2 Nisan 2022 Cumartesi

TARİHTE BUGÜN (2 NİSAN)

      


OLAYLAR:

      1960 - Moskova'da Bolşoy Tiyatrosu'nda sahneye çıkan opera sanatçısı Leyla Gencer, Verdi'nin La Traviata adlı yapıtında büyük başarı kazandı.
  • 1965 - Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri U ThantTürkiye'nin, Kıbrıs özel temsilcisi Galo Plaza'nın görevine son verilmesi isteğini reddetti.
  • 1966 - Fransa'da NATO üslerine karşı çıkılınca Türkiye'deki üslerin durumu gündeme getirildi. Başbakan Süleyman Demirel, "Türkiye'de ABD üssü yoktur, tesisi vardır" dedi.
  • 1967 - Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başkan Johnson'un davetlisi olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. Sunay'ın gezisinin ilk gecesinde Washington'daki Türk Elçilik binasına bomba atıldı.
    1968 - 308 üniversite öğretim üyesi Kuzey Atlantik Antlaşma Örgütü (NATO) ile ilişkilerin yeniden ele alınmasını istedi.
    1968 - İzmir'de bir köpeğe kalp nakli ameliyatı yapıldı; köpek ameliyattan kısa bir süre sonra öldü. 
    1971 - Ankara Sıkıyönetim Komutanı Semih Sancar, sıkıyönetim savcılarını eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi'ne 3 Nisan 1972 günü cevap verdi. Sancar, sıkıyönetim savcılarının aşırı sağın temsilcileri oldukları suçlamalarını reddetti.
    1971 - Başbakan Nihat Erim, reform programını TBMM'ye sundu.
       1971 - Bülent Ecevit ve arkadaşlarının muhalefetine rağmen Cumhuriyet Halk Partisi, Erim hükümetine        güvenoyu verme kararı aldı
  • 1971 - TÜSİAD kuruldu.
  • 1972 - Charlie Chaplinkomünist sempatizanı olduğundan kuşkulanıldığı McCarthy döneminde, 1952'de terk ettiği ABD'ye onca yıl sonra ilk kez ayak bastı. Eski ülkesine Oscar özel ödülünü almak için gelmişti.
  • 1974 - Türk Hükümeti, Yunan karasularının 12 mile çıkarılmasını kabul etmeyeceğini, Ege'nin bir Yunan gölü haline getirilmesinin söz konusu olamayacağını, diplomatik kanallarla Yunanistan'a bildirdi.
  • 1975 - Toronto'daki (Ontario-KanadaCN Kulesi tamamlandı: Kule, 553,33 m ile dünyanın en yüksek 3. binası.
  • 1975 - Rus satranç ustası Anatoli KarpovAmerikalı Bobby Fischer'in kendisine karşı müsabakaya çıkmayı reddetmesi ile, henüz 23 yaşında "dünya satranç şampiyonu" ünvânını kazandı. 
  • 1976 - İlk Türk Turizm Kurultayı İstanbul'da toplandı.
    1978 - Dallas dizisi, Amerikan CBS televizyonunda ilk kez yayımlandı.
  •  1981 - İstanbul Sıkıyönetim Askeri Savcılığı, DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk ve 149 arkadaşı hakkında "işçileri siyasi mahiyette yasadışı greve teşvik ettikleri ve Sıkıyönetim Komutanlığı'nın emirlerini dinlemedikleri" gerekçesiyle dava açtı.
  • 1982 - ArjantinFalkland Adaları'nı işgâl etti.
  •  1984 - Çankırı'da ayetli bayrakla karşılanan Başbakan Turgut Özal hakkında açılan soruşturma düştü.
  • 1984 - Soyuz T-11 uzay aracının ekip lideri Rakesh Sharma, uzaya gönderilen ilk Hint ünvânını kazandı.
  • 1987 - İstanbul'da yapılan ECO toplantısında, Türkiye, Pakistan ve İran, uzaya ortak bir haberleşme uydusu fırlatmayı kararlaştırdı.
  • 1989 - Mihail GorbaçovKüba lideri Fidel Castro ile görüşmek ve iki ülke arasındaki anlaşmazlıkları gidermek amacıyla Havana'ya gitti.
  • 1990 - Ankara Devlet Tiyatrosu İrfan Şahinbaş Atölye Sahnesi açıldı.
  • 1990 - Siirt'in Batman ilçesinde 15 bin esnafın katıldığı kepenk kapatma eylemine güvenlik güçleri müdahale etti. Kepenkleri balyozlarla açtı.
    1991 - Özel üniversitelere şartlı izin verildi.
  • 1992 - Mafya patronu John Gotti, "adam öldürmek" ve "haraç almak" suçlarından New York'ta tutuklandı.
  • 1992 - ErmenistanKelbecer'i işgal etti.
  • 2001 - Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi, İtalya'dan Türkiye'ye iade edilen Mehmet Ali Ağca'nın gasp suçundan 7 yıl 2 ay ağır hapis cezasına mahkum edildiği kararı onadı.
  • 2001 - İBDA/C örgütü lideri "Salih Mirzabeyoğlu" kod adlı Salih İzzet Erdiş, "anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye kalkışmak" suçundan idâm cezasına çarptırıldı.
  • 2002 - PKK, birçok Avrupa ülkesinde, yasaklanmasının ardından adını KADEK (Kürdistan Demokrasi ve Özgürlük Kongresi) olarak değiştirdi.
  • 2003 - Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesi, Manisalı gençler davasında biri başkomiser 10 polisin, 60 ile 130 ay arasında değişen hapis cezalarına çarptırılmalarına ilişkin kararı onadı.
  • 2007 - Büyük Okyanus'ta meydana gelen 8,1 büyüklüğündeki depremin oluşturduğu tsunamiSolomon Adaları'nı vurdu: 28 kişi öldü.
  • 2009 - İstanbul, İzmir ve Ankara'da düzenlenen eş zamanlı operasyonda, İMKB'de manipülasyon yaptıkları iddia edilen 48 kişi gözaltına alındı.
  • 2018 - Ekim 2017 tarihinde geçmesi beklenirken; iki kez ertelenerek bu tarihte geçişi yapılan, Pasaport ve sürücü belgeleri daha önce emniyet dairelerinden veriliyordu. Resmi ile hizmet pasaportu ve hususi pasaportlar il nüfus müdürlüklerinden temin edilebilecek. Diğer umumi pasaportlar ve sürücü belgeleri ilçe müdürlüklerinden temin edilebilecek.
  • 2020 - Doğrulanmış COVID-19 vakalarının sayısı dünya çapında 1 milyonu geçti



