23 Aralık 2021 Perşembe

Biri bizi bitiriyor! - Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

 

Yatağa girmeden kombiye yanaşıyorsun. 

Uyurken de yoksullaşma diye ayarını 

kısıyorsun. Yorgan altındayım diyorsun ama 

başın üşüyor. Yorganı kafana çekiyorsun 

ayağın açıkta kalıyor. 

Suç ne ayakta ne başta.

Döviz artıyor kazanıyorlar, döviz düşüyor yine onlar kazanıyorlar. Çalışarak-üreterek değil, yanaşarak büyüyen ekonomide kolay yoldan para kazanmanın faturası hep halka çıkıyor.

Sonuncuda da öyle oldu. Enflasyon olduğu yerde dururken hükümet faizleri düşürdü. Kararın maliyeti yüksek kur olunca, döviz garantili faiz hesabına dönüldü. Faizle-kurun arasındaki farkı kim mi ödeyecek? Elbette Hazine. Yani yaratılan krizin maliyeti yine milletin vergileriyle karşılanacak.

Bu köşede hep hatırlatıyorum. Ekonomi bir paylaşım ilişkisidir. Rakamlarla, bu ilişki kaybedenlerden gizlenir. Oysa atomun maddenin bütününün özelliklerini taşıması gibi... En küçük ekonomik ilişkiden bile genel durum gözlenebilir.

YÖNETİM KURULU ÇİFT MAAŞ DOLU

Türkiye, doları konuşurken ben ülkenin hem değerli hem stratejik şirketlerinden birine baktım. Türk Telekom’un sayfasını açtım. Yönetim Kurulu bölümünü tıkladım.

Şirketin yönetim kurulu başkanı Ömer Fatih Sayan. Eski AKP’li Bakan Fatma Betül Sayan’ın kardeşi. Bir başka görevi şirketin sitesinde şöyle tanıtılıyor: “21 Temmuz 2018 tarihinden beri Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Bakan Yardımcılığı görevini sürdürmektedir.”

Hemen altında bir başka yönetim kurulu üyesi var: Yiğit Bulut. O da on parmağında on yönetim kurulu üyeliği olanlardan. Türk Telekom onu şöyle tanıtıyor: “Bulut, Ağustos 2014 tarihinden bu yana Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak görev yapmaktadır.”

Aşağıya iniyorum. Eski AKP milletvekili Selim Dursun’u görüyorum. Özgeçmişindeki Taekwondo Federasyonu Yönetim Kurulu Üyeliği ya da Sivas Demirspor Kulübü Başkanlığı’nın yanında bugüne dair bir ayrıntı var: “Temmuz 2018 tarihinden itibaren TC Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Bakan Yardımcısı olarak görev yapmaktadır.”

Dahası…

Cumhuriyet tarihinde örneği var mı, bilmiyorum. Bugün Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin adı, Türk Telekom’un yönetim kurulu üyesi olarak orada duruyor. Nebati, bakanlıktaki işlerinden arta kalan zamana şirketi de eklemiş.

Biraz daha ilerliyorum. Enver İşkurt da yönetim kurulunda. Bu işin onun ikincil görevi olduğu özgeçmişinde şöyle anlatılıyor: “Ulaştırma ve Altyapı Bakan Yardımcısı görevini yürütmektedir.”

Kısacası Türk Telekom yönetimi, AKP’nin çift maaş üretim merkezi olmuş. Sadece bu görevin aylık ortalama getirisi, Türk Telekom tutanaklarına göre, 2021 yılında 33 bin 850 lira. Seneye Allah kerim!

Sadece yönetim kurulu değil. Şirketin durumunu daha iyi anlamak için Türk Telekom CEO’su Ümit Önal’ın özgeçmişini açıyorum: “2007 yılında Turkuvaz Medya Grubu’na katılarak 2015 yılına kadar sırasıyla ATV Genel Müdürlüğü, Reklam Grup Başkanlığı ve İcra Kurulu üyeliği görevlerinde bulunmuştur.”

İÇİ BOŞALTILDI DEĞERİ DÜŞTÜ

Kalanlar öteki ortakları temsil ediyor.

Mutlaka hatırlıyorsunuz. 1995’te kurulan Türk Telekom’un yüzde 55 hissesi, 2005 yılında, AKP hükümeti tarafından, 6 milyar 550 milyon dolara, Lübnanlı Hariri ailesinin şirketine satıldı. O gün şirketin değeri yaklaşık 12 milyar dolardı.

Gerisini okudunuz. Hatta yaşadınız. Şirketi kendi paralarıyla değil, Türk bankalarından topladıkları kredilerle devraldılar. Ardından “Özelleştirme başarısı” diyerek Araplara satılan Türk Telekom’un adım adım içi boşaltıldı. Kârları buharlaştırıldı. Daha da borçlandırıldı. Şirkete ortak olmaya devam eden devlet görevlileri ise olan biteni sessizce izledi. Sonunda da üç yıl önce, Türk ekonomisinin altın yüzüğü Türk Telekom hisseleri, bankalara rehin düştü.

Birkaç gün önce Varlık Fonu’nun, bankalara rehin düşen yüzde 55’lik hisseyi satın almak için görüşmelere başladığı haberini okuduk. Yani milletin varlığı Arap sermayesine önce verildi, sonra batırılmasına göz yumuldu, nihayetinde yine milletin parasıyla geri alınmaya çalışılıyor.

Şirketin piyasa değeri borsada resmen açıklanana göre 34.1 milyar lira. Dünkü dolar kuruyla 2.7 milyar dolar. Kısacası 16 yıl önce millete ait iken 12 milyar dolar görünen şirketin değeri, AKP’nin politikalarıyla neredeyse 5’te birine düştü. Daha açık söyleyelim ederinin 5’te 4’ünü birileri yedi!

YİNE ARAPLARA MI VERİLECEK!

Üstelik...

Borçlu dedik ya. Şirketin yüzde 55’lik hissesine bankaların el koymasına neden olan borç, faiz hariç 4 milyar 750 milyon dolar. Gel de matematikle çık işin içinden!

Dahası...

Kendi sitesinden aktaralım: “Türk Telekom, telekomünikasyon hizmetlerinin yürütülmesi için Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) ile imtiyaz sözleşmesi imzalamıştır. Söz konusu imtiyaz sözleşmesinin süresi 21 yıldır.”

21 yıl 2026’da, yani dört sene sonra doluyor.

