23 Eylül 2023 Cumartesi

AKP yargısında bir yüksek yargıcın portresi: Ya tarikatçı olacaksın ya yandaş - soL

 Yargıtay Üyesi Yüksel Kocaman adı etrafındaki tartışmalar yargıdaki yandaş-tarikatçı kavgasının yansımaları. Yargı artık AKP’nin arka bahçesi. O bahçede yükselenler ise ya mangalcı ya tarikatçı.

Yüksel Kocaman Yargıtay Üyeliğine 2020 yılında atandı. Yargıtay üyeliğinden önce Ankara Cumhuriyet Başsavcısıydı. Başsavcıyken pek çok rüşvet ve yolsuzluk suçlaması yöneltilen Kocaman, bütün bu iddia engellerini aşarak Yargıtay üyeliğine yükselmeyi başardı. İddialara göre bu yükselişini yandaşlığına, dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a borçlu. 

Malum, AKP’nin yarattığı hukuk düzeninde yandaşlara ve tarikatçılara dokunmak imkânsız. Her iki kategori de adı konulmamış bir dokunulmazlık zırhıyla korunuyor. Geride kalan ise sadece soruşturulmamış iddialardan ibaret.

O iddialardan birine göre Yargıtay üyesi Yüksel Kocaman İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yakın olduğu iddia edilen ve geçtiğimiz günlerde gözaltına alınan suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan'dan villa ve araba aldı. Ne karşılığı, onu bilemiyoruz. Tabii bu iddia hakkında da soruşturma açılmadı ve derhal iddia ile ilgili 26 içerik için erişim engelli kararı aldırıldı. Kocaman’ın erişim engeli aldırdığı içeriklerden biri, kendisinin villa ve araba aldığı iddiasını reddettiği, Kaplan ile birkaç dakika restoranda görüştüğü, Kaplan operasyonunun Soylu'ya yönelik bir operasyon olduğunu” söylediği haberdi. 

Yükseliş sırrı Erdoğan'la yaptığı mangal partisinde

Yüksel Kocaman 1993’te Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1998-2001 arasında Pınarhisar Cumhuriyet Savcılığı, 2001-2003 yılları arasında Çatalzeytin Cumhuriyet Savcılığı görevini üstlendi.

Daha sonra Kocaman’ın, Erdoğan’ın Pınarhisar Kapalı Cezaevi’nde kaldığı dönemde, cezaevi savcısı olduğu ve Cezaevinde Erdoğan’la mangal partisi yaptığı ortaya çıktı. Haliyle AKP’nin iktidara gelmesinin ardından yavaş yavaş yükselmeye başladı. (https://www.odatv4.com/siyaset/o-savci-erdoganin-cezaevindeki-mangal-partisine-katilmisti-108216)

2003’ten itibaren sırasıyla Strateji Geliştirme Başkanlığı Tetkik Hakimliği, Personel Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimliği, Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2011’de Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğüne atandı. Kocaman, Kasım 2014’ten Ocak 2017’ye kadar Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı yaptı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına atandı. 27 Kasım 2020’de ise Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından Yargıtay üyeliğine seçildi. 

Yargıtay üyeliğine atanmasından sonra yeni evlendiği eşiyle birlikte Bodrum’da geceliği 9 bin 300 lira olan bir otelde yaptığı tatille gündeme geldi. O tarihte maaşı 12-13 bin lira civarındaydı.  Üstelik otele helikopterle gitti. Tatilde eşinin taktığı çantanın fiyatı ise yaklaşık 20 bin liraydı. Nikahına, Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Millî Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler gibi isimler katılmış, çift nikahtan sonra AKP Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmişti.

Ününü Demirtaş davasında yaptı

Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'a, dönemin Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman'ı hedef gösterdiği gerekçesiyle bir dava açıldı. Sekiz yıl hapsi istenen Demirtaş'ın, 7 Ocak 2020'de Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığı başka bir davada savunma yaptığı sırada Yüksel Kocaman'ı hedef alan ifadeler kullandığı iddia ediliyordu. Bu ifadeler, “@DemirtasSavunma” isimli sosyal medya hesabı üzerinden paylaşılarak geniş kitlelere ulaştırılmış, savunma hakkı sınırları aşılmıştı.

Demirtaş’ın o savunması sırasında şunları söylemişti: “Benimle ilgili operasyonun yürütücüsü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı. İkinci tutuklamayı bizzat örgütleyerek. İkinci tutuklamamın nasıl yapıldığının tüm detaylarını biliyorum. Başsavcı Yüksel Kocaman ve yardımcısı. Haklarında suç duyurusu yaptık. Senin o güvendiğin saraydan büyük Allah var Yüksel Kocaman, devran dönüyor. Devran dönüyor, halk var. Sandık kurulduğunda güvendiğin dağlara kar yağacak, bunların hepsinin hesabını yargı önünde vereceksiniz.”

Ankara 25. Ağır Ceza Mahkemesince 28 Mayıs 2021'de görülen karar duruşmasında Demirtaş, "terörle mücadelede görev alan kamu görevlisini hedef göstermek" suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Soru önergesine konu oldu

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, 2020 yılında Ankara Cumhuriyet Başsavcısının tatil paylaşımlarının kamuoyuna yansıması üzerine başlayan tartışmalara ilişkin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün yanıtlaması istemiyle soru önergesi hazırladı:

Önergede şöyle deniyordu: “Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın nişanlısı ile Bodrum’da yaptığı tatilde çektirdiği fotoğrafların sosyal medyada paylaşılması çeşitli tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Çünkü söz konusu paylaşımlarda başsavcının tatil yaptığı otelin etiketlenmiş olması otelin tek gecelik fiyatını da ortaya çıkarmıştır. Ortalama bir savcı maaşının 12 bin ile 15 bin TL arasında seyrettiğin nazara alındığında tek bir gecelik konaklama bedeli 9 bin TL olan otelde gerçekleşen tatilin maliyeti soru işaretleri doğurmuştur. Başsavcının otele özel bir helikopterle gitmiş olması akıllara Zekeriya Öz’ün Dubai tatilini getirmiştir. Diğer yandan Yüksel Kocaman’ın; Cumhurbaşkanının Pınarhisar Cezaevinde kaldığı dönemde cezaevi savcısı olduğu ve cezaevinde düzenlenen mangal partisine de katıldığı bilinmektedir. Ayrıca geçtiğimiz yıl AİHM tarafından Selahattin Demirtaş lehine verilen ihlal kararının verildiği günün akşamı Başsavcının Cumhurbaşkanı ile sarayda bir görüşme gerçekleştirmiş olması da hala hafızalardadır. Söz konusu görüşmenin Cumhurbaşkanının talebi ile gerçekleştiği kamuoyuna yansımıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcısının Selahattin Demirtaş’ın verilen tüm tahliye kararlarına rağmen tutukluluğunun devamını sağladığı da bilinen diğer hususlardandır.” 

Özetle Beştaş Başsavcı Kocaman’ın Saray’dan talimat aldığını iddia ediyor ve şu soruları yöneltiyordu: 

  • HSK tarafından gerçekleştirilen atama ile Yüksel Kocaman’ın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına getirilmiş olması, Cumhurbaşkanının talebi ile mi gerçekleşmiştir?
  • Savcı Yüksel Kocaman’ın ataması, HDP’li milletvekillerinin soruşturma dosyalarını oluşturmak ve yargılamaları yönlendirmek için mi gerçekleştirilmiştir?
  • Yüksel Kocaman’ın geçmişte Pınarhisar Cezaevi savcısı olması ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı görevine atanması arasında bağ var mıdır?
  • Demirtaş hakkındaki AİHM kararının açıklandığı 20 Kasım 2019 günü Cumhurbaşkanı Ankara Cumhuriyet Savcısı Yüksel Kocaman ile ne görüşmüştür?
  • Bu görüşmenin ardından Demirtaş hakkında verilen tüm tahliye kararlarına rağmen tutukluluğunun devamının sağlanması bu görüşmenin neticesi midir?
  • Yüksel Kocaman’a sağlanan lüks tatil olanağı, Demirtaş ve Yüksekdağ kararlarının bir ödülü müdür?