      
ÖLÜMLER:
      


Königsberg köprüleri ve uluslararası ilişkilerde çözümsüzlük - Erhan Nalçacı / SOL

 '21. yüzyılın temel sorunu, bütün dünyada sermayesiz ve emekçilerin egemenliğinde ulusların nasıl yaratılacağıdır.'

Her hafta sıkıntılı konulardan mı bahsedeceğiz, bu sefer eğlenceli bir problemimiz var:

18. yüzyılda Doğu Prusya’nın başkenti olan Königsberg halkı tarafından tanımlanan problem Königsberg’in köprüleri ile ilgili. Kenti parçalara ayıran Pregel Nehri’nin üzerinde 7 köprü inşa edilmiştir. Bu 7 köprünün tümünden yalnızca bir kez geçilerek bir yürüyüş yapılabilir mi? Vaktiniz varsa problemin çözümünü aşağıdaki orijinal Königsberg haritası üzerinde deneyebilirsiniz.

(18. yüzyılda Königsberg kentini gösteren haritada Pregel Nehri ve üzerindeki 7 köprü görülüyor. Bu köprülerin tümünden ve her birinden yalnızca bir kez geçerek bir yürüyüş yapabilir misiniz?)


Bu problemi 1736’da ünlü matematikçi Leonhard Euler çözer, daha doğrusu bu yürüyüşün imkânsız olduğunu matematiksel olarak ispatlar. Ayrıca köprülerle bağlı bir alanda ve köprülerden tek sefer geçilerek yürünebilmesi için bir formül önerir. Böylece bugün matematiğin çok önemli bir alanı olan topolojinin temelleri atılır.

Königsberg’in bu köşeye matematikle ilgisi yüzünden girmediğini tahmin edebilirsiniz. Aşağıda 2. Dünya Savaşı’ndan sonra adı Kaliningrad olarak değişen kentin coğrafi konumu görülüyor. Geçen hafta Biden’ın Polonya ziyareti esnasında bir Polonyalı General Kaliningrad’ın Polonya’ya dâhil edilmesini isteyen bir demeç verdi.