Yönetim kurulu listesini neden mi verdim?

Bundan sonra olacakları daha iyi anlayın diye. Bankalar, borçlarına karşılık mecburen el koydukları Türk Telekom’u satmak istiyor. Varlık Fonu, matematiğini kimsenin anlamadığı bu alımı yapmak için görüşme yapıyor. Satışın kaça olacağını kimse bilmiyor.

Varlık Fonu satın alıp ne yapacak?

Birkaç ay önce gazetelere düşen haber bu soruya cevap gibi: “Türk Telekom’un satışı için Arap yatırımcılar nabız yokluyor”.

Aynı filmi belki de yeniden izleyeceğiz!

Dolar düştü, dolar çıktı haberlerinin ortasında asıl meseleyi gözden kaçırmayın. Arap sermayesine ucuza satılan da, kur düşsün diye rahatça harcanan da, ikinci maaş olarak ödenen de milletin varlığı. Değer kaybeden, ucuzlayan da milletin malı. Her durumda kazananlar yanaşarak büyüyenler. Kaybeden de sizsiniz!

Yorganımızı kendimize göre diktiğimiz, kumaşının çalınmasına izin vermediğimiz gün ne başımız ne ayağımız üşüyecek. O gün doların ne olduğunu merak bile etmeyeceğiz.

Barış Terkoğlu / Cumhuriyet

22 Aralık 2021 Çarşamba

İktidarın döviz hesabı düzenlemesi: Binde 3'ün riski tüm halka ödetilecek - SOL

 İktidarın ekonomide attığı son adımların detayları, sermayenin kur riskinin emekçilere daha doğrudan mekanizmalarla transfer edilmesi anlamına geliyor.

Önceki gün açıklanan kur artışını sınırlandırmaya yönelik düzenlemelerin detayları belirginleşiyor. Hem ‘dövize endeksli mevduat’ düzenlemesi hem de ihracatçı ve ithalatçılara kur garantili döviz satışının detayları, sermayenin kur riskinin emekçilere daha doğrudan mekanizmalarla transfer edilmesi anlamına geliyor.

Dün gün içinde Hazine ve Maliye Bakanlığı duyurusuyla “Kur Korumalı TL Mevduat Düzenlemesine" ilişkin detaylar paylaşıldı. Ardından akşam saatlerinde Merkez Bankası’nın “Döviz Tevdiat Hesaplarından Türk Lirası Vadeli Dönüşümün Desteklenmesi” Tebliği Resmi Gazete’de yayımlandı. Merkez Bankası Tebliği önce kafa karışıklığı yaratsa da mevcut TL hesapların “kur koruması”nı Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın üstlendiği, Merkez Bankası’nın da dövizden TL’ye dönecek hesaplar kısmında rol alacağı anlaşıldı.

Temel mantık aynı: Hem mevcut TL hesaplarda hem de dövizden TL’ye dönecek hesaplarda faiz kazancı, hesabın açıldığı günle vade günündeki kur değişiminin altında kalırsa Hazine ya da Merkez Bankası aradaki farkı ödemeyi taahhüt ediyor. Düzenleme sadece gerçek kişilere ait hesapları kapsıyor. Mevcut TL hesaplarda 3, 6, 9, 12 aylık vadelerin uygulanacağı belirtilirken dövizden TL’ye dönen hesaplarda 3, 6 ve 12 aylık vadeler söz konusu. Yine Hazine ve Maliye Bakanı TL hesaplar için “bir defaya mahsus” kuralının olmadığını söylerken dövizden dönüşler için Merkez Bankası Tebliği’nde bir hesabın uygulamadan bir kez yararlanabileceği vurgulanıyor. Merkez Bankası politika faizinin altında faiz uygulanamayacağı yine iki dokümanda da belirtiliyor.

Mevduat düzenlemesinin maliyeti

Merkez Bankası verilerine göre 10 Aralık 2021 tarihinde toplam mevduat tutarı 5,6 trilyon liraya ulaşırken, döviz mevduatların oranı yüzde 62 idi. Geçen hafta bu oran daha yukarıya çıktı. Döviz mevduatların yüzde 55’i gerçek kişilerin hesapları. TL mevduatların da yüzde 60’ı gerçek kişi hesaplarından oluşuyor. Düzenleme kapsamına giren TL mevduat hesabı tutarı 1,2 trilyona yakınken, döviz mevduat hesabı tutarı da 142 milyar dolar (1,8 trilyon TL) civarında. Dövizden dönüşlerin daha sınırlı olacağı, örneğin yüzde 20, TL mevduatların büyük bölümünün düzenlemeden yararlanacağı varsayıldığında faiz oranıyla kur değişimi arasında 10 puanlık bir fark olması durumunda 160 milyar TL’ye yaklaşan bir maliyetin oluşabileceği hesaplanıyor. 2022 bütçesinde hedeflenen bütçe açığının 278 milyar TL olduğu dikkate alındığında çok büyük bir tutar olduğu açık. Ancak tüm gerçek kişi hesaplarının kapsanması, diğer yandan ihracatçılara ve ithalatçılara kur garantili döviz satımı düzenlemesiyle birlikte de düşünüldüğünde kur artışının sınırlı kalması, maliyetin de daha düşük olması olası.

Kim bu gerçek kişiler?

BDDK verilerine göre bankalarda mevduatı bulunan mudilerin sayısı 139 milyonun üzerinde. Ama bu 139 milyon mudinin 137 milyonunun mevduat tutarı 250 bin liranın altında. 1 milyon lira üstü hesaplar diye bakıldığında mudi sayısı 369 bine daralıyor. İçinde hem şirketler hem de gerçek kişilerin bulunduğu bu sayı büyük sermayedarlardan rantiyelere bir yelpazeyi kapsıyor ve toplam mudi sayısı içindeki payı yüzde 0,3 iken mevduatlardaki payı yüzde 59. Gerçek kişilere bakıldığında da 1 milyon lira üstü hesabı olanların döviz mevduatlarındaki payı yüzde 56, TL mevduatlardaki payı ise yüzde 29. Daha detay veri yok ancak 100 milyon üstü, 1 milyar üstü diye devam edildiğinde birkaç binli, birkaç yüzlü sayılara inileceği ve esas fonlananın en büyük sermaye gruplarından isimlere daralacağı söylenebilir.

Maliyetleri kim ödeyecek?

