15-16 Haziran'da gerçekte ne oldu? (Alpaslan Savaş-15.06.2022)
52. yıldönümünde büyük işçi direnişine bugüne bıraktığı dersleri de görmeye çalışarak yakından bakmak: 'Büyük işçi direnişi kendi başına ortaya çıkmış bir tesadüf değildi.'
1970 senesinin 15-16 Haziran günlerinde neler oldu? İşçiler bu iki günde niçin ayaklandılar, fabrikalarda şalterleri indirip kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler? Bu direniş için kimler neler söyledi, nasıl tutum aldı? 52’nci yıldönümünde büyük işçi direnişine bugüne bıraktığı dersleri de görmeye çalışarak yakından bakalım istedik.
Hiçbir şey nedensiz değildir
“Çıplak ayaklısı, yanık döşlüsü
İşten atılmışı, keser dişlisi
Sakatı, hastası, genci, yaşlısı
Evinden dışarı çıktı yürüdü”
1960’lı yıllar, Türkiye’de işçi hareketinin yükselişe geçtiği yıllardır. Bu dönem başta grev hakkı talebi olmak üzere gerek işyeri bazlı, gerek bölgesel, gerekse ülke çapında pek çok işçi eylemi meydana geldi.
Aynı zamanda 60’lı yıllar Türkiye sosyalist hareketinin de işçi sınıfı içinde daha fazla örgütlendiği ve toplumsal bir alternatif olarak kendini hissettirdiği yıllar oldu.
15-16 Haziran eylemlerini ateşleyen gelişme, işçi hareketinin yakaladığı bu çıkışı durdurmak için hazırlanan bir yasa tasarısının Meclis’te kabul edilmesidir.
Tasarı, sendikal hakları belirleyen yasalarda bir dizi değişiklik öngörmekteydi.
Bu değişikliklerin pratikteki karşılığı ise kuruluşunun üzerinden henüz üç yıl geçmiş olan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i hedef alıyordu.
İşçiler için çekim merkezi olmaya başlayan DİSK, kaçınılmaz olarak sermaye sınıfının hedefine girdi. İşçi sınıfının ve sosyalist hareketin artan etkisini de kırmaya yönelik bir hamle olarak DİSK’i tasfiye edecek bir yasa tasarısı hazırlandı.
Türk-İş’in desteğiyle hazırlanan bu yasa tasarısı, sendikaların ülke çapında faaliyette bulunabilmesi için işkollarındaki işçilerin en az üçte birinin üye olması zorunluluğu getiriyordu. Bu baraj, kısa bir süre önce kurulan DİSK’in ve ona bağlı sendikaların fiilen örgütlenemez ve işçileri temsil edemez hale gelmesine neden olacaktı.
İşçiler tasarı mecliste kabul edildikten birkaç gün sonra harekete geçtiler ve Türkiye sınıf mücadeleleri tarihinde önemli bir etki yaratacak 15-16 Haziran direnişini gerçekleştirdiler.
İki gün boyunca İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakasında, Kocaeli’nde ise kimi bölgelerde fabrikalardaki üretimi durdurdular.
Birlikte kent merkezlerine yürüdüler.
Direniş öncesi 10 yıl: Sınıf haline gelen işçiler
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi kendi başına ortaya çıkmış, bir tesadüf değildi. Öncesi var. Yıllarca “yoktur” denilen işçi sınıfının kendini göstermeye başlayıp sermaye sınıfının biçtiği kalıba hiç de sığmayacağını gösteren örnekler var.
Saraçhane’de miting
1961 yılındaki bu miting, bahsettiğimiz dönemin ilk kitlesel işçi eylemidir. İstanbul Sendikalar Birliği’nin 31 Aralık günü İstanbul Saraçhane meydanında düzenlediği bu mitingin gündemi, 61 Anayasası ile tanınan grev hakkının yasal statüye kavuşması idi. Saraçhane mitingi 60’lı yılların yükselen işçi hareketi için açılışı temsil ediyordu.
Kavel'de grev
Saraçhane mitingini izleyen yıllarda işçiler, pek çok işyeri eylemi ve fiili grev yaptılar. Bunların arasında belki de en önemlisi 1963 yılındaki Kavel grevidir. İstinye sırtlarında kurulu, Vehbi Koç’un bu kablo fabrikasında, birkaç yıl sonra DİSK’in kurucu sendikaları arasında yer alacak olan Türkiye Maden-İş Sendikası örgütlüydü.
Koç, işçilerin ikramiyeleri başta olmak üzere toplu sözleşmedeki kimi haklarını geri almak istiyordu. Aslında derdi sendikadan kurtulmaktı. İşçiler bunun üzerine greve çıktılar.
Fabrikanın bulunduğu İstinye ve çevresinde yaşayan halk, grevci işçilere büyük destek verdi. İşten çıkarmalar, jandarma baskısı ve tutuklamalara rağmen işçiler mücadeleyi sürdürdü.
Kavel grevi, 1961 Anayasası’na girmiş olan grev hakkını düzenleyen yeni iki yasanın çıkmasını hızlandırdı. Ancak yine de Meclis’te kabul edilen yasalardaki grev hakkı Anayasa’da yer aldığı ölçüde geniş tanımlanmadı. Buna yönelik mücadele ileriki yıllarda da devam etti.
