26 Aralık 2021 Pazar

10 maddede kur korumalı TL vadeli mevduat: Kâr özel, zarar kamusal - Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN

Para politikalarıyla faizleri daha da düşürüp, ekonomiyi canlandırma hülyası sona erdi. Şimdi de maliye politikalarıyla, yani kur riskini üstlenmenin maliyetini bütçe kanalıyla yine biz sade yurttaşlara yıkarak yeni bir deneye girişiliyor. Tüm bu göstergeler dövizdeki kanamaya tampon yapılsa bile, Türkiye ekonomisinin bünyesindeki bozuklukların düzelmek bir yana, sorunların ağırlaştığını, 2022 yılına girerken kriz ortamının atlatılamadığını net biçimde gösteriyor. 

Eylül ayında 8,28 olan dolar kurunun aralık ayında 18,28’e sıçratıldıktan sonra 11 lira seviyesine düşürülmesi bir başarı öyküsü olarak sunuluyor.

Çalkantılı hafta artan döviz talebinin önünü kesmek için Erdoğan tarafından Türk Lirası cinsinden mevduata kur farkı ödeneceğini açıklamasıyla başladı. 

Hafta boyunca hemen her gün ‘kur korumalı TL vadeli mevduat’ ile ilgili yeni bir ayrıntılar ortaya çıktı. Ancak kafa karışlıkları giderilmedi. 

Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, 10 maddede ‘Kur korumalı TL vadeli mevduat’ ile ilgili soru işaretlerine mercek tuttu.

1-Doların Aniden Düşüşü Sürpriz mi?

Döviz kurlarının türbülansa girdiği dönemlerde genellikle değer kayıpları ekonominin temellerinden tamamen kopar, aşırı noktalara gider. (Literatürde bu duruma overshooting denir.) Çünkü, “aman bu furyayı kaçırmayayım” diye düşünen çaylak yurttaşlar da alıma geçmiştir. Balonu patlatacak bir dokunuşla bir anda ayaklar suya ermeye başlar, rüya (kabus) sona erer. 1994, 2001, 2018 döviz krizlerinde hep aynı senaryo yaşandı. Trene en son atlayan küçük tasarruf sahiplerinin eli ve canı yanarken, yüksek noktalardan satışı başaran spekülatörler büyük vurgunlar vurdular. O nedenle ekonomiyi yönetenlerin oynaklığın artışına izin vermemeleri gereği hep vurgulanır. Hazine Bakanı Nebati pişkince garibanların 15, 16, 17 liradan çarpılmalarından söz ediyor. Peki, bu koşulları siz yaratmadınız mı? TL’nin değer kaybının aksine ihracatı coşturacağını söyleyerek bu çılgın partinin devam edeceği izlenimi vermediniz mi? Kaldı ki dolar kurunun 11,50 civarında seyretmesi de, eylül başına göre yüzde 38’lik bir değer kaybına denk geliyor. Enflasyonu besleyecek bir eğilime işaret ediyor.

2-Türkiye Ekonomisi Tamamen Dolarize Oldu

Gelin şöyle bir hesaplama yapalım. BDDK’nin en son verilerine göre, bankacılık sektöründeki 5 bin 334 milyar lira toplam mevduatın 3 bin 503 milyar lirası, yani yüzde 65,7’si zaten yabancı para mevduatı. Türk Lirası mevduatların ise 1,1 milyar lirası gerçek kişilere, 781 milyar lirası şirketlere ait. Gerçek kişiler “Kur Korumalı TL Mevduat Hesabı” uygulamasına katılabileceği için, toplam tasarrufların yüzde 85,4’ü fiilen dolarize olmuş sayılabilir. Burada şöyle ilginç bir nokta var; benim dolarla, avro ile işim olmaz diyen bir yurttaş da zorla dövize yönlendiriliyor. Çünkü parasını söz konusu hesaba yatırırsa ve vade süresince kazanacağı faiz, liranın dolara karşı değer kaybının altında kalırsa aradaki fark, Hazine’den kendine ödenecek. O nedenle parasını TL’de tutanlar bile her an döviz kurlarının seyrini izleyecek. Hele vade yaklaştıkça ister istemez TL’nin daha fazla değer kaybetmesi, dolayısıyla kendisine ek ödeme yapılması için duacı olacak. Türkiye toplumu, AKP rejimi tarafından böyle fantezi finans oyunlarının içine sokuluyor, insanlarımız adeta işi gücü bırakıp döviz kuru uzmanı haline gelmeye teşvik ediliyor.

3- Kur Korumalı TL Mevduat Hesabına Örnek

Bir yurttaşımızın 100 bin lira tasarrufu olsun. Banka 6 ay vade için nominal yüzde 16 faiz oranı öneriyor. O sırada 1 dolar=10 TL’dir. Yani yurttaşın 10 bin dolara denk parası vardır. 6 ayın sonunda 100 bin lira,

Yüzde 16\2 =yüzde 8, yani 8 bin lira faiz kazanır.

Burada iki durum ortaya çıkabilir :

TL’nin dolar karşısında yüzde 8’den fazla veya az değer kaybetmiş olması. Diyelim yüzde 15 bir değer kaybıyla kur 1 dolar=11,50 TL oldu. Bu durumda kişiye aradaki yüzde 7’lik fark 7 bin TL ödenir. Ele geçen para 115 bin lira olur. 115 bin lira, 11,50 kurundan tam 10 bin dolardır.

TL’nin, dolar karşısında varsayalım yüzde 4 değer kaybetmesi, kurun 10,40 olması durumunda ise ek ödeme yapılmaz tasarruf sahibinin eline 108 bin lira geçer. Ancak burada ilginç bir durum var; piyasadan 10,40 lira kurundan dolar alırsa 10 bin 385 doları olur. Hatta kurun 10’da sabit kalması durumunda bu 10 bin 800 dolara yükselir.

Demek ki tasarruf sahibinin kur riski yoktur. Parası 10 bin dolar veya üzerinde kalacaktır. Çünkü kur riski Hazine tarafından üstlenilmiştir. Bir anlamda kur riski kamulaştırılmıştır.

Finans teorisine göre, belli bir fiyatla satılması gereken ilerideki kurdan (forward) döviz alma “opsiyonu” devlet tarafından mevduat sahibine parasız bahşedilmiştir. Burada subvansiyonun aslında bankacılık sektörüne yapıldığı da söylenebilir. Çünkü devletin bu desteği sayesinde finans sektörü düşük faizle mevduat toplama olanağına sahip olmuştur. Buradaki avantajı, bu ürün dışındaki düz mevduatın faizinin daha yüksek seyretmesinden de izlemek olanaklıdır.

4-Döviz Hesabından TL’ye Dönüş Planı Örneği

10 bin dolarınız olduğunu, kurun 12 TL düzeyinde bulunduğunu ve 3 aylık mevduat faiz oranının yüzde 16 uygulandığını varsayalım.

10 bin doları TL’ye çevirince elinize 120 bin lira geçer. Nominal yüzde 16 faiz 3 ayda yüzde 4 gelir sağlar. 120 bin liranız 4 bin 800 lira faiz kazanarak 124 bin 800 liraya yükselir. Burada 2 varsayım temelinde hesaplamalarımızı yapalım. 3 ay sonra dolar kurunun 12,36 ve 13,20 lira olması üzerine. Paranız nominal yüzde 16 faizden 3 ayda yüzde 4 nemalanır. Bu da size 12x1,04=12,48 lira kurundan dolar satın alma hakkı tanır.

Seçenek 1: Dolar/TL=12,36 lira olmuş ise 12,48 liradan alma hakkını kullanmaz ve yüzde 4 faizle yetinerek 124 bin 800 lira alırsınız.

Seçenek 2: Dolar/TL=13,20 liraya çıkar yani yüzde 10 değer kazanır. Sizin 12,48’den, 72 kuruş daha ucuz fiyattan alma hakkınız vardır. Bu yüzde 6 avantaja karşılık 120 bin liranıza üste 7 bin 200 lira ödenir ve 124 bin 800+7 bin 200=132 bin liranız olur.

Bu parayla 13,20’den dolar almanız halinde tekrar 10 bin dolarınıza kavuşursunuz. 124 bin 800 lira ile 12,36 kurundan almanız durumunda ise 10 bin 97 dolar elinize geçer. Yani Merkez Bankası kur riskinizi üstlenmiş, her halükarda paranızın 10 bin doların altına düşmemesini garantilemiş, buna karşın 10 bin doların üstüne çıkma şansınızı açık bırakmıştır.

Tebliğde, bu işlemlerin ABD Doları, Euro ve İngiliz Sterlini cinsinden yapılacağı belirtiliyor. Katar Riyali gibi “dost ve kardeş” ülke parası seçeneklerine yer verilmemesi dikkat çekiyor.

5- Tebliğin 8.b. Maddesi: Dövize yönelimi caydırma

Bu madde kur korumalı TL hesabı açanların vade boyunca kur hareketlerini izleyip, liranın hızlı değer kazandığı bir momentte faizden vazgeçip, dövize yönelme manevrasını caydırmak için konulmuştur. Bir örnek verirsek, 6 aylık yüzde 16 faizden, kurun $=10 lira olduğu bir noktadan 100 bin lirasını kur korumalı hesaba yatıran bir tasarruf sahibi üzerinden düşünelim. Diyelim ki 1 ay sonra $=9 lira kuru ile karşı karşıyayız. Kişi faizden vazgeçip 100 bin lirası ile 11 bin 111 dolar alma fırsatını kaçırmak istemiyor. Ancak ona deniyor ki, “yok olmaz!”. Sen bu sözleşmeye girdiğinde paran 10 bin dolara denk geliyordu. Şimdi 10 bin dolar 90 bin lira. Öyleyse, 10 bin lirayı Hazine’ye devredip, sana ancak 90 bin lira ödeyebiliriz.

