26 Mayıs 2014 Pazartesi

Düşen Bir Lider Portresi -2- ORHAN BURSALI

1) Der Spiegel dergisi, Almanya’nın en etkili bir iki yayın organından biridir ve dünyaçapında tanınır. Soma üzerine yazdığı habere “Erdoğan Cehenneme kadar yolun var” benzeri bir başlık koydu. Erdoğan ve adamları ortalığı yıktı. Bir dergi nasıl böyle bir başlık koyarmış. Muhabir Hasnain Kazım’a yüzlerce tehdit. Spiegel (Ayna) muhabirini Türkiye’den çekmek zorunda kaldı.. Erdoğan, Köln konuşmasında “Cehennemin yolunu nereden biliyorlarmış” diye sordu ve Spiegel’i hedef gösterdi yine.

Aslında ne olmuştu? Cehenneme kadar yolun var, başlığı tırnak içindeydi.. Yani derginin kendi başlığı değildi. Bu sözü, gazeteciye Soma’da bir madenci söylemişti; eh ilgi çekici bir laftı, 301 arkadaşlarını kaybetmiş madencilerin içinde bulunduğu duyguyu çarpıcı bir şekilde dile getiriyordu ve hooop haberin başlığına oturmuştu.
Somalı madenci, demek ki Erdoğan’ı - iktidarı sorumlu görüyor. Başlık da bunu netifade ediyor.. Biri bunu beğenir başlık yapar, bir başkası beğenmez... RTE’nin bam teline dokunmuş olabilir, eeeee en sorumlu mevkide oturacaksın, madendeki katliama senin yönetim biçimin yol açacak, can acısıyla yapılan eleştiriye de sinirleneceksin. Nerede bu bolluk! (Diktatörlüklerde!)2) Erdoğan sakın millete bir “dış düşman” göstermek için Spiegel ve Almanya’ya bindirmiş olmasın! “Türkiye’ye parmak sallama dönemi bitti” sözlerini Avrupalı politikacı iplemez, ama RTE’nin hedefi de zaten “Türkiye boyun eğmez yabancıya...büyük lider..” havası-tatavasıyla, Cumhurbaşkanlığı seçimi için propaganda yapmak.. Bu amaçla orada!
RTE, Almanya ile Türkiye’yi de birbirine düşürür. Zaten Almanya’da kamuoyu, iktidar muhalefet medya, hepsiyle siperlere girilmiş durumda. Gezi’yi Almanlar tezgâhladı”, Okmeydanı’nda cinayetleri Almanlar kışkırttı (MİT’in rolü ne orada?!),
3. köprüyü de sabote ediyorlar (!).. Akıllara ziyan, yalan üzerine kurulu bir propagandamakinesini çalıştırıyor iktidar ve adamları.. Almanlar bunların arkasındaki RTE’ninyüzünü görmüyor mu?! RTE onlara Hitler’i anımsatıyor, ama Almanlar da karşılarında demokratlığın zerresini bulamadıkları Erdoğan’da, Hitler’den güçlü esintiler görüyor ve tüyleri diken diken oluyor..
Önemli olan yüzde 43 ile ne yaptığındır 
3) Erdoğan’ın dünyaya, muhalefete karşı en büyük kozu yüzde 43. “Saygı gösterin”diyor. Bu yüzde 43’ün de her geçen zamanda aşağı indiğini görelim. Ama kimseErdoğan’a yüzde 43 oy aldı diye saygı duymak ve göstermek zorunda değildir. Millet,insanlar, bu yüzde 43 oy ile ne yaptığına bakıyor!En basitinden, son yaşadıklarımız çerçevesinde:● Madencileri on para için ölüme gönderen sistemi mi kuruyor?
●Polise “Nasıl sabrediyorsun anlamıyorum” sözleriyle çek tetiği arkandayım talimatı mı veriyor? (Adamları da hemen arkasından, maskelileri polis vurup öldürmeli, dedi Kocaeli Bld. Bşk Yard.) Ve “Ya bu ülkede eşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz.” (İstanbul Kızılay Şube Md.; Binali Yıldırım’ın kardeşi). Aslında hepsi RTE’nin düşüncelerini hem dile getiriyor hem tercüman oluyor.
● Muhalefet liderini parmağıyla göstererek tehdit mi ediyor kürsüden?..●Ve halkını ezmek için daha güçlü TOMA- 2’ler mi ısmarlıyor?.. Polis devletini zırhlıyormu?.. MİT yasası ile iktidarına karşı çıkacakların canına okumaya mı hazırlanıyor?.. Bir iktidar altında, insanların canının beş paralık değeri yoksa, madende zehirlenerekveya sokakta patır patır vurulup öldürülüyorlarsa... muhalefeti yok sayıyor ve türlü çeşiti yalanla yok etmeye çalışıyorsa..
Aldığın yüzde 43 oyuna da, demokrasi, insan hakları, siyasi özgürlükler vb. açısındanbeş para değer verilmez..
Bu benim işim, kendine bak dönemi çoktan bitti 
Haaa, şu basın özgürlüğünü eksik bırakmayalım: İktidarın adamları utanmazca,Yazgülü’nü ve Yılmaz Özdil’i katillerine veya katil adaylarına hedef gösterdiler ya..Bir başbakan diyebilir mi: “301 şehidimize bu hakaretleri yapanların yüzüne 77 milyonun tükürmesi lazım...
Eee derse, kimse onun yüzde 43’üne bakmaz...Karşısında sadece, aldığı oya dayanarak herkesin canına okuma hakkını elde ettiğini düşünen ve bunu da adım adım gerçekleştiren Hitler’den esintiler görür ve tarihteki yerine oturtur.
Yazgülü doğru söylüyor: Patronun kazancı uğruna 301 canımız gittiyse, bunu dile getirmenin bin bir yolundan birini söylemiş. “Boku bokuna” dememiş Bay RTE, Patronun kazancı uğruna demiş.. Doğru söylemiyorsunuz... Çarpıttığınız Özdil bahanesiyle basın özgürlüğüne bindirdiğinizi de bütün dünya anlamıyor mu?Dünya çok küçüldü. Bu benim işim, sen kendine bak, dönemi biteli çoook oldu..Ne Soma’daki cinayet üzerindeki sorumluluğunuzu madencilere şehit unvanı vererek ve medyaya saldırarak üzerinizden atabilirsiniz.. Ne de polise, nasıl sabrediyoruzdedikten sonra, öldürülen gencin babasına telefon ederek halkla ilişkiler yapmakla,düşüşünüzü durdurabilirsiniz..  

