16 Ağustos 2021 Pazartesi

Kuzu, Zindaşti ve İran ajanları -Timur Soykan / BİRGÜN


 Burhan Kuzu, Zindaşti’nin serbest kalması için aradığı hakime ‘İran’la ilişkiler için iyi olacağını’ söylüyordu. Zindaşti’nin İran istihbaratıyla derin bağlantıları ortaya saçılırken Burhan Kuzu’nun bundan habersiz olması mümkün mü? Kuzu’nun İran’la derin bağları oldu mu?

Sedat Peker’in son ifşalarıyla, Cumhurbaşkanı danışmanı Burhan Kuzu’nun uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen Naci Sharifi Zindaşti’yi tahliye ettirmesi yeniden gündeme geldi. Bu olayın halen karanlıkta kalan pek çok noktası var.

Henüz aydınlatılmamış kısımda İran devletinin Türkiye’deki derin bağlantıları ve Burhan Kuzu ile kimlerin birlikte hareket ettiği sorularının yanıtları duruyor.

Peker’in son ifşalarında İran ve Burhan Kuzu bağlantılı bir suç faaliyeti daha öğrendik:

Eski İran Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin akrabası olan Roya Abidini İskenderun Limanı’na konteyner içinde çok yüksek miktarda kayıt dışı dolar getirmiş. Aliye Uzun vasıtasıyla bu olaya dahil olan Burhan Kuzu, kayıt dışı parayı limandan çıkartmak için çalışmış. Burhan KuzuSedat Peker’den Roya Abidini isimli kadını korumasını istemiş. Sedat Peker “ABD ile sıkıntı olur” diyerek kabul etmemiş ve Burhan Kuzu’ya da bu işe karışmamasını söylemiş.

Anayasa profesörü, AKP kurucusu, eski AKP milletvekili, eski TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı ve ölümüne kadar Cumhurbaşkanı Hukuk Politikaları Kurulu üyesi Burhan Kuzu, elbette ‘ABD ile sıkıntı’yı öngöremeyecek kadar saf değildi. Muhtemelen kayıt dışı milyonlarca doların İran devletinin parası olabileceğini de göz önünde bulundurmuştu.

Peki Zindaşti’nin skandal tahliyesi öncesi ve sonrasında İran devleti ile bağlantılı iddialar var mı?

Evet. Hem de nasıl…. Çok önemli dört olayı inceleyelim.

'İRAN'LA İLİŞKİLERİMİZ İÇİN...

Burhan KuzuZindaşti’yi tahliye ettirdikten sonra itirazı inceleyecek İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimi Özcan G.’yi de aramıştı. Bu sırada hapisten çıkan Zindaşti kayıplara karışmıştı ve Burhan Kuzu yeniden yakalama kararı çıkmaması için uğraşıyordu. Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) müfettişine tanık olarak ifade veren Özcan G., ifadesinde şöyle dedi: “Burhan Kuzu, Zindaşti’nin tutuksuz yargılanmasının İran ile ilişkilerimiz bakımından daha 

faydalı olduğunu söyledi.”


DERİN CİNAYETE RAĞMEN TAHLİYE

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910724-1.

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910726-1.
Saeed Karimian ve yanındaki Kuveytli arkadaşı İstanbul Maslak’ta tetikçilerin açtığı çapraz ateşle öldürüldü.


Zindaşti’nin tutuklandığı suçlamalardan biri; Gem TV’nin sahibi Saeed Karimian’ın (45) 29 Nisan 2017 akşamı İstanbul Maslak’ta öldürülmesini azmettirmekti. Saeed Karimian’ın TV kanalı uydudan İran’a yayın yapıyor ve Türk dizilerini de yayınlıyordu. Saeed Karimian’ın yakınları, “İran rejimi onu batılı yaşam tarzını topluma empoze etmekle suçluyordu. Tehdit ediliyordu” dedi. Maslak’ta beyaz bir cip ile önünü kestikten sonra ateş açanlar da siyah çarşaf giymişti. Belki de katiller sadece kimliklerini gizlemek için değil bir mesaj vermek için çarşaf giymişti. Polis, MOBESE ve HTS kayıtlarından Zindaşti’nin adamı Ali Koçak’ın cinayetten önce 10 gün Gem TV ofisi önünde keşif ve takip yaptığını belirledi. Ayrıca cinayetten dakikalar önce otomobiliyle Karimian’ın aracını sollamış ve tetikçilere hedefin kimliğini doğrulamıştı. Cinayetten sonra Zindaşti’nin eşinin adına kayıtlı telefonu aramış ve HTS kayıtlarından buluştukları tespit edilmişti.

Özetle…

Burhan Kuzu, İran rejimi ile bağlantılı bir cinayetin azmettiricisi olmakla suçlanan kişiyi serbest bıraktırmıştı.


VARDANJANİ SUİKASTI

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910727-1.
Mesut Mevlevi Vardanjani, insansız hava araçları konusunda çalışan bir mühendisti ve İran cumhurbaşkanları RafsancaniAhmedinejad ile fotoğrafları vardı.


Zindaşti, Türkiye’den kaçtıktan sonra İran gizli servisi ile bağlantılı olduğu iddia edilen bir cinayetle daha suçlandı. 14 Kasım 2019 akşamı İstanbul Şişli’de sokakta yürüyen İranlı muhalif Mesut Mevlevi Vardanjani (37) kurşun yağmuruna tutulup öldürüldü. Yanında arkadaşı Ali Esfanjani vardı ama katilden sonra o da kaçmıştı.

Vardanjani, İran’da insansız hava araçları, yapay zeka ve siber saldırı konularında çalışan bir mühendisti. İran’ın eski cumhurbaşkanları RafsancaniAhmedinejad ile birlikte fotoğrafları vardı. Türkiye’de sosyal medyadan İran rejimi karşıtı yayınlar yapıyordu. 11 Ağustos 2019’da Twitter’da Devrim Muhafızlarını kastederek şöyle yazmıştı: “Yozlaşmış mafya komutanlarının kökünü kazıyacağım. Dua edin ben bu işi yapmadan onlar beni öldürmesin.”

Vardanjani’nin öldürülmesiyle ilgili iddianamede İranlıların talebi üzerine cinayeti Zindaşti’nin organize ettiği anlatıldı. SaeedKamirian suikastının firari şüphelisi Ali Koçak’ın kardeşi Abdulvahap Koçak tetikçiydi ve yakalanmıştı. Sigorta kayıtlarında Abdulvahap Koçak, Zindaşti’nin bahçıvanı olarak görünüyordu.

Olay anında Vardanjani’nin yanında olan Ali Esfanjani’nin İran istihbaratına bilgi aktardığı ve Vardanjani’yi tuzağa çektiği öne sürüldü. Abdulvahap Koçak ile Ali Esfanjani cinayetten önce buluşmuştu.

İddianamede İranlı ajanlar da suçlandı. Tutuklu sanık olan İran İstanbul Başkonsolosluğu Nüfus İşleri Daire Başkanlığı’nda görevli Muhammed RezaNasırzade cinayetten sonra kaçması için Ali Esfanjani’ye sahte kimlik sağlamıştı. Ali Esfanjani’yi İstanbul’dan İran’a kaçıran Siyavash Abazarı Shalamzarı ise ifadesinde “Ali’yi İran’da 6-7 istihbarat görevlisi alıp hemen istihbarata götürdü” dedi.


ADAM KAÇIRIP İRAN'A GÖTÜRDÜLER

kuzu-zindasti-ve-iran-ajanlari-910728-1.
İran, Habib Chaab İran’a kaçırıldıktan sonra bu fotoğrafları paylaştı. Habib Chaab’ın liderlerinden olduğu ayrılıkçı bir Arap örgütün İran’ın Ahvaz kentindeki askeri törene silahlı saldırı düzenlediği iddia ediliyor.


İstanbul’da İranlı Habib Chaab’ın kaçırılması İran istihbaratının Zindaşti’yi kullandığına dair önemli iddialardan biri. İsveç’te yaşayan Habib Chaab, İran’da askeri törene silahlı saldırı düzenleyen ayrılıkçı Arap bir örgütün yöneticilerindendi. 9 Ekim 2020’de 100 bin Euro destek vereceğini söyleyen İranlı bir kadın ile buluşmak için İstanbul’a geldi. Bu tuzaktı. Kadınla buluşmak için bindiği minibüste bayıltıldı ve Van’a götürülüp İran’a kaçırıldı. Bu olayla ilgili iddianameyi TRT muhabiri Hamza Çiftçi haber yaptı. İddianameye göre; kaçırma olayını Zindaşti organize etmişti.

