27 Nisan 2022 Çarşamba

Selçuklu ve Osmanlı VİP çadırında mı kuruldu! + Yörük festivaline mehter tepkisi: Yörükler mehteri duyunca dağa kaçarmış, ne ilgisi var (Yusuf Yavuz / SOL)

 Selçuklu ve Osmanlı VİP çadırında mı kuruldu! 

Sarıkeçili Yörüklerinin önderi Savran kültürün gerçeği yok olurken sanal etkinliklere milyonlar harcanmasını eleştirerek, 'Yörük ve kültür kelimelerini bu etkinliklerden çıkarın' dedi.


Televizyon ekranlarından pompalanan ve bugünün siyasi atmosferine göre şekillendirilen tarihi dizilerin yarattığı kültürel zehirlenme kendini en çok Yörük-Türkmen festivallerinde göstermeye başladı. Bunlardan biri de Mayıs’ın ilk haftasında Antalya’da yapılması planlanan Uluslararası Yörük-Türkmen Festivali. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği festival için Aksu ilçesinde oluşturulan etkinlik alanında VİP Yörük Çadırı ve VİP tribün gibi uygulamalara yer verilecek olması dikkat çekiyor. Festival alanıyla ilgili hazırlanan krokide bireysel çadır, kulis çadırı ve geleneksel fast-food satış alanları gibi Yörük kültürünü yansıtmayan üniteler yer alıyor. Milyonlarca lira harcanarak yapılması planlanan festivale kimi Yörük dernekleri tepki göstermişti.  Bahar göçü sırasında ziyaret ettiğimiz Türkiye’nin konar-göçer hayvancılık üretimini sürdüren son topluluğu olan Sarıkeçili Yörüklerinin kadın önderi Pervin Savran, kültürün gerçeği yok olurken sanal etkinliklere milyonlar harcanmasını eleştirerek  “Yörük ve kültür kelimelerini bu etkinliklerden çıkarın” dedi.

Antalya Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı tarafından organize edilen Uluslararası Antalya Yörük-Türkmen Festivali’nin, 6-8 Mayıs 2022 tarihleri arasında Aksu ilçesindeki At Çayırı Mevkii’nde yapılması planlanıyor. İhale yoluyla özel bir firmaya yaptırılacak olan festival için yurt içi ve yurt dışından toplam 360 uçak bileti, bir kısmı 5 yıldızlı otellerde olmak üzere 2700 konaklama ve festival boyunca toplam 13 bin kişilik yemek alımı yapılması planlanıyor.

Perge Antik Kenti yakınındaki At Çayırında Yörük festivali

Büyükşehir belediyesi yetkililerince resmi bir rakam açıklanmadı ancak yaklaşık 20 milyon lirayı bulan bir bütçeye mal olacağı öne sürülen festivalin belediye eliyle yapılmasına kimi Yörük derneklerinin yöneticileri tepki göstermişti. Aksu ilçesinde bulunan Perge antik kenti yakınlarında bir mera alanı olan At Çayırı Mevkii’nde yapılması planlanan festivalle ilgili hazırlıklar sürerken etkinlik alanında VİP Yörük çadırının kurulacağının belirtilmesi dikkat çekiyor.

Festival alanında VİP çadırı ve otopark uygulaması

Yaklaşık 400 dekarlık bir alanda kurulumu başlanan etkinlik alanıyla ilgili hazırlanan krokide, güvenlik koordinasyon çadırı, İtfaiye çadırı, yönetim/hizmet çadırı, basın çadırı, kulis çadırı, VİP çadır, VİP tribün, halk tribün, ilçe belediyeleri çadırı, muhtarlar derneği çadırı, kare çadır, bireysel çadır, Federasyon çadırları, bilimsel etkinlik çadırları, yuvarlak çadır, kare çadır ve geleneksel fast-food satış alanı gibi üniteler yer alıyor. Festival alanında ayrıca 164 araçlık VİP otopark, 5650 araçlık da halk otoparkı kurulurken, kamp çadır alanı, karavan otopark ve çocuk oyun alanları da oluşturulacak.

Etkinliklerin yapılacağı alanda arkeolojik sit alanı çıktı

Festivalin koordinasyonunu üstlenen Antalya Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Durmuş Ali Arslan, 2 Nisan’da sosyal medyadan yaptığı videolu paylaşımda Aksu’daki festival alanını tanıttı. Festival alanının bir kısmında 1. Derece arkeolojik sit alanı ortaya çıktığını ancak Koruma Kurulundan izin alındıktan sonra iş makinelerinin alanda çalışmaya başladıklarını dile getiren Arslan, “İzinleri aldıktan sonra bizim iş makinalarımız çalışmaya başladı mera içerisinde. Bütün daire başkanlıklarımız ortak güzel bir çalışma yaptı. Fen işleri dairemizin araçları, arazözleri, beko loder’ları, kazıcıları, yükleyicileri. Dört dairemizin de burada makineleri çalıştı ve çok şükür bugün itibariyle bu alanı festivale hazır hale getirdiklerini görüyorum” ifadelerini kullandı.

'Pislikler giderilince mükemmel bir alan ortaya çıktı'

Alanın pırıl pırıl ve çok güzel olduğunu dile getiren Arslan, videolu paylaşımında “Ben de bir Aksulu ve bu işin başında birisi olarak başkanımıza teşekkür ediyorum. Çok güzel bir etkinlik alanı, mükemmel bir alan ortaya çıktı pislikleri giderince” dedi.

''Gastronomi alanı ve profesyonel aşçıların sunum alanları'

Hazırlıkların sürdüğü festival alanından 22 Nisan’da bir paylaşım daha yapan Durmuş Ali Arslan, kurulumun son sürat devam ettiğini belirterek, gastronomi alanı, profesyonel aşçıların sunum alanları ve yöresel ürünlerin satılacağı üniteleri tanıtarak, “Şu an dernekler de çadırlarını kurmaya başladılar. İnşallah burada 29 Nisan’a kadar kurulmamış hiçbir sistem kalmayacak. Sabırsızlıkla bekliyoruz” diye konuştu.

'Türkiye'nin en büyük Yörük Türkmen festivali'

Antalya Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanı İsmail Oskay ise “Türkiye’nin en büyük Yörük-Türkmen festivali için hazırlıklarımız yoğun bir şekilde devam ediyor” paylaşımında bulundu.

CHP'li belediye Bilal Erdoğan'dan rol mü çalıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da yöneticisi olduğu Okçular Vakfı’nın Ahlat başta olmak üzere ülkenin değişik kentlerinde yaptığı etkinliklerin bir benzerine sahne olmaya hazırlanan Antalya’daki festival alanına film setini andıran çadır görünümlü ünitelerin kurulumu sürüyor. Akdeniz’in doğusunda ise gerçek kıl çadırların yüklendiği son göçerlerin develeri ise bu günlerde zorlu göç yolunda.