6-Ülke Kumarhaneye Döndürüldü

AKP döneminde sermaye hareketlerine sınırsız serbestlik koşullarında; bireylerin de döviz, TL mevduat, borsa, devlet iç borçlanma senetleri, eurobondlar gibi geniş bir menüden seçerek yatırım yapmaları olanaklı hale geldi. Zaten bir dolu insan gözleri ekonomi kanallarında sabah akşam finansal piyasaları gözlemekte, kafasını sürekli kur, borsa, swap konularıyla meşgul etmekteydi. Eylülden başlayarak faiz indirim inadı oynaklığı daha da arttırmış, TL serbest düşüşe geçmişti. Yatırımcılar TL’den kaçıp döviz yanında borsaya da teveccühlerini artırmışlar, o kulvarda da oynaklık iyice çığırından çıkmıştı. Bunları zaten biliniyor. Ancak bu hafta açıklanan yeni enstrümanlar da adeta bir rulet masası gibi. Örneğin, kur korumalı TL mevduatta Merkez Bankası’nın katıldığınız gündeki döviz alış kuru geçerli. Bu hafta da kurlarda süren aşırı oynaklık girişteki zamanlamayı belirleyici hale getirdi.

Varsayalım bankada bağlanmış parası bulunan iki ayrı kişi, vade dolar dolmaz 100 bin lirayla 6 aylık yüzde 16 faizli kur korumalı mevduata girmek istiyor. Bu haftaki somut örnekler üzerinden gidersek, Perşembe günü dolar alış kuru 12,35 lira, Cuma ise 11,64 liraydı. Diyelim 6 ay sonraki kur 13,34 oldu. 12,35’den giren için kur, yüzde 8 faiz kadar arttığı için 100 bin lirası 108 bin lira olacak, ek bir ödeme yapılmayacak. Buna karşın sadece bir gün sonra 11,64’den giren açısından, kur 14,60 arttığı için, 108 bin liranın üzerine 6 bin 600 lira daha ödenecek ve 114 bin 600 lira olacak. Bu kumar değil de nedir?

7- Örtülü Bir Faiz İndirimi mi?

Bu görüşü paylaşmıyorum. Çünkü Merkez Bankası hâlâ bankaları enflasyonun çok altında %14 politika faiziyle fonlamaya devam ediyor. Kur korumalı mevduata da, politika faizinin en fazla 300 baz puan üstünde şeklinde bir limit koyarak bu kulvarda da faizlerin fazla yükselmesini istemediğini gösteriyor. Ekonomi yönetiminin ne pahasına olursa olsun kredi genişlemesi yoluyla büyümeyi zorlama saplantısınin ortadan kalkmadığı açıkça ortada. Kredi faizlerine göz attığımızda ise, bankaların Merkez Bankası faiz indirimlerine karşın hâlâ kredi faizlerini artırdığına tanık oluyoruz. Örneğin ihtiyaç kredileri eylülde yüzde 23.2 iken bugün yüzde 25.2, tüketici kredileri yüzde 22.2 iken bugün yüzde 23.5. Sadece ticari krediler yüzde 20.5’ta kalmaya devam etmiş. Bankaların faiz kar marjının yüksekliği, RTE`nin düşük faiz sevdasının gerekleşmemesi madalyonun bir yüzü. Öteki yüzü ise, enflasyonun yüzde 30’un üzerine yükseldiği bir ortamda hala kredi çekip harcama yapmak, fiyat artışlarının hız kazanması tehlikesine karşı talebi öne çekmek cazip görünüyor. Kısacası ekonominin temellerine aykırı bir zorlamayla karşı karşıyayız.

8-Riskin Kamulaştırılmasının Faturası Kime?

Hatırlanırsa 2020 yazında, hızlanan bir ivmeyle Merkez Bankası rezervlerini satarak dolar kurunu 6,85 liraya sabitleme, politika faizini de yüzde 8,25’te tutma çılgınlığı yaşanmıştı. Bunun sonunda meşhur “128 milyar dolarım nerede?” tartışması patlak vermişti. Çünkü son tahlilde çar çur edilen rezervler halkın, tüm yurttaşların parasıydı. Rezervlerin suyunu çekmesiyle, para politikalarıyla faizleri daha da düşürüp, ekonomiyi canlandırma hülyası sona erdi. Şimdi de maliye politikalarıyla, yani kur riskini üstlenmenin maliyetini bütçe kanalıyla yine biz sade yurttaşlara yıkarak yeni bir deneye girişiliyor. Çünkü bütçe yoluyla rantiye kesimlere subvansiyon sağlamanın faturası, artan vergilerle ve gerileyen eğitim, sağlık gibi sosyal hizmetler, düşen kamu maaş ödemeleriyle bizlere çıkarılacak.

Hazinenin zaten son 3 yılda peydahlanan dövize endeksli 31,3 milyar dolar iç borcu bulunuyor. 2021 yılbaşındaki 7,38 lira dolar fiyatından hesaplarsak, kurun bu göreceli düşmüş haliyle bile, bunun bütçeye 113 milyar maliyeti oldu. Son rakamlarla, gerçek kişilerin 128.6 milyar dolar döviz tevdiat hesabı var. Kabataslak bunların yüzde 30’u TL hesabına dönerse, TL de dolara karşı uygulanan faizin yüzde 20’si kadar üzerinde değer kaybederse, hesaplarıma göre bu bütçeye 125 milyar lira ek bir yük getirecek. Benzer hesabı kur korumalı TL mevduatlar için de yaparsak 63 milyar liralık bir maliyet buluruz. Demek ki, AKP rejiminin kur cambazlıkları bütçeye toplamda 301 milyarlık bir fatura çıkarabilir. Bu orta vadeli programdaki öngörülere göre GSYH’nin yüzde 4’üne eşit çok yüksek bir oran. Hele ki pandemi ortamında tüm OECD ülkeleri arasında bütçeden yurttaşlarına sosyal destek sağlamada cimri davranıp en son sırada yer alan bir ülkenin, rantiye kesimleri kollarken yoksul yurttaşlara arkasının dönmesinin ibret verici bir örneği.Yani egemenlerden yana bir sınıfsal bir tercih.

Ayrica devletin üstlendiği kur riski, durumsal yükümlülükler (contingent liabilities) kapsamında Kamu-Özel İşbirliği projelerne sağlanan miktar ve fiyat garantilerinin üstüne eklenecek. Bu bir yandan belirsizliği artırırken, bir yandan da yurtdışı borçlanmaların maliyetini daha da yukarı çekecek.

9-Son bir Haftada Kimler Kaybetti?

Maalesef, öncelikle dövizle, kur korumalı hesaplarla, ileri vadeli kurlarla; kısaca finans ve borsa oyunlarıyla işi bulunmayan, ancak vergi veren, kamu bütçesinden hizmet alan sade insanlar kaybetti. Sonra, “Bu furyayı tek kaçıran ben olmayayım” paniğiyle yüksek kurdan döviz alıp eli yanan amatörler. Hele bir de kredi çekip dövize bağlayanlar çifte vurgun yemiş oldular.

Ekonomik aktörler içerisinde, yüksek kura güvenerek fiyat kıran, hammadde ve yarı mamul girdilerini yüksek maliyetle temin eden ihracatçılar da büyük darbe yediler: Aynı şekilde yüksek kurdan mal satın alan ithalatçılar da. Bu listeye forward piyasalardan vadesi gelecek borçlarını ödemek için döviz alım sözleşmesi yapan veya doğrudan döviz satın alan şirketleri, TL mevduatların düşük getirisi nedeniyle borsaya yönelen, endeksin çakılmasıyla canı yanan yatırımcıları, telaşla bütün birikimlerini fiyatını dövizle ölçerek eve, arabaya bağlayan aileleri de ekleyebiliriz…

Liste uzatılabilir, ancak sorumlunun, böyle keskin döviz dalgalanmalarına davetiye çıkararak, büyük vurgunlar vurulması-derin mağduriyetler yaşanmasına yol açan, başta Tayyip Erdoğan ve AKP yetkilileri olduğu gerçeğini değiştirmez.

Burada bir noktayı daha belirtmekte yarar var. Evet, kur korumalı TL mevduat hesabı, tasarruf sahiplerinin kur riskini üstleniyor. Ancak iki ayrı tasarrufçu tipolojisi bulunduğunu da unutmamalıyız. Birisi, ücretli çalışan veya emekli, sınırlı tasarruflarından elde ettiği faiz geliriyle bütçesine yama yapan küçük tasarruf sahipleri. Bunların tek amacı enflasyon karşısında satın alma güçlerini korumak. %14-17 arası bir faiz oranı, onların %30’u aşan enflasyon karşısında yenik düşmelerini ne yazık ki engellemiyor.