Tüm bu olaylar Zindaşti ve İran devletinin derin bağlantılarını ortaya koyuyor. İran ise bu iddiaları yalanlıyor. Peki Zindaşti’ye yardım ederken Burhan Kuzu bu derin bağlantılardan habersiz olabilir mi? Burhan Kuzu’dan İran istihbaratı yararlanmış olabilir mi?

Tabii çok önemli bir soru daha var:

Zindaşti’nin tahliyesi için Burhan Kuzu ile birlikte hareket edenler kimlerdi? Onların derin bağlantıları nerelere uzanıyor?

Burhan Kuzu bu olaylarda buzdağının sadece görünen kısmı. Acaba bir gün daha derinleri görebilecek miyiz?

Timur Soykan / BİRGÜN


AKP'nin gözdesi: Kim bu Abdülkadir Aksu? - SOL

 Ülkenin en karanlık dönemlerinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu, Maraş Katliamı başta olmak üzere ülkedeki birçok karanlık olayın aktörlerinden biri.


AKP yıllarının gözde ismi Abdülkadir Aksu, karanlık yılların mükafatını şimdilerde "çift maaşlarla" ve ihaleler ile alıyor. Son olarak köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi de, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi.

Aksu ailesine ait ASC Hukuk Bürosu, halihazırda Ziraat ve Vakıfbank’daki icra takip işlerine bakıyordu. 

Maraş Katliamı'nın ardından yükseldi 

Ülke yönetiminde yer alan birçok ismin yolunun da geçtiği Komünizmle Mücadele Derneği ve Milli Türk Talebe Birliği yolundan Aksu da geçti. Gençlik yıllarında bu anti-komünist derneklerde yetişti. 

Maraş Katliamı başta olmak üzere birçok karanlık olayın aktörlerinden olan ve ülkemizin en karanlık dönemlerinin İçişleri Bakanı olan Abdülkadir Aksu, katliamdan önce Vali Vekili olarak Maraş'ta bulunurken, katliam başlamadan kısa süre önce Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı olarak merkeze çekilmişti. 

12 Eylül faşizminin üzerinden 5 yıl geçtikten sonra 1985'te yılın bürokratı seçilmişti. 

İşkence, gözaltı, siyasi cinayetler

Aksu'nun, ANAP'tan milletvekili olarak İçişleri Bakanlığı görevini sürdürdüğü 1989-1991 yılları arasında 36 kişi işkence sonucu öldü, yüzlerce dernek basıldı ve binlerce kişi gözaltında işkence gördü. 

Aksu’nun içişleri bakanı olduğu yıllarda gerçekleşen siyasi cinayetlerden bazıları: 31 Ocak 1990 Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu Prof. Dr. Muammer Aksoy’un öldürülmesi, Mart ayında Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’in saldırıya uğraması, 6 Eylül’de yazar Turan Dursun’un ve 6 Ekim’de de Prof. Dr. Bahriye Üçok’un katledilmesi.

Aksu sadece siyasi cinayetlerle de anılmıyordu. AKP çevresince ‘‘talihsiz veya kötü olay’’ olarak adlandırılan işkence ve cinayetlerden bazıları: 

  • 1989 Ocak ayında, Cizre'nin Yeşilyurt köyüne baskın düzenleyen askeri birliklerin komutanının köylülere dayak atıp dışkı yedirmesi konusunda görüşleri sorulan dönemin İçişleri Bakanı Aksu, "olacak o kadar" yanıtını vermişti. 
  • 1991 yılı Ocak ayında Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü’nde gözaltına alınan Birtan Altınbaş, Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şubesi’ndeki sorgusunun ardından 15 Ocak 1991’de komaya girerek götürüldüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. Tanıklar mahkemede Altınbaş’ın işkence gördüğünü açıklarken, Abdülkadir Aksu, “kendi kendini öldürmüş” dedi.
  • Aksu'nun işkence sonucu öldürülen ancak cenazesine ulaşılamayan Cemil Kırbayır'ı yakalayan polislere, ikişer maaş ikramiye verdiği ortaya çıkmıştı. Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Ana, kayıp ailelerin sembol ismi olmuştu. “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek” diyen Berfo Ana, bunu göremeden 21 Şubat 2013 tarihinde 105 yaşında yaşamını yitirmişti.
  • Dönemin Kars milletvekili Mahmut Alınak’ın, Gülay Beceren’in felç bırakılmasıyla ilgili önergesindeki soruların kibirli bir üslupla yanıt veren Abdülkadir Aksu, suçlamaları inkar ederken bile açık verip ‘‘beyaz minibüsün’’ Emniyet Trafik Şube’ye ait olduğunu itiraf etmişti. 
  • Aksu'nun ilk bakanlık döneminde çocuklarda ‘‘nasibini’’ almış, bir çok çocuk işkenceye maruz kalmıştı. Aksu bu iddiaları da reddederken, Gaziantep Cezaevi’nde sürekli dayak ve kötü muameleden yakınan çocuklar, inceleme gezisi için orada bulunan Adalet Bakanı Oltan Sungurlu’ya dayak yedikleri sopayı hediye etmişlerdi. 
  • TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda ifade veren ve Kenan Evren'e, "Alevi-Kızılbaş katliamını başlatan benim" diye mektup yazdığı ileri sürülen dönemin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki, Aksu’yu yardımcısı yaptığını söylemişti. 

Eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun adının da anıldığı, Malatya Milletvekili Veli Ağbaba'nın okuduğu 12 Şubat 1980 tarihli mektup şöyle:

"Beni Emniyet Genel Müdürü yapan Başbakan Süleyman Demirel değildir. Ben, beni keşfeden Amerikan Hükümeti'nin Ankara temsilcilerince tavsiye üzerine bu göreve atandım. Türkiye'de ilk defa resmi olarak Alevi-Kızılbaş 'Soykırımı'nı başlatan (devlet adına) benim. 1976 yılının Ocak ayında, Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya İl Merkezi'ndeki 40 bin Alevi-Kızılbaş'a kan kusturdum. Yavuz Sultan Selim'den sonra, en büyük Alevi-Kızılbaş düşmanı benim. Bunu ispat ettim ve ispat etmekte de devam edeceğim. Ben Beylerderesi olayları sırasında yanımda Malatya İl Jandarma Komutanı Albay olduğu halde, 'Malatya'daki tüm Alevi-Kızılbaş köylerini ortadan kaldırmalı' dedim. Benim bu sözlerimi Mayıs 1976 tarihli 'Halkın Kurtuluşu' adlı dergi apaçık yazdı. Şu anda Emniyet Genel Müdürüyüm. 1976 yılında ben Malatya'da Vali iken, Malatya Emniyet Müdürü olan (ki en az o da benim kadar Alevi-Kızılbaş kasabıdır) Abdülkadir Aksu'yu benim yardımcım yaptım. Ankara'da Alevi-Kızılbaşların oturduğu 'Kurtarılmış Bölge' adlı semtlere kan kusturan Reşat Akkaya'yı Ankara Emniyet Müdürü yapan benim. Sıkıyönetim Komutanının emriyle görevinden alındı. Zannedilmesin ki pasifize oldu. Bölgede kalarak gerçek Ankara Emniyet Müdürü yine o olacaktır. Beni hiçbir kuvvet yerimden söküp atamaz. Ne Başbakan ne de Cumhurbaşkanı ne de bir başkası. 1981 yılı seçimlerinde AP'den Malatya Milletvekili adayıyım. Beni silah kaçakçılığı ile suçlayanlara şunu söylemek isterim ki: Ben Bulgaristan üzerinden gelen Komünist silahlarla Alevi kasaplığını yürütmüş adamım."

Aksu'nun dönüşü

22 Temmuz seçimleri sonrasında kabine dışında bırakılan Aksu, yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Dengir Mir Mehmet Fırat'ın yerine getirilmişti. 

Aksu'nun AKP döneminde, İçişleri Bakanlığı’nda iken, Emniyet ve Jandarma içinde Fethullahçı kadrolaşma operasyonun başında olduğu, kontrgerillanın yeniden yapılandırılması sürecinin merkezinde yer aldığı iddiaları da gündemden hiç düşmedi.

Aksu'nun AKP iktidarı ile birlikte tekrar İçişleri Bakanlığı'na gelmesinin ardından yine birçok karanlık olay yaşandı:

18 Aralık 2002 tarihinde Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu evinin önünde öldürüldü. Aradan bir yıl geçmeden İstanbul bombalarla sarsıldı. beş gün arayla önce iki sinagog ardından da HSBC Bankası’na bombalı saldırı düzenlendi. Saldırıda çok sayıda kişi öldü veya yaralandı.

2006'da önce Trabzon’daki Santa Maria Kilisesi’nin İtalyan Rahibi Andrea Santoro öldürüldü. 17 Mayıs’ta Danıştay 12. Dairesi’ne düzenlenen silahlı saldırıda Yargıç Mustafa Yücel Özbilgin hayatını kaybetti. Son olarak da Ermeni asıllı gazeteci yazar Hrant Dink suikasta kurban gitti.

