1920 İrlanda için de çok önemli bir yıl. Cumhuriyet bu uzak ada ülkesine Sovyetler Birliği’nin gölgesi sayesinde düşüyor.
Yaşama dair tüm bilginin kitle iletişim araçlarında saklı olduğunu düşündüğümüz çarpık bir dönemden geçiyoruz.
Tarihi olayları yine bu olaylardan kesitlerin aktarıldığı film ya da dizilerden öğreniyoruz. Fransız devrimini ve o dönem yaşananları öğrenebilmek için ‘La Révolution française’ filmine başvuruyoruz.
Yine İngiltere tarihine odaklananlar için çok özel bir seçeneğimiz var; insanlık tarihini adeta korsan film tezgahında hap şekline getirilmiş ve bolca kapitalist ideolojiyle soslandırılmış bir biçimde bireylerin kullanımına sunuyoruz.
Ada tarihini merak edenler için en iyi seçenek Netflix’in yapımcılığını üstlendiği ‘The Crown’ dizisi. İletişim bilimine ve bu alanda yaşanan teknik ilerlemeye çok şey borçlu insanlık.
Binlerce saatlik çalışmalara gerek duymadan ülkelerin tarihlerini bir solukta öğreniyor, hatta bu konularda yine bu dizi ya da filmlerin ideolojik perspektifinden entelektüel tartışmalara giriyoruz. Bunun üniversite mezunu olmakla da bir ilgisi yok. Ölçüsüzlüğün ölçü olduğu bir çağda bilgi kılığındaki cehaletin tüm topluma yayılması kaçınılmazdır.
1920 insanlığın keskin bir yol ayrımıyla karşı karşıya olduğu özel bir dönem. Berlin, Varşova, Ankara ve Petrograd bu özel dönemin sinir uçları olarak tanımlanabilir. İnsanlığın bu kritik dönemecini yine dizilere başvurarak analiz etmeyi seçebilirsiniz. Babylon Berlin size bu hizmeti fazlasıyla sunacaktır.1 Ben, elbette böyle bir şey önermiyorum. Kemal Okuyan ise tarihin bu kritik dönemecini akıcı bir dille okurla buluşturuyor. O dönem kaçan fırsatlar gerçekten okura tırnak yedirtecek cinsten. Bir tarafı umuda ve geleceğe bakan diğer tarafı acı bir trajediye dönüşen bu dönemin günümüze bıraktığı önemli dersler ve deneyimler var. Hâlâ bu özel dönemin sancılarını çekiyor ve bu yenilginin bedelini ödüyoruz. Kemal Okuyan’ın bıraktığı izlere basarak ilerlemeye çalışalım. Sovyetler Birliği’nin kurulması ve sosyalizmin nihai hesaplaşma için korunması önemli bir kazanç. Dünya devriminden vazgeçiş ise zorunlu bir geri çekilme hali. İlginç bir dönem ve gerçekçi gözlerle analiz etmemiz gereken bir uğrak. Bu anlamda Kemal Okuyan, tarihin bu en puslu döneminde yolumuza çıkan engelleri aşabilmemiz için önemli müdahalelerde bulunuyor. Tabiri caizse bir kar küreyicisi misali yoldaki tüm engelleri ve buzları kırarak ilerlememizi sağlıyor. Kadroları eksik, Almanya kadar güçlü ve etkili bir işçi sınıfına sahip olmayan bir ülkede Rusya’da sosyalist devrim oluyor ve bu devrim tüm dünya için yeni bir ufkun habercisi oluyor. Nitekim devrimi yapan kadrolar, dünya devriminin bu özel girişimin yardımına koşacağına inanıyor. 1920 yılı bu inancın bir sarkaç gibi salındığı, bir tarafında tutkuların diğer tarafında akılcı davranmanın acımasızlığında gidip geliyor. Dizilere ve filmlere alışmış hazırcı kalabalığa burada kitabın özetini vererek elbette hizmet etmeyeceğim. Şimdi, 1920’den 2020’ye atlayalım ve İrlanda adasında siyasi bir yolculuğa çıkalım.
Kemal Okuyan’ın tarih üzerinde bıraktığı gerçekçi perspektifi bugüne uyarlamaya çalışacağım. Kitabın ana amacı: 1920’de ve öncesinde yaşanan deneyimden gerekli dersler çıkarmak ve günümüze ışık tutmak. 2020 yılı İrlanda burjuvazisinin yüz yıllık iktidarının çatırdadığı bir yıl oldu. Bu durum elbette sadece İrlanda için geçerli değil. Emperyalizmin kendi iç yapısı ve krizleri tüm dünyada iktidar ilişkilerinde ciddi yarılmalara neden oluyor. 8 Şubat 2020’de gerçekleşen İrlanda erken genel seçimlerinde İrlanda işçi sınıfı yüz yıllık Fine Gael ve Fianna Fáil iktidarına güçlü bir darbe indirdi.
