Mali alan yaratılmalı, ama nasıl? (Binhan Elif Yılmaz)
Bugün "mali alan"dan bahsediyor ve alanın büyümesi için sınırları tartışıyorsak, ekonomik istikrar, büyüme, bölüşümde adalet açısından zorlayıcı bir noktadayız demektir
Uyutmak değil öldürmek (Çiğdem Toker)
İnsani ve vicdani bir çözüm bulunması ve buna ek olarak asıl derdi yoksulluk olan toplumun bir de köpeklere yönelik "uyutma" katliamı üzerinden kutuplaşmasıyla sonuçlanacak girişime karşı durmak gerekiyor
Uluslararası Ceza Mahkemesi: Bir hukuk ve insanlık sınavı (Rıza Türmen)
Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargılama Öncesi Daire''den tutuklama kararı çıkarsa, bunun Türkiye üzerindeki etkisi ne olur?
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Khan, 20 Mayıs günü yaptığı açıklamada İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant ve Hamas Başkanı Yahya Sinwar, Hamas'ın askeri kanadının başı İbrahim Al Masri ve Hamas Siyasal Büro Başkanı İsmail Haniyeh hakkında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işledikleri gerekçesiyle tutuklama müzekkeresi çıkarılmasını talep etti.
UCM'i kuran Roma Statüsü'ne göre, Savcı'nın tutuklama yetkisi yok. Bu yetki üç yargıçtan oluşan Yargılama Öncesi Daire'ye (YÖD) (Pre-Trial Chamber) ait. Savcı yürüttüğü soruşturma sonucunda Roma Statüsü'nde yazılı suçların işlendiği hakkında makul bir zeminin oluştuğu kanısına varırsa, YÖD'den tutuklama müzekkeresi çıkarmasını isteyebiliyor. Bu istemi yaparken gerekçelerini ve vardığı sonucu Daire'ye sunuyor. Daire, Savcı'nın istemiyle ilgili bir karar vermeden önce duruşma da yapabiliyor.
Bu prosedür, Roma Statüsü'nün hazırlık konferansında meydana gelen uzlaşının sonucu. Konferanstaki en büyük tartışma konularından biri UCM Savcısı'nın yetkileriydi. Savcı'nın, Sudan, Afganistan gibi sınır ötesi operasyonlarını soruşturma konusu yapmasından kaygı duyan ABD, yetkileri dar, BM Güvenlik Konseyi'ne bağlı bir savcı istiyordu. Buna karşılık Konferans'ta Kanada ve Almanya'nın başını çektiği grup Güvenlik Konseyi'nden bağımsız, yetkileri geniş bir savcılık için öneriler sundu. Sonunda YÖD aracılığıyla yargıçlar tarafından kontrol edilen bir savcılık üzerinde uzlaşı sağlandı. Daire, soruşturma ile ilgili geniş yetkilere sahip. Gerektiğinde kendisi de soruşturma yapabiliyor.
YÖD'ün sahip olduğu bu yetkiler, ceza yargılamasının dayandığı temel ilkelerle bağdaşmıyor. Ceza yargılamaları, savcının temsil ettiği iddia ile savunma arasındaki çekişmeye dayanır. İkisinden de tarafsız olan yargılama makamı, bu çekişmeden ortaya çıkan gerçeğe ulaşır. Buna göre hüküm verir. Oysa YÖD, savcının işine müdahale edebilmekte, gerektiğinde onun yerine geçebilmekte.
UCM savcısı zaten 2021'den beri Filistin topraklarındaki savaş suçlarıyla ilgili bir soruşturma yürütmekteydi. Şimdi bu soruşturma Gazze olaylarını da kapsayacak şekilde genişletildi. Savcılık ofisinin elemanları olay yerlerine gittiler. Mağdurlarla görüştüler. Delilleri topladılar. Bunun yanında Savcılık bir uzmanlar paneli kurdu. Altı tanınmış uluslararası hukukçudan oluşan panel tutuklama talebine dayanak oluşturan olguları inceleyerek bir rapor yazdı. Bütün bunların sonucunda savcılık UCM'nin yetkisine giren suçların işlendiğine inanmak için makul bir zemin bulunduğu kanısına vardı ve tutuklama müzekkeresi çıkarılması için YÖD'e başvurdu.