Ankara'da 'Açların yürüyüşü'
15-16 Haziran direnişinin öncesindeki on yılda işçilerin yaptığı eylemler arasında Türkiye tarihinde ilk denilebilecek nitelikte pek çok eylem vardır. Onlardan bir tanesi de 1962 yılında gerçekleşen ve “Açların yürüyüşü” olarak adlandırılan işsizler eylemidir.
3 Mayıs 1962 tarihinde çoğu inşaat amelesi olan 5 bine yakın işçi ve işsiz, Yapı-İş Federasyonu’nun Ulus’taki binası önünde toplanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne doğru yürüyüşe geçti. Valiliğin izin vermemesine rağmen yapılan yürüyüşü emniyet güçleri durduramadı, işsizler Meclis’in kapısına dayandı.
Bu ölçekte bir işsiz eylemi, üstelik Başkent’te ilk kez yaşandı ve mecliste işsizlik sorunu üzerine bir görüşme yapılmasını ve bu konuda bazı kararlar alınmasını sağladı.
Fabrikalarda işgal
15-16 Haziran direnişinden birkaç yıl önce pek çok fabrikada işçiler işgallerle haklarını aradılar. Alpagut Kömür işletmeleri, Derby Lastik, Emayetaş, Singer, Türk Demir- Döküm bu işgallerden en çok bilinenleridir.
Hatta işgal edilen işletmelerden bazılarında işçiler yönetime el koyarak üretimi sürdürdüler ve satıştan elde ettikleri gelirle işçi alacaklarını ödediler.
Okullarda boykot
İşçi sınıfının devlet memuru olarak istihdam edilen kesiminin de bu dönem hareketlendiğini görüyoruz. 1965 yılından sonra pek çok memur sendikası kuruldu. Bu sendikaların arasında en etkili olan Türkiye Öğretmenler Sendikası, TÖS oldu. TÖS, kısa sürede on binlerce öğretmeni harekete geçirmeyi başardı. Dönem boyunca hem öğrenci hem öğretmen boykotları yaşandı.
Çok daha fazlası var ve hepsi son derece büyük etki yarattılar. İşçilerin “sınıf kimliği” kazanmasında rol oynadılar.
İşçiler laf olsun diye fabrika işgal etmiyor. Ya da büyük bir mitingi “hadi şimdi de bir gösteri yapalım” diye organize etmiyor. Tümü sermaye sınıfından ve devletten talepler ya da tersinden haklarını korumak için yapılıyor. Ama mutlaka bir örgütlenmeye denk düşüyor. Örgütlenen sınıf daha hızlı harekete geçiyor. Boyun eğmiyor. Ve tüm bu döngü, işçi sınıfının bir toplumsal sınıf olarak daha güçlü şekilde sahneye çıkmasını sağlıyor.
İşçi sınıfı iddia sahibi olunca
15-16 Haziran direnişinin hemen öncesinde Türkiye işçi sınıfı, toplumsal açıdan kendisini ifade etmede oldukça kuvvetli bir iddiaya sahip hale gelmişti. Üstelik bu iddia soldaki ve sendikal alandaki tüm yetersizliğe rağmen ortaya çıkmış bir durumdur.
İşçi sınıfının toplumsal açıdan iddialı bir varlık haline gelmeye başlamasının, sermaye sınıfını fazlasıyla tedirgin etmesi son derece normal. 15-16 Haziran direnişinin fitilini ateşleyen gelişme de sermaye sınıfının bu konudaki tedbir arayışı oldu.
İşçilerin sendikal örgütlülüğüne müdahale anlamına gelen, başlarken sözünü ettiğimiz yasa tasarısı işte böyle gündem geldi.
Sınıfın 'çanına ot tıkamak'
Bu söz dönemin Adalet Partili Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’e aittir. Yasa tasarısı meclise sunulduğu sırada toplanan Türk-İş Genel Kurulu’ndan yansıyan “DİSK’in çanına ot tıkayacağız” sözleri, yıllarca akıllarda kalmıştır.
Tasarıda öngörülen değişikliklerin en önemlisi, bir sendikanın ülke çapında faaliyet gösterebilmesi için işkolundaki işçilerin en az üçte birini temsil etmesi zorunluluğuydu.
Bu zorunluluk aynı zamanda konfederasyonlar için de getirilmişti.
Bu değişiklik DİSK ve bağlı sendikaların örgütlenmesini engelleyecek, Türk-İş’in tek konfederasyon olarak varlığını sürdürmesine neden olacaktı.
Tasarının hazırlanışına Türk-İş katkı verdi.
İktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi ayrı ayrı iki tasarı sunmuş olsa da, meclis komisyonunda uzlaştılar.
11 Haziran 1970 tarihinde Millet Meclisi’nde 3,5 saat süren görüşme sonucunda yasa tasarısı kabul edildi.
İşçiler: Bunlar sendikaları kapatıyor
İşçilerin bu değişikliği kavrayışı son derece basit ama basit olduğu kadar sarsıcıdır. Yaygın kanaat “bunlar sendikaları kapatıyor” olmuştur.
