9 Ocak 2024 Salı

Cumhuriyet iktisadının halkçı – kamucu / devletçi taşıyıcı kolonları* (1913 - 17 Haziran 1938) - Serdar Şahinkaya / soL

 

1930’larda hâkim karakterine kavuşan ve de 1938’de İktisadi Devlet Teşekkülleri Kanunu ile taçlanan halkçı-kamucu-devletçi uygulamalara satır başlarıyla değinmeyi planladım.

Merhaba.

Milli Mücadele’nin yoksulların zaferiyle taçlanması ve Lozan’da dünyanın bütün efendilerinin eşitlik dansına kaldırılmasını takiben kurulan Cumhuriyetimiz, 100. Yaşında.

Kutlu olsun, sonsuz olsun…

Ulusların, ulus devletlerin içerisinde 100. yılını kutlayan kaç devlet vardır. Ya da 100. Yılını kutlamış devletler o yılda neler yapmışlardır? Bu soruların yanıtlarını aramalı ve üzerinde çokça düşünmeliyiz.

XX. Yüzyılın başlarında, kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin azgın saldırılarda bulunduğu, ateşle barutun adeta dans ettiği Birinci Dünya Savaşı köhnemiş imparatorlukların ve bu arada Osmanlı’nın da sonunu getirmişti.

İşte böyle bir zaman diliminde, emperyalist çıkarların kesiştiği bu coğrafyada, kendi köyünden öteyi vatan bilmeyen yoksulların ülkesi Türkiye’de kurulan Cumhuriyetimiz. Yani ateşle, barutla, kanla yazılan bir bağımsızlık destanı.

Özünde malî bağımsızlığın yattığı tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti.

***

Ben sunumumda, Cumhuriyet öncesinde filizlenmeye başlayan, Cumhuriyet ile adım adım uygulamaya geçen ve 1930’larda hâkim karakterine kavuşan ve de 1938’de İktisadi Devlet Teşekkülleri Kanunu ile taçlanan halkçı-kamucu-devletçi** uygulamalara satır başlarıyla değinmeyi planladım.

1.    Unutmayalım ki, en geçerli tanıklık, tarihin tanıklığıdır ve Shakespeare’in “Bütün dünler yarınları aydınlatan fenerlerdir” sözü ve François Marie Arouet Voltaire’in*** “Tarih, kralların, generallerin çiftlikleri değil, ulusların tarlasıdır. Her ulus bu tarlaya geçmişte ne ekmişse onu biçer” sözüyle başlayalım.

2.    Kamuculuk – devletçilik meselesi, İttihat Terakki dönemindeki hâkim iki siyasi çizgiden biri olan milli iktisat ve korumacılık tartışmalarına kadar geriye götürülmelidir. XVII. Yüzyıl Fransa’sının ünlü maliye bakanı Jean Baptiste Colbert'in (1616 – 1683) görüşlerinden esinlenen milli iktisat çizgisi, 1913 Kongresi ile netleşir. İttihat Terakki (İ.T.) “ya siyaset yapalım ya da askerlik” tezine karşı “siyaset de yaparız askerlik de” diyen ekibin kazandığı 1913 Kongresi ile birlikte artık siyasi bir fırka olmaya karar veriyordu.

3.    İttihatçılara göre Osmanlı Devleti sözde bağımsızdı; kapitülasyonlar vb. iktisadi – mali engellerle vesayet altında tutulmaktaydı. Bu vesait-i düveliye’den kurtuluş özlemi, savaşa girişin temel nedeniydi. Diğer bir deyişle Birinci Dünya Savaşı İ.T. için bir anlamda kurtuluş savaşıydı. Savaş devletçiliği açısından önemli olan 1916 Kongresi idi. İktisadi sorunlar ve izlenen milli iktisat politikası ve sosyal devlet, Kongre’nin diğer gündem maddelerini oluşturmuştu.

4.    19 Mayıs 1919, bu topraklarda tarihsel süreçlerin tersine döndürüldüğü, akıl almaz olayların yaşandığı bir dönemin başlangıcıdır. Bandırma Vapurunun kazanını, 1789’un kardeşlik, eşitlik, özgürlük bilinci ateşlemektedir. Rota, 1917’nin emek kardeşliği ve emperyalizme karşı mücadelenin izlerini taşır. Parola: Ya İstiklal, Ya Ölümdür.

5.    Mondros Mütarekesi ile ordu dağıtılmıştır. Umutsuzluk ve yılgınlık bütün toplumu adeta esir almıştır.  Zira Osmanlı, 1914 – 1918 tarihlerinde yani Birinci Cihan Harbinde tam 1 milyon km2 toprak kaybetmiş; asker ve sivil nüfustan 4 milyona yakın yurttaşını da yitirmiştir.

6.    Yabancılara verilen imtiyazlar (iktisadi ve malî - adlî - idari kapitülasyonlar). 1881 sonrası Duyun-u Umumiye İdaresi. Yani Genel Borçlar Yönetimi.

7.    Adım adım işgaller ve bu işgalleri destekleyen “Cemiyetler”: Mavri Mira, Pontus, Kürt Tealî, Tealiî İslam ve İngiliz Muhipleri.

8.    Ve bu arada Dünya... 19. Yüzyılın sonu 20. Yüzyılın başı. 28 Haziran 1919’da imzalanıp, 10 Ocak 1920’de yürürlüğe giren Versailles Anlaşması’nın biçimlendirdiği uluslararası iş bölümü. İngiltere, kapitalizmin patronluğunu devretmekte zorlansa da çaresiz. Atlantik ötesinden ABD patronluk manevralarını sürdürüyor. Ve kıta Avrupası’nın iki mızmız çocuğu Almanya ve Fransa. Tüm bu emperyalizm tezgâhlarına direnen iki yoksul köylü ülkesi: V.İ. Lenin’in Sovyet Rusya’sı ile Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye Cumhuriyeti.

9.    Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanı’nın ilk bölümünün başlığını hatırlarsınız değil mi? (1918 – 1919): Ateşi ve İhaneti Gördük…

10.    Samsun’a çıkışı takiben… 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi ve 4 Eylül – 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi: Manda ve Himaye Kabul Olunamaz!

11.    Daha Büyük Millet Meclisi açılmadan önce “ne olacak bu memleketin hâli” diye kafa yoran bu toprakların çocukları farklı vilayetlerde 30 adet yerel kongre toplamışlardır.1

12.    Bozkırın ortası Ankara’da Büyük Millet Meclisi: 23 Nisan 1920…

13.    1 Eylül – 8 Eylül 1920’de Bakü’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı: Mazlum Milletlerin Emperyalizme Karşı Mücadeleleri Selamlanacak ve Desteklenecektir…

14.    Takiben ya da 5 tam gün sonra yani 13 Eylûl 1920’de Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisine, Halkçılık Programı’nı takdim eder. Ve bu program 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun temelini teşkil edecektir. 18 Kasım 1920’de TBMM genel kurulunda okunan programın ilk 4 maddesi Anadolu Ajansı marifetiyle tüm ulusa ve diğer ülkelere de Halkçılık Beyannamesi adı ile duyurulacaktır. İki husus öne çıkar: TBMM Hükûmeti, emperyalizm ve kapitalizme karşı amansızca mücadele edecektir. Diğeri de ordu, sarayın değil Meclis’in ordusudur.

15.    16 Mart 1921’de kuzey komşumuz Lenin’in Sovyet Rusyası ile Moskova Antlaşması imzalanır. Bolşevik hükümetinin önerisi üzerine ilk defa “kapitülasyonsuz ülke” tanımı anlaşma metninde yer alır.

16.    Reis Paşa Mustafa Kemal TBMM’nin 3. Yasama yılını açarken 1 Mart 1922’de o çok bilinen kritik ayrıntılarla dolu konuşmasını yapar: “(…) Efendiler, Türkiye'nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesleri) Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye'nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür (Şiddetli ve sürekli alkışlar). O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür (Sürekli alkışlar). Bundan dolayı, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisat politikası bu önemli amacın sağlanmasına yöneliktir.

Efendiler,

Diyebilirim ki, bu günkü felâket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır. Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bu gün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım” (Şiddetli alkışlar).”Kurulması tasarlanan Cumhuriyetin ilk ve geniş hedefi, köylüyü çiftçi yapabilmek olacaktır.  Yüzyıllarca cenge gitmiş köylü, henüz çiftçi değildir. Üretici olmayı yani çiftçi olmayı öğrenememiştir. Demek ki yeni devleti kurabilmek, ileri gidebilmek ve tazelenebilmek için bu insanları, çiftçi yani üretici yapabilmek lazımdır ki, Cumhuriyetin yurttaşı olmaya doğru adım atması sağlanmış olabilsin. 1924’te de 506 sayılı Köy Kanunu çıkarılacak ve Cumhuriyet emin adımlarla köylere girecektir.

