Bir Yunus sözü biliyoruz. “Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi”
diyoruz. Çoğu zaman “Mal da yalan mülk de yalan” diye devam ediyor,
mistisizme teslim oluyoruz.
Kuşkusuz, dünya var olurken bir sahibi yoktu. İnsanlar mülk edinmeyi öğrendiler. Sahip olmaya dayalı bir düzen kurdular. Çit çekilmese de dikenli teller olmasa da gördükleri binalara, boş arazilere “sahibi var” diye baktılar.
Demokrasi yavaş işleyen bir düzendir. Konuşma ve uzlaşma, ilerleyişin motorudur. Dikta rejimleri hızlıdır. Bugün düşünür, yarın yaparsınız.
Cumadan cumartesiye ardı ardına gelen haberlerden biriydi. “Taksim Gezi Parkı’nın mülkiyeti ‘Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı’na geçti” ifadeleriyle duyuruldu. Merkez Bankası Başkanı’nın ya da İstanbul Sözleşmesi’nin bir kişinin isteğiyle değiştiği günün içinde öğrendik. Tarihi şehrin en kalabalık ve tabii yakın zamandaki en tartışmalı meydanının mülkiyeti bir imzayla değişmişti.
GEZİ PARKI VAKIF DEĞİL
Kararı ilk duyduğumda ben de herkes gibi önce “Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı kaldı mı” diye düşündüm. Elbette fiilen ortada yoktu. Bu, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün “mazbut vakıf” dediği şeydi. Osmanlı döneminde kurulmuş, kaybolmuştu. Haliyle bugün bir yönetim kurulu ya da tabelası bulunmuyordu. Vakıflar Genel Müdürlüğü, bütün mazbut vakıflar gibi, bu vakfı da resmi olarak temsil ediyordu.
Bugünkü kalabalığa bakıp aldanmayın. “Dedeme vermişler de almamış” diyoruz ya… 1481-1512 yılları arasında imparatorluğu yöneten Sultan Beyazıt döneminde, sadece Gezi Parkı değil, Taksim Meydanı da boş bir araziydi. Hatta yıllarca öyle de kaldı. “Taksim” adını bile 1731 yılında şehrin su ihtiyacını karşılamak için bu koca boşluğa inşa edilen binadan aldı. 19. yüzyıl başına gelindiğinde, bu alana, kapıkulu askerlerinin topçu sınıfı için “Topçu Kışlası” inşa edilmişti. Haliyle çoktan vakıf arazisi niteliğini yitirmişti.
Cumhuriyet döneminde de yapılan meydan düzenlemeleriyle bu vakıfsızlık hali sürdü gitti. Çoğu kişi hatırlayacaktır. 2013 yılındaki Gezi Direnişi sırasında, alanla ilgili açıklamaları yapan yönetici Kadir Topbaş’tı. Yani alanın sahibi olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Başkanı.
HER ŞEYE EL KONABİLİR
Peki, nasıl oldu da şehrin en kritik parkı bir anda el değiştirdi?
Cuma günü yapılan resmi açıklama, bu dönüşümü, 2008’de yapılan 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 30. maddesine dayandırıyor. Söz konusu madde şöyle: “Vakıf yoluyla meydana gelip de her ne suretle olursa olsun Hazine, belediye, özel idarelerin veya köy tüzelkişiliğinin mülkiyetine geçmiş vakıf kültür varlıkları mazbut vakfına devrolunur.”
Peki, bu maddeye dayanarak Gezi Parkı belediyeden alınıp Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devredilebilir mi?
Bu sorunun yanıtını İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’a sordum. Yasayı okuduktan sonra söze “vakıf yoluyla meydana gelmek” diye başladı. “Demek ki bu kanunu uygulayabilmeniz için yapının vakıf yoluyla meydana gelmesi gerekir” diye devam etti. Polat “Mesela Beyazıt Camii böyle bir yapıdır, vakfı kurulmuş, varlığını bu iş için harcamış ve yapıyı meydana getirmiş” dedi. Haliyle basit bir soru soruyordu: “Gezi Parkı ‘vakıf yoluyla’ mı meydana geldi?”
Mahir Polat devam ediyor: “Yasa aslında şunu söylüyor. Bir cami yaptın, bir medrese yaptın ve bunu vakıf yoluyla yaptın. Sonra bu vakıf zaman içinde dağıldı. Eğer bu yapılar bir kamu kurumunun elindeyse, korumak için mazbut vakfa devredilir.”
Peki, bu yasanın uygulaması yeni bir el koyma kültürü mü yaratıyor?
