17 Eylül 2023 Pazar

ÖZDEMİR İNCE -Eylül 2023-

 

İşçisin sen işçi kal! (17 Eylül 2023)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kuru deriden bal çıkarma faslında üstüne kimse yok. Son konuşmalarından birinde Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” şarkısını hatırlattı ve ardından kendi yorumunu ekledi: “Ülkemiz hatırlayın bir zamanlar rahmetli Cem Karaca’nın Tamirci Çırağı şarkısında dile getirdiği gibi, insanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var. Artık İHA’larımız, SİHA’larımız, Akıncı’larımız var. Bütün onlarla beraber uzaydayız. Kaan’ımız var, bunlarla beraber semalardayız. Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı. Artık milli teknoloji hamlesi var. Artık Teknofest kuşağı var. Artık maziden atiye kurdukları köprüyle dünyayı aşıp da gözünü uzaya diken azimli, birikimli, çalışkan gençlerimiz var. Şartların en zor olduğu anlarda kimseye boyun eğmeyen bu milletin damarlarında dolaşan özgürlük tutkusunu anlamak isteyen gelsin burada sizlere baksın. Torunlarıma, cümle evlatlarımıza, bilhassa da bugün buradaki siz Teknofest katılımcılarına baktığımda Türkiye’nin geleceğini görüyorum.”

R.T. Erdoğan’ın “Yersen!” dediği gibi “sıkı” ya da “gevşek” aynı kapıya çıkar. Başyüce Hazretleri ve biz kulları sanki ayrı gezegenlerde, ayrı dünyalarda yaşıyormuşuz gibi!

İHA’lar, SİHA’lar, Akıncı’lar, Kaan’larla semalardaymışız. Osmanlıca “sema”nın Türkçe anlamı “gökyüzü”. Yani semanın “uzay” gibi bir anlam yok. Uzay veya feza, Dünya’nın ötesinde ve gök cisimleri arasında var olan, sonsuz olduğu düşünülen fakat sonsuz olduğu konusunda kesin yargılara varılamayan bölge. Yani değerli okurlar, İHA’ların, SİHA’ların, Akıncı’ların, Kaan’ların uzayla hiçbir ilişkisi yok, bunlar uzay araçları değil!

Google’a baktım: Türkiye’nin mevcut uydu filosunda halihazırda üç haberleşme uydusu ile üç gözlem uydusu bulunuyor. Türksat 3A, Türksat 4A ve Türksat 4B haberleşme uyduları haberleşme ihtiyacını karşılarken Göktürk 1, Göktürk 2 ve Rasat gözlem uyduları gözlem yapıyor. Çok güzel amma bu uyduları uzaya bizim araçlar fırlatmıyor, ABD’nin Cape Canaveral Üssü’nden fırlatılıyor. Bu nedenle Türkiye’miz şu anda ve ne yazık ki bir “uzay” ülkesi değil.

Dünya üzerindeki uzay ülkeleri ve uzay bütçeleri şöyle: ABD 24, Rusya 7.7, Fransa 2.5, Japonya 2.4, milyar dolar; Türkiye’nin üye olmadığı Avrupa Uzay Ajansı’nın bütçesi 515 milyon dolar.

Türkiye’nin uzay araştırma bütçesinin ne kadar olduğunu araştırdım bulamadım.

R.T. Erdoğan’ın yukarıdaki metninden bir alıntı yapacağım: “Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de. Yemez. Artık uzaya füzeleri gönderen bir gençlik var.”

Bu da çok güzel ama uzaya füze gönderen gençlik Türk gençliği mi başka ülkelerin gençliği mi? Gençliğimiz uzaya füze gönderiyorsa bizim uydular neden Cape Canaveral Üssü’den fırlatılıyor. Bu da üzücü bir muamma. Google’a göre ROKETSAN Uydu Fırlatma Uzay Sistemleri ve İleri Teknolojiler Araştırma Merkezi ile Patlayıcı Hammadde Üretim Tesisi Açılış Töreni’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan, milli teknolojilerle fırlatılan ilk yerli sonda roketi ile uzaydan elde edilen görüntüleri kamuoyuyla paylaşmış.

Ben gene yukarıdaki metinden bir alıntı daha yapacağım: “Emperyalistlerin çıkarları uğruna gençlerimizin geçmişleriyle bağlarının kopartıldığı, geleceklerinin karartıldığı bu karanlık dönemler artık geride kaldı.”

Gençlerimizin geçmişlerinden bağlarını kopartarak emperyalistlere kimler hizmet etmiş, etmekte, ediyor? Bu çok büyük bir iddia ve iftira. Bir edebiyatçı ve bir dilbilimci olarak bu alıntının anlam yapısını çözümleyeceğim. R.T. Erdoğan’ın mensup olduğu İslamcı siyasal yapının tarih anlayışına göre gençlerin bağlarının kopartıldığı geçmiş Osmanlı ailesinin teokratik (İslamcı) imparatorluk geçmişidir. Geçmişten kopartma eylemini kim yapmıştır? Laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti yapmıştır. R.T. Erdoğan’ın yerine dobra söyleyecek olursak Türkiye Cumhuriyeti devleti emperyalistlere hizmet etmiştir. Böyle bir yalanı ancak Cumhuriyet düşmanı bir Vehhabi söyleyebilir. Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı söyleyemez! Yakışmaz!

“İnsanımıza ‘İşçisin sen, işçi kal’ denildiği, her alanda önünün kesildiği dönemler yaşadı. Ama şimdi ‘İşçisin sen, işçi kal’ sıkıysa de” demekte. Kapitalist düzende işçinin işçi konumunu piyango bileti ve yakalanmasız banka soygunundan başka hiçbir şey değiştiremez. Ancak 1923 ile 2000 yılı arasında işçiler yoksuldu ama şimdiki gibi aç değildi.

                                                          /././

Sivil anayasa, sefil anayasa (15 Eylül 2023)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Yargıtay Başkanlığı’nda düzenlenen 2023-2024 Adli Yıl Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmanın yeni anayasayla ilgili bölümünü İletişim Başkanlığı’nın yayımladığı 1 Eylül 2023 tarihli metinden aktarıyorum:  “Bu hayal, Türkiye’yi darbe anayasası ayıbından kurtararak yeni, sivil, dili ve içeriğiyle bugünü ve yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılı’na yakışır bir anayasaya kavuşturmaktır. Darbe anayasasının gölgesinde Türkiye Yüzyılı’nı konuşmayı, ülkemiz ve demokrasimiz için zül addediyoruz. Milletimize vaadimiz olan birinci sınıf demokrasi, birinci sınıf ekonomi ve birinci sınıf özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır. Türkiye Yüzyılı vizyonumuz, böyle bir anayasayla daha güçlenecektir. Bunun için 85 milyonun tamamının sahipleneceği ve ‘İşte benim anayasam’ diyerek baş tacı edeceği bir metni, artık milletin takdirine sunmamız gerekiyor.”

Cumhurbaşkanı Hazretleri’nin yaptığı konuşmalara itiraz etmeyi alışkanlık haline getirdim ama suç bende değil. Demokrasiyi yalapşap benimsemiş bir halkın tamamı bile kendi oyuna sunulmuş herhangi bir anayasa metnine kesinlikle “İşte benim anayasam diyerek baş tacı” etmez. Sadece bizde değil dünyanın herhangi bir yerinde bile.

1961 Anayasası, 9 Temmuz 1961’de halkoyuna sunulmuş katılanların yüzde 60.4’ü tarafından kabul edilmiştir. Referandum sonucunda yüzde 39 oranında ret oyu, bu anayasanın toplumun tüm kesimlerince benimsenmediğinin kanıtıdır.