17.    Yine aynı konuşmada Gazi Paşa, Tarımsal sanayiini güçlendirilmesinden hareketle geliştirdiği konuşmasında iktisat politikasının temel amaçlarının da ipuçlarını belirterek “devletleştirme” den de ilk olarak bahseder...

Efendiler,

Artık engelsiz ve bağımsız bir hayata atılan Türkiye için, ekonomik yaşamı boğmakta olan kapitülâsyonlar yoktur. (Şiddetli alkışlar)

Ve olamaz. Ekonomik yaşamımızın belirli amaçlara yöneltilmesi ve süratle gelişmesi ve yükselmesi için alınacak önlemler içine ülkemizde Avrupa rekabeti yüzünden yok edilmiş ve şimdiye kadar gelişmemiş olan tarımsal sanayimizi güçlendirip, modern ekonomik araçlarla donatmayı önemle göz önünde bulunduracağız. (İnşallah sesleri)

Gerek tarım, gerek memleketin varlık ve genel sağlığı konularında önemi kesin olan ormanlarımızı da modern önlemlerle iyi duruma getirmek, genişletmek ve en yüksek faydayı sağlamak da önemli kurallarımızdan biridir.

Ekonomik politikamızın önemli amaçlarından biri de genel yararı doğrudan doğruya ilgilendirecek kurumlar ve iktisadi teşebbüslerin mali kudretimizin ve teknolojimizin izni oranında devletleştirilmeleridir.

18.    9 Eylül 1922’de Milli Mücadele, Yoksulların Zaferi ile sonuçlanmış, İngiltere taşeronluğundaki emperyalizmin maşası Yunanistan Kuvvetleri Ege’de denize dökülmüştür.

19.    “Nemiz varsa, bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı ve kafamızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz” .2

20.    İki tam gün sonra, 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi imzalanır. Gazi Paşa, 16 Ekim'de Bursa'ya gelir. 17 Ekim'de "yeni devrin" siyasal kararlarının sahibi olduğunu da Bursa'dan ilân etmeye başlar: “Muhterem Bursa Ahalisi' ne. Memleketin kaynaklarının genişliği, aklın emek ve kabiliyeti ve orduların süngülerinin, barış vaktinde de her türlü neticeleri elde edeceğini söyler. Üç buçuk sene süren askerî çarpışmadan sonra ilim bakımından, eğitim bakımından, iktisadiyat bakımından mücadelelerimize devam edeceğiz ve eminim ki bunda da başarılı olacağız. Fabrikacı olacağız, sanatkâr olacağız. Bundan sonra düşüncelerimizi hep bu konularda yoğunlaştıralım.” der.

21.    İstikamet; fetih devletinden, iktisadi devlete; hâkim siyasi rejim de, tek kişinin egemenliğinden halkın egemenliğine doğrudur.

22.    Mudanya Mütarekesi’ni imzalayan kahraman kurmay subay İsmet Paşa başkanlığında Türk Heyeti, 5 Kasım 1922’de Ankara’dan Lozan’a doğru yola çıkar. Lozan’ın ikinci milli mücadele kadar çetin geçeceği tahmin edildiğinden heyet başkanı tartışmasız İsmet Paşa’dır.

23.    Takvimler 6 Aralık 1922’yi göstermektedir. Lozan’da görüşmeler hemen hemen yeni başlamıştır. Gazi Paşa, Ankara matbuatı aracılığıyla, halkçılık umdesine dayanan ve Halk Fırkası adı ile maruf bir siyasi parti kuracağını açıklar.

24.    Gazi Mustafa Kemal Paşa, 14 Ocak 1923’te Ankara’dan bir tren yolculuğuna çıkar. Tren hattındaki bütün istasyonlarda halk ile buluşur. Eskişehir, İzmit, Bursa, Balıkesir, Alaşehir, Akhisar, Manisa ve İzmir. Bu buluşmalarda; Lozan’daki gelişmeler dâhilindeki görüşlerini bildirir. Ayrıca Şubat ortalarında İzmir’de toplanacak Türkiye İktisat Kongresi hakkında kitleleri dinler ve onlara açıklamalarda bulunur. Gözden kaçırılmaması gereken husus, bu seyahatin kapsadığı coğrafya harp sahasıdır. Ve ordu birlikleri de bu arada teftiş edilmektedir.

28 Ocak 1923’te İzmir’e gelen Gazi, 2 Şubat 1923’te beş yüzü aşkın kadınla bir araya gelerek 6,5 saat hasbihal eder: Kadınlar Kongresi. Mustafa Kemal Paşa: “Şuna kani olmak lazımdır ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir”.

25.    9 Eylül 1922’den tam 5 ay sonra üzerinde hâlâ büyük yangının izleri olan İzmir’de,17 Şubat – 4 Mart 1923 tarihleri arasında Türkiye İktisat Kongresi toplanır. Türkiye’nin o dönemdeki bütün yaratıcı ve üretici güçleri kongrededir: Çiftçiler, Tüccarlar, Sanayiciler, İşçiler. Kongre, Erzurum Kongresi kadar, Sivas Kongresi kadar mühimdir. “Milletimiz Artık Mazisinden Değil, İstikbalinden Mesuldür” şiarı Kongre’nin temel düsturudur. Kongre’de tam 302 adet karar alınır. “Çalışkanlar diyarı” – “İktisat Programı” – “Planlı Çalışma” – ve “Kılıç – Saban İkilemi”.

26.    Kongre bittikten yaklaşık 1 ay sonra, 8 Nisan 1923’de Gazi Mustafa Kemal Paşa bu defa Dokuz Umde Bildirisi’ni yayınlar. Kongre kararları adım adım partileşmektedir. (Kurulacak Cumhuriyet Halk Fırkası–CHF’nın ilk resmi dokümanları hazırlanmaktadır)

27.    24 Temmuz 1923, Lozan Zaferi’nin tüm dünyaya ilan edildiği tarihtir. Harbin galibi Türkiye, kurulacak “Kapitülasyonsuz Devlet”in tapusunu almıştır. İsmet Paşa başkanlığındaki Türk Heyeti, Lozan’da dünyanın bütün efendilerini eşitlik dansına kaldırmıştır. 8,5 aylık bu çetin sürece tanıklık eden 1700 telgraf kritik önemdedir. Ve meraklılar bu telgraflara mutlaka göz atmalıdırlar. Unutulmamalıdır ki; Lozan’ın büyük onuru bu toprakların çocuklarına yeni bir güven daha vermiştir…

                                      Lozan Anlaşması İmzalanıyor, 24 Temmuz 1923

28.    Ve 29 Ekim 1923, yoksulların zaferi CUMHURİYET ile taçlanır. Kendi köyünden öteyi vatan bilmeyen 13 milyon yoksul köylüler ülkesinde bağımsız, özgür ve eşit bir ulus devlet kurulmuştur.

29.    1923’te yani Cumhuriyet ile birlikte savaş ya da kahramanlık temelindeki özgüven mirası, üretim temelli bir özgüvene dönüşmeye başlamıştır. Bu dönüşüm, topyekûn ve köklüdür. Bu dönüşümün yönü, toplum yaşamından → iktisada → hukuktan → eğitime → siyasetten → uluslararası ilişkileredir. Ve yarı sömürgeden bağımsız bir ulus devlet yaratma temel hedefi, ilmik ilmik örülerek tasarlanan bir stratejik tercihle gerçekleştirilmiştir. Bu dönüşümün gerçekleşebilmesi için yeni bir sermaye birikim mekanizmasına ihtiyaç vardı. Cumhuriyet kadrolarına göre bu ihtiyaç, ancak ve ancak “sanayileşme” ile karşılanacaktır.

Ve Cumhuriyet…Kaynak: Bilsay Kuruç (1987). Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi. Bilgi Yayınevi. Ankara.

