27 Mart 2022 Pazar

AKP’nin dış politikası, Suriye ve İhvan - MUSA ÖZUĞURLU / SOL -ANALİZ

 Dayanışma Meclisi üyesi gazeteci Musa Özuğurlu, Dayanışma Forumu dergisinin 4. sayısında AKP’nin dış politikasını Ortadoğu ekseninde değerlendirdi.

Dayanışma Forumu 4. sayısı için kaleme alındı.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Ortadoğu Arap – İslam coğrafyasına yönelik dış politikası kabaca 2011 öncesi ve sonrası dönem olarak ikiye ayrılabilir.  Ulusal ve uluslararası sermaye ile en ufak bir sorunu olmayan AKP, iktidarının ilk yıllarında Batı’ya karşı muhafazakâr – demokrat, İnsan haklarına önem veren, (Hıristiyan) AB’nin (Kopenhag) değerlerini reddetmeyen bir görüntü çiziyordu. Madalyonun diğer yüzünde ise Müslüman kimliğin öne çıktığı, İslam ülkeleri ile dindaşlık üzerinden kurulacak lider – ortaklık ile Osmanlı İmparatorluğu’nun mirası üzerine yükselen bir ilişki modeli beklentisi vardı.

Böylece Türkiye İslam coğrafyası için Batı’nın, Batı için ise Arap – İslam dünyasının en yakın ve köprü ülkesi olarak konumlanacaktı.

Batı ile ilişkiler bu yazının ana başlık konusu değil. Bu yazıda AKP’nin Ortadoğu ve özellikle Suriye politikasına değinmeye çalışacağız.

*

AKP’nin iktidara geldikten sonra açılım başlattığı ülkelerden biri de Suriye oldu. Türkiye geçmişte Suriye ile çok sayıda sorun yaşadı. Müslüman Kardeşler örgütü, Hatay, PKK, Abdullah Öcalan ile ilgili krizler, akarsular ile ilgili ihtilaflar bu sorunların başında gelir.

İki ülke arasında özellikle Abdullah Öcalan’ın Suriye’de barınması nedeniyle savaşın eşiğine gelinen ilişkilerde 2000 yılında Hafız Esad’ın cenaze törenine katılan dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in girişimleri ile buzlar çözülmeye başladı. Sezer ziyaretinde babasından sonra iktidara gelecek olan Beşşar Esad ile görüşmüş ve ikili ilişkilerin geliştirilmesi kararı alınmıştı.

İlişkilerin geliştirilmesi hususunda Beşşar Esad’ın Sezer’in daveti ile Ocak 2004’te yaptığı Ankara ziyareti, aynı yıl dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Şam ve Ahmet Necdet Sezer’in Nisan 2005’te yaptıkları Şam ziyaretleri ile bazı adımlar atılmış olsa da asıl somut gelişmelr AKP iktidarı döneminde yaşandı.

Karşılıklı olarak iki tarafın da birbirlerinden beklentileri olduğu bir dönemdi. AKP Suriye’yi Ortadoğu’ya, Suriye ise Türkiye’yi Avrupa’ya açılan kapılardan biri olarak görüyordu. Suriye Arap dünyasının dev pazarı için köprü, Türkiye ise devletçi ekonomiden Liberal ekonomiye geçmek isteyen Beşşar Esad için büyük bir pazardı.

Suriye’nin diğer Arap – İslam ülkeleri ile “gümrük birliği anlaşması” var. Bu anlaşmaya göre “made in Syria” damgası taşıyan ürünler avantajlı şekilde diğer Arap ülkelerine giriş yapabiliyordu. Türkiye’de hükümet bu nedenle Suriye’de imalat yapılmasını teşvik etti. O dönemde Suriye kendi imalat sanayisini korumak amacı ile dışarıdan gelen mallara yüksek vergi koyuyordu. Türkiye yapılan bu anlaşma Suriye’deki imalatçılar arasında rahatsızlığa da neden oldu. Başta mobilya olmak üzere bazı Türk firmaları Suriye pazarına giriş yaptılar.

Bu gelişmeler ile birlikte iki ülke arasında ekonomik, askeri işbirliği alanlarında işbirliği artmaya başladı. Öyle ki daha önce savaşın eşiğine gelmiş iki ülke 2009’da ortak askeri tatbikat gerçekleştirdiler ve askeri işbirliği anlaşmaları imzalandı. Siyasi alanda özellikle dönemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ziyareti sonrasında ilişkiler ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapılacak düzeye varmıştı.

Beşşar Esad ve eşinin 2007’de yapmış olduğu Türkiye ziyareti, Erdoğan’ın Esad’a “kardeşim” diye hitap etmesi yukarıda belirtildiği gibi ikili temaslar ve işbirliği anlaşmaları tam bir “bahar havasının” yaşandığını düşündürmeye başlamıştı ki 2010’da “Arap Baharı” adı verilen isyanlar patlak verdi.

Suriyeliler başlangıçta isyanların kendilerine ulaşmayacağını düşünüyorlardı ancak öyle olmadı. Suriye de Arap Baharı’nın dışında kalamadı ve Mart 2011’de olaylar başladı.

Türkiye’nin Suriye’ye yönelik tavrı bu tarihten sonra değişmeye başladı, ya da daha önceden gizli tutulan tavır aşikâr edilmeye başlandı.

*

Olaylar başladığı zaman Suriye’de Türkiye’nin Suriye aleyhinde bir pozisyon alacağı düşüncesi yoktu. Gerçekten de özellikle “one minute” çıkışı sonrası sokakta büyük bir Erdoğan hayranlığı vardı.

Ancak olayların başlaması ile birlikte dönemin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamaları sertleşmeye ve Suriyelilerin şaşkınlıkları artmaya başladı.

Gazeteci olarak görüşme yaptığım bir milletvekili şunları anlatmıştı: Ben Türkiye – Suriye Dostluk Komitesi’nin üyelerinden biriydim. Suriye’de olayların başladığı ilk aylarda Türkiye ile temasımız ve ziyaretlerimiz sürüyordu. Bu ziyaretlerden birinde Ankara’da bize olağan dışı ilgi gösterildiğine şahit olduk ve durumdan şüphelendik. Şam’a döndüğüm zaman bunu rapor ettim ancak yönetim Türkiye’den kendisi aleyhinde bir tavır beklemediği için raporu abartılı bularak dikkate almadı. Yaklaşık 6 ay sonra Türkiye’nin tavrı daha net anlaşıldığında bana “haklıymışsın” dediler.

Türkiye’nin Suriye özeli politikasına devam etmeden önce AKP’nin Ortadoğu politikaları, İhvan’ın bu politikada neden özel bir yeri olduğu konusu ile ilgili bir çerçeve çizmeye çalışalım:

Osmanlı mirasını güçlendirmeye ve bu şekilde Ortadoğu üzerinde etkili olmayı hedefleyen Ahmet Davutoğlu’na göre Türkiye Balkanlar’da olduğu gibi Ortadoğu’da da mirastan faydalanmalı ve “eski ruhu” canlandırmalıydı.

Bu canlanmanın sağlanabilmesi için işbirliği yapılması düşünülen muhatapların sadece devletler / hükümetler olmadığı, özellikle ideolojik yakınlık duyduğu muhalif grupların, şahısların olduğu ilerleyen zamanlarda ortaya çıktı.

Bu politikada Müslüman Kardeşler örgütünün özel bir yeri vardır. Müslüman Kardeşler örgütü sadece Türkiye açısından değil, Arap Baharı sürecinde Batı açısından da önemli bir yere sahipti.