12 Eylül cuntası, hazırladığı anayasanın yüzde 100 “evet” oyu alması için her türlü tezgâhı hazırlamıştı. 7 Kasım 1982 günü yapılan halkoylamasında yüzde 8.63 “RET” oyuna karşılık yüzde 91.37 “KABUL” oyu çıktı. Yine yüzde 100 değil!

R.T. Erdoğan’ın halkoyuna sunacağı “yeni anayasa”nın halkın oyunun yüzde 50.01’ini alacağını bile düşünmek mümkün değil.

Bir ülkeyi iyi anayasalar, iyi yasalar yönetmez. İyi niyetli, adil, çağının çağdaşı, donanımlı, laik, demokrat, insan hak ve özgürlüklerine saygılı hükümetler yönetir. Bu niteliklere sahip bir hükümet çok kötü bir anayasayla bile başarıya ulaşır. 1982 Anayasası, yerine “yepyeni” bir anayasa yapılacak kadar kötü mü? Elbette hayır. R.T. Erdoğan iktidarı mevcut anayasanın ilk dört maddesini mevcut TBMM ile kaldıracak ya da değiştirecek bir anayasa yapamaz. Bunun nedenini açıklayacağım. Başyücelik, TBMM ile kendi beğeneceği bir anayasa hazırlayacak olursa, yaptığı uygulamalardan esinlenecek olursak, kuvvetler ayrılığını değil birliğini seçecek demektir. Fazla örnek vermeye gerek yok, Başyücelik rejiminin mevcut anayasaya göre gayri meşru olan uygulamalarını meşrulaştıracak bir anayasa hazırlayacaktır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay belki kaldırılacak ya da iyice kuklalaştırılacaktır.

Bu yepyeni anayasa büyük bir olasılıkla egemenliği halktan alıp Tanrı ve Kuran’a verecektir. Şu anda AKP ve MHP ortaklığının böyle bir şey yapması mümkün değil. Böyle bir şey ancak 1982 Anayasası’nın bir hükümet darbesi tarafından ilga edilmesiyle mümkün olabilir.

Mevcut duruma göre Başycüce yepyeni bir anayasa yapamaz ancak ilk dört madde ve 174. madde dışında, yeterli oy bulursa, değişiklikler yapabilir. 1982 Anayasası, olağan TBMM’ye asli kurucu iktidar yetkisi vermediği fakat türev (tali) kurucu iktidar yetkisi verdiği için 1982 Anayasası’nın tamamı değiştirilemez. Ancak kısmen değiştirilebilir. Ya da 1958’de Fransa’da olduğu gibi TBMM sadece anayasa hazırlamakla özel görevli (ad hoc) bir kurucu meclis kurabilir. AKP hükümeti bu yöntemi seçerse, TBMM, yeni bir anayasa hazırlamak üzere bir kurucu meclis seçilmesini sağlayabilir. TBMM kendi yasama görevini yerine getirirken kurucu meclis yeni anayasayı hazırlayıp onaylanmak üzere halkoyuna sunabilir.

Asli kurucu iktidar niteliklerine değil de türev (tali) kurucu iktidar niteliklerine sahip AKP ağırlıklı TBMM, kuramsal olarak, ilk dört madde dışındaki anayasa değişikliklerini yapabilecek konumda. Fakat Anayasa Mahkemesi’nin kapatmayla ilgili 30 Temmuz 2008 tarihli “laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği” kararından sonra bunu yapması etik açıdan doğru olmaz. Eh artık bu kadar kusur kadı kızında da olur!

AKP iktidarının kendi kafasındaki anayasayı yapması mümkün değil. Şu anki TBMM de bir tali (türev) iktidar olduğunu anlayıp kabul ettikten sonra anayasayı, ilk dört madde dışında, kısmen değiştirebilir. Bunun yöntemini de ben öğretecek değilim artık.

                                                                 /././

Gecekondulaşan üniversite (12 Eylül 2023)

Bu yazı taslağım birkaç aydır yazmamı bekliyor. Artık sırası geldi. “İktidarın 12 yılda hiçbir vaadini gerçekleştiremediği!” ile ilgili haber bir süre önce basında yer aldı. AKP’nin 2011’de “Hedef 2023” başlığıyla duyurduğu vaatlerinden biri şöyleymiş:  “Özel üniversitelerin kurulmasına imkân veren hukuki düzenlemeleri yapacak, özel ve vakıf üniversitelerinin yükseköğretim içerisindeki payının artırılması için gerekli tedbirleri alacağız.”

Bu vaatlerinin gerçekleşmemesine çok sevindim. Benim için “üniversite” devlet üniversitesidir. Özel üniversite denince de aklıma ABD’deki Harvard, Cornell, MIT (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü), Yale, Stanford, John Hopkins, Duke vb. üniversiteler gelir. Türkiye’de 1970’ten önce kurulan devlet üniversiteleri “üniversite”dir. AKP döneminde kurulan devlet ya da özel üniversitelerin tamamı gecekondudur.

Üniversite bence nedir size söyleyeyim: Öğretim kadrosu, kütüphane ve laboratuvar, öğretim üyelerinin yayımladığı makalelerin uluslararası bilim çevrelerinde aldığı referans sayısı, öğrenci yurtları ve yemekhaneleri, ulaşım olanakları... AKP dönemi üniversitelerinde bunların hiçbiri yok, sadece yandaş müteahhitlerin yaptığı çürük binalar var.

Türkiye’de 2020 itibarıyla, 129’u devlet, 70’i vakıf olmak üzere 199 üniversite var. Fransa’da 85 üniversitede 184 bin 566 akademisyen ve 6 milyon 950 bin 142 dolayında lisans öğrencisi bulunuyor. 2019’da Türkiye’deki 196 üniversite rektöründen 68’inin hiç uluslararası yayını olmadığı, 71 rektörün de makalelerine hiç atıf yapılmadığı belirlendi. Öte yandan 2019 verilerine göre 78 üniversitedeki 273 bölümde profesör, doçent veya doktor unvanına sahip bir öğretim üyesi bulunmuyor.

Gelelim uluslararası karşılaştırmaya: Türkiye’nin nüfusu 85 milyon, yaklaşık 7 milyon yani nüfusun yüzde 8’i üniversite öğrencisi. Maşallah mı? Neuzübillah! Fransa’nın nüfusu 68 milyon, üniversite öğrencisi sayısı 2 milyon 97 bin, nüfusun yüzde 2.9’u.

Türkiye’de nüfusun yüzde 8’inin Fransa’da yüzde 2.9’unun üniversite öğrencisi olması, Türkiye’de ilk, orta ve yükseköğretimin skandal düzeyde tam anlamıyla çok kötü olduğunu gösterir. Bu iki oran Türkiye’de ilköğretimin ve ortaöğretimin düzeyinin yükseköğretime öğrenci hazırlamaktan çok uzak; üniversite planında ise hesapsız kitapsız öğrenci alındığının kanıtı olmaktadır. Türkiye’de üniversite öğrencisi nüfusun yüzde üçünden fazla olmamalı: Üç milyon kadar. Hesaplama yanlışım varsa siz düzeltin.