Peki bu maliyeti kim ödeyecek? Merkez Bankası cephesinde döviz tevdiat hesapları TL’ye dönüşürken dövizleri alma ve dolayısıyla rezervleri artırma hedefi bulunuyor. Buradan bir “korunma” sağlama perspektifi olsa da yüksek kur farkı olması durumunda tek çarenin para basmak olacağı açık. Hazine cephesinde de borçlanma artışı, ek vergiler ve yine Merkez Bankası üzerinden para basmaya uzanan bir seçenekler silsilesi bulunuyor. Tüm bu seçenekler maliyetin emekçilere transfer edilmesi anlamına geliyor.

İhracatçı ve ithalatçı firmalara TL uzlaşmalı vadeli döviz satımı

Merkez Bankası ihracatçı ve ithalatçı firmaların kur riskini yönetebilmesi için ihale yoluyla TL uzlaşmalı döviz satışı gerçekleştireceğini, bunun için ihalelerin yanısıra Borsa İstanbul Vadeli İşlem Opsiyon Piyasasının (VİOP) kullanılacağını açıkladı. 1 ve 3 ay vadeli gerçekleştirileceği belirtilen ihalelere katılımın bankalar aracılığıyla olacağı belirtiliyor. Aslında TUVDİ olarak adlandırılan bu mekanizma 2017 sonundan beri kullanılıyor.

Bu uygulamayla ihracat ve ithalatın finansmanına yönelik döviz talebinin kontrolü hedefleniyor. Gerçek anlamda döviz satışı içermiyor. 1 ay ya da 3 ay sonrası için bir kur garanti ediliyor. Kur garanti edilen tutarın üzerinde kalırsa aradaki farkı TL olarak Merkez Bankası ödüyor, altında kalırsa ihaleyi kazanan Merkez Bankası’na ödüyor. İleri tarihli ödemeler için erken döviz pozisyonu almayı engelleyen, ancak kur baskılanamazsa doğacak kur farklarının yine para basmakla sonuçlanabileceği bir uygulama. (SOL)

Kuzey Akım 2 – 'Apolitik bir özel sektör projesi' + Kuzey Akım-2: Hegemonya krizinde bir halka daha (SOL)

 Kuzey Akım 2 – 'Apolitik bir özel sektör projesi'  / ONUR ASLAN-SOL


Kuzey Akım 2 boru hattı ile ilgili hiçbir şey apolitik olma şansına sahip değil. Neredeyse bütün bir kıtanın ısınma ihtiyacı, emperyalist ülkeler ve çok uluslu tekellerin çıkar çatışmalarına bağlı.

Rusya ile Almanya arasında, Baltık Denizi altından geçen Nord Stream 2 gaz boru hattının inşaatı 10 Eylül sabahı tamamlanmıştı. Rus enerji grubu Gazprom 2021 yılı içerisinde hattın çalışmaya başlamasını planlıyordu. Hattın işletmesinden sorumlu şirket Nord Stream 2 AG, geçtiğimiz hafta hattın ikinci yarısının gaz ile doldurulmaya başlandığını, 4 hafta sürecek bu işlemden sonra hattın işlerlik kazanacağını açıklamıştı.

Ancak, hattan gaz akışının başlamasının önünde bir takım bürokratik engeller mevcut. Almanya Federal Hatlar Kurumu, geçtiğimiz ay, Kuzey Akım 2'nin sertifikasını dondurmuştu. Kurum tarafından yapılan açıklamada, boru hattının Almanya'daki bölümünün "bağımsız iletim operatörü" koşullarını karşılayamadığı belirtilmiş, operatörün ancak Alman hukuku altında yasal forma bürünmesi durumunda projeye sertifika sağlanacağını belirtmişti. İsviçre merkezli Kuzey Akım 2 AG şirketi, boru hattının Almanya bölümü için Alman hukukuna bağlı bir şirket kurmayı planlıyor. 

Yaklaşık 1230 km uzunluğundaki hat, pek çokları tarafından, Avrupa’yı enerji arzı üzerinden esir alabilecek bir proje olduğu için eleştiriliyor. ABD ve bazı AB ülkeleri Almanya’yı, proje üzerinden Rusya’yı, Ukrayna politikaları konusunda sıkıştırmak için bir araç olarak kullanması konusunda cesaretlendirmeye çalışıyor.

Çiçeği burnunda SPD’li Şansölye Scholz ise projenin politik bir karar alınması gereken bir tarafının kalmadığını, özel sektöre ait bu proje konusunda atılması gereken son bürokratik adımların da, Alman otoriteleri tarafından “apolitik” bir kararla atılacağını, geçtiğimiz hafta yapılan AB Zirvesi sonrasında açıkladı. 

Öte yandan, Yeşiller üyesi Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, boru hattı karşıtlarını bir ittifakta buluşturmak konusunda kararlı. Özellikle Polonya’da karşılık bulan bu karşıtlık, Rusya ile Batı arasındaki gerilimin arttığı her başlıkta, Kuzey Akım 2’nin de yaptırım listesine dahil edilmesini talep ediyor. Almanya için en ucuz gaz sağlayıcısı durumundaki Rusya’dan alınmayan her metreküp gaz, diğer gaz satıcılarının fiyat artırımına gitmesi için açık davet olarak algılanıyor ve Almanya’da gaz fiyatları her geçen gün artıyor. Yeşiller’in bir çelişkisi ise Rusya’dan gaz alımının tamamen durdurulması durumunda, Almanya’nın mecburen kömür santrallerine geçiş yapmak zorunda kalacak olması. Enerji konusunda “temiz” ve “sürdürülebilir” kelimelerini dilinden düşürmeyen Yeşiller’in eninde sonunda bu gerçekle yüzleşmesi kaçınılmaz. 

Baerbock’un umduğu Rusya karşıtı cephenin önündeki bir diğer engelse, Merkel ve Biden yönetimleri arasında geçtiğimiz Kasım ayında yapılan anlaşma. Bu anlaşmaya göre, Rusya, Ukrayna’ya olan gaz tedarik yükümlülüğünü yerine getirdiği sürece, Washington, boru hattına başka yaptırımlar uygulamayacak.