Aslında bu değerlendirme yanlış değildi. İşçinin kendi tercihiyle sendika seçebilmesi değil de, devletin ya da patronların göstereceği sendikaya mecbur kalması, bir bakıma aynı anlama geliyordu. Kendisinin olmayan bir örgüt neye yarardı?
Yasa mecliste kabul edildikten sonra DİSK 14 Haziran tarihinde işyerlerinden temsilcilerin ve sendikacıların katılacağı bir toplantı çağrısı yaptı. Kemal Türkler’in başkanlığında toplanan temsilciler işyerlerinde “Anayasal direniş komiteleri” kurma kararı aldı. Komiteler yasaya karşı işyerlerinde yapılacak eylemlere hazırlık amacı taşıyordu. Aynı toplantıda bir de 17 Haziran günü büyük bir miting yapılması kararı alındı.
Bu toplantıya öncü-devrimci işçilerin kararlılığının yansıdığını anlıyoruz.
Bir de fabrikaların iyiden iyiye kaynadığını, işçilerin sabrının taştığını…
Çünkü 17 Haziran’da yapılması planlanan mitingi beklemeden, bu toplantıdan bir gün sonra işçiler harekete geçti. 15 Haziran sabahı İstanbul ve Kocaeli’nde pek çok işyerinde direniş başladı.
ADALET PARTİSİ PATRONLARIN HİZMETİNDE
Türk-İş’in 8. Olağan Genel Kurulu, 15-16 Haziran direnişinden bir ay önce, 11-16 Mayıs 1970 tarihinde Erzurum’da toplandı. Söz konusu yasal düzenlemenin meclise sevk edildiği sırada toplanan genel kurulda Adalet Parti hükümetinin temsilcileri DİSK’in tasfiye edileceği müjdesi veriliyordu:
Millet Meclisi Çalışma Komisyonu Başkanı Turgut Toker: “274 ve 275 sayılı yasalarda yapılacak değişikliklerin yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de Türk-İş’ten başka konfederasyon kalmayacak. Kanunun koyacağı koşullara uymadığı için DİSK tasfiye olacaktır.”
Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk: “DİSK rejimi yıkmak bahanesiyle genel grev yapmak arzusundadır. DİSK’in varlığı sebebiyle genel grev söz konusu değildir.”
Türk-İş genel kurulundan yansıyan bir diğer konuşma ise yine Çalışma Bakanının “DİSK çanına ot tıkayacağız” sözleriydi.
CHP TASARININ ARKASINDA
Yasa tasarısı 11 Haziran 1970 tarihinde Meclis Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlandı. Genel kurul öncesi yapılan komisyon çalışmalarında iktidardaki Adalet Partisi ile muhalefetteki CHP, tasarı üzerinde mutlak bir uzlaşı sağladı. Meclis görüşmeleri sırasında CHP’li milletvekilleri açıkça yasanın arkasında duruyordu.
CHP Milletvekili Burhanettin Asutay: “274 sayılı kanunun 7 yıllık uygulamasında birçok aksaklıklar ve boşluklar olduğu tespit edilmiştir. Yılların ortaya çıkardığı noksanları bertaraf etmek maksadıyla CHP milletvekilleri olarak bizler bir kanun teklifi yapmış, hükümetimiz bu görüşe yakın bir Kanun tasarısını Yüce Meclise sevketmiştir. Teklif ve tasarılar Geçici Komisyonda titizlikle incelenmiş, işçi, işveren yetkililerinin görüşleri alınmış müşterek bir görüşle müzakeresi yapılan kanun tadil teklifi Yüce Meclise takdim edilmiştir. Kuvvetli bir sendikacılığın toplumsal hayatımıza bir denge unsuru olacağına Yüce Meclisiz inanıyorsa sendikacılığımızın güçlü hale gelmesini temin edecektir.”
Komisyonda tasarıyı hazırlayan Adalet Partisi ile ortaklaşan CHP, meclis kürsüsünden ifade ettiği “güçlü sendikacılık” sendikalara örgütlenme barajı getirilerek Türk-İş’in tek konfederasyon olarak kalması anlamına geliyordu.
Asutay’ın sözünü ettiği Geçici Komisyon’da, ileride DİSK’e katılacak Genel-İş Sendikası’nın başkanı ve milletvekili olan Abdullah Baştürk de bulunuyordu. Komisyonda sendikal baraj maddesi konusunda pazarlıklar ve tartışmalar yapıldı. Sonuçta baraj, Baştürk’ün önerisiyle daha da yükseltildi.
İŞÇİ DÜŞMANLIĞINDA EN ATEŞLİSİ GÜVEN PARTİSİ
Dönemin muhalefet partilerinden biri olan Turhan Feyzioğlu’nun başkanı olduğu Güven Partisi, 15-16 Haziran direnişine neden olan yasa değişikliğinin en haraketli savunuculuğunu yaptı. 11 Haziran tarihinde başlayan Meclis görüşmelerinde partinin milletvekilleri işçi düşmanlığını anti-komünizmle birleştiren pek çok konuşma yaptılar.