Aksu'nun görevde bulunduğu dönem boyunca tekrarda onlarca insan için gözaltındayken "kendini öldürdü", "camdan atladı", "kaçarken düşüp yaralandı" açıklaması yapılmıştı. 

Aksu'nun uyuşturucu kaçakçılarıyla bağlantısı iddiaları

Daha önce, Kürt sorununda çözüm için “tespihlilerin sayısının artırılması gerektiğini” savunan ve bu şekilde Hizbullah terörüne ön ayak olan ve polis teşkilatındaki tarikatçı örgütlenmenin mimarlarından olan Aksu'nun uyuşturucu kaçakçıları ile de bağlantısı olduğu sık sık dile getirilmişti. 

Erdoğan'ın Meclis'te Kürt sorunu hakkındaki yaptığı açılımla konuşma sırasında "gözyaşlarını tutamayan" Aksu,  "Bu ülkenin insanından daha çok demokrasi esirgenmemelidir" demişti. 

29 Kasım 2010 tarihinde WikiLeaks tarafından açıklanan "05ANKARA3199" adlı, gizli ibaresi bulunan ve 6 Ağustos 2005 tarihli belgeye göre kendisinin eroin kaçakçısı, ‘‘genç kızlara düşkün olduğu’’ ve oğlunun mafya lideri olduğu iddia edilmişti.

Vakıfbank, Ziraat, Halk Bankası...

Abdülkadir Aksu, 26 Mart 2019 tarihinde Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanlığına getirilmişti. 26 Mart 2021 tarihinde de bu görevden alınmasına rağmen bağımsız üye olarak Vakıfbank Yönetim Kurulundaki görevine halen devam ediyor. Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun kurucu ortağı olduğu ASC Hukuk Bürosu ise Vakıfbank’ın icra dosyası takibi işlerini yürütüyor. Aynı zamanda Halk ve Ziraat bankalarının da icra dosyalarının takibini yapıyor. Son olarak köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi de, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Aksu ailesi spora çöktü

Türkiye Voleybol Federasyonu’nun (TVF) Asbaşkanı Ahmet Göksu, eski İçişleri Bakanı, şimdilerde ise VakıfBank’ın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı üstlenen Abdülkadir Aksu’nun halasının oğlu ve kayın biraderi. Uzun yıllardır TVF’nin yönetim kurulunda yer alan ve bir dönem Diyarbakırspor’un da başkanlığını yapan Göksu, "2 erkek 4 kız kardeşiz. 3 ablamın eşi de bakanlık ve milletvekilliği yaptı. Abdülkadir Aksu hala çocuğum ve eniştem olur, ayrıca Tevfik Ensari ve Esat Kemaler de diğer eniştelerim" demişti.

Yönetim kurulunda eski ve aktif bakanların kardeşleri cirit attığı Türkiye Atletizm Federasyonu’nun (TAF) yönetim kurulunda da Ali Aksu bulunuyor. 

Şeker fabrikalarını sattılar 

Türkşeker Genel Müdürü Azmi Aksu, Abdülkadir Aksu'nun öz kardeşi. Azmi Aksu, Türkiye'nin şeker politikalarını belirlemekle görevli olan Özerk Şeker Kurulu'nun başkanlığını yapıyor. 

Türkşeker'in elinde bulunan 25 şeker fabrikası ilk başta topluca satılmaya çalışılmış, bu girişim Danıştay'dan dönünce kuruma ait fabrikalar ‘‘verimsizlik’’ nedeniyle’’ parça parça satılmıştı. 

Azmi Aksu, verimsizlik nedeniyle kapatılması gerektiğini ifade ederek şunları söylemişti:  

"Bizim 25 fabrikamızdan 13'ünü kapatsak, 12'sinde daha verimli, daha az maliyetle aynı şekeri üretiriz. Türkşeker'in bugüne kadar üstlendiği sosyal sorumluluğu, dünya ve Türkiye'de yaşanan rekabet ortamında artık sürdürmesinin mümkün  değil.’’

(SOL)

                                                              ***

Çift maaşlı bakan Abdülkadir Aksu’ya bir ihale daha.(SOL)

Köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve 'çift maaşlı bakanlar'dan İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Köprülerden kaçak geçenlerin icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve ‘‘çift maaşlı bakanlar’’dan İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğluna verildi. 

Sözcü’den Başak Kaya’nın haberine göre CHP’li Murat Emir, eski avukat Aksu’nun kurucusu olduğu ASC Hukuk bürosuna verilen icra dosyaları konusunu TBMM gündemine taşıdı ve Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü’ndeki kaçak geçiş dosyalarının icra takibi, Vakıfbank Yönetim Kurulu üyesi ve İçişleri eski Bakanı Abdülkadir Aksu’nun oğlu Murat Aksu’ya verildi. CHP Ankara Milletvekili Murat Emir, “Her taşın altından AKP’lilerin yakınları çıkıyor” dedi. Daha önce de Ankara-Niğde otoyolu, Başkent Doğalgaz, TURKCELL İletişim, Boğaziçi Elektrik ve TTNET şirketlerinin icra dosyalarının, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın avukat oğlu Ahmet Nuri Elvan’a verildiği ortaya çıkmıştı.

Emir, konuya ilişkin Aksu’nun birçok bankanın icra takip işlerini yürüttüğünü ifade ederek şunları söyledi:

“Eski Bakan Abdülkadir Aksu, 26 Mart 2019 tarihinde Vakıfbank Yönetim Kurulu Başkanlığına getirildi ve 26 Mart 2021 tarihinde de bu görevden alındı. Ancak bağımsız üye olarak Vakıfbank Yönetim Kurulundaki görevine devam ediyor. Aksu’nun oğlu Murat Aksu’nun kurucu ortağı olduğu ASC Hukuk Bürosu ise Vakıfbank’ın icra dosyası takibi işlerini yürütüyor. Aynı zamanda Halk ve Ziraat bankalarının da icra dosyalarının takibini yapıyor.”

Emir, ASC Hukuk Bürosu’nun şimdi de Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Çevre Otoyolu İşletmesi (ICA) tarafından işletilen 3. Köprü ve Kuzey Çevre Otoyolu’ndaki kaçak geçişlerin icra takip işlerini aldığını belirterek, “Bu durum, kamuda hemen her gün bir yenisine rastladığımız bakan yakınlarının siyasi ilişkilerini kullanarak etik dışı şekilde kamudan iş alması olarak karşımıza çıkıyor. Kamu bankalarının sağladığı kredi ile inşa edilen bir köprü ile otoyolun icra dosyalarının takip işlerinin oğlu tarafından yapılıyor olması, siyasi etikle bağdaşmaz” ifadelerini kullandı.

(SOL)


15 Ağustos 2021 Pazar

Cennet ve cehennem yurdum! - Işıl Özgentürk / CUMHURİYET


 Datça’da bir cennetteyim. Yaka köyünün eteklerinde, dağlara sırtını vermiş UKKSA’da (Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi). Akademinin sadece dağdan esen rüzgârı değil, her karışı baştan çıkarıcı etkinliklere gebe. Seramik atölyesi, heykel atölyesi, baskı atölyesi, resim atölyesi, seç seçebildiğini; sonra al eline fırçayı resmini boya, al eline hamuru küçük bir kedi heykeli yap ya da baskı atölyesinde balıkların takla attığı, mercan kayalıklarında bir denizatı olarak dolaş. Ya da elinden hiçbir şey gelmiyorsa, bahçedeki heykellerle konuş, almasan da kendin için bir resim seç.

Cennetteyim dedim ya, benim de cennetim öyle. Her yanından sanat tanrısının göz kırptığı bir yer. Bu arada seramik bir vazo yapıverdim, bir de denizleri evime getiren bir harika taş baskı bir yatak örtüsü.

Burada olmamın bir nedeni var: Nevzat Metin ve Emine Özkarslıoğlu’nun 2010 yılından bu yana oluşturdukları bu cennette ağustosun altısında büyük bir açılış vardı; ülkemizde ve dünyanın her yerinde, yeryüzü aşkın yüzü olması için mücadele eden pek çok muhalif insana onur ödülü verilecekti, ardından iki gün edebiyat masaya yatırılacak ve 12’de Can Yücel’in 22. ölüm yılı nedeniyle sadece Can Yücel konuşulacak ve ardından ben kısa film atölyesi yapacaktım. Ama bölgeyi esir alan yangınlar nedeniyle açılış ve edebiyat paneli iptal edildi ama yakından gelenler, Zeynep Oral, ben, Tuğrul Keskin, Aydın Şimşek, Güzel Yücel önce mezara ardından akademiye gelen Can Yücel dostlarıyla sadece ve sadece Can Yücel’i ve onun bizleri şaşırtma gücünü dile getirdik. Cennet bir kez daha kahkahalarla, dansla ve şiirle şenlendi.