Yargıda yandaş-tarikatçı kavgası

Yargıtay Üyesi Kocaman hakkında yolsuzluk iddiaları havada uçuşurken, basına bir haber servis edildi. Bir Yargıtay Üyesi FETÖ'nün yargı ve bürokrasideki yerini iki tarikatın doldurduğunu iddia ediyordu. Bunlardan biri, Nakşibendiliğin İskenderpaşa Camisi kolu tarafından kurulan Hak-Yol Vakfı'nın yurtlarından yetişenler, diğeri Menzilcilerdi. Ardından “Okuyucu” ve “Yazıcı” diye bilinen Nurcu cemaatler geliyordu. Yargıtay üyesine göre Hak-Yol yargıda egemenliğini ilan etmişti. HSK ve Danıştay'ı kontrol ediyordu. Her tarikatın bir WhatsApp grubu vardı. O guruplarda haremlik-selamlık toplantılar yapılıyordu. 

Kısa süre sonra bu haberi servis edenin Yargıtay üyesi Kocaman olduğu ve bu yolla hakkındaki yolsuzluk iddialarını engellemek istediği iddia edildi. Yüksel Kocaman'a sordular. Kocaman, "Her tarikatın WhatsApp grubu var" sözlerinin kendisine ait olmadığına ilişkin bir yalanlama yapmadı.

Bunun üzerine bir Danıştay üyesi, “Meçhul Yargıtay üyesinin durduk yerde bu iddialarda bulunması ister istemez, acaba kendi hakkında rüşvet/borsa iddiaları var da HSK'ca incelenmesi ve soruşturulmasının önüne mi geçmek için bu çıkışı yaptı sorusunu akla getiriyor” dedi.

Bütün bunlar yargıdaki yandaş tarikatçı kavgasının yansımaları. Yargı artık AKP’nin arka bahçesi. O bahçede yükselenler ise ya mangalcı ya tarikatçı.

(soL)

Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru ne anlama geliyor? - Erhan Nalçacı / soL

 

Bu girişim ileride belirecek bir emperyalist hegemonya krizinin nüvesini bize sunuyor olabilir.

11-22 Eylül tarihlerinde G-20 toplantısı Yeni Delhi’de gerçekleşti. Emperyalist dünyanın eski başat ülkeleri ile yeni yükselen ülkelerini bir araya getiren bu toplantıda şapkadan bir tavşan çıktı: Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru

Hem nedir bu tavşan kısaca bakalım, hem de bu konuda yazan çok sayıda yazara en sonunda bir eleştiri sunalım.

BRICS ve Şangay İşbirliği Örgütü üyesi olan Hindistan’ın başkanlığında bir araya gelen G-20 devlet başkanları toplantısında her şeyin ABD’nin isteği doğrultusunda gelişmediğini kaydedelim. Toplantı sonuç metninde Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle kınanmasına ve Zelenski’nin toplantıda boy göstermesine Hindistan izin vermedi.

Buna karşılık muhakkak ön belirtileri vardı ama yine de bir sürpriz olarak Hindistan’dan, Ortadoğu’ya ve oradan Avrupa’ya uzanan bir ekonomik koridor anlaşması çıktı. Anlaşmaya imza koyan devletlere bakınca bunun bir Batı emperyalizmi ürünü olduğu kolayca anlaşılıyor. ABD, Avrupa Birliği, Hindistan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Fransa, Almanya ve İtalya anlaşmada imzası olan ülkeler.

Aşağıdaki haritada Yeni Baharat Yolu olarak da adlandırılan koridorun güzergâhı görülüyor. Hindistan kökenli ürünler Hindistan’ın Mumbai limanından gemilere yükleniyor, BAE’de Dubai limanında yükler indiriliyor ve trene yükleniyor. Tren Suudi Arabistan, Lübnan ve İsrail topraklarından geçip Hayfa limanına geliyor. Yükler indirilip gemiye yükleniyor, doğru Yunanistan’ın Pire limanına. Oradan indirilen yükler tekrar trene ve Almanya’da Hamburg limanına.

Şekil 1: Eylül 2023’te yapılan G-20 ülkeleri zirvesinde ilan edilen Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridorunun muhtemel güzergâhı izleniyor. Hindistan’ın Mumbai limanından çıkan yol Yunanistan’ın Pire limanında sonlanıyor. Haritada gözükmüyor ama sonraki hedef Almanya’nın Hamburg limanına karayoluyla ulaşım.

Anlaşma bir finansman kaynağı öngörmüyor henüz, bunu sonraki görüşmelere bırakmışlar. Henüz altyapısı da hazır değil, özellikle Ortadoğu’daki demiryolları. Çin tarafından geliştirilen Yeni İpek Yolu veya Tek Kuşak Tek Yol Projesine alternatif olarak ortaya atıldığı hemen anlaşılıyor. 

Peki, neden o kadar yükleme indirme işlemi var. Üç limanı ve uzun bir demiryolunu içeriyor koridor. Mumbai’den kalkan gemiler Süveyş Kanalından geçip doğrudan Pire’ye gitse ne olur? Evet, yol biraz uzuyor ama çok daha pratik gözüküyor.

Ancak Çin’in bir hegemonya projesi olarak ortaya attığı Yeni İpek Yolu 139 ülkeyi birbirine bağlıyor. Son 10 yıl içinde Çin bu proje için 1 trilyon Dolar sermaye ihraç etti. Dolayısıyla rakip bir projenin de bazı ülkelere uğraması gerekiyor. Herkes şunun farkında, ekonomik koridorlara dâhil olanlar için aynı zamanda bir siyasi bağlantı inşa ediliyor.  

Batı emperyalizmi BRICS üyesi olan ve Çin’in sunduğu şemsiye altına girmeyi tercih eden BAE, Suudi Arabistan ve Hindistan’a bağlılıklarını seyrelten alternatif bir yol sunmuş oluyor.

Hindistan bu ekonomik koridoru ürettikleriyle doldurabilir mi? Bu çok önemli bir soru. Biz şimdiye kadar bu köşede Hindistan’ı bir milyon iki yüz bin komünisttin bir meydanda toplanmasıyla veya büyük köylü eylemleriyle ele aldık.

Oysa yüksek büyüme hızı, aldığı yurtdışı sermaye yatırımları ve hızlı sanayileşmesiyle Hindistan dünya üretimine en büyük katkıyı yapan ülkelerden biri haline geldi. Satın alma gücü paritesine göre düzeltilmiş dünya üretimine katkıda Çin %18,2 ile birinciyken, ABD %12,4 ile ikinci ve Hindistan %8,7 ile üçüncü sırada bulunuyor. Hindistan’ı ileride bir de bu şekilde incelemeliyiz.

Şu anda Çin’in yerine geçebilecek durumu yok, zaten Çin açıklamasında “Yapın yapın yolları, hepsi bana yarar” demeye getirdi.

Aşağıdaki tarihi İpek ve Baharat yollarını karşılaştıran haritaya bir kez bakalım. 

Şekil 2: Coğrafi keşiflerden önce eski çağlar boyunca birbirine paralel seyreden İpek ve Baharat Ticaret yolları gözüküyor. 