Güven Partisi Milletvekili Vefa Tanır: “Türk-İş demokratik rejime bağlı, milliyetçi bir topluluktur. Milletlerarası fesat merkezlerinin emrinde değildir. Yayımladıkları raporlarla Sovyet Rusya’yı peyklerini örnek olarak gösteren Marksçı, Leninci kuruluşlar bu tasarıya elbet itiraz edecekler. Komünistlerin itirazları, komünist düşüncelilerin itirazları tasarının isabetsiz değil, isabetli olduğunun delili olacaktır.”
TASARIYA DİRENEN SOSYALİSTLER
Tasarıya karşı meclis muhalefetini Türkiye İşçi Partisi yürüttü. DİSK’in kurucu sendikalarından Lastik-İş’in başkanı ve aynı zamanda TİP milletvekili Rıza Kuas öne çıkan isimler arasındaydı.
Türkiye İşçi Partisi milletvekili Rıza Kuas: “…Bir Türk-İş diktası getirilmek istenmektedir. Sendikaları denetleme, olağanüstü bazı şartların dışında resmî makamların dahi hakkı değilken, bu tasarılar böyle bir hakkı özel bir örgüte, Türk-İş’e devretmektedir… Getirilen yeni hükümlerle, kendisine üye olmayı kabul etmeyen işçi örgütlerinin bütün muhaberatına el koyma hakkı Türk-İş Konfederasyonu’na verilmekte ve yine bir başka Anayasa ilkesi ayaklar altına alınmak istenmektedir… Anayasa ilkelerini işlemez duruma getirecek bu tasarılara karşı devrimci işçiler ve sendikaları ve bu sendikaların kurduğu DİSK, Anayasal haklarını kullanarak sonuna kadar direnecektir.”
Yürüdü... Yürüdü...
Eylemler önce fabrikaların içinde başladı. Daha sonra işçiler dışarıya çıktılar ve kent merkezlerine doğru yürüyüşe geçtiler.
İstanbul’da üç ayrı yürüyüş kolu oluştu. Kadıköy bölgesinde Ankara asfaltı üzerindeki fabrikalar ayaklandı ve onlar Kartal’a doğru yürüdüler. Burada Otosan işçileri başı çekti. Eyüp bölgesindeki işçiler Topkapı’ya doğru yürüdü. Bakırköy’deki fabrikalar ise Londra asfaltı olarak bilenen şimdiki E-5’e çıktılar.
Gebze bir diğer merkezdi. Tuzla ve Çayırova civarında bulunan işyerleri Ankara asfaltı üzerinden buraya yürüdü.
İzmit’te ise bir grup Pirelli ve Goodyear fabrikalarının önünde toplandı, diğer grup ise Türk Kablo fabrikasının önünden yürüyüşü sürdürdü.
“Kanunlar meclisten geri alınıncaya kadar direneceğiz”. Taşıdıkları pankartta yazan sloganlardan biri buydu. Kararlı oldukları anlaşılıyordu.
15 Haziran günü direnişe yaklaşık 70 bin işçinin ve 113 işyerinin katıldığı tahmin ediliyor. İlk gün herhangi bir olumsuz olay yaşanmadı. Hatta yürüyüşe Türk-İş’e bağlı bazı işyerlerinin de katıldığı görülüyordu...
Büyük işçi direnişinin ikinci günü: 16 Haziran'da neler oldu? (Alpaslan Savaş-16.06.2022)
15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu.
Direniş ertesi gün de devam etti. Hatta ilk günü gölgede bırakacak ölçüde kitleselleşti.
İşçiler yine fabrikalardan sabah saatlerinde yürüyüşe başladılar. Topkapı’daki işçiler Fatih ve Cağaloğlu yönüne ilerledi. Önleri zırhlı birlikler tarafından kesilmesine rağmen aşıp Eminönü’ne ulaştılar. Niyetleri Haliç’in öbür yakasındaki işçilerle buluşmaktı. Ancak işçilerin birleşmesini önlemek için Galata köprüsünün ayakları açılıyor.
Ayakları açılmış Galata Köprüsüİstinye’de Kavel işçileri Levent ve Mecidiyeköy bölgelerindeki fabrikaları harekete geçti. Birlikte Zincirlikuyu’ya yürüdüler. Eyüp, Edirnekapı, Gebze'de de işçiler aynı şekilde eylemi sürdürdü. İzmit’te lastik fabrikaları ikinci günde de direnişe katıldı.
Kadıköy’de ise Otosan fabrikası önünde başlayan yürüyüşü polis engellemek istedi. İşçilere silah çektiler. Barikatı aşan işçiler Üsküdar’a, oradan da Beykoz’a doğru yürümeye devam etti. Diğer kol ise Kartal’a yürümekteydi. Yol boyunca işçiler kalabalıklaşmaya devam etti.
16 Haziran günü KadıköyKadıköy’de iskele meydanında son derece şiddetli çatışmalar meydana geldi. Öfkeli topluluk Adalet Partisi binasını tahrip etti, Kaymakamlık binasını ve bazı polis arabalarını ateşe verdi. Burada polisin silahla yaptığı müdahalede bir esnaf ve üç işçi yaşamını yitirdi. Ayrıca bir polis de hayatını kaybetti.
16 Haziran günü eylemlerin daha da büyümesi üzerine hükümet İstanbul ve Kocaeli illerinin bütününde sıkıyönetim ilan etti. Ertesi gün DİSK’e bağlı sendikaların merkez ve şube binalarına polis baskınları düzenlendi ve pek çok işçi ile sendikacı gözaltına alındı.