Savcı Karim Khan'ın tutuklanmasını istediği Hamas yetkililerinin (Sinwar, Al-Masri, Hamiyeh) işlediğini iddia ettiği insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları arasında şunlar var: Öldürme, rehin alma, ırza geçme ve başka cinsel şiddet eylemleri, işkence, rehinelere insanlık dışı muamele.
İsrail Başbakanı Netanyahu ile Savunma Bakanı Gallant'ın işledikleri iddia edilen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları arasında şunlar var: Bir savaş yöntemi olarak açlıktan ölüme terk etmek, kasıtlı olarak öldürme ya da yaralama, sağlığa zarar verme, kasıtlı olarak sivil halkı hedef alma, zulüm etme.
Savcı, her iki kategori suçlamada da sivil halka karşı işenen bu suçların yaygın ve sistematik saldırılar şeklinde, bir devlet politikası olarak gerçekleştirildiğini ileri sürüyor.
UCM Savcısı Gazze'ye uygulanan kuşatmanın, yemek, ilaç gibi yardım malzemelerinin girişini engellediğini, temiz su taşıyan boruların çalıştırılmadığını, yardım getirenlerin öldürüldüğünü, 1.1. milyon insanın açlığa mahkûm edildiğini belirtiyor. İsrail'in kendi halkını savunmaya hakkı bulunduğunu, ancak bunun İsrail'in uluslararası insani hukuktan doğan yükümlülüklerini ortadan kaldırmadığının altını çiziyor.
Savcı'nın İsrail yöneticileri hakkında tutuklama müzekkeresi talep etmesi İsrail'de ve ABD'de büyük bir tepkiye yol açtı. UCM çalışanlarını, ailelerini tehdit eden söylemler basında yayımlandı. ABD Kongresi'nin UCM çalışanlarına yaptırım uygulamayı düşündüğüne ilişkin haberler de var.
UCM Savcısı açıklamasında bu tehditlere de yer veriyor. Bu tür tehditler devam ederse, Roma Statüsü'nün 70. Maddesini uygulayacağını belirtiyor. Bu maddeye göre, UCM'yi etkilemeye çalışmak, baskı altına almak UCM'nin yetki alanına giren suçlardan sayılıyor.
Karim Khan'ın tutuklama talebinde dikkati çeken bir nokta, soykırım suçundan hiç söz etmemesi, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle tutuklama istemesi. Bunun Uluslararası Adalet Divanı (UAD) önünde soykırım suçu nedeniyle İsrail'e karşı açılmış bir dava bulunmasından ve UAD'nın bu konuda henüz bir karar vermemiş olmasından, aynı zamanda soykırım suçundaki ispat güçlüğünden kaynaklandığı düşünülebilir.
1949 Cenevre Sözleşmeleriyle düzenlenen insani hukuk yani savaş sırasında uyulması gereken kurallar, sivillerin korunmasını hedefleyen hükümler, aynı zamanda Roma Statüsü'ndeki savaş suçlarını oluşturmakta. Cenevre Sözleşmeleri'ne İsrail de taraf. O nedenle Savcı Karim Khan, İsrail'in meşru savunma savını reddederken Cenevre Sözleşmeleri'nden kaynaklanan insani hukukla ilgili yükümlülüklerini anımsatıyor. Bu yükümlülükler, devletler arasındaki uluslararası bir çatışma için olduğu kadar, uluslararası nitelik taşımayan, Hamas gibi silahlı bir grupla bir devlet arasındaki çatışmalarda da geçerli.
YÖD'ün tutuklama istemiyle ilgili karar vermesinin birkaç hafta süreceği tahmin ediliyor. Daire, tutuklama istemini kabul eder ve tutuklama müzekkeresi çıkarırsa, Roma Statüsü'ne taraf 124 devlet, tutuklama müzekkeresine konu olan üç Hamas ve iki İsrail yetkilisi ülkelerine geldiği takdirde onları yakalayıp yargılanmak üzere UCM'ye teslim etmekle yükümlü. Roma Statüsü'ne taraf olmayan devletlerin böyle bir yükümlülüğü yok. Bu yükümlülüğün Roma Statüsü'ne taraf olmayan devletler bakımından da geçerli olması için BM Güvenlik Konseyi kararı gerekir. Ancak bu yolda bir hukuki yükümlülük olmasa bile, Roma Statüsü'ne taraf olmayan bir devletin de UCM ile işbirliği yapmasını ve ülkesinde bulunan bu kişileri UCM'ye teslim etmesini engelleyen bir husus yok.