Gelgelelim bir de finansal varlıklarıyla günlük geçimleri, örneğin et alış, sinemaya gidiş vb. tüketim sıklıkları arasında bir bağ bulunmayan büyük portföy sahipleri var. Bunlar paralarını döviz, TL mevduat, borsa ve bilumum finansal entrüman arasında dengelemeye çalışıyorlar.Son tahlilde ölçümlerini dolar üzerinden yapıyorlar. Kur koruması, işte bu rantiye kesime büyük bir fırsat sunuyor. Paraları döviz cinsinden belli bir limitin altına düşmüyor. Diğer bir ifadeyle, portföylerinin dolar değerinin yukarı doğru artış potansiyeli devam ediyor, aşağı düşme riski ise vergi mükellefinin cebinden devlet tarafından güvence altına alınıyor.

10-Ekonomide Süreç Nasıl Gelişecek?

Öncelikle dolar kurunun diyelim 11 lirada istikrar kazanması dahi, 6 Eylül’deki 8.30 kuruna göre %33 bir değer kaybına işaret ediyor. Bu da zaten yüksek olan enflasyonu zaman içerisinde %20-30 oranında, yani %6.6-9.9 kadar baskılama potansiyeli yaratıyor. TUİK’in kuşku uyandıran rakamlarında bile yurt içi üretici fiyatlarının %55’e dayanması, tarımsal girdi fiyatlarının %29.58 arttığının açıklanması, düşük faiz saplantısının sürmesi enflasyon riskini artırıyor. Türkiye benzeri tüm ülkelerin faiz artırması, ABD dolarının faiz artışı beklentisiyle güçlenme eğilimi, başta Ukrayna ve Çin merkezli ABD-Nato kaynaklı jeopolitik gerginlikler, küresel gıda fiyatlarının artışını sürdürmesi, hepsinin başında Covid-19 pandemisinin Omicron varyantlı yeni dalgası dış koşulların da olumsuzluğunu gösteriyor. Bu etmenlerin hepsi döviz kurunu oynatabilir, ithal fiyatlarının artması/ihracat kapılarının kapanması kanallarıyla ekonomiyi olumsuz etkileyebilir.

Hazine’nin 907 milyar lira yerel para cinsi içi borcu var. Geçen haftaki gelişmelerle DİBS’ler kur riskinden korumasız kalınca faizler belirgin biçimde yükseldi. Ayrıca Hazine’nin yeni ürünlerle sıçrayan kur riski yükümlülüğü de varlıkları olumsuz etkileyince, örneğin 5 yıllık tahvil faizi %25.20 oldu. 5 yıl vadeli eurobond faizi %7.40 ve Türkiye’nin CDS primi en son 599 puanla korku verici bir düzeydeydiler. Tüm bu göstergeler dövizdeki kanamaya tampon yapılsa bile, Türkiye ekonomisinin bünyesindeki bozuklukların düzelmek bir yana, sorunların ağırlaştığını, 2022 yılına girerken kriz ortamının atlatılamadığını net biçimde gösteriyor. İşin ilginç yanı da, Erdoğan’ın Müslüman olarak nasların gereğini yapmaktan söz ettiği bir dönemde, Türkiye’nin finansallaşmış kapitalizmin en fantastik ürünleriyle haşır neşir olması, milletin sabah akşam kurları, CDS`leri, swapleri konuşması… Bütün dünyanın şaşkınlıkla bu garip deneyi izlemesi...

Hayri Kozanoğlu / BİRGÜN


Diyanet’in Sultan İbrahim’ine zeyil - Mehmet Bozkurt / SOL

 Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!


Sizler için Diyanet TV izliyor, Akit ve Milat gazetelerini okuyorum. Bunları izleyip okuduğum için karım neredeyse beni boşama seviyesine gelmiş durumda. Bunu hangi riskleri göze aldığımı ve neler çektiğimi bilesiniz diye yazıyorum… 

Temsil ben Yeniçeri Ocağı’nın esasında Hristiyan çocukların zorla devşirilip birer savaşçı yapıldıktan sonra kendi halkını öldürmeleri için “cenge” hazırlayan askeri kışlalar değil de esasında yatılı bir kolej olduğunu, Hristiyan ailelerin çocuklarını bu koleje yazdırmak için sıraya girdiklerini Akit’ten Mustafa Armağan’dan öğrenmiştim. Bunu karıma anlattığımda onun benden tamamen umudunu kestiğini yüz hatlarından anladım.

Şimdilerde moda ya Diyanet TV Osmanlı padişahlarını anlatıyor. Sultan İbrahim bunlardan biri. İbrahim benim en sevdiğimdir(!) Kaçırmak istemem. Kağıt kalem alıp TV’nin karşısına geçiyorum. Eski bir alışkanlığımdır. Not alıyorum. Diyanet’in söyledikleri arasında doğru olan sadece doğum ve ölüm tarihi, ebeveynlerinin adları tahta çıkış tarihi bir de abisinin IV. Murat olduğudur. Ötesinin özeti ise, İbrahim’in diğerleri gibi iyi bir padişah olduğu ancak “çalkantılı ruh hali” nedeniyle zaman, zaman hatalar yaptığıdır. İbrahim bu kadar!

Olmaz, benim kitaplardan tanıdığım İbrahim bu değil. Daha doğrusu bu kadar değil. Çok daha fazlası var ve bana göre 36 padişahtan 35’i bir yana 1’i bir yana. Ve bir olan İbrahim’dir. Şöyle başlayabilirim:

Babası Ahmet öldüğünde İbrahim iki yaşındaydı. Abisi IV. Murat tahta oturdu. Sultan Murat, Fatih Mehmet’ten bu yana sürüp gelmekte olan “Tahta oturan kardeşlerini öldürür” üsulü yerine, yenice icat edilen “Tahta oturan kardeşlerini kafese tıktırır” üsulüne uygun olarak İbrahim’le birlikte diğer üç kardeşini Süleyman, Kasım, Beyazıt’ı kafese tıktırır.

Güzel, ancak Murat, Bağdat seferine çıkmadan önce “bu deyyuslar arkamdan iş çevirirler” düşüncesiyle İbrahim’i hariç tutarak diğer üçünü boğdurur. İbrahim henüz iki yaşındadır ve yirmi üç yıl kalacağı kafeste üç abisinin cellat ipinin ucunda çırpınarak boğulmalarını izler. Diyanet TV’nin “çalkantılı ruh hali” olarak hafifseyip geçiştirdiği, İbrahim’in ruh hali işte bu sarsıntının üzerinde şekillenmiştir. Deliliğe atılan ilk adımdır.

Murat’ın arkasında tahta çıkacak bir oğul bırakmadan ölmesi üzerine 25 yaşındaki İbrahim kafesten zorla sürüklenerek çıkartılır. Sürüklenerek diyorum zira bunun bir tuzak olabileceği kuşkusuna kapılmıştır İbrahim. Ancak Murat’ın cesedini gördükten sonra kısmen de olsa rahatlayıp tahta oturur. Ne ki çok uzun sürmeyecek, yaşadığı dehşet kısa bir zaman sonra onu üst basamağa terfi ettirecektir. İbrahim artık deli değil, zır delidir!

Son Osmanlı dedik ve ne kadar güzel, İbrahim’in yıllarca kafeste yaşamasına bağlanan “cinsel iştahsızlığı” nedeniyle şehzadesiz kalan Osmanlıdan nihayet kurtuluyoruz derken…

Ah o Cinci Hoca!

Cinci Hoca’yı İbrahim’in annesi Kösem Sultan buluyor… Bir üfürükçü, falcı ve “kuvvet macunu” mucidi…

Ne yapsın Kösem Sultan. Anne yüreği işte… Her gece oğlunun koynuna üç, beş cariye sokmasına rağmen soyu sürdürecek bir şehzade doğmayınca bir umut Cinci Hoca akıllara geliyor. Ama doğru ama yalan Cincinin macunlarının marifeti mi dir, yoksa bu kadar eziyet yeter deyip güler yüzünü Osmanlıdan yana çeviren Allah’ın hükmü müdür bilinmez, İbrahim o günden itibaren durdurulamıyor. Yatağa aldığı cariyelerden sekizi oğlan altısı kız ceman on dört adet çocuğu oluyor ve tarih sahnesinden çekilmesine ramak kalmışken, İbrahim’de yeniden hayat buluyor Osmanlı!

Sonra gelsin Şekerpare!

Diyanet, İbrahim’in Şekerpare’sini gizlemiş. Oysa okuduklarımdan anladığım kadarıyla Şekerpare İbrahim’in yaşam kaynağı!

Bazı kaynaklara göre 150, bazılarına göre ise 180 ile 200 okka arasında çekiyor. Şimdi Şekerpare’deyim ve ondan söz ediyorum. İstanbul’un en şişman kadını… Saraya hizmetçi olarak giren bu kadını bir rastlantı olarak gören İbrahim’in zaten hayli eksilmiş olan aklını alıp götürüyor. Artık İbrahim zır zırdır. Gözü Şekerparenin dışında kimseyi görmez oluyor. En çok Şekerpare’yi seviyor sonra samur kürk ve amber!