26 Temmuz 2003 günlü Hürriyet gazetesinde “Taşra Üniversiteleri Üzerine Birkaç Gözlem” başlıklı yazımda şu satırlar yer almakta:

[Taşra üniversiteleri genellikle kampus biçiminde inşa ediliyor. Kampus yapılanmasının kuruldukları kent ile ilişkilerini bir yere kadar sınırladığını kabul etmek gerekir. Ama ayrışık yaşadıklarını söylemek de mümkün değil. Üniversiteler ile bunların kuruldukları kentin yaşamı arasında olumlu, olumsuz, toplumsal ve faydacı etkileşim olur. Ankara’da görevli ama taşra üniversitelerinin birinde de ders veren bir genç öğretim üyesi bu konuda şöyle düşünüyor: “Toplumsal ve kültürel olumlu etkileşim, Anadolu’nun içe kapalı toplumsal yaşantısına, ancak televizyonda görülebilen türde genç insanların sızmasına yol açmıştır. Bu noktada etki olumludur. Bir diğer olumlu etki, öğretim elemanı ve diğer çalışanları ile bir kurum olarak üniversitenin kurulduğu coğrafyanın ufkunu açabilmesidir. Faydacı anlamda toplumsal olumlu etki ilke olarak yerel iktisadın zenginleşmesidir.”

Ben genç öğretim üyesi kadar iyimser değilim: Üniversitenin bulunduğu kentin toplumsal yaşamını etkilemesi ne anlama gelir: Kadın-erkek ilişkilerinin çağdaşlaşması; bilimsel ve genel kültür kitapçılarının çoğalması ve yerleşikleşmesi; tiyatro ve sinema salonlarının, pastane, lokanta ve kahvehane gibi işyerlerinin çoğalması; gazete, dergi ve kitap satışlarının artması; üniversitelilerin yaşam tarzlarının kenti etkilemesi...

Gördüğüm kadarıyla kentler üniversiteyle bir müşteri kitlesi olarak ilgilenmekte. Kent ile üniversite arasında düşünce alışverişi olmamakta ve bir süre sonra üniversite kentin dünyası içinde kaybolmakta, kentin inanç ve politik anlayışının sınırları içine kapanmakta.

Özellikle Ankara’nın doğusunda kalan üniversitelerde çalışan öğretim elemanları ve öğrenciler kentlerin üniversiteyi soluksuz bırakacak kadar sıktığından yakınmakta.]

Aradan 20 yıl geçmiş. Her şey çok daha kötü.

(Özdemir İnce-Cumhuriyet)

16 Eylül 2023 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM - 16 EYLÜL 2023 -


İzmir'de ÇEDES projesine karşı miting: Laik eğitim memleket meselesi (Berkay SAĞOL-Birgün)

ÇEDES projesine karşı laik ve bilimsel eğitimi savunanlar İzmir’de bir araya geldi. Mitingde yapılan konuşmalarda laikliğin, laik eğitimin, laik yaşamın ve eşit yurttaşlığın memleket meselesi olduğu vurgulandı.(https://www.birgun.net/haber/izmir-de-cedes-projesine-karsi-miting-laik-egitim-memleket-meselesi-469047)

 Erdoğan'dan 'AB' çıkışı: 'Yolları ayırabiliriz' (soL)

AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 'Avrupa Birliği, Türkiye'den kopmanın gayreti içerisinde. AB'nin Türkiye'den kopuş hamleleri yaptığı bu dönem içerisinde değerlendirmelerimizi yaparız' dedi. (https://haber.sol.org.tr/haber/erdogandan-ab-cikisi-yollari-ayirabiliriz-384337)

Haftada dört gün mesai: Geleceğin çalışma modeli mi?(Ezgi GÜNEYTEPE / BirGün Almanya)

Almanya’da haftalık dört günlük çalışma modeli tartışmaları yeniden alevlendi. Bazı özel sektörlerde pilot proje kapsamında hayata geçirilen haftalık dört gün çalışma modeli tartışmalarına Birleşik Hizmet Sendikası da (Ver.di) katıldı. Ver.di’nin sıcak bakmadığı haftada dört günlük çalışma modelini metal sendikası (IG-Metall) ise destekliyor.(https://www.birgun.net/haber/haftada-dort-gun-mesai-gelecegin-calisma-modeli-mi-469040)

Yılmaz Güney'in hedef alınması Yeni Şafak yazarını mutlu etti: 'Darısı Mahir’inden Deniz’ine' (soL)

1984 yılında hayatını kaybeden sosyalist senarist ve yönetmen Yılmaz Güney, bir süredir sosyal medyada çeşitli çevrelerce hedef haline gelmişti. Tartışmalar devam ederken, AKP'li Yeni Şafak gazetesinin yazarlarından İsmail Kılıçarslan, bugünkü yazısında,  Yılmaz Güney'le birlikte Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan'ı da hedef aldı. Tartışmalarda gelinen aşamadan memnuniyetini ifade eden Kılıçarslan "Görünen o ki Yılmaz Güney isimli tanrılarının fanusunda hafif bir çatlak oluştu. Darısı Mahir’inden Deniz’ine, Ertuğrul’undan bilmem kimine kadar diğer tanrı ve tanrımsıların başına. Putların devrilmesi, memleketin çok işine yarayacak çünkü" ifadelerini kullandı. 

Kolombiyalı ünlü ressam ve heykeltıraş Botero hayatını kaybetti (soL)

Kolombiya'da ulusal basında haberlere göre bir süredir sağlık sorunları nedeniyle Monako Prensliği'ndeki bir tıp merkezinde tedavi gören ünlü ressam ve heykeltıraş Fernando Botero, kendi isteğiyle evine nakledildikten birkaç gün sonra öldü. Botero'nun son günlerde zatürreye bağlı solunum sorunları yaşadığı belirtildi. Kolombiya Cumhurbaşkanı Gustavo Petro, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, "Geleneklerimizin ve kusurlarımızın ressamı, erdemlerimizin ressamı, şiddet ve barışın ressamı Fernando Botero vefat etti" mesajını paylaştı. Botero'nun kızı Lina Botero, babasının son 5 gündür sağlık durumunun oldukça kötüleştiğini belirterek, "Babam 91 yaşında öldü ve bir bakıma bunu bekliyorduk. Olağanüstü bir hayatı vardı ve doğru zamanda aramızdan ayrıldı. Çok huzur içinde gitti, önemli olan budur. Tanrım onun işlerini nasıl yaptığını biliyor" ifadesini kullandı. Medellin Belediye Başkanlığı Botero'nun ölümü nedeniyle kentte 7 gün yas ilan edildiğini duyurdu.

İçme suyu bekleyen depremzedeye kola (Mustafa Bildircin-Birgün)

Fatih Tosyalı’nın başkanlığını yaptığı İskenderun Belediyesi, “Soğuk İçecek Alımı” ihalesi düzenledi. Belediyenin 11 Ağustos’ta, Destek Hizmetleri Müdürlüğü koordinesinde gerçekleştirdiği ihalede yalnızca bir geçerli teklif olması dikkat çekti. Yaklaşık maliyetin 3 milyon 444 bin TL olarak belirlendiği ihaledeki tek teklifin sahibinin Mehmet Haştaş olduğu bildirildi. İhalede rakipsiz olan Haştaş’ın, 2014 yılında AKP Adana İl Başkanı seçilen Fikret Yeni'nin listesinden il yönetimine girdiği öğrenildi.(HAŞTAŞ’A 2,6 MİLYON TL) İhale komisyonu, 2014-2019 döneminde AKP'de aktif siyaset yapan Haştaş’ın teklifi üzerinde yaptığı değerlendirmenin ardından imza için “Olur” verdi. İskenderun Belediyesi ile Mehmet Haştaş arasında 4 Eylül’de 2 milyon 681 bin TL’lik sözleşme imzalandı. İhale kapsamında Haştaş’ın gıda şirketinden alınan soğuk içeceklerin bir bölümünün belediye büfelerinde satılacağı, bir bölümünün ise konteyner kentlerde dağıtılacağı belirtildi. İhale ile alınacak bazı içecekler, “Kutu kola, sade soda, meyveli soda, sade gazoz ve şalgam” olarak sıralandı. Hatay’a bağlı İskenderun’da depremzedelerin yaşadığı sorunlar halen giderilemedi. Hasarlı binaların susuz yıkımı nedeniyle ilçeyi toz bulutu kaplarken içme suyu sorunu da çözülemedi. Su olanakları kısıtlı depremzedeler, salgın hastalıktan endişe ediyor.