UCM Savcısı sağlam kanıtlara dayanmadan tutuklama talebinde bulunmayacağından, YÖD'ün savcı'nın talebini kabul ederek tutuklama müzekkeresi çıkarması olasılığı yüksek.
Böyle bir karar hukuki nitelikte olsa dahi önemli siyasal sonuçlar da doğuracaktır. Uluslararası Adalet Divanı'ndaki soykırım davası ile birlikte düşünüldüğünde, İsrail üzerindeki baskıyı arttıracak, İsrail'in uluslararası alanda daha çok yalnızlaşmasına yol açacaktır. ABD'nin İsrail'e verdiği koşulsuz desteğin sürdürülmesini güçleştirecek, hiç olmazsa koşullandırılmasını gündeme getirecektir.
Öte yandan Savcı'nın soruşturmasından Hamas'ın da insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları işlediği, bunların kabul edilemeyecek ağırlıkta suçlar olduğu ortaya çıktı. Bundan böyle, iki tarafdan birinin işlediği insanlığa karşı suçları görüp, öbür tarafın suçlarını görmezlikten gelerek, İsrail-Hamas çatışmasında adil, dengeli, doğru bir tutum benimsemek olanaksızdır.
Savcı'nın tutuklama talebi Batı blokunda bölünmeye yol açmışa benzemekte. Biden, UCM'yi ağır bir dille eleştirirken, Fransa, Belçika Savcı'nın kararını desteklediklerini açıkladılar.
YÖD'den tutuklama kararı çıkarsa, bunun Türkiye üzerindeki etkisi ne olur? Türkiye, Roma Statüsü'ne taraf 124 devlet arasında değil. Türkiye'nin Roma Statüsü'ne taraf olmamasının nedenleri ayrı bir konu. Ama taraf olmadığı için YÖD, adı geçen beş kişi hakkında tutuklama müzekkeresi çıkarırsa ve bu kişiler Türkiye'ye gelirlerse, Türkiye'nin onları yakalayıp UCM'ye teslim etmek gibi bir hukuki yükümlülüğü yok.
Bununla birlikte böyle bir kararın Türkiye bakımından da siyasal sonuçlar doğurması kaçınılmaz. Türkiye'nin İsrail'le olan ilişkileri en düşük düzeye indirildiğinden, bu sonuçları daha Hamas ile olan ilişkiler bakımından düşünmek gerekir. Hakkında tutuklama müzekkeresi çıkarılması istenen kişilerden biri olan İsmail Haniyeh bunlardan kısa bir süre önce Türkiye'deydi. Kendisine devlet başkanı muamelesi yapıldı. Cumhurbaşkanı tarafından kabul edildi. Cumhurbaşkanı ile kucaklaştılar. Kendisini kurtuluş savaşçısı olarak bağrımıza bastık. Oysa Haniyeh rehin alma, ırza geçme, kasıtlı öldürme, işkence gibi insanlığa karşı suçlar nedeniyle tutuklanması istenen üç Hamas liderinden biri.
Hamas'ın Türkiye'de üs kuracağı gibi haberler var. Liderleri insanlığa karşı suç işleyen bir örgütün Türkiye'de üs sahibi olmasının, Türkiye'nin başına açacağı sorunları düşünebiliyor musunuz?
Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın binlerce kişinin ölümüne neden olan ve insanlığa karşı suç işleyen, Mahsa Amini'yi saçı göründü diye döverek öldüren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi için ulusal yas ilan etmesiyle birlikte okumak gerekir.
Tuhaf bir adalet anlayışımız var. İnsanlığa karşı suç işleyen yabancı liderlere kapımızı açıyor, bağrımıza basıyoruz, öldüklerinde yas ilan ediyoruz. Buna karşılık, hiçbir suç işlemedikleri uluslararası mahkeme kararlarıyla sabit kendi vatandaşlarımızı yıllarca cezaevinde tutuyoruz. Bu çelişki iktidarın hukukla pek fazla ilişkisi olmamasından mı kaynaklanıyor acaba?