ABD ve Rusya arasındaki gerilim artmaya devam ettiği, Rusya’nın dört koldan sıkıştırılması planı işlediği sürece, bu anlaşmanın geçerliliğini uzun süre koruyacağını düşünmek zor. Şu kadarı ise açık olmalı, Kuzey Akım 2 boru hattı ile ilgili hiçbir şey apolitik olma şansına sahip değil ve neredeyse bütün bir kıtanın ısınma ihtiyacı, emperyalist ülkeler ve çok uluslu tekellerin çıkar çatışmalarının ne yönde gelişeceğine bağlı.

ONUR ASLAN-SOL                            ***


Kuzey Akım-2: Hegemonya krizinde bir halka daha / NEVZAT EVRİM ÖNAL - SOL


ABD’nin Kuzey Akım 2 projesini kabul etmek zorunda kalmış olması ABD-Rusya çekişmesinden ziyade, daha genel anlamda hegemonya bunalımının göstergesi.

Rusya ve Almanya arasında planlanan, Baltık Denizi’nden geçecek ve tüm Doğu Avrupa’yı bypass edecek Kuzey Akım 2 doğalgaz boru hattı, bir fikir olarak ortaya atıldığı günden beri ABD dış politikasının en önemli çatışma başlıklarından biriydi. Obama döneminden bu yana Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti’nin birlikte karşı çıktıkları, karşı çıkmakla kalmayıp projeyi durdurmak için her türlü yöntemi kullandıkları proje konusunda Biden yönetimi geçtiğimiz hafta geri adım attı. Haber kanalları olayı “Almanya ve ABD Kuzey Akım 2 konusunda anlaştı” gibi başlıklarla verse de, “gazeteden öte” kaynaklarda olay Biden yönetiminin yenilgisi olarak işlendi.

ABD kime yenildi?

ABD’nin iç siyasetinde mesele kısmen, bilhassa Rusçulukla suçlanmaktan kaynaklı kuyruk acısı olan Trumpçılar tarafından Biden’ın Putin’e yenilgisi olarak dillendirildi. Ama görece daha ciddi kaynaklar, örneğin Foreign Policy, karşı tarafı “Merkel” olarak tanımlıyor1 ve bu konuda haklı. Sonuçta Rusya söz konusu boru hattını tek başına inşa etmiyor; hattın diğer ucunda dünyada her yıl en yüksek cari fazlayı veren ve bunu sanayi ürünleri ihracatı sayesinde yapan, ama enerji konusunda dışa bağımlı Almanya bulunuyor.

Alman sermayesinin düzenli enerji tedarikine ihtiyacı var. Bu düzenli enerji tedarikinin doğalgaz kısmını sağlayabilecek Rusya’dan başka bir tedarikçi bulunmuyor. Dolayısıyla mevcut koşullarda ABD emperyalizminin sonuç alması imkânsızdı. Alman sermayesinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir alternatif sağlayamadığı ölçüde, yapabileceği tek şey projeyi çeşitli yaptırımlarla geciktirmek ve Almanya’yla ilişkilerin gerilmesini göze almaktı. Obama başlattı, Trump sürdürdü, hegemonya krizi yaşamakta olan ABD emperyalizminin klasik ittifak matrisini restore etmek gibi zorlu bir görevi olan Biden ise “reelpolitik” davranmak zorunda kaldı.

Alman-Rus ilişkileri

Üstelik bütün bu süre zarfında Alman emperyalizmi ve Rus enerji sermayesi giderek satıcı-alıcı ilişkisinden çok daha derin bir işbirliği geliştirdi. Öyle ki, henüz Kuzey Akım 2’nin inşaatı tamamlanmadan Kuzey Akım 3’ün müzakere edileceği konuşuluyor.2

Bu işbirliğinde eli güçlü tarafın otomatik olarak Rusya olduğunu düşünmek için bir neden bulunmuyor. Aksine, hayli kırılgan olan Rus ekonomisi Avrupa’ya doğalgaz ihraç etmek zorunda ve Kuzey Akım 2 projesi, her ne kadar açıkça kendisine düşman olan Ukrayna’nın etrafından dolaşmasını sağlayacak olsa da, Rusya’yı Batı Avrupa’ya doğalgaz satmak için Almanya’ya daha bağımlı hale getirecek.

İhtiyaçların karşılıklı olduğu durumda, güç dengesinin tarafların gücüne uygun şekillenmesi esastır. Rusya-Almanya ilişkisinde güçlü taraf ekonomisi Rusya’nınkinin iki katından büyük olan, yüz yılı aşkın emperyalizm tecrübesine sahip Almanya’dır. Üstelik Almanya, Rusya’yla sadece bir işbirliği ilişkisi yürütmemekte, Navalnıy meselesinde görüldüğü üzere3 yeri geldiğinde sopa kullanmaktadır. En genel anlamda, AB-Rusya ilişkilerini son tahlilde Almanya’nın belirlediği söylenebilir4 ve bu belirleyicilik, Alman emperyalizminin kendi bekası açısından vazgeçilmez görünüyor.

Dar gelen hegemonya şemsiyesi

ABD’nin emperyalist dünya sistemindeki hegemonyası 2008 kriziyle beraber sarsılmaya başladı. Burada bu sarsıntının bütünlüklü bir analizine girmeyeceğiz ama çok temel bir noktayı hatırlatmak gerekiyor: Emperyalist hegemonya, diğer emperyalist merkezlerde yerleşik olan sermayenin çıkarlarını da en azından bir ölçüde sağlayabildiği müddetçe sürdürülebilir. Oysa ABD ekonomisi, 2008-2009 kriz döneminin ardından büyümeye devam etmiş, ama Avrupa’nın “üç büyüğü” için aynı durum gerçekleşmemiştir. İngiltere, Fransa ve Almanya kriz başladığından bu yana patinaj yapmaktadır5 ve her biri kendince bu durgunluktan çıkmaya çalışmaktadır.

Kuzey Akım 2 meselesi, emperyalist Alman sermayesi ile emperyalist ABD sermayesinin çıkarlarının nasıl çatışabileceğini göstermektedir ve bu çatışma yeni değildir. Ukrayna 2014’deki ayaklanmalarla destabilize olduğunda, bu destabilizasyonun Rusya’nın canını acıtacak bir güçle konsolide olamamasını sağlayan da bir ölçüde Almanya’nın oyunbozanlığı olmuştu. Ülkenin başına kimin geçirileceği konusunda Almanya ile ABD arasında uzlaşma sağlanamamış; hatta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, ABD’nin Ukrayna büyükelçisi ile yaptığı telefon konuşmasında “AB’yi s*ktir et” deyip de konuşmanın kaydı bir biçimde sızdırıldığında6 genel olarak ABD dışişleri rezil olmuştu.7

Olan Ukrayna’ya oldu. Ve her ne kadar Ukrayna sorunu Rusya’ya karşı Almanya tarafından da gerektiğinde kullanılan bir koz olmaya devam etse de; Alman sermayesi genel olarak NATO’nun Rusya’ya karşı hamlelerinin kendi çıkarlarını ve Rus sermayesiyle ortaklıklarını zedeleyecek boyutlara ulaşmasını engelleme becerisi kazanmış görünüyor.