ORHAN BURSALI
Cumhuriyet

Favori Büyükerşen-Utku Çakırözer

CHP’nin kampanyacısından Köşk anketi: Büyükerşen MHP oylarıyla önde
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine üç aydan az bir süre kaldı. İktidar partisi AKP dışındaki tüm partiler adaylarını sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri ve diğer partilerle görüşerek belirleme çabası içinde. Ana muhalefet partisi CHP de bu kapsamda hafta içinde üç görüşme yaptı. Esnafların, çiftçilerin ve avukatların meslek örgütleriyle bir araya gelen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, bu temaslarını 10 Haziran’a kadar sürdürecek.

Toplumun arzuladığı profil 
CHP liderine eşlik eden Genel Başkan Yardımcıları Erdoğan Toprak ve Bülent Tezcan’ın anlatımına göre ziyaret ettikleri örgütler isim vermemiş. Cumhurbaşkanı olacak kişide olmasını istedikleri temel özellikleri şöyle sıralamışlar:“Kucaklayıcı, halkın içinde olan, siyasi kimliği fazla ön plana çıkmayan, toplumdaki gerilimi düşürecek, çatışmayı önleyecek, hukuku üstün gören, devlet dengelerini koruyan, uluslararası alanda Türkiye’yi temsil edebilecek.”
İki isim başa başCHP lideri Kılıçdaroğlu görüşme turunu tamamlayacağı haziran ayı ortalarından önce isimlendirme aşamasına geçmeyecek. Ancak parti içinde ve partiye yakın çevrelerde isim arayışı hızlanmış durumda. Bu yöndeki çalışmalardan biri, CHP’nin seçim kampanyasını da düzenleyen Öykü Ajans içindeki “Fikrimühim” grubunun anketi. Türkiye çapında 1331 kişiye, kamuoyunda Cumhurbaşkanlığı yarışında isimleri geçen 30 isim sıralanarak tercihleri soruldu. Çıkan sonuçlar şöyle:●CHP’li seçmenlerin ilk isim tercihinde CHP Milletvekili Emine Ülker Tarhan ve Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen başa baş çıktı.
●Bu ikili ile arkalarından gelen Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ve CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce arasında yüzde 6-7’lik bir fark var.
●Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde CHP adayı olan Mansur Yavaşise CHP tabanından beşinci isim olarak çıktı. Kamuoyunda isimleri konuşulan eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykalİlhan KesiciHaşim KılıçHikmet Çetin gibi isimler ise bu araştırmaya göre CHP tabanında yüzde 5’in altında destek bulabildi.
Büyükerşen’e MHP ve AKP desteği●Büyükerşen, diğer partilerin tabanlarından oy alabilme özelliği sayesinde Tarhan’ı geride bırakarak muhalefet cephesinde en fazla desteğe sahip isim olarak öne çıkıyor. MHP’li seçmenler arasında daha ilk turda ona oy verebileceklerini söyleyenbir kesim var. Ayrıca hem MHP’de hem de AKP’li seçmenlerden Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını isteyen kesimin ikinci tercihleri arasında yine Büyükerşen ismi dikkat çekiyor
Kılıçdaroğlu için zor tercih 
Büyükerşen’in adaylığı konusunda partiyi düşündüren konu Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu. AKP bu kanunu çıkarırken kafasında Abdullah Gül’ün ikinci kez seçilmesinin önünü kesmek ve Erdoğan’ı seçtirmek vardı. Bu yüzden Başbakan ve bakanlara istifa etmeden aday olma imkânı sağlandı. Ancak seçime katılacak diğer kamu görevlilerine bu hak verilmedi. Büyükerşen aday olursa görevinden ayrılmak zorunda. Kanunun seçilemeyen kamu görevlilerinin geri dönüşüne ilişkin bölümünde de“belediye başkanları” için bir güvence bulunmuyor. Kanunda boşluk var. Büyükerşen Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olur ve kazanamazsa, Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine geri dönememe riski var. Köşk adaylığı için Büyükerşen’e kamuoyu desteğinin sürmesi halinde CHP yönetimi zor bir tercihle baş başa kalabilir. Risk almama eğilimi ağır basarsa, CHP seçmeninin ilgi gösterdiği anketteki diğer isimlerle önceki gün Kılıçdaroğlu’nun görüştüğü eski Devlet BakanıKemal Derviş’in ismi de gündeme gelebilir.
AKP tabanı Gül’ü istiyorAynı araştırmada AKP seçmeni, en güçlü iki aday arasında yüzde 46 ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, Başbakan Tayyip Erdoğan’a (yüzde 39) tercih ediyor. Gül’ü tercih eden AKP’lilerin ikinci tercihlerinde Erdoğan’ın dışında MansurYavaş ve Yılmaz Büyükerşen isimleri geliyor. CHP ve MHP’li seçmenlerin ikinci tercihlerinde de benzer biçimde AKP’den Gül’e destek çıkıyor.,
MHP’lilerin tercihi AkşenerMHP’lilerde ise ilk tercih, TBMM Başkanvekili Meral Akşener’den yana. Kendi istemese de MHP seçmeni, liderleri Devlet Bahçeli’yi de istiyor. MHP’de ikinci tercihler konusunda Abdullah Gül, Yılmaz Büyükerşen ve Mansur Yavaş isimleri gözleniyor.
HDP’den Erdoğan’a İlgi
Veriler AKP ile HDP/ BDP tabanları arasında geçişkenlik olduğunu ortaya koyuyor. HDP/ BDP seçmeninin Çankaya adayları arasında birinci sırada BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş geliyor.
Kürt kökenli seçmenlerin ikinci tercihi ise net biçimde Başbakan Erdoğan. Benzerbiçimde, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını arzu eden AKP’liler arasında da ikinci tercihlerde Gül’ün ardından Demirtaş’ın ismi çıkıyor.   