15. yüzyılda Avrupa feodalizminin gerçekleştirdiği coğrafi keşiflere ve ilk sermaye birikimine kadar İpek ve Baharat yolları doğudan batıya sanayi ve ham madde ürünlerini taşıyordu. Ancak sanayi devrimi ve Avrupa’nın kapitalist üretime geçmesi ile yolların şekli, yönü ve içeriği değişti. Sanayi ürünleri batıdan doğu pazarlarına taşınmaya başlandı, en nihayet Hindistan sömürgeleştirilirken Çin yarı sömürge durumuna düştü.

Son 20 yılda ise dünyada durum çok değişti. Artık dünya üretimine katkıda Çin başta olmak üzere doğu en büyük katkıyı yapıyor. Doğudan batıya ticaret yolları farklı bir hegemonya inşası olarak beliriyor.

Şu günlerde Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridorunun hegemonya krizine önemli bir etkisi olmayacağını söyleyebiliriz. Ancak şunu unutmayalım, bu girişim ileride belirecek bir emperyalist hegemonya krizinin nüvesini bize sunuyor olabilir. ABD’nin bir şekilde çöküntüye uğraması ve Hindistan’ın daha da güçlenmesi ile Çin ve Hindistan arasında bir hegemonya krizi ve yeniden paylaşım gerilimi yaşanabilir.  

Ancak bunun bu kadar metafizik şekilde gerçeklemeyeceğinden ve bu sürece eşlik edecek sosyalist devrimler dalgası ile etkileşeceğinden eminiz.

                                                                   ***

Gelelim yazının başında bahsettiğimiz eleştiriye. Ancak koridor meselesi üzerine bu köşede geç kalınca uluslararası ilişkiler üzerine yazan birçoğu önemli veriler sunan yazarları bir arada okuma şansı oldu.

Hiçbiri bu olayı ele alırken emperyalizm kuramından bahsetmiyor. Küresel rekabetten, süper güçler arası çekişmeden vb. bahsediyorlar.

Bir kere dünya küre değil, daha farklı bir geometrik şekli var! 

Tabi mesele geometri değil, küreselleşme Sovyetler Birliği’nin çözülmesinden sonra emperyalizmin ilan ettiği zafer için kullanıldı ve emperyalizmin iç dinamiklerini gizlemek için ileri sürüldü.

Mesele hangi terimi kullanacağımız değil, emperyalizm kuramı bir kavram seti sunar, emperyalizmin arkasındaki sınıfları, onların çürümüş ve asalaklığını deşifre eder.

Yazarlar ne kadar değerli gazeteciler olursa olsun, emperyalizm kuramını yok saymak liberalizme giriş kapısı gibi gözüküyor bize.

Erhan Nalçacı / soL

Alaturka tuvalet taşının sırrı - Orhan Gökdemir / soL

 

Cumhuriyette saray olmaz, demek ki cumhuriyet olduğunda saray olmayacaktır. Devrimin işi alaturka tuvalet taşlarını tarihin çöplüğüne kaldırmaktır. 

Karşıdevrim, devrimi yıkmayı ve sonuçlarını yok etmeyi amaçlayan harekete verdiğimiz ad. Girişenler karşıdevrimcilerdir. 

Biliyoruz, devrim varsa karşıdevrim de olur. Fransa’da devrime karşı Vendee bölgesi isyanı, kraliyet yanlısı bir ayaklanmaydı, monarşiyi ihya etmek istiyordu. Ayaklanan Katolik köylüler cumhuriyetçi güçler tarafından, 1796'da, çok acımasız bir şekilde bastırıldı. Bizde 31 Mart gerici ayaklanması var, Hürriyet Devrimini yıkmayı amaçlıyordu. Hareket ordusu koştu yetişti, karşıdevrimi Gezi Parkına gömdü. Cumhuriyet devriminden sonra da pek çok karşıdevrimci kalkışma oldu. Hilafetin kaldırılmasından bir yıl sonra Palulu Şeyh Said, yeni doğan cumhuriyete karşı ayaklandı. Şeyh Said’ten Menemen’deki ayaklanmayı organize ettiği iddia edilen Şeyh Esad Erbili’ye kadar Cumhuriyet Türkiye’sinde gerici isyana kalkışanların tamamı Nakşibendi-Halidiye şeyhleriydi. Haliyle Cumhuriyet de Halidileri bulduğu her yerde kovaladı. Doğaldır. Demek ki tarikat kalkışmalarında bir karşıdevrim karakteri var. Daha yakınlarda 12 Mart ve 12 Eylül var, ikisi de karşıdevrim hareketidir, sadece tarikatlar değil TSK da içindedir.

AKP eliyle kurulan “Tayyiban rejimi” de tartışmasız bir karşıdevrimdir. Cumhuriyetten geriye kalanları yıkmak amacıyla geldiler, yıktılar, moloz kaldırma faaliyetleri sürüyor. Zaten bileşiminde de 31 Mart’ın, Şeyh Sait’in, aynı koldan türeyen bilcümle tarikat artıklarının, oralardan beslenen sağcılığın, laik cumhuriyet düşmanlığının, 12 Mart’ın ve 12 Eylül’ün uzantıları var. AKP, ülkenin karşıdevrim tarihinin “mütemmim cüzü” ve güncel özetidir. 

Demek ki yine bir karşıdevrimin tam ortasındayız.

İşaretlerini izliyoruz. Diyanetin şişirilmesi, tarikatların görünür kılınması ve devlete girişine isin verilmesi, içki kültürünün baskılanması, milli eğitimin dinselleştirilmesi, yargıda baş gösteren inanç hassasiyeti işaretler arasındadır. Minare hoparlörlerinin desibelinde ve hatta okul zillerinin melodilerinde bile karşıdevrimin işareti var. Günlük hayatın yeniden dinselleştirilmesi karşıdevrimin olmazsa olmazı. Mekânı ve demografiyi hızla değiştiriyorlar. Cumhuriyetin sembollerini çeşitli gerekçelerle yıkmak, devrimin meydanlarına devasa camiler dikmek, Körfez ülkelerinden karşıdevrimin tarifine uygun insan devşirmek, hepsi, birer karşıdevrim işareti. 

***

Kentlerin İslamileştirilmesi bu işaretlerin en görünenlerinden biri. Karşıdevrimin ideolojik kodlamalarını mekanların, caddelerin isimlerinde de görüyoruz. Boğaziçi Köprüsü “15 Temmuz Köprüsü” oldu, GATA’yı “Sultan Abdülhamit Han Eğitim Araştırma Hastanesi” yaptılar. Millet Bahçelerinin her birinin içinde bir kıraathane, merkezlerinde de cami var. Tarihi 1071’den başlatan yeni kurucu mite uygun hale getirmeye çalışıyorlar her vesileyle. Ortalık Ertuğrul Gazilerden, Abdülhamitlerden geçilmiyor. Atatürk Orman Çiftliği’ne dikilen “Kaçak Saray”, esasında cumhuriyetle hesaplaşmanın mekânsal karşılığı. Taksim Meydanı, Gezi Parkı, AKM gibi tüm modern yaşam mekânlarını bu dönüşümden payına düşeni aldı. Siyasal İslamcı karşıdevrim neoliberalizmle kol kola girerek günlük hayatımızı kuşatıyor; evlerimizi, sokaklarımızı, meydanlarımızı ele geçirmeye çalışıyor. Yıkmayı başardıkları, başaramadıkları var. Demek ki savaş mekânda da sürüyor. 