Kuşkusuz bunlar “sabit” doğrular olamaz. Emperyalistlerarası rekabet dinamikleri son 10-12 yılda tüm dünya halklarının altında bir saatli bomba misali işliyor. Öte yandan, daha birkaç ay önce Rusya’ya karşı tekrar Ukrayna başlığı üzerinden gerçekleştirilen ve nihayetinde Karadeniz’de bir İngiliz savaş gemisine bir Rus savaş gemisinden ateş açılması8 düzeyine kadar tırmanan gerilimin üzerinden daha bir ay ancak geçmişken Kuzey Akım 2 projesinin önündeki ABD engelinin kalkması; “batı”nın Rusya’ya karşı öyle sanıldığı kadar tek vücut olmadığını, emperyalistlerarası çıkar farklılıklarının önemsenmesi gereken çatlaklar yaratıyor olduğunu gösteriyor. 

NEVZAT EVRİM ÖNAL - SOL       

Mega yat cinayeti - Timur Soykan / BİRGÜN

 


Ülke yeniden karanlığa sürükleniyor. Susurluk Davası’nda sanık sandalyesinde oturan Ziya Bandırmalıoğlu’nun önceki gün ölümüne neden olan çatışmanın ardında ‘Lord Of The Seas’ adlı yat var. İddiaya göre 6 ay önce Ziya Bandırmalıoğlu, Erkan ve Volkan Altuntaş’a bu işi 2 milyon dolar karşılığında çözeceğini söyledi ve silahlar patladı.

Eski özel harekat polisi Ziya Bandırmalıoğlu, Susurluk Çetesi’nin ve 90’lı yılların karanlık aktörlerinden biriydi. ‘Susurluk düğünü’ fotoğrafında Özel Harekat Daire Başkanı İbrahim Şahin ile katliam faili Abdullah Çatlı göbek atarken arkalarında o da vardı. Susurluk Davası’nda İbrahim Şahin, Korkut Eken, Ayhan Çarkın, Haluk Kırcı ve pek çok çete mensubuyla sanık sandalyesindeydi. 1997’de polislikten ihraç edildi. Cinayet, insan kaçırma, tehdit, silahlı çete üyesi olmak gibi çok sayıda suçtan yargılandı ve 2001’de 4 yıl hapis cezası aldı.

Eski özel harekat polisi Ayhan Çarkın onlarca yıl sonra itiraflarında 1993-96 arasındaki JİTEM cinayetlerinde Ziya Bandırmalıoğlu’nun defalarca tetiği çektiğini iddia etti. İtiraflara göre; Sakarya, Bolu, Hendek üçgenindeki cinayetlerin failiydi. Savaş Buldan, Behçet Cantürk, Hacı Karay, Adnan Yıldırım’ın öldürülmesinde rol almıştı.

Altındağ Nüfus Müdürlüğü görevlisi Abdülmecit Baskın, Avukat Yusuf Ekinci, Fevzi ve Salih Aslan cinayetleriyle suçlandı. Hatta Susurluk Çetesi içindeki infazlarda hep o vardı. Ayhan Çarkın, eski MİT’çi Tarık Ümit’i kaçırıp öldüren kişi olarak Ziya Bandırmalıoğlu’nun ismini vermişti.

Bu itiraflar üzerine 2013 yılında JİTEM Davası’nda Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin ile birlikte yeniden sanık oldu. 195 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bu davadaki beraat kararları 5 Nisan 2021’de istinaf mahkemesince bozuldu.

90’lı yılların karanlığındaki suçlar örtülüp failler hep kurtarıldı. Ziya Bandırmalıoğlu da suçlarına devam etti. Silah kaçakçılığı, çek senet tahsilatı yaptığı iddia edildi.

Yeraltı dünyasında adı sık geçiyor ama ülkenin gündeminde pek duyulmuyordu.

Ta ki… Önceki akşama kadar.

İstanbul’un ünlü mekanlarından Kadıköy’deki Kalamış Develi Balık Lokantası’nın üst katında silahlar ateşlendi. Ziya Bandırmalıoğlu ve yanındaki eski polis Şahin Aslan öldü. Fuat, Hüseyin ve Ayhan Çakıroğlu yaralandı.

Güvenilir kaynaklardan edindiğim bilgiye göre; bu çatışmanın arkasında Türkiye’nin en büyük yatlarından ‘Lord Of The Seas’in satışı vardı.

58 metrelik mega yatın ilk ismi ‘Egeria’ydı. Yerli yapım en büyük yat olarak 2012 yılında denize indirilmişti ve sahibi Hüseyin Rüştü Altuntaş’tı. 40 milyon avroya mal edildiği açıklanan mega yatın içinde helikopter pisti, yüzme havuzu, sauna ve spor salonu bulunuyor. Lüks yat tamamen uzaktan mobil cihazlarla kontrol edilebiliyor.

Hüseyin Rüştü Altuntaş öldükten sonra aile arasında yatın sahibinin kim olacağına dair miras davası yıllarca sürdü.

Birkaç yıl önce Hüseyin Rüştü Altuntaş’ın oğulları, yatı satmak istedi. Nef Ataköy’ün yapıldığı arazinin sahibi Hasan Peker ile 25 milyon avroya anlaştılar. Pazarlıklar sonucu Nef Ataköy’den 8 dükkan karşılığında el sıkıştılar. Ancak bu dükkanlar beklenen değere ulaşmadı. Altuntaş kardeşler, 8 dükkana en fazla 10 milyon avro değer biçildiğini belirterek mega yatı geri istedi. Ancak Hasan Peker “Ticaretimiz bitmiştir” diyerek kabul etmedi. Tehditler ve tartışmalar uzun süre devam etti. İddiaya göre; 6 ay önce Ziya Bandırmalıoğlu, Erkan ve Volkan Altuntaş’a bu işi 2 milyon dolar karşılığında çözeceğini söyledi. Erkan Altuntaş, önceki gün Develi Balık Lokantası’nda Fuat Çakıroğlu ile yatın iadesi ile ilgili konuşurken kavga çıktı. Birbirlerine hakaret ettiler. Erkan Altuntaş lokantadan ayrıldıktan sonra Ziya Bandırmalıoğlu ve eski polis Şahin Aslan geldi. Aynı masada bir süre konuştular ve silahlar çekildi.