Müslüman Kardeşler kurulduğu günden bu yana uluslararası bir örgüt olarak çeşitli isimler altında Arap coğrafyası başta olmak üzere birçok ülkede faaliyet halinde. Bu ülkeler arasında Suriye, Tunus, Filistin öne çıkar.

Tunus’ta 1981’de kurulan El Nahda, Filistin’de 1987’de kurulan Hamas en bariz örnekler.

Örgüt 1950’lerden itibaren Suriye’de geniş bir örgütlenme içindeydi. Örgüt Suriye’de 1982 Hama operasyonu sonrasında büyük ölçüde sahneden çekildi ancak kalıntıları hiçbir zaman silinmedi ve 2011 isyan süreci ile birlikte (çok etkili olmasa da) tekrar sahneye çıktı.

Müslüman Kardeşler’in kurulduğu ilk dönemde kurucu Hasan El Benna ve arkadaşlarının üzerinde durdukları en önemli konulardan biri hilafettir. Hasan El Benna o dönemde yaptığı konuşmalarda hilafet kurumunun Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilga edilmesini eleştirmiş ve bunun İslam toplumuna vurulan bir darbe olduğunu savunmuştur.

Buna karşılık örgütün faaliyet biçimleri, yardım dernekleri, camilerde örgütlenme, toplum içinde yaygınlaşma vasıtası ile iktidarı ele geçirebilecek niceliğe ulaşılması gibi hedefleri diğer yandan devletin yerine ümmeti koyması birçok Müslüman ülkede olduğu gibi Türkiye’de de model olarak görülmüştür. İhvan’ın özellikle hilafet ısrarının altında “sınırları aşan” ve İslam’ın “ümmet” anlayışıyla birleşmesini öngören düşüncesi yatar.

Doçent Behlül Özkan bu ilişkiyi ele aldığı makalesinde Müslüman Kardeşlerin AKP’nin içinden çıktığı düşünce içinde sadece düşünsel etkisi değil aynı zamanda somut faaliyetler açısından “bağlantılarının” olduğunu savunuyor. (1)

Özkan’a göre Müslüman Kardeşler’in Türkiye ile bağlantıları hususunda ilk öne çıkan isim Hasan El Benna’nın damadı Said Ramazan’dır.

“Müslüman Kardeşler ile Batılı istihbarat örgütleri arasında önceleri milliyetçiliğe, daha sonra da yükselen sola karşı 1950’lerden itibaren kurulan ilişkilere değinen çok sayıda kitap ve makale yayınlandı. Bu karanlık ilişkilerin merkezinde yer alan kilit isimlerden birisi de Said Ramazan idi.

Said Ramazan Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el Benna’nın damadıydı. Müslüman Kardeşlerin tüm dış bağlantılarını yöneten isim olan Said Ramazan için, Hasan el Benna’nın oğlu Cemal el Benna, “Eğer İhvan’ın bakanlar kurulu olsa, o dışişleri bakanı olurdu” demişti. Said Ramazan daha 1950’lerin başında Pakistan’dan Suriye’ye, Ürdün’den Türkiye’ye kadar Ortadoğu’daki tüm İslamcı akımlarla Müslüman Kardeşler adına irtibat kuran isimdi.

Said Ramazan ve Müslüman kardeşler, devlet merkezli bir İslam anlayışına karşı çıkıyordu. Ümmetin birleştirilmesi, devletleri aşan bir idealdi.”

“Said Ramazan Kasım 1950’de Türkiye’de gazetecilerle yaptığı sohbette “memleketinizde İslamlığın zerresi dahi kalmadığı hakkında birçok menfi propagandalara şahit olmuştum. Fakat şimdi bu propagandaların tamamen yalan ve iftiradan ibaret olduğunu bizzat görmüş bulunuyorum” diyordu.”

“Türkiye İslamcıları üzerinde Said Ramazan’ın çarpıcı etkisinin zirveye ulaştığı nokta, 1962’de Mekke’de Rabıta’nın kuruluş toplantısıdır. Toplantıda bulunan Kemalettin Şenocak “kongreyi fiilen Dr. Sait Ramazan idare ediyor” diyerek, 18 Mayıs 1962’de Ramazan’ın yaptığı konuşmadan ne kadar etkilendiğini tarif eder: “Genç Hukuk Doktoru Mısırlı Sait Ramazan söz aldı. İrticali olarak öyle bir hitabede bulundu ki, hayatımda, üzerimde tesir icra eden bu kabil bir konuşmayı ilk defa duyuyordum. Hatip konuşuyor, konuştukça coşuyor, imanlı bir kalbin akılla işbirliğinin en beliğ timsali ve bir yanardağ, bir volkan misali coştukça coşuyor. İslam’ın yeryüzündeki dertlerini davalarını birer birer ele alıyor, Müslümanları İslamiyete sıkı sarılmağa, uyanıklığa, kardeşliğe ve birliğe davet ediyor. Konuşma biterken heyecanımdan gözlerimin yaşardığını, tüylerimin ürperdiğini hissettim.”

AKP için Müslüman Kardeşler sadece ideolojik yakınlığından dolayı değil aynı zamanda geniş bir coğrafyada etkili olmasından dolayı da önem arzediyordu.

Müslüman Kardeşler Arap Baharı döneminde belki de hayal bile edemeyeceği bir fırsat yakaladı. Tunus’ta Ennahda hareketi Zeynelabidin Bin Ali’nin devrilmesi sonrası partileşti ve ilk seçimlerde yüzde 37 oy oranı ile iktidar oldu.

Mısır’da ise Hüsnü Mübarek döneminde illegal olan örgüt Mübarek’in devrilmesi sonrası legalleşti ve “Özgürlük ve Adalet Partisi” adı altında katıldığı seçimlerde Ocak 2012’de iktidara geldi, aynı yılın Haziran ayında yapılan cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinin ardından Muhammed Mursi cumhurbaşkanı oldu.

Gerek Tunus’ta Ennahda’nın iktidara gelmesi gerekse Mısır’da Özgürlük ve Adalet Partisi’nin iktidara gelmesi sürecinde Türkiye her iki partiyi de yakından destekledi.

Arap Baharı sürecinde Müslüman Kardeşler’in yükselmesi AKP’de çok rahat diyalog kurabileceği ve ideolojik yakınlığın da getirdiği işbirliği ile bölge siyasetini domine edebileceği düşüncesini doğurmuştu. Diğer bir deyişle Arap Baharı Davutoğlu ve Erdoğan için de baharın müjdecisiydi.

Müslüman Kardeşler düşüncesinin coğrafyaya hakim olmanın eşiğine gelmesi sadece Türkiye’de değil örgütün seçim kazandığı diğer ülkelerde de büyük sevinç ve Türkiye’den beklentiler yaratmıştı.

“Tunus’un Erdoğan’ı” olarak nitelendirilen Ennahda’nın lideri Raşid Gannuşi seçimler sonrasında AA’ya verdiği demeçte “Arap Baharını en iyi Türkiye anladı” diyor, Erdoğan’ı örnek aldığını vurguluyordu. (2) (3)

Tunus’ta Ennahda’nın iktidara gelmesi elbette önemliydi ancak asıl zafer Mısır’daydı. İhvan iktidarı ve Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi ile zafer “taçlandı.” Müslüman Kardeşler yüzyıllık rüyasını gerçekleştirmiş, Türkiye’de idolojik olarak yakın durduğu AKP ise “ümmet” arasında bölgesel sinerji oluşturma fırsatını yakalamıştı.