Cennet: UKKSA’da (Uluslararası Knidos Kültür Sanat Akademisi) kadın tanrıçalar sizi karşılar.

Harika değil mi? Yazımın başında söyledim cennet ve cehennem yurdum. Cehennem de bize uzak değil, bir adım sonra cehennem başlıyor ama bu cehennem bizim, insanoğlunun yarattığı bir cehennem. Cennetin masmavi rengi birden sapsarı bir renge bürünüyor, güneş bulanıklaşıyor, Gümüşlük’te yangın var. Hemen telefona sarılıp Gümüşlük’teki arkadaşlarımı arıyorum. Yangın birinin yanı başında, şaşkın, ne yapacağını bilemiyor, bir diğeri gözyaşları içinde, “Benim buralar taş toprak” diyor, “Yangın ağaçları sever. Telaşlanma!” 

Bu gecenin tadı tuzu yok, cennet bile acıyı hissetmiş gibi. Derin bir sessizlik. Börtü böcek yas tutuyoruz. Ve sabahleyin telefonlarımıza düşen bir haber: Kastamonu’nun Bozkurt ilçesi yok olmuş. Su önüne ne kattıysa sürüklemiş. Öyle deli bir su! Ama suyun hiçbir kabahati yok. Ezine Çayı üstüne yapılan HES dolup taşmış ve yatağı 400 metreden 15 metreye indirilen çay köpürerek yatağında yapılan yıkılmaz denilen evleri, yolları dolduran arabaları ve en kötüsü de ne olduğunu bilemeden bekleyen insanları denize sürüklemiş.

Cennette cehennemi hissetmek korkunç bir şey. Anılar hiç durmadan kendilerini anımsatıyor. Yıllar önce HES yapılmasına karşı çıkan bir avuç bölge insanıyla bu HES’lerin oralara gitmiştim, henüz yapım aşamasındaydı ve yapılmasına karşı çıkanlara bölge halkı çok fena kızıyordu. Çünkü şu yalana inanmışlardı: “HES yapılacak gençleriniz artık büyük kentlerde iş aramayacak, işi ayaklarına getiriyoruz!” Şimdi biraz HES’leri tarif etmem gerek, bir derenin üstüne küçük bir baraj gölü yapılıyor ve su buradan vallahi de billahi de köy değirmenlerinden biraz hallice bir değirmeni çeviriyor ve elektrik oluyor. Bütün bölge HES yapılsa bile oluşacak elektrik anca bir kenti aydınlatabilir. Ama bu HES’ler için teşvikler çıktı, devlet üretilen elektriği alacağını söyleyip sözleşme yaptı. Sonra ne oldu, yolu yatağı değiştirilen sular azaldı, öyleyse kuruyan bölgelere ev yapalım dediler, sekiz kata kadar imar izni verildi. Karadeniz dere yataklarına kurulmuş apartmanlarla doldu. Sonra ne oldu, bir şiddetli yağmur yağdı, HES gölü doldu ve kapaklar açıldı. Peki, bir HES’te kaç kişi çalışmaya başladı? En fazla dört!

O zamanlar bir avuç insan “Yapmayın, etmeyin!” dedi ve jandarma tarafından coplandı, olmadı, biber gazıyla nefesleri kesildi, tazyikli suyla yerlere yapıştırıldılar. Karadeniz’in Amazon kadınları, torunları yaşındaki jandarma erine “vurma vurma” diye bağırdı, torun yaşındaki jandarma eri onlara acımadı ve Karadeniz HES’lerle yok edildi, bir de o hiç durmadan çöken ünlü Karadeniz karayoluyla. Ben HES’leri olmasın diye tek öküzünü satıp dava açan Karadenizlileri de gördüm. Küçük çocukların jandarmaya su attığını da. Ve Metin (Lokumcu) Hoca “Yapmayın!” diye haykırırken yüzüne doğru fırlatılan bir biber gazı fişeğiyle yere düştü ve kalp krizinden öldü. Bunları da gördüm.

Cennet ve cehennem! İşte böyle ama bu ülke cehennemi bile cennete dönüştüren muhteşem insanların yaşadığı bir yurt. Artık kanmıyor, artık sessiz değil ve en önemlisi artık korku duvarı aşıldı.

Not: Hiçbir şey yarım kalmaz. UKKSA’da bu ayın 28’inde açılış, ardından edebiyat paneli ve ardından Işıl Özgentürk Kısa Film Atölyesi başlayacak. Benden söylemesi. 

Işıl Özgentürk / CUMHURİYET  


Doğayı değil parayı seviyorlar: Av komisyonu ve av turizmi firmalarının kıskacındaki hayvanlar - PELİN SAYILGAN / SOL

 'Biz avcılığa karşı çıktığımızda Bakanlık buradan elde ettiği gelirleri önümüze karşı argüman olarak koyuyor.'

Merkez Av Komisyonu kararları geçtiğimiz çarşamba Resmî Gazete’de yayımlandı.

Peki, bu kararlar ne anlama geliyor, nasıl değişikliler yaşandı, hangi kararlar olumlu olarak değerlendirilirken, şerh düşülen kararlar neydi?

İşte hem MAK'ın işlevi hem de düzenlemeye ilişkin uzmanların değerlendirmeleri...

MAK'ın işlevi ne?

Merkez Av Komisyonu (MAK), yararlanıcı kuruluş temsilcilerinin kararlarda yer aldığı ulusal mevzuatta yer alan en eski komisyonlardan birisi. MAK, her yıl en geç mayıs ayı sonuna kadar toplanarak il ve ilçe av komisyonlarınca alınan kararları da değerlendirerek av yılı süresince uygulanmak üzere; korunacak av hayvanlarını (avı yasaklanan yaban hayvanlarını), avlanmasına izin verilecek av hayvanlarını ve bunların avlanma miktarlarını, avlanma zamanlarını ve avlanma günlerini, yasaklanan avlanma araç ve gereçlerini, yasaklanan avlanma sahalarını, mücadele maksatlı (kişilerin kendilerini ve tarlalarını veya sürülerini korumak amacıyla) avlanma esas ve usullerini belirler.

13 Mayıs 1937 tarih ve 3603 sayılı Kara Avcılığı Kanunu Madde 16 ile 6 kişiden oluşan Komisyon, 1/7/2003 tarihindeki değişiklikle 1 bilim insanı ve 1 STK temsilcisine yer verirken geçtiğimiz yıllarda doğa koruma derneklerinin yaptığı kampanyalar ve yoğun baskısı sonucu, Kara Avcılığı Kanunu’nda yapılan 28/10/2020 tarihli değişiklik ile Tarım ve Orman Bakanı veya Bakan Yardımcısının başkanlığında; DKMP Genel Müdürlüğünden 3 (Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı ve ilgili Daire Başkanı), Tarım Orman Bakanlığının diğer birimlerinden 2 (bitki uzmanı ve veteriner), Jandarma Genel Komutanlığından 1, Orman Genel Müdürlüğünden 1, Spor Hizmetleri Genel Müdürlüğünden 1, dokuz coğrafi bölgeyi temsilen 9 avcı temsilcisi, 1 özel avlak veya örnek avlak temsilcisi, 2 Bilim insanı (orman fakültelerinden 1, biyoloji bölümlerinden 1) ve doğa koruma alanında faaliyet gösteren STK’leri temsilen 4 olmak üzere toplam 25 kişiden oluşuyor.

En son 30 Haziran 2021 tarihli MAK toplantısına sivil toplum kuruluşlarını temsilen Doğal Hayatı Koruma Vakfından Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, Niğde Çevre Kültür ve Eğitim Derneğinden Prof. Dr. Ahmet Karataş, NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneğinden Dr. Yasin İlemin ile Doğa Araştırmaları Derneğinden Osman Erdem; bilim insanlarını temsilen Prof. Dr. Mustafa Sözen ve Dr. Yasin Ünal katıldı.

Doğa Araştırma Derneği Başkanı Osman Erdem ve Prof. Dr. Ahmet Karataş’tan aldığımız bilgilere göre, toplantıda, avı yapılacak türler, avlanma süreleri ve avlanma günleri, illere göre avlanması yasaklanan türler, avlanma limitleri, koruma altına alınan av hayvanları, Merkez Av Komisyonunca avlanmasına izin verilen av hayvanları, Merkez Av Komisyonunca avlanmanın yasaklandığı genel ve devlet avlakları ile sahalar, yasaklanan avlanma araç ve gereçleri, yasak avlanma usulleri, avlanmada kullanılması ve bulundurulması yasaklanan araçlar, gereçler ve özellikleri ile avlanma esasları görüşüldü.