Türkiye bir kez daha 90’ların karanlığının hiç bitmediği, halen devam ettiği gerçeğiyle yüzleşti.

Timur Soykan / BİRGÜN

KISA KISA GÜNDEM (22 ARALIK 2021)

 


1) BOTAŞ’ta 650 bin TL’lik ödül skandalı: Komisyon üyeleri kendilerine para ödülü vermiş(YENİÇAĞ)

Boru Hatları İle Petrol Taşıma Anonim Şirketi'nde (BOTAŞ) ödüllendirilecek personelin seçilmesi için görevlendirilen komisyon üyelerinin kendilerini seçerek, kişi başı yaklaşık 5 bin TL ile 12 bin TL arasında değişen miktarlarda para ödülü aldıkları ortaya çıktı. 
Sayıştay’ın raporuna göre BOTAŞ Ödül Yönergesi kapsamında 2020 yılı içerisinde 171 personel toplam 654 bin TL ile ödüllendirildi. Kişi başı ödül miktarı en düşük 2 bin 919 TL, en yüksek ise 12 bin 351 TL olarak gerçekleşti. En yüksek ödül, dört üst düzey yöneticiye verilirken, 30 daire başkanı ve müdürün aldığı para ödülünün toplamı 220 bin 360 TL’yi buldu.

2)TCDD’de 52 birimin başına sınavsız müdür atanmış.(Yeniçağ)


Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'nın (TCDD), görevde yükselme sınavına tabi olmasına karşın aralarında önemli dairelerin de bulunduğu 52 birimin başına sınavsız müdür ataması yaptığı ortaya çıktı. 
Sayıştay;  Hizmet gruplarında belirtilen müdürlüklere atama yapılması için kişinin görevde yükselme yönetmeliğindeki şartları taşıması ve müdürlük sınavına girmesi gerekir. Yapılan incelemede, yönetmeliğe olmayan kadrolara atama yapıldıktan kısa bir süre sonra görevde yükselme sınavına tabi olan kadrolara sınavsız olarak atama yapılması, görevde yükselme yönetmeliğine aykırı olduğu gibi aynı zamanda hakkaniyete de uygun düşmemesi nedeniyle personel arasındaki çalışma barışını da olumsuz yönde etkilediği görülmektedir.

3) Kimlik, pasaport ve sürücü belgelerinin ücretleri belli oldu.(Yeniçağ)

Resmi Gazete'de yayımlanan Hazine ve Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü Genel Tebliği ile değerli kağıtların 2022 yılında uygulanacak satış bedelleri yeniden tespit edildi. PASAPORTLAR; Yeni yılda 6 aya kadar pasaportlar için harç tutarı 309,40 lira, 1 yıl süreli olanlar için 452,30 lira, 2 yıl süreli olanlar için 738,40 lira, 3 yıl süreliler için 1049 lira ve 3 yıldan fazla süreli olanlar için 1478,30 lira oldu. KİMLİK KARTI; Değiştirme nedeniyle düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı 37,50, kayıp nedeniyle düzenlenen Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı 75, sürücü belgeleri 280, motorlu araç tescil belgesi 250 lira bedelle temin edilebilecek. SÜRÜCÜ BELGESİ; 2022'de A sınıfı sürücü belgesi harcı 370,40 lira olarak belirlenirken, bu tutar B sınıfı sürücü belgesi harçlarında 1116,90 lira olarak uygulanacak.

4) Doğalgaz açma-kapama ve bağlantı bedellerine zam geldi.(Yeniçağ)

EPDK'nin konuyla ilgili Kurul kararı, Resmi Gazete'de yayımlanarak 1 Ocak itibarıyla geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi. Buna göre, doğal gaz dağıtım şirketlerinin 2022 yılı için uygulayacağı abone bağlantı bedelinde üst sınır 1158 lira oldu. Bu rakam geçen yıl 749 lira olarak belirlenmişti. Sayaç açma-kapama bedeli 36 lira, sayaç değişim bedeli 371 lira olarak belirlenirken, bağlantı güvence bedelleri yapılan bağlantı tipine göre 42 lira ile 733 lira arasında ve iç tesisat işlem bedelleri 63 lira ile 482 lira arasında olacak. Geçen yıl, açma-kapama bedeli 30 lira, sayaç değişim bedeli 306 lira, bağlantı güvence bedelleri 35 lira ile 620 lira arasında ve iç tesisat işlem bedelleri 52 lira ile 397 lira olarak uygulanmıştı.


5)Dövizdeki düşüşe sevinen Malatyalılar halay çekip, tatlı dağıttı.(SÖZCÜ)

Malatyalılar, dolardaki düşüşü, kent merkezinde davul zurna eşliğinde halay çekerek kutladı. Bir tatlıcı esnafı ise tatlı ikram ederek, dövizin düşüşünü kutladı.
(https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/yilmaz-ozdil/kesene-bereket-canim-kardesim-6841079)







6) Kılıçdaroğlu: Şahıs Nass diye bize hikaye anlatsın! Faizin dik âlâsını getirdi.(SÖZCÜ)

“Saray yine öyle bir adım attı ki; garibanlar parası olanları fonlayacak, hem de dolar üzerinden. Sonra şahıs Nass diye bize hikaye anlatsın. Faizin dik âlâsını getirdi"
“İKİNCİ KEZ BEYTÜLMALE EL UZATTILAR”   Bu ülkeye yapılan kötülükler yetmedi. Asla yapılmaması gereken bir işi bunlar bir daha yaptılar. İkinci kez beytülmale el uzattılar. Birinci kez neydi? 128 milyar dolardı. Açıkça ifade edeyim; beytülmalle kumar oynuyorlar. Devletin Hazine'siyle kumar oynanmaz. O Hazine'de 84 milyonun alın teri vardır.  Hazine'de olmayan bir parayla garanti verdiler, dün yaptıkları buydu.