Buradan yola çıkarak “Toprak parçalarının uluslar arasında en az yedi kere el değiştirmesi engellenebilir mi?” diye bir problemi çözmeye çalışacağız.

(Haritada Kaliningrad’ın stratejik konumu görülüyor. İkinci Dünya Savaşı’ından sonra Almanya’dan Sovyetler Birliği’ne geçen Königsberg’in adı Kaliningrad olarak değişti. Sovyetler Birliği döneminde Baltık ülkeleri (Letonya, Latvia ve Estonya) Sovyet Cumhuriyetleri oldukları için karasal bağlantı sorunu bulunmuyordu. Ancak karşı devrim sonrası Sovyetler Birliği’nin parçalanması ile Rusya’ya bağlı kalan Kaliningrad’ın Rusya ile karasal bağlantısı kopmuş oldu. Ayrıca Kaliningrad üzerinde tasarruf hakkı işçi sınıfından Rus sermaye sınıfına geçti. Bugün Rusya’nın Baltık Donanmasına ev sahipliği yapan bu bölge Batı emperyalizminin iki gerici unsuru olan Polonya ve Letonya ile sarmalanmış durumda.)

1255 yılında kent olarak kurulan ve kralı onurlandıran Königsberg (Tanrıdağı) isminin emektar Bolşevik, 1919-1946 yılları arasında Yüksek Sovyet Prezidyumu’nun başkanlığını yürüten Kalinin’in adı ile değiştirilmesine hiçbir itirazımız olamaz.

Ancak Polonyalı generalin arzusunu bir sayıklama olarak değil, Polonya sermaye sınıfının arzusu olarak almak daha doğru. Dolayısıyla yakın vadede gözükmese de, paylaşım savaşının Avrupa’ya sıçraması durumunda Kaliningrad’ın tekrar el değiştirmesi söz konusu olabilir.

Zaten bizim problemimiz de bununla ilgili, bir toprak parçasının fetihler, ilhaklar veya tahakkümler aracılığı ile el değiştirmesinin önlenmesi mümkün mü diye soruyoruz.

Reform yanlısı ve Protestanlığın kalelerinden olan Königsberg defalarca el değiştirdi. Yedi Yıl Savaşları esnasında Rus İmparatorluğu’na geçti, Polonya’nın paylaşılmasıyla Prusya kenti oldu, Napolyon Savaşlarında işgal edildi vb.

Naziler Almanya’da 1933’te iktidara geldiğinde Königsberg Almanya’ya bağlıydı ve nüfusunun çoğunluğu Alman kökenliydi. Hitler’in 1934’de 25 bin kadar destekçisine konuşma yaptığı kentte Naziler oyların yüzde 54’ünü almıştı. Yahudi kökenli vatandaşlara saldırılar, komünistlere dönük cinayetler ve meydanlarda kitap yakmalar Königsberg’te de yaşandı.

Batı emperyalizminin bugün Ukrayna’daki faşistlere olan desteğinin tesadüf olmadığı bir kez daha tarih bize hatırlatıyor.

Ayrıca Königsberg’te tarih bize ABD ve İngiliz emperyalizminin ne kadar gaddar ve kan dökücü olduğunu da anımsatıyor. Daha önce bu köşede ABD ve İngiliz Hava kuvvetlerinin İkinci Dünya Savaşı esnasında Dresden’i nasıl hunharca bombaladığından bahsetmiştik. Königsberg de İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından yangın bombaları ile Ağustos 1944’ün sonlarında bombalandı, günlerce yanan tarihi şehir büyük ölçüde tahrip oldu.

ABD ve İngiltere hem Kızıl Ordu’nun girip alacağı sağlam bir kent bırakmak istemiyor hem de Sovyetlere “bakın ne kadar gaddar olduğumuzu görün” mesajı veriyorlardı.

Oysa Kızıl Ordu 1945’te sokak sokak savaşarak üç aylık bir kuşatma sonucu kenti ele geçirecekti.

1946’da kentin adı Kaliningrad olarak değiştirildi, geride kalan Alman nüfus Sovyetler Birliği bölgesinde kalan Almanya’ya göç ettirildi ve yerine çoğu Rus olmak üzere Sovyet halklarından insanlar gelip yerleştiler. 