Eylemlerin sıkıyönetim ilan edildikten sonraki birkaç gün daha kimi işyerleri ile bazı bölgelerde sürdüğü biliniyor. Ancak direnişin esas olarak ve etkin biçimde gerçekleştiği iki gün 15 ve 16 Haziran günleriydi.
15-16 Haziran’ın yankıları
15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu. Bu etkiler sendikal, siyasal ve sol harekete yansıdı. Peki neydi bu eylemi bu denli etkili kılan?
Neden bu kadar etkili oldu?
1970 yılında Türkiye sanayisinin kalbi sayılan iki kent Kocaeli ve İstanbul’dur. Bu iki kent Türkiye için oldukça büyük bir coğrafyayı temsil eder. 15-16 Haziran’ın etkisinin büyük olmasının bir nedeni bu coğrafi yaygınlık olmuştur.
İkinci önemli etken eylemin işyeri temelli olmasıdır. Eylemler işyerlerinde örgütlenmiş, orada başlamıştır. İşyerleri, örgütlü işçinin güçlü olduğu yerlerdir. İşyeri eyleminin katılımı yüksek olur, işçi disiplinli ve kararlı olur. 15-16 Haziran’ın işyerlerinde başlayan eylemleri buradan güç almıştır.
15-16 Haziran eylemlerinin etkisini arttıran bir diğer faktör de sektörel yaygınlığıdır. Eylemde metal işkolundaki fabrikaların ağırlığı vardır ancak petro-kimya, lastik, ilaç, gıda işkollarından da işyerlerinde işçiler eylemlere katılmıştır.
Ve yaygınlık sendikal ayrım olmaksızın da söz konusu olmuştur. Eylemde esas olarak yasa tasarısından doğrudan etkilenecek olan DİSK’e üye işçiler vardır ancak tasarının hazırlanmasında payı olan Türk-İş’e üye işçiler de eylemlere katılmıştır.
Kısacası 15-16 Haziran eylemini güçlü kılan tüm bu özellikler daha önce görülmemiş ölçekte ve etkide olması sağlamıştır. Eylem işçi sınıfının birliğini esas almıştır.
Kim örgütledi bu eylemi?
Elbette DİSK önemli bir rol oynadı. Yasa tasarısının merkezinde zaten DİSK var. Ancak eylem DİSK’in planladığı gibi başlamadı ve aslında tam da öyle devam etmedi. Eylemler sendikal merkezin etkisini aşarak ilerledi.
Dönemin sol-sosyalist hareketleri açısından baktığımızda ise pek çok örgütün iki gün boyunca işçilerin içinde olduğunu ancak hiçbirinin eylemleri belirleyecek bir etkide bulunamadığını görüyoruz. Buna TİP de dahildir.
Peki kim örgütledi bu direnişi?
Bunun yanıtını işyerlerinde buluyoruz. 1967-70 arası DİSK’in en büyük başarısı “işyeri örgütlenmesi”dir. Türk-İş’ten farklı olarak DİSK ayağını işyerlerine basarak örgütlendi. Kendisini burada kurdu. Bu süreçte fabrikalarda mücadelede öne çıkan işçiler, sendikal kadrolar ortaya çıktı. Aslında DİSK kendisini de aşacak ölçekte siyasi ve kendisine güvenen bir taban örgütlenmesi yarattı. 15-16 Haziran direnişinin merkezi işte burası olmuştur.
Solu nasıl etkiledi?
Direniş, işçi sınıfının uzun yıllar içinde olgunlaşmaya başlayan mücadeleci kimliğini güçlü bir şekilde ortaya çıkardı. İşçi sınıfı bu iki gün, sermaye egemenliğinin öyle hiç de sarsılmaz olmadığını gösterdi. Bu, işçilerin aynı zamanda kendi gücünün de farkına varmasına yaradı.
Türkiye solunda ise özellikle o dönemin kritik tartışmalarından biri olan “Türkiye’de işçi sınıfı var mıdır” ya da “Devrim yapabilecek güçte ve olgunlukta bir işçi sınıfından söz edilebilir mi?” tartışmasına net bir yanıt verdi: “Evet, Türkiye’de işçi sınıfı vardır ve bu düzeni sarsabilecek kadar güçlüdür”.
Düzen cephesinin dersi ne oldu?
15-16 Haziran direnişinden patronların çok korktuğunu biliyoruz. Direnişin sermaye sınıfında yarattığı bu korkuya dair en çarpıcı kanıt eylemler başladığında hatırı sayılır sayıda patronun “devrim olacak” endişesiyle yurt dışına çıkmasıdır.
Bugüne kadar işçi eylemlerini fiziki zorla bastıran iktidar burada da bunu denedi. Sıkıyönetim ilanı, DİSK yöneticilerinin ve kimi işçi önderlerinin tutuklanması, yüzlerce işçinin işten atılması ve bir yıl geçmeden 12 Mart muhtırası ve faşizm…
Ancak düzen cephesi açısından 15-16 Haziran’ın bundan daha öte bir anlamı olduğunu söylemek mümkün. Sermaye sınıfı Türkiye tarihinde belki de ilk kez, işçi sınıfının toplumsal açıdan kendisini ifade etmede bu denli iddialı hale geldiğini gördü. Bunun kendisi için büyük bir tehlike olduğunu kavradı. İşçi sınıfı ve sol, bu iddianın devamını getiremediğinde sermaye sınıfı yol almayı başarmıştır.