7)Gökkuşağı renkli oyuncaklara ‘İslami olmadığı’ gerekçesiyle el koyuldu.(SOL)

Katar’da, üzerinde gökkuşağı renklerinin bulunduğu çeşitli oyuncaklara “İslami olmadığı” gerekçesiyle el koyuldu. Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, ülkenin çeşitli bölgelerinde perakendecilerde teftişlerde bulunulduğu belirtildi. “Aralarında İslami değerlere aykırı sloganlar taşıyan oyuncakların da bulunduğu çeşitli ihlallere rastlandığı ve söz konusu ticari mallara el koyulduğu” belirtildi. 'Katar yönetimine yönelik eleştiriler yeniden alevlendi' DW Türkçe’nin Katar Haber Ajansı’ndan yaptığı aktarıma göre, Bakanlık tüm vatandaşları “gelenek ve göreneklere aykırı dizayn ve logo taşıyan malları ihbar etmeye” çağırdı.

Bakanlığın açıklamasında hangi malların ne için İslami kurallara aykırı görüldüğü belirtilmese de paylaşılan fotoğrafta gökkuşağı renklerindeki oyuncaklara yer verilmesi dikkat çekti. Gökkuşağı renkleri dünya çapında lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel ve interseks bireyleri kapsayan LGBTİ+ hareketinin sembolü. Eşcinsellik Katar’da yasa dışı.

Gelecek yıl FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olması nedeniyle Katar’daki insan haklarının durumu özellikle Batı dünyasında mercek altında. Dünya Kupası ev sahipliğini kazandığı 2010 yılından bu yana insan hakları konusunda çeşitli eleştirilerle karşı karşıya kalan Katar yönetimi, Kupa için ülkeye gelecek herkese açık oldukları mesajını veriyor. Ancak gökkuşağı renkli oyuncaklara el koyulması, sosyal medyada Katar yönetimine yönelik eleştirileri yeniden alevlendirdi.

8) Diyanet'ten 'Vadeli mevduat hesabı caiz mi?' sorusuna yanıt (SOL)


Diyanet İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı, vadeli mevduat hesaplarına para yatırmayla ilgili soruya yanıt verdi. 'Soru Sor' bölümüne vadeli mevduat hesaplarıyla ilgili soru soruldu.

"Faizli mevduat hesaplarına bilerek ve isteyerek para yatırmamalı" diyen Diyanet, "Bu tür mevduat hesaplarına tahakkuk ettirilen fazlalıklar faiz olup dinen haramdır. Söz konusu faiz oranlarının enflasyonun altında ya da üstünde olması, bu işlemi faiz olmaktan çıkarmaz. Bu itibarla bankaların vadeli mevduat hesaplarına para yatırmak caiz değildir" diye cevap verdi.





21 Aralık 2021 Salı

Bilal Erdoğan’ın arkadaşı kara paraya da çözüm olur mu? - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 

Türkiye’nin jet hızıyla büyüyen, Bilal Erdoğan’ın da yakınlık gösterdiği teknoloji şirketi, KKTC’ye elektronik ödeme sistemleri kuracak. Daha önce tapu kayıtlarını dijital ortama aktaran şirket, kara para trafiğine de bir çözüm getirebilecek mi?

Pandeminin en yoğun günlerinde, 12 Aralık 

2020’de, Lefkoşa’da görkemli bir tören vardı. 

The Unique Gusto adlı lüks restoran kapılarını 

açıyor, onur konukları olarak Cumhurbaşkanı 

Ersin Tatar ile Başbakan Ersan Saner de katılıyordu. Ev sahibi Murat Teksöz’dü. (Görsel 1)

Olağanüstü bir “başarı” hikâyesine sahip 

Teksöz. Türkiye’nin sessiz sedasız en hızlı 

büyüyen teknoloji şirketi Grid Group’un 

kurucusu. Şu sıralar üst üste KKTC’ye 

yatırımlar yapıyor. Tapu kayıtlarını dijitale 

aktardı; pandemide “aşı bilgi sistemi” kurdu. 

Ama esas büyük işi Eylül ayında Dubaili HBK 

Group ile yaptığı anlaşma.

Buraya döneceğiz; Kayseri Erciyes Üniversitesi’nin teknoparkında, mütevazı imkanlarla 

başlanan teknoloji serüveninin buralara nasıl geldiğinin bir arkeolojisini yapalım önce.

31 Ağustos 2020’de çekilen ve şirketin Twitter 

hesabından Bilal Erdoğan’ın, Teksöz’ü ziyaret 

ederek projeleri konusunda “keyifli bir sohbet 

eşliğinde bilgi aldığı” notuyla paylaşılan 

fotoğraftan geriye doğru gidelim. (Görsel 2)

                                  ***

13 Mayıs 2016’da Kayseri’de Teksoft adlı şirketi kuruyor Teksöz. Sonrası hızlı bir el değiştirme trafiği. 10 gün sonra hisselerini Hakan Harput’a devredip ayrılıyor. Şirket 3 Ekim 2016’da İstanbul Ataşehir’e taşınıyor; bir yıl sonra da şirketin sahibi Furkan Emir oluyor. 7 Aralık 2017’de ise Teksöz tekrar hisseleri alıyor ve adını Grid Group Teknoloji olarak değiştiriyor. Hisse alışverişinin detaylarına karışık olmaması için girmeyelim fakat, Teksöz’ün ayrılıp dönmesi arasında geçen zamanda adının karıştığı bir olayı hatırlatalım.

Teksöz, 30 Mart 2016’da, Samsun’da faaliyet yürüten EB Seyahat Turizm firmasının sahibi Emre Baştuğ ile beraber, Ulusoy Petrol Sanayi Ticaret’i kuruyor. Lakin işler karışıyor. Çünkü seyahat firması Ulusoy’un mirasçıları ile davalık oluyor. Kısaca özetleyelim:

Ulusoy Holding’in mal varlıkları 2008’de bir protokolle Yılmaz, Cemal ve Saffet Ulusoy kardeşler arasında pay edildi. Otobüs grubu ile marka hakkı Saffet Ulusoy’a düştü. Protokolde ayrıca 'Ulusoy' markasının başka kişi ya da kurumlara devredilemeyeceği kararlaştırıldı. Saffet Ulusoy’un 2012’de vefat etmesinin ardından mirası eşi ve çocuklarına kaldı. Tek erkek çocuğu Haluk Ulusoy’u herkes Futbol Federasyonu başkanlığından tanır zaten.