Sonucunda oluşan şeye “rövanşist kent” deniyor. Bu kavram da 19. yüzyılda, Paris’te ortaya çıktı. Rövanşistler Paris Komününe karşı çıkan bir grup ulusalcı burjuvaydı. Ülkenin yeniden ele geçirilmesini hedefliyorlardı. Bunun için şehri bir daha devrim olmayacak bir şekilde düzenlemek, gerekirse yeniden inşa etmek, işçi sınıfını merkezden banliyölere sürmek gerekliydi. Tuhaf, kutsadığımız görkemli şehirler alt sınıfları kontrol etmeyi kolaylaştıracak bir biçimde inşa edilmişlerdir. Modern kentlerin temelini devrim korkusu atmıştır. 

***

Türkiye’de rövanşist kent Batı ile Osmanlının tuhaf bir karışımından oluşuyor. Bu rövanşist-karşıdevrimci mimarinin başyapıtı Atatürk Orman Çifliği arazisi üzerine dikilen “Ak Saray”dır. Dediklerine göre bina “Osmanlı-Selçuklu mimarisi tarzında”dır. Ancak o tarzın ne olduğu meçhuldür. Tarihte “Osmanlı mimarisi” tanımı 1873 Viyana Dünya Sergisi için hazırlanan “Usûl-i Mimari-i Osmanî” ile ortaya çıktı. “Selçuklu mimarisi” de on dokuzuncu yüzyıl sonu ürünüdür. Bunların elimizde bir örneği yoktur. Demek ki “Ak Saray”ın Osmanlı veya Selçuklu saraylarından esinlenmesi imkansızdır.

Buna karşılık elimizde iki saray mimarisi örneği var.  Biri Fatih Sultan Mehmet tarafından 15. yüzyılda yaptırılan Topkapı Sarayı, diğeri 19. yüzyılda Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayıdır. İlki bir gecekondular topluluğudur, ikincisi özentidir ve bir taklitten ibarettir, bir mimari tarz oluşturmaları imkansızdır. Bini aşkın odası, bir devlet sırrı olan maliyeti falan tartışılıyor ama Ak Saray'ın asıl tartışılması gereken yönü, demek ki, bir mimari vasfının olmamasıdır. Olsa olsa neoliberal-islamcı TOKİ mimarisidir. 

Daha iyisi var; Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, binanın mimari formunu “alaturka tuvalet taşı”na benzetmişti. Camilerin standart hela formudur, mümkündür. 

Açık olan şu, cumhuriyette saray olmaz. Cumhuriyette saray, eğer yıkılmamışsa, müzedir. Atatürk Çitliğine dikilmiş devasa alaturka tuvalet taşının verdiği tek mesaj budur. Karşıdevrim devrime galebe çalmıştır. 

***

Mekan ve demografi değişiyor, elleri neye değdiyse alaturka tuvalet taşına dönüşüyor. Demek ki bir karşıdevrimin tam ortasındayız.

Peki ne yapacağız?

Engels “Almanya’da Devrim ve Karşıdevrim”inde diyor ki, “karşıdevrimin başarı nedenlerini aradığımız zaman, her yerden filanca bay ya da falanca yurttaşın halka ‘ihanet’ ettiği hazır yanıtını alırsınız. Bu yanıt, duruma göre doğru ya da yanlış olabilir; ama hiçbir durumda hiçbir şeyi açıklamaz ve ‘halk’ın nasıl olup da kendisine böyle ihanet ettirdiğinin anlaşılmasını sağlamaz.” O halde? Yanıtı önderlerden bazıların rast gele çabaları, yetenekleri, kusurları, yanılgı ya da ihanetleri içinde değil, genel toplumsal durum ve allak bullak olan ulusların her birinin varlık koşulları içinde arayacağız. Devrim de ve karşıdevrim de tek tek bireylerin işi değildir. Bunlar gerçekleştiği ülkelerdeki birçok sınıf tarafından çok farklı bir biçimde duyulmuş ulusal zorunluluk ve gereksinmelerin kendiliğinden, karşı konulmaz bir gösterisidir. 

Cumhuriyet bütün kazanımları ile birlikte çöktü. Egemen sınıfın devrime ihtiyacı kalmadı çünkü, kazanımları yük oldu. Yurttaştan kurtulmak istiyor haliyle ve yerine ümmeti geçirmeye çalışıyor. Aç açık cumhuriyet yurttaşları ise ümmet olmaya meyletti. Karşıdevrim diyoruz. 

Ama bu karanlık tablodan kaldırıp başınızı tarihe yeniden bakın. Ülkenin her yanının saray yıkıntılarıyla dolu olduğunu göreceksiniz. Ne İskender, ne şah, ne sultan, göçüp gitmişler, gölgesiz. 

***

Devrim varsa karşı devrim olur. Karşıdevrim varsa devrim kaçınılmazdır. Cumhuriyette saray olmaz, demek ki cumhuriyet olduğunda saray olmayacaktır. Devrimin işi alaturka tuvalet taşlarını tarihin çöplüğüne kaldırmaktır. 
Şimdilik şu: Eğer yenilmişsek, yapmamız gereken tek şey baştan başlamaktır. Ve hayat sürüyorsa eğer, zaman hep vardır.

Orhan Gökdemir / soL

Aynı haberden hem ödül hem ceza: 'Tuzun koktuğu yerdeyiz' - Özkan Öztaş / soL-Özel

 Sinan Aygül, Kızılay'ın yoksullara dağıtacağı etleri otel odasında buldu. Kızılay görevlileri kovdu, Aygül gazetecilik ödülü aldı. Üç yıl sonra "otele izinsiz girdi" diye altı ay hapse mahkum edildi.

Bitlis Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Bitlis News Genel Yayın Yönetmeni Sinan Aygül, 2020 yılında yaptığı "Kızılay etleri AKP'li vekilin otelinde" haberinden dolayı hapis cezasına çarptırıldı. 

Yaptığı haberden 3 yıl 6 ay sonra ceza alan Aygül'e verilen cezanın gerekçesi "işyeri dokunulmazlığı ihlali" olarak gösterildi. Haberden üç yıl sonra hakkında dava açılan Aygül, "Haber yapmak izne tabi değil, biz de haber yapmak için izin almıyoruz” karşılığını verdi.

Ne olmuştu?

Gazeteci Sinan Aygül, 25 Ağustos 2020'de, Bitlis News’te yayınladığı "Devlet Bahçeli’yi uyarıyorum!" başlıklı köşe yazısında, Kızılay’ın ihtiyaç sahibi yurttaşlara dağıtmak üzere hazırladığı etlerin, Kızılay Tatvan Şube Başkanı Battal Taşar ve ağabeyi AKP Bitlis Milletvekili Cemal Taşar’a ait otelde kullanıldığına dair veriler paylaşmıştı. Bahsi geçen otel sahibinin şikayeti üzerine Sinan Aygül hakkında soruşturma başlatıldı. Haberden yaklaşık üç buçuk yıl sonra 12 Ocak 2023’te, Aygül hakkında, "iş yeri dokunulmazlığını ihlal" suçlamasıyla bir yıla kadar hapis talebiyle dava açıldı.

Sinan Aygül aynı zamanda yaptığı haberlerden dolayı tehditler almış ve Tatvan’da belediye başkanının biri polis olan silahlı iki korumasının saldırısına uğramıştı. Uğradığı saldırı an be an kamera kayıtlarına yansısa da olaya karışan suçlular kısa bir yargılama sürecinin akabinde serbest bırakılmıştı. 