Kim ne dedi?
15-16 Haziran direnişi Türkiye’de düzenin gücünün mutlak olmadığının, patronların yenilmez olmadığının, işçilerin onlara muhtaç olmadığının da kanıtıdır.
İşçi sınıfının iktidarı mümkün ve zorunludur.
Bizim 15-16 Haziran dersimizin özeti budur.
Alpaslan Savaş - soL / Özel
Yararlanılan kaynaklar:
Aydın, Zafer; “İşçilerin Haziranı:15-16 Haziran 1970”, Ayrıntı Yay. 2020
Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu; “Derinden Gelen Kökler-I içinde 15-16 Haziran Direnişi Dosyası”, sf.335-429, Sosyal Tarih Yayınları, 2017
http://www.birlesikmetalis.org/kitap/derindengelenkokler_c1.pdf
Sülker, Kemal; “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, Yazko,
Hekimoğlu, Cemal; “15-16 Haziran’a Övgü: İki Gün İki Sınıf”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-hazirana-ovgu-iki-gun-iki-sinif/
Sur, A.Esin; “15-16 Haziran”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-haziran/
Güler, Aydemir; “TİP, tarih, bugün”, sol Haber Portalı, 15.02.2020 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/tip-tarih-bugun-280546
Güler, Aydemir; “Kaçınılmaz olan”, sol Haber Portalı, 15.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/kacinilmaz-olan-159192
Savaş, Alpaslan; “Bir kez daha 'işçiler var' diyebilmek için”, sol Haber Portalı, 17.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/alpaslan-savas/bir-kez-daha-isciler-var-diyebilmek-icin-159420
/././
Direnişe katılan işçiler anlatıyor: Polisler kaçarken boklu dereye atladılar (soL - 15/06/2020)
'İşçilerin Haziranı' başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Zafer Aydın imzalı kitap çalışmasında 15-16 Haziran eylemlerine katılan çok sayıda işçiyle yapılmış mülakatlar yer alıyor. İşçilerin anlattıkları işçi sınıfının ayaklandığı o iki günün tarihi niteliğini gözler önüne seriyor.
Geçtiğimiz günlerde Zafer Aydın imzalı önemli bir kitap çalışması yayınlandı. "İşçilerin Haziranı" başlığını taşıyan ve Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan kitap 15-16 Haziran eylemleriyle ilgili yapılmış en kapsamlı çalışma niteliğinde. Kitap şöyle tanıtılıyor:
"Bu çalışma, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde özel bir yer tutan, 15-16 Haziran direnişini, öncesi ve sonrasıyla kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Kitap doğrudan eylemde yer alan tanıklarla çoğunluğu birincil kaynaklardan oluşan devasa belgelerin ışığında hazırlandı. Kitapta eylemi ortaya çıkaran faktörler, olgunlaşma ve karar süreçleri, örgütlenme dinamikleri, eylemlere katılan işçilerin yaklaşımları, yaşadıkları sorunlar, eylemin yarattığı etki ve sonuçlar ayrıntılı bir biçimde inceleniyor. 15-16 Haziran üzerine yapılmış bu kapsamlı çalışma, önümüze koyduğu bütünsel fotoğrafla önemli bir kaynak olma özelliği taşıyor. Kitap, 15-16 Haziran üzerine yeni tartışmalar, yeni bakış açıları, yeni araştırmalar için de önemli bir zemin sunuyor. İşçilerin Haziranı tarihsel bir örnek üzerinden, bugün sendikal harekette ve toplumsal siyasette cevabı aranan çeşitli sorular için de temel bir referans niteliğinde..."
Kitapta 15-16 Haziran eylemlerine katılmış çok sayıda işçinin tanıklığı yer alıyor. Kitapta yer alan ve o günlerde yaşananları anlamak açısından çok önemli olan ilk elden tanıklıklardan sadece bir kaçı şöyle:
'Polisler kaçarken boklu dereye atladı'
... Yoğurtçu Parkı’ndaki çatışma, “Akşam” gazetesinde “günün son çatışması” olarak yer aldı. Bir diğer Otosan işçisi Kemal Eroğul da çatışmanın içindeydi:
“Biz fabrikaya döneceğiz, Üsküdar’dan geldik, Kadıköy İş Bankası’nın önüne. Bizi burada asker polis barikatı karşıladı. Bizi bırakmak istemediler, biz askerle, polisle kapıştık. Havaya ateş etmeye başladılar. Hatta oradaki direkli pasajın tavanında mermi izleri çok uzun yıllar kaldı. Ama biz bu barikatı yardık. Barikatı yarınca bir albay arabayla önümüze geçti, 'Peşime takılın ben sizi fabrikaya götüreceğim' dedi. Altıyol’dan Söğütlüçeşme’ye doğru inerken, itfaiyenin oralarda biri dedi ki, 'Yoğurtçu Parkı’nda polis işçileri öldürüyor.' Biz askeri arabayı yolda bıraktık, doğru Yoğurtçu Parkı’na. Bağdat Caddesi'nden gelenlerle burada çatışma çıkmış. Biz geldiğimizde hala mermi sesleri geliyordu. Biz de en azından 2000 kişiyiz. Biri bize bağırıyor, 'Gelmeyin, sizi de vuracaklar' diye. Biz zırhlı araçların arasından Yoğurtçu Parkı’na daldık. Daldık ki, işçileri çatır çatır vuruyorlar. Yanımda biri ayağından mermi yedi. Ben gördüm. Polis silah atıyor, işçi elinde ne varsa, bir şey yoksa da yumruğuyla karşı koyuyordu. Sonra çatışma bitti, ne oldu, nasıl oldu anlamadım ama bitti. Polisin kaçabileni kaçtı, kaçamayanı, dereye atladı, boklu dereye. Biz oradan tekrar toplanıp, fabrikaya döndük."