Bazı tarihçiler İbrahim’in saltanat sürdüğü dönemi “Samur Devri” olarak adlandırıyor. Seferden dönen her paşayı “hani samur, nerede amber” diye sıkıştırdığı gibi, ziyaretine gelen yabancı elçileri de ellerinin boş olması halinde şiddetle azarlıyor. Şekerpare’ye yaptırmış olduğu sarayı pencere pervazlarından tavanlarına varıncaya kadar samur kürkle döşettiğini elbette Diyanet’ten değil Hammer tarihinden okuyup öğreniyoruz. Bir de amber kokusu… Şekerpare’nin sarayı amber kokuyor.

Diyanet’in dalgınlığıdır, çok yufka yürekli olduğunu atlamış İbrahim’in… Girit seferi sonrasında boğdurduğu Yusuf Paşa’nın cesedinin başında hıçkıra hıçkıra ağlaması var ki gerçekten ciğer delici! Dayanamıyorum ve bu sahneyi Necdet Sakaoğlu’nn “Bu Mülkün Sultanları’ndan aktarmak istiyorum. Yusuf Paşa Girit seferinden kesin bir yengi sağlayamadan eli boş dönmüştür. Boynu bükük dikilmektedir İbrahim’in karşısında Kürksüz ve ambersiz:

“… Sen kendini bir hizmet ettim mi sanıyorsun? Bu kadar hazinemi sarf edip bir alay dinsizi öldürmeyip mallarıyla memleketlerine yolladın” diye çıkışınca Yusuf Paşa, ‘Gerçi hazine sarf eyledik amma büyük bir kaleyi fethettik. Küffarı katletmek bir iş değildi. Lakin sonu vahim olurdu’ yollu yanıt vermesi padişahı çileden çıkardı. Veziriazam Salih Paşa’nın yalvarmalarına aldırmaksızın Yusuf Paşa’yı boğduran İbrahim’in, ölüye bakıp ‘Ne güzel, kırmızı elma yanakları varmış, yazık oldu, kıydım’ demesi meşhurdur.”

Bakar mısınız İbrahim’in duygusallığına. Diyanet’in bu sahneyi atlamasına ne demeli artık bilemiyorum!

Bunun devamı var, devamı Salih Paşa’dır. Aynı kitaptan aktarıyorum:
“…İbrahim, gideceği şeyhe bir an önce ulaşabilmek için, Salih paşaya kesin buyruk verip İstanbul’da arabayla dolaşılmasını yasakladı. 17 Eylül 1647 günü Davutpaşa’daki üfürükçüsüne giderken önüne bir araba çıkınca müthiş öfkelendi ve ikindi divanında Veziriazam Salih Paşa’yı imamın evinde kuyu ipiyle boğdurdu…”

Özeti şudur:

Diyanet’in İbrahim’i sadece Sultan İbrahim olup hayal mahsulüdür. Sahi olan ise zır zır İbrahimdir!

Önce kafese tıkılır… Diyanet’in “öldü” diyerek sadeleştirdiği ölme biçimini veriş şekli de hayal mahsulüdür. Doğrusu, İbrahim’in on gün sonra kafesten çıkarılıp usul ve adabınca boğdurulmuş olduğudur.

Mehmet Bozkurt / SOL


25 Aralık 2021 Cumartesi

Skandal! Abdullah ve Hayrünnisa Gül'ün kayıp altınları! + Gül'ün damadından 2,5 milyon dolar, oğlundan 150 Cumhuriyet altını! -Talat Atilla /TURKTIME

 Skandal! Abdullah ve Hayrünnisa Gül'ün kayıp altınları! (24/12/2021)

11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ismi, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı adayları arasında sıklıkla zikredilmeye devam ediyor.

Aldığım bilgilere göre Abdullah Gül, eşi Hayrünüssa Gül ve eski bir AK Parti milletvekilinin karıştığı bir olay, Türk siyasetinin en ilginç vakalarından birisi olmaya aday. 

Hazırsanız başlıyorum.

27.02.2015 tarihinde kurulan 
Abdullah Gül Vakfı'nı hatırlarsınız. 
İsmi çok gündemde değilse de, arada sırada kamuoyunun önüne çıkar.

İşte o Abdullah Gül Vakfı, parasını faize yatırmamak için varlıklarını altına çevirerek biriktirmeyi tercih eder.

Bu süreç normal seyrinde giderken Abdullah Gül'ün bir yakını, biriken altınların kazancını az bulmuş olacak ki, dahiyane bir yöntemle altınları çoğaltmanın formülünü bulur! 

GÜL'ÜN YAKINI, GÜL VAKFINA AİT 11 KİLO ALTINI İŞLETMEK İÇİN KUYUMCUYA  VERİR! 

Abdullah Gül Vakfı'na ait altınları bir kuyumcuda işletmek! 
Altınlar da az buz değil! 
İnsan elinin biraz taşıdığında yorulacağı kadar! 

11 kilo....
Ankara Ulus'taki kuyumcu bu 11 kilo altını uzun süre işletir.
Kazançtan memnun olan Abdullah Gül'ün yakını hızını alamaz ve Hayrünüssa hanımın da ne kadar altını varsa hepsini derleyip toparlayıp aynı kuyumcuya işletmesi için getirir.
Olayın kahramanlarından olan kuyumcumuz da çok uzaklardan değildir! 

KUYUMCU İFLAS EDER, VAKIFA VE HAYRÜNÜSA GÜL'E AİT ALTINLAR KAYBOLUR! 

Kuyumcu, eskiden AK Parti'de milletvekiliği yapmış! 
Gül'ün yakını kazancı arttırmak için üçüncü bir hamle daha yapar! 
Bu sefer de Hayrünüssa Gül'ün kızının düğününde takılan altınları kuyumcuya taşır! 
Ve bir gün tüm hesaplar karışır, her şey birbirine girer! 

GÜL ÇİFTİ YAKINLARINI KOVAR! 

Eski Ak Parti Milletvekili ve kuyumcu, iflas ettiğini söyleyerek ortadan kaybolur! 
Olayı ögrenen Abdullah ve Hayrünüssa Gül çifti şoka girerler ve yakınları olan kişiyi yanlarından uzaklaştırırlar! 
Altınların akibetini merak ediyorsunuzdur! 
Yazayım; 
Buhar! 
Kuyumcu! 
Yazayım; 
Buhar! 

Ya altınları kuyumcuya taşıyan kişi ! 
Yazayım; 
Ankara'da!

                                                                       ***

Gül'ün damadından 2,5 milyon dolar, oğlundan 150 Cumhuriyet altını!(25/12/2021)

Neredeyse yorumsuz olarak sizlere aktaracağım özel bir haberim var.
Neden yorumsuz derseniz.. 
Yoruma ihtiyacı yok! 

Eski Ak Parti Erzincan Milletvekili Tevhid Karakaya ve oğlu İhsan Karakaya 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün yakın çevresinin milyon dolarlarını işlettiğini ögrendim. 

Sistem şöyle işliyor... 

Eski Ak Parti Erzincan Milletvekili Tevhid Karakaya oğlu İhsan Karakaya ile birlikte  Abdullah Gül'ün oğlu, damadı, özel kalem müdürü ve eski koruma daire başkanı Osman Cangal'dan topladığı milyon dolarlarla altın alarak onlara kar payı veriyor. 

İŞTE O LİSTE...

Karakaya'nın Abdullah Gül'ün yakın çevresinden altın ticareti ile kar payı adı altında aldığı paralar şöyle:

Abdullah Gül'ün oğlu Ahmet Münir Gül'den 150 Cumhuriyet altını... 

Abdullah Gül'ün damadı Mehmet Sarımermer'den 2,5 milyon dolar... 

Abdullah Gül'ün eski koruma başkanı Osman Cangal'dan 700 bin dolar... 

Abdullah Gül'ün özel kalem müdürü Ethem Doğan'dan 250 bin dolar. 

Eski Ak Parti Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Faruk Bayrak'tan 750 bin dolar. 

Gül'ün yakınlarıyla ticaret yapmak için neden böyle bir yolu tercih ettiğinin yanıtı elbette kendisinde saklı!

Talat Atilla /TURKTIME

KISA KISA GÜNDEM (25 ARALIK 2021)

 


1)İktidara yakın vakıflara ikinci maaş imtiyazı (Sözcü)

Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Kızılay ve Yeşilay'da görev alanların emeklilik veya yaşlılık aylığı kesilmeyecek. Maarif Vakfı yöneticilerine geçtiğimiz Temmuz ayında çift maaş imtiyazı verilmişti.Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’na eklenen yeni maddeyle, Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Türkiye Kızılay Derneği, Yeşilay Cemiyeti ve Yeşilay Vakfında görev alanların emeklilik ve yaşlılık aylıklarının kesilemeyeceği karara bağlandı.
(YÖNETİCİLERİNE ÇİFTE MAAŞ İMTİYAZI SAĞLANMIŞTI) Geçtiğimiz Temmuz ayında ‘Çifte Maaşlılar’ kervanına Maarif Vakfı yöneticileri de katılmıştı. Kurumun 11 kişilik Mütevelli Heyeti, ikinci maaşa kavuşmuştu. Yönetim kademesinde 3 eski AKP milletvekili ile daha sonra bakan olan Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Mahmut Özer ve Esenler Belediye Başkan Yardımcısı Hasan Taşçı da bulunuyordu.(Resmi Gazete’de yayımlanan madde şöyle:) MADDE 24 – 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.“EK MADDE 20 – Herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı alanlardan Türkiye Maarif Vakfı, Yunus Emre Vakfı, Türkiye Kızılay Derneği, Yeşilay Cemiyeti ve Yeşilay Vakfında görev alanların bu aylıkları kesilmez. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce birinci fıkra kapsamına girenler adına Kurum tarafından fazla veya yersiz olarak yapılan ödemeler borç çıkarılmaz, çıkarılmış borçların ödenmemiş olan kısımları terkin edilir ve tahsil edilmiş tutarlar iade ve mahsup edilmez. Bu fıkra hükümlerinin uygulanması sebebiyle geçmişe dönük aylık, aylık farkı ve bayram ikramiyesi ödenmez.