/././
Yeni Yargıtay Başkanı'nın ilk sınavı; yargıdaki yolsuzluk iddialarının üzerine gitmek! (Tolga Şardan)
Kerkez'in önünde iki yol var: Toplum bir yana çocuklarına bırakacağı "manevi miras" için yarından tezi yok düğmeye basıp, Yargıtay'daki temizlik amacıyla ilk işareti vermeli. Aksi taktirde selefinden farklı konumda olmaksızın "eski başkanlar" fotoğraf dizisinde yerini alır.
Ankara'da görülen iki dava eş güdümlü biçimde ülke siyasetini derinden etkilemeye devam ediyor.
Normalde iktidar ile muhalefet arasında yaşanması beklenen bu süreç, ne gariptir ki iktidarın iki ortağı arasında geçiyor!
Yerel seçim sonuçlarının ardından başlayan Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş cinayeti yargılaması ve organize suç örgütü lideri iddiasıyla yargılaması devam eden Ayhan Bora Kaplan dosyasının AKP ile MHP arasında "sıcak" günlerin yaşanmasına sebep olduğunu Bağdat'taki Sağır Sultan duymuş durumda.
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan'ın "beklenen" sert çıkışı yapmayıp yumuşak geçiş yapması karşısında önceleri "hükümete darbe girişimi" üzerinde yoğunlaşan MHP lideri Devlet Bahçeli, tansiyon düşüren cümleler kurdu.
Fakat, başkentte siyaseti yakından takip edenler biliyorlar ki; bu tansiyon düşüklüğü böyle gitmeyecek. Hatta bir ipucu da vereyim; AKP ile MHP arasında sıkça olmasa da bir temas trafiği var.
Büyüteç'in ilerleyen bölümlerinde sürecin ne şekilde ve hangi koşullarda devam edeceğini aktaracağım.
Yargıtay Başkanlığı seçimi ve yeni Başkan'ı bekleyen süreç
İktidarın iki ortağı arasındaki siyasi mücadeleyi sadece bu iki dosyaya bağlamak elbette yeterli değil.
Yakın zamanda yapılan Yargıtay Başkanlığı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı seçimlerini süreçten bağımsız düşünemeyiz.
Bu konuda epeyce bilgi ve yorum kamuoyuna yansıdı. Buna karşın madalyonun ikinci yüzüne dikkat çekeyim.
Yargıtay'ın yeni başkanı tam 37 tur sonunda seçildi. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Kerkez yeni başkan oldu.
Ömer Kerkez
Yargıtay resmi internet sitesinde Kerkez'in özgeçmişine bakıldığında; yargı camiasının yanı sıra Ankara'daki bürokrasi ve siyasetin nasıl işlediği konusunda epeyce tecrübeli olduğunu görmek mümkün.
Kerkez, Elbistan, Kozluk ve Erzin'de Cumhuriyet savcılığı yaparak saha tecrübesi kazanmasının ardından geldiği Adalet Bakanlığı karargahında önemli görevler üstlendi.
Adalet Bakanlığı'nda Tetkik Hakimliği, Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı, Genel Müdürlük ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğini yürüten Kerkez, 2017'de Yargıtay üyesi seçildi. Ardından Şubat 2023'te ise Yargıtay 3. Hukuk Dairesi Başkanı oldu.
Yargının röntgenini çekebilecek önemli isimlerden.
Şimdi de ülkenin en üst yargı kurumunun "bir numarası."
Bu bilgileri vermemin gerekçesi belli. Yargıdaki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının ayyuka çıkması, kuşkusuz.
Sokaktaki hemen herkesin bildiği üzere, yolsuzluk, rüşvet, adaletsizlik, usulsüzlük iddiaları, söz konusu iddiaları araştırıp doğrulara ulaşmakla görevli yargı camiasının üzerinde kara bulut adeta.
Adliyeler ile Yargıtay'da her gün yeni skandallar ve iddialar saçılıyor ortalığa.
Yerel yargıdaki iddiaları araştırmak Hakimler ve Savcılar Kurulu'nun. Yüksek yargıdaki iddiaları araştırmak ise Yargıtay Başkanlığı'nın, dolayısıyla Yargıtay Başkanı'nın görevi.
En son Ayhan Bora Kaplan hakkında bugün ortaya çıkan iddiaların bir bölümünün adresi Yargıtay.