'İnsanların haber alma, aydınlanma hakkına yönelik susturma faaliyeti'

Gerek yaptığı haber nedeniyle aldığı ceza gerekse yaşadığı saldırı ve haksızlıklara dair soL'a konuşan Sinan Aygül, tüm bu yaşananları yargı eliyle susturma faaliyeti olarak yorumluyor. Halkın aydınlanma ve haber alma hakkına yönelik bir saldırı olduğu ifade eden Aygül, yaşananları şu sözlerle anlatıyor:

"Bu ülkede yanlış iş yapanlara yönelik bir cezasızlık, bir davasızlık politikası var. Bu hak ihlallerinde de böyle, yolsuzluklarda da böyle. Toplumun aleyhine olan bütün işlerde ne yazık ki böyle bir sonuçla karşılaşıyoruz. Bu da onlardan bir tanesidir. Topluma karşı işlenmiş bir suçtur bu sonuçta. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra benim aleyhime bir dava açıldı. Bu davada haksız bir yere cezalandırıldım. 

"Ben bu olaya şöyle bakıyorum. Bireysel olarak benim cezalandırılmam çok önemli değil. Esas mesele halkın haber alma ve aydınlanma hakkına yönelik yargı eliyle susturma faaliyetidir. Bazen yargı eliyle susturmaya çalışırlar, bazen şantajla, tehditle, bazen de gördüğünüz gibi sokak ortasında öldürmeye çalışarak susturmaya çalışırlar.

                                                       Gazeteci Sinan Aygül

'Failler ortada'

Aynı adalet aynı yargı ne yazık ki bizim yaptığımız faaliyetlerde hemen harekete geçerken, sonuna kadar giderken, devamını getirirken bize yönelik işlenen suçlarda konu ne kadar kötü olursa olsun aynı hassasiyeti göstermiyor. Örneğin benim yaptığım haberlerden, gazetecilik faaliyetlerimden dolayı uğradığım bir saldırı vardı. Bu saldırının failleri, saldırı anını farklı açılardan çok net gösteren kamera kayıtları ve görgü şahitleri olmasına rağmen, yani aslında ortada bir tür 'suçüstü' durumu olmasına rağmen, ne yazık ki çok kısa bir süre içerisinde serbest bırakıldılar. Ellerini kollarını sallayarak bugün aramızda dolaşıyorlar aynı tehditleri devam ettirerek.

"Bu olay karşısında açılabilecek en hafif yerden açtılar davayı. Yani saldırıyı gerçekleştirenlere en hafif cezayı alacakları yerden dava açıldı. Ama örneğin ben bir haber yapıyorum, haberde yaptığım konuda ilgili otelin ya da Kızılay'ın soruşturulması gerekirken yapılabilecek en zorlama şeyle, otele izinsiz girmekle yargılandım. Burada ceza vermek için uğraşan yargı ortada bir suçüstü durumu olmasına rağmen benim uğradığım saldırıda suçlular en hafif cezayı alacak şekilde süreci yönetti. Bu çelişkili bir durum.

'İşi gücü bırakmışlar gazetecileri cezalandırmak için çalışıyorlar'

Sanki işi gücü bırakmışlar bizleri cezalandırmak için çalışıyorlar. Öte taraftan topluma karşı suç işleyenleri, gerçekten suçlu olanları aklamak için de ellerinden geleni yapıyorlar. Bu sadece benim yaşadığım örnekte değil tabii, ülke genelindeki her örnekte, tüm gazetecilerde benzer durumlar yaşanıyor. 

"Muhalif gazeteciler, hadi boşverin muhalifi gerçekten yana hakikatin peşinde olan gazeteciler bir sosyal medya paylaşımı yüzünden yargılanırken, hırsızlar, suçlular, insanlığa karşı suç işleyenler, insan öldürenler elini kolunu sallayarak geziyor. Bu da yargıya olan güveni sarsıyor. Bir ülkede yargıya güven yoksa, siyasilere güven yoksa kime güveneceğiz? Tuzun koktuğu yerdeyiz. Durum böyle olunca da bunları denetleyen eksikleri ortaya çıkarak gazeteciler de hedef gösteriliyor. 

"Benim yaşadığım örnekle ülkede yaşanan makro düzeydeki olay birbirine benzer durumda. Ben ve tüm meslektaşlarım benzer sorunlarla karşılaşıp sıkıntılarla cebelleşirken hırsızlar, yolsuzlar ise koruma kalkanı içerisindeler."

Sinan Aygül Tatvan’da belediye başkanının biri polis olan silahlı iki korumasının saldırısına uğramıştı. Yaşanan saldırı kameralara yansımasına rağmen saldırganlar serbest bırakıldı.

 Aynı habere hem ödül hem ceza

Sinan Aygül bundan yaklaşık üç yıl önce kaleme aldığı "Devlet Bahçeli’yi uyarıyorum!" yazısıyla Bitlis'te AKP'li patronların otelinde bulunan Kızılay'a ait konserveleri kamuoyuna duyurmuştu. Bu yazı o dönem epey gündem olmuş ve tüm ülkede ses getirmişti. 

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) tarafından 2020 yılında "Yerel Medya" ödülüne layık görülen Aygül hakkında o dönem AKP'ye yakın gazetelerde bile "başarılı haberci" ve "usta gazeteci" ifadeleri yer almıştı. Aynı haberden hem ödül hem de ceza alan Aygül yaptığı açıklamada "Ülkenin 100 bini aşkın nüfuslu bir kentinde, aile çiftliğine çevrilmiş Kızılay Temsilciliğinin hikayesi bu. Ben yaptığım haberle bu keyfe son verdim. Hepsi görevden alındı. Ve bugün, otelin ortağı AKP'li vekil Taşar'ın kardeşi Kızılay Koordinatörü olan küçük Taşar'ın bana açtığı davanın avukatı, damat Sayılgan'dı. Cezalandırılmamı istedi, bu haberi yaptığım için 6 ay ceza aldım. Bu haberden dolayı ÇGD'den bir ödül almıştım, biri de bu ceza oldu" ifadelerine yer verdi.

ÇGD: Gazetecileri susturmak istiyorlar

Sinan Aygül'ün aldığı cezaya dair soL'a konuşan Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Kıvanç El, verilen cezanın hukuki olmadığını ve Aygül'ün gazeteciliğin gereklerini yerine getirdiğine dikkat çekti: "Sinan Aygül'e verilen ceza bir bakıma Türkiye'deki tüm gazetecileri cezalandırmaktır. Çünkü siz habercilik yapmayın, araştırmayın, kamu çıkarları için zahmetlere girmeyin, oturun ve size Whatsapp'tan gelen haberleri yapın sadece demektir aynı zamanda. Meslektaşımıza verilen cezanın hukuki bir karşılığı yok. Yaptığı habere bir yalanlama ya da gazetecilik mesleğinden dolayı yapılan bir itiraz da yok. Farkındaysanız bir otele izinsiz girdiği için veriliyor ceza. Ancak bir gazeteci kamu çıkarları için, kamunun faydasına bir sonuca varmak için bir yere izinsiz de girebilir, burada çekimler de yapabilir. Sonuçta bu haber sayesinde insanlar Kızılay'a ait ürünlerin bir otelde çıktığını görmüş, yoksullar ve ihtiyaç sahipleri için kullanılması gereken, bunun için üretilen ürünlerin hiç alakası olmayan bir yerde bulunduğu öğrenmişti."

                                      Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Kıvanç El

"Ve bildiğimiz kadarıyla Kızılay'ın ürünlerinin bu otelde çıkmasına dair bir kamu davası da açılmadı. Sadece Kızılay'ın konuya dair bir soruşturması var. Ama bu yeterli değil. Ortada kamuya karşı bir suç var. Hepimizi ilgilendiren bir konu. Mahkemelerin, savcıların, adli makamların bu ülkede yaşayan herkes adına bu konuyu soruşturması incelemesi gerekir. Ancak bunun yerine 'neden bu otele izinsiz girdin' diye bir dava var ortada. Bu gazetecileri susturmak için yapılan bir adımdır."