Sinn Fein aracılığıyla gelen bu yükseliş kısa sürede sönümlendi. Bu sönümlenişin en önemli sebebi Sinn Fein’in tipik bir sosyal demokrat partiye dönüşmüş olması. Biriken öfke, seçimlerle ve sandıkla yok edildi. Avrupa fetişizmi ve ideolojisiyle başı dönmüş olan okurların işçi sınıfının öfkesini anlamlandıramayacağını düşünerek burada önemli bir not düşmek istiyorum. Zengin bu ada ülkesinde sosyal haklar tamamen budanmış durumda. Evsizlik özellikle Dublin’de kimsenin görmezden gelemeyeceği boyutlara ulaşmış. Paskalya ayaklanmasının kutsal merkezi Genel Posta İdaresi evsizler tarafından kuşatılmış durumda. Bu manzarayı gören emekçiler esasında kendi geleceklerini izlemekteydiler. Bu karanlık görüntünün bir öfke yaratmaması asla düşünülemez.
1920 İrlanda için de çok önemli bir yıl. Cumhuriyet bu uzak ada ülkesine Sovyetler Birliği’nin gölgesi sayesinde düşüyor. Dublin, Ankara ile paralel bir biçimde kendi ayrık otlarını ayıklama operasyonuna girişiyor. Ankara’dan farklı olarak daha kanlı ve acımasız bir iç savaşla. Binlerce yoksul İrlandalının bağımsızlık ve özgürlük hayali vardı. Doğal olarak bir ayağı milliyetçiliğe diğer ayağı sosyalizme basan bir mücadeleden bahsediyoruz. Bağımsızlık için milliyetçiliğe, özgürlük için sosyalizme bakan bir İrlanda. Haritada fantastik bir değişikliğe gidelim ve İrlanda’yı Sovyetler Birliğine yaklaştıralım; James Connolly ve arkadaşlarının bıraktığı örgütlenme geleneği Alman sosyal demokrasisinin katbekat üzerindedir. Mesafeler ve güçlü bir emperyalist komşu, İrlanda devrimini boğmak için biçilmiş kaftandır. 1919 yılındaki Limerick Sovyeti ve burada yaşanan aksaklıklara bakarak yoksul İrlandalının elinden geleni yapmadığını kim söyleyebilir? Paralar basılmış, tüm kent silahlı işçilerin kontrolüne geçmiş ve işgalci İngilizlere karşı kendi onurlu ölümünü aramıştır Limerick’in köylü ve işçileri. Dediğim gibi bir tarafı umuda diğer tarafı trajediye bakıyor; umuda bakıyor ‘bizim adımız Limerick Sovyeti diye haykırıyor’, trajediye bakıyor mülkiyet ilişkilerini tek bir kentte dağıtarak başarılı olamayacağını biliyor. Bile bile ölüme yürünüyor, akılsızlıktan ya da salt tutkudan değil. İrlandalı yoksul Rus köylüsü gibi çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak istiyor; bundan daha akılcı bir yol olabilir mi?2 Kitabın eksenini kaydırdığım düşünülmesin. Devrim Almanya’da başarılı olsa hemen diğer sıçrama tahtasına Dublin’e sıra gelecek. Yoksul İrlanda halkı yılların savaş deneyimiyle Sovyetler Birliğini beklemektedir. Bolşevikler umut olduklarının farkındadır. Umudu büyütmek için İrlandalı Cumhuriyetçilere mesajlar yağar. Tarihçi Roy Foster, devrimin Avrupa’daki en büyük ikinci istasyonunun İrlanda olacağından emindir. Kemal Okuyan’ın akıcılığından hiçbir şey kaybetmeyen kitabını okurken heyecanlanmamak ve sinirlenmemek elde değil.
İrlanda, bağımsızlık mücadelesinde yan yana dövüştüğü yoldaşlarını iç savaşta (1922-23) acımasızca yok etti. İrlandalı sosyalistler krala bağlılık yemini eden işbirlikçi hükümet ve onun silahı olan milliyetçiler tarafından acımasızca katledildi. Bu katliam geleceğe güçlü bir öncü partinin taşınmasına engel olacak kadar sarsıcıydı. İrlandalı işçi hâlâ örgütlü ve direngendi ancak kendisiyle birlikte dövüşecek, ona yol gösterecek olan aklı tamamen yitirmişti. İç savaştan yıllar sonra Fine Gael iktidarının paramiliter güçleri Nazi selamı veriyor ve bu fotoğraf yaşanan trajik dönüşümü tek bir karede özetliyordu. Şimdi, yine 2020 yılında aynı eşikten farklı tonlarda geçiyoruz.
Yenilgiden önce İrlanda sosyalizmi Avrupa’dan çok farklı bir çizgi izliyordu. Yenilgiden yıllar sonra yani 2020 yılında İrlanda’nın siyasi anlamda artık tam bir Avrupalı olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal demokrasi (Sinn Fein/ulusalcı ve reformist bir sosyal demokrat parti görünümünde) işçiler üzerinde oldukça etkili. Bu etki öylesine büyük ki iktidara sadece bir metre uzaklıktaki İrlanda işçi sınıfının iktidarı almasına engel oluyor. Seçimlerde geldiği söylenen başarı emeklilik yaşını düşürmüyor, evsizliğe, paralı eğitime, çöken sağlık sistemine ve mültecilere derman olmuyor. Yüz yıllık diktatörlük kendi kurduğu oyunu işletmeye ve düzeni korumaya devam ediyor. Kimin sayesinde? Sosyal demokratlar sayesinde!