Gerçek Yörük göçü tüm zorluklara karşın başladı

Ülkenin siyasi ve ekonomik gündeminin arasında bir yanda üretim araçları ve yaşadıkları coğrafyaları ellerinden alınarak kentlere doluşturulan kitlelerin kimlik arayışını siyasete tahvil etme yarışındaki belediyelerin ‘Yörük’ etkinlikleri, diğer yanda ise öykünülen kültürün gerçeğini yaşatmak için mücadele veren gerçek konar-göçerlerin çığlığı var. Ancak bu çığlık ülke gündeminin kasveti arasında yeterince duyulmuyor.

Sarıkeçili Yörükleri Akdeniz sahilinden Toroslara yürüyor

Türkiye’de geleneksel konar-göçer keçi yetiştiriciliğini halen sürdüren son topluluk olan Sarıkeçili Yörüklerinin önderi Pervin Savran, belediyelerin yaptığı bu tür festivallerin Yörük kültürüne hizmet etmek bir yana bu kültürü yozlaştırıp yok ettiği eleştirisinde bulunuyor. Sarıkeçili Yörüklerinden yerleşik hayata geçmemiş olan yaklaşık 150 aile kış aylarını Mersin’in Aydıncık, Gülnar ve Mut ilçeleri sahillerinde, yaz aylarını ise Karaman ve Konya’nın yaylalarında geçiriyor. Keçi sürüleri, develeri ve çoban köpekleriyle birlikte az sayıdaki eşyalarını sırtlayıp yollara düşen Sarıkeçililer, yılda iki kez Torosları aşarak yaklaşık 500 kilometreyi bulan bir yolculuk yaparak dikey göçü sürdürüyorlar.

Pervin Savran ile göç yolunda konuştuk

Geçtiğimiz günlerde bahar göçü öncesinde Mersin Aydıncık’taki kış yurdunda ziyaret ettiğimiz Pervin Savran, Sarıkeçililer Yaşatma ve Dayanışma Derneği’nin de başkanlığını yürütüyor. Kendisi de bir Çoban olan Savran, yaşadıkları tüm zorluklara karşın bu kültürü yaşatmak için verdikleri mücadeleyi anlattı. Şu günlerde sahilden Torosların yüksek kesimlerine doğru göçün sürdüğünü dile getiren Savran, Gülnar, Mut ve Silifke güzergâhlarından yaylalara doğru yaptıkları göçler sırasında karşılaştıkları zorlukları şöyle dile getiriyor: 

'Keçilerimiz karayolundan geçerken telef oluyor'

“Göç yolundaki üç güzergâhta da büyük sıkıntılar var. Ekim-dikim sahaları ve tarlalar ekili olunca yollarımız kapanıyor. 2015’te bizim göç yollarımızla ilgili yapılan tescil çalışması henüz resmiyet kazanmadığı için göçerken çok zorluk yaşıyoruz. Zaman zaman mecburen karayolundan da geçmek zorunda kalıyoruz. Karayolundan geceleri geçiyoruz ama sürücüler yolda keçi sürüsünü görünce sürekli korna çalıyor. Yollar kendilerinin gibi davranıyor. Hayvanlar ne korna sesine ne de ışığa alışkın değil. Zaman zaman kazalar yaşanıyor, keçilerimiz telef oluyor. Sadece bir ailemizden geçen yıl 20, bir önceki yıl 60 tane keçi telef oldu bu yüzden. Zaman zaman bu sayılar artıyor. Örneğin dün Gülnar’da Dayıcık Mevkii’nde bize ‘geçemezsiniz’ dediler. Jandarma ve köylüler geldi, canhıraş şekilde sorunumuzu Karakol komutanına ilettik. Bize ‘şikâyet var’ dediler. Ankara’dan bir doktor gelmiş, buradan arazi almış. Daha tel çekmemiş arazisine ve ‘bu bölgeden Yörük geçmesin’ diye şikâyette bulunmuş. Dün bu sorunlarla uğraştım. Bu gece yine göçümüz var. Köy yollarına ulaşana kadar Ermenek-Mut karayolunun bir bölümünü kullanacağız. Yolun bir kısmından göç ediyoruz. Keşke bir ekip bu konuda yardım etse, sürücüler için uyarı işaretleri konulsa. Böylece uyarıyı gören sürücüler kornaya basmaz, araçlarının hızını yavaşlatır. Bizim keçilerimiz bile yolu nasıl kullanacağını biliyor ama karşıdan gelenlere bunu anlatamıyoruz ki. Burası eskiden bizim göç yolumuzdu, sonra karayolu yapıldı.”

'Büyük etkinlik yaparak Yörüklüğe hizmet hizmet edilmiyor'

Binlerce yılı aşıp bugüne ulaşan göçü sürdürebilmek için verdikleri mücadeleye rağmen bu kültüre hizmet etmeyen devasa bütçeli Yörük Festivallerine yönelik tepkisini de dile getiren Pervin Savran, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği festival için kendisini de aradıklarını ancak derdini anlatamadığını söylüyor. Anlatamadığı derdin ne olduğunu sorduğumuz Pervin Savran şunları dile getirdi: “İçim yanarak söylüyorum: Belki bugün bu söylediklerimi anlamayacaklar ama yakın gelecekte mutlaka daha iyi anlaşılacaktır. Doğayla barışık yaşayan bu kültür yok olurken, doğaya zarar verecek uygulamalarla yapılan festivaller yaşadığımız yok oluşu hızlandırıyor. Yaşatmaya gücünüz yetmiyorsa bari yok oluşa meydan vermeyin. Sadece Antalya için değil, bütün dünya için bir çağrıda bulunuyorum: Yaşadığımız alanların yok oluşunu hızlandıracak her türlü adımdan kaçınmak zorundayız. Yörük demek; eşyası, evi,  yediği- içtiği doğanın içerisinde olan, doğayı yok etmeden oradan oraya göçen demektir. Yörük göç yolunda öldüğü yerdeki toprağa gömülen demektir. Bu bir yaşama biçimidir. Büyük etkinlik yapmakla Yörük olunmuyor, Yörüklüğe hizmet edilmiş olunmuyor. Boynuna poşu takıp, çadırlarda ağalık yapmakla Yörük olunmuyor.