Utku Çakırözer
Cumhuriyet

25 Mayıs 2014 Pazar

Sesi Yükseltmek-ÖZTİN AKGÜÇ

Ülkede yaşananlar, ülkenin gidiş yönü, dolayısıyla daha büyük facialar, sıkıntılar,haksızlıklar, yolsuzluklar yaşanmak istenmiyorsa sesin yükseltilmesi gerekiyor. Soma’da insan davranışları arasında zıtlık, çelişki daha da görünür hale geldi. Bir yanda tekmeci Yusuf, tekmeci Yusuf’a belki ayağı incinmiştir diye rapor veren hekim, acılı vatandaşın üstüne göze girebilmek için tazyikli su sıkma emri veren Emniyet amirleri, çocukları tutuklayan cesur(!) polisler, Allah’ın rahmetinden, kardeşlikten,şehadetten söz ederek olayı alalamaya, tepkiyi hafifletmeye çalışan sorumlupolitikacılar, öte yanda sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmaya çalışan Murat, üç can kurtarabilmek için kendini ölüme atan sağlık memuru Serdar. Bir yanda insan onuruna yaraşan, insanı yücelten davranışlar, öte yanda insan adına utanç verici, yüz kızartıcı kareler. Yaradana çok şükür ki hâlâ bu ülkede Murat’lar, Serdar’lar, özverili, onurlu ülkeyi ayakta tutan, ayakta tutmaya çalışan erdemli kişiler var. Konfüçyüs’ün gözlemlediği gibi ancak erdemli insanlar zahmete, mahrumiyete katlanabilir, özverigösterebilir; kendilerini nasıl tanımlarlarsa tanımlasınlar erdemsiz insanlar özverigösteremez, sıkıntıya katlanamaz, ancak insanlığı, ülkeyi utanca boğan karelere,görüntülere konu olurlar.

Yetenekli, bilgili, özgüveni, özsaygısı olan kişi yalakalık yapmaz; onurunu, kişiliğini, özgürlüğünü korur. Tutuklama, kelepçe, zindan onun özgürlüğünü elinden alamaz. Özgürce düşünmeyi, özgürce konuşmayı, haksızlığa başkaldırmayı sürdürür. Özgürlüğün bedeli olarak ölümü göze alan, ölümü bile küçümseyen bir kişinin özgürlüğü nasıl elinden alınabilir? 
Toplumda ne yazık ki, yeteneksiz, bilgi ve kişilik özürlü oldukça geniş bir kitle var. Liyakatleri olmadığından, liyakat ölçüsüne göre toplumda, ister özel ister kamu, belli orunlara gelme, kendilerine şeklen de olsa itibar kazandırma olanakları yok. Ellerindeki tek araç, yaltaklanarak, ziftlenerek, yalakalık yaparak, kullanılarak belli orunlara gelebilmek, unvanlar alabilmek. Bence Türkiye’nin en büyük sorunu böyle birkitlenin varlığı. Ayak oyunu, onursuzluk, yolsuzluğa bulaşmasa bile yolsuzluğu hoş görme, ayrımcılık, kişisel çıkarcılık, ziftlenerek yaklaşmak bunlarda. Bunları iş yaşamında, bürokraside, eğitim kurumlarında, medyada gözlemliyoruz. Özgüvenleri, özsaygıları olmadığından, kişilikleri de gelişmemiş olduğundan, ele geçirdikleri yanıltıcı etiketler, unvanlar altında, belli amaçlar için kullanılıyorlar. Yalnız kendi saygınlıklarını yitirmiyor, kurumlarının da itibar yitirmesine neden oluyorlar. 
Günümüzde yargı, Silahlı Kuvvetler, eğitim kurumları, medya itibar yitirmiş,güvenilirlikleri en düşük düzeye inmiş ise, bunda kişiliklerini, özsaygılarınıkoruyamayan mensupların büyük payı vardır. Özür dilerim, siyasi otorite önündeeğilen, dik duramayan bir kişi, hangi sıfatı, unvanı taşırsa taşısın gerçekten güven, saygı sağlayabilir mi? 
Toplumda yalakalığı, kişiliksizliği, siftinmeyi bir tür sanatı mutade, geçim yolu edinmiş bir kitlenin yanında bir de özgüveni az, kişisel güvenlik kaygısı ağır basan, erselik davranan bir kitle var. Ne renk oldukları pek belli değil. Sözde tarafsız hareket ediyorlar, hem nalına hem mıhına vuruyorlar. Zaman zaman demokrat liberal hatta solcu görünümü de veriyorlar. “Yetmez ama evet”çiler bu grubun en iyi temsilcileri. Birkaç düzgün isim ardına çürükleri saklayarak sözde tarafsız yayın yapan erselik kanallar diğer bir örnek oluşturuyor. 
Ülkede her alanda yaşanan faciada, bu kişi ve grupların manevi sorumluluğu çokdaha fazla. Suskun, uyuşuk, çıkarcıların ağırlıklı olduğu bir toplumda, namus erbabının sesini daha da yükseltmesi gerekiyor.  

