AKP’nin Sabah adlı bülteni eşeledi eşeledi, atacak çamur bulamayınca CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının sahte olduğu iddiasını ortaya attı. İmamoğlu, iddiayı "Diplomamla ilgili haber yapmışlar ama altını çizelim; olan diplomamla ilgili" diyerek yanıtladı. Güzel, demek CHP yöneticileri ve adayları “olmayan diploma”dan haberdardır.
O “olmayan diploma” ile ilgili iki yeni gelişme oldu yakın zamanda. Türkiye Noterler Birliği “olmayan diploma”nın fotokopisini “aslı gibidir” diye onaylayan noter kâtibine soruşturma açmayan notere uyarı cezası verdi. Demek “olmayan diploma”nın benzeri de olamıyordu. Ülke için ne büyük talihsizlik!
Sonra fotokopiyi notere gerçeğini göstermeden “aslı gibidir” şeklinde tasdik ettiren kişinin, “olmayan diploma”nın sahibinin özel kalem müdürünün şoförü olduğu ortaya çıktı. Şoförün vekâletname olmadan bu işlemi nasıl gerçekleştirdiği muamma. “Reisin selamı var” demiş olabilir, ne bilelim biz. Yeni Türkiye burası, zurnada peşrev aranmaz…
Haber üzerine işbilir şoföre ulaştı gazeteciler, “nasıl yaptın” diye sordular. Fakat âdem vaktiyle Başbakanlıkta çalışırken kaza geçirmiş, özellikle noterde yaptığı işlemleri unutuvermişti. Diplomanın noterde onaylatılmasıyla ilgili süreci de hiç hatırlamıyordu.
Önemi şu: Cumhuriyetlerde bütün olmayan diplomalar araştırılır. Çünkü cumhuriyette iş alınırken-verilirken diploma göstermek esastır. Buna liyakat diyoruz. Araştırılmazsa cumhuriyet yıkılmış yerine eş-dost-akraba düzeni kurulmuş demektir. Nihayetinde işlem basittir, varsa ortalıkta bir diploma, Noterde usulsüzlük olsa bile çıkarır gösterirsin.
Göstermene de gerek yok aslında. Son seçimde YSK isteyince diplomayı taşımak yerine “e-devletten” indirip göndermek istedim. Üniversite henüz e-devlete işlememişti, aradım. Aslının fotoğrafını istediler, gönderdim. 10 dakika sonra belge hazırdı. Bu kadar kolaydır.
Buna rağmen 15 yıldır gösterilemeyen diploma olayları ile karşılaşmak şaşırtıyor insanı. Göstermemekle kalmayıp devlet sırrına dönüştürdüler. Gerek yok bunlara hâlbuki, bir işe talipsen ve o işi alman için diploma gerekiyorsa çıkarıp göstereceksin. Gösterememene rağmen o işi alabilmişsen cumhuriyet yıkılmış demektir. Demek ki yıkılmıştır.
CHP yönetici ve adaylarının “olmayan diploma”dan haberdar olmaları şu açıdan önemli; sorun yaptıklarını hiç hatırlamıyoruz. Demek diplomanın gösterilememesini sorun etmemişler, göz yummuşlardır. Göz yumdukları cumhuriyetin yıkılmasıdır.
***
12 Eylül referandumu, Ergenekon, 15 Temmuz kavgası falan derken Cumhuriyetin gerisine doğru yuvarlanıp duruyoruz. Diplomaların hiç, el etek öpmenin her şey olduğu o karanlık devirde bulduk kendimizi. 1908’in bile gerisindeyiz artık. Bir anayasa var fakat rafta akıbetini bekliyor. Bir meclis var fakat bildiğiniz “meclis-i mebusan”, adı var kendi yok. Yasama yetkisini çoktan Saraya kaptırdı. Meclis-i Ayan, Sultanın adamları hazırlıyor tasarıyı, Sultan onaylayıp yürürlüğe koyuyor. Milletin seçtiği mebusan bizim gibi seyirci, çaresiz, öfkeli tüvitler atmakla iştigal ediyor. 1876 yılının ilk yarısındayız.
Tuhaf benzerlikler var içinden geçtiğimiz dönemle o dönem arasında. Meclis-i Mebusan, Meclis-i Ayan, Hamit, hatta yaklaşmakta olan büyük savaş -Osmanlı-Rus Harbi- her şey tuhaf bir benzerlik içinde. Tek fark ne yaptığını bilen bir Mithat Paşa’nın ortalıkta görünmemesi…
Eski “İslam Ansiklopedisi”ne dayanarak yazıyorum, “kuvvetli bir tahsili yoktu” Hamit’in. “Diploması yoktu” diye anlayabilirsiniz. Okuma yazmasının kıt olduğunu söyleyenler de var ama ihtimal vermiyorum. Tahsilsizdi fakat zekiydi, gerçek karakterini ve düşüncelerini saklamakta pek mahirdi. Dönemiyle ilgili bir seyahatnamede, “Hiç kimse onun güvenini kazanamaz. O, ya hemen güvenir ya da güvenmez biter” deniyor. Çok kuşkucu ve çok korkaktı; böyle birinin bir başkasına güvenmesi düşünülemez. Tam tersini düşünmesine rağmen diplomalı Mithat Paşa’yı meşrutiyet yanlısı olduğuna inandırmayı başarmıştı. Paşa Murat’ı indirdi, Hamit’i bindirdi, mutlakiyeti sınırlayacağını düşünüyordu.