2)Döviz almayacağım’ imzası atmayana kredi yok(MEHTAP ÖZCAN ERTÜRK-SÖZCÜ)

Türk Lirası cinsinden kullandırılan kredilerin amacına aykırı işlemlere konu edilmemesine yönelik gerekli inceleme yapılması için talimat verdiğini duyuran Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK), bankaları yakın markaja alınca, bankalar çareyi müşteriye taahhütname imzalatmakta buldu. 
Bazı özel bankaların sadece ticari kredilerde, kamu bankalarının ise tüketici kredilerinde de şart koştuğu söz konusu taahhütnameyi imzalayan müşteriler, kullandıkları kredi ile ‘amacına aykırılık teşkil eden işlemleri yapmayacağını'; tespiti halinde ise ‘bankayı sorumlu tutmayacağını' kabul etmiş oluyor.Taahhütnamede kredinin kullandırım amacına aykırılık teşkil eden işlemler ise şöyle sıralanıyor: Döviz ve altın alım işlemleri, vadeli mevduat, repo, hisse senedi gibi finansal getiri sağlamaya dönük yatırımlar, vadesi gelmemiş diğer kredi risklerinin kapatılması, yurtdışına transfer yapılması ve kripto varlıklara veya sermaye piyasası dışına aktarılması.

3)AKP'li belediyenin milyarlık arsa satışı durduruldu.(SOL)

AKP'li Belediye Başkanvekili Aydın Pehlivan'ın Villakent Mahallesi'nde 1 milyar 600 milyon TL'yi bulacağı öne sürülen 160 parselin satışı için belediye meclisinden aldığı yetki yargıya takıldı. İzmir Menemen Belediyesi'nin Ekim ayı meclis toplantısında alınan kararla Villakent Mahallesi'ndeki 160 parselin satışı konusunda AKP'li Başkanvekili Aydın Pehlivan'a yetki verildi. CHP ve İYİP ise mülkiyeti belediyeye ait olan 1 milyon 600 bin metrekarelik alanın satışına karşı basın açıklaması ile dava açtığını duyurmuştu.

İzmir 2. İdare Mahkemesi "Dava konusu işlemin uygulanması halinde satış sürecine geçilerek söz konusu taşınmazların satışı suretiyle kamu yararı noktasında telafisi güç veya imkansız zararlara yol açabileceği açıktır" gerekçesiyle "yürütmeyi durdurma" kararı verdi. Söz konusu alanın değerinin 1 milyar 600 milyon TL'yi bulacağını öne süren CHP Menemen İlçe Başkanı Ömer Güney, "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" dedi. 'İlçenin kaderini çizecek bir satış'   Güney yazılı açıklamasında şunları kaydetti:"Bu satış, ilçemizin kaderini çizecek bir satış. Başvurularımız, dört ayrı İdare Mahkemesi’ne yapıldı. 2. İdare Mahkemesi iki dosyayı birleştirdi ve yürütmeyi durdurma kararı verdi. 1. İdare Mahkemesi ret kararı verdi. 5. İdare Mahkemesi’ndeki başvurumuz henüz sonuçlanmadı. Bu, tabloyu değiştirmiyor. Sonuç itibariyle yargı da bu meseleyi hukuksuz bulmuş ve ileride telafisi zor zararlar doğurabileceği kararını vermiştir. Bu zarar, elbette Menemen’in ve Menemen Belediyesi’nin uğrayacağı zarardır. Hukuki mücadelemiz devam edecektir.” AKP idaresindeki belediyenin borç ödeme iddiasıyla bu satışı yapmayı amaçladığını söyleyen Güney, "Dosyanın sonuna kadar takipçisiyiz" diye konuştu. 

4)Karaburun Kaymakamı hakkında iddia: ‘Aldığı araziyi yapılaşmaya açtırıp sattı...’ (SOL)

İzmir'in Karaburun İlçesi Kaymakamı Serap Özmen Çetin'in satın aldığı "tarım alanı" vasfındaki 1347 metrekarelik arsayı, "zeytin salamura tesisi" kurulacağı gerekçesiyle yapılaşmaya açtırılmasını sağladığı ve iki ay sonra burasını sattığı iddia edildi. Karaburun Belediyesi'nin karara "şerh" koymasına rağmen İl Tarım Müdürlüğü'nün onayı ile yapılaşmaya açılan ve en az iki kat değerlenen arazinin Kaymakam Çetin sattıktan sonraki üç ay içinde üç kez el değiştirdiği ileri sürüldü. CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi hazırlayıp iddiaları TBMM gündemine taşırken, CHP İzmir Milletvekili Tacettin Bayır ise "Kaymakam hanım emlakçı gibi. Görevden el çektirilmesi lazım" dedi.(Zeytin salamura tesisi ve eve İl Tarım’dan koşullu onay)  Karaburun Kaymakamı olarak Eylül 2018'de atanan Serap Özmen Çetin, iddiaya göre, 15 ay sonra, Mordoğan'ın Çatalkaya Mevkii'nde 1347 metrekarelik bir arazi satın aldı. Arazi, tapuda "arsa" olarak gözükse de Karaburun'un Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Özel Çevre Koruma Bölgesi (ÖÇK) ilan edilmesi dolayısıyla "tarım alanı" vasfında değerlendiriliyordu. Ancak birkaç ay sonra sürpriz bir gelişme yaşandı. İddiaya göre, Kaymakam Çetin, ilçedeki bir müteahhidi aracı olarak kullanarak, arazinin 130 metrekarelik bölümüne "zeytin salamura tesisi ve ev" kurmak için ilgili kamu kurumlarına başvurdu. Arazinin yapılaşmaya açılmasına olanak sağlayacak bu talep, İl Tarım Müdürlüğü'nce 23 Aralık 2020 tarihinde onaylandı. Tarım İl Müdürlüğü'nün "söz konusu evin tesisten önce yapılmaması ve parselin vasfının arsa olarak değiştirilmemesi ve ifraz edilmemesi" kaydıyla onay verdiği belirtildi. Daha sonra dosya Karaburun Belediyesi'ne geldi. Karaburun Belediyesi İmar ve Şehircilik Müdürlüğü, kamu kurumlarından "uygunluk" görüşleri alan arazi için 4 Ocak 2021 tarihinde "imar durumu evrakı" düzenledi. Arazinin tarım alanında kaldığı notu düşüldü. Ancak, Karaburun Belediyesi'nin şerh koymasına rağmen arazi için 16 Temmuz 2021 tarihinde yapı ruhsatı alındı. Bu tarihten sonra en az iki kat değerlenen araziye Kaymakam Serap Özmen Çetin'in taahhüt ettiği gibi "zeytin salamura tesisi" kurulmadı. Yolu da açılan arazi, Kaymakam Çetin tarafından yaklaşık 2 ay sonra, 21 Eylül 2021 tarihinde satıldı. Bu satışın ardından 3 ay içinde aynı arazinin 3 kez el değiştirdiği ileri sürüldü.(‘Aldım, sattım. Ne var bunda?’) Karaburun Cumhuriyet Başsavcısı Osman Berat Çetin'in de eşi olan Karaburun Kaymakamı Serap Özmen Çetin, yerel bir internet sitesinin araziyle ilgili sorularını yanıtsız bıraktı. Çetin'in "Kaymakamsam, kaymakamım. Kaymakamsam alamaz mıyım kardeşim arazi? Aldım, sattım. Ne var bunda yani?" diyerek gazeteciyi azarladığı iddiası bu web sitesinde yayınlandı.

Karaburun'a komşu Urla'da da geçen yıl benzer arazi iddiaları gündeme gelmişti. Urla Belediyesi'ne kayyum olarak atanan dönemin Urla Kaymakamı Önder Can'ın görev yaptığı ilçeden 3 milyon TL değerinde arazi satın aldığı öne sürülmüştü. Kaymakam Can, birkaç ay sonra görevden alınmış, merkeze çekilmişti.