Kaya sansarının Türkiye genelinde avı yasaklandı

Bazı küçük değişikliklerin dışında geçtiğimiz av döneminde (2020-2021 av dönemi) alınan kararların tamamı aynı şekilde kabul edilmesine rağmen, toplantı STK ve bilim insanlarının Komisyondaki ağırlığının artmasıyla doğa lehine olumlu gelişmelere sahne oldu.

Bu gelişmelerin en önemlilerinden biri, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve bilim insanlarının ısrarları sonucu kaya sansarının Türkiye genelinde avının yasaklanmasıydı.

Bunun yanında, avcı temsilcilerinin av günü sayısının üç gün olmasını, ancak her avcının cuma günü hariç altı gün içerisinden av yapacağı bu üç günü kendisinin belirlemesini talep etmelerine karşın, bu talep, STK ve Bakanlık temsilcilerinin karşı çıkmalarıyla reddedildi.

Muğla’da çakal avı yasaklandı

Çoğunluğunu avcıların teşkil ettiği Komisyonda, çakal, tilki ve sansar gibi etçil türlerin besin zinciri içerisinde çok önemli rolleri olduğu; avlanarak bunların sayılarının azalması ile başta domuz olmak üzere tarım zararlısı pek çok kemirgen ve böcek türünün sayısının arttığı ve doğada dengenin bozulduğu bilim insanları tarafından belirtilmesine rağmen bu türlerin “avı yasak türler” kapsamına alınması kabul edilmedi. Bu konudaki tek kazanım, Dr. Yasin İlemin’in Muğla’da yaptığı çakal araştırması sonuçlarını açıklaması ve bu bölgedeki çakal nüfusunun oldukça azaldığı yönündeki ısrarı üzerine sadece Muğla ilinde çakal avının yasaklanmasına karar verilmesi oldu.

Üveyik ve elmabaş talepleri reddedildi

Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem; sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve bilim insanları tarafından yaklaşık üç yıl önce sayıları hızla azaldığı için Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından hassas (VU) tür olarak değerlendirilen üveyik ve elmabaş ördek türünün Avrupa ülkelerindeki avlanma durumları hakkında Komisyona bilgi verildiğini ve her iki türün avının ülkemizde de yasaklanmasının talep edildiğini ancak bu taleplerinin avcılar tarafından her iki türün nüfusunun ülkemizde azalmadığı gerekçesiyle; Bakanlık tarafından ise elmabaş patka için Bakanlık adına yürütülen Tür Eylem Planları Projesi kapsamında araştırma yapıldığı, üveyik kuşuyla ilgili ise araştırmalar tamamlandıktan sonra değerlendirilme yapılması gerekçesiyle kabul edilmediğini belirtiyor.

Türkiye dışında 4 ülkede avlanıyor

Son yıllarda ülkemizde de doğa koruma derneklerinin kampanya gündemlerine aldığı üveyik kuşunun Türkiye dışında sadece 4 ülkede avlandığının belirtildiği toplantıda, araştırmalar tamamlanıncaya kadar tedbiren üveyik avlanmasının yapılmaması konusunda ısrarcı olan bilim insanlarının talepleri ise avcı temsilcileri ve Bakanlık oyları ile reddedildi.

‘Bu tür alanların muhakkak ava kapatılması lazım’

Ardıç kuşlarının avının yasaklanması için de bir talepleri olduğunu fakat belirli illerin dışında çok fazla kabul görmediğini belirten Erdem, 150 hektarın altındaki sulak alanlarda avcılık yapılmamasına dair ilgili listeyi Bakanlığa sunmak suretiyle bir öneri getirdiklerini, önerilerinin, alanların sınırlarının belli olmadığı gerekçesiyle Bakanlık tarafından reddedildiğini ve avcıların da bu konuda Bakanlığa destek verdiğini, bununla birlikte, toplantı sonrası Bakanlık yetkileriyle yapılan görüşmede Genel Müdür Yardımcısının il müdürlüklerince sınırların belirlenmesini takiben 2022-2023 MAK toplantısında bu konunun görüşülebileceğini belirttiğini ifade ediyor ve önerilerinin gerekçesini şöyle açıklıyor: “Özellikle kışın hayvanlar daha fazla enerji tüketirler ama besin bulmaları çok daha zordur. O küçük alanlarda avcı girdiği zaman, silah atıldığı zaman hayvanlar kalkıyor, uzaklaşmaya çalışıyor ama küçük alan olduğu için konabileceği yer yok. Büyük alanda silah atıldığı zaman hayvan kalkıp çok daha uzak yerlere konabiliyor. Fakat küçük alanda, kalkıyor, habitatı olmayan, yaşaması için hiç uygun olmayan yere konmak zorunda kalıyor. Bu durum da besin bulmakta zorluk çeken ve çok enerji tüketen hayvanın ölümüne neden olabiliyor. Bu tür alanların muhakkak ava kapatılması lazım.”

Şerh düşülen 5 karar

Yine, STK temsilcilerinin salı günlerinin domuz dâhil tümden ava kapanmasını önermesine karşılık, Tarım ve Orman Bakanlığı temsilcisi salı günleri avın devam etmesi yönünde görüş bildirmiş, Doğa Koruma Genel Müdürlüğü yetkilileri ve avcılar destek verince STK’lerin önerisi reddedilmişti. Avlanma konusunda sınır tanımak istemeyen avcı temsilcileri bunun üzerine salı günleri domuz avı ile birlikte kuş avının da serbest bırakılmasını talep etmişler, ancak bu talep Komisyon tarafından kabul edilmemişti.

Sivil toplum kuruluş temsilcileri (Prof. Dr. Ahmet Karataş, Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, Dr. Yasin İlemin ve Osman Erdem) ile Prof. Dr. Mustafa Sözen’in katılmadıklarını belirttikleri ve şerh koydukları kararlar ise şöyle:

1. Artvin, Afyon ve Karabük’te kınalı keklik avının açılması,

2. Rize’de tavşan avının açılması,

3. Salı gününün domuz avına açılması,

4. III. Grup kuşların avının 06 Mart 2022 tarihinde kapanması (Şubat sonunda kapanması talep edilmişti)

5. IUCN tarafından tehlike (Hassas tür-VU) kategorisinde değerlendirilen üveyik ve elmabaş ördeğin avlanması.

STK’ler olmasaydı bugün çıkan kararların yaban hayatının çok daha aleyhine olacağını belirten Erdem, IUCN (Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği) hakkında ise şunları söyledi: “IUCN genelde tarafı olmak zorunda olduğumuz bir uluslararası sözleşme olarak algılanıyor, oysaki IUCN bağımsız bir kuruluş. STK’ler üye olabiliyor, bilim kuruluşları üye olabiliyor; bünyesinde binlerce uzman var. Dünya genelinde türlerin durumunu değerlendiriyor ve bir türün durumunu ortaya koyuyor; ‘A türünün nesli kritik durumda, tehlikede, hassas, endişe edecek durum yoktur’ gibi. IUCN bu bilgiyi yapar, yayar, hükûmetler, STK’ler, bilim kuruluşları bunu dikkate alır. Doğa koruma alanında otorite olan bu kuruluşa dünyanın her yerinden binlerce bilim insanı bilgi taşıyor ve bünyesinde binlerce insan çalışıyor. Bizler de güvenilir bir kuruluş olduğu için ‘şu tür küresel ölçekte kritik düzeyde tehlikededir.’ diyebiliyoruz.”

MAK bünyesindeki bilim insanı ve STK sayısının artırılması yönündeki değişikliği olumlu bir gelişme olarak değerlendiren Osman Erdem sivil toplum temsilcilerine de çağrıda bulundu: “Özellikle MAK yapısındaki değişiklik, 4 tane STK’nin oraya katılması gelecek yıllarda çok daha etkili olacak. Kara avcılığıyla ilgili kararlar ilçelerden başlıyor, ilçe av komisyonları var, illerin tamamında il av komisyonları var. Bu kararlar toplanıp MAK’a iletiliyor. STK’lerin ve bilim insanlarının il, ilçe av komisyonlarını önemsemeleri ve buradaki toplantılara katılarak kararları daha başlangıç noktasından etkilemeleri MAK’ın daha sağlıklı kararlar almasını sağlayacaktır. Merkezdeki bir günlük toplantıya katılmak veya sosyal medya kampanyaları yapmak yeterli değil. Avcılar bütün il, ilçe komisyonlarına üçer kişilik temsilcilerle katılıyor, oysaki doğa koruma derneklerini bu toplantılarda görmek pek mümkün olmuyor. Kara Avcılığı Kanunu STK’lere böyle bir hak tanımış, STK’lerin il ve ilçe komisyonlarına katılma ve oy hakkı var. Bu kararları gün sonunda ilçe ile, il Merkez Av Komisyonuna bildiriyor. Bu kararların yaban hayatı lehine alınması için çaba sarf eden STK’lerin ilçe ve illerde bu süreçlere katılmasının çok yararlı olacağını düşünüyorum. Doğa Araştırmaları Derneğinin bu konuda eğitim programları var. Biz bu konuda sivil toplum kuruluşlarına, hayvan hakları savunucularına her türlü desteği sunmaya hazırız. Kendilerine çağrımız, bulundukları illerin fakülteleriyle ve konunun uzmanlarıyla iletişime geçmeleri ve bilim insanlarının desteği ile bu karar alma süreçlerinde daha aktif rol oynamaları.”