'Bütün bunlar Yörüklüğün yok edilişi demektir'

Yörüklük, parayla satın alınabilen ağalık, beylik, analık, bacılık, hatunluk unvanı değildir. Bu tür insanlara sormak istiyorum: Dağdaki bir oğlağın meleyişinden bir şey anlayabilirler mi? Bir çocuğun susuzluğunu, açlığını hissedebilirler mi bunlar? Bu unvanlar için verilen rakamların yüz katını dağıtsanız bir oğlağın, bir çobanın, bir çocuğumuzun gönlündeki doğa aşkını anlayabilirler mi? Bir damla su ulaştırabilirler mi? Bunu düşünüyorum kendi kendime. Kim daha güzel kilim dokudu, kim daha güzel yoğurt, peynir mayalamayı başardı. En güzel tekeyi, koçu kim yetiştirdi. Kim geçmişten gelen dokumalarımızı yaşatmak için çaba harcıyor, bunları kim destekliyor? Böyle bir amacı var mı bütün bu etkinliklerin. Böyle bir yüreğe sahip olanlar var mı? Yoksa bu yaptıklarımızla kültürü yaşatmak yerine yok etmeye devam mı edeceğiz? Bütün bunlar resmen Yörüklüğün yok edilişi demektir. Oradan buradan, derme çatma bir şeyler toparlayıp yapılan işlere Yörük kültürü demesinler. İlla ki diyeceklerse de bu kültüre sahip çıksınlar.”

VİP çadır eleştirisi: 'Kimi kimden ayrıştıracağız'

Antalya’da hazırlıkları süren festival alanında VİP çadır ve tribün uygulamasını da eleştiren Pervin Savran, “VİP gibi uygulamalar Yörük kültürü yaşıyorsa bile bunun yok edilmesi anlamına geliyor. Yapılan masraflardan daha büyük bir zarar bu uygulama. Bu kültürü ayrıştırmak, bölmek anlamına geliyor. Kimi kimden ayrıştıracağız. Yörük kültüründe bu tür ayrıştırmalar yoktur” görüşünü dile getiriyor.

Biz haykırmaya devam edeceğiz: Yanıyoruz, doğamız yanıyor

Son yıllarda Yörük kimliği üzerinden siyaset yapılmasına da karşı çıkan Savran, sözlerini şöyle sürdürdü: “Siyaset,  seyislikten geliyor. Seyislik de at terbiyeciliği demek. Eskiden daha iyi yararlanmak için atlara ala şeker verilirdi. Şimdi bunlar milletin gözünü boyayarak yapacakları siyasetin zeminini oluşturuyor. Akıllı olan insanlar buna alet olmaz. Bunların tek düşüncesi oraya gelmek. Vatandaşın sorunu onları ilgilendirmiyor. Onların tek bir sorunu var;  ne kadar aldatabilirlerse o kadar kazançlılar.  Memleketimizde siyaset de şirket gibi oldu. Ben öyle düşünüyorum. Bundan 30 yıl önceki siyasetin bir amacı vardı, herkesin bir ideali vardı. Şimdi kişisel çıkar peşinde koşmaya dönüştü. O zaman adam gibi şirket kurun ticaretinizi yapın. Siyasette bu kadar ticaretin dönmemesi lazım. Benim gönlüm buna razı olmuyor. Kültürü, doğayı, siyasete alet etmeyin. Yörük şenliği de siyasetin parçası. Ben açık konuşurum. Yaşamında bir şey yok. Beline bir kuşak takan, boynuna bir poşu bağlayan, bu yapılanların sarhoşluğu içinde bu söylediklerimizi duymayacaklar. Ama bunların dışındakiler anlayabilir. Biz haykırmaya devam edeceğiz: Yanıyoruz… Yanıyoruz…  Doğamız yanıyor… Bu yangını körüklemek yerine buna bir çare arayalım hep beraber.

'Oteller, uçak biletleri ve milyonlar kültürü yok ediyor'

Ben şöyle bir şey söyleyeceğim; idareci diye tabir edilenler kendini idare edemeyen insanlar. Gelin şu yoldaşların (keçilerin) hiç değilse bir 20-30 tanesine yoldaşlık edin de idareci olup olmadığınızı görelim. Ya da ‘bakan’ deniliyor… Bunlar nereye bakıyorlar. Cebine mi bakıyor, bankamatiğe mi bakıyor, ayın sonuna mı bakıyor? Yoksa senin benim hakkımı gasp etmeye mi bakıyorlar. Ya da yerelde idareciler seçiliyor, geçici bir süreliğine yetki veriyorlar, o zannediyor ki ‘bu yetkinin tamamı bende. Bütün her şeyi yok edebilirim. Kültürü de yok edebilirim.’ Bizim zerresi telef olmasın diye dibine su döktüğümüz ağacı keserek; doğaya çöp bırakmayalım diyerek çekindiğimiz, bulaşığı yeri geldiğinde odun külüyle yıkayarak doğa kirlenmesin diye uğraştığımız bir dönemde kendi kabımızı kendimiz üretirken onlar ne yapıyor? Yok oteller, yok uçak biletleri, yok milyonlar… Senin benim cebimden gelen vergilerle… Biz çoluk çocuğumuza alamadığımız bir tek şekerin hesabını yaparken onlar hakkımızı gasp ederek bir yerde kültürümüzü de yok ediyorlar. Bunların ömrü çok azdır. Bunlar gerçeği, geleceği göremiyorlar. Yaşamdaki gerçekliğin ne olduğunu farkına varsalar bu zararı vermezler. Önce doğaya, sonra tüm canlılığa zarar veriyorlar.

'Kültürü yaşatacaksanız gezici su tankeri sağlayın'

Bakın, su yok. Kilometrelerce su getirmek zorunda kalıyoruz. Şu canlılara bari bir yararınız dokunsun. Sormuyorlar, ah bir sorsalar bu kültürü yaşatacaksanız hodri meydan. Bir gezici su tankeri sağlayın. Bize yolda, yurt yerinde bari su getirin. İmkânı olmayan, bir güneş paneli alamayan gençlerimiz var. Niye bu insanlar traktörden bir kablo çekip aydınlatma sağlayacağım diye uğraşıyor. Çoğu çadırımızda güneş paneli yok. Biz kalkıp da bize elektrik hattı çekin demiyoruz. Biz taş cağı maden ocağı açın ya da tomruk hesabını yapalım da doğayı yok edelim demiyorum bakın. Şu var olan güneşten biz de yararlanalım ki hiç değilse telefonumuzu şarj edelim, akşam çadırımızın içi aydınlatılsın istiyoruz.

'Öğrencilerimize yerinde eğitim verin'

Yüreği yeten varsa, kültürümüze hizmet edilebilecek çok detay var. Öğrencilerimiz var, gençlerimiz var. Yerinde eğitim verin. Eğitime katkı verin. Eğer bu kültürü yaşatacaksanız sanallaştırarak, yok ederek yapmayın. Kültüre destek diyerek bu kültüre büyük engel oluyorsunuz. Ama şunu bilsinler ki bu kültüre onlar engel olmayacak. Kendilerinin sonunu hazırlıyorlar. Sanal olarak yaptıkları bütün her şeyle kendi sonlarını hazırlıyorlar. Biz bu zorlukla, bu direnişle, bu emekle, doğa var olduğu sürece var olacağız.”

                                                                     ***

Yörük festivaline mehter tepkisi: Yörükler mehteri duyunca dağa kaçarmış, ne ilgisi var 

Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin 8-9 Mayıs 2022 tarihleri arasında yapacağı Yörük-Türkmen Festivali'nin maliyeti ve göçmen kültürüne aykırı unsurlar nedeniyle eleştiri konusu oldu.