5)Diyanet'in 'hanımefedisi' il il gezip çocuklara icazet belgesi dağıtıyor.(SOL)


Diyanet Başkanlığı’nda 'Hanımefendi' şeklinde hitap edildiği belirtilen Seher Erbaş, il il gezip gittiği müftülüklerde çalışmalar hakkında 'bilgi' alıyor, çocuklara 'icazet belgesi' dağıtıyor. 
Diyanet içinde “Hanımefendi” şeklinde hitap edildiği iddia edilen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşi Seher Erbaş, il ve ilçe müftülüklerini ziyaret edip çalışmalar hakkında “bilgi” alıyor. Kuran kurslarını ziyaret ederek “istişarelerde bulunan” Erbaş, “huzur dersleri” gerçekleştiriyor.Cumhuriyet’ten Sefa Uyar’ın haberine göre, Erbaş, son iki ay içinde üç farklı ilde çok sayıda ziyaret gerçekleştirdi. Seher Erbaş, Başkan Erbaş’ın da katılımı ile 2-7 Kasım tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı 29. Seminer Toplantısı sürerken 4 Kasım’da Antalya’da Hazreti Hatice 4-6 Yaş Grubu Kuran Kursu ile Fahriye Hatun Yatılı Kız Kuran Kursu’nu ziyaret etti. Erbaş, ziyaretkapsamında hem çocuklar hem de Diyanet personeli ile bir araya geldi.('İstişarelerde bulundum') Erbaş, 14 Aralık’ta “Diyanet Çocuk Kreş ve Gündüz Bakımevi”ni, 16 Aralık’ta da Gölbaşı İlçe Müftülüğü’nü ziyaret etti. “İlçe müftüsü ile eğitim hizmetlerine dair istişarelerde bulunduğunu” kaydeden Erbaş, daha sonra da Merkez Kuran Kursu ve Mevlana Kuran Kursu’nda konuşma yaptı. Erbaş, önceki gün de Kütahya’da, İl Müftülüğü’ne bağlı Kuran kursları ile hafızlık proje okullarında hafızlık eğitimini tamamlayan 36 öğrenci için düzenlenen icazet törenine katıldı. Törende, Kütahya Valisi Ali Çelik ile eşi Nezihe Çelik, Belediye Başkanı Alim Işık ve Diyanet İşleri Başkanlığı Müşaviri Belgin Konarılı da yer aldı. Erbaş, törenin ardından ise “Valilik konağında huzur dersi gerçekleştirildiğini” duyurdu. Huzur dersleri, “ramazan ayında padişahın huzurunda yapılan tefsir dersleri” olarak biliniyor ancak bu toplantılar, bir süredir Diyanet’in talimatı ve kadınların katılımıyla “tanışmak, gönül birliğinin sağlanması, birlik
ve beraberliğin tesis edilmesi” amacıyla düzenleniyor.

6)Beşiktaş Genel Kurulu'ndan Fikret Orman kararı.(Cumhuriyet)

Beşiktaş eski başkanı Fikret Orman’ın kesin ihraç talebiyle disipline sevki için verilen 114 imzalı dilekçe, kabul edildi.














7)İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vefatının 48. yılında mezarı başında anıldı.(Cumhuriyet)


İsmet İnönü'nün Anıtkabir'deki mezarı başında düzenlenen törene, İnönü ailesinin yanı sıra CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve TBMM Başkanvekili Haydar Akar katıldı.
Törende ilk olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kabrine çelenk konuldu, saygı duruşunda bulunuldu. Heyet, daha sonra İnönü'nün kabrinin bulunduğu alana geçti. İsmet İnönü'nün öz geçmişinin okunmasının ardından Cumhurbaşkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri, CHP ve ailesi adına kabre çelenk bırakıldı. Saygı duruşunda bulunulmasının ardından İnönü ailesine taziye dilekleri iletildi.

8) 7 yıl sonra hak ihlali kararı verildi: "AYM'nin Aynur Kudin hükmü yeni bir süreci başlatabilir"(Dilan ESEN-BİRGÜN)

Aynur Kudin’in biber gazı nedeniyle ölümüne ilişkin AYM’den 7 yıl sonra karar çıktı: Yaşam hakkı ihlal edildi. Av. Yıldırım, “Daha özenli bir süreç başlayabilir” derken Av. Eyüboğlu, kimyasal gazların yasaklanmasını istedi. Polisin biber gazlı müdahalesi sonrası yaşanan ölümlere ilişkin Anayasa Mahkemesi’nden (AYM) bir karar daha çıktı. AYM, hak ihlali kararı verdi. Karara konu olay, 8 Ekim 2014’te Urfa’nın Viranşehir ilçesinde yaşandı. İlçedeki protesto gösterisi sırasında S.K. adlı genç evinin önünde aracını araç park ederken polis tarafından gözaltına alındı. Bu sırada balkondan olayı gören 28 yaşındaki Aynur Kudin, kardeşinin bir suçu olmadığını belirterek bırakılmasını isteyince evinin balkonunda ve daha sonra sokakta biber gazına maruz bırakıldı. Fenalaşarak hastaneye kaldırılan Kudin, beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti. Başsavcılık olaydan 4 yıl sonra kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Yapılan itiraz da reddedilince baba Kadir Kudin, AYM’ye başvurdu. Yüksek mahkeme dün verdiği kararla Aynur Kudin’in yaşam hakkının ihlal edildiğine hükmetti. Polislerin tanık ya da şüpheli sıfatıyla ifadesinin alınmadığına dikkat çekilen kararda, “Bu durum soruşturmanın derinliği ve ciddiyeti üzerinde tereddüte yol açacak bir eksikliktir” denildi. Kamu görevlilerinin hiçbir merciye hesap vermediklerine vurgu yapılarak yeniden soruşturma açılması istendi.





Bir avuç Dolar için - Orhan Gökdemir / SOL

 

'Her şey yeniden döner başa. Din, millet, vatan, ülke lafları havada uçuşur. Halbuki sonuçta yaptıkları her şey bir avuç Dolar içindir!'

1970’li yılların ikinci yarısı. Petrol fiyatları fırlamıştı, hükümet petrole ödeyecek döviz bulmakta zorlanıyordu. Milliyetçi Cephe Hükümetinin başı Süleyman Demirel durumu veciz bir şekilde ifade etmişti yine; “Ülke 70 sente muhtaçtı” … Ama “çok şükür” diye ekliyordu, “hacılarımıza 70 milyon Dolar bulduk.”

O sırada yeğeni Yahya Demirel memlekete Dolar kazandırmak için canla başla çalışıyordu. Bağlantılarını kurmuş, bir İsviçre firması ile anlaşmış, ceviz yatak odası ihraç etmeye başlamıştı. Rastlantı değildi yeğenin bu sektörü seçmesi. Mobilya ihracatı amcasının en çok teşvik ettiği işlerin başında geliyordu. 

Yeğen Yahya bu yolla o günün parasıyla 25 milyon lira vergi iadesi aldı devletten. Bu ikramiye, ülkeye kazandırdığı Dolarların küçük bir bedeliydi. 

Fakat tezgâhın aslı az zamanda ortaya çıktı. Yeğen mobilya diye sunta parçaları gönderiyordu yurtdışına. Hatta mobilyaları aldığı iddia edilen İsviçre firmasının da paravan olduğu anlaşıldı. Yeğenin imzasını taşıyan bu büyük dolandırıcılık olayı tarihe “Sunta yolsuzluğu” olarak kaydedildi.

“Peki sonucu ne oldu” diye merak edecekler için not edeyim; Maliye Bakanlığı 1975’te yeğen hakkında soruşturma açmak zorunda kaldı. Açılan yolsuzluk davasında hakkında yurtdışına çıkış yasağı konulan yeğen iki yıl sonra yurtdışına kaçtı, İsviçre'ye yerleşti, devletten söğüşlediği vergi iadelerini ezerek keyif çattı. 12 Eylül’ün ardından hayali ihracat suçundan 4 yıl hapis cezası aldı, yurtdışında olduğundan 1981’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Baktı ki ceza yatılmayacak gibi değil, döndü, cezaevine girdi. 1984'te toplu kaçakçılık suçundan 36 yıl daha verdiler. Yargıtay kararı bozdu. Bir yıl sonra yeniden vatandaşlığa alındı, döviz kaçakçılığı davasından beraat etti, mobilya kaçakçılığı suçundan 23 yıl yedi. Yargıtay 1986’da o kararı da bozunca hapisten çıktı. Hakkında açılan davalar 1987'de zamanaşımına uğradı. Yeğenin çaldığı yanına kâr kaldı. 

Baktı dava mava hepsi hikâye, Yahya işi büyütmeye girişti. 1990’lı yılların başında KKTC’de “Kıbrıs Yatırım Bankası” adıyla bir banka kurdu. Fakat bu iş de az zamanda patladı. Aslında ortalıkta bir banka yoktu. Ama yeğen o hayali banka ile devleti milyonlarca Dolar dolandırmayı başarmıştı. 

                                                                           ***

Yeğen yeğene baka baka kararır demişler. 1990’lı yılların sonunda aynı adlı bir yeğen daha iş dünyasına destursuz daldı. Gerçi amca Cumhurbaşkanıydı ama olsun. Bu ikinci Yahya, Süleyman Demirel'in kardeşi Şevket Demirel'in oğlu Yahya Murat Demirel’di. Yeğen İş bilir II. Yahya 1998’de Egebank’ı alarak en genç banka patronlarından biri olmayı başardı. Ancak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bir yıl sonra Egebank’a el koydu, yeğen II. Yahya bankayı hortumlamaktan tutuklandı. İki yıl sonra tutuksuz yargılanmasına karar verildi. 2004'te Bulgaristan’a kaçarken yakalandı. Gerisini tahmin etmişsinizdir. 

Süleyman Demirel ülkeyi kısa fasılalarla neredeyse yarım yüzyıl yönetti. Çocuğu yoktu ama yeğeni boldu. Yoksul halkımızın dişinden tırnağından arttırılarak toplanan vergiler sistemli bir biçimde o yeğenlere akıtıldı, bir yeğenler saltanatını kurmak için kullanıldı. Demirel dönemi sona ererken ülke hâlâ 70 sente muhtaçtı. 