Çalışmalara şimdiden başlanmalı

2022 yılı mayıs ayında yapılacak MAK toplantısı çalışmalarına ara vermeden hemen başlanılması, bunun için MAK’a katılacak STK’ler ve bilim insanlarının bir araya gelmesi, 2022-2023 Av Dönemi MAK toplantısı için hedefler belirlenmesi ve bu hedeflere yönelik çalışmaların (araştırma-izleme, lobi, kampanya vb.) planlanması gerektiğine değinen Erdem sözlerine şöyle devam etti: “Örneğin, KOSK sayımlarında olduğu üzere Türkiye’deki kuş gözlemcileri ve araştırmacılar organize edilerek Türkiye genelinde üveyik nüfusunun tespitine yönelik bir çalışma yapılabilir. 150 hektarın altındaki sulak alanların ava kapatılmasına yönelik sınırların belirlenmesi ve MAK’a önerilmesi için Bakanlık nezdinde girişimde bulunulabilir. Hatta bu konuda (veya başka konularda da olabilir) avcı temsilcileriyle görüşmeler yapılarak ikna edilebilirler. Ardıç kuşları ile çakal, tilki ve sansar gibi etçil türlerin avının yasaklanması için şimdiden çalışmalar başlatılabilir.”

‘Biz avcılığa karşı çıktığımızda Bakanlık buradan elde ettiği gelirleri önümüze karşı argüman olarak koyuyor’

Prof. Dr. Ahmet Karataş ise geçtiğimiz sene yoğun tepki çeken yaban keçilerinin yabancı misafirlere av olarak sunulması konusunda şunları söyledi: “Yaban keçisi gibi hayvanların avlatılması paralı av, o Merkez Av Komisyonunun gündeminde değil; ayı, domuz gibi parayla avlatılan hayvanlar için Genel Müdürlük kendisi ihaleye çıkıyor. Biz avcılığa karşı çıktığımızda Bakanlık buradan elde ettiği gelirleri önümüze karşı argüman olarak koyuyor. Oysaki geçen sene avdan elde edilen gelir Bakanlık web sayfasındaki verilere göre sadece 32 milyon lira gibi düşük bir meblağ, bu para devlet için hiçbir şey. Yaban keçisi 10-15 bin liraya satılıyordu. Üstelik av turizmi firmaları bunları devletten 10-15 bin liraya alıyorsa 150 bin liraya satıp büyük kârlar elde ediyor yani devletin kasasına giren dişe dokunur bir gelir de yok ortada. Av turizmine konu olan yaban keçisi, geyik, Anadolu yaban koyunu, ceylan, ayı gibi 950 ila 1.000 arası hayvan var ve bu kadar hayvanın devlete getirisi 32 milyon lira. Kaçak avcılara kesilen ceza ise 120 milyon lira civarında. Bu meblağ, avcılıktan elde edilen gelirin katbekat üstünde. Yine, Türkiye genelinde Milli Parklar çalışanlarının sayısı 700’ün az üzerinde ve il başına ortalama 9 kişi düşüyor. Bu kadar sınırlı sayıda görevlinin denetim görevlerini layıkıyla yapabilmesi mümkün değil. Denetimlerin ve cezaların artırılması ve avcılığın yasaklanması gerekir fakat avcı kesiminin hükûmet üzerindeki baskısının çok fazla olduğu görülüyor.”

‘Bu dönem içerisinde kesinlikle av yapılmamalı’

Yangın bölgelerinden Antalya ve Muğla’ya av yasağı getirilmesini olumlu bir gelişme olarak değerlendiren Karataş, “Belki bazı kuşlar uzaklaşabiliyor, memeliler kaçıp uzaklaşıyor ama gittikleri yerde hem besin açısından hem yuvalanma açısından yeni bir rekabet ortamı oluşuyor. En azından bu yanan yerlerin bu canlıların beslenmesine veya orada barınmasına imkân verecek şekilde kendini toparlaması gerekiyor. Bu dönem içerisinde kesinlikle av yapılmamalı. Zaten Bakanlık da bu av dönemi için öyle bir karar aldı, bu olumlu bir karar. Bu kararın en az beş yıla yayılması lazım.” dedi.

Merkez Av Komisyonunun yapısının STK’ler lehine değiştirilmesi ile önümüzdeki av sezonu yaşam hakkı savunucuları ve avcılar arasında çetin bir mücadeleye sahne olacak gibi gözüküyor.

PELİN SAYILGAN / SOL

Yerli hayalet uçak: Efsane mi gerçek mi? - OGÜN ERATALAY / SOL

 Gelecek hafta başlayacak olan savunma sanayii fuarında gündemi kaplayacak gibi görülüyor. TF-X projesini hafife almak da dışa bağımlılık faktörünü görmezden gelmek de yanlış.


IDEF Türkiye’de gerçekleştirilen uluslararası bir savunma sanayii fuarı. Yıllardır düzenlenen bu fuarda özellikle Türkiye’deki savunma sanayi firmaları vitrine çıkıyor ve hem Türk Silahlı Kuvvetlerine hem de yabancı ülke ordularına ürün satma yarışına giriyor. 

Son dönemde Türkiye burjuvazisinin geçirdiği dönüşüm ve değişimle beraber gelişme kaydeden bu alan oldukça kârlı hale geldiği için daha büyük projelere soyunmak için türlü hamleler yapılıyor. 

17-20 Ağustos 2021 tarihleri arasında yapılacak olan fuarda bilen bilmeyen bilimum kalem erbabı tarafından ısıtılacağı anlaşılan bir konu konu TAI tarafından yürütülen TF-X (Turkish Fighter Experimental) projesi.

TAI TF-X projesi

TAI TF-X, hakkında kamuoyuyla paylaşılan bilgilere göre 5. nesil çift motorlu savaş uçağı olacak. Farklı görevler için tasarlanabilecek yapıda çok amaçlı süpersonik bir platform. Savunma Sanayi İcra Komitesi eliyle TAI tarafından yürütülen proje Türk Hava Kuvvetlerinin (THK) önümüzdeki dönem uzun vadedeki savaş uçağı ihtiyacını karşılamayı hedefliyor. Bilindiği gibi hava kuvvetleri bünyesinde F-4 ve F-16 savaş uçakları modernize edilmelerine rağmen artık yavaş yavaş görev sürelerinin sonuna yaklaşmakta olan silahlar. Türkiye’nin ABD liderliğindeki F-35 programından çıkmasıyla beraber gündeme yeniden gelen TF-X projesinin önümüzdeki dönemde hızlanması bekleniyor.

Savaş uçağı projeleri genellikle uzun vadeli ve kullanıcı ülkenin özel ihtiyaçları gözönüne alınarak tasarlanan, prototip süreleri uzun bir döneme yayılan silahlar. Savaş uçağını oluşturan bileşenlerin geliştirilmesi ve koordineli şekilde çalışmasının sağlanması üst düzey bir teknoloji ve bilgi birikimi gerektiriyor. Astronomik rakamlara mal olan bu devasa silahların tasarımında oluşabilecek hata bile olmayan verimsizlikler veya en iyi olmayan uygulamalar ileride tüm projeyi etkileyebilecek maliyetler çıkartabiliyor.