30.    Sanayileşme zorunluluğunu besleyen olgulardan biri de “bağımsızlık” sorunudur. Kemalist aydınlar ve yöneticiler, ülkenin askeri ve diplomatik zaferle elde edilen bağımsızlığının ancak iktisadi bağımsızlıkla güvence altına alınabileceği konusunda net ve ısrarlı olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun İngiliz liberalizminin tutsağı olduğu Osmanlı sanayisiyle zanaatlarının sanayi devrimi Avrupası’nın mamul maddelerinin istilasıyla yıkıldığı bunu da İmparatorluğun iktisadi ve mali alanlarda tam bağımlılık içine düşmesine yol açtığının farkındadırlar. Sadece sanayileşme, Türkiye’deki bu bağımlılığı kırabilir ve bu sadece iktisadi değil aynı zamanda siyasi bir tercihtir.

31.    Cumhuriyet, sanayileşmeyi iktisadi güçlenmenin esas aracı saymakta ve bağımsızlıkla eş anlamlı almaktadır. Dönemin kendine özgü koşullarında temel ihtiyaçlardan (3 Beyaz= Şeker + Pamuklu bez + Un) başlanarak sanayi üretim kapasiteleri yaratılması ileri ve geri bağlantılarla toplumsal üretkenliği artıracaktır. Farklı bir ifade ile “Türkiye Sanayileşmek Mecburiyetindedir”. Cumhuriyet döneminde sınaî üretimin, yurttaşların temel ihtiyaçlarını karşılaması asıl ilkedir. Böylece, ülke içi tüketimin tamamı karşılanacak ve ulusal ekonomi gerçek temeline oturacaktır.

32.    Unutulmamalıdır ki, Cumhuriyet, sanayi temelli ulusal ekonomiyi emperyalist çıkarların kesiştiği bölgede ve iki dünya savaşı yıllarının olağanüstü çalkantılı ortamında gerçekleştirmiştir.

33.    “Fetih devletinden iktisadi devlete” geçerken farklı bir ifade ile de “rejimin selameti açısından Cumhuriyet Treni bilinçli bir tercihle makas değiştirmiştir”. Bu değişimin kritik özdeşliği: (Misak-ı Millî + Teşkilat-ı Esasiye) = Bağımsızlık ve Ulusun Egemenliği = (Kapitülasyonlara Son + Halk İdaresi) şeklinde yazılabilir.

34.    Ve Cumhuriyet İktisadının sihirli denklemi de: Demiryolları + Sanayileşme = DEVLETÇİLİK’tir. Not edilmeli, unutulmamalı ve her daim esinlenmelidir.

35.     1926’nın Haziran ayında dünyanın ilk yüzer sergisi “Seyri Türkiye Sergisi”ni taşıyan beyaza boyanmış Karadeniz Vapuru İstanbul Karaköy rıhtımından denize açılır. Ve birkaç hafta sonra 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanunu yayınlanır. Farklı bir ifade ile artık, kendi bayrağımızla kendi sularımızda devri başlamıştır.

36.    Yine, 1926’nın Eylül ayı. Cumhuriyet üç yaşında. Oldukça iddialı bir işe kalkışır ve başarır. TOMTAŞ = Türk Tayyare ve Motor A.Ş. Bozkırın Kayseri’sinin Erciyes dağı eteklerinde ilk tayyare fabrikası kurulur.

37.    Yıl 1927. Cumhuriyetçi kadrolar, “ölçemediklerini, yönetemeyeceklerinin bilincindedirler. Dünyaca ünlü Belçikalı Dr. Camille Jaquart Türkiye’ye davet edilir. Monsieur Jaquart, Türkiye'de 19 Eylül 1926 – 20 Ağustos 1929 tarihleri arasında Merkezi İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesi3 Müdür-i Umumi görevini yürütür. Ve bu sayede de Türkiye, 1927’de üç büyük sayımı yapar: Nüfus Sayımı, Sanayi Sayımı, Tarım Sayımı. Sayım sonuçları Cumhuriyetin iktisadi bakımdan kendini güvende hissedememesinin nedenlerini somutlaştırır. 13.640.000 nüfuslu ülke, iktisadi açıdan makas değiştirmek zorundadır. Osmanlı’nın 1913 model Teşviki Sanayi Kanunun kapsamı, İstanbul Burjuvazisinin talebi üzerinde biraz daha genişletilir. 1929’a kadar beklenir. 1929’da Lozan’da getirilen bağımsız gümrük politikası kısıtı kalkacaktır…

38.    1928’de Türk Harflerinin Tatbik ve Kabulüne Dair Kanun kabul edilir. Ve Türkiye’de aydınlanmanın ikinci büyük perdesi açılmış olur. Artık “Gül, Gel, Kel” kelimeleri de aynı biçimde yazılmayacak ve gelişine okunmayacaktır.

39.    Ve takvimler 1929’un Ekim ayını gösterdiğinde ABD’de kapitalizm büyük krizi patlak verir. 24 Ekim 1929’da borsanın 11 önemli ismi intihar etmiştir. 1933’e kadar sürecek Büyük Buhran giderek derinleşir. Ve bir halk ezgisi bestelenip söylenir: Brother, Can You Spare A Dime?: Bizim dilimize şöyle çevirebiliriz: Kardeş, 10 Kuruşun Var mı?

40.    12 Aralık 1929 İsmet İnönü, yerli malının öneminin altını çizdiği ve büyük buhrana karşı tedbirli olmak lazım geldiğine dair etkili bir konuşma yapar. Ve bu tarihten hemen sonra Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti kurulur. Bizim kuşağın büyüdüğü “yerli malı haftaları” da böylece başlamış olur. Cemiyet, kuruluşundan beş ay sonra 22 – 23 Nisan 1930’da Ankara’da Sanayi Kongresi ve Milli Numune ve Sanayi Sergisi’ni tertip eder. Bu Kongre, İstanbul ve üretici karaktere bir türlü dönüşmeyen tüccar tayfası ile ciddi bir hesaplaşmadır. Ve çok etkili olur. Sonuçta bugün dahi elimizde olmayan o dönemin sanayi envanteri çıkarılmış olmaktadır.

41.    Türkiye 1930’da ciddi makas değiştirir. Aynı yıl; Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunları çıkartılır. 30 Ağustos 1930’da demiryolunun Sivas’a gelişi için düzenlenen törende Başvekil İsmet Paşa müthiş bir konuşma yapar. Konuşmanın esas vurgusu; emperyalizme ve yerli işbirlikçilerinedir. Bu konuşma üzerinde uzun uzun durulmalı ve tartışılmalıdır: “Liberalizm nazariyatı bütün bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz. Bizi bu istikamete sevk eden bu memleketin ihtiyacı ve fıtrî temayülüdür”. Ayrıca yine aynı konuşmadan, “Ekmeğimizi kurtardık, gömleğimizi de kurtaracağız”.

42.    Gazi Paşa’nın Afet İnan’a yazdırdıklarıyla 1931’de yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında devletçilik tarif edilir: “Hülâsa, bizim takip ettiğimiz devletçilik; ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadî sahada – devleti fiilen alâkadar etmektedir”. 

43.    Aynı yıl yani 1931’de “devletçilik” CHF’nın fırka tüzüğüne derç edilir.

44.    İktisat Vekilliği’ne Lozan’daki Türk Heyetinde kritik görevler yapan Mustafa Şeref Bey (Özkan) atanır. Devletçilik, somutlaşmaktadır: İç İçe 3 Çark Modeli: Devlet Sanayi Ofisi, Türkiye Sınai Kredi Bankası ve İktisat Vekâleti. Modelin iki büyük çarkı süreç içerisinde Sümerbank’ı oluşturacaktır.

45.    Başvekil İsmet Paşa’nın kuzey komşu Sovyet Rusya’ya teknik gezisi. 25 Nisan – 10 Mayıs 1932. 4 Kent: Odesa, Harkov, Leningrad, Moskova. Sınai tesisler gezilir not edilir. Ve heyet daha SSCB’nde iken Cumhuriyet Gazetesi manşeti patlatır: Sovyet Rusya Türkiye’ye 16 milyon TL Sanayi Kredisi Açıyor. Kredi tutarı 8 milyon Dolardır.

46.    1933’te Sovyet Rusya’dan Prof. Orloff Başkanlığında teknik bir heyet Türkiye’ye gelir. Aynı yıl Türkiye Birinci Sanayi Planını (1933) yayınlar. Planın girişinde yer alan ilk 11 sayfada, dönemin dünya ekonomisine, bu ekonomi içerisindeki Türkiye’nin rolüne ve bu rolden sıyrılması lazım geldiğine dair müthiş tespit ve vurgular vardır.4

47.    Devrimin rotasını daha da sola çekmek üzere yayınlanan Kadro Dergisi’nin 1933 Haziranındaki 22. sayısında Başvekil İsmet imzalı bir makale çıkar. Makalenin başlığı: Fırkamızın Devletçilik Vasfı’dır.5

48.    Ve 1935’te Kayseri,1937’de Nazilli’deki tekstil fabrikaları ile önce o kentlerin sonra da tüm ülkenin bahtı değişmeye başlar. Milli Mücadelenin çoban ateşleri, sanayi ateşlerine dönmüştür. O devlet fabrikaları aynı zamanda birer eğitim, birer sağlık, birer kültür kurumlarına dönüşerek bu toprakları aydınlatmaktadır.