Özkan Öztaş / soL-Özel


22 Eylül 2023 Cuma

KISA KISA GÜNDEM - 22 EYLÜL 2023 -

 

Bakan Şimşek'ten tek cümlelik İngilizce 'faiz' mesajı (Birgün)

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Merkez Bankası'nın politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 30'a çıkarmasına ilişkin tek cümlelik İngilizce mesaj paylaştı. Şimşek, "Attaining price stability is our top priority (Fiyat istikrarının sağlanması en önemli önceliğimizdir)" dedi.  https://www.birgun.net/haber/bakan-simsek-ten-tek-cumlelik-ingilizce-faiz-mesaji-470281

Bahçelievler'de feci kaza: Kontrolden çıkıp duvara çarpan araçtaki 4 kişi öldü! (Cumhuriyet)

Bahçelievler’de seyir halindeki otomobilde henüz bilinmeyen bir nedenle direksiyon hakimiyetini kaybeden sürücü, tramvay köprüsünün duvarına çarptı. İtfaiye ekiplerinin müdahalesiyle bir kişi yaralı olarak kurtarıldı, 3 kişi ise olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralı şahıs ise kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Kaza sonrası yapılan incelemelerde otomobilde 2 silah bulunduğu öğrenildi.  https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/bahcelievlerde-feci-kaza-kontrolden-cikip-duvara-carpan-aractaki-4-kisi-oldu-2122029

Silahlı saldırıya uğramıştı: Cinayet zanlısı çıktı (Cumhuriyet)

Diyarbakır’da dün akşam saatlerinde motosikletiyle seyir halindeyken silahlı saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden gencin 14 gün önce cinayet işlediği ortaya çıktı.  https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/silahli-saldiriya-ugramisti-cinayet-zanlisi-cikti-2122038

Bodrum'da silahlı saldırı: Avukat ve emekli icra müdürü öldürüldü (Birgün)

Muğla’nın Bodrum ilçesinde 2 kişi otomobil içerisinde silahla vurularak öldürüldü. https://www.birgun.net/haber/bodrum-da-silahli-saldiri-avukat-ve-emekli-icra-muduru-olduruldu-470307

O okulun töreninde öğrencilere Atatürk'ü kötülemişlerdi... Kindar nesil böyle yetişti! (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Büyük Atatürk’ün resmine uygunsuz hareketleri sonrası tutuklanan 17 yaşındaki A.E.S’nin okuduğu Marmara Anadolu İmam Hatip Lisesi, daha önce de Atatürk’e hakaretle gündeme geldi. Okulun Ayasofya’da düzenlediği icazet töreninde dönemin reisülkurra vekili Demirkan, Atatürk’e hakaret etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın torununun ve eski TBMM Başkanı Şentop’un oğlunun okuduğu okulun 2021’deki icazet töreninde Demirkan’ın, Ayasofya için söylediği “Bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir?” sözleri tepki çekmişti. https://www.cumhuriyet.com.tr/siyaset/o-okulun-toreninde-ogrencilere-ataturku-kotulemislerdi-kindar-nesil-boyle-yetisti-2121954

Devletteki çürüme Sayıştay raporlarına yansıdı (Hazırlayanlar: Havva Gümüşkaya, Hüseyin Şimşek, Mustafa Bildircin / BİRGÜN)

İktidar halka yoksulluk vaat ederken Sayıştay’ın raporları kamu kuruluşlarındaki yaşanan soygunu ortaya koydu. Kamu kuruluşlarının gerçekleri gizlediği ortaya çıktı. Çeşitli bakanlıklardan, gerçekleştirilen özelleştirmelere kadar yapılan usulsüzlükler dikkat çekti. Büyük çoğunluğu yurttaşın vergileri ile oluşan bütçeler yok edildi.  https://www.birgun.net/haber/devletteki-curume-sayistay-raporlarina-yansidi-470389

Betona para yetmedi: Muhalefetin 5'li çete olarak adlandırdığı Kolin'in Hasdal Şehir Hastanesi inşaatı durdu (Rıfat Kırcı-Cumhuriyet)

Muhalefetin 5’li çete olarak adlandırdığı şirketlerden Kolin’in, İstanbul’da yapımını üstlendiği Hasdal Şehir Hastanesi’nin inşaatı durdu. İlk etabı 7 Haziran’da bitmesi planlanan proje için şehir plancıları “Kent suçu işleniyor” dedi. https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/betona-para-yetmedi-muhalefetin-5li-cete-olarak-adlandirdigi-kolinin-hasdal-sehir-hastanesi-insaati-durdu-2122006

Sami Ulus Hastanesi yıkılıyor! SES Ankara Şube Başkanı Yalçınkaya: Kan davasına döndü (Merve Kılıç-Cumhuriyet)

“Depreme dayanıksız” olduğu gerekçesiyle yıkılma kararı verilen Sami Ulus Çocuk ve Kadın Sağlığı Hastanesi’nin yerine inşa edilecek hastanenin ihalesi yapıldı. https://www.cumhuriyet.com.tr/saglik/sami-ulus-hastanesi-yikiliyor-ses-ankara-sube-baskani-yalcinkaya-kan-davasina-dondu-2122013

Köylülerin mera zaferi (Cumhuriyet)

Dikili ve Bergama köylülerinin mera tahsislerini yargıya taşıyarak iptal ettirdiği ‘Tarıma Dayalı İhtisas Sera Organize Sanayi Bölgesi Projesi’nin, ÇED dosyası Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından iptal edildi. Böylelikle yıllardır topraklarına sahip çıkan yöre halkı zafer kazanmış oldu.  https://www.cumhuriyet.com.tr/cevre/koylulerin-mera-zaferi-2122005

Su, İstanbul’a yetmeyecek (Deniz Güngör-Birgün)
Kuraklık, nüfus artışı ve yanlış su kullanımı İstanbul’daki su sorununu beraberinde getiriyor. İstanbul’un geleceğini konuştuğumuz Prof. Dr. Sözen, “Nüfus artışıyla, arz-talep dengesi bozulmuş durumda” diyor.  https://www.birgun.net/haber/su-istanbula-yetmeyecek-470319

Sezen Aksu, cezaevindeki Merdan Yanardağ’a verilen cezaya itiraz etti, 100 bin istedi (Birgün)
2010 referandumunda takındığı ‘yetmez ama evet’ tavrını eleştiren Merdan Yanardağ’a karşı açtığı davada 30 bin TL’lik tazminat kazanan Sezen Aksu, karara itiraz etti. Aksu, 100 bin TL istedi. Merdan Yanardağ’ın Sezen Aksu’nun açtığı davaya konu olan sözleri ise şöyle:

“Sezen Aksu’ya ben hatırlatmak isterim, Sezen Aksu bu ülkedeki en kirli yetmez ama evetçilerden biridir. Altını çizerek söylüyorum, en kirli. Çünkü biz hayır kampanyası yürütürken kişisel olarak, gazeteci olarak, aydın olmaya çalışan insanlar olarak, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının yarısını iki cihanda birden lekeli olmakla suçladı. Biz bunu unutmadık Sezen Aksu. Ki niye şaşırıyorsun? Senin verdiğin yetkiyi, sizin verdiğiniz yetkiyi AKP iktidarı tepe tepe kullanıyor. Niye şaşırıyorsun? Bu cehennemin yolunu döşeyenlerden biri de sensin. Maalesef sensin.

(derleyen: mstfkrc)

AKP iktisadiyatı I: Çürüme - Serdal Bahçe / soL

 

"Kapitalizmin çürümesinin sonu yoktur. Otomatik çöküş yoktur; çökertecek bilinçli bir ele ihtiyaç vardır."