**
Çatışma alanı genişleyerek Kadıköy'ün açık pazar alanlarından olan Salı Pazarı'na doğru uzandığında her salı olduğu gibi o gün de semt pazarı kuruluydu. O tarihte pazar, daha sonra uzun yıllar kurulduğu, Kuşdili (şimdi İSPARK tarafından işletilen otopark alanı) üzerinde değil, Halitağa Caddesi'ne doğru açılan sokaklarda kuruluydu. Kargaşa, gürültü, patırtı arasında pazar alışverişi için orada bulunanlar, hızla bölgeyi terk ederken, pazarcı esnafı ve pazarda adına “küfe” denen sepetlerle yük taşıyan hamallar çatışmanın ortasında kaldı. 1954, Kars Digor doğumlu Mustafa Metin Yakışırboy, çocuk denecek yaşta pazarlarda hamallık yapıyordu, yaşananlara tanıklık etti:
"Bizim hiçbir şeyden haberimiz yoktu, hiçbir şey bilmiyorduk, çocuğuz. Pazarda hamallık yapıyordum. Bir baktım işçiler, polisleri kovalıyor. Otosan işçileriyle. Polisler pazara doğru kaçtı. İşçiler bizim sepetleri (küfe) elimizden alıp yakaladıkları polislerin kafasına geçirip, üstün oturuyorlardı. İşçiler, bizim arkadaşlardan Hüseyin Angır’ın elindeki sepeti alıp, bir polisin kafasına geçirmişlerdi. Diğer polisler arkadaşlarını kurtarmak için ateş ettiklerinde Hüseyin kolundan vuruldu. Köşede küçük büfe gibi bir şey vardı, bir albay onun üstüne çıktı, işçilere konuşmak istedi, işçiler büfeyi albayla beraber kaldırıp, götürdüler."
Kalabalık işçiyi görünce polisler emniyet binasını bırakıp kaçtı
Necdet Onaran ve Remzi Ersoylu'nun sözünü ettiği Kartal Emniyet binasının basılması, 16 Haziran'da bölgedeki radikal eylemlerden biriydi. İşçiler Kartal'da yürüyüş halindeyken gelen haber, üç işçinin gözaltına alındığı ve Kartal Emniyeti'ne götürüldüğüydü. Bir grup işçi hemen yönünü Kartal Emniyeti'ne doğru çevirdi. Emniyet amirliği binasının önünde bir süre hükümet aleyhine slogan atan ve gözaltındakilerin serbest bırakılmasını isteyen işçiler daha sonra binaya girerek bir süre için binayı işgal ettiler. Polislerin 'gözaltındakilerin serbest bırakıldı' açıklamasına inanmayan işçiler, baştan sona bütün binada arama yaptıktan sonra emniyet amirliğini terk ettiler. Maden İş Sendikası 4. Bölge organizatörü Adem Karabaş, Kartal Emniyeti işgali hakkında şunları söyledi:
"Kartal Emniyeti'nin işgal edilmesinde bizim önceden bilgimiz yoktu. Gözaltı haberleri gelince, işçiler oraya yürüyor. Olağanüstü kalabalık. Kartal Emniyeti o sıralarda yeni yapılmıştı. Dört beş katlı bir bina. Kalabalık işçiyi görünce polisler bırakıp kaçıyor. Hatta bir tane polis vardı, bizim Sapanbağları’nda (Pendik) oturuyordu, o anlattı ‘yandaki fırında çuvalların arkasına saklandım, kalabalık gittikten sonra çıktım’ diye."