Şimdi sıra Suriye’deydi. Suriye’de BAAS’ın iktidardan düşmesi ve ideolojik açıdan AKP ile sorunu olmayan bir yönetimin gelmesi ile “ümmet” mozaiği büyük ölçüde tamamlanmış olacaktı. Ahmet Davutoğlu “Esad’ın devrilmesinin zaman işi olduğunu söylüyor ve Esad’ın devrilmesi temennisini açıkça dile getiriyordu.

20 Aralık 2012 tarihinde Helsinki’de Finlandiya dışişleri bakanı ile görüşen Davutoğlu “Esad’ın gitmesi an meselesi, daha fazla felaketin önlemek için bu geçiş ve değişimin ne kadar hızlı olacağı uluslararası camiaya kalmış” diyordu.

Davutoğlu’nun “geçiş ve değişimden” kastı Müslüman Kardeşlerin Suriye’de de iktidara gelmesi ya da iktidar ortağı olmasıydı. Mısır ve Suriye böylece AKP’nin hiç sorun yaşamayacağı, AKP’nin önderliğinde Türkiye ekseninde yer alan iki ülke olacaktı.

Türkiye İslamcı Hareketi ve Müslüman Kardeşler İlişkisi

Türkiye Suriye Müslüman Kardeşler’i ile her zaman ilişkide oldu. Türkiye’nin 1980’ler ve öncesinde Müslüman Kardeşler örgütüne destek verdiği iddia edilir. Örgüt’ün Suriye kolunun eylemleri ile ilgili iddialar ise Türkiye açısından daha vahimdir.

Örneğin, 1986’da yolcu otobüsleri ve Lazkiye – Halep yolcu trenine Cısrışşuğur yakınlarında yapılan ve 200 kişinin ölümü ile snuçlanan bombalı saldırılarda bazı Türklerin adı geçmektedir. Bu kişiler daha sonra bir operasyonla Suriye güvenlik güçlerince yakalanır ve eylem ile ilgili diğer kişiler idam edilirken iki Türk hapse atılır. Mustafa ve Mehmet Albayrak adlı bu kişiler ile ilgili hikâye ise ilginç bir tablo ortaya çıkarmaktadır. (4)

“Dönelim tekrar Hatay’ın Bohşin köyünden Suriye’ye gidip bombalı saldırılar yapmakla suçlanan Albayraklar’a. 1993’teki İkibin’e Doğru Dergisindeki haberden sonra Albayraklarla ilgili tek satır bilgi bulamadım. Suriye hapishanelerinin kötü koşulları ve beraber tutuklandıkları Arapların idam edildiği göz önüne alındığında, muhtemelen öldüler diye düşünebilirsiniz. Gerçekten de Albayraklardan 2009’a kadar ses seda çıkmıyor. Beşar Esad’ın “kardeşim Esad” olduğu 2009 yılında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Beşar Esad’a bir mektup yazıyor. Herkesin unuttuğu Albayraklar’ı, devlet unutmuyor, geri istiyor. Ve sıkı durun, 23 yıl sonra Mehmet ve Mustafa Albayrak Mayıs 2009’da Türkiye’ye dönüyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu Albayrakları köylerinde ziyaret ederek, “bir yanlış anlaşılma” sonucunda 23 yıl tutuklu kaldıklarını söylüyor. Size inandırıcı geldi mi?”

Yukarıdaki örnek ve bu örneğin verildiği makalede anlatılanlar Türkiye’nin 1970’ler ve 80’lerde Müslüman Kardeşler’i desteklediği kanısını güçlendiriyor.

Şu ayrımın yapılması gerekir: yukarıda çizilen çerçevede belirtilen ilişkilere rağmen yine de Türkiye - Müslüman Kardeşler ilişkileri resmi değildi.

Özellikle MK’nin Suriye’de saldırılarını arttırdığı 70’lerin sonu ve 80’lerin başlarında İslamcılar arasında Müslüman Kardeşler efsanesi, etkisi bir hayli artmıştı. O dönemde Türkiye’deki İslamcıların Müslüman Kardeşler’e bakışı farklılıklar gösteriyordu.

Türk İslamcıları, yakınlık duydukları MK’ye bakışları açısından iki gruba ayrılabiliz. Birinci gruba göre Suriye’nin Baas rejimi kafir ve tağut ifadelerini hak etmişti. Bu grup “cihad” olarak gördüğü silahlı mücadelesinde İhvan’a tam destek verdi. Aynı grup titizlikle MK’nin silahlı saldırılarının Oratdoğu’da İsrail ve ABD karşıtı önde gelen ülkelerden olan Suriye’yi zayıflattığını görmezden geldiler. 

İkinci grup ise genel olarak İslamcı politikacıları ve önde gelen tarikatların (Cemaatlerin) liderlerini barındıran, Erbakan liderliğindeki gruptu. Bu gruptaki İslamcılar MK’nin Esad rejimine karşı silahlı mücadelesini onaylamıyordu, aksine bunun Batı’nın ve İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiğini düşünüyordu. Necmettin Erbakan’ın bu tavrı dikkat çekicidir.

Bu İslamcılar MK’ye ideolojik yakınlık duymuş olsalar ve yakın ilişkileri olmuş olsa da 1982 Hama isyanı ve örgütün silahlı mücadelesini desteklemediler.

Müslüman Kardeşler ile Türkiye ilşkisinin “resmileşmesi” AKP dönemindedir.

2011 Sonrası

AKP iktidarı 2011 öncesinde Esad ile iyi ilişkiler geliştirmeye çalışıyor görüntüsü sergiledi ancak gerçekte Suriye’de Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak olmasının zemini hazırlanıyordu.

“Dostluk Barajı” temel atma töreni muhtemelen iki ülke arasındaki son dostane temastı.  Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye Başbakanı Naci Itri tarafından yapılan temel atma töreninden sonra Erdoğan Helikopter ile Halep’e geçti ve Halep’te bulunan Beşşar esad ile görüştü. Esad Suriye’de isyanın başlamasından sonra verdiği röportajlardan birinde Erdoğan’ın kendisinden Müslüman Kardeşler’in iktidara ortak edilmesini istediğini açıkladı. O görüşme muhtemelen temel atma töreninden sonra Halep’te yapılan görüşmeydi. Esad Erdoğan’ın önerisini reddetti. Esad’a göre Türkiye’nin Suriye yönetimine karşı tavır almasının sebeplerinden biri bu cevaptır.

Suriye’de isyan başladıktan sonra Müslüman Kardeşler destek açıklamalarında bulundular ancak kendilerini bariz şekilde göstermediler. Yaratılan imaj bu isyanın İhvan değil “sağcısı, solcusu, komünisti, liberali, Alevisi, Sünnisi, Hırsitiyanı ile “muhalefetin” isyanı olduğuydu.

Müslüman Kardeşlerin öne çıkmamasının daha önemli sebebi ise örgütün Suriye’de tabanını neredeyse tamamen kaybetmiş olması / karşılığının bulunmamasıydı. İhvan yine de “devrimde” boy gösterdi.

Davutoğlu’nun Mısır ve Tunus’ta yaşanan “sevindirici gelişmeler” sonrası Esad’ın günlerinin sayılı olduğu düşüncesine kapılarak yaptığı açıklamalar bir süre sonra öngörüsüzlüğün örneği olacaktı.