F-35 ve 5. Nesil Savaş uçakları

Bugün yavaş yavaş ABD ve bazı müttefik ülkelerin kullanmaya başladığı F-35 savaş uçağı da böylesi bir ihtiyaçtan dolayı ortaya çıkmıştı. Gelişkin hava savunma sistemlerine karşı olabildiğince düşük radar izi özelliğine sahip tasarım, uçak pisti olmayan çıkartma gemilerinden dikey kalkış ve inişi sağlayabilecek özel tasarım gibi ayrıntılar yeni nesil savaş uçaklarıyla beraber gündeme gelmişti. Son dönemde F-35 ile benzer özelliklerde tasarlanan ve üretilme aşamasına yaklaşan belli başlı projeler arasında şunlar yer alıyor:

  • Suhoi Su-57 (2020 yılında Rus Hava ve Uzay Kuvvetleri envanterine girdi)
  • Chengdu J-20 (2017 yılında Çin Hava kuvvetleri envanterine girdi)
  • Hindistan AMCA (Tasarım aşamasında)
  • Güney Kore KAI KF-21 Boramae (Tasarım aşamasında ancak 5. Nesil değil)
  • Türkiye TAI TF-X (Tasarım aşamasında)

Modern savaş uçaklarında olması istenen ve 5. Nesil özellikleri olarak adlandırılan özellikler ise şöyle sıralanabilir:

  • Stealth (radarda az görülme) özelliği
  • LIPR radar özelliği (pasif radarlar tarafından algılanmayı azaltan tipte radar)
  • Çok yüksek hızlara uygun gövde yapısı
  • İleri teknoloji avyonik sistemleri
  • Üst düzey komuta kontrol, iletişim-muhabere ve diğer siilahlarla beraber çalışabilecek network özelliği 
  • Silah sistemlerinin gövde içinde olması

Yukarıda sıralanan özelliklerin 5. Nesil özellikleri olduğu konusunda bir konsensus bulunmasa da yaygın görüş bu özelliklerin tamamının bulunduğu bir platformun bu şekilde adlandırılabileceği yönündedir. 

Klasik bir zaman çizelgesi

Bu derece kapsamlı ve uzun vadeli bir projede takvim büyük değişiklikler gösterse de genel anlamıyla izleyeceği aşamalar ve bu aşamaların yaklaşık alacağı süreler aşağıdaki şekilde özetlenebilir. Buradaki proje adımlarının her birisinin dış etkenlerin etkisine açık olduğu ve  süreci darbağaza sokabileceği de hatırdan çıkartılmamalıdır. Büyük ölçüde tamamlanmış güncel bir program olduğu için F-35 projesinin yaklaşık süreci esas alınmıştır:

  • Genel Tasarım Aşaması (Concept Demonstration Phase), 1997. Bu aşamada Boeing ve Lockheed Martin seçilmiştir.
  • X-35A prototipi tasarlanmış ve 2000 yılında uçuş gerçekleştirilmiştir.
  • 1 yıl süren 28 farklı test uçuşunun ardından sistem geliştirme aşamasına geçilmiştir.
  • Sistem Geliştirme ve Sunum (System Development and Demonstration SDD) aşamasında tüm savaş uçağı sistemi tasarlanır ve üretilir.
    • İtiş sistemleri- Uçuş sistemleri-Gövde entegrasyonu tamamlanır
    • Son montaj ve Kontroller (Final Assemby and Checkout, FACO)
    • Prototipin hangardan çıkması (2006)
  • Prototipin ilk test uçuşu (2006)
  • Yazılım güncellemeleri ve 17 bin saat uçuşun ardından SDD aşaması tamamlanır (2018)
  • Silahlı Kuvvetler bünyesinde 2011 yılından sonra çok çeşitli konfigürasyonlarda denenmiştir. Bu denemeler sırasında çok sayıda arıza, verimsizlik ve hatalı tasarım ortaya çıkmış ve çözümlenmiştir
  • Seri üretim 
  • İlgili ülke hava kuvvetleri envanterine giriş (2018)
  • Yeni görev ve uygulamalar için modifikasyon (Sürmekte)

TF-X projesinin kritik noktaları

Daha önceki benzer projelere bakarak TF-X projesinin darboğazları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

  • Avyonik uçuş sistemleri
  • İtiş sistemleri
  • Silah sistemleri
  • Stealth özellikleri
  • Kaska entegre kontrol sistemleri
  • Fırlatma koltuğu tasarım ve üretimi
  • Genel olarak projenin ve proje verilerinin siber saldırılara karşı korunması
  • Bakım, lojistik ve tedarik zinciri konuları

Öne çıkan teknolojik üretimlerin ötesinde projenin uzun süre devam edeceği düşünüldüğünde bu türlü karmaşık imalat için üst düzey karmaşık bir tedarikçi sistemi kurulması elzemdir. Türkiye’deki ilgili teknolojik gelişme hatırı sayılır bir seviyede olmasına rağmen örneğin itiş sistemlerinin geliştirilmesi gibi konularda yabancı şirketlerle işbirliği kaçınılmaz gözükmektedir. Bu örnekten devam edersek İngiliz Rolls Royce uçak motorlarının üreticisi olan BAE Systems’in adı projeyle beraber telaffuz edilmekle  beraber kamuoyuna açıklanan resmî bir bilgi bulunmamaktadır.

Sonuç çok değişmiyor: Bağımlılık ve tutarsızlık

Son dönemlerde Türkiye savunma sanayii ileri hamleler yapıyor olsa da genel anlamda Türkiye sanayiinin gelişmişlik seviyesine bağlı konumdadır. Bu anlamda emperyalist merkezlere hammadde ve son teknoloji üretim araçları anlamında bağlılık dikkat çekicidir. TF-X projesinin nasıl ilerleyeceği bilinmemekle birlikte teknoloji transferine bağımlı bir ülke konumunda olan Türkiye’deki üretim araçları geliştirecek teknolojik atılım eksikliği burada belirleyici olacaktır. Havacılık sanayiiden bir örnekle ne demek istediğimizi anlatmaya çalışalım: Dünyada öne çıkan bir helikopter üreticisi, ara mamullerinin üretilmesi için ülkemizdeki kalburüstü bir firmayla ortaklık yapabilmekte ancak bu işbirliğinin ön şartı olarak belirli teknolojiye sahip ve aynı emperyalist merkezlerde en son teknolojiyle üretilmiş tezgâhların kullanılmasını şart koşabilmektedir. Bu anlamda teknolojik bir arka planı süreçle beraber örülmeyen bir proje topal kalmaya mahkumdur. 

Projenin bir de teknik olmasının ötesinde siyasi bir yanı vardır. Türkiye’nin askerî anlamda attığı stratejik adımlar takip edildiğinde S-400 savunma sistemlerinin Rusya Federasyonundan alındığı sıralarda yapılan değerlendirmelerin de güncellenmesi gerekecektir. 

Görece sınırlı bir harekât bölgesine sahip SİHA’lar ve savunma amaçlı S-400 füze sistemlerinin işaret ettiği bir doğrultu var.

Bu doğrultuyla tüm savaş uçağı filosunu çok yakın bir dönemde olmasa da yaklaşık 20 yıllık bir süreçte büyük ölçüde kendi kabiliyetleriyle üreteceği uçaklarla yenilemeye girişmek arasında bir açı olduğu açıktır.

OGÜN ERATALAY / SOL

14 Ağustos 2021 Cumartesi

Tahtlar, putlar, insanlar - Orhan Gökdemir / SOL

 Bildiğimiz şu; emekçi oyunu bozar, fabrikanın, putların, tahtların kutsallığını yıkar. Ve bu hikâye de mabetlere ve putlara değil insana dairdir.

Binbaşı Bekir Hıfsı Bey’in oğlu. Libya’da doğmuş, Darülfünun Edebiyat Fakültesinde öğrenciyken babası ölmüş, sonrası tempolu bir çalışma hayatı. 1919’da gazete ve dergilerde yazmaya başlamış. Çok ve çeşitli yazmış, binlerce yazının yanında pek çok kitap bırakmış arkasında. Tiyatro hakkında yazdıkları hâlâ temel kaynaklarımızdan. “İstanbul Nasıl Eğleniyordu?” kitabı çok biliniyor. Romanları unutulmuş ama aralarında vaktiyle yabancı dillere çevrilenler var. Refik Ahmet, soyadı kanundan sonra Sevengil, çok verimli cumhuriyet dönemi yazarlarımızdandır.

Bilmiyordum, Servet-i Fünun’daki, bilimlerin birikimi diyebiliriz, bir yazısı gericiler arasında çok ünlenmiş. Dergi cumhuriyetten sonra “Uyanış” adıyla devam etti, modern “yeni hayat”ı yansıtan dergilerimizdendir. Sevengil, yazarları arasındadır. Ünlenen yazısı “Yenilik nerede?” başlığını taşıyor. Gericilerin ilgisini çeken kısmı ise yazının bir paragrafı. Sevengil, “Uyanış”ın 15 Ağustos 1929 tarihli sayısında şöyle diyor: “İmparatorla beraber Allah’ı da hallettik; kafamızın içi dışı hürdür…” Anlattığı cumhuriyetin yeniliğidir.