ÖZTİN AKGÜÇ
Cumhuriyet

Almanya’nın İstemediği Erdoğan-NİLGÜN CERRAHOĞLU

Hoş gelmediniz, burada istenmiyorsunuz”.
En son Almanya’nın popüler gazetesi Bild bu başlığı attı.
Geçen hafta Almanya’dan ayrılırken ülkenin etkili yayın organı Frankfurter Allgemeine Zeitung, benzer bir başlıkta “Erdoğan hoş gelmiyor” ifadesini manşetine çekmişti. Kısaca bütün gazeteler yazdı, politikacılar konuştu…
Her biri kendi üslubunda Erdoğan’a birer birer “Almanya’ya gelmemesini, buradaistenmediğini” söyledi.
Almanlar, TC Başbakanı’nın Türkiye’nin gerilimleri ile kutuplaşmalarını Almanya’yataşımamasını istiyordu.

Almanlar ‘yek vücut’ karşıTürkler, Erdoğan konusunda aralarında ne denli bölünmüşse; Almanlar da TC Başbakanı hakkında o denli “yek vücut” ve “hemfikir”…
Sağcısından solcusuna… Bulvar basınından üst düzey, sofistike yayın organlarınadek, Erdoğan “istenmeyen adam” ilan edildiSokaktaki Almanın gazetesi “Bild”; Erdoğan’ın neden istenmediğini detaylarıyla dün gerekçelendirmiş:
Başbakan’ın Gezi performansı, basın düşmanı tavrı, YouTube-Twitter’ı kapattırması;17 Aralık’ı hasır altı eden icraatı, yurttaşların özel yaşamına karışması, Alman Cumhurbaşkanı Gauck’un antidemokratik gidişata ilişkin kaygılarını saldırganca yanıtlaması ve en çok Soma’ya bir damla gözyaşı dökmeyip bilakis adeta omuz silkerek yerine “Olur böyle şeyler!” demesi…Bild”, Batı ve Erdoğan arasında Gezi’den beri büyüyen “yabancılaşma” ile köprü atan tüm gelişmelerin dökümünü yapmış...
Soma yaşandığında bizatihi Almanya’daydım.Erdoğan’ın Soma trajedisi üzerine sergilediği tavra yönelik günbegün büyüyereknefrete dönüşen afallama ve yabancılaşmaya doğrudan tanık oldum.
Başbakanlık danışmanının gazetelerde çarşaf çarşaf çıkan “tekme” fotoğrafları, ilkandan “tiksinti” yarattı! Soma manşetlerini Almancadan bana tercüme eden bir Alman tanıdığın sıcağı sıcağına gazete başlıklarını okurken yaptığı damardan yorumu hiç unutmuyorum; Bu nasıl bir ilkelliktir?
Soma’da bir markette akabinde yaşanan tokat” kâbusu ve Başbakan’ın “İsrail dölü!beyanlarına hiç değinmiyorum bile…
Çoğu Almandan duyduğum yaygın “Führer tanımlamaları ardından; muhataplarımınaksatmadan hemen yaptıkları eklemeler şöyle oluyordu:
Biz bir Führer’den kurtulmak için koca bir dünya savaşı yaşadık/Führer bize bir dünya savaşına mal oldu!
Aslında tam böyle bir geçmişten geldikleri için siyasi ve tarihi bilinçleri Avrupa’dakidiğer uluslardan daha keskin olan Almanlar; zihinlerinde “Führer” çağrışımına yol açan bir politikacıya kucak açmaya yanaşmıyorlardı…
‘Cennet’in huzurunu kaçıran
RTE
 Bunlar yetmiyormuş gibi yarın üstelik bir de Avrupa’daki son yılların en önemli Avrupa Parlamentosu seçimleri var.Eski Kıta savaş sonrası dönemin en beter krizini yaşıyor.
AB’nin önde gelen ülkelerinde popülizmler ve ırkçı sağlar yükseliyor…
Bu geri gidişin tek istisnası Almanya!
Almanyaların birleşme” bahsinin de üstesinden gelen Alman nüfusu; tarihin önüneçıkardığı tüm savrulmalara karşı zafer elde ettiğini düşünüyor.AB ortaklarının çoğu yüksek işssizlik oranları ve milli gelir daralmalarıyla cebelleşirkenAlman ekonomisi pupa yelken ilerlemeye devam ediyor.
İspanya, İtalya gibi güney kanat ülkeleri; ekonomik sorunlarla beraber kurumsal istikrarsızlıklarla cebelleşirken;
Alman kurumları
 tıkır tıkır işliyor.
Fransa gibi yakın döneme dek Almanya ile el ele Avrupa’nın lokomotifi olan çok önemli bir ülke; Sarkozy-Hollande tüy sıklet devlet başkanlarıyla “liderlik krizi” yaşarken; Merkel Berlin’de prestiji, otoritesi ile ülkesinin saygınlığını artırıyorWirtschaftswoche dergisinin attığı bir başlıkla ifade etmek gerekirse, Almanlar tümbunlar nedeniyle yaşadıkları ülkeyi
Almanya
 Cenneti/Paradies Deutschland” olarak adlandırıyorlar.Belirsizlik kaygısı ve karamsarlıkla geleceğe bakan diğer AB üyelerinden farklı olarak Alman halkının yüzde 80’i “durumundan memnun”.
AB ortaklarıyla karşılaştırma yapıldığında memnunların” oranı yüzde 90’a fırlıyor!
Ekonomiden, liderlerinden… özetle istikrar ve düzenden memnun Almanlar…
Tam Alman fıtratına uygun şekilde böyle ideal bir “istikrar- düzen tablosu” sağlanmışken,Erdoğan profilindeki” bir liderin, kritik sayılan bir seçim arifesinde ülkenin içine ışınlanması hoşa gitmiyor.Yarın 8.’si yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri; tüm AB ülkelerinde bir ulusalseçimin provası mahiyetinde…
Almanya’da gerçi güçlü hükümet koalisyonunun özel bir sandık korkusu yok ama…
Erdoğan’ın kutuplaştırıcı söylemlerinin; göçmen karşıtlığından oy kazanan aşırı sağcılara yaraması fikri huzursuzluk yaratıyor. Toplam 751 vekilin bulunduğu AvrupaParlamentosu’nda; “96” temsilciyle en kalabalık temsil gücüne sahip olan Almanya’da Erdoğan’dan kaynaklanan gereksiz bir “ajitasyon faktörüne” her halükârda sempatiyle yaklaşılmıyor.  