Türkiye’nin “Mısır Devrimindeki” Rolü

Mısır’da Mübarek’in devrilmesi ve Mursi’nin iktidara gelmesi sırasında Türkiye’nin gösterdiği çabalar olağanüstüydü. Türkiye’den yayıncı kuruluşlar devrim kendi ülkelerinde oluyormuş coşkusu ile yayınlar yaptı.

Daha da çarpıcı olanı Erdoğan’ın AKP’nin kuruluşundan beri imaj çalışmalarını yürüten Erol Olçok’u Mısır’a göndermesidir. Olçok Mısır’da Müslüman Kardeşler’in imaj çalışmaları nı yürütmek ile görevliydi.

Kısaca Türkiye Mısır’da Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişi sürecine elindeki tüm imkanlar ile katkıda bulundu.

Erdoğan Mısır’da gösteriler yaşanırken Mübarek’e “halkın sesine kulak verme” çağrısında bulunmuştu. Bu durum Türkiye’deki bazı İslamcılar için model olan Müslüman Kardeşler de dahil gösterilere katılan kesimler tarafından sevinçle karşılanmıştı. Eskinin aksine o dönemde Erdoğan Türkiye’si bir model olarak görülüyordu.

Tüm bu çabalar sonrasında Recep Tayyip Erdoğan 2011’de Mübarek’in devrilmesi sonrasında Mısır’a yaptığı gezide Kahire havaalanında 1500 kişilik bir topluluk tarafından “kahraman Erdoğan” pankartları ile karşılanıyordu.

“Mübarek’in düşmesi sonrası Türkiye’nin yıldızı daha da parlamaya başladı. Ancak Erdoğan’ın sevinçle karşılandığı gezisinde laiklik ile ilgili yaptığı açıklama İhvan tarafından tepki ile karşılandı. Erdoğan konuşmasında “Tayyip Erdoğan Müslümandır ama laik bir devletin başbakanıdır. Bunun da gereğini dört dörtlük yerine getirme gayreti içindedir” demiş ve “laiklikten korkulmaması gerektiğini” söylemişti.” (6)

Müslüman Kardeşler açıklamaya öylesine tepkiliydi ki Erdoğan’ı “Mısır’ın iç işlerine karışmakla” suçladılar. Açıklama liberaller ve laikler tarafından ise olumlu karşılanmıştı. Mursi’nin seçildiği cumhurbaşkanlı seçimlerinin ikinci turunda Mursi’nin rakibi olan Ahmet Şefik bir seçim konuşmasında “Mursi’nin seçilmesi halinde Mısır’ın Afganistan gibi, kendisinin seçilmesi halinde ise Türkiye gibi olacağını” söylemişti.

Ancak ilerleyen dönemlerde Türkiye’nin aslında sadece Müslüman Kardeşler’e yakın olduğu anlaşılınca Mısır halkı arasındaki Türkiye imajı değişmeye başladı.

Görüldüğü gibi Türkiye Müslüman Kardeşler ile ilişkisi nedeni ile bölgedeki hemen her ülke ve kesim ile sorunlar yaşamıştır.

Suriye’ye dönelim

Suriye’de isyan başlamadan önce Türkiye’de “gelecek ile ilgili” hazırlıklar yapılmıştı. Özellikle sınır illerinde belirgin bir hareketlilik vardı. “Mülteciler” için kamplar, mekanlar hazırlanmaya başlamıştı. Bu çalışmalar Türkiye’nin Suriye’nin “başına gelecekleri” en azından tahmin ettiğini gösterir.

İsyan başladıktan hemen sonra Suriye yönetimine karşı sertleşen bir tutum içerisine giren hükümet Suriye yönetimine karşı açıktan tavır almaya başladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Mısır’da Mübarek için yaptığı çağrıyı Beşşar esad’a da yaptı ve Esad’ın “halkının isteklerine yanıt vermesi gerektiğini” savundu.

O dönemde Ahmet Davutoğlu’nun (Ağustos 2011) Şam’a yaptığı ziyaret tam kopuşun başlangıcı oldu ve AKP yönetimi Suriye’yi düşman olarak görmeye başladı.

Türkiye’nin Suriye yönetimi karşıtı adımlarının ilki “mülteciler” ile ilgiliydi. Suriye’de olaylar ülkenin güneyindeki Dera kentinde başlamıştı ancak ilk kaçışlar kuzeyde, Türkiye sınırındaki İdlib’ten oldu. İlk kamplar da Türkiye’de kuruldu. O dönemde mümkün olduğunca çok sayıda mültecinin gelmesi ve sayılarının 100 bini geçmesi hedefleniyordu. AKP’nin hedefi uluslararası toplumu harekete geçirmekti. Öyle ki o dönemlerde Türkiye’ye gelen Turist Suriyelilerin pasaportlarına da “mülteci” damgası vuruluyordu.

İkinci önemli husus Türkiye’nin bir silah, mühimmat ve cihatçı geçiş güzergahı olmasıdır. Dünyanın hemen her yerinden gelen silah, arazi araçları, cihatçılar, keskin nişancılar Türkiye sınırlarını aşarak Suriye’ye giriş yapıyordu.

Üçüncü husus Türkiye’nin isyana katılan bazı örgütler ile yaptığı işbirliğidir. Ülkenin çeşitli yerlerinde ve özellikle İdlib, Halep, Humus, Şam kırsalı hattında bu damar bariz şekilde çalıştı.

Türkiye diğer yandan Suriye yönetimi karşıtı koalisyonlar ve ülkeler ile doğrudan iş birliği yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Birliği, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler nezdinde Suriye yönetiminin izole edilmesi için çalıştı, Suriye’ye askeri savaş açılması çağrılarında bulundu.

Türkiye’nin Suriye’de yönetimi devirme hedefi ile sahada ve masada gösterdiği çabalar bu yazıyı çok uzatır. O nedenle ayrıntıya girmeyeceğiz ancak yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeve içinde tarif edilen anlayışla hareket eden AKP’nin bu politikalarının hem kendisi için hem de Türkiye ve bölge halkları için ağır faturaları olmuştur.

Türkiye’nin de önemli katkı sunduğu Suriye savaşı Suriye’de büyük bir otorite boşluğuna neden olmuş ve yüzbinlerce cihatçı Türkiye sınırına yığılmıştır. Acı olan bunların bir kısmının Türkiye topraklarını kullanarak geçiş yapmış olmalarıdır. Cihatçılar Suriye’nin hemen bütün şehirlerinde altyapı, eğitim, sanayi ve ekonomiyi tahrip etmiş, geriye tarvamatik bir toplum bırakmıştır. Suriye’de bugün kaç kişinin hayatını kaybettiği hala meçhul. Ancak yüz binler olduğu kesin. Bu durumun yaşanmasının sebebi yönetimin kendi halkını öldürmesi değil bu örgütlerin sebep olduğu çaltışmalardır. AKP Batı ülkeleri ile aynı kampta yer alarak Suriye’ye savaşın pratiğinde önemli roller üstlendi.

Savaşın yol açtığı ikinci sonuç ABD’nin bölgeye girmesi oldu. ABD bugün Türkiye’nin tehdit olarak algıladığı örgütler ile Suriye’nin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini paylaşıyor. Türkiye ise büyük tehlike olarak gördüğü örgütlere karşı Suriye topraklarında operasyonlar düzenliyor.

Türkiye’nin, düzenlediği operasyonlar ile hakim olduğu bölgelerde ise demografik değişim, Türkleştirme çabaları gösterdiği aşikar.