'Sendikacılar cahil' diyen albaya işçiden sert cevap 'Has.tir ulan'
Devlet işçilerin fabrikalardan dışarı çıkmasını önlemek üzere Topkapı bölgesinde polis kuvvetleri ile fabrikalarının önünde tedbir aldı, ancak alınan tedbirler yeterli gelmedi. Güvenlik güçleri sadece fabrikaların etrafında önlem almakla kalmadılar, işçileri yürüyüşten vazgeçirmek için de çabaladılar. Böylesine bir durum Auer’de yaşandı. Fabrikaya işçileri eylemden vazgeçirmek üzere gelen albayla, Auer baş temsilcisi Cengiz Turhan muhatap oldu. Cengiz Turhan'a eylemin yasa dışı olduğuna dair tebligat da bulunan, söylev çeken albay, söylediklerinin bir etkisi olmadığını görünce işçilerle görüşmek istedi. Kapıyı açıp, albay ve yanındaki binbaşı ile teğmeni içeri aldılar. İçeri alınan askerler işçilerin toplu olarak bulunduğu dökümhane bölümüne götürüldü:
“Dedim ki: ‘Arkadaşlar, albay, tümenin kurmay başkanı, bir de binbaşıyla teğmen var aşağıda. Sizinle konuşmak istiyormuş. Yaptığımız eylemin yasal olmadığını anlatacakmış size, rica ediyorum lütfen sonuna kadar dikkatle dinleyin'. İndim aşağıya, duvara yaslandım, dinliyorum. Teğmen de, binbaşı da önümdeler. Albay veryansın ediyor, baktı ki hakikaten çıt çıkmıyor, hızını alamadı ‘Sizin sendikacılarınız cahil, ben 15 sene dirsek çürüttüm’ falan dedi. Albay öyle deyince, Mustafa abi vardı, benden en az 15 yaş büyük, fabrikada ilk arkadaşım. İnan, 8 saat çalışır, 8 saat birisi bir şey sormazsa konuşmaz. Öyle kendi halinde, mütevazı bir adam. Döküm parçalara, sac parçalarına delik deler, kılavuz çeker. O tür işler yapıldığı bir atölyede; kaynak, punto, delik, kılavuz çekilen bir atölyede çalışıyordu. Orası benim de çalıştığım atölyeydi. O Mustafa abi, 8 saat ağzından bir kelime çıkmayan Mustafa abi ‘sizin sendikacılarımız cahil, ben on sene dirsek çürüttüm, okudum’ deyince, ‘ha siktir ulan’ dedi. Bina böyle zonkladı. İşçiden bir kahkaha yükseldi. Adam ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırdı. Hemen fırladım, tuttum bileğinden ‘gel’ dedim ‘aşağıya’. Arkadaşlara da ‘bir dakika susun’ dedim. Merdivenden indi, böyle sürüklüyorum albayı. ‘Albay’ı dinlediniz’ dedim. ‘Ben çalışmıyorum, albayla beraber dışarı çıkıyorum, çalışanlar burada kalsın, çalışmayanlar benim arkamdan gelsinler’ dedim. O albayı da sürükleyerek götürüyorum. Kapıya kadar götürdüm, açtırdım kapıyı, ‘hadi güle güle’ dedim. Ondan sonra da sokağa çıktık işte."
İşçi kadınlar tankın üstünde
Vilayete giden kavşakta tankların kurduğu barikat ilk aşanlar kadın işçilerdi. Nurten Arıcan, Belkıs Kaya'nın da aralarında olduğu ağırlığını Kimya-İş üyelerinin oluşturduğu kadın işçiler tankların açılması sırasında en önlerdeydi:
“(…) Cağaloğlu’ndan Vilayet'e inen bir sokak var, bir de Erkek Lisesi'ne giden, Cumhuriyet gazetesi sokağı, bir de sağa tarafta dörtyol ağzı oluyor orada. O dört yol ağzına, sağa tarafa tank koymuşlar, önümüzü kesmişlerdi. Ve ben o tankın üstüne çıkıp, bir askeri böyle aşağı attığımı hatırlıyorum. Ondan sonra biz orayı da yardık. Ama maalesef köprü (Galata ve Unkapanı köprüleri) açıktı. Biz karşı tarafa geçemedik. Köprüyü açmışlardı, biz gittiğimizde."
DİSK, Basın - İş üyeleri de Cağaloğlu’ndan, Beyazıt’a doğru çıkıp oradan Topkapı’dan gelenlerle buluştuktan sonra bir “U” dönüşü yaparak Cağaloğlu’na geri dönen kortejle yürüyordu. Basın - İş üyesi İsmail Keresteci de aralarındaydı:
"Ben Cağaloğlu’nda Özyürek matbaasında çalışıyordum. Temsilciler iş yerinde ajitasyon çalışmaları yapıyor, işçilere DİSK'in kapatılacağını buna karşı sessiz kalmamak gerektiğini söylüyorlardı. Nihayet 16 Haziran günü işi bıraktık, dışarı çıktık. Önce Gripin işçileriyle buluştuk. Gripin’in ambalaj bölümünde çalışan kadın işçiler de bizim sendikanın üyeleriydi. Biz ekip olarak çok organizeydik. Ne yapacağımızı biliyorduk. Galiba Beyazıt’a doğru yürüdük, orada Topkapı’dan gelen kortejle birleştik. Yaklaşık 15 bin kişi vardı, hedef Taksim’di. Galata Köprüsü’nü geçip, Taksim’e ulaşmaktı hedefimiz. İran Konsolosluğu ile Milli Eğitim Müdürlüğü arasına tanklar koymuşlardı. O sırada beyaz önlüklü kadınlar tankların üstüne fırladılar. O kadınların tankların üzerindeki görüntüsü çok etkileyiciydi. kadınlar yolu açtı, arkasından da gelen kitle tankların üstünden, yanından asker barikatını aştı."
(soL)