Resmi Gazete'de yayımlandı: Şeyhi ağırladı, müdür yapıldı (soL)

Sakarya’da uzun yıllar boyunca KYK Yurt Müdürlüğü ve Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü yapan ve geçtiğimiz yıl Van Gençlik ve Spor İl Müdürü olarak Atanan Arif Özsoy, İstanbul Vakıflar 2. Bölge Müdürlüğü görevine atandı.Cumhuriyet'ten  Cengiz Karagöz'ün haberine göre, Özsoy, Sakarya’da görev yaptığı sırada birçok tartışmalı uygulamalar ile gündeme gelmişti. Özsoy, kendisini ‘21 tarikatın şeyhi’ olarak tanıtan Irak kökenli Muhammed Huseyni onuruna 18 Nisan 2021’de Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) Ayşe Hümeyra Ökten Yurdu’nda bir iftar programı düzenlemişti. Söz konusu programda Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Sarıbıyık ve Sakarya İl Müftüsü Hasan Başiş de yer almıştı. Bununla birlikte, Özsoy ve beraberindeki heyet tartışmaların odağındaki Muhammed Huseyni’yi İstanbul Sultanbeyli’deki karargahında da ziyaret etmişti.

43 işçinin yaşamını yitirdiği maden faciası için 'İhmal yok' diyen isim genel müdür oldu (soL)   

Amasra’da 43 madencinin can verdiği faciada “ihmal” olmadığını savunan Muharrem Kiraz, TTK genel müdürü oldu.(https://haber.sol.org.tr/haber/43-iscinin-yasamini-yitirdigi-maden-faciasi-icin-ihmal-yok-diyen-isim-genel-mudur-oldu-384325)

Ayder Yaylası'nda bilirkişi keşfine katılan hakim: 'Saygısızlık yapma, aldırırım seni'(soL)
Ayder Yaylası'ndaki imar planıyla ilgili bilirkişi keşfine katılan hakim, 'İşiniz gücünüz şov yapmak' sözlerine tepki gösterenlere, 'Saygısızlık yapma, aldırırım seni' dedi.(https://haber.sol.org.tr/haber/ayder-yaylasinda-bilirkisi-kesfine-katilan-hakim-saygisizlik-yapma-aldiririm-seni-384323)

Brüksel’de Mahsa Amini'nin heykeli dikildi (Birgün)

İran’da 'örtünme kurallarına uymadığı' gerekçesiyle gözaltına alındıktan üç gün sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini’nin heykeli, Belçika'nın başkenti Brüksel'e dikildi.(https://www.birgun.net/haber/brukselde-mahsa-amini-nin-heykeli-dikildi-468914)

(derleyen : mstfkrc)





Profesör Kabus - Timur Soykan / BİRGÜN

 

Eski İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Süleyman Salih Zoroğlu, çocuk hastalarına uyuşturucu ilaç verip manipüle ederek ailelerini tecavüzle suçlattığı iddiasıyla tutuklandı. İddiaya göre; Prof. Dr. Salih Zoroğlu, Bakırköy’deki özel kliniğine getirilen onlarca çocuğa disosiyatif (Çoklu kişilik bozukluğu) teşhisi koydu.

Sadece hastane ortamında anestezi sırasında verilen ketamin isimli ilacı hayvanlarda kullanılan oranda çocuklara verdi. Bu çocukları onlarca kişilikleri olduğuna ve aile bireylerinin tecavüzünü bilinçaltına gömdüklerine inandırdı. Profesör, etkisine giren bazı çocukları, annelerini, babalarını zehirleyip öldürmeye ikna etmeye çalıştı.

Süleyman Salih Zoroğlu, İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. Aynı fakültede çocuk ve ergenlerde disosiyatif bozukluklar, çocukluk dönemi travmaları, çocuk istismarı alanında uzmanlaştı. Uzmanlık tezi bu konudaydı. 1999-2006 yılları arasında Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Çocuk Ruh Sağlığı ve Hastalığı Anabilim Dalı’nı kurdu, başkanlığını yaptı. 2011-2016 yılları arasında İstanbul Tıp Fakültesi (Çapa) Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Başkanı’ydı. 2010-2016 yılları arasında Adli Tıp Kurumu’nda görev yaptı. 6. İhtisas Kurulu üyesiydi ve çocuk cinsel tacizlerine bakan tek uzmandı. 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra FETÖ’nün İstanbul Üniversitesi yapılanmasına yönelik operasyonda tutuklandı. Sosyal medyada Fetullah Gülen’i öven paylaşımları vardı. 1 yıl tutuklu kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul Bakırköy’de çocuk psikiyatri kliniği açtı. 

KLİNİĞİNDE HASTALAR KUYRUK OLUYORDU

Eşi Özgül Zoroğlu, diş hekimiydi. Bir kızı psikiyatrist, diğer kızı psikologdu. Çocukları psikolojik sorunlar yaşayan aileler, 5 yıl Çapa’da Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı Başkanlığı yapmış profesörün kliniğinde uzun kuyruklar oluşturuyordu. İddiaya göre; Salih Zoroğlu, kliniğine getirilen çocuklara sürekli dissosiyatif (Çoklu kişilik bozukluğu) teşhisi koydu. Birbirinin kopyası onlarca vaka yaşandı.

Ayşe (Gerçek adı değil, kimliğini gizlemek için adını değiştirdik) 15 yaşındaydı. Ekim 2022’de derslerindeki başarının düşmesi ve içine kapanması nedeniyle annesi ve ağabeyi tarafından Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun Bakırköy İncirli’deki kliniğine getirildi. Burada Zoroğlu’nun yardımcısı olarak psikologlar Ahmet A. (27) ve Zeynep A. (32) çalışıyordu. Ayşe’nin annesi ve babası boşanmıştı ve babası başka bir şehirde yaşıyordu.

‘48 AYRI KİŞİLİĞİ VAR’

Prof. Dr. Salih Zoroğlu, kısa sürede Ayşe’ye ‘Çoklu kişilik bozukluğu’ teşhisi koydu. 48 ayrı kişiliği olduğunu ve bunun nedeninin babasının tecavüzleri olduğunu söyledi. Anne ve ağabey bunun imkansız olduğunu, babasının asla böyle bir şey yapmayacağını anlattı. Kliniğe gitmeye başlamasından sonra Ayşe’nin durumu çok kötüleşmişti. Yüzü, sesi, hareketleri değişiyor ve kendisinde başka kişiliklerin ortaya çıktığını anlatıyordu. Evde sesler duyuyor, karanlık gölgelerin geçtiğini söylüyordu. Kabuslar görüyordu. Krizler geçirmeye başlamıştı. Kimi zaman kilitlenip hiç hareket edemiyor kimi zaman ağlama krizleri geçiriyordu. Ailesi onu Salih Zoroğlu’na götürüyor ve burun spreyi ile bir madde verilince sakinleşiyordu. Çocuk kendine zarar vermeye başlamıştı. Kollarını kesiyordu. Bir seferinde ağabeyini kırık soda şişesiyle tehdit etmişti. Daha sonra bunları hatırlamadığını, diğer kişiliklerinin yaptığını söylüyordu.