NİLGÜN CERRAHOĞLU
Cumhuriyet

Düşen Bir Lider Portresi-ORHAN BURSALI

Fotoğraflara bakıyorum, yüzü ürküntü veriyor. Yüz kasları gergin mi gergin, gözler adeta fışkırmış. Hiddeti, bütün düşüncelerinde dışa vuruyor... İki kişi ölmüş, polislerin arabasına yanıcı madde atılmış, ortalık panik... Yine bir Alevi aile babası kanlar içindeYurttaşlar vurulup düşüyor... Ama ülkenin baş sorumlusu “Polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” diyor. İki cinayet sanki tatmin etmemiş kendisini, nasıl sabrebiliyorsun sözünün ancak şu anlamı olabilir: “Kardeşim, sana karşı koyanları vur yık yere.. iki yetmez, elini tutan mı var, öyle bir ders ver ki...” RTE, topluma liderlik anlamında artık “adam” olur mu... Kesin hayır. Aman yok, dur yok, sakinleştirmek yok... Sadece, o ve adamları, taraftarları, polisi var.
Geri kalanlar, başkaları, ötekiler. Aslında ötekilerin hepsi, dönüştürmek, boyun eğdirmek, susturmak ve özetle yok etmek istedikleri. Nefret dolu. “Bana diktatör diyenler” sözleriyle Kılıçdaroğlu’nu parmağıyla gösterecek kadar amansız; “işte sen hey orada oturan”. Biraz önce yan yana oturduğu kişi, Kılıçdaroğlu, tüm nefret ettiklerinin temsilcisi!
Ama yapamamış, dönüştürememiş ve giderek karşısına dikilen bir toplum. Pata küte insanlara girişebilecek kadar hırs ve hiddet küpü.O bir köktendinci. Sadece dini inançlarını kastetmiyorum, düşüncelerinde de öyle.Hikmetyar’ın dizi dibine oturan kimse, bugün de, siyasi olarak daha gelişmiş olarak taa kendisi... Herkesi kullana kullana çıktığı tepede tek başına... Şimdi çevresinde tamamen biat edenler ve kendilerine yeni arpalık ve yemlik sunulanlar kaldı; onlar da, zavallılarım çırpınıyor... Tek şansları var: kesinlikle boyun eğmek, kesinlikle tam savunmak... ne yaparsa ne söylerse kesinlikle evet doğru deme...