Arap Baharı AKP’nin Kışına Döndü

Gerek Arap Baharı adı verilen süreçte gerekse Suriye özelinde öngörüsüz bir şekilde uyguladığı politikalar sürecin AKP aleyhine dönmesine sebep olmuştur.

AKP’nin Mısır’da, Tunus’ta, Suriye’de Müslüman Kardeşler’e oynaması büyük bir yanılsamanın sonucuydu.

Mısır’da İhvan’ın halk nezdinde büyük bir karşılığının olduğu vehmine kapıldılar. Oysa Mısır’da İhvan sadece belli bir kesimi temsil ediyordu ve isyandan sonra iktidarı ele geçirmesi gücünden değil konjonktürün oluştruduğu fırsatı kullanmasından kaynaklanıyordu. Bu nedenle Mursi devrildikten sonra Türkiye Mısır’da muhatap bulamadı. Zaten Mursi’den sonra da İhvan yanlısı tutum ve söylemleri ile Mısır devlertinin tepkisini çekmişti. Darbe sonrası Türkiye’nin gösterdiği tepki ve Mısır’ın terör örgütü ve varlık tehdidi olarak gördüğü İhvan’a destek vermesi ilişkilerin tamamen kopmasına neden oldu. Bazı İhvan liderleri, üyeleri Türkiye’yi sığınılacak liman olarak gördüler.

Mısır’da Mursi’nin Abdulfettah El Sisi tarafından askeri darbe ile devrilmesinin üstüne Suriye’de Esad’ın savaşı kaybetmemesi AKP’ye ikinci darbe oldu. Suriye’de sadece Türkiye’nin değil bütün Esad karşıtı ülkelerin hesapları şaştı ve Türkiye ilişki içinde olduğu bazı örgütler ile baş başa kaldı. Bugün hala Mısır ve Suriye’de Türkiye’ye yönelik tepki sürüyor ve iki ülke ile de ilişkiler normale dönmüş değil.

Tunus’ta Ennahda iktidara geldiği ilk günden “Ülkeyi İslamlaştırma” söylemlerine başlayınca iktidarı fazla uzun sürmedi. Temmuz 2021’de Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said Maclis’i feshedince İhvan Tunus’ta da darbe yedi.

AKP 2011’de İhvan’ın yıldızının parladığı sanısına kapılmıştı. Ama 10 yıl geçmeden İhvan’ın saman alevi gibi parladığı ve söndüğü görüldü.

Geriye AKP’nin İhvan uğruna bozduğu ilişkiler, hemen bütün komşuları ile sorunlar yaşayan, dışlanan bir Türkiye kaldı.

Türkiye’nin İhvan politikası ya da İhvan üzerinden Ortadoğu açılımında Katar’ın rolünü de es geçmemek lazım.

Katar da Türkiye gibi Mısır’da, Tunus’ta, Libya’da, Suriye’de İhvan’ın ikitidara gelmesi için büyük çaba sarfetti. Arap ülkelerinde isyanlar yaşanırken Katar Suudi Arabistan ve BAE’ye karşı bölgesel ve küresel pozisyonunu büyütmek için çabalıyordu. Katar’ın bu çabaları İhvan’ı tehdit olarak gören Suudi Arabistan ve BAE’nin büyük tepkisini çekiyordu. Bu durumun sonucu iki ülkenin 2017’de Katar ile ilişkilerini kesmeleri ve Katar’ı abluka altına almaları oldu. Türkiye Katar’ın yaynında, Suudi Arabistan ve BAE’nin karşısında yer aldı.

Geçtiğimiz yıl içinde Katar ile bu iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden başladı, sonrasında ise Türkiye’nin ilişkileri yeniden düzeltme gayreti içine girdiğini görüyoruz.

Sonuç

Bugün Türkiye AKP’nin 20 yıllık dış politikaları sonucunda Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Libya, Tunus gibi ülkeler ile tamamen ya da kısmi anlaşmazlıklar yaşıyor ve neredeyse tamamen dışlandığı Ortadoğu / Arap dünyasına dönmeye çalışıyor. Bu 20 yıl Türkiye’nin özellikle Ortadoğu siyaseti açısından kayıp yıllardır. Erdoğan’ın “one minute” çıkışı sonrası oluşan sempatiden eser yoktur. Türkiye geri dönmeye çalışıyor, 2011’de Osmanlı ruhunun hala yaşıyor olduğu yanılsamasına kapılmıştı, şimdilerde de artık Arap ülkeleri ile eskiyi yakalayamayacak. Suudi Arabistan ile, Mısır ile ilişkilerde bir düzelme yok. Körfez’in bazı ülkeleri ise Türkiye’de yatırım gibi ekonomik çıkarları gereği Türkiye’ye sıcak mesajlar veriyorlar. Ancak siyasal anlamda eski Türkiye’nin eski pozisyonundan eser kalmadı.

AKP iktidarı devam ettiği sürece Türkiye’nin bölge ile ilişkilerini düzeltmesi bir hayli zaman alabilir.

MUSA ÖZUĞURLU / SOL -ANALİZ


Kaynaklar

(1) https://yetkinreport.com/2020/06/10/turkiyede-reislamizasyon-musluman-kardesler-ve-cia/

(2) https://www.aa.com.tr/tr/dunya/arap-baharini-en-iyi-turkiye-anladi/390304#!

(3) https://www.ntv.com.tr/dunya/tunusun-erdogani-secimi-kazandik,Fb09hrbU9USxABTQAgw5qw

(4) https://yetkinreport.com/2020/03/02/film-gibi-bir-musluman-kardesler-ve-suriye-hikayesi/

(5) Doçent Behlül Özkan, 1980’ler ve 1990’larda Türkiye ve Suriye Arasındaki İlişkiler: Siyasal İslam, Müslüman Kardeşler ve İstihbarat savaşları, S. 8, 16, 18, 20 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/756688

(6) Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu, Evrensel Basım Yayın, 2016, S. 252






26 Mart 2022 Cumartesi

Rusya-Çin ittifakı test ediliyor - Erhan Nalçacı / SOL

'Gerilimlere rağmen Çin ve Rusya ittifakı daha da fazla birbirine yaslanacak gibi duruyor. ABD’nin Rusya karşıtı yaptırımları Çin’e doğru geliştirip geliştirmeyeceğine bakmak gerekiyor.' 

Kapitalizmde devletler arasında mutlu evlilik yoktur. Rekabet, ulusal sermayeler arasında çıkar çatışması ve geleceğe ilişkin kaygılar…

Çin’in nüfusunu, sanayi gücünü ve hızla gelişen askeri yeteneklerini düşününce özellikle Rusya tarafının kaygıları anlaşılabilir.

Ukrayna olayında ise Çin satır aralarında Rusya’nın Ukrayna’ya girmesinden hoşlanmadığını hissettiriyor. Çin muhtemelen kaçınılmaz olarak gördüğü ABD ile askeri yüzleşme için daha fazla zamana ve hazırlığa gereksinimi olduğunu düşünüyordu. Sonuçta zaman yükselen aktörün lehine çalışır. Ukrayna’daki Batı emperyalizmi ile Rusya’nın arasındaki bu erken göğüsleşme Çin’in çok işine gelmemiş olmalı.

Bunun farkında olan ABD’li siyasiler Çin’i sıkıştırmaya çalışıyorlar. Eğer Rusya’yı dünyadan tecrit etmeyi deneyen yaptırımlara Çin katılmazsa bunun “sonuçları” olacağını ikili görüşmelerde açıkça söylüyorlar.

Konuyu anlamak için ana hatlarıyla Çin ve Rusya arasındaki ittifak ilişkisine bir kez bakmakta yarar var. 