KETAMİN ENJEKTE ETTİ

Ayşe bir gün kolunun acıdığını söyledi ve ağabeyi iğne deliklerini fark etti. Kız kardeşine ilaç enjekte edildiğini doktor söylememişti. Ailesi Ketamin enjekte edildiğini sonra öğrenecekti. Bu hayvanlarda kullanılan bir dozdu. Sadece hastanede anestezi sırasında hastalara verilebiliyordu. Burun spreyi ile verilen daha düşük doz Ketamin’di. Bu sırada Zoroğlu, şizofreni vakalarında kullanılan ağır ilaçlar yazıyor ve bunları hep onun söylediği eczaneden alıyorlardı.

‘BABANIN TÜM MALVARLIĞI ALIN’

Profesör, anneyle yaptığı bir görüşmede babanın Ayşe’ye 5 yaşından itibaren yüzlerce kez tecavüz ettiğini söylemiş ve “Babayı tehdit edip tüm malvarlığını Ayşe’nin üzerine geçirin” demişti. Anne ise tepki göstermişti. Bu süreçte profesör aileye dini içerikli mesajlar da gönderiyordu.

Salih Zoroğlu, Ayşe’yi babasının tecavüzüne uğradığına ama bunu gizleyen, hatırlamasını engelleyen kişilikleri olduğuna tamamen ikna etmişti. Seansta Ketamin verdiği çocuğa “Babanın tecavüzlerini hatırla” diyordu. İlacın etkisindeki çocuk farklı kişiliklere bürünerek “Hatırlıyorum” diye karşılık veriyor ve anlatıyordu. Profesör geçirdiği krizlerin de ‘hatırlamalar’ olduğunu söylemişti. Aslında her krizi Ayşe için bir başarıya dönüştürmüştü. 

‘PSİKOLOĞUN KORKUNÇ OKUL ZİYARETİ’

Salih Zoroğlu klinikte kişilikleri en hızlı şekilde ortaya çıkan, tecavüzleri hatırlayan hastasının Ayşe olduğunu sürekli tekrarlıyordu. Psikologlar ve diğer çocuk hastalarına Ayşe’yi örnek gösteriyordu. Ayşe onun projesine dönüşmüştü ve tamamen etkisi altındaydı. Klinikte çalışan psikolog Zeynep, bir gün Ayşe’nin okuluna gitti. Öğretmenler odasında Ayşe’nin 5 yaşından itibaren babasının tecavüzüne uğradığını söyledi. Bu konuda korkunç detaylar anlattı ve Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun raporunu verdi. Amaçları Ayşe’nin sınavlardan muaf tutulması ve 15 gün izinli sayılmasıydı. Öğretmenler ve okul yönetimi şoke olmuştu. Hemen anneyi aradılar. Çocuk büro amirliğine de haber verdiler. 

‘BENİM EVİMDE KALMAZSA ÖLECEK’

Tüm yaşadıklarına karşın aile, Ayşe’yi Prof. Dr. Salih Zoroğlu’ndan kopartamıyordu. Çocuk seanslara gitmezse, ilaç almazsa krizlere giriyordu. Profesör, seansların 6. ayında, geçen Haziran’da aileye “Bu kız elinizde kalırsa ölecek. Bir süre benim evimde kalsın. Evde eşim, 3 kızım, hizmetlimiz var. Evimde kalmak zorunda” dedi. Aile önce kabul etmedi. Ama Ayşe’nin sinir krizleri ve intihar etmesi korkusuyla başka seçenekleri kalmadı. Ağabeyi, Ayşe ile profesörün evindeyken telefonla konuştuğunda Ketamin etkisinde olduğunu anlıyordu. Çocuk sarhoş gibiydi, dili dolanıyordu.  

Bir süre sonra profesör, Ayşe’yi kliniğe götürüp orada çalıştırmaya başladı. Ayşe’ye beyaz önlük giydirerek diğer hastaların seanslarına sokuyordu. Profesör, ‘proje hastası’ olan Ayşe’yi diğer çocuk hastalarının kişiliklerini ortaya çıkarmakta kullandığını anlatıyordu. İddiaya göre; Ayşe, disosiyatif teşhisi konulan çocuklara tek başına seans yapmıştı.

‘ANNEM DE TECAVÜZ ETTİ’

Temmuz ayında kliniğe gelen ağabeyi, Ayşe’nin uzun olan saçlarını kestiğini gördü. Çocuk saçlarını nasıl kestiğini hatırlamadığını, başka bir kişiliğinin saçlarını kestiğini anlattı. Ayşe, ağabeyine annesinin de çocukken kendisine tecavüz ettiğini söyledi. Ağabey, koşarak profesörün odasına daldı. Salih Zoroğlu, Ayşe’nin odasından baba çıktıktan sonra annenin girdiğini ve onun da tecavüz ettiğini anlatıyordu. Annenin de disosiyatif hastası olduğunu ve bunları hatırlamayacağını söylüyordu. Akabinde bilimsel literatürle ilgisi olmayan sapkın tarifler yapmıştı, hatta bunları WhatsApp mesajıyla da gönderdi.

‘ANNE VE BABANA DAVA AÇ’ MESAJLARI

Ayşe 1.5 ay Salih Zoroğlu ve ailesiyle yaşadı. Ağabey kliniğe giderek kardeşini görüyordu. Bir boşlukta Ayşe’nin telefonundaki Salih Zoroğlu ile mesajlaşmalarını aldı. Mesajlarda doktor, Ayşe’ye anne ve babasına nasıl dava açacaklarını anlatıyordu. Birlikte bowling oynamaya, sinemaya gittikleri fotoğraflar vardı. Profesör, çocuğa onu yurt dışındaki okullara göndereceğini söylüyordu.

Ayşe 31 Temmuz’da Salih Zoroğlu’nun evindeyken babasını CİMER’e şikayet etti. Profesörün 12 sayfalık raporunu şikayet dilekçesine eklemişti. Ağabeyine gönderdiği sesli mesajda “Babam tutuklanmazsa hoca ile birlikte suç duyurusunda bulunacağız” diyordu. 

‘SAVCIYA PROFESÖRÜN RAPORUYLA GİTTİ’

Birkaç gün sonra Ayşe, Bakırköy Çocuk İzleme Merkezi’ne (ÇİM) giderek babasından şikayetçi oldu. Ağabeyi onun aileden tamamen kopmaması için yanına gitmişti. ÇİM’de 2.5 saat Ayşe’nin ifadesi alındı. Babasının ve annesinin tecavüzüne uğradığını söyleyip ikisinden de şikayetçi olmuştu. Ayrıca Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun raporunu da savcıya vermişti.

Ayşe ifadeden çıktıktan sonra hemen telefonla profesörü aramıştı ve konuşmalarını ağabey de duyuyordu. “Aynı sizin söylediğiniz gibi anlattım hocam. Asla ağlamadım” demişti. Profesörü de duyuyordu ağabey. “Biraz ağlasaydın, inandırıcı olurdu” diyordu.