Antalya Büyükşehir Belediyesi tarafından 6-8 Mayıs tarihlerinde organize edilmesi planlanan ‘Uluslararası Antalya Yörük Türkmen Festivali’nin hazırlıkları sürerken, etkinlikle ilgili ayrıntılar da netleşmeye başladı. Büyükşehir Belediyesi tarafından ihale yoluyla özel bir organizasyon şirketine verilmesi planlanan etkinlikle ilgili ihalenin 11 Nisan 2022 tarihinde yapılacağı öğrenildi. Festivalle ilgili hazırlanan ihale teknik şartnamesinde yer verilen detaylar, organizasyonun milyonlarca lira maliyeti olacağına işaret ederken bazı Yörük derneği başkanları yüksek bütçeli olacağı beklenen etkinliği eleştirdi. Yurt içi ve yurt dışından toplam 360 uçak bileti, bir kısmı 5 yıldızlı otellerde olmak üzere 2700 konaklama ve festival boyunca toplam 13 bin kişilik yemek alımı yapılması planlanan festivalin ihale şartnamesinde yüklenici firmadan protokol ve halka ayrı tribün ve farklı ebatlarda Yörük yağlığı temin edilmesinin istenmesi dikkat çekiyor.

'Yörük çocukları fakirlikten okuyamıyor'

Anadolu Yörük Türkmen Federasyonu Genel Başkanı Ramazan Kıvrak, Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği festivalin büyük bir maliyeti olacağına işaret ederek, “Şölenler, toylar, festivaller bir araya gelmek için güzel bir nedendir ancak amaç değildir. Bizim doğayı, çevreyi, tohumu, toprağı, suyu, keçiyi ve kültürümüzü korumak gibi büyük davalarımız var. Yörük-Türkmen hareketi bir gönül hareketidir. Para hareketi değil. Bu kadar büyük masraflarla festivaller yapmak yerine daha küçük bütçelerle etkinlikler yapılabilir, kalan parayla da çocuklarımızı okutabiliriz. Yörük çocukları fakirlikten okuyamıyor. Binlerce çocuğa burs verilebilir. Üstelik aynı günlerde Adana, İzmir ve başka kentlerde de benzeri Yörük şenlikleri yapılacak, katılımlar bölünmüş olacak” diye konuştu.

“Yörük davası doğayı, yaşamı, çevreyi koruma davasıdır. Para hareketi değil, gönül hareketidir” diyen Kıvrak, “Doğayı kaybettikçe dilimizi de kaybediyoruz. Bir ot giderse üç tane de kelime gidiyor. Bir at, eşek gitti mi 10 tane kelime de gidiyor. Bir deve gitti mi 50 tane kelime gidiyor. Dolayısıyla ancak doğayı korursak Türkçemizi koruyabiliriz. Bu kadar parayla şölenler yapmak yerine kültürümüze, doğamıza, çocuklarımıza sahip çıkacak işler yapabiliriz. Ülkemizi kalkındıracak olan da budur” ifadelerini kullandı.

'Belediyenin şölen yapması yanlış'

Afyonkarahisar Oğuz Boyu Yörükler Türkmenler Derneği Başkanı Şakir Altıntaş ise Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Yörük Festivali organize etmesinin doğru olmadığını savunarak, “Belediyenin şölen yapması yanlış. Bırakın şöleni dernekler yapsın, sen belediye olarak katkını sun, onur konuğu olarak gel katıl. Bu konuda beni aradıklarında fikrimizi söyledik, önerilerimizi sunduk. Hiçbir karşılık beklemeden yardımcı olabileceğimiz konuları dile getirdik. Ancak festivali ihalesini duyar duymaz afakanlarım kalktı. Bu halkın parasını böyle çar-çur edemezsiniz. Bu iş ruhla olur, parayla değil. Biz bu iktidarla bunun için mücadele ediyoruz. Bu kadar bütçeyi köylüye, çiftçiye destek olarak dağıtın. Yörük kan ağlıyor, ağıt yakıyor” dedi.

Festival için 5 yıldızlı otellerin de içinde yer aldığı 2700 geceleme talebine de değinen Altıntaş, bunun için kentteki kamuya ait misafirhanelerin de kullanılabileceğini savundu. Festival için protokol ve halk türbini ile iki ayrı boyutta yağlık talep edilmesi uygulamasını da eleştiren Altıntaş, “Bunlar asla Yörüklüğe yakışmaz. Bizim kültürümüzde protokol yoktur. Yaylada köylü hasan ağaya hangi yağlığı takıyorsan, Genelkurmay Başkanına da aynı yağlığı takarsın. Çünkü yayla sınıf ayrımı yapılacak bir yer değil. Bunlar Yörük kültürüne zarar veren uygulamalar” diye konuştu.

'Özbek pilavıyla Yörüklüğün ne ilgisi var?'

Honamlı Yörüğü olan ‘Son Göç’ romanının yazarı Muhammet Güzel de abartılı bütçelerle yapılan Yörük festivallerine tepkili. “Buraya harcanacak paranın üçte biriyle Antalya’da bulunan herhangi bir Yörük derneği dünyayı sarsacak festival düzenleyebilir” görüşünü dile getiren Güzel, “Ben 12 yaşında yerleşik hayata geçtim ama bu festival şartnamesindeki detaylar bizim yaşamımızda yoktu. Benim emmim Yörük beyi idi ama çadırı dört direkliydi, böyle 40 metrekarelik sentetik çadırı yoktu. Özbek pilavıyla Yörüklüğün ne ilgisi var? Mehter nedir mesela? Yörükler mehteri duyduğu yerde dağlara kaçarmış eskiden. Elbette müzik olmalı; senfoni olsun, boğaz olsun, barak olsun da Yörüğün ödünü patlatan mehterin ne işi var?” dedi.

'Yörük keyfinden göç etmiyordu'

Yörük kültürünün iklime bağlı göçebe hayvancılığın oluşturduğu bir yaşam biçimi olduğunu vurgulayan şair-yazar Muhammet Güzel, “Bu her şeyden önce bir şov kültürü değil. Elbette kültürü anma, anımsatma olur ama bu şov ile olmaz. Yörük keyfinden göç etmiyordu. Hayvanı göçer, Yörük de ona yoldaşlık eder. Göçün ne zaman olacağına hayvanlar karar verir. Bunlar anlatılacak mı? İnsana duyulan saygının neredeyse ağaca, taşa duyulduğu, çobanın azığının yanında götürdüğü suyun kalan son damlasını neden bir ağacın dibine döktüğü; bunlar anlatılmayacaksa gerisi, Yörük şanlıdır, şöhretlidir hamaseti, gazıdır” görüşünü dile getirdi.