Hamit tahta oturur oturmaz takıyye yaparak ilan ettiği anayasayı rafa kaldırdı. Meclisi tatil ettikten sonra idareyi bütünüyle eline aldı. İçeride ve dışarıda her iş ondan soruluyordu. İtiraz eden okur-yazarları kırdı, kırmadıklarını kovaladı, korkuttu, sansürletti, rüşvete bağladı. Karanlığını diplomalıları kırarak kurmuştur.
1889’da İttihat Terakki’nin kurulması onun diktatörlüğüne duyulan tepkiden ve şahsına duyulan derin nefretten feyz almıştı. Ülkesinin kayıp 30 yılının tek başına sorumlusudur.
***
Fakat kurduğu derme çatma düzeni ancak 1908’e kadar ayakta tutabildi. Öfkeliler “Hürriyet” nidalarıyla gelip sarayının kapısına dayandı. Düştü, hürriyet ilan edildi.
1909’da taraftarları bir kez daha ayağa kalkmayı denedi. Gezi Parkı’nın üzerindeki kışlada topa tutuldular, dönemi böyle kapanmıştır. Hürriyet’in ilanından 10 yıl sonra öldü, tarihin ve talihin garip bir cilvesi Osmanlının en reformcu padişahı olan II. Mahmut’un türbesinin bahçesine gömüldü. Şaka değil, türbe “Yeniçeriler Caddesi” üzerindedir.
Ömrü korku ve vehim içinde geçti. Korkunun ve vehminin tek faydası eceliyle ölmesi oldu. Kişisel amaç ve isteklerini memleket meselesine dönüştürmüştü. Kendisini ülkenin sahibi sayıyor, soymakta, yağmalamakta hiç tereddüt etmiyordu.
Yani sadece işler-güçler değil,kişiler ve karakterler de dönemimize benzemektedir. Diplomalılar kovalanmakta, diplomasızlar korunup kollanmaktadır.
O nedenle tartışmalarımızın önemli bir yanı gerçekte diploma tartışmasıdır. Diplomayı gösterme zorunluluğunun olup olmadığıdır. Göstermek gerekir, gösterilmezse tarihin gerisine fırlatılırsınız. Sultanlar, saraylar, imzasıyla meşhur ümmi 7-8 Hasan Paşalar, acımasız hafiyeler basar ülkeyi. Sansürden nefes alamazsınız, karanlıktan kaçıp kurtulamazsınız.
***
Bundan üç yıl önce de sormuşlardı “hani diploma” diye. Çıkarıp göstermek yerine "Kayıt olduğum, okuduğum ve mezun olduğum okul ortada, sınıf arkadaşlarım ortada. Ayrıca üniversite yönetimi resmi açıklamayı yaptı. Tüm bunlara rağmen birileri hala ısrarla bu meseleyi köpürtmeye devam ediyorlar" dedi. Bunca kelimeye yazık. Sonuçta bir kâğıt parçasıdır, gösterip kurtulacaksın. Sınıf arkadaşlarının şahitliğinin bu bapta hiçbir geçerliliği yoktur. Aksi halde diploma isteyene okul arkadaşlarımızı gösterirdik.
Öyle yapamıyoruz…
Diploma tartışmasını bir sonuca bağlayamadığımız için o arada 1876’nın gerisine düştük. Diploma gösterme zorunluluğu yoksa, yasaya, anayasaya uyma zorunluluğu da yoktur. Diploma meselesi budur. 1876’dan geriye düşmeyelim diye Cumhuriyet diploma gösterme zorunluluğu getirmiştir. Öğrendiğini, aldığın işi yapmaya ehil olduğunu ispat edeceksin. Takla atarak değil, diploma göstererek…
Birkaç yıl önce o tartışmalar sürerken burada şunları yazmışım: “Bunca hayhuy arasında bir diplomanın ne önemi var diye soranlara tane tane bir kez daha yazayım. Diploman yoksa peygamber olabilirsin, hatta tanrı olabilirsin ama o kural orada durduğu sürece cumhurbaşkanı olman mümkün değildir. Cumhuriyettir o diplomayı gösterme zorunluluğu. Yeterliliğin, liyakatin her şey; soyun, sopun, dinin, inancın hiçbir şey olduğu laik bir yaşam düzleminin basit, sıradan bir yansımasıdır. Ülkenin tapusunu göstersen kabul etmeyiz, göstereceksin o diplomayı!”
***
Yarın oyunuzu atacağınız İmamoğlu "Diplomamla ilgili haber yapmışlar ama altını çizelim; olan diplomamla ilgili" dedi. Olduğundan eminiz, istenirse gösterir. Ama sorun şu ki onun göstermesi yeterli değil, rakiplerinin de göstermesi gerekir. Kim zorlayacak göstermeye göstermeyeni?
Yani, birilerinin bunları dert etmesi, olmayan diplomaların hesabını sorması lazım. Meraktan değil, 1876 koşullarına fırlatılmamak için…
Tekrarlayalım öyleyse; Tanrı olsan, ülkenin tapusunu göstersen kabul etmeyiz. Göstereceksin o diplomayı…
Orhan Gökdemir / SOL