçok bölgede olumsuz etkiledi...
PKK'nın partisi Doğu'da bile oy kaybederken, CHP içinden bir kesimin de perde gerisinden yürüttüğü kampanyalar nedeniyle ana muhalefetin etkin olduğu İstanbul, İzmir ve Ankara'nın çoğu ilçelerinde bile HDP oyları ikiye katlandı...
Velhasıl, "düşmanımın düşmanı dostumdur" stratejisine sığınanlar, Doğu'da "oylar AKP'ye gitmesin" diye HDP'yi desteklerken, ana muhalefetin oylarının bir bölümü PKK'nın partisine kanalize edildi, CHP ve İnce olumsuz etkilendi...
İşte bu durum Trakya, Orta Anadolu ve Karadeniz gibi kentlerle İstanbul çevresindeki parti tabanında ve kararsızlar arasında tepki çekti, "merkez"de duran ve iktidara tepkili kitlelerin oyları da ağırlıklı olarak MHP'ye, bir kesim de İYİ Parti ve AKP'ye kaydı...
AKP'nin, bu tartışmalar üzerinden özellikle CHP'ye yüklenmesine karşı etkili bir politika da geliştirilemedi...
İnce'nin Demirtaş'ı cezaevinde ziyareti üzerinden CHP'ye adeta hücum edilirken; ana muhalefet, AKP'den kaynaklanan "Habur rezaleti" ve "açılım"ın getirdiği yıkımları gündeme getirmedi, iktidarın rezalet politikaları yüzünden en çok şehidin son 16 yılda verildiği de anlatılamadı.
Bu eksikliğin üzerine bir de Erdoğan'ı alkışlayan genaral ve "apolet" meselesi çıkınca, zaten HDP muhabbetine öfkeli kesimler MHP'ye Doğu ve Güneydoğu'da bile oy patlaması yaptırdı!!! Yani asker, polis, korucu, şehit yakınları ile teröre tepkili kitlelerin oyları hiç propaganda yapmayan Bahçeli'ye gitti...
***
Yükselen milliyetçilik...
İşte tam da bu aşamada, CHP içinde otorite kabul edilen önemli bir siyasetçinin şu sözleri hem dikkat çekici hem de ideolojik sarsıntı da yaşayan siyaset için yol gösterici;
"Bazı unsurları ve destekçileri HDP çevreleri ve politikalarıyla yakınlaşan, kendi öz tabanından, Altıok'tan uzaklaşan CHP yönetimi, milliyetçi oyların MHP ve İYİ Parti üzerinden toplam yüzde 22'ye kadar yükselmesini iyi okumalı..."
"Milliyetçi" demişken kısa süredeki örgütlenme çabalarına rağmen yüzde 10 barajına dayanan ancak medya ambargosu da yaşayan İYİ Parti'nin önüne çıkan fırsatı daha iyi değerlendirebileceğini de söylemek lazım...
"İnce'nin adaylığı öncesi"nde CHP tabanından da seçmen alan İYİ Parti, "merkez partisiyiz" iddiasındayken, tüm kesimleri, yani "dört eğilim"i de kucaklayan daha dikkatli bir örgütlenme, propaganda ve mücadele stratejisi gerçekleştirebilirdi...
Ve tabi ki; listelerini "Ülkücü-Milliyetçiler" dışındaki kitleleri de kucaklayan, Atatürkçü, cumhuriyetçi, sosyal demokrat isimlerle de destekleyebilseydi, Akşener'in partisi eminim yüzde 15'i de aşabilirdi...
Gelelim "Millet İttifakı" içindeki Saadet Partisi'ne... Hiç kuşkusuz farklı söylem ve propaganda ile ilginç bir çıkış yakalamış olsa da, "Saadet" gibi partilerin, siyasal İslamcılığı bünyesinde tutan AKP gibi yapılar karşısında tutunması hiç kolay değil...
Saadet tabanı ve benzerleri nihayetinde kendi öz ideolojilerinin lokomotifi sayılan Erdoğan'a oy vermeye devam ederler... Ne de olsa "hilafet" hepsinin nihai beklentisi değil mi?..