Yusuf Yavuz / SOL


Kemal Okuyan: İktidar Gezi’deki 'halk iradesi'ne düşman - ALİ UFUK ARİKAN / SOL-Söyleşi

 TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, dünkü Gezi Davası kararına ilişkin soL'un sorularını yanıtladı. Okuyan, 'İktidar Gezi’de ortaya çıkan 'halk iradesi'ne düşman' dedi.


Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, dünkü Gezi Davası'nda verilen hapis cezaları ve yankılarına ilişkin soL'un sorularını yanıtladı.

"TKP bu davalara hukuk açısından yaklaşmadığı gibi haklı-haksız diye de tasnif etmiyor. Bunlar tamamen iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkmış ve o şekilde bağlanmış durumda. Kuşkusuz Gezi’yi diğer davalardan ayıran, büyük bir halk hareketini mahkum etme girişimidir" değerlendirmesinde bulunan Okuyan, "Bir kere Gezi’yi mahkum etmeye dönük her girişime karşı siyasi, kitlesel, hukuki tavır alınmalı. Gezi’ye katılan milyonlarca kişi Mücella Yapıcı ve diğer arkadaşlara sahip çıkmak zorunda. Buna ek olarak düzen muhalafetinin Türkiye toplumunu kişiliksizleştirici çabalarına karşı artık daha fazla geç olmadan harekete geçilmelidir" vurgusunda bulundu.

'AKP döneminin bütün siyasi davaları hükümsüzdür'

Gezi Davası’nda mahkeme heyeti kararı açıkladı ve Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi ve Tayfun Kahraman'a 18’er yıl hapis cezası verildi. Öncelikle bu kararı hukuki açıdan nasıl değerlendirmek gerek?

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi tarafından bozulan bir önceki kararın tüm sanıklar için “beraat” olduğunu hatırlayacak olursak, kararın hukuki kısmına ilişkin söylenebilecek hiçbir şey olmadığını hemen anlarız. Hep söylediğimiz gibi, AKP döneminin bütün siyasi davaları hükümsüzdür. Tamamı için geçerli. TKP bu davalara hukuk açısından yaklaşmadığı gibi haklı-haksız diye de tasnif etmiyor. Bunlar tamamen iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıkmış ve o şekilde bağlanmış durumda. Kuşkusuz Gezi’yi diğer davalardan ayıran, büyük bir halk hareketini mahkum etme girişimidir. 

'İktidar Gezi’de ortaya çıkan halk iradesine düşman'

İktidarın davanın bu şekilde karara bağlanmasını ısrarla istemesinin arkasında ne yatıyor?

Tek bir neden yok. Ama sabit, temel bir neden var. AKP ve Erdoğan Haziran Direnişi’ni hiç ama hiç içine sindiremedi. Sürekli “millet iradesi” diyen bir iktidarın “halk iradesi”ne duyduğu inanılmaz öfkeden söz ediyorum. Bu nedenle Gezi’deki büyük ölçeği, dayanışma ruhunu, kirletilemeyen ideolojik-siyasi doğrultuyu adım adım unutturmak, onun yerine Gezi’yi bir komploya indirgemek, polisiye bir vakaya dönüştürmek istiyorlar. Buna koşut bir başka olgu ise intikam duygusu. Haziran Direnişi yenilmedi, sönümlendi. Bu anlamda AKP’nin içinde kaldı rövanş duygusu. İktidar Gezi’de ortaya çıkan “halk iradesi”ne düşman.

Bunun dışında güncel siyasetle ilgili bir yanı var mı söz konusu kararın?

Bu aşamadan sonra Türkiye’de hükümetin her tasarrufu güncel siyasetle ilişkili olacaktır. Bu aslında birkaç yıldır böyle. AKP karşısındaki koalisyonu, 4’lü, 6’lı ittifakı dağıtmak için uğraşıyor. Yapılan her şey buna indirgenemez ama yapılan her şeyde bir de böylesi bir boyut var. Ayasofya’nın ibadete açılması buna örnektir. AKP Millet İttifakı’nın içindeki gerilimleri derinleştirmek istiyor. HDP’ye dönük hamleler de, buna indirgenemese de benzer bir amaca da hizmet ediyor. Gezi Davası’nda çıkan mahkumiyet kararlarının Millet İttifakı’nın iç dokusuna zarar vereceğini hesap ediyorlar. Doğal böyle düşünmeleri, Gezi’ye dönük ilk yargı sürecinde Ali Babacan ile Ahmet Davutoğlu diğer AKP’lilerle beraber davacılar arasındaydı.

'Gezi'yle Millet İttifakı arasında bir ilişki yok'

Millet İttifakı bu hamleyi boşa düşürür mü?

Millet İttifakı iktidarın bu tür hamlelerini hep “boşa düşürüyor.” Şöyle: Kılını kıpırdatmıyor, sesini çıkarmıyor, sesini çıkaranları Erdoğan’a hizmet etmekle suçluyor ve kendi boşa düşüyor! Çünkü onun karakteri bu. Başka bir şey bekleyenler saf olmalı. Kendi içlerinden birkaç çıkıntı sese izin verecekler, sonrasında sandığı işaret edecekler. İşin gerçeği, Gezi Direnişi ile Millet İttifakı arasında bir ilişki yok. İlişkiyi Erdoğan kurmak istiyor.

'Özgürlük mücadelesini sermayeye karşı mücadelenin bir parçası haline getirmeliyiz'

CHP bunu Erdoğan’ı geriletmek için bir olanak olarak değerlendiremez mi?

Önce kitlesel tepkilerin ortaya çıkmasını engelleyecek, sonra “Türkiye’de adalet yok” diyeceklerdir. Bunu zaten batılı emperyalist ülkeler de diyor. Çünkü kitlesel tepkileri bir kez “provokasyon” ve “AKP’ye hizmet”ile yaftaladılar. AKP de bu krediyi sonuna kadar kullanıyor. Ayrıca Erdoğan ekonomik zorlukların gündemden biraz olsun düşmesini, “bu ülkede özgürlük ve adalet yok” söyleminin Millet İttifakı’nın başat gündemi haline gelmesini özellikle ister. Bunu sermaye sınıfı ve emperyalistler de ister. Çünkü yoksulluk bugünkü toplumsal düzenin sorgulanmasına neden oluyor. Bu nedenle özgürlük mücadelesini mutlaka ve mutlaka sermaye egemenliğine karşı mücadelenin bir parçası haline getirmemiz gerekiyor.

Peki bu noktaya nasıl gelindi?

Şöyle gelindi. Haziran Direnişi yavaş yavaş geriye çekildiğinde halkta en küçük bir umutsuzluk yoktu. Yeniden sokağa çıkma azmi de gözleniyordu. Kuşkusuz aynısını tekrar anlamında değil. Ancak Türkiye’de geniş bir kesim mücadele etmenin önemini kavramış, uyanık hale gelmişti. Ve bir kez daha Türkiye’de yurtsever ve laik duyarlılığı olan bir uyanış, özgürlükçülüğü liberalizme bırakmama iradesi gösteriyordu. İşte o noktada sandığı işaret eden bir müdahale başladı. Bu müdahalenin aklı sermaye sınıfınından icraatı CHP’dendi. Gezi Direnişi’ni sandığa kitlerken bir de üstüne Ekmeleddin gibi bir gölge düşürdüler. Ve bu hep böyle devam etti. 