Sevengil, “Uyanış”ın 15 Ağustos 1929 tarihli sayısında şöyle diyor: “İmparatorla beraber Allah’ı da hallettik; kafamızın içi dışı hürdür…”











Gericiler bu cümleyi, Sevengil’in CHP milletvekili olması hasebiyle CHP’nin dinsizliğine bir kanıt olarak gösteriyor. Kanıt mıdır bilemeyiz ama öyle olsa bile yazıya ilgi göstermek için başka sebeplerimiz de var. 

Birincisi, tabii, gericileri rahatsız ettiği şekliyle cumhuriyetin kurucularının dine bakışının bir göstergesi olması. Her türlü tahtı devirdiklerine inanıyorlar. İmparatoru ve birlikte Tanrıyı tahtından indirmişlerdir. Kaldı ki onlar tahtında oturmaya devam edeceklerse cumhuriyetin gereği ve imkânı yoktur. Söyledik, tekrarlayalım; cumhuriyet taht devirme işidir. Büyük Fransız Devrimi yolu açtı. Immanuel Kant tanrıyı tahtından indirmişti, Maximilien Robespierre buna dayanarak kralı tahtından alaşağı etti. Tanrı kralın tahtanın da dayanağıydı, kralın tahtını devirmek için dayanağını devirmek şarttı. Tanrının, haliyle 14. Louis ve Kraliçe Marie Antoinette’in bıraktığı boşlukta yeşerir cumhuriyet. Kral varsa, kraliçe varsa, sultan varsa, tanrının kutsal elçileri varsa cumhuriyet yoktur.

İkincisi yıkılan mabetlerin yerine fabrikanın mabet ilan edilmesidir. Ve sonuncusu dinin yerine, bir akıl dini önermesidir. Sevengil’in “ünlü” yazısından takip ediyoruz.  

Tabii, tamamı biraz daha uzundur; “Artık ne dünya ne ahiret ne zorba ne softa tahakkümü kabul etmiyoruz. Geniş halk kitlesi kendi kendini idareye muktedirdir. İmparatorla beraber Allah’ı da hallettik; kafamızın içi dışı hürdür. Mabetlerimiz fabrikalardır. Mihrabın yerine kitap abidesini koyduk; ciltleri içinde müspet ve maddeci ilimlerin insanlığa engin tekâmül ufukları hazırladıkları kitaplar.” İyi yazıdır, esası sanat ve hayat üzerinedir. Hayat değişmiştir ve bu değişime direnen sanat da yok olup gidecek, yeni bir sanat doğacaktır. Dediği budur. 

Ne yazık, Sevengil’in fabrika güzellemesinin emekçilerle ilgili bir yanı yoktur. Refik Ahmet fabrikaların çoğalmasını, üretimin artmasını, kırsal hayatın daralmasını, kentlerin kalabalıklaşmasını istemektedir. Yeni hayatı savunurken, mabet ilan ettiği fabrikanın içinde doğan yeni hayattan habersizdir. Her kuşak putunu kendi yapar kendi tapar, doğaldır… 

                                                                     ***

Nâzım Hikmet, Resimli Ay’ın Haziran ve Temmuz 1929 tarihli sayılarında, demek ki Sevengil’in yazısından bir ay önce, “Putları yıkıyoruz” kampanyasını başlattı. İlk hedefi Abdülhak Hâmit ve Mehmet Emin putlarıydı. Sevengil “Yenilik nerede?” diye sorarken, Nâzım yeniyi bulmak için önce putları kırmak gerektiğini haber veriyordu. Yeniliğe ulaşmak için eskiye dair ne varsa kurtulmak gerekiyordu. 

Putların kırılmasına en sert tepkiyi Yakup Kadri gösterdi. Resimli Ay yazarları “gözlerini dogmaların kör ettiği vatan haini komünistler”di. Nâzım ve Vâlâ Nurettin “Anadolu Harbi sırasında düşmana karşı çıkmaktan ürkerek Maarif Vekaletini dolandıran ve çaldıkları para ile Karadeniz’i aşıp Bolşeviklere iltihak eden iki vatansız”sızdı. 

Halbuki bunu söyleyen Yakup Kadri açlıkla boğuşan halkın parasıyla İsviçre’ye tedavi olmaya gitmekte hiç tereddüt etmemişti.  

“Ben ki bileklerimde tel kelepçeyi
bir altın bilezik gibi taşımışım,
ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp
kıllı kalın ensemi kaşımışım,
tehdidine pabuç
bırakır mıyım hiç?”

Yakup Kadri’ye cevaptır. 

Kavgaya dahil olan Hamdullah Suphi şöyle yazdı İkdam gazetesinde; “Vatan ve milliyet dininin diktiği putları yıkanlar bunların yerine hangi putları dikeceklerdir, bunu bilmek lazım – Bolşevik dininin putları…” 

Yazıdan sonra “bir gurup genç” polis eşliğinde Resimli Ay bürosunu bastı. Monarşinin yıkılan putlarının yerine cumhuriyet yeni putlar dikmişti, diktiklerini bir avuç Komüniste yıktırmayacaktı. Tarihimizin ilk büyük put savunmasıdır.

Abdülhak Hamid bir yıl sonra Nâzım’ı evine davet etti, “biz onları yıktık siz de bizi yıkacaksınız” dedi. Demek ki yeni bir cumhuriyet için tahtlarla birlikte putları da yıkmak gerekir. Geleneğimizdir. 

                                                                           ***

Yalnız yıkanların ve savunanların ortak noktaları var. Cumhuriyetler, eskisi ve yenisi, yıktıkları düzenlerin eksik bıraktıklarını hızla tamamlamak istiyorlardı. Makine ve tabii fabrika eksikleri tamamlamanın tek yoluydu. Fabrika mabedinin desteğinde makineleşerek ilerlemek gerekiyordu.  

“… makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!”

Nâzım Hikmet bu şiirini 1923’te yazmıştı. Sosyalist Cumhuriyetin geleceğinin sanayileşmeye bağlı olduğunu biliyordu. 

Refik Ahmet’in dediği de budur. Tanrının ve kralın kafası uçmuştu fakat geniş halk kitlelerinin muktedir olabilmesi için devralınan üretim düzenini hem de büyük bir hızla değiştirmek gerekiyordu. Her kuşak putunu kendi yapar kendi tapar ama tartışmasız mabetleri kuranlar emekçilerdir. Nâzım’ın farkı bunu bilmesidir. Refik Ahmet’in hayali az zamanda gerçekleşti, fabrikalar çoğaldı, üretim arttı, kırsal hayat daraldı, kentler kalabalıklaştı. Ama emekçi hâlâ aç, yoksul, sefildi. Peki öyleyse sorun nerede?

Bildiğimiz şu; emekçi oyunu bozar, fabrikanın, putların, tahtların kutsallığını yıkar. Ve bu hikâye de mabetlere ve putlara değil insana dairdir. Nâzım’ın “İnsan Manzaraları” rastlantı değildir. İnsana yeni, farklı bir cumhuriyet gerekiyordu.

                                                                    ***

“Gün ışır ışımaz, alın yazımız parlar, 
Ne alın yazısı, el yazısı be! 
Sökemeyiz ki biz, ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler 
Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri, 
Süpürürüz yaban ellerin sokaklarını; pis el, pis yürek!” 

Ne güzel, ne müthiş şiirlerimiz var. Fazıl Hüsnü Dağlarca yazdı, üstüne Ruhi Su besteledi, dillendirdi. Fabrika mabedinde, üretim toplumunun devasa şehirlerinin pisliğini temizlemeye yazgılı emekçilerin hikayesidir. Daha öncekilere benzemeyen yepyeni bir sınıftır bu; elleri yüzleri pistir, mutsuzdur, geleceksizdir. Fabrikanın tek başına aydınlık bir gelecek yaratmadığının farkındadır. Ne kaybedecek tahtları ne yıkılmasından endişeleneceği putları vardır. Yazgısı alın yazısı değil el yazısıdır. 

Öyleyse yol bellidir. Madem ki tanrılar sadece varsılları koruyor, yoksul da inayet beklemeyip örgütlenecektir. 

                                        ***


Düşe kalka, zaferler ve yenilgilerle ilerliyoruz. İleriye doğru sıçradığımız her defasında toplanıp zaferlerimizi ve kitaplarımızı hükümsüz ilan ediyorlar hep birlikte. Ama her şeye rağmen sallamayı başardık zulmün mabetlerini. Tanrının hükmü pek zayıf artık, monarşiler çoktan yıkıldı gitti, geride dokunulmadık bir tek mülkiyet putu kaldı. 

Öyleyse ilan ediyoruz yeniden. Tarihin ışığı alın yazımızın üzerinde: Muzafferlerin putları da mabetleri de bizim. Bize ait olanları alırız ve bir yeni cumhuriyet kurarız…

Gün ışır ışımaz alın yazımız parlar, ve kahreden yaratan ki onlardır!

Orhan Gökdemir / SOL