Büyük başarısızlığın kulesinde 
Büyük bir başarısızlık içinde. Yoo hayır, başarı seçimlerde yüzde 43 oy almak değil.Diktatör olsaydım sen öyle ortalıkta mı gezebilirdin, diyor ya.. Tam da içindeki özlemi dışa vuruyor. Kürsüden parmağını muhalefet liderine sallayıp bunu söyleyen, bütünüyle asıp kesemeyen bir insanın söylemidir.Yanıp tutuşuyor. Bir adım var önünde, ama atamıyor... Atamayacağını biliyor. Sıkıntı burada. Ama bir diktatörün yapacaklarını da yapıyor.
Başarısız dedik. Suriye’de çökmüş. Batı ile tüm ilişkilerinde çökmüş. Dünyada itibarıbitmiş. Arap ülkelerinden önemli dışlanmış, İslam dünyası imamlığı gitmiş. Türkiye’yi 10 yılda dönüştürememiş. Karşısında direnen güçlü bir toplumsal yapı var.
Uludere/ Roboski ölüleri, Reyhanlı ölüleri, Gaziantep ölüleri, Soma ölüleri, Gezi Parkıölüleri... Kazalarda dünya birincilikleri... Durmadan ağıtların yakıldığı bir ülke, mezarlıklarına koşan bir halk... İşsizlikten, her türlü ölümcül ve rezil işi kabul etmeye zorlanan milyonlar...İktidarı bitmiş tükenmiş aslında. Yüzde 43 oya rağmen, iktidarda kalabilmesinin mümkün olmadığını gösterecek deney ülkesi durumunda Türkiye.Onun hırsının, kızgınlığının, köpürmesinin, polise nasıl sabrediyorsun diyebilecek kadar siyasi gözü dönmüşlüğünün nedeni bu... Baş aşağı gidişini görmesinden... Ne yapacağını bilmemesinden. Bilse bile artı bunu yapabilememesinden.
Büyük öngörüsü var ama: Polis devletiO öngörülü bir insan ama... Müthiş hem de! Kendisinin, iktidar uygulamalarının, nasıl gelip bir duvara toslayabileceğini yıllar öncesinden görmüş. 2006’dan itibaren iç güvenlik harcamalarına büyük önem vererek polisi tam bir silahlı kuvvetler gibi güçlendirmeye yönelmiş. MİT Yasası’nı da bunun üzerine bindirmiş. Şu rakamlara bakın (Hey Türkiye Nasılsın, kitabından):
İç güvenlik harcamaları: 2006 >10 milyar TL; 2011 >15 milyar TL2012 >18 milyar TL; 2013 >27 milyar TL. Şimdi polis sayısındaki şu füze gelişmeye bakın: 32 ülke arasında yapılan bir sıramalaya göre, 100 bin kişiye düşen polis sayısı bakımından ilk 5 ülke:
1. Rusya 564.6; 2. Türkiye 474.8; 3. İtalya 467.2; 4. Portekiz 454.2; 5. Hong Kong 450.7.
TOMA’lar, biber ve diğer kimyasal gaz-lar... Bunların hepsi bu iktidarın ülkeye kazandırdıkları.
Veee Hürriyet’te Cengizhan Çatal’ın yeni haberi: Son alınan 25 adet TOMA için 6 milyon 125 bin ödendi. Tanesi 245 bin dolar olan araçların daha gelişmiş versiyonu tasarlanıyor. Katmerciler Holding ile 30 adet TOMA için 9 milyon 960 bin liralık üretim anlaşması yapıldı. Yeni üretim TOMA’lar ateşli silahlarla balistik testlere tabi tutulacak, askeri testlerden geçecek, en sağlam hale geldikten sonra da üretilip polise teslim edilecek. Sağlamlaştırılmış TOMA’lar 15 tondan daha ağır olacak. ‘TOMA-2’ adı verilen proje kapsamında üretilen araçlar uzun namlulu silahlara karşı da koruma sağlayacak
***
Halkına karşı durmadan TOMA üretiyorsa bir insan, ikinci seferde Kılıçdaroğlu’na da,TOMA’ların üzerinden, içinde seslenir...    

ORHAN BURSALI
Cumhuriyet

Erdoğan’ın Vur Emri-CAN DÜNDAR

Geçen akşam kilometrelerce uzamış köprü trafiğinde yüzlerce araçla birlikte ve tükenmeye yüz tutmuş bir sabırla beklerken siyah bir cip güvenlik şeridinden arsız burnunu uzatarak kuyruğa kaynamaya çalıştı. Önümdeki araç, bu şımarıklığa taviz vermedi, önündeki tampona kadar yanaşarak cipin yolunu tıkadı. Ama cipin kara camlar ardına gizlenmiş sürücüsü kararlıydı. Kahvehane kapısını destursuz omuzlayan kabadayı edasıyla önümdeki aracın tamponuyla öpüşerek giriverdi kuyruğun arasına… Nicedir bekleyen yüzlerce aracın hakkını yemiş, kurnazca öne geçivermişti.
Ama kaçacağı yer yoktu.
Köprü yolu, bir sabır tespihi gibi kımıldamadan duruyordu.
Önümdeki aracın sürücüsü, bir trafik polisinin bu haksızlığı gidermesini ya da hakkı yenen bizlerin ortak bir tepki vermesini bekledi. İkisi de olmayınca öfkeyle aracından indi ve kara cipin şoförünü yaka paça araçtan indirerek evire çevire dövdü.
Sonra herkesin şaşkın bakışları arasında hiçbir şey olmamış gibi arabasına dönüp beklemeye devam etti.