Basın ama özellikle batı basını Gezi Davası’nı Osman Kavala’ya daraltma niyetinde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Osman Kavala yıllardır içeride, bir de üstüne dün ağır bir ceza aldı. Ona ilişkin bilinen değerlendirmelerimizi burada tekrarlamayı uygunsuz bulurum. Gezi Davası baştan aşağıya gerçek üstü. Kavala’yla sınıfsal ve ideolojik karşıtlığımız bugünün Türkiyesi’ndeki bir saçmalığa kayıtsız kalacağımız anlamına gelmez. Ancak şu bilinmelidir: bir sermayedar olarak Kavala’nın Gezi Davası’nın sembol ismi haline dönüştürülmesi, Haziran Direnişi’ne gölge düşürmeye dönük bir başka hamledir ve AKP açısından çok akıllıcadır. 

'Gezi’yi mahkum etmeye dönük her girişime karşı siyasi, kitlesel, hukuki tavır alınmalı'

Peki ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Çok şey. Bir kere Gezi’yi mahkum etmeye dönük her girişime karşı siyasi, kitlesel, hukuki tavır alınmalı. Gezi’ye katılan milyonlarca kişi Mücella Yapıcı ve diğer arkadaşlara sahip çıkmak zorunda. Buna ek olarak düzen muhalafetinin Türkiye toplumunu kişiliksizleştirici çabalarına karşı artık daha fazla geç olmadan harekete geçilmelidir. TKP, “Erdoğan gitsin de ne olursa olsun” diyen bir kafanın Erdoğan’ın ömrünü uzattığını defalarca söyledi. Ne yazık ki haklı çıkıyoruz. Ülkesini, halkını düşünen, AKP’yle gerçekten derdi olan, burjuva muhalefetinden kopmak zorundadır. Gezi Davası’nı bile “hepimiz birleşelim” tantanası için malzeme yapanlar ülkeyi kurtaramaz. Doğrultusu, yönü, iddiası, heyecanı, farkı olmayan bir muhalefete bel bağlamak tuzağa düşmektir. Ve bu 1 Mayıs şimdi daha büyük bir anlam kazanmıştır. Herkes bu 1 Mayıs’ta patronlara, sermaye egemenliğini, onun hükümetine, emperyalizme karşı durmak için üzerine düşeni yapmalıdır.

 ALİ UFUK ARİKAN / SOL-Söyleşi

25 Nisan 2022 Pazartesi

TARİHTE BUGÜN (25 NİSAN)

      


      OLAYLAR:

  • 1599 - Oliver Cromwell, doğdu. İngiliz siyaset adamı ve asker (İngiltere'de mutlakiyetçiliğe karşı ayaklanmanın önderi) (ö. 1658)
  • 1657 - Tökeli İmre,  doğdu.Macar Kralı (Osmanlı Devletine sığınan) (ö. 1705)
  • 1719 - Daniel Defoe'nun ünlü romanı, Robinson Crusoe yayımlandı.
  • 1823 - Sultan Abdülmecit, doğdu. Osmanlı'nın 31. Padişahı (ö. 1861)
  • 1859 - Kızıldeniz ile Akdeniz'i birbirine bağlayacak olan Süveyş Kanalı'nın kazılmasına, Mısır'ın Port Said kentinde başlandı.
  • 1874 - Guglielmo Marconi, doğdu. İtalyan mucit, fizikçi ve Nobel Fizik Ödülü sahibi (ö. 1937)
  • 1901 - New York, otomobillere plaka uygulamasını zorunlu hale getiren ilk eyalet oldu.
  • 1915 - İngiliz - Fransız kuvvetleri, Çanakkale'ye çıkarma harekâtı başlattı. Kara savaşları başladı.
  • 1915 - 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, kendisine bu yönde bir emir gelmemiş olmasına rağmen düşman çıkartmasını haber alır almaz yanına 57. Alay'ı ve bir dağ bataryasını alarak, kişisel inisiyatifiyle stratejik açıdan önemli olan Conkbayırı'na doğru hareket etti.
  • 1915 - Seddülbahir Muharebeleri başladı.
  • 1915 - Arıburnu Muharebeleri başladı.
  • 1925 - Mareşal HindenburgAlmanya'nın halk oyuyla seçilen ilk Cumhurbaşkanı oldu.
  • 1926 - Bugün adı Türkiye istatistik Kurumu olan, o dönemki adı, Merkezi istatistik Dairesi kuruldu.
  • 1926 - İran'da Rıza Han Pehlevi, kendisini "Şah" ilan etti.
  • 1929 - Zabitler ve askeri memurların 25 yaşını ikmal etmeden evlenmemelerine ilişkin kanun Türkiye Büyük Millet Meclis'inde kabul edildi.
  • 1939 - Alman uçak şirketi Lufthansa ile sözleşme imzalandı. 1 Haziran'dan itibaren İstanbul-Berlin seferleri başlayacak.
  • 1940 - Al Pacino, doğdu.Amerikalı oyuncu ve En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülü sahibi
  • 1945 - 46 ülkeden gelen delegeler, Milletler Cemiyeti'nin yerini alacak olan Birleşmiş Milletler'i kurmak üzere San Fransisco'da bir araya geldiler.
  • 1946 - İstanbul - Ankara hattında, yataklı tren seferleri başladı.
  • 1946 - Türkiye Garanti Bankası kuruldu.
  • 1947 - Johan Cruyff, doğdu.Hollandalı futbolcu ve teknik direktör (ö. 2016)
  • 1951 - İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, siyasi bildiri yayımladığı gerekçesiyle, Ord. Profesör Dr. Ali Fuat Başgil hakkında 25 Nisan 1951 tarihinde soruşturma başlattı.
  • 1952 - Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuad KöprülüYunanistan'a resmi ziyarette bulundu.
  • 1953 - Cambridge Üniversitesi'nde iki bilim adamı, kalıtsal özellikleri ebeveynden çocuğa taşıyan deoksiribonükleik asit (DNA) adını verdikleri molekül yapısını buldular.
  • 1957 - Muğla'nın Fethiye ilçesinde 7,1 büyüklüğünde bir deprem oldu: 67 kişi öldü.
  • 1959 - CHP'li Kemal Satır'ın İskenderun'da yaptığı konuşmayı yayımladığı için hakkında dava açılan Ulus gazetesi yazı işleri Beyhan Cenkçi 10 ay hapis cezasına mahkum edildi. Ulus gazetesi bir ay süreyle kapatıldı.
  • 1959 - Burhan Öçal, doğdu. Türk perküsyon sanatçısı ve oyuncu
  • 1962 - Anayasa Mahkemesi kuruldu.
  • 1967 - "Kadınlar I-ıh derse" adlı oyunun sahnelenmesinin yasaklanması üzerine, 11 Nisan'da açlık grevine başlayan sanatçı Lale Oraloğlu ağırlaşarak hastaneye kaldırıldı.
  • 1968 - Andre Malraux'nun Türkçeye çevrilen "Umut" adlı kitabı "komünizm propagandası" yapıldığı gerekçesiyle toplatıldı.
  • 1968 - Ses sanatçısı Safiye Ayla servetini Türk Eğitim Vakfı'na bağışlayacağını açıkladı.
  • 1969 - 1000 Türk işçisi Almanya'dan sınır dışı edildi.
  • 1970 - İsrail Hava Yolları'nın İstanbul bürosuna bomba atıldı.
  • 1974 - Portekiz'de Karanfil Devrimi: General Antonio Spinola'nın yönettiği askeri ayaklanmayla, Salazar'ın faşist diktatörlüğü devrildi.
  • 1975 - Batılı ünlü iş adamlarının katıldığı Bilderberg toplantısı Çeşme'de yapıldı.
  • 1976 - Portekiz'de faşist diktatörlük sonrasında yapılan ilk Parlamento seçimlerini, Mario Soares liderliğindeki Sosyalist Parti kazandı.
  • 1979 - 13 ilde süren sıkıyönetim 2 ay daha uzatıldı ve 6 ilde daha sıkıyönetim ilan edildi.
  • 1980 - Profesör Sadun Aren Sıkıyönetimce Ankara'da gözaltına alındı.
  • 1983 - Askeri yönetimin hazırladığı ve siyasal faaliyete yurttaş katılımını önemli ölçüde kısıtlayan Siyasi Partiler Kanunu Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
  • 1983 - Pioneer 10Plüton'un yörüngesini aştı.
  • 1986 - İstanbul Cumhuriyet Savcılığı, "muzır neşriyat" kapsamına alınan "Playboy" dergisinin "poşete konulmasına" karar verdi.
  • 1988 - Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı Erdal İnönü, Anavatan Partisi'nin SHP Genel Merkezine dinleme araçları yerleştirdiğini iddia etti.
  • 1989 - Yol-İş sendikasına bağlı 120 bin işçi bir saat geç işbaşı yaptı. 
  • 1989 - TRT Genel Müdürü Cem Duna Başbakan Turgut Özal'ın isteği üzerine istifa etti.
  • 1990 - 6 Nisan'da ölüm orucuna başlayan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) yöneticileri, Nabi Yağcı ve Nihat Sargın ölüm oruçlarına ara verdiler.
  • 1990 - ABD uzay mekiği Discovery'nin mürettebatı, ilk uzay teleskobu Hubble'ı yer çevresinde yörüngeye oturtmayı başardı.
  • 1990 - 6 Nisan'da ölüm orucuna başlayan Türkiye Birleşik Komünist Partisi (TBKP) yöneticileri Haydar Kutlu ve Nihat Sargın ölüm oruçlarına ara verdiler.
  • 1991 - 141. ve 142. maddelerin kalkması sonucu Ankara Dev-Genç davası düştü
  • 2000 - Başbakan Bülent Ecevit, Ahmet Necdet Sezer'i cumhurbaşkanlığına aday gösterirken Genelkurmay'a danışmadığını açıkladı. Koalisyon liderleri toplantısında çaresizlik içinde düşünürken Sezer'in isminin gündeme geldiğini belirtti.
  • 2000 - TBMM'de grubu bulunan beş siyasi partinin Genel Başkanları, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer'i Cumhurbaşkanlığı'na aday gösteren öneriyi imzalayarak TBMM'ye sundu.
  • 2001 - Filipinler'in eski Devlet Başkanı Joseph Estrada, ülkesinin 80 milyon dolarını hortumlamak suçlamasıyla, Manila'daki evinde yakalanarak tutuklandı.
  • 2001 - Merkez Bankası'na özerklik getiren yasa TBMM'de kabul edildi.
  • 2005 - Bulgaristan ve Romanya'nın, Avrupa Birliği'ne girişi için müzakereler başladı.
  • 2005 - Japonya'da tren kazası: Japonya'da tren raydan çıkarak apartmana çarptı. 107 ölü.
  • 2008 - Çanakkale'de Anzak Çıkarması'nın 93'üncü yıldönümü, Gelibolu Yarımadası Tarihi Milli Park Alanı'ndaki Anzak Koyu'nda Şafak Ayini'yle anıldı. Çıkarmanın 93'üncü yıldönümünde yine Gelibolu'ya koşan 10 bin Anzak torunu, savaşta hayatını kaybeden ataları için dua etti. Avustralya ve Yeni Zelanda hükümetlerinin daha disiplinli davranmaları için uyardığı Anzak torunlarının, geçen yıllardakinin aksine bu yıl barlara gitmediği ve taşkınlık yapmadığı dikkati çekti.
  • 2017 - Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Türkiye'yi siyasi denetim altına alma kararı verdi. Türkiye, 13 yıl sonra yeniden siyasi denetime alındı.
  • 2018 - Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarları hakkında açılan davada karar açıklandı. Çok sayıda yönetici ve yazar ceza aldı.




      ÖLÜMLER:


            

 

İki benzemez benzer: Kenan Pars ve Süha Doğan - Mesut Kara / Evrensel

 

Geçtiğimiz 9 Şubat tarihi artık gençlerin tanımadığı, adını bile bilmediği, yaşı yeten sinema izleyicisinin ve Yeşilçamlıların çoktan unutuşa terk ettiği Süha Doğan'ın 33. ölüm yıldönümüydü. 10 Mart da geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz İrfan Atasoy gibi doğum gününde hayatını kaybeden Kenan Pars’ın hem doğum hem ölüm yıldönümüydü.

Birçok ortak yönleri, benzerlikleri olan iki benzemez, iki önemli, unutulmaması gereken sinemacıydı Kenan Pars da Süha Doğan da. İkisi de aynı yıl (1920) biri Şubat’ta, diğeri Mart’ta Ermeni anneden doğar, ikisi de “kötü adam” rollerinin aranan ismi olur, ikisi de oyunculukla yetinmemiş çok yönlü sinemacılardır.

Tanıyanlar ikisi için de “çok beyefendi, kibar, zarif, ince insanlardı, çok yakışıklılardı” diye anlatır onları. İkisinin de sinema serüvenleri, fiziki yapıları, yüzleri, rolleri benzerlikler taşıyor olsa da yaşam öyküleri benzemez, farklıdır.

SÜHA DOĞAN

1920 yılında babasının işi gereği bulundukları Yozgat'ta doğan Süha Doğan henüz 59 yaşındayken 9 Şubat 1979 tarihinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde yapayalnız sancılar, çığlıklar içinde acılar çekerek, “çırpınarak! aramızdan ayrılır. 