‘SAVCI ŞÜPHELENDİ’

Savcı, Ayşe’nin koruma altına alınmasına, kızlık muayenesi yapılmasına karar verdi. Polisleri çağırdı. Ayşe, profesörü arayarak “Beni ÇODEM’e götürüyorlar” dedi. Profesör, Ayşe hakkındaki raporda kendi koruması altında olduğunu yazmıştı ve çocuğun bırakılacağını düşünmüştü. ÇODEM’e yerleştirilen Ayşe, krizler geçiriyordu. Ailesi artık bunun Ketamin yokluğundan kaynaklandığına emin olmuştu. Bu sırada Salih Zoroğlu’nun diş hekimi olan eşi, Ayşe’yi almak için kuruma başvuru yapıyordu. Kurum yöneticileri, Salih Zoroğlu’nun Ayşe hakkında hazırladığı akıl almaz rapora şüpheyle yaklaştı. Savcılığa bu konuda bilgi verildi.

5 ÇOCUK AYNI PROFESÖRÜN RAPORUYLA GELMİŞTİ

Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı ise daha önceden Salih Zoroğlu’nu mercek altına almıştı. Çünkü son dönemde 5 çocuk benzer iddialarla savcılığa başvurmuş ve ailelerini cinsel istismarla suçlamıştı. Hepsinde Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun raporu vardı. Ayşe’ye Ketamin verilip verilmediğinin anlaşılması için saçından örnek alındı ve Adli Tıp’a gönderildi. Ayşe’nin kuruma alınmasından 10 gün sonra 'kızlık muayenesi' sonucu çıktı. Bakireydi. Saç telinde ise Ketamin bulundu.

‘7 ÇOCUK DAHA PROFESÖRÜN ETKİSİ ALTINDAYDI’

ÇODEM’de kalan Ayşe ile ağabeyi görüşebiliyordu. Ketamin etkisinden kurtulan Ayşe, söylediklerinin gerçek olmadığını anlattı. Sürekli ağlıyor, özür diliyordu. İfadesini değiştirdi. Ağabey, Ayşe’nin ve kendisinin Salih Zoroğlu ile mesajlaşmalarını arşivlemişti. Kliniğe gittikleri dönemde verilen ilaçları ve diğer belgeleri bir klasöre dönüştürerek savcıya teslim etti. Ağabey de savcılığa ifade verdi. Ayşe ikinci ifadesinde kendisi gibi profesörün zorlamasıyla ailelerini tecavüz ile suçlayan 7 çocuğun ismini vermişti.

ELİF VE AİLESİNİN KABUSU

Profesör Kabus’un ağına düşen çocuklardan biri; Elif’ti (Gerçek adı değil, kimliğini gizlemek için adını değiştirdik). 17 yaşındaki Elif’in annesi öğretmen, babası ise İstanbul’da otel sahibiydi. Bir kız kardeşi vardı. Elif çok zeki bir çocuktu ve ortaokuldayken öğretmenin tavsiyesi üzerine yapılan IQ testi bunu doğrulamıştı. Sınavlarda çok yüksek puanlar almıştı ve iyi bir kolejde eğitim görüyordu. 2022 yılının başında okulda duramamaya başladı, ailesine açık liseye geçmek istediğini söyledi.

Bunun üzerine ailesi, çocuk ve ergen psikiyatrisi konusunda ünlü doktor Prof. Dr. Salih Zoroğlu’ndan randevu almak istedi. Çok sıra olduğu için güçlükle Şubat 2023’te randevu aldılar. Saatlerce sıra bekledikten sonra Psikolog Ahmet K. ile görüştüler. Kısa bir test yapıldı. Prof. Dr. Salih Zoroğlu, ilk seansta Elif’e ‘Çoklu kişilik bozukluğu’ teşhisi koydu ve bunun cinsel istismar nedeniyle olduğunu söyledi.

PROFESÖRÜN ŞÜPHE TOHUMLARI

Elif çok şaşırmıştı, böyle bir şey yaşamadığını anlattı. Salih Zoroğlu ise farklı kişilikleri olduğunu, bu kişiliklerinin tecavüzü hatırlamasını engellediğini ifade etti. Profesör, bu cinsel travmayı aileden biriyle yaşamış olabileceğini söyledi. “Bunu kişiliklerine sor” dedi. Seanstan sonra anneye bilgi verildi ve öğretmen anne büyük şaşkınlık içindeydi. Kızıyla çok bağlıydılar ve onu çocukluğu boyunca hiç yanından ayırmamıştı. Elif de ona her şeyini anlatırdı. Ama içine şüphe düşmüştü. Hiç uyumuyor, ünlü profesörün bu korkunç iddiası aklından çıkmıyordu. Bir yandan profesöre şüpheyle yaklaşırken öte yandan bu istismarın nereden, kim tarafından ne zaman yapılmış olabileceği soruları akıllarından çıkmıyordu.  

‘KETAMİNİ SAKIN ANNENE SÖYLEME’

Profesör, Elif’e ilaçlar yazdı. Onun yönlendirdiği eczaneden burun spreyi şeklindeki Ketamin de aldılar. İddiaya göre; Salih Zoroğlu seans başında Elif’e kolundan iğneyle Ketamin veriyordu. Bu sırada yanlarında Psikolog Zeynep A. da vardı. Bunu kesinlikle annesine söylememesini tembihlediler. Elif, Ketamin’in uyuşturucu etkisindeyken profesör taciz ve tecavüz olayına inmeye çalışıyordu.

Salih Zoroğlu, Elif’te baskın bir erkek kişilik olduğunu, bunun tedaviyi engellediğini söyledi. Babanın evden ayrılmasıyla bu kişiliğin ortaya çıkarılabileceğini anlattı.

‘BABAYI EVDEN UZAKLAŞTIRDI’

Aile bunu konuştu ve baba, kızının sağlığı için bir hafta evden ayrıldı, kendi annesinin evine gitti. Bir hafta sonra ise profesör, babanın 3 ay başka bir yerde kalmasını istedi. Elif’in babası neler olduğunu anlamaya çalışıyordu, profesörle konuşmak istedi ama reddedildi. Kızının iyiliği için bunu da kabul etti. Başka bir ev tuttu.

Salih Zoroğlu, Elif’e babasının tecavüzüne uğradığını söylemeye başladı. Elif bunun imkansız olduğunu, babasının böyle bir şeyi asla yapmayacağını söylüyordu. Ama profesör kesin ifadelerle babasının ona 5 yaşından 12 yaşına kadar tecavüz ettiğini anlattı. Önce 17 daha sonra 45 kişiliğinin olduğunu söyledi. Tek tek bu kişilikleri ortaya çıkaracaklarını ve tecavüzü hatırlayacağını söylüyordu. Elif hatırlamadığını söyledikçe Ketamin’in dozu arttı. Salih Zoroğlu sadece hastanede verilebilen ilacı yasa dışı şekilde temin ediyordu. Odasındaki çekmecesinden cam tüpte çıkarıp şırıngaya çekerek uyguluyordu. Seanslarda Elif’e sürekli ‘Hatırla’ diye baskı yapıyordu.

‘BABASINI SUÇLAMAYA BAŞLADI’

Elif bir süre sonra doktorun etkisi altına girmiş, babasını suçlamaya başlamıştı. Annesine, profesörün babasını suçladığını söylemişti. Annesi bunun imkansız olduğunu anlattı. Kızını hiç yanından ayırmayan bir anneydi. Babası aradığında Elif telefonu açmıyor, babasıyla hiç konuşmuyordu. Baba, eşini aradığında ise “Kızın artık seninle konuşmak, görüşmek istemiyor” yanıtını almıştı. 