Şimdi sorumuza yanıt verebiliriz. Bugün olduğu gibi ulusların hâkim sınıfı sermaye sınıfı olduğu sürece coğrafyaların ilhakının, el değiştirmesinin sonlanması imkânsız. Euler’in matematik ispatı kadar gerçek olan şey, sömürücü bir sınıf olan sermayenin aç gözlülüğü ve hırslarının savaşların ve ülke parçalarının el değiştirmesinin esas nedeni olduğudur. Emperyalizm devam ettiği sürece sosyalist devletlerin varlığı da ilhak ve sınır değişikliğini engelleyememektedir.

21. yüzyılın temel sorunu, bu nedenle, bütün dünyada sermayesiz ve emekçilerin egemenliğinde ulusların nasıl yaratılacağıdır. Böyle bir dünya ele geçirmeye değil, doğal olarak bütünleşmeye ve sınırların erimesine dayanacaktır.

 Erhan Nalçacı / SOL


Zenginleri neden yemeliyiz? - Orhan Gökdemir / SOL

 'Yıllar önce Avrupa’da bir gösteri sırasında duvara yazılmıştı o söz; 'Ekmek bulamıyorsanız zenginleri yiyin' diyordu. Tükendi ekmek, açlıktan hastalıktan kırılıyoruz. Zenginleri yiyeceğiz mecburen!'



Forbes, aynı adlı aileye ait bir Amerikan “iş dünyası” dergisiydi. 2014 yılında Hong Kong merkezli bir yatırım grubuna satıldı. Dergi, düzenli olarak en zengin Amerikalıların, dünyanın en güçlü insanlarının ve milyarderlerinin listelerini yayınlıyor. Hepi-topu bir avuç insandır. Geçen yıla ait listede 2 bin 755 milyarder vardı mesela. Bu bir avuç unsurun serveti bir yıl içerisinde yüzde 60'tan fazla artarak 8 trilyon dolardan 13,1 trilyon dolara yükselmişti. Ölçek olsun, aynı yıl ABD’nin bütçesi 4,8 trilyon dolardı

Listede ilk beşi sırasıyla 177 milyar dolar servetiyle Jeff Bezos, 151 milyar dolarla Elon Musk, 150 milyar dolarla Bernard Arnault, 124 milyar dolarla Bill Gates ve 97 milyar dolarla Mark Zuckerberg paylaşıyordu. Bu ilk beşin toplam serveti yaklaşık 700 milyar dolardır.


Bizdeki ilk beş ve servetleri şöyledir: Murat Ülker-6,3 milyar dolar, Ferit ve Filiz Şahenk-5,3 milyar dolar, Rahmi Koç ve Semahat Arsel-4,6 milyar dolar, Sezai Bacaksız ve Nihat Özdemir-4,6 milyar dolar ve Erman Ilıcak-4,4 milyar dolar… Bu da yaklaşık 26 milyar dolardır. Türkiye’nin aynı yıl bütçesi 1 trilyon liranın biraz üzerindeydi. Beş kişinin servetinin toplamı bu bütçenin yarısına yakındır. 

Yakından bakarsanız göreceksiniz; listenin başında İslamcı bir aile vardır. Çoğu iktidarın ayrıcalıklı müteahhitleri arasındadır, özelleştirmeden yok pahasına kapattıklarıyla ve ballı ihalelerle semirmişlerdir. Cumhuriyetin rantını yiyerek semiren Sabancı ve Koç Ailesi’nin listelerde birden fazla üyesi bulunmaktadır. Bu isimler “Forbes Listesi” ortaya çıktığından bu yana listenin demirbaşlarıdır. Öte yandan özellikle son 10 yılda listede basamakları üçer beşer atlayarak tırmanan bazı aileler vardır. Bunların başında Limak, Cengiz ve Demirören aileleri gelmektedir. En zengin ilk 100 Türk listesini oluşturanlar birbiriyle akrabalık ilişkileri de olan saf bir sınıf görünümündedir.

