2019-2021 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program, Yeni Ekonomi Programı (YEP) başlığı ile yayımlandı. Albayrak tarafından sunuldu.
Albayrak’ın Ağustos’ta Türkiye’nin büyük patronlarına sunduğu “yeni ekonomi modeli” ciddiye alınamazdı; haklı olarak küçümsenmişti.
Aradan bir ay geçti. “Derelerin de altından çok sular aktı”. En önemlisi, Albayrak’ın Eylül başında Londra’da “15 trilyon dolarlık fon yönettiği” ileri sürülen dev finans kuruluşlarının yöneticileri ile görüşmesi oldu.
Financial Times, “Albayrak’ın bütün yatırımcıları dikkatle dinlediği; gerekenleri hızla kavradığı” bilgisini haberleştirmişti. Bu “kavrayış” hızla iki ürün verdi: Londra temaslarından on gün sonra TCMB politika faizini %24’e sıçrattı. Ardından YEP ilan edildi.
YEP, önceki OVP belgelerinden farklıdır. Ciddi bir niyeti var: İstikrara öncelik veren IMF’siz bir IMF programıoluşturmak; böylece Londra çevrelerini yatıştırmak…
Londra çevrelerinin, Albayrak aracılığıyla Cumhurbaşkanı’nı da “hizaya getirdiği” anlaşılıyor. Öyle olmasaydı, TCMB faiz kararı ve dev yatırımları tırpanlayan YEP kabul edilebilir miydi? İşbölümü tanımlanmıştır: Cumhurbaşkanı “faizler hakkında görüşüm değişmedi; kriz yok, tertip var; doları falan boş verin; bu da geçer”gibi söylemleri sürdürecek; damat ise finans çevrelerinin taleplerini hayata geçirecektir.
Ne var ki, IMF’siz bir IMF programı hazırlamak kolay değildir. IMF, uluslararası sermayenin üst organıdır; “niyeti bozuktur”; ama işlevini hakkıyla sürdürür. Bu nedenle, programları bütüncül modellere dayanır; hedefler ile araçlar arasında tutarlılık gözetilir; uygulanması adım adım denetlenir.
YEP ise, kısa vadede “sıcak para girişleri” tetiklemek amacı taşıyan bir belgedir. Trilyonluk fon yöneten çevrelere, “kazançlı çıkarsınız” mesajıdır. İnandırıcı olmak için de IMF’nin Nisan 2018 tarihli Türkiye Raporu (Turkey: Article 4 Consultation- Staff Report; No. 18/110) dikkate alınarak hazırlanmıştır. Aşağıda, örneklerini vereceğim. Ne var ki, “üst organ”ın (IMF’nin) tezgâhından geçmediği için, bütünlükten, içsel tutarlılıktan, uygulanma güvencelerinden yoksundur.
Dengeler niye bozulmuş?
YEP, Türkiye ekonomisinde dengelerin 2013’ten itibaren bozulduğunu ileri sürüyor. Alt başlıktaki “dengelenme, disiplin, değişim” sözcükleri, IMF ve finans kapitalin geleneksel “istikrarcı” söylemine geçildiğini temsil ediyor.
Özellikle hızlanan enflasyon ve büyüyen dış açık ile ortaya çıkan “dengelerin bozulması” nasıl açıklanıyor? Birkaç etken peş peşe sıralanıyor (s.4):
Cumhurbaşkanı’nın “komplocu” açıklamaları elbette yer alacaktır: “Gezi olayları, 17-25 Aralık 2013 yargı darbesi, Temmuz 2015 darbe girişimi, ABD yönetiminin Türkiye ekonomisini ve TL’yi doğrudan hedef alması…”
Uluslararası finans çevrelerinden gelen “ekonominin aşırı ısınması” eleştirisi de kabul edilecektir: “Ülke ekonomisine olumsuz etkileri olan dört seçim ve bir referandum…”
Dünya ekonomisinin olumsuz katkıları da eklenecektir: “2018’in ikinci çeyreğinden itibaren gelişmiş ülkelere yönelik risk algısının bozulması, FED’in faiz artışları ile uluslararası sermaye akımlarının yavaşlaması…” (s.4)
“Komplo teorisi” saçmalığı bir yana, diğer iki etken niçin öncelikle Türkiye ekonomisini sarsmıştır?
“Niçin özellikle Türkiye?” sorusu sorulmayacaktır. Zira YEP’in yazarları ve muhatabı olan finans çevreleri, AKP’nin 2003 sonrasında kesintisiz uyguladığı IMF patentli neoliberal programın sorumluluğunu algılayamaz. Bu programa tam teslimiyetin yarattığı kronik, giderek ağırlaşan dışsal kırılganlıklar, bozulan dış ortamlarda Türkiye’yi öncelikle sarsmıştır; bugün de sarsmaktadır.