Türkiye nereye sürükleniyor?..(4)
Türkiye'nin yarısını bir kez daha şoka uğratan 24 Haziran seçimlerinden önce, bu ülkede "gelecek kaygısı" zaten tavan yapmıştı... Ve şimdilerde o kaygı yerini ne yazık ki korkuya da terk etmeye başladı ki, bundan sonrası "vah" memleketin haline!..
Neden mi peki bu korku, ülke genelinde niçin büyüyor toplumun yarınlarla ilgili endişesi?..
Herkes hemfikir olmalı; muhalefetin başarısızlıklarından gına geldi artık... Kangrenleşmiş hezimetler yüzünden toplumun birçok kesimi arasında öfke tavan yapmış ve kitleler son 16 yılda, her seçimi kazanan AKP iktidarının "güç" şımarıklığıyla daha da pervasız davranabileceğinden endişe ediyor...
İşte, her zamanki gibi "şaibe" karışmış bir seçimin ardından yaşanan "hezimet"in yalnızca sandıkta kalmayacağını gösteren çok vahim işaretler;
İçişleri Bakanı'nın şehit cenazelerinde CHP il başkanlarına ambargo uygulaması bile başlı başına bir pervasızlık örneğidir ki, hiçbir yurttaş bu ülkede artık kendini rahat hissedemez...
Çünkü bu tür öteleyici-ayrımcı uygulamalar aynı zamanda toplumun bir kesiminin gelecekte daha da kıskaca alınacağının ve baskı altında tutulacağının işaretleri sayılır ki, işte o zaman memlekette ne huzur kalır ne de güven ortamı...
İçişleri Bakanlığı'na bir önerimiz var; seçimlerde toplu oy kullananların, sandıklarda gençleri tehdit edenlerin, Güneydoğu'da müşahitlere saldıranların, seçim gecesi yurdun her köşesinde silaha sarılarak insanların can güvenliğini tehdit eden magandaların peşine düşülmelidir...
Son dönemde başarılı operasyonlara uğrayan uyuşturucu çetelerini, memleketin turizm bölgelerini haraca bağlayan mafyaları, her an pusuda olan IŞİD gibi terör örgütlerini ve suç firarilerini iyice kıskaca almak, ülkeye-topluma huzur getirir, polise ise saygıyı arttır...
***
Kaosun sofradaki sinyali!..
Evet; 24 Haziran'a gölge düşüren pervasızlığın ardından yaşananlar da çok düşündürücüdür... Baksanıza, kimi CHP'liler Meclis'teki görevleri biter bitmez Silivri'ye gönderildi...
Siyasetin diğer cephelerinde yaşananlar da önümüzdeki dönemin çok tartışmalı ve sarsıntılı geçeğinin işaretlerini veriyor;
Bakalım, "açılım" gafletiyle ülkenin huzurunda büyük yara açan AKP iktidarı, HDP'li bir vekilin "Öcalan'a özgürlük" talebine nasıl karşılık verecek ve "gidişat" hangi kaotik ortama doğru sürüklenecek?..
Peki; bayramda emekliye harçlık veren AKP iktidarının, ekonomik baskılar için hiç de zaman kaybetmeden harekete geçmesine, milletin boğazını daha da sıkmasına ne demeli?..
İşte daha geçen pazar AKP'ye oy yağdıran milyonlarca seçmeni de şoka uğratan fahiş zamlar yağmur gibi gelmeye başladı... Doğal gaza yüzde 20 zam, sigaraya, tünellere zam ve pusudaki olası insafsız zamlar...
Milletvekili seçiminde oy kaybeden, ancak Erdoğan'ın başarısının ardına gizlenen AKP'liler marketleri, pazarları dolaşıyorlar mı acaba?..
Artık kimse pazardan filesi dolu halde evine dönemiyor, çünkü soğanın-patatesin daha geçen hafta 6-7 liraya satılabildiği bir ülkede her şey o kadar fahiş oranda pahalandı ki, "insaf" önümüzdeki günlerde de yerlerde sürünmeye devam edecek!..
Sıradan değil, konuyu çarşı-pazara ve zamlara getirmenin çok yaşamsal bir gerekçesi var; AKP'ye oy kaybettiren pahalılık, geçim sıkıntısı ve zam gibi ekonomik darboğazın önümüzdeki dönemde sosyal kaosu tetikleyen ve iktidarı yıpratacak en büyük etken olacağını hiç unutmayınız...