Bu yüz kişinin serveti krizlere, salgınlara, afetlere, savaşlara rağmen düzenli olarak artmaktadır. Salgınla sarsılan 2020 yılında en zengin 100 kişinin serveti bir önceki yıla göre 5 milyar 225 milyon dolar artarak 100 milyar 400 milyon dolara çıkmıştı. 2021’de salgına rağmen servetlerinin üzerine bir yüzde 50 daha eklediler, daha bir zenginleştiler. Toplayın çıkarın, en zengin yüz asalak, ülkenin geri kalanına bedeldir. 85 milyonluk ülke bu yüz kişiyi beslemek için çalışmaktadır. 85 milyon yurttaşımız, bu 100 kişi servetlerini büyütsün diye açtır, açıktadır.  

***

Daha bunun bankası şusu busu var. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) Şubat ayı verilerine göre bankaların kârı ilk iki ayda geçen yıl ilk iki aya göre yüzde 323 artarak 38 milyar 999 milyon liraya yükseldi. Kamu mevduat bankalarının kârı yüzde 1.682 artarken yerli özel mevduat bankalarının kârı yüzde 358, yabancı mevduat bankalarının kârı ise yüzde 179 yükseldi. 

“Ekonomist Reis”in mucizelerinden biridir bu da. Politika faizinin yüzde 14’e düşmesinin ardından mevduata düşük faiz uygulayan bankalar bu paraları yüzde 28 ila yüzde 40 arasındaki oranlarla tüketicilere, esnafa ve üreticilere sattılar. Ortaya böyle dev bir kâr çıktı. İnanılmaz bir soygun düzeni kurduklarının en somut delilidir. 

***

Son 20 yılda dünya ekonomisi 2009’da yaşanan durgunluğa rağmen yaklaşık yüzde 69 oranında büyüdü. Fakat bu büyümenin yoksullara hiçbir faydası olmadı. Dünya nüfusunun yüzde 84’ü halen günlük 20 dolar ve altında bir gelirle yaşıyor.

Peki büyüyen ne? 2016’da dünyada varlığı 1 milyar doları aşan 1.810 kişi vardı. Bir yıl sonra bu sayıyı 2 bin 43’e yükseldi. Geçen yıl 2 bin 755 kişi olmuşlardı. 2000’de Forbes’un milyarderler listesindeki ilk on zenginin toplam varlığı 270 milyar dolar iken, 2017’de 612,5 milyar dolar oldu. Dünya ekonomisinin yüzde 70 bile büyümediği bir zaman aralığında ilk on zenginin varlığı 2,2 katına çıktı.

Dünya Eşitsizlik Raporu'nun 2021 sonuçlarına göre en tepedeki yüzde 1, 1990'ların ortasından bu yana biriken tüm servetin yüzde 38'ini; en alttaki yüzde 50 ise bu servetin sadece yüzde 2'sini aldı. 

Bizdeki rakamlar da dünyadakine paraleldir. Aynı dönemde serveti 1 milyar doları aşıp Forbes’un listesine giren zengin sayısı 4’ten 29’a çıktı. Bu listede olanların toplam serveti 2000 yılında 21 milyar dolar iken 2017’de 48,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2015 yılı itibariyle Türkiye’de en zengin yüzde 20’nin geliri, en düşük gelirli yüzde 20’nin gelirinin 7,6 katıdır. Dünya Eşitsizlik Raporu'na göre Türkiye'de en zengin yüzde 10 tüm gelirin yüzde 67'sini alıyor. Geriye kalanın yüzde 4’ünü en yoksul yüzde 50, yüzde 29’unu ortadaki yüzde 40 paylaşıyor.

İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, dünyanın en zengin 2 bin 153 kişinin elinde bulunan servetin 4,6 milyar kişinin toplam servetinden fazla olduğunu açıkladı. Yani bir avuç asalak dünyanın yarısının kanını emerek beslenmektedir. Yoksulluk varsa, açlık varsa, susuzluk, cahillik, kıtlık, savaş varsa bu iki bin küsur asalak yüzündendir. Adı geçen kuruluş da diyor ki, “aşırı servet, işlemeyen bir ekonomik sistemin emaresidir.” Ortada bir sistem de yoktur aslında, çürümüş, kokuşmuş bir yapı vardır. Bu tekelci düzen her şeyiyle büyük bir iktisadi çöküşün ve tabii dehşetli bir insani dramın müsebbibidir. 

***

“Kapital”inde Marx, kapitalist üretimin üç temel olgusunu şöyle sıralıyor:

1) Üretim araçlarının az sayıda elde toplanması ve böylece bunların, doğrudan kullanan işçilerin mülkiyetinden çıkıp, toplumsal üretim güçleri halini alması,

2) Emeğin kendisinin toplumsal emek halinde örgütlenmesi,

3) Dünya pazarının yaratılması.