Krizin örtülü, yarı açık itirafı
YEP’e göre 2013 ve sonrasında ekonominin dengelerini bozan etkenlerin sonucu ne olmuştur? “İktisadi faaliyetin 2019 ve 2020’de potansiyelin altında seyretmesi…” (s.17)
YEP’in 2018, 2019, 2020, 2021’deki millî gelir öngörülerini (yüzdeler olarak) aktaralım: 3,8 → 2,3 → 3,5 → 5,0…
YEP’in bu öngörülerini, 2018’in ilk altı ayında yüzde 6,2 oranında büyüyen millî gelir verileriyle birleştirelim; Türkiye ekonomisinin 2018 ve 2019’un bir bölümünde küçülmesi kaçınılmaz görünecektir.
Nasıl? 2018’in üçer aylık millî gelir sayılarını kullanınız; son üç ayda önceki yıla göre “sıfır büyüme” varsayınız; aynı yılın tümünde YEP’in öngördüğü yüzde 3,8’lik millî gelir artışı ile birleştiriniz. Ekim’den itibaren ekonominin küçülmeye başlayacağını öngöreceksiniz.
2019’a küçülerek giren Türkiye ekonomisinin o yılın tümünde sadece %2,3 büyümesi öngörülüyor. Bu öngörü de, yılın ilk yarısında milli gelir düşmeden gerçekleşemez. Kısacası, YEP’in kullandığı istatistikler dahi, bu iki yılda küçülme dönemleri öngörüyor.
OECD ise, Türkiye millî gelir öngörülerini güncelleştirdi; 2018 için yüzde 3,2’lik, 2019 için yüzde 0,5’lik büyüme oranları tahmin etti. Bu öngörüler, en azından dokuz aylık bir küçülme senaryosu ima etmektedir.
Buna karşılık YEP, dolarlı millî gelirin 2018’de dahi küçüleceğini açıkça belirliyor. Nisan’dan itibaren durgunlaşan, sonra inişe geçen ekonominin tırmanan döviz fiyatlarıyla birleşmesinin sonucu söz konusudur.
YEP’in 2018 millî gelir tahmini 763 milyar dolardır ve bir önceki yıla göre yüzde 10,3’lük düşme söz konusudur (Ek Tablo 1, s.29). Böylece dolar hesabına geçtiğinde YEP, ekonomik krizi açıkça itiraf etmiş oluyor.
Dolarlı millî gelir, tek başına ekonomik gönenci yansıtmaz; ama Türkiye için büyük önem taşıyan dış kırılganlık göstergelerini belirler. Örneğin, YES’te yer alan tahmine göre dış borçların millî gelire oranı 2017 ile 2018 arasında yüzde 53’ten yüzde 61’e çıkmış; bir dış borç krizinin kritik eşiği aşılmıştır.
YEP, 2018 cari fiyatlarla milli gelir öngörüsünü, 4,90 TL’lik kur uygulayarak dolarlı millî gelire (763 milyar dolara) dönüştürüyor. Dolar, 6 TL’nin üzerinde seyrederken bu kur, aşırı iyimser olduğu için eleştirildi; ama YEP’e haksızlık yapıldı. Güncel fiyatlar değil, yıllık ortalama kurlar önemlidir. Bank of International Settlements (BIS), Ocak-Ağustos arasının ortalama dolar/TL kurlarını veriyor. Bunları TCMB’nin Eylül kurları ile birleştirirsek, ilk dokuz ayda ortalama kur, $1=4,27 TL’dir. YEP, son üç ayda dolar için 6,79 TL ortalaması varsaymış ve yıllık 4,90 TL tahminini buna dayatmıştır. Bu hesapta fazla iyimserlik yoktur.
YEP’in politika önerileri ve IMF raporu
YEP, “hızlı sıcak para girişleri” hedefleyen bir metindir. Muhatabı, “trilyonlarca dolarlık fon yöneten” finans çevreleridir. Politika önerileri de neoliberal istikrar programlarından ilham almalıdır.
Yukarıda da değindiğim gibi, YEP yazarları bu “ilham”ı, Nisan 2018 tarihli IMF’nin Türkiye Raporu’nda bulmuşlar.
IMF Raporu, Türkiye kriz ortamına girmeden önce kaleme alınmıştı; ama o tarihte dahi “ekonomi açıkça aşırı ısınma işaretleri vermektedir ve genişleyici politikalar artık uygun değildir. Para politikası çok gevşektir; bütçe-içi ve (KGF / KÖİ katkılarıyla) bütçe-dışı maliye politikaları tehdit [oluşturmaktadır]” teşhisi ile başlıyordu (s.6).
Buradaki para politikası eleştirisi, Albayrak’ın “Londra eğitimi” sonrasında TCMB’nin 13 Eylül faiz kararı ile yanıtlandı. Maliye politikaları eleştirisi ise YEP’te dikkate alınıyor: “Faiz dışı bütçe fazlası / millî gelir oranı” (yüzde olarak) 2018’de -0,5’ten, 2019’da +0,8’e çıkarılacaktır. Bu “daralma”, kamu harcamalarında 59,9 milyar TL’lik kısıntı, vergilemede 16 milyar TL’lik artış ile sağlanacaktır. Kamu maliyesindeki toplam daralma, millî gelirin yüzde 1,7’sine ulaşmaktadır (s.5, 31, Ek Tablo 3).