49.    1935 yılındaki CHP’nin dördüncü Büyük Kurultayına değinmek gerekir. 9 Mayıs 1935’te toplanan kurultay Mustafa Kemal Atatürk’ün katıldığı ve konuşma yaptığı son kurultaydır. Atatürk’ün buradaki konuşması, bir gelişme dönemine girilmiş olduğu inancını ve bunun yarattığı güven duygusunu yansıtmaktadır. İktisadi alanda izlenen politika çizgisi başarı getirmektedir.  Sanayi Programı bu başarı sayesinde tasarlanan bir atılımdır. “Görüyorsunuz ki arkadaşlar; yepyeni bir güdümlü ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz. Partimizin ekonomik anlayışı; bu yöndeki programımızın, yurdun ihtiyaçlarını karşılayacak ve onu az zamanda gelişmeye ve genişliğe erdirecek en iyi program olduğunu gösterecektir. Yeni öğütleriniz ve direktiflerinizle, yeniden ilerleme ve yükselme tedbirlerimizi kolaylaştıracağınıza şüphe yoktur.” Konuşma bütünüyle okunduğunda, iki şey netleşmektedir. Birincisi, Türkiye’deki kalkınma davasının asıl sahipleri Cumhuriyeti kuran kadrolardır. Kalkınma daha önceki birikimlerle bir ‘uygarlık özlemi’ haline gelmiş, fakat ancak Cumhuriyet ile filizlenmiş ve ilk kez somut olarak yerine oturmuştur. Görüldüğü gibi Mustafa Kemal,  devletçilik sözcüğü yerine güdümlü ekonomi terimini kullanmıştır.

50.    Cambridge Üniversitesi Kalkınma Çalışmaları Merkezinden Prof. Dr. Ha-Joon Chang’ diyor ki:

“(...) dünya sahnesinde sadece Amerikalıların ve Avrupalıların yerinin olduğunu düşünen Üçüncü Dünyalı bir okul çocuğu için bu liderlerin arasında bir de Türk liderinin bulunması ilginç bir durumdu. Bu Türk lider, General Kemal Paşa ya da Kore’de daha çok bilinen adıyla Kemal Atatürk’tü. Kemal Atatürk’ün yaşam öyküsünü okuyan bir okul çocuğu bile çok uzaklarda bir ülkeyi (mesafe olarak uzak ama linguistik olarak yakın, Türkçede Korecede, Ural – Altay dilleridir) yönetmiş olan bir liderin General Park için bir rol modeli olduğunu anlayabiliyordu(...)

Yıllar sonra bir üniversite öğrencisi olarak kalkınma iktisadı okuduğumda Kemal Atatürk’ün gerçekten de daha sonra devlet güdümlü kalkınma stratejisi diye adlandırılacak olan stratejiyi ilk uygulayan Üçüncü Dünya Lideri olduğunu öğrendim.”

51.    17 Haziran 1938 tarihinde 3460 sayılı “Sermayesinin tamamı Devlet tarafından verilmek sureti ile kurulan iktisadi teşebbüslerin teşkilatı ile idari ve murakabeleri hakkından kanun” yayınlanır. Devlet Fabrikaları / işletmeleri tam bir kurumsal yapıya da kavuşmuşlardır.

52.    Mustafa Kemal’in önderliğindeki Cumhuriyet kadroları, zaman zaman pratiğe ilişkin noktalarda deneme – sınama yöntemiyle de olsa korumacılıktan devletçiliğe doğru stratejik bir tercih geliştirmişlerdir. Bu stratejik tercihin arkasında, tamamen tesadüfi, ampirisist yani sadece günü idare etmeye çalışan bir anlayışın ötesinde ciddi bir kavrayış yatmaktadır. Bir sürü iç ve dış baskı ve dirence karşı bir Aydınlanmacı ve Jakoben olarak Mustafa Kemal bu stratejik tercihin yaratıcısı ve önderidir.

53.    EVET............ Bu, müdahaleci –korumacı- devletçi modele geçiş, basitçe, bir iktisat politikası seçimi miydi, yoksa stratejik bir seçim miydi? Benim kanaat, tez ve cevabım şudur: Mustafa Kemal bir sürü iç ve dış direnç ve baskıya karşın, bu seçimi stratejik bir karar olarak görmüştü. Mustafa Kemal’in Aydınlanma geleneğinden geldiği ve jakoben olduğu ileri sürülebilir. Galiba bu eksik; şimdi tamamlıyorum: Cumhuriyet döneminin tümü dahil olmak üzere, gelmiş geçmiş bütün siyasiler içinde tek aydınlanmacı jakoben idi. Önerme bir hak yemeyi değil, bir hakkı teslim etme niyetini taşır.

54.    Kemalist Türkiye’nin 1923 – 1938 dönemi, ilk defa yirminci yüzyılda geri kalmış ve bağımlı bir ülkenin dış açıkları, kronik dış borçları ve mali esareti olmadan, kendi kendine yeten bir sanayileşmeyi gerçekleştirmesinin, ütopik bir fantezi olmadığını gösterdi… Başka bir deyişle; Kemalist deneyim ulusal kapitalist model içinde geri kalmışlık ve bağımlılığın üstesinden gelmenin önemli bir çabası olarak da tanımlanabilir. Bu tercih sayesindedir ki; Üretim alanına, Dolaşım alanına (dış ticaret, borçlanma, finansal akımlar), Bölüşüm alanına, Fikir alanına sahip, yani özgür ve bağımsız bir ülke yaratılmıştır. Sözün özü ya da çıkartılacak son ders, her zaman  “büyük bir sabırla benim gibi bir koruğun helva olmasını beklemiş olan” ve çok zamansız kaybettiğim, çok arayıp çok ta özlediğim, çok arayıp çok ta özlediğim sevgili hocam – ağabeyim Prof. Dr. İşaya Üşür’e ait olsun: Dolaşım alanına haklı vurgular, üretim alanı ile bağlantılandırılmadığı sürece ve takdirde, özgürlüğün mevcut yapılar içinde mahkûm kalacağından endişe duyarım. Böylece, formel bir bağımsızlık mevcut olabilir; ama değindiğim anlamda özgür olunamıyorsa, bağımsızlık da fazla bir anlam ifade etmeyebilir. Getirme çabasında bulunduğum tanımlar, öyle sanıyorum ki, diğer yandan “yurtseverlik”in de fiili içeriklerini oluştururlar. Sanıyorum, Mustafa Kemal’in seçtiği strateji de bu doğrultudaydı.

55.    1930’lardan Günümüze…

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde özellikle 1950’li yıllarla birlikte emperyalizme teslimiyet politikaları uyarınca sanayi ve kalkınma perspektifi uzunca bir süre rafa kaldırılmış, ülke ekonomisi batılı ülkelerin tarımsal ihtiyaçlarını karşılama hedefiyle şekillendirilmiştir 1960-1980 arası dönemde planlamanın yeniden gündeme gelmesi ve işçi sınıfının siyaset sahnesine çıkmasıyla birlikte kalkınma ve bölüşüm göstergelerinde yine küçümsenemeyecek gelişmeler kaydedilmiştir.