‘EVDE BABAYI KÖTÜLEYECEKSİNİZ’

Seanslarda profesör, Elif’e annesinin ispiyoncu olduğunu, bilgileri babasına aktardığını söylemeye başladı. Elif, çok bağlı olduğu annesine artık nefretle düşman gibi bakıyordu. Anne, doktorun talebi üzerine babayla bağlantısını kesmişti. Sürekli ağlayan kadına Elif, “Anne sen de istersen Psikolog Zeynep’ten seans al, hiç iyi değilsin” dedi. Öğretmen anne, profesörün onayıyla Zeynep A.’ya gitti. Seansta Zeynep A., babayı kötülüyor, onun kızına tecavüz ettiğini söylüyordu. Babayı hayatlarından çıkarmaları gerektiğini anlatıyordu. Evde kesinlikle ‘Baba’ dememeleri, onu adıyla anmalarını tembihledi. “Bunu yapmazsanız Elif içindeki babayı sevmeyen kişilikler ortaya çıkmaz ve tecavüzleri hatırlamaz. Kızınız iyileşemez” diyordu. Baba için evde sürekli “Pislik, ondan iğreniyorum” gibi sözler kullanmasını istedi. Psikolojisi darmadağın olan anne, “Tamam” dedi.

‘BABAMI ZEHİRLEYELİM’

Elif bir gün annesine “Profesörde bir zehir var. Bunu yemeğe kattığında ortaya çıkmıyormuş. Babamın çorbasına sen bunu koyabilirsin. Profesör böyle yapabileceğimizi söyledi” dedi. Annesi donup kalmıştı. Kızı, eşini öldürebileceklerini söylüyordu. Hemen bunu psikolog Zeynep A.’ya anlattı. Zeynep A. “Hoca hastaların öfkesini ölçmek için bunu yapıyor” dedi Anne ise “Ya bunu gerçekten yapmaya kalkarsa…” diye tepki göstermişti.  

Kliniğe gitmeye başlamasından üç ay sonra Elif, ilaç içerek intihar girişiminde bulundu. Hastaneye kaldırıldı ve midesi yıkandı. Koşarak hastaneye gelen babaya, anne “Seni görmese daha iyi. Kötü etkilenebilir” dedi. Baba artık dayanamıyordu. Kızının yanına gitti. Bitkin halindeki Elif, babasıyla konuştu.

‘BABA SUÇLAMAYI ÖĞRENİYOR’

Anne, eşine Salih Zoroğlu’nun onu kızına tecavüz etmekle suçladığını söyledi. Baba deliye dönmüştü. “19 yıllık eşimsin, buna nasıl inanırsın” diye tepki gösterdi. Bu süreçte boşanma aşamasına geldiler. İkisi de 6 ay boyunca bir kabusu yaşadı. Baba kanser hastasıydı ve yaşadıklarını ‘Ölümden beter’ diyerek tarif ediyordu. Avukatıyla konuşup profesör hakkında suç duyurusunda bulunmaya karar verdi. Önce CİMER’den şikayet dilekçeleri yazdı.  

‘SİZİ YURT DIŞINA GÖNDERECEĞİM’

Elif, klinikte Ayşe ile arkadaş olmuştu. Ayşe, Salih Zoroğlu’nun asistanı gibiydi. Hatta onun evinde kalıyordu. Elif de profesörün proje hastalarından birine dönüştürülmüştü. Profesör, ‘Hatırlamalar’ da çok geride ama çok zeki olduğunu söylüyordu. Ayşe ve Elif’i yurt dışındaki okula göndereceğini anlatıyordu. Ayşe, babası ve annesi hakkında suç duyurusunda bulunacağı gün aslında Elif de babası hakkında şikayetçi olacaktı. Salih Zoroğlu ona da bir rapor yazarak vermişti. Ama Elif son anda emin olamadığını düşünüp vazgeçmişti. Bu sırada anne, kızının cep telefonundaki Prof. Zoroğlu ile mesajlaşmalarını kopyalıyordu. Profesör sürekli olarak babasını şikayet etmek için kızına baskı yapıyordu.

PROFESÖR KABUS: BENİ ALLAH VAZİFELENDİRDİ

Baba ise Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun cep telefonu numarasını bulmuştu ve ona WhatsApp’tan yazıyordu. Baba çok sert tepkiler gösterirken Zoroğlu sakin bir üslupta “İtiraf et” diyordu. Babanın da çokluk kişilik bozukluğu hastası olduğunu yazıp bilinçaltındaki kişiliklerin aslında yakalanmak istediğini yazdı. Çıldırtıcı mesajlardı. Baba kızına hiçbir kötülük yapmadığını yapamayacağını yazıyor ama profesör ona şöyle mesajlar atıyordu:

‘Bence sakin ol. Mertçe özür dile… Olayı örtbas eden zavallı çocuk iyileşemez.’

‘Ya Allah beni bir vazife ile vazifelendirdiyse o zaman senin halin nice olur. Ben biliyorum. Kızın biliyor. Sen biliyorsun. Allah zaten biliyor.’

‘Ahiret var, hesap var. Şimdi reddettin. Hadi diyelim kabul ettirdin. Hadi senin şansına kız da kendini öldürdü ve bu dünyada yırttın. Ne olacak, tatmin mi olacaksın.’

‘20-30 sene sonra hesaplar öte alemde açılır. Ve sen şöyle söyleceksin. ‘Ya leyteniii küntü türaba.’ ‘Heyhat. Artık geçti’ diyecekler ve ebedi, yani sonsuz hayat boyunca azap çekeceksin.’

‘ÇOCUKLARIN RUHLARINDA GÖREBİLİYORSAM…’

‘Ya ben bir şekilde doğru bilgiyi alabiliyor. Çocukların söylemediklerini onların ruhlarında görebiliyorsam. Ya Allah öyle bir hal verdiyse bana. Yahut haber alabileceğim başka şeyler varsa. Ne yapacaksın. Haşa, Allah CC dize mi getireceksin.’

‘Söyle bakalım. 45 (en az) kişilik bacak kadar çocukta nasıl oluştu. Sen alemi aptal herkesi sersem mi sanırsın.’

‘Özür ve af dilemen lazımdır. Kızın iyi bir insandır. Bunu takdir eder. Sonra demen lazım ki. ‘Az bir ömrüm kaldı. Sana rüşvet falan değil. Bahşiş de değil. Neyim varsa sana vereyim. Sen beni ben seni bir daha görmeyelim. Ama yalvarırım biraz da olsa hakkını helal et. Nasıl oldu bilmiyorum ama bunlar olmuş. Sen yalancı, iftiracı değilsin. Belki ben de hastayım’ de.

‘ELİNDEKİ, AVUCUNDAKİLERİ KIZA VER’

‘Bence senin de çoklu kişiliğin var. Sen bunu bilmiyor ya da bilmezden geliyorsun… Git ‘ne olduysa oldu, hatırlıyorum ya da hatırlamıyorum ama sen doğrusun’ de. Kalbi kırık kıza daha fazla yalancı, iftiracı, komplocu deme… Yarından, erkenden tezi yok. Elindeki avucundakileri o kıza ver. Kurtul. Verdiklerin onun tazminatının milyar da biri de değil.’

Baba bu mesajların ekran görüntülerini aldı. Ertesi gün savcılığa suç duyurusunda bulundu. Mesajları savcıya sunan baba ifadesinde şöyle diyordu:

“Allah tarafından görevlendirildiğini söylüyor. Bu kişinin ruh hastası olduğunu anladım. Bir doktor, profesör bu şekilde şeyler yazmaz.”