Emekçinin üretim araçlarına erişmesi imkânsız hale getirilecek ve bu yolla özgürleşmiş emekçi, emek gücünü ücreti karşılığında kiralamaya, üretici yeteneğini başkasına devretmeye razı edilecek. Böylece emek emekçiden ayrılacak, bir toplumsal ilişki biçimi olmaktan çıkıp nesneleşecek. Bu özgürleşmenin ardından ücretli emekçiler büyük sayılar halinde fabrikalarda toplanacak ve üretimin ihtiyaçlarına göre yeniden organize edilecek. Üretim arttıkça, ulusal sınırlar aşılacak ve dünyanın kendisi bir pazar haline getirilecek. Piyasa toplumuna giriştir. 

Bu kehanet bugün en aşırı biçimlerine bürünmüştür. Büyük sermaye sadece emekçileri değil, küçük sermayedarları da mülksüzleştirerek ilerledi. Dünya pazarını ele geçirerek ilerlerken dünyanın büyük bir bölümünü de Sanayi Devrimi’nin başında köylüleri düşürdüğü o vahşet durumuna geri döndürdü. Dünya artık sayısı belli bir avuç zenginden ve onların sürekli açlık sınırına doğru ittiği milyarlarca yoksuldan oluşuyor. Mülkiyet tekelleşti, serbest rekabet sizlere ömür. 

“Emperyalizm”inde Lenin ekliyor; “Serbest rekabet genel olarak kapitalizmin ve meta üretiminin temel özelliğidir. Tekel, serbest rekabetin tam karşıtıdır. Fakat serbest rekabet gözlerimizin önünde tekele dönüştü; küçük sanayinin yerine büyük çaplı sanayi ortaya çıktı; büyük çaplı olanın yerine daha büyük çaplı olan geçti; üretim ve sermayenin yoğunlaşması, içinden tekelin çıktığı ve halen çıkmakta olduğu noktaya kadar ilerledi: karteller, sendikalar, tröstler; bunlarla birleşen ve milyarları manipüle eden bir düzine civarında bankanın sermayesi. Serbest rekabetten doğmuş olan tekeller aynı zamanda serbest rekabeti ortadan kaldırmakta, onun üzerinde ve onunla yan yana varlıklarına devam etmektedirler; ve buradan bir dizi, gayet şiddetli, yoğun çelişki, sürtüşme ve çatışma doğmaktadır. Tekel, kapitalizmden daha üst bir düzene geçiştir.” Güzel, meta ihracından sermaye ihracına ve böylece serbest rekabetten tekelciliğe geçmiş oluyoruz. İngiltere dünyanın atölyesi olarak ortaya çıkmıştı, ABD dünyanın bankasına dönüşerek süreci mantıki sonucuna erdirmiştir. Özel mülkiyete dayalı bir düzen, özel mülkiyeti ortadan kaldırarak ilerledi. Tekelci aşamada mülkiyeti bütünüyle ortadan kaldırdı. Mülkiyet bir avuç süper zenginin, sayısı üç bini bulmamaktadır, ayrıcalığıdır artık. 

Ara sonuçları da var bu gelişmenin. Esinini serbest rekabetten alan parlamenter sistem ve ona dayalı demokratik yönetimler de ortadan kalktı bir bir. Tekelcilik kendine doğrudan bağlı diktatoryal iktidarlar istiyor çoktan beridir. Ve bir bütün olarak dünyayı ve insanlığı çürüterek ilerliyor.

***

İşte düzen, işte sonucu. Yeryüzü bir avuç asalak semirsin diye açlık ve yoksulluk içinde kıvranıyor. Bu yaygın acı karşısında dinin ve düzen siyasetinin söyleyebilecek sözü kalmadı. Eşitlikçi bir toplum kurmak, bu acılara son vermenin biricik yoludur artık. 

Yıllar önce Avrupa’da bir gösteri sırasında duvara yazılmıştı o söz; “Ekmek bulamıyorsanız zenginleri yiyin” diyordu. Tükendi ekmek, açlıktan hastalıktan kırılıyoruz. Zenginleri yiyeceğiz mecburen!

Orhan Gökdemir / SOL