Ülkemizde yaklaşık olarak 40 yıldır sürdürülen neoliberal politikalar Türkiye’yi düşük büyüme batağına saplamış ve bütünüyle dışa bağımlı hale getirmiştir. Bugün Türkiye ekonomisi, ithalata bağımlı hale gelmiş tarımıyla, uluslararası işbölümünde düşük ücret yüksek sömürü oranlarıyla taşeronluk işlevi gören sanayisiyle, güvencesiz ve örgütsüz istihdamın damgasını vurduğu hizmetler sektörüyle,  doğal ve kültürel varlıkların talanı üzerinde büyüyen çarpık yapısıyla tükenmiş bir görünüm arz etmektedir. Neoliberal tutuculuğun finansal serbestleşme programları, reel sektör tasarruflarını uzun vadeli sabit sermaye oluşumu yerine kısa vadeli spekülatif yatırımlara kanalize olmasının bir aracına dönüştürerek başta imalat sanayi ve tarım olmak üzere reel sektördeki birikimi tahrip edici etkide bulunmuştur. Kalkınma kavramı yok edilmiş yerine yurttaşların refahını dışlayan “arttı – azaldı – aynı kaldı” temelinde anlatılan masalsı bir büyüme kavramı getirilmiştir. “Sürdürülebilirlik” söylemi altında, yerli ve yabancı sermayenin çıkarları doğrultusunda uygulanan özelleştirme ve serbestleştirme politikalarıyla enerji arzı, kamu hizmeti niteliğinden uzaklaştırılmış ve bütünüyle piyasalaşmıştır. Bu politikalar sonucunda dışa bağımlılık artmış, kamusal denetim ortadan kalkmış, üretim anarşisi oluşmuş ve çevre tahribatı meydana gelmiştir. AKP’li yıllarda ekonomideki ağırlığını belirgin bir şekilde arttıran inşaat sektörü, rant odaklı yapısıyla kamusal varlıkların belirli sermaye gruplarına aktarılmasının aracı haline gelmiştir. Kentsel rant güdüsüyle şekillenen konut üretimi ve kentsel dönüşüm programı barınma sorunlarını çözmediği gibi, kentlerimizi nefes alınamaz beton yığınlarına çevirmiştir. Kalkınma öncelikleri doğrultusunda kullanılabilecek kaynaklar kâr ve gösteriş odaklı mega projelerde çarçur edilmiş, kullanım garantisi uygulamalarıyla hazinenin üzerinde kayda değer bir finansal yük oluşturulmuştur.

56.    Ne yapmalı? Nereden başlamalı?

Bugün, Türkiye içinde kalkınmayı ve adaletli bölüşümü amaçlayan bir perspektif çok daha kritik bir önem taşımaktadır. Sanayileşme bu amaçlara hizmet edecek en önemli ayaklardan birisi olmaya devam etmektedir. Bu minvalde, nihai çözümün kâr odaklı mevcut sistemin ötesinde, daha adaletli bir başka dünyanın da olabileceğini unutmadan (sosyalizm), kamucu ve halkçı politikalara ağırlık verilmelidir.

Planlama bir toplumsal hedef haline dönüştürülmeli, dış dünya ile ilişkiler ve bu alandaki kontrol mekanizmaları «yeniden» ve «akıllıca» tasarlanmalıdır.

Özelleştirmeler derhal durdurulmalı, altyapı yatırımları, madenler ve stratejik sektörler başta olmak üzere kapsamlı bir kamulaştırma programı gündeme getirilmelidir.

Kamu yatırımcılığı etkili bir biçimde devreye alınmalı, yerel inisiyatiflerin, kooperatiflerin, yerel yönetimlerin de özellikle imalat sanayiini geliştirmeleri için etkinleştirilmiş ve demokratikleştirilmiş planlama ile koordineli çabaları da desteklenmelidir.

Yeni iktisadî kalkınma perspektifinde ‘caydırıcılık’ aracı da devreye alınmalı, İstanbul başta olmak üzere kimi bölgelere bazı yatırımların, özellikle inşaat yatırımlarının yönelmesinin önüne engeller konulmalıdır.

Bu tasarımın başlangıcı, Gümrük Birliği Anlaşması’nın askıya alınmasına dayanmalıdır. Ayrıca sermaye hareketlerinin sınırsız serbestisi ile planlama çelişeceğinden, sınırlamalar da getirilmesinin kaçınılmaz olduğu unutulmamalıdır. Bugün çok yüksek düzeylerde seyreden ithalata bağımlılık hızla ortadan kaldırılmalıdır.

İktisadi kalkınma ve kamu yatırımcılığı planlaması, tüm sektörleri kesen bilim ve teknoloji gelişmeleri olanakları değerlendirilerek gerçekleştirilmelidir. Bu gelişmelerin sanayi üretimine yansıtılırken yeni teknik ve teknolojilerin niceliksel olarak işgücü azaltılmasına dönük değil, niteliksel anlamda emek üretkenliğinin artırılmasına dönük politikalar uygulanmalıdır. Öte yandan bilişim ve iletişim teknolojilerinin, iş güvencesini ortadan kaldıran, çalışma koşullarını olumsuzlaştıran ve baskıcı yönetim mekanizmalarını devreye sokan bir içerikle uygulanmasının önüne geçilmelidir.

Türkiye Devleti, Kamucu - Kalkınmacı – Halkçı Devlet niteliğini yeniden kazanmalı, reel sektörün yapısını çağa uygun iyileştirmelerle geliştirmek, tüm sektörler çapında emek üretkenliğini artırmak ve buna paralel bölüşümü adaletli hale getirmek için planlamayı yeni bir anlayışla merkeze koymalıdır. 1923 Cumhuriyeti kurulurken ilki laiklik olan  bir takım ‘mecburiyetlerden’ hareket etmişti. Şimdi de bir yeni bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik hareketi yaratmak mecburiyetindeyiz.

Bu yeni bir Cumhuriyet için mücadele demektir.

Evet, şimdi yeni ve devrimci bir Cumhuriyete her zamankinden çok ihtiyacımız var.

Öyleyse YAŞASIN CUMHURİYET…

Öyleyse yaşasın genişletilmiş ilk toplantısını 7 Ocak Pazar günü yapan TÜRKİYE HALK TEMSİLCİLERİ MECLİSİ…

Serdar Şahinkaya / soL


Kaynakça

----------------

Atay, Rıfkı Falih (2009), Çankaya. Pozitif Yayınları. İstanbul.

Boratav, Korkut (2011), Türkiye İktisat Tarihi: 1908 – 2009. İmge Kitabevi. 15. Basım. Ankara.

Chang, Ha Joon, (2003), Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü. (Çeviren: Tuba Akıncılar Onmuş). İletişim Yayınları. Araştırma-İnceleme Dizisi. İstanbul.

Ertuğrul, N. İlter (2017), Cumhuriyet Kurulurken Devletçiliğin Ayak İzleri. Telgrafhane Yayınevi. Ekim. Ankara.

Hikmet, Nazım, (2007), Bütün Şiirleri. Yapı Kredi Yayınları. Birinci Basım. İstanbul.

Kuruç, Bilsay (2007), Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi. Bilgi Yayınevi. İstanbul.

Müderrisoğlu Alptekin (2007), Yoksulların Zaferi: Fotoğraflarla Kurtuluş Savaşı’nın Maddi ve Mali Kaynakları. Deniz Bank Yayını. İstanbul.

Özoğlu, B.;  Karaçay, E.;  Güvenç, K.; Yeşilbağ, M.; Şahinkaya S., (2020), Yeni Bir Cumhuriyet’e Doğru: Sanayi - Kalkınma Raporu. http://dayanismameclisi.org/index.php/2020/10/24/sanayi-kalkinma-raporu/  (Erişim Tarihi: 18 Aralık 2020).

Şahinkaya, Serdar (2023), Cumhuriyet’ten Önceki Son Kurucu Kongre: Türkiye İktisat Kongresi (İzmir, 17 Şubat – 4 Mart 1923). Telgrafhane  Yayınları. Şubat. Ankara.

Şahinkaya, Serdar (2022), Devrime Doğru İlk Adım: Mustafa Kemal Paşa’nın Halkçılık Programı (13 Eylül 1920). Telgrafhane  Yayınları. Mayıs. Ankara.

Şahinkaya, Serdar (2022), “Bir Karış Fazla Şimendifer: Başvekil İsmet Paşa’nın 30 Ağustos 1930 Sivas Konuşması – (İkinci Zafer, İkinci Nutuk”. 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu Güz Konferansları Dizisi. 3 Eylül. Ankara.

https://21inciyuzyilicinplanlama.org/wp-content/uploads/2021/08/Serdar-… (Erişim Tarihi: 26 Ekim 2023).

Şahinkaya, Serdar – Yeldan, Erinç,  (2021) “Savaş Sonrası ve Planlı Kalkınma Arasında Kırılgan Köprü: 1950’ler Türkiyesi”Modernizmin Yansımaları: 50’li Yıllarda Türkiye. Efil Yayınevi. Ankara.

Şahinkaya, Serdar (2019), Cumhuriyet İktisadında Makas Değişimi: Sömürge Ekonomisinden Halkçı Ekonomiye. Telgrafhane Yayınevi. Aralık. Ankara.