IMF’nin Nisan 2018 Raporu’na bakalım: Faiz dışı bütçe dengesinin 2019’da millî gelirin yüzde 1,75’ine denk gelecek boyutta yükseltilmesi önerilmektedir (Paragraf 21, ss.10-11). Rastlantı olamaz; YEP yazarlarının IMF Raporu’ndan hareket ettikleri anlaşılmaktadır.
Kamu maliyesinde GSYH’nin yüzde 2’sine yaklaşan kemer sıkma önerisi (çoğaltan etkileri de dikkate alındığında) 2019’daki yüzde 2,3’lük büyüme öngörüsü ile tutarlı olamaz. Ya YEP’in bu öngörüsü geçersizdir; ya da kemer sıkma önlemleri “göz boyama”dır.
Yeni Ekonomi Programı’nda yer alan bazı politika önlemelerini IMF Türkiye Raporu ile karşılaştıralım:
IMF: “Kamu ücretlerinin geçmişe dönük endekslenmesine son verilmeli; asgari ücretler, verim artışlarına ve beklenen enflasyona bağlanmalıdır.” (Paragraf 34, s.14)
YEP: “Kamunun fiyat belirleme ve yönlendirme politikasına tabi belirli (personel dışında) alanlarda geçmiş enflasyon verisi yerine YEP’te yer alan enflasyon hedefleri dikkate alınacaktır.” (s.7). Burada “kadrolu devlet memurları” dışında geniş bir emekçi kitlesini (tüm emeklileri, ücretli kamu çalışanlarını, asgari ücretleri vb) enflasyona karşı koruyan uygulama tehdit altındadır.
IMF: “İşgücü piyasası kıdem tazminatı reformu ile daha esnek hale getirilebilir. Geçici istihdamda liberalleşmenin eksiksiz uygulanma önceliği önemlidir. Emeklilik sistemi reformu genişletilmeli; özel emekliliğe otomatik katılım genişletilmelidir.” (Paragraf 34,35, ss. 14-15).
YEP: “Hizmetin özelliğine göre esnek çalışma modelleri uygulanacak; kamu kurumlarının esnek çalışma ile verimi sağlanacaktır. Kamu maliyesine yükü azaltmak üzere sosyal sigorta sistemi yeniden düzenlenecek; sosyal tarafların mutabakatıyla kıdem tazminatı reformu gerçekleştirilecek; yarım çalışma ödeneği etkin şekilde uygulanacak, çalışanların bireysel emeklilik sistemine otomatik katılması genişletilecektir. (s.12, 17-18) Burada “kamu kurumlarında esnek çalışma” ifadesi, devlet bünyesinde taşeronlaşmanın yaygınlaşma habercisidir.
Listeyi geliştirebilirim; burada kesiyorum.
IMF’siz bir IMF programı amacına ulaşır mı?
YEP’in amacı nedir? Yukarıda işaret ettim: Finans kapitale, fon yöneticilerine bir çağrıdır: “Önerilerinizi dikkate aldık; getiri beklentilerinize güvence sağladık; yatırımlarınızı bekliyoruz…”
Ancak, temel bir sorun var: Bu IMF programının denetleyicisi yoktur. TCMB faizleri ve enflasyon verileri anlık gözlem altındadır. İyi ama, malî disiplin ve yapısal uyum hedeflerini izleyen ve uygulamalara göre kredi dilimlerini serbest bırakan IMF denetimi yoktur.
Dahası, programa bağlı dış (IMF) kredi akımı da yoktur. IMF kaynağı, vadesi gelen, ödeme güçlüğü ile karşılaşan dış kredilere tahsis edilir; uluslararası bankaları riskten uzak tutar; döviz kurlarına istikrar, sıcak paraya getiri güvencesi sağlar. Bugünlerde uygulanan Arjantin programının sağlaması beklenen güvence öğeleri Türkiye’nin programında yoktur.
Bu nedenle YEP, “varlık fiyatları iyice ucuzladı; girme zamanıdır” diyen maceraperest spekülatörler için sadece bir çekiş etkeni olabilir. En coşkulu dönemlerde bile bu fonlar, yabancı sermaye girişlerinin üçte biri civarında seyretmiştir.
YEP’in “derde deva” olması beklenemez. Esasen, bu belgeyi yazanlar, programın uygulanmayacağını elbette biliyor. Cumhurbaşkanı’nın göz bebeği mega-yatırımlar tırpanlanacakmış!
Mümkün mü?
Bu IMF programı, bu nedenle IMF’sizdir….
Korkut Boratav / SOL