2016’da Teksöz ve Baştuğ tarafından kurulan Ulusoy Ulaşım Petrol Sanayi Şirketi'ne marka davası açıldı. Ancak “isim hakkı” finansal sıkıntıların aşılamamasıyla bir süre sonra Ulusoy Ulaşım Petrol’e devredildi. Sonrasında Ulusoy Seyahat 2017’de, Ulusoy Ulaşım ise 2018’de peş peşe iflas ettiler.

Burada başka bir ayrıntı ortaya çıkmıştı. 21 Ekim 2016’da Sabah gazetesinde yayınlanan bir haberle Teksöz'ün ortağının akaryakıt istasyonu zinciri sahibi olan ve 2009’dan beri Ulusoy Holding’in Genel Müdürlüğü’nü yapan İmran Okumuş’un damadı olduğunu öğrendik. Okumuş’un aynı zamanda Petrol Ürünleri İşverenler Sendikası (PÜİS) Genel Başkanı olduğunu ve halen bu görevi yürüttüğünü not edelim. Teksöz de PÜİS delegelerindendi.

Okumuş’un adı kamuoyunda, FETÖ operasyonunda el konulan ve mal varlığı en yüksek şirketlerden Kaynak Holding’e 2015’te kayyum atanmasıyla gündeme gelmişti. 105 bin TL maaş aldığı ortaya çıkmış, mahkeme sonradan bunu düşürmüştü. Fakat esas olay Rıza Zarrap’ın ortağı İranlı Babek Zencani ile çektirdiği bir fotoğraftı. (Görsel 3)

Okumuş, Zencani’nin Tacikistan’daki otobüs terminali açılışına katılmıştı. Yanlarında Haluk Ulusoy da bulunuyordu. Bu ilişki bir muamma olarak kapanıp gitti.
AKP döneminde “damatlık” müessesesinin verimliliği malum. Haliyle Grid Group’un başarılarına dönelim yeniden.

***

Şirketin 7 yılda büyümesi baş döndürücü sahiden: Kalyon, Kolin, Limak, Cengiz, Makyol, Rönesans, İC İçtaş başta olmak üzere daima gündemde olan inşaat şirketlerinin tamamına hizmet veriyor; şehir hastaneleri, köprüler, İstanbul Havalimanı ve Avrasya Tüneli gibi pek çok projede imzası bulunuyor. Roketsan, THY vb. devlet kurumları ile çalışıyor. Türkmenistan, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve bazı Afrika ülkeleri ağırlıklı 23 yerde faaliyet gösteriyor. En göze batan işlerinden birisi ise Suudi Arabistan İstihbarat Teşkilatı’nın veri tabanını güncellenmesi ve dijital güvenlik hizmeti sunmasıydı.

Şimdi ciddi bir yatırıma daha girişti. Eylül 2021’de Dubaili HBK Goup ile yapılan anlaşma ile HBK teknoloji ekiplerini, alt yapısını KKTC’ye kaydıracak ve Grid ile ortak bir “elektronik ödeme sistemleri” kuracak. HBK Group ayrıca yakın zamanda kripto varlıklar için büyük yatırımlar yaptı.

Bu yatırım niye önemli peki?

MASAK 2018’de KKTC’ye bir çıkarma yapmış ve 7 casino ile bunlara bağlı 20 şirket üzerinden geriye dönük yaptığı denetimde 5 milyar dolardan fazla kayıt dışı para trafiği tespit etmişti. Bazı operasyonlar yapıldı ancak devamı gelmedi. Ayrıca KKTC’deki yasa dışı kumar cirosunun da yıllık 50 milyar lira olduğu tahmin ediliyor. İşte tüm bu faaliyetlerde para transferlerinin kimi Balkanlar’da kimi off shore adalarında kurulmuş elektronik ödeme sistemleri üzerinden yapılması kilit konu.

Teksöz’ün yapacağı yatırım bu açıdan kritik. KKTC ekonomisinin iki katını aşan büyüklüğe sahip kara paranın ilk noktada kontrol edilmesinin yolu, MASAK’ın da dediği gibi ödeme kanallarının denetiminden geçiyor.

Bakalım, Bilal Erdoğan’ın yakınlık gösterdiği Grid Group’un başarılı kariyeri belki burada da işe yarar; kim bilir…

Bahadır Özgür / BİRGÜN

TRT STV yolunda - Barış Pehlivan / CUMHURİYET

 Sır Kapısı, Büyük Buluşma, Beşinci Boyut, Tek Türkiye, Şefkat Tepe, Kollama, Nizama Adanmış Ruhlar... 


Eski STV dizileriydi saydıklarım. Fethullahçılar bu dizilerin senaryolarıyla neyi amaçlıyordu? Yargının tespitlerinden okuyalım: 

“Kamuoyunu şekillendirme, yönlendirme, genel kanı ve algı yaratma görevi yerine getirildi. Bu şekilde ileriki dönemde yapılması planlanan soruşturma ve operasyonlara zemin hazırlamak için toplumsal algı ve genel kanı oluşturma amacı güdüldü.” 

Şimdi...

TRT’deki “Teşkilat” dizisini düşünün... Karanlık bir karaktere Kılıçdaroğlu’nun “Geliyor gelmekte olan” sloganı söyletildi. Haliyle, çok kişi tepki gösterdi. RTÜK’ün CHP kontenjanından üyesi İlhan Taşcı ise yapılanın “planlı bir algı operasyonunun parçası olduğunu” söyledi. Ve ekledi: “Demokratik faaliyetleri halkın gözünde terörle bağdaştırmaya çalışmak pervasızlıktır.”

Tam da burası önemli işte. Hatırlayın, kısa süre önce Arka Bahçe’de yazdım... 

Seçime giden Türkiye’de muhalefet partisi yöneticilerine “terör” ve “casusluk” üzerinden operasyonlar gelebilirdi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun aynı sloganı Meclis’teki muhalefet sıralarına bakarak söylemesini de bu bağlamda düşünebilirdik. 

Sözün özü... Böylesi kumpaslara hazırlık için zamanında STV dizileri kullanılıyordu. Şimdi benzer tezgâh TRT üzerinden devredeydi. 

Barış Pehlivan / CUMHURİYET