Şahinkaya, Serdar (2017) “Sektörler, Kentler ve Anadolu’ya Yeniden Yerleşmek”. TMMOB- EMO. 11. Enerji Sempozyumu. Sempozyum Bildirisi. 14 – 16 Aralık 2017. Adana.

Şahinkaya, Serdar (2009), Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası. ODTÜ Yayıncılık. 2. Basım. Kasım. Ankara.

Şahinkaya, Serdar (1987) Kadrocularda Toplumsal Olaylara Bakış ve Devletçilik – Planlama İlişkisi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. Ankara.

TMMOB  (2021): Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı. Yayın No: E/MMO/732. 17-18 Aralık 2021, Ankara.

Toy, Erol (2007), O’na Katılmak… Dünden Yarına Türkiye Cumhuriyeti. Gürer Yayınları. Şubat. İstanbul.

Tuncer, Erol (2021), Cumhuriyet Halk Partisi Parti Programları (1923 – 1976). Tesav. Mart. Ankara.

Türel, Oktar (1999), “İktisadi Gelişme Süreçleri, 1923 – 1998” Bilanço 1923 – 1998: Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi. II. Cilt. 10 – 12 Aralık 1998. ODTÜ.  Tarih Vakfı Yayınları, 1999), s.3-7. Ankara.

Üşür, İşaya (2003), “Sanayileşme – Planlama ve Kemal Atatürk: İktisat Politikası mı, Strateji mi?” 13 – 14 Eylül. Halkçılık Sempozyumu. Çankaya Belediyesi ve Ulusal Kanal. Ankara.

* Bu metnin ilk biçimi; 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu’nun 2021 Güz Konferansları kapsamında 13 Kasım 2021 tarihli Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet oturumunda yapılan konuşmanın satır başlarına dair özet metindir. Daha sonra gözden geçirilmiş hali  29 Kasım 2021 tarihinde “İktisadi Açıdan Bir Sinopsis Denemesi” başlığıyla soL Haber’de yayınlanmıştır. Süreç içerisinde bu metin iki ayrı panelde sunulmuştur: a) ÇYDD’nin 7 Ekim 2023 tarihinde düzenlediği Cumhuriyetimiz 100 Yaşında; b) İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İİBF Mezunlar Derneği Ankara Şubesi’nin 23 Ekim 2023 tarihinde düzenlediği, Cumhuriyet Türkiyesi’nde Devletin Ekonomideki Rolü: Devletçilik Paneli.

Yazının bu biçimi, 28 Ekim 2023 günü Ankara’da yapılacak olan TMMOB Sanayi Kongresine Giderken Kamuculuk Yeniden Sempozyumu için hazırlanmıştır.

** Bu metinde, halkçı -  kamucu – devletçi kelimeleri zaman zaman bilinçli bir biçimde birbirinin yerine kullanılacaktır.

*** Voltaire, filozofun takma ismidir.

  • 1.Serdar Şahinkaya (2022), Devrime Doğru İlk Adım: Mustafa Kemal Paşa’nın Halkçılık Programı (13 Eylül 1920). Telgrafhane Yayınları. Mayıs. Ankara.
  • 2.Falih Rıfkı Atay (2009). Çankaya. Pozitif Yayınları. s.393. İstanbul.
  • 3.Günümüzün Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)
  • 4.1933 yılı Birinci Sanayi Planı ile ilgili ayrıntılar için, 2021 yılı Sanayi Kongresi’nde takdim ettiğim bildirime bakılabilir: Serdar Şahinkaya (2021) “1930’ların Sanayileşme Hareketi İle Birinci Sanayi Planı’ndan Kimi Kesitler”. Sanayi Kongresi Bildiriler Kitabı. TMMOB, Yayın No: E/MMO/732. 17-18 Aralık 2021, Ankara.
  • 5.Kadro Dergilerinin devletçilik ve planlama görüşleri için bakınız; Serdar Şahinkaya (1987) Kadrocularda Toplumsal Olaylara Bakış ve Devletçilik – Planlama İlişkisi. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. Ankara


Koç'taki ırkçı saldırının kaydının dosyadan çıkartılması talep edildi - duvaR

 

                                              Hasan Ege Karanfil dün akşam ifade verdi

Koç Üniversitesi’nde, aynı odada kaldığı Hasan Ege Karanfil’in ırkçı ifadelerine, bir diğer oda arkadaşı Arda Demir’in ise yüzünü kestiği F.B’nin şikâyeti sonrası başlatılan soruşturmada dikkat çeken gelişmeler yaşandı. F.B’ye yönelik, Kürt ve Alevi kimliği nedeni ile ırkçı ifadeler kullanan Karanfil dün akşam saatlerinde ifade verdi.

İKİ AVUKATI İLE İFADESİ ALINDI

Halktv'den Dinçer Gökçe'nin haberine göre, soruşturmayı yürüten savcılık, emniyete yazı yazarak Karanfil’in ifadesinin alınması için talimat verdi. Ulaşılan belgelere göre Karanfil, Sarıyer Zekeriyaköy’de bulunan polis merkezinde dün saat 21.30 sıralarında iki avukatı aracılığı ile ifade verdi.

BIÇAKLAMA SONRASI MESAJ GÖNDERDİ

Dosyada, hem şikayetçi hem şüpheli konumda olan Karanfil, ifadesinin başlangıcında oda arkadaşı F.B'nin kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu ve hakaret ettiğini öne sürdü. F.B.’nin yüzünü kesen kişinin, oda arkadaşları Arda Demir olduğunu kaydeden Karanfil, olaydan sonra arkadaşı S.P’ye gönderdiği bir mesajın içeriğine ifadesinde yer verdi. Mesaja göre Karanfil, gönderdiği mesajda “F. bayağı bıçaklandı” ifadelerini kullanıyor.

‘O KAYITLARIN İÇERİĞİNİ KABUL ETMİYORUM’

Karanfil, ifadesinin devamında F.B.’ye yönelik kullandığı ırkçı ifadelerin detayına girmeden “Ses kayıtları hukuka aykırı alındı. Özel hayatın gizliliği ihlal edildi. Medyaya yansıyan ses kayıtları ve özel hayatın gizliliği ihlal edilerek kaydedilen ses kayıtlarını ve içeriğini kabul etmiyorum” dedi.

Kayıtların birçok medya organında haber olması sonrası ölüm tehditleri aldığını öne süren Karanfil, “Can güvenliğim tehlikede” dedi.

AVUKATLARI: KAYITLAR DOSYADAN ÇIKARILSIN

Karanfil’in avukatları avukat Yiğit Gökçehan Koçoğlu ve Emrullah Öznur ise savcılık soruşturmasına giren ses kayıtlarının, dosyadan çıkarılmasını istedi. Avukatlar, anılan kayıtlarının hukuka aykırı elde edildiğini öne sürerek "Bu kayıtlarla oynanmış" iddiasında bulundu. Koçoğlu ve Öznur, Karanfil’in işlenen suçta azmettirici olduğu suçlamasının ise gerçeği yansıtmadığını savundu.

O IRKÇI İFADELER GÜNDEME OTURDU

Oda arkadaşı F.B’ye kemerle vuran, yüzüne sıcak ütü tutmaya çalışan Hasan Ege Karanfil soruşturma dosyasına giren ifadelerinde “Türkiye’nin, belli bir noktadan sonraki Doğusu olduğu gibi ateşe verilse…” diyor. Karanfil, F.B.’ye yönelik de “Hayır yani Kürt olduğu yetmezmiş gibi adam bir de Alevi ya...” ifadelerini kullanıyor.  (Kaynak)

 

duvaR

Yetim malı gaspından inşaat rantına: Emlak GYO - Bahadır Özgür / duvaR

 

AKP’nin iktidara gelir gelmez ilk el attığı iş, Emlak Konut’u yeniden yapılandırmaktı. Çünkü kamu malına çökmenin, sermaye grupları yaratmanın ve bu çıkar evrenini siyasi ve hukuki bir rejimle örmenin tarihsel yolu hep Emlak Konut’tan geçmişti. Emlak GYO devasa bir gayrimenkul şirketi olmuştu. 2009-2018 arasında da Murat Kurum’a emanet edildi. Kurum, 5 yıl da bakan olarak tüm bu inşaat rantı makinesini yönetti.