***

Demirel dönemi 12 Eylül Cuntası marifetiyle ve silah zoruyla kesintiye uğratılınca Turgut Özal döneminin kapısı aralanmış oldu. Kendini başbakanlık koltuğunda bulan Özal, yeni bir yönetme tekniği icat etmişti; Dolar getiriyorsa suçu yasallaştır! Doları da geldiği yer olan ABD’yi de çok seviyordu. Bir de zenginleri seviyordu. Ömrünü Dolarları ülkeye çekmeye ve çekilen Dolarları zenginlerin cebine istiflemeye adamıştı. 

Dönemi sınırsız ve utanmaz bir yağma dönemiydi haliyle. Öyle ki adı hayali ihracata karışmamış dış ticaret şirketi kalmamıştı. Malların fiyatı ve ağırlığı şişirilerek başlandı yağmaya. Sonra ona da gerek kalmadı. Çerçöp dolu sandıklar dışarıya gönderiliyor ve güya ihracattan kazanılan Dolarlar geri getirilip, vergi iadesi alınıyordu. İş öylesine çığırından çıktı ki, çerçöp toplayıp sandıklamaktan da vazgeçtiler. İhracat bütünüyle hayali belgelerle hayali gümrüklerden yapılıyordu artık.

Ülkenin her yerinden dış ticaret şirketleri fışkırıyordu. Adı sanı bilenen patronların yanında ünlü mafya babaları da ihracatçı olmuş, Ertan Sert, Turan Çevik, Uğur Süzer, Orhan Aslıtürk, Necdet Ulucan, Dündar Kılıç, Fevzi Öz, Kürt Ahmet, Haydar Koç, Nurettin Güven, Berber Yaşar, Muhammet Ciğer, hepsi ihracat yapan birer iş adamına dönüşmüştü. Hayali ihracatçıların kralı Kemal Horzum’du. Hayali şampiyonu HORTAŞ AŞ adlı şirketinin başına MİT Müsteşar Yardımcısı Mustafa Arda’yı oturtmuştu. Yönetim kurulu üyelerinden biri sağcı Tercüman gazetesinin Ankara temsilcisinin oğluydu. Ortakları arasında emekli paşalar ve mafya babaları vardı. Hepsi Horzum’un himayesinde barış içinde bir arada yaşayıp gidiyordu. 

Horzum bir yandan bürokratları, üst düzey polis şeflerini, önde gelen istihbaratçıları paraya boğarken, diğer yandan sağ siyasi partileri finanse ederek geleceğin taşlarını döşüyordu. Devlet ona vergi iadesi vermek için yanıp tutuşuyor, kamu bankaları kredi vermek için birbiriyle yarışıyordu. Emlak Bankası’nın 90 milyon Dolar’ın o hayhuy içinde cebe indirmişti. İşler ters gitmeye başlayınca başka yollara da “tevessül” etti. ANAP kongresinde Başbakan Özal’a yönelik suikast girişiminin arkasında onun olduğu söyleniyordu. Suikastçı Kartal Demirağ, Horzum gibi Afyonlu'ydu ve hesabına Horzum tarafından para aktarıldığı ortaya çıkmıştı. 

Sağ siyasetçilerin “Kutsal Dolar Davası”ydı bu. Uğruna yapılan bütün işler meşruydu haliyle. İhracatı hayali yapan da hayali Dolarları getiren de vatanseverdi. Öyle ki Başbakan Özal bu hayali düzeni eleştirenleri “sol amigolar” diye suçlayacaktı. Bir avuç Dolar davasına inanmayan bir tek onlar vardı zira. Liberaller, yandaşlar, yağdanlıklar hayali ihracatı öve öve bitiremiyor, memlekete Dolar gelmezse oluşacak felaketleri hatırlatarak hırsızlığa ve ahlaksızlığa yol veriyorlardı.

***

Özal ihracat teşviklerinin yanında kaçakçılığı da yasallaştırmaya karar vermişti. Sonuçta her şey bir avuç Dolar içindi.  

Yasalarda yapılan düzenlemeden önce Davos’ta ünlü silah ve uyuşturucu kaçakçılarıyla bir zirve düzenledi. Ülkenin içinde bulunduğu Dolar sıkıntısına çözüm aranan toplantı Zürih’teki Dolder Oteli’nin bir odasında gerçekleşti. Zirveye uyuşturucu kaçakçısı Berber Yaşar, kara para trafiğini yöneten Lübnanlı Muhammed Şekerciyan, hayali ihracatçı Uğur Süzer, eski Genelkurmay Başkanı Necret Üruğ’un oğlu Hadi Üruğ, kara para aklayıcısı Yakup Kefeli ile Suphi Aşıcıoğlu, altın ve döviz kaçakçısı-hayali Turan Çevik, Behçet Cantürk’ün ortağı Emin Görpe ile altın kaçakçısı Yaşar Aktürk katıldı. Masanın karşı tarafında devleti temsilen Özal’ın ekonomi danışmanı Güneş Taner, oğul Ahmet Özal, Milletvekili Mehmet Perçin ve Emlakbank Genel Müdürü Bülent Şemiler oturuyordu. Konuştular, anlaştılar.

Bu görüşmeden kısa bir süre sonra döviz suçlarına ceza kaldırıldı, altın ve kıymetli taş kaçakçılarına af getirildi. Pasaport Yasası değiştirildi, kaçakçılara pasaport verilmesinin yolu açıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 1983 başlarında oluşturulan Kaçakçılık ve İstihbarat Dairesi’nin yurtiçi ve yurtdışı birimleri kapatıldı. Kimliklerinden silah ve uyuşturucu sabıkası silinenler bu düzenlemelerle saygın iş adamı kimliğine kavuştu. 

Bu düzenlemelerin ardından İsviçre’den ülkeye büyük miktarda Dolar girişi oldu. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığından elde edilen kara Dolarlar hayali ihracat yapanlar aracılığıyla oluk oluk ülkeye akıyordu. Yoksul halkımızın dişinden tırnağından arttırılarak toplanan vergiler sistemli bir biçimde o kaçakçılara akıtıldı, bir prensler-papatyalar saltanatını kurmak için kullanıldı. Özal dönemi sona ererken ülke hâlâ 70 sente muhtaçtı.

***

Geldik bugüne. Dolarların yurtdışına kaçışını durdurmak için Merkez Bankası kasasında ne kadar Dolar varsa bozdurup harcadılar ama Doların dolmasını durduramadılar iddialara göre. O sırada ülkedeki bankalarda bulunan döviz mevduatının toplam mevduata oranı yüzde 55’i geçti. Yani ülkenin birikimlerinin yarısından fazlası Dolar hesabında. 

Bu operasyonlar sırasında yurtdışında mukim büyük Dolar hesaplarının varlığını da öğrendik. Erdoğan’ın Dolar düşürme operasyonu sırasında “yerli biri” tarafından piyasaya 40 milyar dolar sürülmüştü mesela. Para babasının yeri belliydi ama parasının kaynağı belli değildi. O 40 milyar Dolar’ın geldiği yerde daha ne kadar olduğu da bilinmiyordu. 

Son 50 yılda ülkeyi yöneten sağ partilerin Dolar hikayesidir bu. Ülkeye Dolar doldurmak için gelirler ama Dolarları boşaltıp giderler, bir de bakarlar ki ülke 70 sente muhtaç olmuş. Her şey yeniden döner başa. Din, millet, vatan, ülke lafları havada uçuşur. Halbuki sonuçta yaptıkları her şey bir avuç Dolar içindir! 

Orhan Gökdemir / SOL

Beşiktaş’ın açıkladığı raporun ayrıntıları belli oldu ‘10 yılda kaybolan paralar nerede?’ - YENİÇAĞ


Beşiktaş resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu yayınlandı.

Süper Lig ekiplerinden Beşiktaş'tan flaş bir açıklama geldi. Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıklamıştı.

Beşiktaş Kulübü'nün KAP'a yaptığı bildirimin detayları ortaya çıktı.

İşte o detaylar;

-Futbolcu, Teknik Adam, Temsilci ve İlişkili İşlemlerde tespit edilen istisnai durumlar sebebiyle ortaya çıkan ilave yükümlülükler,

-Feragat edilen yetiştirme tazminatları,

-UEFA ve TFF tarafından kulübe kesilen cezalar,

-Bir futbolcuya sözleşmesinde taahhüt edilen imza parasının kendisine ödenmemiş olması,

-Bir futbolcu ile imzalanan protokoldeki ödeme vadelerine uyulmaması,

-Bir spor kulübüne yapılan yatırım sebebiyle katlanılan ilave maliyetler,

-Futbolculara sözleşmelerinde taahhüt edilenden daha fazla sayıda uçak bileti sağlanması,

-Futbol takımı kullanımındaki ultrason cihazının kaybolması,

-Haksız Sözleşme Feshi Tazminatı,

-Karşılıklı Sözleşme Feshi Tazminatı,

-Satış komisyonu bedeli,

-Ortalamanın üzerinde temsilcilik bedeli,

-İfa edilmeyen döneme ilişkin temsilcilik bedeli,

-Borçların zamanında ödenmemesi sebebiyle oluşan ilave maliyet,

-Tedarikçiler tarafından başlatılan icra takipleri sebebiyle katlanılan ilave maliyetler,

-Alternatif teklif alınmamış satın alma işlemleri,

-Tedarikçilere ödemelerin zamanında yapılmaması sebebiyle katlanılan vade farkı maliyetleri,

-Çin kampı organizasyon maliyeti,

-Uydu bant kiralaması,

-20 Ekim 2019 tarihi itibariyle tahsil edilmemiş ve fakat gerekçesi belirlenememiş avans bakiyeleri,

-Kapsamı belirlenemeyen hizmet alımları,

-Bilet ve loca faaliyetlerinde tespit edilen aksaklıklar ve istisnai durumlar.