ELİF, PROFESÖRDEN UZAKLAŞTI

Babanın, anneyle görüşmeleri ve savcılıktan aldıkları bilgilerden sonra Elif ile konuştular. Elif’in şüpheleri vardı ve profesöre kendini tamamen bırakmamıştı. Onu profesörden uzaklaştırdıkça durumu düzeldi. Elif ve annesi de savcılığa giderek yaşadıklarını anlattı. Profesör ile mesajlaşmalarını savcılığa sundular. 

Ağustos ayında 'kızlık muayenesi' için sıra beklerken Ayşe ve Elif aynı salondaydı. Profesörün mağduru iki aile birbirlerini klinikte gördüler. Yaşadıkları kabusu konuştular. Rapor Elif’in de Ayşe gibi bakire olduğunu ortaya koydu.

Savcılık Ayşe ve Elif gibi 5 çocuğun aileleri hakkındaki şikayetleri inceliyordu. Bu olaylarda Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun birbirine çok benzeyen raporları vardı.

EVİNDE KETAMİN BULUNDU

Polis 11 Eylül’de operasyon yaptı. Prof. Dr. Salih Zoroğlu, eşi diş hekimi Özgül Z., psikologlar Ahmet A. ile Zeynep A. kliniğin sekreteri İnci A. ve ketamin ilacı yasa dışı şekilde temin edip Zoroğlu’na verdiği iddia edilen Başakşehir Çam ve Sakura Hastanesi’nde görevli doktor Hüsna A. gözaltına alındı. Zoroğlu’nun evinde cam tüp içinde Ketamin ilacı bulundu.

Salih Zoroğlu ifadesinde 40’ın üzerinde çocuk için cinsel istismar raporu düzenlediğini söyledi. Hastalara ketamin verilmesini tedavinin bir parçası olarak açıkladı. Çocukların istismarı kabullenmesi için telkinde bulunmadığını savundu. Çocukların ailelerini tehdit ettiği ve para istediği iddialarını kabul etmedi. 14-15 öğrenciyi yurt dışına gönderdiğini anlattı. 14 Eylül Perşembe günü Salih Zoroğlu ve Ahmet A. tutuklandı. Diğer şüpheliler adli kontrol şartıyla bırakıldı.

‘180’DEN FAZLA ÇOCUK VAR’

Savcılığın Ayşe ve Elif gibi 15 vaka tespit ettiği öne sürülüyor. Geçmişte çocukların ailelerini suçladığı 7 olayda davalar açılmış ve Salih Zoroğlu’nun raporunun etkisiyle tutuklananlar olmuş. Savcılık, Prof. Dr. Salih Zoroğlu’nun 180’den fazla çocuğa çoklu kişilik bozukluğu teşhisi koyduğunu düşünüyor. Bu çocuklar ve ailelerinin akıbeti araştırılıyor.

Timur Soykan / BİRGÜN


Kazı ekibini heyecanlandıran gelişme: Meşhur kayıp tapınak bulunmuş olabilir - Cumhuriyet

 Sivas’ta Kayalıpınar (Samuha) antik kentinde bu yılki kazı çalışmalarında bulunanlar, Hititlerin sözde tanrıçası Şausga’nın meşhur tapınağına işaret etti. Kazı ekibi meşhur tapınağı bulduklarını düşünüyor.

Sivas ili Yıldızeli İlçesi Kayalıpınar Köyü sınırları içinde bulunan Kayalıpınar (Samuha) Örenyeri Kazı çalışmalarının bu yıl planlanan kısmı tamamlandı. Sivas Müze Müdürlüğü Başkanlığı'nda 2005 yılında başlanılan çalışmalarına, kazı başkanı Doç. Dr. Vuslat Müller-Karpe’nin ölümüyle nedeniyle bir süre ara verilmişti.

Çalışmalara 2021 yılında Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Çiğdem Maner başkanlığında yeniden başlanıldı. Planlı kazı çalışmalarının bu yılki etabı geçen gün sona erdi.

MEŞHUR KAYIP TAPINAK BULUNMUŞ OLABİLİR

Bugüne kadar bine yakın arkeolojik eserin bulunduğu kazıdaki buluntular, kazı ekibini bir hayli heyecanlandırdı. Bu yıl yapılan kazılarda bulunan eserler, kazı alanının bir bölümünün önemli bir Hitit arşivi olduğunu gösterirken bulunan çivi yazılı bir tabletteki dini içerik, antik kentin Hititlerin sözde tanrıçası Şausga’ya ait meşhur kayıp tapınak olma ihtimalini güçlendirdi.

DÖRT MEDENİYETİN İZLERİNİ TAŞIYOR

Kazı ekibinden Arkeolog Doktor Emre Kuruçayırlı, Samuha antik kentinin 4 farklı medeniyetin izlerini taşıdığını belirtip, “Kazı gerçekleştirdiğimiz antik Samuha, bugün ki adıyla Kayalıpınar yerleşimi çok değişik zamanlardan buluntular veriyor bize ve çok ilginç bir şekilde kazı alanı bu değişik dönemlerin araya geldiği bir nokta. Burada hem Hititlere ait yapı kalıntılarını bulduk. Hem Roma dönemine ait bir yol kalıntısı bulduk. Tahrip olmuş olsa da tipik Bizans mozaiği kalıntıları buluyoruz. Son olarak bir Selçuklu eseri bulduk” dedi.

KAYIP MEŞHUR TAPINAK OLDUĞU DÜŞÜNÜLÜYOR

Kuruçayırlı, bu yıl gerçekleştirilen kazıda bulunan tabletin bölgenin Hititlerin tanrıçası Şausga’nın meşhur tapınağına işaret ettiğini ifade ederek, “Burada tipik Hitit giriş kapısı bulanan bir yapı vardı. Ona doğru uzanan tahrip olmuş iki duvarımız var. Kazının bitimine iki gün kala bu yapının Hitit dönemine ait olduğunu kanıtlayan iki buluntu geldi. O da bir çivi yazılı tablet parçası. Metin Hititçe ve çok önemli bir şeyden bahsediyor. Çok yüksek sayıda sığırdan bahsediyor. Dil bilimcilerimiz 120 veya 1200 sığırdan bahsediyor. Normal bir ticaret hacmi için oldukça yüksek bir sayı. Bu kentin adı Samuha ve bu isim Hitit kayıklarında sürekli bir tanrıçayla anılıyor. Burada bu tanrıçaya ait bir tapınak var. Bu tanrıca Sausga. Bu sığırların Sausga’nın tapınağına bir adak olduğunu düşünüyoruz. Bu kadar yüksek sayıdaki sığırın tapınakla ilgili olduğunu düşünüyoruz. Bu kazıda bir kısmını ortaya çıkarttığımız önümüzdeki sezon yapacağımız kazıda da kalanını ortaya çıkartacağımız bu yapının Sausga’nın meşhur tapınağı olma ihtimalini düşünüyoruz” dedi.

EN ESKİ YAZILI KAYITLAR DA SAMUHA’DAN BAHSEDİLİYOR

Kazı çalışmalarına önümüzdeki yıllarda devam edilecek olan Kayalıpınar (Samuha) artik kentinin M.Ö. 2 binli yıllarda Anadolu’daki en önemli Hitit kentlerinden birisi olduğu düşünülüyor. Samuha’nın ismi, Boğazköy’de bulunan yazılı kaynaklarda çok sık geçerken, Türkiye’de bulunan en eski yazılı belgeler olan ve Kültepe’de ele geçen Eski Asur dilindeki çivi yazılı tabletlerde de Samuha’dan bahsediliyor.


(Cumhuriyet)