***
Bu küçük sahnenin kıssadan hisseleri şunlar:
Kuyruğun uzun, eziyetin çok olması, madenin derin, şartların zor olması, sınavın bela, soruların kazık olması sorun elbet; ama katlanabiliyor insan...Katlanılamayan şey; haksızlık, adaletsizlik. Birilerinin, birilerine ya da bilek gücüne güvenerek öne geçmesi…
Kimileri yıl boyu dershanelerde ter dökerken, kimilerinin soruları sızdırarak sınavı geçmesi…
Ekmek çaldı diye birilerinin hayatı karartılırken, hamuduyla götürenlerin hâlâ bakan pozunda zafer balkonlarında gezmesi… Uluorta adam kurşunlayan polisin, adalete teslim edilmemesi…
Adaletin her kolu farklı kesmesi; kimilerine hiç işlememesi…
***
İkinci ders şu:
Ortada kural yoksa ya da var olan kural bazısına uygulanmıyorsa, bunu uygulatacak otorite, kuralsızlığa teslim olmuş veya ondan beslenir hale gelmişse, çaresiz herkes kendi adaletini sağlamaya girişir.Artık orman kanunu devrededir.
Onun kuralı da “gücü gücü yetene”dir.
***
Üçüncü ders şu:Kimse “Ben güçlüyüm, tamponu koyar girerim, itiraz edeni ezer geçerim”dememelidir.Zor kapısı açıldığında kimin kimi ezeceğini Allah bilir.
***
Bu üç dersi ister 17 Aralık’a, ister Gezi’ye, ister Okmeydanı’na, ister Soma’ya uygulayın; sonuç aynıdır.İnsanlar yoksulluğa tahammül edebilir, ama haksızlığa asla…
İnsanlar zor şartlara sabredebilir, ama adaletsizliğe asla…
İnsanlar acıya katlanabilir, acılıyken tokatlanıp tekmelenmeye, “eşek gibi sessizce yaşayın” hakaretine asla…
Kendi oğlu madende alın teriyle kazanırken ölüme gider de, bakanın oğlu evindeki trilyonların hesabını vermeden adaletten kaçırılırsa öfkelenir insanlar; “Yeter” diye yolunuzu kesebilir.Çocuklarını bir ibadet yerinde suçsuz yere kurşunlayıp öldürürseniz ve yatıştırmak için bin bir özürle kapılarına gideceğinize “Ölmüş geçmiş” demeci verirseniz, yani hem suçlu hem güçlüyseniz, yarattığınız öfke selinde boğulabilirsiniz.Polis kurşunuyla ölen yavrusunu defneden acılı insanlar, “Polis nasıl sabrediyor, anlamıyorum” lafını duyduklarında, bu aleni vur emri karşısında asıl kendilerinin nasıl sabrettiklerine şaşar.
Gün gelir, sabretmez olurlar.
Asıl onu hiç anlamazsınız.
***
Başbakan’ın sadece mayıs sicilinde fırçalanmış bir Anayasa Mahkemesi Başkanı, azarlanmış bir Barolar Birliği Başkanı, tokatlanmış bir madenci, yüzüne bakılarak hakaret edilmiş bir ana muhalefet lideri, “ölmüş geçmiş” dediği bir öldürülmüş delikanlı, doğrudan hedef gösterilmiş iki köşe yazarı ve ona “Gelme buraya” diyen bir Alman Başbakanı var.
Biraz sağduyusu olanlar, bu gidişin hayırlı gidiş olmadığının, Başbakan’ın iki dudağının, açıldıkça lavlar saçan bir yanardağa dönüştüğünün farkında…
Ama sabırla bekleyen millete tamponu değdirip durduğunu, sabır taşının çatlamak üzere olduğunu görseler de ses etmiyor, ağzından çıkanı kulağının duyması için dua edip duruyorlar. Kıssadan hisse:
Sağduyu ve adalet!
Ekmekten de önce, sudan da acil...  

CAN DÜNDAR
Cumhuriyet

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Bu Düzen Böyle mi Gidecek?-ŞÜKRAN SONER