"Ne garip değil mi? Görkemli bir devrim gerçekleşiyor. Devrimin asıl kahramanları, emekçi yığınlar ve askerler, kendi güçlerinin farkında değil ve büyük iyi niyetle SPD’ye bel bağlıyorlar. SPD kendisine inananların enerjisinden korkuyor ve generallere yanaşıyor. Generaller ve sağcı güçler sosyal demokratlara muhtaç olduklarını görüyor ve onları ileri sürüyorlar. Bu karmaşık siyasal tablodan tekellerin diktatörlüğünün çıkacağı açık”(S:30)3
İrlanda sermaye sınıfının diktatörlüğünü temsil eden Fine Gael ve Fianna Fáil iktidarı asla Sinn Fein ile paylaşmak istemiyor. Tekellerin diktatörlüğünün bu küçük sarsıntıdan canlı çıktığını elbette rahatlıkla söyleyebiliriz. Kendilerine öylesine çok güveniyorlar ki her şeyi yapmaya hazır bir Sinn Fein ile koalisyona girmeyi dahi uygun görmüyorlar. Bugün, kapitalizmin elinin altında geçmişe göre çok daha fazla seçenek var. Bir diğer sosyal demokrat hareket yılların iktidarına desteğe koşuyor ve Green Party (İrlanda Yeşiller Partisi) sarsılan iktidarın koalisyon ortağı oluyor ve sömürü düzenini yaklaştığı siyasi krizden bir anda çekip çıkarıyor.
Avrupa’nın genel görünümü için güçlü cümleler yazamam. İrlanda için ise durum oldukça farklı. İşçi sınıfı ağır bir temsiliyet krizi içerisinde. Yönetenler bu krizin farkında. İrlanda’daki milliyetçi-faşist parti bu boşluğu adım adım doldurmaya başlıyor. Peki nasıl? Geçmişteki örneklerde olduğu gibi küresel kapitalizmi eleştirerek ve sosyalizmin tüm söylemlerini kendi söylemlerine karıştırarak.
Şimdi, karanlık bir yolda kitle iletişim araçları tarafından gözleri köreltilmiş kitlelerle yolunu bulmaya çalışıyor insanlık. İrlanda’nın kolektif hafızası, devrimcileri kozasında tutmaya devam ediyor. İrlanda bu kozayı yırtacak olan öncü partisini bekliyor. Birlikte hareket edebilmek ve kolektif gücü ortaya çıkarabilmek için sosyal demokrasinin tüm hastalıklı mirasından arınmak zorundayız. SSCB’nin yıkılmış olması Rosa Luxemburg ve arkadaşlarının Leninist partiye dönük eleştirilerini asla haklı çıkarmaz. Yolumuza çıkan tüm buzları kırmak zorundayız. Devrimcilerin anılarına sahip çıkarken, onların hatalarından gerekli dersler çıkararak yolumuza devam etmeliyiz. Kemal Okuyan, Cumhuriyet’le hesaplaşan ve geçmişteki hataları bahane ederek insanlığa kesif bir karanlığı vaaz edenlere karşı tam zamanında müdahale ediyor. Belki de Avrupalıların gürültüsünden kurtulmak ve onların dünyaya akıl pazarlamasının önüne geçmek zorundayız. Belki de Alman devrimcilerini andığımız kadar, uzak ülkelerdeki devrimcilerin teorilerine ve mücadelelerine odaklanmalıyız. Unutmamalıyız ki İrlanda yalnız kaldığında tüm bir dünya devrimi çoktan kaybedilmişti. Şimdi, daha fazla James Connolly ve James Larkin’in ışığına ihtiyaç duyuyoruz ve şimdi daha fazla doğunun devrimci aklına muhtacız. Yolumuz temizlendiğine göre Avrupalı insana öğretecek çok şeyimiz olduğunu gösterme zamanı. ‘Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920’ kitabı unuttuklarımızı yeniden hatırlatarak bu görevi şimdilik fazlasıyla yerine getiriyor.
Çağdaş Gökbel / SOL
- 1.Burada tartıştığım şey dizi ya da filmlerin teknik olarak ne kadar iyi olduğu değil. Babylon Berlin gerçekten izleyici sarıp sarmalayan bir çalışma. Benim çekmeye çalıştığım sınır çizgisi ise kültür endüstrisi ürünlerinin birer meta olduğudur. Bu metaların kitaplar gibi yegâne bilgi kaynağı olması düşün dünyamızı derinden sarsmakta ve zihinleri felç bırakmaktadır. Bir ülkeyi ve o ülkenin tarihini merak ediyorsanız önce kitaplara sonra popüler kültür içeriklerine bakın (Y.N).
- 2.İrlanda'nın unutulan deneyimi: Limerick Sovyeti https://sol.org.tr/haber/irlandanin-unutulan-deneyimi-limerick-sovyeti-…
- 3.Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920/Kemal Okuyan-Yazılama Yayınevi