***
Siyasette kim büyüyecek?..
Evet; yazının başlığında yer alan, "Türkiye nereye sürükleniyor" sorusunun yanıtını kesinlikle muhalefet verecek...
Kitlelerin güvencesi artık hezimet yaşamaktan vazgeçmesi gereken (yine) muhalefettir... Silkelenmeli, kendine gelmeli ve kendini teselli etmekten de vazgeçmelidir muhalefet...
Çünkü Türkiye çok yaşamsal ve "kuruluş" felsefesi ile uygar dünyanın gidişatı açısından da yeni bir güzergaha girdi!..
Hiç kuşkusuz bu güzergah cumhuriyetin ağır taşlarının da yerinden oynatılabileceği bir süreç olacaktır... O halde, muhalif siyaset bunu önlemek için yeniden örgütlenerek, yeni stratejiler yaratarak ve etkili mücadele yöntemleri belirleyerek halkın önünde "lokomotif" olamazsa, AKP'nin pervasızlığı daha da artacaktır...
AKP'ye desteği sürdüreceğini açıkça ilan eden MHP ile şimdiden "İmralı" politikalarıyla gerginlik yaratmaya çalışan ve cumhuriyetle kavga konusunda AKP'den pek de farkı olmayan HDP'ye söylenecek söz yok!..
Asıl önemlisi, "ana muhalefet" bir an önce yeniden yapılanmalı, donanımlı liderlik anlayışı ve kadrolarla güçlendirilmeli, halkı kucaklayacak, sokakları etkileyecek bir strateji geliştirmelidir...
CHP, sağdan-sola savrulmalar yerine, kendi "öz tabanı"nı daha da kaybetmemek için, "Altı ok" ilkeleriyle cumhuriyetin kalkanı gibi hareket etmeli, "Aydınlanma"nın kazanımlarını korumalı ve her türlü öteleyici-ayrıştırıcı örgütlenme yapılanmalarından arınarak, "cumhuriyet" diyen kitlelere sarılmalıdır... Aksine, parçalanma kaçınılmazdır...
***
Gelişerek, "iyi"leşmek!..
Ve siyasetin yeni güzergahı İYİ Parti bundan böyle daha da dikkatli yürümelidir...
Dün de yazdık; "dört eğilim"i kucaklamadan "merkez parti" olunamayacağına göre, Akşener ve ekibinin diğer muhalefet partilerindeki "erozyon"ları ve gerekçelerini de yakından takip ederek yeniden örgütlenmeleri kaçınılmazdır...
Hele de MHP'nin oy patlaması yaparak daha da güçlendiği bir siyasal ortamda, İYİ Parti, "MHP'nin bir başka versiyonu" gibi eleştirilerden arınmak zorundadır...
İYİ Parti için, önümüzdeki yerel seçimler büyümenin ve küçülmenin en önemli sınavı olacaktır... Partiyi "baraj"ın önünde, "kritik" noktada tutan 24 Haziran sonuçları bu saptama ve öngörünün en etkili kanıtıdır...
Temel Karamollaoğlu'nun kitleleri her açıdan şaşırtan söylemi ile bir yandan AKP'nin taban baskısıyla mücadele eden diğer yandan kendine "yeni bir taban" yaratmaya da başlayan Saadet Partisi'ne gelince...
Hiç kuşkusuz; AKP konusunda muhafazakar-dindar tabanı (ideolojik olarak) uyaracak en etkili yapı olduğu için, Saadet meydanlardan çekilmemeli, şaşırtcı TV reklamları, ilginç propaganda yöntemleri ve kucaklayıcı söylemlerini de geliştirerek büyüyeceğini kesinlikle gözardı etmemelidir...
Velhasıl; Türkiye'nin umudu, enerjisi son dönemde iyice zirve yapan kitleleri "cesur" ve kucaklayıcı politikalarla -doğru- yönlendirecek bir muhalif siyasete kaldı...
Hiç kuşkunuz olmasın; erkene alınacak yerel seçimler AKP'nin ve ülkenin yanı sıra, muhalefete ilişkin çok etkili kararlara ve sonuçlara da gebedir!..
MEHMET FARAÇ / YENİÇAĞ