Evet, “Hep pireler devleri mi yutacak?”.. Uzun süreçli iş cinayetleri tanıklıklarımın anıları kadar, dolaplarımdaki sonuç alınamadığı için işlevsiz kalmış dosyaları da çok kabarık... İnanmayacaksınız ama 1960’lı-70’li yıllarda solun, sosyal devlet algılaması, sendikal örgütlülüğün güçlenmesi bağlantılı, insanca yaşam, çalışma hakları, paylaşımdüzeni ile aynı ciddiyet içinde işçi sağlığı, iş güvenliği, işçinin yaşam hakkı.. önlemleri de toplumsal sorunların bütünü içinde ciddi ciddi gündemimize girmişti... Çok doğal olarak Türkiye’de çalışanlara ilişkin kayıtlarda, iş kazalarında dünya çapında en önde ülkeler arasında yer alırken meslek hastalıklarının ise yok anlamında düşük görülmesinin anlamı sorgulanmıştı... Kayıtlarda yok sayılamayan ölüm, ağır yaralılıkla sonuçlanmış iş kazaları ile, yok sayılan yine olumsuz çalışma koşullarının ürünü aynı derecede ciddi olumsuz koşullarda ölüm ve ağır hastalıklara, malullüklere yol açan meslek hastalıkları gerçeği ile yüzleşilmişti. Kurşun, benzol zehirlenmeleri örneği saygıyla anmamız gereken bilim insanlarının ortaya çıkardıkları çarpıcı sonuçlarla toplumsal çalkantı yaşamış, kimi anlamlı önlemler de alınmıştı... ÇalışmaBakanlığı’nın işyeri teftişleri, uzmanlık müfettişleri, uzmanlık hastaneleri.. türünden yasal ve kurumsal önlemler en ciddileri...
Elbette güçlü sendikacılık işçiden yana önlemlerde duyarlılığı artırmıştı.. Kimyasal gübre üretiminde havaya saçılan, zehirlenmelere, kronik hastalıklara yol açan tozların bütün bir fabrikanın çalışanlarını kronik iç organlar, meslek hastalığına yakalatan gerçeğin, işyeri hekimliği kayıtlarında sıradan yakınmalar olarak görülmesi elbettesorgulanmıştı. Ömür törpüsü bu hastalıkların bir tek üretim yapılan makinelerin bir zahmet üstünü örten kapakların takılması, işçilerin üretim sürecinde maske kullanmaları zahmetiyle bile anlamlı derecede azaltılabileceği öğrenilmişti. Ayyakkabı yapıştırıcılarında kullanılan benzolün yasaklanması, havasız küçük atölyelerde üretiminönlenmesi gibi önlemler bile çok sayıda işçinin kansere yakalanmalarını önleyebilecek, canlarını kurtarabilecekti. Kurşunun yoğun kullanıldığı bir fabrikada bütün çalışanların ağır, kronik kurşun zehirlenmesine yakalandıkları hastane raporlarıile ortaya çıkarılmıştı...

***
Hiç unutamam, 1977 Ecevit rüzgârı ile ilk kez düzgün bir sendika lideri, Bahir Ersoy(Hoca) Çalışma Bakanı seçilmiş, ilk iş olarak kurşunla bütün işçileri zehirlenen fabrikayı yeterli sağlık önlemleri alınana kadar kapatma kararını verdirmişti. Deyimin tam anlamı ile yer yerinden oynadı. Gizli bir elle, çıkar dünyasının çarkları işletilerek,Bahir Hoca’nın partisi içinde yıpratılması seferberliği işletilmişti... Hepsi de kurşun zehirlenmesi hastalığına yakalanmış fabrika işçileri ise örgütlü oldukları Petrol-İş Sendikası’nın kapısını, işsiz kalmamak adına aşındırır olmuşlardı... Kurşunzehirlenmesinden ölüm uzak, örgütlü iyice ücret aldıkları işlerini kaybetmek yakın ve algılamaları ile büyük tehditti.. Özünde anlamlı önlemler alınmadan fabrikanın hızla yeniden açılması gerçeği bir yana, üretim içinde maliyet payını yükselten işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin algılanmaması yolunda tersine bilinç için sermaye cephesininvicdansız atakları hız kazandı...
Bu ülkede işçi haklarının, sendikal hakların zirvelerde olduğu yıllardan söz ediyoruz... Sigortalı çalışanların yarısından fazlasının sendikalarda örgütlü ve sözleşme haklarından yararlandıkları, ücretlerin tüm emeği ile geçinenler için en adil biçimde yükseltiği, emek bilincinin yükseldiği yıllar yani... Sonrası lüks anayasa, sol örgütlülük,sendikal haklar, etkin meslek örgütlenmelerine karşı dünyadan gelen küresel saldırı ile yetinilmeyerek, Türkiye’de özel provokasyonların gündeme sokulduğu, 12 Eylül’ün, bu anlamda çok etkin askeri darbenin yaratıldığı sürece geçişin sonuçları, yasaklı düzenin anayasası yasaları ile yaratılanlar, liberal açılımın mimarı Özalizm uygulamaları ile alınan sonuçlar... Sadece örgütlülük değil, ücretler, elbette çok daha ağır olarak çalışma ve yaşam koşullarında adım adım geriye püskürtülme süreçleri... Kritik dönemeçler...
En ağır sonuçların Erdoğan iktidarları yasaları ve icraatları ile yaşam gündemimize girdiğinin doğru dürüst algılaması bile yok... Çünkü medya çağında güdümlü medyanın kafaları bulandırması, yaratılmış kavram kargaşasında bireyin özgürleşmesiadına sınıf örgütlülüğü, dayanışması, hakların unutturulması, hak arama örgütlülüklerinin tümünde dibe vuruşu getirecek darbelerin yaşanması gündemde. Soma gerçeği, bu çağda böylesine ağır, ilkel koşullarda ölümüne üretiminyapılabileceğine inanmanın bile çok zor olduğu şokunu yaratmışken.. Yani evrensel sömürü düzeni, kapitalizm bile “Bu kadarı olamaz, bilim bu kadar gelişmişken, bir madende yüzyıllar öncesinin ilkelliğinde bu koşullarda üretim yapılamaz..”isyanlarındayken... Kamunun malı, İktidarlarının sorumluluğundaki işletmede, yasahileleri, pardon hüllelleri ile patron adı altında taşeronluk, onun da yazısız sayısız alt taşeronluklarının sihirli formülleri üretilmişken, böylesine kirli bir siyasi iktidar-sermaye çıkar örgütlenmesi gerçekleştirilmişken.. Aynı oyunun sayısız kat kötü, kirli kopyaları bize yutturulabilir mi?  

ŞÜKRAN SONER
Cumhuriyet