Murat Kurum’un bütün kariyeri tek cümleyle özetlenebilir. O, bir nevi Osmanlı’daki ‘ceyb-i hümayun’un (padişahın cebi) başı gibidir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin arsaları üzerindeki tasarruf hakkı şu an tek bir kişiye aittir. Ve o hak çerçevesinde inşaat rantı yaratıp dağıtmaktan yıllardır Murat Kurum sorumludur. Nitekim 9 yıllık Emlak GYO deneyimi de devletin tapularına belli bir siyasi zümreyi ve her türden inşaat sermayesini ortak etmek üzerineydi. Emlak GYO’yu sadece inşaatla sınırlı bir kurum olarak görmeyin. Zira hikayesi, sermaye ve servet transferleriyle bir siyasi rejimin nasıl inşa edildiğinin de tarihidir.

Türkiye’de inşaat rantının ilk kaynağı yetimlerin hakkıydı. Osmanlı’da, Tanzimat döneminin önemli reformlarından birisi bu konudaydı. 1851’de, Emval-i Eytam (yetim) Nezareti adıyla yeni bir idari birim kuruldu. Sürekli savaş halinde olan bir ülke tepeden tırnağa yetim doluydu. Dolayısıyla onların mirasının vasiler, bürokratlar ve özellikle kadılar tarafından yağmalanmasının önüne geçilmek isteniyordu. Bunun için nezarete bağlı olarak yetimlere kalan mirasın finansal sistem içinde değerlendirilmesi ve buradan elde edilecek gelirin yine yetimler için kullanılması amacıyla ‘eytam sandıkları’ oluşturuldu. Böylece hem mirasın değeri korunacak hem de ömür boyu yetimler muhtaç kalmayacaktı.

Yetim mallarından sağlanan sermaye tüccar, esnaf ve memurlara kredi olarak dağıtılıyordu. Tüm taşraya da yayılan eytam sandıkları ağı kısa sürede bir yağma, yolsuzluk alanı haline geldi. Buradan yeni zenginler doğdu. Öyle ki, İngiliz ve Fransız işgal güçleri dahi ele geçirdikleri yerlerdeki sandıkları yağmalamıştı. Yani Türkiye’deki yeni sermaye sınıfının ilk birikimi, yetim hakkına dayanıyordu.

Türkiye Cumhuriyeti de Ormanlı geleneğini sürdürdü. 3 Haziran 1926’da Emlak ve Eytam Bankası’nı kurdu. Amaç yine yetim hakkını korumak ve inşaat teşebbüslerinin finansmanını sağlamaktı. Yetim malı bu sefer de Cumhuriyet’in ilk döneminde memuriyetten müteahhite evrilen yeni bir kesimin birikimi için kullanılıyordu. Yetim malı, Ankara’nın başkent olarak özgün bir mimariyle inşasının da ana kaynaklarındandı. Bugün AKP iktidarının el koyup yıkmaya çalıştığı ünlü Saraçoğlu Mahallesi, 1946’da yetim sandıklarından gelen gelirle yapılmıştı. Aynı yıl bankanın adındaki ‘yetim’ (eytam) kelimesi de atılıyor ve Türkiye Emlak Kredi Bankası oluyordu.

Türkiye ekonomisinde liberalleşmenin başladığı ve Batı sermayesine bağımlılığın yoğunlaştığı 1950’deki Demokrat Parti iktidarında banka ile konut inşası ayrıldı ve bankaya bağlı Emlak Konut (1953) kuruldu. Yetimi filan hatırlayan yoktu elbette. Daha pek çok kamu kaynağının yanında Emlak Konut, siyasi iktidarla içli dışlı hale gelmiş tüccar sınıfının ve toprak ağalarının inşaat sermayesine, holdinglere, sanayi ve finans sermayesine geçiş yapmasının önemli dinamiklerinden birisiydi. 80’ler ve 90’lara ise Emlak Konut skandalları damgasını vuruyordu. “Vatandaşa konut yapıyoruz” yalanıyla örtülmüş bürokratik ve siyasi yozlaşmanın simgesiydi artık. Güvenilmez, sorgulanan, sadece rüşvet ve yolsuzlukla gündeme gelen bir kurumdu.

Lakin AKP’nin iktidara gelir gelmez ilk el attığı iş, Emlak Konut’u yeniden yapılandırmaktı. Çünkü kamu malına çökmenin, sermaye grupları yaratmanın ve bu çıkar evrenini siyasi ve hukuki bir rejimle örmenin tarihsel yolu hep Emlak Konut’tan geçmişti. 2003 yılında Emlak Konut, gayrimenkul yatırım ortaklığına (GYO) dönüştürüldü. 2010 ve 2013’te yapılan halka arzlarla toplam yüzde 50.6’sı borsaya açıldı. Çoğunluk hissesini yabancılar aldı. Emlak GYO devasa bir gayrimenkul şirketi olmuştu. 2009-2018 arasında da Murat Kurum’a emanet edildi. Başkanlık rejimine geçildikten sonra Kurum, 5 yıl da bakan olarak tüm bu inşaat rantı makinesini yönetti.

Kurum döneminde Emlak GYO’nun bütün faaliyeti, kamunun ne kadar değerli arazisi, arsası varsa ‘gelir paylaşımı modeli’ adıyla inşaat sermayesine açılmak üzerineydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin tapulu mallarına, bir siyasi zümre ve inşaat sermayesi doğrudan ortak edildi, ediliyor. Türkiye’de hiçbir faaliyet onun kadar zahmetsiz ve geniş çapta rant yaratamıyor, sermaye birikimi sağlayamıyor. Bütün servetleri tahtın etrafında toplayıp, dağıtabiliyor.

Kurum döneminde özellikle İstanbul’da kamunun elindeki değerli araziler, AKP iktidarının etrafına kümelenmiş, siyasi bağları güçlü inşaat şirketlerine ihalelerle aktarıldı. Milyarlarca liralık bir ranttan bahsediyoruz. Emlak GYO’nun faaliyet raporunda yer alan ve hala devam eden şu projelerden şirketlerin 2023 değerlemesine göre elde edeceği gelire bir bakın: 179 milyar lira. Buradan Emlak GYO’nun elde edeceği gelir 54 milyar lira civarında. Bunun gibi daha pek çok projenin de geçmişte yapıldığını hatırlatalım. Deprem korkusuyla titreyen İstanbul’u iki kere dönüştürecek kaynak nereye gitti?

Bu tabloya bakınca İstanbul’un AKP için niye önemli olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Bütçe olanaklarının daraldığı, inşaat maliyetlerinin müteahhitleri zorladığı bir süreçte, hızlıca rant elde edilebilecek yerler olarak İstanbul’un merkezinin şantiyeye çevrilmesi, hayati önemde. Saray’ın etrafına örülü çıkar ağının huzuru için de gerekli bu. Dolayısıyla Erdoğan bizzat ‘ceyb-i hümayun’un başını İstanbul’a atayarak, rejimin ortaklarına da bir mesaj vermiş oldu. Kentsel dönüşüm yasasında yapılan yeni değişikliklerle imar rantının aşağı sınıflara da damlayacağının mesajıyla süslenmiş halde İstanbul pastası, en cazip haliyle bir kez daha masaya sunuldu.

Bahadır Özgür / duvaR

Sisli Vadi'nin eski çalışanı anlatıyor: "İçi para dolu çanta, Vali'ye verildi" - Tolga Şardan / T24

 

"Hatta Burhan Kip, sürekli olarak 'işler çok iyi niye daha fazla binayı birden yapmıyoruz' diye Bülent Bey'den talepte bulunuyormuş. Kendisi ise, 'sakin ol Burhan, göze batmadan yavaş yavaş halledeceğiz' diye cevaplıyormuş"

Türkiye'nin, belki de dünyanın en ilgi çeken coğrafyalarından İğneada'daki longoz ormanlarında geçen eylülde yaşanan sel felaketi sürecini aktarmaya devam ediyorum.

Büyüteç'te bir önceki yazıda gündeme taşıdığım detayların linkini buraya bıraktım.

Bölgedeki aşırı yağışın yarattığı ve 6 yurttaşın yaşamını yitirdiği selde yıkılan Foggy Valley (Sisli Vadi) adlı tesisin kaçak olarak inşa edildiği ve bu şekilde faaliyetine devam ettiği Demirköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen adli soruşturmada tespit edilmişti daha önce.

Demirköy'den il merkezine alınan ve Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı'na devredilen soruşturma çerçevesinde savcılık, yaşananlar hakkında bilgisi olduğu düşünülen kimi tanıkların ifadelerine başvurdu.

Bazı tanıkların verdikleri bilgiler çok önemli bilgiler içeriyor. Bu bilgilere baktığımızda, Kırklareli gibi görece küçük olsa da Bulgaristan sınırında olması nedeniyle stratejik önemi bulunan bir yerleşim biriminde de "tuhaf işler ve ilişkilerin yaşandığı" yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor.