Çürüme yok oluşa giden tedrici bir yoldur. Çürüme acıklı bir süreçtir, ancak acılı mıdır? Acılı olmayabilir, eğer çürüme aynı zamanda sinir uçlarını ve hatlarını da çürütüyor ise. Toplumsal çürüme genelde acıklı ancak çoğunlukla acısız bir süreç olabilir, aynı durum ekonomik çürüme için de geçerlidir. Çürürsün, ancak hissetmezsin. Korkut Hoca’nın geçen hafta verdiği önemli mülakat bana bunu hatırlattı. Gazete Duvar’da Gülümhan Gülten’in Korkut Boratav ile yaptığı mülakat son derece önemli ve ilginç belirlemeleri barındırmaktadır. 1

Korkut Hoca toplumumuzun muhalif damarının birikmiş bilgeliğidir. Belirlemeleri hem doğru hem de ürkütücüdür. Peki temel belirlemeleri nelerdir?

Birincisi, Korkut Hoca, AKP’nin son dönemlerinde yaşananın bir kriz olmadığını ancak ciddi bir ekonomik bir çürüme olduğunu belirtmiştir. Bu, teknik ekonomik anlamda bir krizin yokluğuna, Türkiye kapitalizminin kendisinin yapısal bir kriz olduğuna dair daha önce belirttiğimiz yargımızı doğrulamaktadır. Bilimde doğrulanmak önemlidir, dahası bu doğrulama en yetkin merciden geldiğinde değerlidir. Korkut Hoca, devam ederek, AKP’nin hem son seçimde hem de 2015 Haziran’ından sonraki ekonomik büyüme ısrarını seçimlerin AKP tarafından kazanılmasında önemli bir faktör olarak görmektedir. Ekonomik büyüme ise özellikle son seçimden önce, tüm olumsuz şartlara rağmen özel sektöre sağlanan bol ve ucuz krediyle sağlanmış gibi görünmektedir. Ancak sermayenin kısa vadedeki rahatlamasının altında yatan sadece kredi ve fon musluklarının açılması değildir, emek aleyhine yaşanan büyük bölüşümsel şok da sermayeyi rahatlatmıştır.

Korkut Hoca tam da burada önemli bir bilgi vermektedir; malum özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde kârların sürüklediği enflasyona dair önemli bulgular ortaya dökülmektedir. Buna göre son yıllarda yaşanan enflasyonist sürecin ana sorumlularından birisi şirketlerin kârlarını arttırma güdüsüdür; fiyat artışlarını kârlarını arttıracak şekilde belirlemektedirler. Korkut Hoca yerinde bir şekilde Türkiye’de de aynı durumun geçerli olduğuna dair ipuçlarının olduğuna işaret etmektedir. Ben burada sadece bir tanesini vereyim. Bir zamanlar bir twitter mesajı için oturup ülkemizin büyük sermaye gruplarının yıllık faaliyet raporlarından 2021 ile 2022 kârlarına bakmıştım. soL Portal da haber yapmıştı.2 Tablo aşağıdaki gibiydi.

Üstelik faaliyet raporların göre bu ensesi kalın holdinglerin bu süre içinde istihdamlarında ve üretim miktarlarında bu artışları açıklayacak bir yükseliş yoktu (dahası yıllık enflasyon da TÜİK verilerine göre % 64 civarındaydı). Burada kâr çekişli enflasyonun izleri vardı.

Devam edelim. Korkut Hoca özellikle son ekonomik sürecin kaybedenlerinin beyaz yakalı emekçiler olduğunu vurgulamaktadır. Soru üzerine ise mavi yakalıların da yoksul olmalarına rağmen durumlarını, devletin yaygın sosyal aktarım ve yardım mekanizmasından dolayı, koruyabildiklerini belirtmektedir (sevgili Hocamın tüm mülakatında sadece bu noktada bazı itirazlarım olabilir). Hoca buradan daha önemli bir sınıfsal-siyasal yargıya geçmektedir. Ona göre, özellikle bu yoksul mavi yakalı emekçiler (niteliksiz ve yoksul emekçiler) yoksulluklarının bilincinde değiller. Yazının girişinde vurguladığımız acısız, sinir uçlarını çürüten çürüme tam da buna denk düşmektedir. Bir tür bilinç kaybıdır, ya da yokluğudur. Daha da ötesi sınıfın kendi halinde devrimci, ve hatta talepkâr olamayacağının bir göstergesidir. Lenin’in kulakları çınlıyordur herhalde, ona itiraz edenlerin de…

Korkut Hoca’nın önemli mülakatını özetlemeyi bırakalım. Mutlaka okunmalıdır. Bu nedenle daha fazla detay vermeyelim.

AKP döneminde Türkiye kapitalizminin sermayenin sınırsız egemenliğinin tesis edildiği bir yapı haline geldiğini bir kere daha vurgulayalım. Bu nedenle “her şey sermaye için, her şey sermayeye” şiarının geçerli olduğu bir dönem haline geldi. Sonraki haftalarda yazılacak, kapitalizmdeki ilkel birikim güdüsü baskın kılındı ve siyasi otorite sermayenin her türden derdini siyasi kararlarla çözme işini üstlendi. Üstelik bu süreçte oldukça esnek ve pragmatik bir yol tutturuldu. Seçim öncesindeki büyüme odaklı, düşük politika faizini gözeten politikalar bu anlamda iş bilmezlik değildi; sermayenin anlık çıkarları bunu gerektiriyordu.

Ancak sermayenin mutlak egemenliği sermaye için kısa vadede iyi olsa bile, uzun vadede (sermaye için bile) kötü sonuçlar yaratır. Nedeni Türkiye’ye özgü değildir kuşkusuz, neden kapitalizmin öz, has dinamiklerinde yatmaktadır. Nitekim Türkiye kapitalizmini büyüse bile çürüyen ve böyle ilerleyen yapısal bir krize dönüştüren de bu dinamikler oldu. Büyüdükçe parçalanan ve canlılık dinamiklerini kaybeden bir yapı haline geldi. Nereden mi biliyoruz?

Şimdi birkaç gösterge üzerinden özellikle AKP dönemindeki makroekonomik performansı değerlendirelim. Burada okuyucuyu sıkmak pahasına birkaç gösterge sunalım.3

Öncelikle yatırımın üretkenlik etkisine bakalım. Yatırım kapitalist bir ekonomide hem cari dönemde istihdamı ve üretimi arttıran hem de kapitalist ekonominin büyüme dinamiklerini belirleyen unsurdur. Ancak daha da ötesi, uzun dönemde yatırım emek üretkenliğinde artışa yol açarak ekonominin bütününde üretkenlik artışına yol açmalıdır. Aşağıdaki tablo çalışan çalışan başına sabit sermaye yatırımının (brüt sabit sermaye oluşumunun) yüzde artış oranında bir birimlik artışın çalışan başına mili gelirde ne kadarlık bir artışa yol açtığını dönemler itibariyle göstermektedir.

Malum AKP sözcüleri bizden öncesi tufandı söylemini tutturdular gidiyorlar. Sanki AKP öncesi dönem her şeyin kötü ve karanlık olduğu bir tür tarih öncesi dönemmiş algısını sürekli canlı tutuyorlar. Sermayenin has düzeninin kuruluşunun mantığı böyle işliyor.