                                                                    ***

Beşiktaş'ta eski yöneticiler için çanlar çalmaya başladı! Artık top savcıların elinde

Beşiktaş Kulübü’den mali tablo ile ilgili son yapılan açıklama ortalığı karıştırdı. Raporda yer alan bilgiye göre 2009-2019 yılları arasındaki dönemde 102 milyon euronun(1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) kayıp olduğu iddia edildi.

Beşiktaş Kulübü’nden gece yarısı yapılan açıklama gündeme bomba gibi düştü.

Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 Euro (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı.

Raporda usulsüz ve emsaline uygun olmayan harcamaların yapıldığı tespit edildiği belirtildi. KAP’a bildirildiği için de hukuki sürecin başlaması bekleniyor.

Geçtiğimiz dönemde bazı Beşiktaşlı yöneticiler düzenlenecek mali kongre için “hesap vermeye değil hesap sormaya geleceğiz” demişti.

Yarın yapılacak olan mali kongreye o yöneticilerin katılıp katılmayacağı merak konusu oldu.

"3 YIL DEMİRÖREN, 7 YIL FİKRET ORMAN DÖNEMİ"

Konuyla ilgili TRT Spor yorumcusu Fırat Günayer'den ilk değerlendirme geldi. Günayer, "Açıklanan rapor 2009-2019 yıllarını kapsıyor. Bu rapor 3 yıllık Demirören, 7 yıllık Fikret Orman dönemini inceliyor. Rapordaki maddelerin detayları açıklandıktan sonra yorum yapmak lazım. Hangi futbolcu, hangi transfer, isimler, dönemler, bu detayları görmek lazım" ifadelerini kullandı.

                                                                 ***

Beşiktaş Kulübü kimsenin yayınlayamaz dediği raporu açıkladı! KAP'a bildirdi

Beşiktaş resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102 milyon 200 bin 434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı.

Süper Lig ekiplerinden Beşiktaş'tan flaş bir açıklama geldi. Siyah-beyazlılar resmi sitesinden, 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu'nda toplamda 102.200.434 EURO (1 milyar 234 milyon 794 bin 44 lira) tutarında istisnai durum tespit edildiğini açıkladı. 

"Kamuoyuna Duyuru

KPMG Bağımsız Denetim ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik Anonim Şirketi tarafından hazırlanan ve 2009-2019 yılları arasındaki dönemi kapsayan Özel Kapsamlı İnceleme Raporu 23.12.2021 tarihinde Kulübümüze teslim edilmiştir. Anılan raporda Beşiktaş Jimnastik Kulübü Derneği ve Bağlı Ortaklıkları için toplamda 102.200.434 EUR tutarında istisnai durum tespit edildiği görülmüştür (Gelir-Gider kayıtlarında yer alan tutarlar; TCMB tarafından evrak-kayıt tarihlerinde açıklanmış olan EUR alış kurları dikkate alınarak, Bilanço kayıtlarında yer alan tutarlar; TCMB tarafından 20.10.2019’da açıklanmış olan EUR alış kuru dikkate alınarak, belirli bir dönem içinde oluşan tutarlar ise; ilgili döneme ilişkin TCMB tarafından açıklanmış olan EUR alış kurları dikkate alınarak hesaplanmıştır)."

(YENİÇAĞ)



24 Aralık 2021 Cuma

Öğrenciye kotalı ekmek + 5 yılda 230 bin öğrenci okul kaydını dondurdu - BİRGÜN

 Öğrenciye kotalı ekmek - Yağmur Beril VAROL / BİRGÜN

Akdeniz Üniversitesi Yemekhanesi’nde öğrencilere verilen ekmeğe kota getirildi. KYK yurtlarının yemekhanesinde ise su ve içecek kısıtlandı.

Akdeniz Üniversitesi Merkez Yemekhanesi’nin, yemek ücretlerini 2,45 TL’den 4 TL’ye çıkarmasına rağmen ekmeğe kota getirildiği ortaya çıktı. Öğrenci başına iki ekmekten fazlası verilmezken ekmeklerin başında görevli beklediği ve ikiden fazla ekmek alan öğrencilerin para ödediği öğrenildi. Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı öğrenci yurtlarının yemekhanelerinde de tuz, baharat, yağ ve limon gibi ürünlerin parayla satıldığı ancak öğrencilerin tepkileri sonrasında bu uygulamanın geri çekildiği ve ürünlerin görevliler tarafından öğrencilere verildiği belirtildi. Yemekhanelerde su ve diğer içeceklere ise bir tane alma şartı konuldu.

KISITLAMA GETİRDİLER

Daha önceki yıllarda ekmekte bir kısıtlama olmadığını diledikleri kadar alabildiklerini belirten Akdeniz Üniversitesi öğrencisi Hasan, “2 ekmekten sonrası için kısıtlama getirdiler” dedi. Hasan, şunları söyledi: “Sanki biz keyfimizden fazladan ekmek alıyoruz. KYK bursuyla geçinmeye çalışıyoruz. Bazen oradan fazladan ekmek alıyorduk, dışarıda para vermeyelim diye. Bizi hem buna mecbur bırakıyorlar. Hem de kısıtlama getiriyorlar. Bir de pandemiden önce yemekhanede tek öğünün fiyatı 2 TL 45 kuruştu şimdi ise 4TL’ye yükseldi.”

Akdeniz Üniversitesi öğrencisi Ayşen B. ise şöyle konuştu: “Yemekhanede artık 2’den fazla ekmek almak istediğimizde ekmek başına 50 kuruş ödeme yapmamız gerekiyor. Bizim 13 TL’ye kadar hakkımız var bu hakkı doldurduğumuzda ödeme yapmamız gerekiyor. Bunun dışında da baharatlar, tuza, yağ ve limon gibi ürünler daha düne kadar ücretliydi. Öğrencilerin tepkileri sonrasında tekrar ücretsiz hale getirdiler ama bu seferde su ve içeceklere kota koydular. Peçeteleri bile masadan kaldırdılar. Yurt yönetimi ise ‘iyi niyetimizi suiistimal ediyorsunuz her şeyi tepeleme alıyorsunuz bu yüzden kaldırıp ücretlendirdik’ dedi.”

Akdeniz Üniversitesi’nde ikinci öğretim olarak öğrenim gören bir başka öğrenci de “Yemekhaneye saat 20.00 gibi geldiğimde doğru düzgün yemek kalmamış oluyor. Hâlbuki saat 22.00’ye kadar yemek olması gerekiyor. Kalan yemekler doyurucu olmuyor ancak mecburen almak zorunda kalıyorum. Aldığım yemekler 13 TL’lik kotayı bulmuyor ancak buna rağmen ikinci su, soda veya meyve suyu almama izin verilmiyor. Böylece hakkım olan 3 veya 4 TL her gün kasaya kalıyor” diye konuştu.

Akdeniz Üniversitesi ise açıklama yayımladı. Ekmek dağıtımının görevli personelin eşliğinde kontrollü şekilde yapıldığı belirtilen açıklamada, "Uygulamada ekmeğin hijyenik ortamda dağıtımı dışında amaç yoktur, öğrencilerimiz diledikleri kadar ekmek almakta özgürdür" denildi.                                                             ***

5 yılda 230 bin öğrenci okul kaydını dondurdu.(BİRGÜN)

CHP Ankara Milletvekili Levent GÖK tarafından Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in yanıtlaması istemiyle öğrencilerin barınma sorunlarına ilişkin verdiği soru önergesine gelen yanıta göre; son 5 yılda yıllık ortalama 46 bin 119 öğrenci kayıt dondurdu.

CHP Ankara Milletvekili Levent GÖK, eğitim-öğretim yılının öğrencilerin barınma sorunları ile başladığını ifade etmiş, ekonomik krizin etkisiyle artan yurt ücretleri ve ev kiraları sebebiyle öğrencilerin okullarına kayıt yaptırmadığını veya okullarını dondurduklarını belirterek, konuya ilişkin Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermişti.

Gök’ün soru önergesine cevap YÖK’ten geldi.

YÖK’ten yapılan açıklamada kaydını donduran öğrenci verilerinin 2017 yılından itibaren derlenmeye başlandığı ifade edildi. 5 yılda kayıt donduran öğrencilerin toplam sayısının 230 bin 595 olarak açıklayan YÖK’ün cevabında, ekonomik kriz ve barınma sorunlarının kayıt dondurmalara olan etkisine ise yer verilmedi.

Ayrıca YÖK’ten gelen açıklamaya göre üniversiteye yerleşen öğrenci sayısı geçen yıla göre 43 bin 539 azaldı, kayıt yaptırmayan öğrencilerin sayısı ise 18 bin 971 arttı. 2021 yılı son 4 yıl içerisinde üniversiteye kayıt yaptırmaya hak kazanan öğrenci sayısının en düşük olduğu yıl olarak kaydedildi.