Sel felaketinin soruşturulduğu savcılık dosyaya giren bir ifadede yer alan iddia / iddialar bir önceki cümlede okuduğunuz tablonun ne kadar gerçekçi olduğunu ortaya koyuyor ne yazık ki.

İki yıl vadide çalışan personel

İfadeyi veren kişi; Foggy Valley'de çalışan eski eşini selde kaybeden, aynı tesisin eski çalışanı. Açık kimliğini vermeyeceğim.

Savcılığın talebine uyarak bildiklerini anlatan tanık H.K.'nin söyledikleri, hiç de yenir yutulur cinsten değil.

Sözü uzatmadan H.K.'nin iki sayfadan biraz fazla yer tutan anlatımlarının önemli bölümüne geçeyim:

"Ümit Solmaz ile evlendikten sonra Burhan Kip'in karısı aracılığıyla 15 Temmuz 2020 tarihinde, ikimiz birlikte Sisli Vadi'de çalışmaya başladık. Ben şahsen 2022 yılı yaz aylarına kadar iki yıl süreyle oradaki çalışmama devam ettim. Çalışma sürem boyunca Solmaz ile birlikte işletmenin üst tarafındaki ahırların bulunduğu yerdeki gecekondu benzeri yapıda yatılı kaldık. Çalıştığım dönemde orada görevli diğer çalışanları dilekçemde açıklamış bulunuyorum. Tüm çalışanlar işletmede yatılı kalıyordu."

Tesisin sahibi Bülent Bayrak

"Dört yapı vardı, beş tane daha yapıldı"

"(...) Ben Sisli Vadi'de çalışmaya başladığımda hatırladığım kadarıyla işletmede ortadaki göl ile dört tane yapı vardı. Bunlardan biri, Bülent Bayrak'ın kendi villasıydı. Dışı büyük camlı bir yapıydı. Onun haricinde ahşap ev olarak bilinen tek katlı bir yapı vardı. Yine sarı renkli olarak hatırladığım, balkonlu teras evi olarak bilinen bir yapı vardı. Bu balkonlu teras evde, iki bağımsız giriş vardı. İki aile ayrı ayrı kalabiliyordu. Bundan dolayı söz konusu eve 'ikiz' dediğimizi de hatırlıyorum. Son olarak iki tane küçük yine sarı renkli olarak hatırladığım, konteyner benzeri 'tiny house' olarak bilinen yapılar vardı.

Benim Sisli Vadi'de çalıştığım dönemde hatırladığım kadarıyla, kafe / restoran olarak hizmet veren bina, iki Safranbolu evleri olarak bilinen bina, ikiz taş evler olarak bilinen bina, ikiz ahşap evler olarak bilinen bina ve bir de ikiz taş evlerin yanında üçgen çatılı sarı renkli olarak hatırladığım ama ismini şu an aklıma getiremediğim bir bina yapıldı. Yani toplamda beş yapı yapıldı diye hatırlıyorum."

"Binalar yapılırken mimar, mühendis yoktu"

"Gerek ben başladığımda önceden yapılmış evler, gerekse ben oradayken yapılan evler, Burhan Kip ve Yusuf Tek tarafından inşa edilmişti. Yusuf Tek, Afgan'dır. Bilinen adı bu şekildedir, resmiyette Muhammet gibi farklı bir isim vardı diye anımsıyorum. Binalar yapılırken çalışan hiçbir mimar, mühendis görmedim."

"Sevk ve idareyi Bülent Bayrak yapıyordu"

"Çalıştığım süre zarfında Cenan Aydın'ın ismini duyuyordum. Bülent Bayrak'ın kardeşi olduğu söyleniyordu. Kendisini işletmede hiç görmedim. İşletmedeki sevk ve idare benim gördüğüm kadarıyla Bülent Bayrak tarafından yapılıyordu. Bülent Bey, her cuma akşam gelir, pazar akşam da dönerdi.

Eski eşim Ümit Solmaz, çalıştığı dönemde işletme müdürü gibi bir konumdaydı. Bülent Bey'in yokluğunda işletmenin genel sevk ve idaresi kendisi tarafından yapılırdı. Bülent Bayrak, hafta sonları geldiğinde başta Ümit olmak üzere çalışanları toplar, görüşür, işletmenin durumu hakkında bilgi alır, yapılması gerekenlerle ilgili talimatları verir, hasılatı alıp giderdi.

"Vali, 40 kişi ile geldi"

"Dilekçemde bahsettiğim çantayla para verilme olayı tahminen 2021 Aralık'ta yaşandı. Çünkü dönemin valisinin (Dönemin Kırklareli Valisi Osman Bilgin'di. Y.N.) işletmeye geldiği günden bir süre önce, ben hazırladığımız bir masanın videosunu çekmiştim. Bu video, telefonumda hâlâ bulunmaktadır. Yaptığım kontrolde, 7 Aralık 2021 tarihli olduğunu gördüm. Dolayısıyla işletmeye Vali Bey, muhtemelen 7 Aralık 2021 tarihinden sonraki bir dönemde 40 kişilik bir heyetle gelmişti.

İşletmenin ruhsatsız olduğu ve mühürleneceği ile ilgili birtakım şeyler konuşuluyordu. Ben, bunu eşim Ümit'ten öğrenmiştim. Aynı tarihlerde Bülent Bey'in isteği üzerine eşim Ümit, onun evindeki bir çanta parayı alıp, bizim evimize getirdi. Ve muhafaza edeceğimizi söyledi. Bunun sebebi Bülent Bey yokken onun evinin de misafirleri kiralanabilmesidir."

(Aynı zamanda Sisli Vadi adlı tesisin de sahibi olduğu Aslanağa Süt firmasını Aralık 2019'da ziyaret eden dönemin Kırklareli Valisi Osman Bilgin'in firma sahipleriyle olan fotoğrafı, Kırklareli Valiliği resmi sosyal medya hesabından da kamuoyuna duyuruldu. Duyuruya dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya ait sosyal medya hesabının adresinin eklenmesi dikkati çekti!)

"Dolar dolu çanta evimize geldi"

"Çantayı evimizde bazanın altına koyduk. Ben bu çantayı koyarken dolar dolu olduğunu fark etmiştim. Ümit'e sorduğumda 'bu çantayı Bülent Bey saklamamızı söyledi. Daha sonra alacak, işletme ruhsatsız, burayı resmileştirmek için Vali'ye verecekmiş' dedi. Ve ben çantayı açtığım için bana kızdı. 'Bir daha yapma' dedi. Ben de 'içinde para yoksa sonra borçlu çıkarız endişesiyle kontrol ettiğimi' Ümit'e izah etmeye çalıştım."

"Vali'nin geldiği gün, Bülent Bayrak çantayı bizden aldı"

"Vali Bey, bahsettiğim 40 kişilik heyetle işletmeye geldiği gün Bülent Bayrak, Ümit'ten çantayı istedi. Eşim de benden çantayı getirmemi istedi. Ben evimizde muhafaza ettiğimiz çantayı bazanın altından çıkarıp Ümit'e verdim. O da Bülent Bayrak'a verdi. Bülent Bayrak çantayı aldıktan sonra kendi kaldığı villaya geçti. Arkasından da dönemin valisi gitti. Evde ikisinden başka kimse yoktu. Ben binadan çıkışları görmedim. Akşam evde Ümit ile görüştüğüm de paranın Bülent Bey tarafından verildiğini, buranın resmileştirileceğini öğrenmiştim."

"Sakin ol Burhan, yavaş yavaş halledeceğiz"

"Hatta Burhan Kip, sürekli olarak 'işler çok iyi niye daha fazla binayı birden yapmıyoruz' diye Bülent Bey'den talepte bulunuyormuş. Kendisi ise, 'sakin ol Burhan, göze batmadan yavaş yavaş halledeceğiz' diye cevaplıyormuş. Ben bunu da Ümit'ten öğrenmiştim. (...)"

 

* * *

Sel felaketiyle ilgili yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan tesisin asıl sahibi Bülent Bayrak halen tutuklu.

Bayrak'ın eski çalışanının anlatımdaki iddia / iddialar böyle. Anlattığı kadarıyla, çalışanın bizzat yaşadığı süreç bu.

Bir önceki yazıda aktardığım üzere, savcılık, kamu görevlileri hakkında şimdiye kadar bir soruşturma başlatmış da değil.

Yarın konuya devam edeceğim.

Tolga Şardan / T24