2008 sonrası ABD’nin Pasifik stratejisi ve Çin’i hedef tahtasına koyması iki devlet arasındaki ittifakın askeri boyutunu ve zeminini açıklıyor. Çin gerçi logaritmik bir hızla askeri teknolojisini geliştiriyor ama 10 sene önce Rusya’nın sağladığı askeri şemsiyeye çok daha fazla ihtiyacı vardı. Bugün bile Rusya’nın 4 bin civarındaki nükleer başlığına karşı Çin’in 300 civarındaki nükleer başlığını ve ayrıca Rusya’nın balistik füzelere karşı savunma sistemlerinin üstünlüğünü düşününce Pasifikteki bir işbirliğinin temeli anlaşılıyor.

Yine Çin’in dünya kapitalizminin sorunlarını aşmak üzere ileri sürdüğü Yeni İpek Yolu’nun güvenliğinin de Rusya’ya ihale edildiğini hatırlamak gerekiyor. Çin’in Cibuti’deki askeri üssünü saymazsak Yeni-İpek yolu boyunca Çin’in askeri bir varlığı bulunmuyor. Rusya’nın ise geçmişten gelen ilişkileri ile Orta Asya ülkelerindeki askeri varlığı, Kazakistan’a geçenlerde yaptığı müdahale, Kafkaslardaki başat rolü ve hatta Suriye’ye yaptığı müdahale Yeni İpek Yolu’nun güvenliği kapsamında okunabilir.

Bunun ötesinde Batı emperyalizminin, özellikle ABD’nin ekonomik yaptırım paketlerinin iki ülkeyi birbirine daha çok yaklaştırdığı görülüyor. Kapitalist rekabetin sefil doğasını bilmesek bu ekonomik işbirliğinin neredeyse bir entegrasyona gittiğini söyleyeceğiz.

ABD ne yapıp edip Rusya ve Almanya arasındaki Kuzey Akımı-2 projesini Ukrayna olayı esnasında sabote etmeyi ve kendi sıvılaştırılmış doğalgazını Avrupa’ya daha fazla satmayı başardı.

Ama öte yandan Rusya ve Çin arasında büyük çaplı bir doğalgaz ticareti başlamış gözüküyor. Aşağıda dev bir maliyetle inşa edilen ve Sibirya doğalgazını Çin’e taşıyan Sibirya Gücü Doğalgaz Boru Hattı görülüyor. Yapılan anlaşma doğrultusunda 2019’da devreye giren bu hattan Çin’e 30 yıl içinde trilyonlarca metreküp doğalgaz ihraç edilecek.

Haritada 3000 km’lik Sibirya’nın Gücü Boru Hattı görülüyor. Rusya’dan çıkartılan doğalgazı 30 yıl boyunca Çin’e sevk edecek hat 2019 yılında devreye girdi.

Aşağıda ise anlaşması yapılan ve Rusya’nın Yamal doğalgaz rezerv alanından Moğolistan üzerinden doğalgazı Çin’e taşıyacak Sibirya’nın Gücü 2 Boru Hattı görülüyor. Ayrıca Rusya’nın Pasifik bölgesinde Çin’e sıvılaştırılmış doğalgaz ve petrolü gemilerle taşıma anlaşması yaptığını hatırlatalım.

Tüm bu gelişmeler Çin’in hem kömüre olan bağımlılığını azaltacak hem de Rusya dışındaki diğer ülkelere olan enerji bağımlılığını.


Anlaşmaları yapılan ve Yamal doğalgazını Moğolistan üzerinden Çin’e taşıyacak olan Sibirya’nın Gücü 2 Doğalgaz Boru Hattı görülüyor.

Ayrıca iki ülkenin ticaret hacmine bakmak da bir fikir verecektir. 2021 yılında Rusya ile Çin arasındaki ticaret hacminin üçte bir oranında arttığı ve 146 milyar dolara ulaştığı bildiriliyor. Karşılaştırma açısından Türkiye’nin tüm dış ticaret hacminin 50 milyar dolar civarında olduğunu söylersek rakamın büyüklüğü daha iyi kavranacaktır.

Son olarak da mali sermayenin durumuna bakalım. Batı emperyalizminin uyguladığı yaptırımlar ülkeler arasında para transferini sağlayan SWIFT sisteminden Rusya’nın dışlanmasına yol açtı. Bu yaptırım normalde bir ülkenin belini büker gerçekten. 

Ancak Rus bankalarının Çin’in UnionPay’i ile çalışmaya başladığı ve böylece 180 kadar ülkeyle para transferi gerçekleştirilebildiği söyleniyor. Ayrıca yaptırım uygulanan 300 kadar Rus şirketi Moskova’da bulunan Çin bankalarında hesap açtırarak SWIFT yasağını deliyor.

Görüldüğü gibi bütün gerilimlere rağmen Çin ve Rusya ittifakı boş değil ve daha da fazla birbirine yaslanacaklar gibi duruyor.

24 Mart’ta Çin’in resmi yayın organı olan Global Times’ın başyazısında özet olarak “Ukrayna’daki kanlı savaş durdurulabilirdi ama savaşa susamış ABD bunu istemiyor ve kendi çıkarları doğrultusunda uzamasını istiyor” denildi.

Şimdi ABD’nin Rusya karşıtı yaptırımları Çin’e doğru geliştirip geliştirmeyeceğine bakmak gerekiyor. Eğer buna yeltenirlerse olayın çapı ve sonuçları çok farklı olabilir.

Erhan Nalçacı / SOL




TARİHTE BUGÜN (26 MART)

  


OLAYLAR:

  • 1583 - İngiltere'nin Osmanlı topraklarındaki ilk ElçisiWilliam Harborne İstanbul'a ulaştı.
  • 1636 - Hollanda'da Utrecht Üniversitesi kuruldu.
  • 1849 - Armand Peugeot doğdu. Fransız sanayici (ö. 1915)
  • 1850 - Edward Bellamy doğdu. Amerikalı sosyalist yazar (ö. 1898)
  • 1876 - Kate Richards O'Hare Cunningham doğdu.Amerikalı sosyalist (ö. 1948)
  • 1898 - Rudolf Dassler doğdu. Puma'nın kurucusu (ö. 1974)
  • 1911 - Tennessee Williams doğdu.Amerikalı oyun yazarı (ö. 1983)
  • 1913 - EdirneBulgar ve Sırp kuvvetlerince teslim alındı.
  • 1915 - I. Dünya SavaşıBirinci Gazze Muharebesi gerçekleşti.
  • 1917 - I. Dünya SavaşıÇanakkale Boğazı'nın Anadolu yakasında görev yapmak üzere Osmanlı 15. Kolordusu'nun teşkili.
  • 1924 - Darülfünun, Hukuk Fakültesi öğrencileri üç günlük boykot ilan ettiler.
  • 1931 - Türkiye'de Ölçüler Kanunu'nun kabul edilmesiyle; okkaendaze gibi eski ölçülerin yerine grammetrelitre gibi yeni ölçülerin kullanılması öngörüldü.
  • 1934 - Birleşik Krallık'ta ilk kez motorlu taşıt kullanacaklara, şoförlük sınavından geçme zorunluluğu getirildi.
  • 1939 - 6 milletvekili seçimleri yapıldı 1935 seçimlerinden sonra oluşan beşinci mecliste 18 kadın vardı Altıncı meclise ancak 14 kadın seçilebildi
  • 1942 - NazilerYahudileri Polonya'daki Auschwitz Kampı'na götürmeye başladı.
  • 1959 - Akhisar'da çıkan İbret gazetesinin sahibi ve yazı işleri müdürü Mustafa Deral, yayım yoluyla hakaretten 10 ay hapis cezasına hüküm giydi.
  • 1969 - Adalet Partisi Malatya Milletvekili Hamit Fendoğlu namı diğer Hamido, partiden ihraç edildi.
  • 1971 - Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay12 Mart Muhtırası'yla istifa eden Süleyman Demirel'in yerine atanan Nihat Erim'in kabinesini onayladı. Profesör Türkan Akyol ilk kez bir kadın bakan olarak parlamento dışından hükümet üyesi oldu.
  • 1971 - İstanbul'da iki kıta birleşti. Boğaz Köprüsü'nün 57'nci ünitesinin de yerine konulmasıyla kentin, Asya ve Avrupa yakaları birbirine bağlandı.
  • 1971 - Doğu Pakistan, Bengaldeş'in oluşumuna yönelik olarak Pakistan'dan bağımsızlığını ilan etti.
  • 1975 - Türkiye'ye sığınmak isteyen Iraklı Kürtlere izin verilmedi.
  • 1979 - Enver SedatMenahem Begin ve Jimmy CarterWashington'da İsrail-Mısır Barış Antlaşmasını imzaladılar.
  • 1981 - Sosyal Güvenlik Eski Bakanı Hilmi İşgüzar ve 15 sanık Yüce Divan'da yargılanmaya başladı Yüce Divan Hilmi İşgüzar'ı 27 Mart'ta tutukladı.
  • 1983 - Bir işçi, bir kilo et satın almak için 14 saat çalışmak zorunda.
  • 1984 - Tahran Büyükelçiliği Ticaret Müşavir Yardımcısı Işıl Ünel'in otomobiline bomba yerleştirmek isteyen Ermeni terörist, bombanın patlaması sonucu öldü. 27 Mart'ta ise Büyükelçilik Başkatibi Hasan Servet Öktem, iki ASALA teröristinin saldırısında yaralandı. Askeri Ataşe Yardımcısı İsmail Pamukçu da aynı saatlerde uğradığı saldırıdan yaralı kurtuldu. İran güvenlik güçleri, 7 Ermeni teröristi ele geçirdi.
  • 1986 - Yurtdışında yaşayan Türk vatandaşlarına gümrük kapılarında oy kullanma hakkı tanıyan düzenleme Mecliste kabul edildi.
  • 1989 - Yerel seçimler yapıldı.İstanbul, Ankara, İzmir belediye başkanlıklarını kazanan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yüzde 28,7 oy oranıyla birinci, yüzde 25,1 oy oranıyla Doğru Yol Partisi (DYP) ikinci, yüzde 21,8 oy oranıyla Anavatan Partisi (ANAP) üçüncü parti oldu Refah Partisi (RP) yüzde 9,8, Demokratik Sol Parti (DSP) yüzde 9,0, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP) yüzde 4,1 oy aldı.
  • 1994 - Yerel seçimlerde Doğru Yol Partisi (DYP) yüzde 21,4 oy oranıyla birinci, Anavatan Partisi (ANAP) yüzde 21 oy oranıyla ikici, Refah Partisi (RP) oy patlaması yaparak yüzde 19,1 oy oranıyla üçüncü parti oldu İstanbul'daki büyükşehir belediye başkanlığını Refah Partisi'ndan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'da ise yine aynı partiden Melih Gökçek kazandı Önceki yerel seçimlerin galibi Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) büyük bir seçim yenilgisine uğradı
  • 1995 - Yozgat Sorgun'da özel bir şirkete ait kömür ocağında grizu patlaması sonucu 37 işçi öldü, 10 işçi yaralandı.
  • 1995 - Şengen Antlaşması yürürlüğe girdi.
  • 1996 - Uluslararası Para FonuRusya'ya 10.2 milyar USD kredi verilmesini onayladı.
  • 1998 - Şişli'nin eski Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk hakkında, yolsuzluk iddiaları nedeniyle gıyabi tutuklama kararı çıkarıldı. İnterpol'ce kırmızı bültenle aranan Aslıtürk, 21 Aralık 1999'da Londra'da yakalandı. Aslıtürk, 250 bin sterlin kefalet bedeline karşılık mahkemeye teminat sunulması sonucu serbest bırakıldı.
  • 1999 - Melissa virüsü, tüm dünyada e-posta sistemlerini etkiledi.
  • 1999 - Michigan'da bir Mahkeme Jürisi, Dr. Jack Kevorkian'ı ölümcül bir hastayı iğne yaparak öldürmekten (ötanazi) suçlu buldu.
  • 2000 - Rusya'da yapılan seçimler sonucunda, Vladimir Putin Başkan oldu.
  • 2002 - TBMM Genel Kurulu'nda, AB'ye uyum çerçevesinde hazırlanan ve sekiz yasada değişiklik yapan dokuz maddelik yasa tasarısı kabul edildi.
  • 2002 - İsrail'de Uluslararası Geçici Mevcudiyet'e ait araca düzenlenen saldırıda, Türk Binbaşı Cengiz Toytunç öldü, Yüzbaşı Hüseyin Özarslan yaralandı.
  • 2006 - İskoçya'da kamusal alanlarda sigara içmek yasaklandı.
  • 2021 - 19 Ocak 2007'de öldürülen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink cinayetine ilişkin 6’sı tutuklu 13’ü firari 76 sanığın yargılandığı dava karara bağlandı. FETÖ elebaşı Gülen ve Zekeri Öz dahil 13 sanığın dosyası ayrıldı. İstanbul İstihbarat Şube Eski Müdürü Ali Fuat Yılmazer ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Eski Başkanı Ramazan Akyürek'e ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Hrant Dink'in ailesinin avukatı Hakan Bakırcıoğlu, cinayet davasına ilişkin mahkemenin açıkladığı karara itiraz edeceklerini belirterek, "Bugün verilen karar, Hrant Dink cinayetini tüm yönleriyle açığa çıkartmayan ve sorumlular hakkında hüküm kurmayan bir karardır." diye konuştu.
   

      
ÖLÜMLER:
      

25 Mart 2022 Cuma

UKRAYNA DOSYASI (Derleme) - SOL

1- Soros da Ukrayna savaşına dahil oldu: Ukrayna Demokrasi Fonu kuruldu(SOL)

Macar milyarder ve karşı-devrim finansörü George Soros, Ukrayna Demokrasi Fonu'nu başlattıklarını duyurdu. Soros Twitter'dan yaptığı açıklamada "Ukrayna halkı, Putin'in işgaline karşı durmaya ve özgür, demokratik bir ülke hayallerini savunmaya kararlı. Açık Toplum, onları desteklemek için Ukrayna Demokrasi Fonu'nu başlattı." dedi.(https://twitter.com/georgesoros/status/1507076788148707336?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1507076788148707336%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_c10&ref_url=https%3A%2F%2Fhaber.sol.org.tr%2Fhaber%2Fsoros-da-ukrayna-savasina-dahil-oldu-ukrayna-demokrasi-fonu-kuruldu-330430)

Soros'un yönetimindeki, daha önce 'batı destekli' çok sayıda operasyonda da parmağı bulunan Açık Toplum'un sitesinde yapılan açıklamada 25 milyon dolarla işe başlanacağı ancak hedefin 100 milyon dolar olduğu söylendi.