Gerek Kaplan'ın önceki dosyalarının Yargıtay'daki karar süreçleri, gerekse Kaplan'ın Ankara'daki yasa dışı faaliyetlerinde adı geçen yargı mensuplarının bugün Yargıtay çatısı altında görev yapması, dikkatleri kurumun üzerine çevrilmesinin gerekçesi.
İşte tam bu noktada Kerkez'in konumu ortaya çıkıyor.
Önceki Başkan Mehmet Akarca, Kaplan konusunda olanı biteni öğrenmek için Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'i makamına çağırmış ve usul olmamakla birlikte bilgi almıştı.
Kaplan'ın gözaltına alınmasından üç hafta sonra gerçekleşen bu görüşmeyi Büyüteç'te geçen kasımda duyurdum.
O günden, koltuğunu Kerkez'e devrettiği güne kadar Akarca, gelişmelerden ve iddialardan ilk ağızdan bilgi sahibi olmasına karşın, harekete geçmedi. Kalem oynatmadı. Yaşananları sadece seyretti.
Şimdi Yargıtay Başkanı koltuğunda yeni bir isim var. Dediğim gibi Kerkez, yargıyı kılcallarına kadar bilen isimlerden. Zaten başkanlık koltuğuna seçimi de Yargıtay çatısı altındaki farklı grupların görüş birliği ile oldu.
Yargı böylesine zan altındayken, Kerkez'in yapacağı ilk iş iddialarla ilgili yasal süreç için düğmeye basmak olmalı. Temizliğin yüksek yargıdan başlatılması, kamuya önemli örnek olacak aynı zamanda.
Unutmadan, kişinin kendinden sonra gelecek kuşaklara bırakacağı miras, sadece maddi mal varlığı değildir. Manevi sahiplikler de bir sonraki nesile ulaşacak mirastır.
Kerkez'in önünde iki yol var bu miras için. Toplum bir yana çocuklarına bırakacağı "manevi miras" için yarından tezi yok düğmeye basıp, Yargıtay'daki temizlik amacıyla ilk işareti vermeli. Aksi taktirde selefinden farklı konumda olmaksızın "eski başkanlar" fotoğraf dizisinde yerini alır.
Tercih kendisinin.
Operasyon merkezi Ankara Adliyesi mi?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "hükümete karşı darbe girişimi" tanımıyla duyurduğu Ankara Emniyeti'nde ortaya çıkan soruşturma skandalında hemen her gün yeni bilgiler kamuoyuna yansıyor.
Emniyet teşkilatında ilk Ankara Valiliği'nin, Ankara Emniyet Müdürü Engin Dinç'in, sonrasında Emniyet İstihbarat Başkanlığı'nın ve KOM Başkanlığı'nın bildiği ama İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın bilmediği olaylar zinciri yeni bir hale dönüştü hafta başından bu yana.
Gözaltında tutulduktan sonra adliyeye çıkarılan polisler ve sivillerden yedisi tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Şüphelilerin adliyede olduğu saatlerde İçişleri Bakanlığı Mülkiye başmüfettişlerince hazırlanan özel rapor savcılığa ulaştırıldı.
Savcılığa ulaştırılan müfettiş raporunda "darbe girişimi" çerçevesinde herhangi bir tanımlama ve değerlendirme bulunmadığı rapor içeriğiyle ilgili haberlerden anlaşıldı.
Yazıyı kaleme aldığım dün öğle saatlerine kadar kulislere düşenlerden bir özetleme yapmak gerekirse; AKP ile MHP arasındaki siyasi kriz yargı üzerinden derinleşecek. Bunun sinyalleri ortada maalesef.
Açıklayayım tek tek.
Öncelikle polislerle ilgili başlatılan yargı sürecinden başlamak en iyisi.
Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde patlak veren skandalla ilgili İçişleri Bakanlığı'nın "araştırma için müfettiş görevlendirildiği" açıklamasından bir gün sonra, Ankara Adliyesi'nde re'sen soruşturma başlatıldı söz konusu polisler hakkında.