Eski vali, milletvekili ve bakan olan Avni Doğan’la Ermeni Nagert hanımın oğlu olan Süha Doğan, annesini çok küçük yaşlarda verem hastalığından kaybeder. Kara Harp Okulu'nu yüksek dereceyle bitireceği sene, babasının siyasi bir rakibinin Süha Doğan'ın annesinin Ermeni olduğunu ihbar etmesi üzerine okuldan atılır. Daha sonra İktisadi ve Ticari İlimler Fakültesi'ni bitiren Süha Doğan, 1952 yılında Yeşilçam’la tanışarak filmlerde rol almaya başlar.

1952′de İzmir’de çekilen, Vahi Öz’ün yönettiği “Kan Kardeşler” filminde oynayarak sinema oyunculuğuna başlayan Süha Doğan, sonrasında Yeşilçam melodramlarında şık giyimli, kibar, kentli kötü adam rolleriyle sevilir, ünlenir. 1953 tarihli Türk-Yunan ortak yapımı Beyoğlu Güzeli filminde ilk ve son kez jön olarak başrolde oynar. Oyunculuğun yanı sıra yönetmen, yönetmen yardımcısı, senaryo yazarı ve yapımcı olarak da sinemada var olur. 59 yıllık kısa sayılabilecek yaşamında 214 filmde oyuncu olarak yer alır, 21 senaryosu filme çekilir, 2 filmin yapımcılığını üstlenir, 24 filmin de yönetmenliğini yapar.

Oynadığı filmlerde ürkütücü kötü adam rolleriyle tanınan, sinemaya verdiği bunca emeğe karşın, yüz olarak unutulmayan fakat adı çok fazla anımsanmayan Süha Doğan, 1978’de bir beyin rahatsızlığı dolayısıyla kaldırıldığı Bakırköy Akıl Hastanesinde, 1 yıl sonra hayatını kaybeden Süha Doğan’ın yapayalnız geçen son 1 yılı çok çileli ve acılı geçer. Hayat Süha Doğan’a da acımasız yüzünü gösterir, acılar içinde kıvranarak ayrılır bu hayattan.

1979 tarihli Özgür Dicleli imzalı iç acıtan haberde şunlar yazılıdır: “Türk sinemasından bir yaprak daha koptu. 1978’in son yitiği Diclehan Baban’dı, 1979’un ilk yitiği Süha Doğan oldu. (…) Tanınmış karakter oyuncusu, Akıl Hastanesinin taş duvarları arasında doldurduğu son bir yıllık çileli yaşamını sessiz sedasız sona erdiriverdi. Aslında Süha Doğan bir yıl önce ölmüştü. Yaşıyordu ama, yaşadığının bilincinde değildi. Yaşam koşulları, sinema dünyasının acımasız ortamı, bu yetenekli sanatçıyı sonunda akıl hastanesinin boşluğuna dek sürüklemişti. Bir yıldır sevenlerinin, dostlarının, arkadaşlarının uzağında çile doldurduğu akıl hastanesinde bir deri bir kemik kalmıştı. Ayakta kalabilmesi için serum veriliyordu. Bir deri bir kemik kalmıştı. Beyni giderek ufalıyordu. Ne söyleneni anlayabiliyor ne kendini tanıyor ne de ağzından bilinçli bir söz çıkıyordu. Yemekle içmekten gayrı bir şey yapmıyordu. Görkemli nutuklarla emekçilerin sosyal güvencelerine sahip çıkmaya kalkışan sinema kuruluşları, akıl hastanesi köşelerinde bir mum gibi eriyen bu sanatçının acılı yaşamının farkında bile değildi. Birçok benzeri meslektaşı gibi Süha Doğan da aynı yolu izleyerek beklenen acı sona doğru yuvarlanıp gitmişti.” (Cumhuriyet 4 Şubat 1979)

KENAN PARS

Yönetmenlik ve yapımcılık da yapan, bazı filmlerde jön oynasa da kötü adam olarak iz bırakan Kenan Pars, daha çok kentsoylu, mevki sahibi, kötülüğü yaradılışından değil koşullardan gelen karakterlerin oyuncusuydu. Asıl adı Kirkor Cezveciyan’dı. 10 Mart 1920’de Üsküdar’da dünyaya gelir. 3 yaşından ölümüne dek Bakırköy’de yaşar. Çilingirlik, tuhafiyecilik gibi işlerin ardından 1953’te adım attığı sinemada 250’nin üstünde filmde oynar, 6 film yönetir, 7 filmin de yapımcılığını üstlenir.

Liseyi bitirdikten sonra Bakırköy Halkevi’nde etkinliklere katılır. Babasının ölümünden sonra çalışma hayatına başlayan Kenan Pars boru imalathanesinde çalışır, çilingirlik, tuhafiyecilik, emlakçılık, ayakkabıcılık gibi işler yapar. İkinci Dünya Savaşı yıllarında (1942) 34 ay yaptığı askerlik döneminde bir yandan vatan savunması istenirken öte yandan de Ermeni olduğu için eline silah verilmez, “öteki” muamelesi yapılır. Hayatı boyunca Türk’lükle, Ermeni’lik, Hristiyan’lıkla, Müslaman’lık arasında arafta yaşar.

Yeşilçam’ın önemli isimlerinden, sinemamıza çok oyuncu kazandıran Sırrı Gültekin komşusudur, çocukluk arkadaşıdır. Sırrı Bey’den dolayı tanıdığı Ö. Lütfi Akad’ın 1953 yapımı “Öldüren Şehir” filminde oynayarak sinema oyunculuğuna başlar. Filmin çok güçlü bir oyuncu kadrosu vardır. Belgin Doruk, Ayhan Işık, Turan Seyfioğlu, Settar Körmükçü, Nubar Terziyan. Muazzez Arçay, Pola Morelli, Mualla Sürer, Kadir Savun gibi dönemin önemli oyuncuları arasında kendini göstermeyi başarır, Filmin jönü Turan Seyfioğlu karşısında “kötü adam”ı oynamış ve filmlerin kötü adamı olarak yer edinmiştir. Bu durumdan ve parasal eşitsizlikten hep rahatsız olsa da bunu söyleşilerinde dillendirse de farklı roller gelmez.

60’lı yıllarda Bakırköy Halkevi’nde bir tiyatro topluluğu oluşturup “Duvarların Ötesi adlı oyunun yönetmenliğini yapar. 70’li yılların erotikseks filmleri furyasında sinemadan uzaklaşır. Bakırköy’de kendi adını taşıyan bir Milli Piyango bayii açan Kenan Pars, sinema dışında sanatın farklı dallarıyla da ilgilidir. Boncuklarla yaptığı hat sergisi, 2007’de Dolmabahçe Sarayı’nda açılır.

2008 yılında 88 yaşında doğum günü olan 10 Mart’ta aramızdan ayrılır Kenan Pars.

Mesut Kara / Evrensel