Ancak tablo bunu yalanlıyor. 1991 ile 2002 arasında çalışan başına sabit sermaye yatırım tutarının yüzde değişim oranında bir birimlik artış çalışan başına milli gelirin artış oranını 0,38 birim arttırıyormuş. Bu değer tüm AKP dönemi için 0,26 birime düşerken, AKP’nin Lale Dönemini de kapsayan 2003-2009 döneminde 0,31 birim olarak gerçekleşmiş. Vahim olanı 2010 sonrası. Bu dönemde fiziksel sermaye birikim oranındaki bir birimlik artış milli geliri sadece 0,13 birim arttırmış. Kısacası AKP’nin giderek otoriterleştiği dönemde sabit sermaye yatırımı (yani makineye, ekipmana, binaya yapılan yatırım) mili gelirde giderek daha az artışa yol açar olmuş. Kokut Hoca’nın bahsettiği kalıcı ve çürütücü durgunluğun bir yansımasıdır bu. Yatırım artışı artık üretkenlikte bir artışa yol açmıyor demektir aynı zamanda. Çürümedir.

Tam da bu noktada Daron Acemoğlu’na dönelim. Mülakatta geçiyor, Acemoğlu “Türkiye'nin esas problemi düşük verimliliktir” demiş. Korkut Hocam her zamanki nezaketiyle Acemoğlu’nun neden dediği aslında sonuçtur yorumunda bulunmuş. Hocam haklıdır, düşük üretkenlik bir sonuçtur, neden değil. Daron Acemoğlu, bir gün burada yazmayı düşünüyorum, yoz burjuva iktisadının en bağnaz ve en geri temsilcilerindendir. Burjuva iktisadı ise artık neden ile sonucu ayırt edemeyecek haldedir.  Yazık, ülkenin ana muhalefet partisi neden ile sonucu ayırt edemeyecek kimselerden medet ummaktadır.

Peki çürümenin başka bir veçhesine, cari işlemler dengesine bir bakalım.  Yine bildiğiniz gibi, Türkiye kapitalizmi büyüdükçe cari işlemler açığı vermektedir. Çünkü büyümesi bazı vazgeçilmez ithal girdilerin artan kullanımını gerekli kılmaktadır. Dahası bu ithal girdilerin faturasını karşılayacak düzeyde ihracat yapamamaktadır. Aşağıdaki tablo büyüme oranında bir birimlik artışın cari işlemlerin milli gelire oranında kaç birimlik artışa yol açtığını göstermektedir (eksi işareti açığın arttığını gösterir).

Şurası açık, ekonometrik analiz de Türkiye’nin büyüdükçe cari açığını arttırdığını tasdik ediyor. 1974 ile 2002 arasında milli gelir artış oranında bir birimlik artış cari işlemler açığının milli gelire oranında 0,2 birimlik artışa yol açıyormuş. AKP döneminde aynı etki 0,22 birime yükselmiş. 1974 sonrası büyümenin en az cari açığa yol açtığı dönem AKP’nin lale dönemi, 2003 ile 2009 arası dönem (orada yüksek sermaye girişlerinin büyüme ile cari açık arasındaki ilişkiyi esnetici etkisi var). Ancak 2010 sonrasında büyüme oranındaki bir birim artış cari işlemler dengesi/GSYİH oranında 0,37 birimlik bir artışa yol açmaya başlamış. Hattı zatında AKP iktidarının 2010 sonrası dönemi için Türkiye kapitalizmi büyüdükçe daha büyük bir açık vermeye başlamış.

Son olarak da işsizliği giderme performansına bakmak gerekiyor. Bir sonraki tablo yüzde cinsinden büyüme oranındaki bir birimlik artışın işsiz sayısının yüzde değişim oranındaki etkisini gösteriyor.

Bu tablo da AKP’nin özellikle 2010 sonrasındaki performansının hiç de iyi olmadığını gösteriyor. 1991 ile 2002 arasında yüzde cinsinden büyüme oranında bir birimlik artış işsiz sayısındaki artış oranını 1,86 birim aşağı çekmiş. Tüm AKP dönemi için bu etki 2,18 birime kadar yükselmiş. Ancak AKP dönemini ikiye ayırıp baktığımızda esas başarının yine 2003 ile 2009 arası dönem ait olduğunu görmekteyiz. 2010 sonrasında ekonomik büyüme oranında bir birimlik artış işsiz sayısındaki artış oranını sadece 1,66 birim düşürüyor.

Bu rakamlar neden önemlidir? İşgücü stoku içine her yıl yüzbinlerce kişi girmektedir ve bunların önemli bir bölümü daha baştan işsizlikle karşılaşmaktadır. Dolaysıyla ekonomik yapının bunları massedebilme, özümseyebilme kapasitesi önemlidir. Anlaşılan, AKP’nin son döneminde bu özümseme kapasitesi zayıflamaktadır. Bu gelecek açısından çok kötü bir sinyaldir. Yine Hoca’nın bahsettiği durgunluk emarelerinden birsidir. İşte bu kapasite aşınmasıdır ki işsizlik oranının süslü büyüme rakamlarına rağmen neden bir türlü % 9-10 sınırının altına düşmediğini açıklamaktadır.

Neticede AKP döneminde Türkiye kapitalizmi büyümesine rağmen üretkenliğini kaybetmekte, dışarıya karşı verdiği açığı arttırmakta ve işsizliği kalıcı ve yapısal hale getirmektedir. Şimdi, Mehmet Şimşek ile birlikte has bir istikrar ve yapısal uyum yörüngesine dönülmesiyle birlikte, büyüme rakamları da çekici ve gösterişli olmaktan çıkacaktır kuşkusuz.

Peki çürümeye ilişkin başka göstergeler var mıdır? AKP lehine yazılacak görünüşte bir başarı olan istihdam artışına bakalım. 2003 ile 2022 arasında toplam istihdam 10 milyon kişilik bir artış göstermiştir. İlk bakışa gerçekten bir başarı gibi görünmektedir. Ancak şeytan detaylarda gizlidir. Detaylarıyla bakınca bu istihdam artışının özellikle düşük ücretli üretken olmayan hizmet sektörü işlerinden geldiği görülecektir. Üstelik bu istihdam artışına rağmen gelir dağılımı sermaye lehine ve emek aleyhine sürekli olarak bozulmaktadır. Gerçekten nasıl? Anlaşılan özellikle son dönemde enflasyonist talanın da etkisiyle sermaye kârlılığını olağanüstü arttırmıştır (bu konuya sonra dönülecektir). Yüksek kârlılığa rağmen düşük üretkenlik ve artan açık pozisyonu kendisi bir krize dönüşmüş yapının acıklı yürüyüşünün göstergeleridirler. Hocam haklıdır.

Peki başka göstergeler? Örneğin kamu maliyesi alanındaki göstergeler? Bu konuda bizden daha iyi söyleyecek ve konuşacak olanlar mevcuttur. Örneğin sevgili Aziz Hocam (Aziz Konukman) ve Oğuz Hocam (Oğuz Oyan) bu konudaki çürümenin boyutlarıyla ilgili detayları büyük bir maharetle ortaya dökmektedirler. İzlemenizi tavsiye ederim.

Peki çürüme Türkiye’ye özgü müdür? Küresel göstergeler bu olgunun yerel bir olgu değil, küresel bir olgu olduğunu göstermektedir. Kapitalizm çürümektedir. Bizden uzak, ırak bir olgu olsaydı dert etmezdik, velakin bizim hayatlarımızı da kendisiyle birlikte çürütmektedir. Peki sonu var mıdır? İşte tam da bu noktada siyasi müdahalenin önemi ortaya çıkmaktadır çünkü (Marksist solda bile etkili bir görüşün aksine) kapitalizmin çürümesinin sonu yoktur. Otomatik çöküş yoktur; çökertecek bilinçli bir ele ihtiyaç vardır.

Serdal Bahçe / soL

Not: Geçen hafta kaleme aldığım yazıda cuntacı general Evren’in emekli olduktan sonra Bodrum’da ikamet ettiğini yazmıştım. Sevgili Bodrumlular kusura bakmasın, Marmaris’te ikamet etmiş meğerse.