Ankara Adliyesi'ndeki re'sen soruşturma MHP'ye, özellikle de Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ya yakınlığıyla bilinen Terör Suçlarıyla Mücadele Bürosu'ndan sorumlu Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Veysel Kaçmaz tarafından başlatıldı. Zaten MHP Genel Merkezi'ne ulaşan ilk bilgiler de yine Soylu ve ekibince sağlandı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Gökhan Karaköse, dosyayı bir süre sonra Başsavcı Vekili Mehmet Işık'a verdi. Başsavcı vekili Mehmet Işık'ın üstlendiği soruşturma ilerliyor. Ancak hafta başında pek dikkate alınmasa da adliyede yeni bir gelişme daha yaşandı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Fetullah Gülen cemaatinin bir dönem Emniyet İmamı olduğu gerekçesiyle Kemalettin Özdemir hakkında 22.5 yıl hapis cezası istemiyle dava açtı.
2018'de Özdemir'in gözaltına alınmasıyla başlatılan soruşturmanın mayıs başında iddianameye dönüştürülmesi dikkat çekici.
Bu soruşturma sürecinde de ilginç bilgiler var. İddianamede yer alan kimi ifadelerde yer alan isimlere bakarsak yine siyasete mesaj verildiğini söylemek yanlış olmaz.
Hele ki iddianamede yer alan bir ifadede Özdemir'le bağlantılı olduğu belirtilen bir ismin yer alması doğrudan İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'ya verilen ince mesaj niteliğinde. Yerlikaya'nın söz konusu isimle ilgili uyguladığı bir mahkeme kararı sonrasında sessiz sedasız yürüyen bir başka sürece yönelik işaret bu kanımca.
Bir dip not vereyim; Özdemir hakkındaki iddianameyi hazırlayan Cumhuriyet Savcısı, Başsavcı Vekili Kaçmaz'a bağlı olarak görev yapıyor.
Sıra geldi, İçişleri Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan ve darbe girişimi tanımı yapılmayan özel raporun basınla paylaşılmasına.
Bu rapor sadece iki kopya hazırlandı. Aslı İçişleri Bakanlığı'nda. Aslının kopyası ise, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nda. Bu kez henüz avukatlarda da yok.
Raporun içeriğiyle ilgili İçişleri Bakanlığı'ndaki kaynaklarımla görüştüm. İçerikle ilgili "bizden bilgilendirme yapılmadı" yanıtını aldım.
Geriye tek adres kaldı!
Hep söylenildiği üzere, gizli olarak yürütülen hazırlık soruşturmasına esas olacak gizli belgenin basınla paylaşılmasıyla ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bir yanıtı varsa Büyüteç kendilerine açık.
Bu arada, dosya şüphelisi polis müdürü Kerem Öner'in 11 sayfalık ifadesinin, gizli tanık Serdar Sertçelik'e nasıl ulaştığı konusunda ne yapıldığını da Başsavcılık açıklarsa kamuoyu bilgilenmiş olacak.
/././
Tasarrufla karışık: Basını susturmak, Bartın'dan Malatya'ya, arada Çıldır!..(Yalçın Doğan)
Sen "tasarruf tedbirleri" diye yola çık, projelere devam et, özel jetlere devam et, medyayı susturmak için racon kes!..
"Anatolea..."
Yani, Anadolu.
Batı'dan Doğu'ya doğru uzanan memleketimiz, Anadolu...
"Güneşin doğduğu yer" anlamında.
Güneşin ötesinde, orada aydınlığın doğmasında rol oynayan önemli etkenlerden biri, her yerde olduğu gibi...
"Bağımsız medya, bağımsız yerel basın."
İncir çekirdeğini doldurmayan, son günlerin modası, "tasarruf tedbirleri" arasında bir madde var:
"Kamu kurum ve kuruluşlarınca hiçbir şekilde günlük gazete alımı yapılmayacak, görev alanlarıyla ilgili olmayan yayınlara abone olunmayacaktır".
Burada asıl hedef yerel basın.
Tam miktarını bilmiyorum ama, kamu kurumlarından günlük gazete alımı ve abonelik toplamı yılda ne tutar ki?..
Maksat başka.
Susturmak
Yerel basında önde gelen gazeteler, iktidarın hoşlanmadığı ses getiren habercilik yapıyor.
Böyle bir "tasarruf"(!) kıt kanaat koşullarda gerçek gazetecilik yapmaya çalışanlara "sen artık gazetecilik yapma" demekten başka bir şey değil.
Onlar yazamasın ki, Anadolu halkı yerel anlamda pek çok olaydan habersiz kalsın!.. Aynı zamanda yerelden ulusala uzanan medya zinciri kırılsın!..
Basın İlan Kurumu zaten ulusal ya da yerel, muhalif medyanın ilanlarını kesmekle görevli.