Fonun üç amacının olduğu söylenen açıklamada bunlar "Ukrayna'daki sivil topluma destek, Ukrayna ile uluslarası dayanışma ve insan onurunu korumak" olarak sıralandı.

Açıklamada Açık Toplum'un 1990'dan beri Uluslararası Rönesans Vakfı aracılığıyla Ukrayna'da çalıştığı bilgisi de verildi.

2-Soros Ukrayna askerlerini 'Nazilere' benzeterek övdü!(SOL)

Macar milyarder ve karşı-devrim finansörü George Soros, Rusya birliklerine karşı savaşan Ukrayna ordusunu Nazilerle bir tutarak övdü. Soros kişisel Twitter hesabından yaptığı paylaşımında “Bana 1944'teki Budapeşte Kuşatması'nı ve 1993'teki Saraybosna Kuşatması'nı hatırlatan bir saldırıda cesur Ukraynalılar şimdi ön cephede hayatlarını riske atıyorlar.” dedi.

Söz konusu “Budapeşte Kuşatması”, Hitler yanlısı kukla rejimin çökmesini takiben 1944'te Macaristan'ı işgal eden Almanya'ya karşı SSCB tarafından düzenlenmişti. Aralık 1944 ile Şubat 1945 arasında gerçekleşen kuşatma sonucunda kenti işgal eden Nazi birlikleri ve onların işbirlikçileri teslim olmuştu.

Soros'un Nazi işgali altındaki Macaristan'daki yaşamı

Macaristan asıllı Soros, SSCB'nin Nazi işgali altındaki kenti kuşattığı esnada Budapeşte'de yaşıyordu. O sırada 14 yaşında olan Soros'un ailesi Musevi kimliklerine karşın Alman işgalcilerden korunmayı başarmıştı.

1998'de Soros verdiği bir söyleşide Nazi işgali altındaki Budapeşte'deki diğer Yahudilerin mallarına el konulmasında yer aldığını itiraf etmiş ve yaptıklarından dolayı “suçluluk duygusu hissetmediğini" söylemişti.

Almanya'nın Macaristan'ı işgali sırasında yarım milyondan fazla Macar Yahudisi toplama kamplarına gönderildi.

(https://twitter.com/georgesoros/status/1497572265659187200?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1497572265659187200%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_c10&ref_url=https%3A%2F%2Fhaber.sol.org.tr%2Fhaber%2Fsoros-ukrayna-askerlerini-nazilere-benzeterek-ovdu-327694)

3-'Almanya'da neo-naziler Ukrayna'ya gidiyor' tartışması: Gizli Servis nazilerin yolundaki taşları temizliyor ( BÜŞRA ÇAKMAK-SOL) 

Almanya'daki neo-nazilerin Ukrayna'da Azov Taburu'yla bağlantısı ve savaşmak üzere bölgeye gitmesi Alman basınında tartışma konusu olmaya başladı.

Her geçen gün daha fazla yabancı lejyonerin Rus kuvvetlerine karşı savaşmak için Ukrayna silahlı kuvvetlerine katıldığına dair haberler artıyor.

Ukrayna kara kuvvetlerinin verilerine dayanarak gönüllülerin ABD, İngiltere, İsveç, Litvanya, Meksika ve Hindistan'dan geldiği söylenirken, Almanca yayın yapan ve dünyanın en büyük muhabir ağına sahip gazetelerinden biri olan 'Frankfurter Allgemeine Zeitung' Ukrayna'nın, ordusuna Almanları da aldığını bildirdi.

Düzinelerce kişi Ukrayna'daki yabancı lejyona katılmak için başvurdu

Düzinelerce erkeğin, Ukrayna yedek birliklerinde yabancı lejyonuna kabul edilmek amacıyla Ukrayna fahri konsolosluğunu ve Federal Meclis'in CDU'lu eski milletvekili Hansjürgen Doss'u aradığını belirten gazete, kişiler arasında eski Federal Ordu askerlerinin ve askeri doktorların da olduğunu belirtti.

'Alman gizli servisleri tarafından yönlendirilen Nazilerin yolundaki taşları temizliyor'

Haber kanalı Tagesschau, yapılan tahminleri dikkate alarak, yabancı lejyonunun boyutunu, yaklaşık 20 bin olarak belirtti. Bunun ne kadarının Alman olduğu bilgisi bulunmuyor, ancak tahminler birkaç yüz ile 10 bin kişi arasında değişiyor. Sosyalist JungeWelt gazetesinde yer verilen bir yorumda sayıların net olmamasına ilişkin "Ukrayna başkanının çağrısına kaç Almanın yanıt verdiği belirsiz. Ancak bir şey açık: Federal hükümet, Kiev büyükelçiliğinin bir asker toplama ofisi olarak çalışmasını bilmezlikten geliyor. Yıllardır faşist Azov Taburu'nda faaliyet gösteren ve Alman gizli servisleri tarafından yönlendirilen Nazilerin yolundaki taşları temizliyor" denildi.

'Eski askerlerin bir kısmı zaten savaş bölgesinde'

Konuyla ilgili yapılan araştırmalar ve yayımlanan raporlar artarken, Federal Ordu verilerine göre Almanya'da 900 bin civarı eski yedek asker var. Business Insider şifreli sohbet gruplarını analiz ederek savaş hazırlığı için yazışan yüzlerce kişi olduğunu yazdı. Eski askerlerin bir kısmının ise zaten savaş bölgesinde olduğu söyleniyor. 

'İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk kez Alman askerleri Rus askerlerine ateş ediyor'

"Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung", biri Federal Ordu komando askeri olan iki Alman'ın bir pusuda on veya on bir Rus askerini öldürdüğünü bildirdi. Gazete bu olayı, "İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana belki de ilk kez Alman askerleri Rus askerlerine ateş ediyor ve üstelik Ukrayna'da, tıpkı o zamanlardaki gibi." şeklinde yorumladı.

"Süddeutsche Zeitung" gazetesi ise Federal İçişleri Bakanlığı sözcüsünde "Ukrayna'ya seyahat eden veya seyahat etmeyi planlayan 27 aşırı sağcı hakkında bilgi" olduğunu aktardı. 

Azov Almanya'da uzun süredir gönüllüler bulmaya çalışıyordu

Gazeteye göre, NPD, "3. Yol" veya "Yeni Güç" gibi Nazi partileri, uzun zamandır 2014'te kurulan Azov Taburu ile bağlarını koruyor. Aralarında yabancıların da olduğu tabur, 2017'den beri Alman sağcı rock festivallerinde gönüllüler bulmaya çalışıyordu.

ABD ve Birleşik Krallık hükümetleri paralı askerliği kağıt üstünde de olsa yasa dışı hale getirirken, neredeyse yalnızca seyahat etmeme uyarıları yapan Federal Almanya'nın konuyla ilgili sessiz kalması eleştirilere neden oluyor. Diğer yandan hafta başında 27 AB ülkesinin dışişleri ve savunma bakanları "yeni bir güvenlik stratejisi“ oluşturmak üzere Brüksel´de toplandı. En geç 2025 yılına kadar üye ülkelerin askerlerinden oluşan 5 bin kişilik bir askeri güç hazır edilmesine ve Kiev'e 500 milyonluk silah teslimatının ikiye katlanmasına karar verildi. SPD'li Savunma Bakanı Christine Lambrecht'in Federal Ordu'nun 2025´te yeni kuvvetlerin çekirdeğini oluşturacağını duyururken, Federal hükümet AB´nin ek silah teslimatlarına yüzde 26 oranında mali katkı sağlayacağını söyledi.

                                                                     ***