Bu yasa ile bir süredir hedef alınan varlıkların olduğu belediyeyi yöneten Polat şöyle söylüyor:
“30. madde vakıf arazileriyle ilgili değil. Bugüne ulaşmış tarihi binalarla ilgili. Vakıf arsaları konuymuş gibi manipüle ediliyor. Arsadan söz edip onu 310 yıl sonraki binaya, onu da 130 yıl sonra yapılmış bir parka bağlıyorlar. Tarihi İstanbul’un neredeyse dörtte üçü vakıfla ilişkili toprak, arazi, mülktür. Bu şekilde kamu kurumlarının elindeki hemen hemen tüm binaları Vakıflar Genel Müdürlüğü alabilir. Her arsanın, her binanın, her yapının tarihi bir belgede bir vakıfla ilişkisini görebilirsiniz, arayıp bulabilirsiniz. Dolayısıyla bu maddeyi böyle uygularlarsa alamayacakları yer yok.”
YASANIN ÖZÜNE AYKIRI
Görünen o ki mevcut yasa kötüye kullanılarak bir el değiştirme geleneği oluşuyor. Mahir Polat anlatıyor:
“Biliyorsunuz, daha önce Galata Kulesi’ne de bu kapsamda el kondu. Ben orada da anlattım. ‘Galata Kulesi vakıf yoluyla meydana gelmemiştir, bu maddeden faydalanamaz’ dedim. Neden? Çünkü Galata Kulesi’ni Cenevizliler yaptı. Bu kadar basit bir bilgiyi manipüle edip ‘bu bir zamanlar vakıftı öyleyse el değiştirsin’ diyorlar.”
Vakıflar, Osmanlı düzeninin en önemli kurumlarından biriydi. Mülkiyet, bireyin olmaktan çıkıyor, kamuya yönelik bir amaç için kullanılıyordu. Vakıf mallarını korumak için çıkarılan yasanın da aslında bir özü var: Vakıf kültür varlığı olan tarihi eserleri korumak. İki şart var: Bir, vakıf yoluyla meydana gelecek. İki, vakıf kültür varlığı olacak.
Mahir Polat, alınan kararın öze aykırı olduğunu söylüyor:
“Vakıf yoluyla meydana gelmiş şey Gezi Parkı’nda nedir? Vakıflar Genel Müdürlüğü Topçu Kışlası’nı işaret ediyor. Peki, Topçu Kışlası Sultan Beyazıt’ın yaptığı bir yapı mıydı? Hayır, kışla 19. yüzyılda yapıldı. Sultan Selim’in bir devlet kurumu olarak yaptırdığı binadır. Vakıf değildir, askeri binadır. Sultan Beyazıt’tan üç asır sonra yapılmış, vakıf niteliği de olmayan, bugün de ortada olmayan bir binaya dayanarak nasıl bu araziyi alıp Sultan Beyazıt Vakfı’na devredeceksiniz?”
HER ŞEY BİR GÜNDE OLDU
“1914 tarihli bir belgenin fotokopisine dayanarak bunu yapıyorlar. Belgede özetle diyor ki ‘Sultan Beyazıt Han Vakfı’ndan gelen topraklar üzerine bu bina (Topçu Kışlası) yapıldı’. Bakın ‘vakıf kültür varlığı’ vardı demiyor, ‘arsası vardı’ diyor. Arsa, kültür varlığı değildir. Arsa arsadır. ‘Vakıf kültür varlığı olma şartına’ uymaz. Ama 2012’de, önce Topçu Kışlası’na dayanarak burayı kültür varlığı ilan ediyorsunuz. Sonra bir zamanlar bu arazinin Sultan Beyazıt Vakfı’nın arsası olduğunu söylüyorsunuz. Sonunda da parkı vakfa devrediyorsunuz. Bu kadar hukuk ve tarih katliamı olmaz.”
Öyle anlaşılıyor ki işi kitabına uydurmak için yasa sebep kılınıyor. Her şeyin bir günde yapılması alışkanlığı, sadece Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde değil, her yerde kendisini gösteriyor. Mahir Polat bir günde yaşadıklarını şöyle özetliyor:
“Bir günde olmaz böyle bir şey. Bir günde İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü tek sayfa bir yazı yazıyor. Beyoğlu İlçe Tapu Müdürlüğü de sanki o belgeyi bekliyormuş gibi, bir günde ‘tamam’ diyor, onaylıyor. Gezi Parkı’nı bir günde İBB’den alıp Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devrediyor. Bunun emsali yok.”
Tarihi korumak için çıkarılmış kanunlar, üstünde ağaçların olduğu bir parkı halktan koparmak için kullanılıyor. Halkın oyuyla seçilmiş bir belediye, tam da şehir meydanı için düzenleme yapacakken, kendisini meydansız buluyor. Aynı zamanda sistem, kendisine yasalarla el koymaya ve yeniden dağıtmaya dayalı bir mülkiyet sistemi inşa ediyor.
İnsanın kendi eliyle yaptığı putların esiri olması gibi. Tek kişiye hizmet eden “kutsal yasalar” bir ağaç gölgesine bile “benim” demenize izin vermiyor. Ağaçları dikenler bir gün yasa da yaptığında bütün gölgeler bizim olacak.
Barış Terkoğlu / CUMHURİYET