"Tasarruf tedbirleri" üzerinden yerel basını susturmaya çalışmak, basın özgürlüğüne darbe indirmekten farksız.
Önce ihale, sonra onay
Bu kısıtlamaya rağmen...
Bartın'da yayımlanan bazı gazeteler geçenlerde önemli bir habere imza atıyor.
O haberler, olayı yerinde izleyen CHP Bartın milletvekili Aysu Bankoğlu tarafından önceki gün Meclis genel kuruluna taşınıyor. Bankoğlu:
"Bartın Irmağı ıslah projesi var. Irmak boyunca kent merkezine iki, üç metre yüksekliğinde beton duvar, üstüne de cam koruluk çekiliyor. Kentin doğal ve tarihi dokusu, estetiği filan yok".
Ama, önemli bir konu var, Bartın gazetelerinden okuyorum, Bankoğlu da kürsüde:
"Bartın'ı ikiye bölen bu girişim için pazarlık usulüyle ihaleye çıkılmış, ihale bedeli 750 milyon liraya dayanmış. İhale şartnamesi 8 Şubat ile18 Kasım 2023 arasında çalışmanın bitirilmesini öngörüyor.
Şimdi dikkat, projenin uygunluğuna Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonundan onay 30 Kasım 2023'te çıkıyor!.."
Yükü belediyeye
İlgili komisyon 20 Ekim 2023'te verdiği kararda:
"Prensipte uygun ama, uygulama projesi yok!.."
Uygulama projesi yok, ihalesi var, yaklaşık 750 milyon liraya birilerine veriliyor.
"Tasarruf tedbirleri", yeni yatırım yok, yeni proje yok gibi laflarla milleti uyutmaya çalışıyor.
Devlet Su İşleri "biz Bartın Belediyesi ile protokol yaptık" diyor.
Belediye o sırada AKP'li, 31 Mart seçimlerinde CHP'ye geçiyor.
CHP'li Belediye belgelere bakıyor, protokolde Belediye Başkanının imzası yok. İmzası yok ama, projeden kaynaklanabilecek yükümlülükler Belediyeye yıkılıyor. İyi mi?..
Yooook, durun daha bitmedi.
Projenin anlaşmazlık durumunda yetkili mahkeme neresi?..
Kırk yıl düşünseniz bulamazsınız!..
"Çıldır Mahkemeleri!..
Çıldır mı?..
Çıldır nerede?..
Ardahan'da... Bartın'dan 1.247 kilometre uzakta".
Çıldır!..Gerçekten çıldır!..
Bir de Malatya'dan
Bir örnek de, Malatya'dan.
Malatya'da gerçek gazetecilik yapan bazı gazetelerde "tasarruf tedbirleri sonrasında" bir haber yayımlanıyor.
"Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu Ankara'dan Malatya'ya özel uçakla geliyor, özel uçağın 25 bin dolara kiralandığı öne sürülüyor.
Bakan havaalanından kent merkezine üç minibüsle geliyor."
Aynı Bakan Uraloğlu, CHP Grup Başkan Vekili Ali Mahir Başarır'ın açıkladığına göre...
"Birkaç gün önce Almanya'da bir toplantıya özel jetle gidiyor".
Neden tarifeli uçakla gitmiyor?...
"Tasarruf tedbirleri" var ya!..
"Etki ajanlığı"
Yerel basında her gün benzer haberler yayımlanıyor, bir bölümü muhalif TV'lere ve ulusal medyaya aktarılıyor, bir bölümü arada kaynayıp gidiyor.
AKP bu durumda ne yapar?..
Onların deyimiyle, "yaparsa AKP yapar".
"Tasarruf tedbirleri" üzerinden, "bundan sonra abonelik yok, günlük gazete alımı yok" laflarıyla karışık, amaç arkadan dolaşarak ulusal medyayı ve yerel basını susturmak.
Ulusal düzeyde durum malum. AKP büyük oranda denetliyor. Şimdi buna ek getirmek istiyorlar.
Baskıcı rejimlerin el aletlerinden "etki ajanlığı" icadıyla, muhalif medyayı kontrol altına almak, herkesi susturmayı hedeflemek.
Sen "tasarruf tedbirleri" diye yola çık, projelere devam et, özel jetlere devam et, medyayı susturmak için racon kes!..
/././