15 Ocak 2022 Cumartesi

KISA KISA GÜNDEM (15 OCAK 2022)

 


1-Adıyaman Tütüncüler Çarşısı'nda, esnaf bir bir kepenk kapatıyor(Emrulla Acar-EVRENSEL)

Tütün ticaretine hapis cezası öngören yasal düzenlemeyle “Ölüm sessizliği”ne bürünen Adıyaman Tütüncüler Çarşısı'nda, esnaf bir bir kepenk kapatıyor.Adıyaman'da binlerce aile için tek geçim kaynağı olan tütün ticaretine hapis cezası öngören 1 Ocak'ta yürürlüğe giren yasal düzenleme, esnafı olumsuz etkiledi. Tütün satan yaklaşık 400 işyerinin bulunduğu Adıyaman Tütüncüler Çarşısı’nda, yasanın yürürlüğe girdiği ilk 15 günde birçok esnaf kepenk kapattı, işyerlerinin camına kiralık ve satılık yazıları astı. 1 Ocak tarihinden önce kalabalık olan çarşı, şimdilerde ise adeta “Ölüm sessizliği” yaşıyor. Çarşıda henüz iş yerlerinin kepenklerini indirmeyen esnaflar, ellerine bulunan ürünleri sattıktan sonra işyerlerini kapatmayı bekliyor. Yasal düzenlemeyle birlikte tütün “kaçak eşya” olarak değerlendiriliyor. Ancak kaçak eşyalarda 1 ile 3 yıl arasında düzenlenen hapis cezası tütünde 3 ila 6 yıl olarak öngörülüyor. Henüz kooperatifleşme sürecinin tamamlanmadığı Adıyaman'da, tütün satışı yapmaya devam eden Tütüncüler Çarşısı esnafı, düzenlemeye tepki gösterdi.(https://www.evrensel.net/haber/452738/adiyaman-tutunculer-carsisinda-esnaf-bir-bir-kepenk-kapatiyor)

2-Resmi Gazete'de yayımlandı, seçimlere 24 parti katılabilecek((EVRENSEL)

YSK'nin 12 Ocak'ta oy birliğiyle aldığı kararla seçime girme yeterliliğine sahip 24 siyasi partinin ismi Resmi Gazete'de yayımlandı.YSK'nin 12 Ocak'ta oy birliğiyle aldığı karara göre seçime girme yeterliliğine sahip 24 parti şu şekilde: Adalet ve Kalkınma Partisi, Anavatan Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Büyük Birlik Partisi,  Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti, Emek Partisi, Gelecek Partisi, Genç Parti, Halkların Demokratik Partisi, Hür Dava Partisi, İyi Parti, Millet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi,  Muhafazakar Yükseliş Partisi, Saadet Partisi, Sol Parti, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye Komünist Hareketi, Türkiye Komünist Partisi, Vatan Partisi, Yeniden Refah Partisi

3- Aile Bakanı Enes'in ölümünü ‘iletişim problemi’ ile açıklamaya çalıştı: Cemaatin adını bile geçirmedi (Mustafa BİLDİRCİN-BİRGÜN)

Aile Bakanı Yanık, Enes’in ölümünü, cemaat ve tarikatlardan söz etmeden ‘İletişim problemi’ ile açıklamaya çalıştı. Dilara Yıldız’ın öldürülmesiyle ilgili de “Kadınların daha dikkatli olması gerektiği” yorumunu yaptı.
(https://www.birgun.net/haber/aile-bakani-enes-in-olumunu-iletisim-problemi-ile-aciklamaya-calisti-cemaatin-adini-bile-gecirmedi-373292)

4- Kaçak dini eğitime yargı zırhı (Mustafa BİLDİRCİN-BİRGÜN)

Marmaris’te, “Küçük çocuklar bir evde kaçak olarak yatılı eğitiliyor” gerekçesiyle yapılan suç duyurusuna yönelik soruşturmaya Başsavcılık “Eğitim-öğretim hakkı engellenemez” gerekçesiyle izin vermedi.
(https://www.birgun.net/haber/kacak-dini-egitime-yargi-zirhi-373297)


5-AKP'den Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun adının parka verilmesine ret (BİRGÜN)

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) yeni yaptığı bir parka, usta ressam, yazar ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun isminin verilmesine ilişkin teklif, AKP Grubu'nun oylarıyla reddedildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi, Ümraniye Armağanevler Mahallesi Diriliş Caddesi üzerinde, Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan isimsiz parka, ressam, şair ve yazar “Bedri Rahmi Eyüboğlu” isminin verilmesiyle ilgili teklifi görüştü. İBB Harita Müdürlüğü tarafından gönderilen teklif, İBB Meclisi’nde AKP Grubu tarafından uygun görülmedi. Meclis çoğunluğuna sahip AKP Grubu, teklifi neden uygun görmediğinin gerekçesini belirtmedi. CHP grubunun kabul oyu verdiği teklif, oy çokluğu ile reddedildi.

6-Erdoğan'ın sarayları için kesenin ağzı yine açıldı: Milyonlarca lira harcanacak (Cumhuriyet)

Kamu kurum ve kuruluşlarının yapacağı yatırımlara ödenek izni veren ‘2022 Yılı Yatırım Programı’ açıklandı.

Programa göre Cumhurbaşkanlığı, Ankara, Muğla ve Bitlis’teki sarayların bakım onarımı, donanım ve makine teçhizatı için 2022 ve sonrasında toplam 470 milyon lira daha harcanacak. Böylece söz konusu yapılar için harcanan toplam miktar 4 milyar 490 milyon liraya ulaşacak.‘KÜLLİYE’ Sözcü'de yer alan habere göre, Ankara’da inşa edilen ve iktidarın ‘külliye’ olarak nitelendirdiği Cumhurbaşkanlığı Sarayı için bugüne kadar 3 milyar 83 milyon liralık harcama yapılmıştı. Ek hizmet binası ve donanım için 2022 yılında 9 milyon 600 bin lira daha ödenek ayrıldı. Ayrıca, sarayın bilgi sistemlerinin bakım ve onarımı için 2022 yılında 15 milyon lira daha harcama yapılacak. Saray’ın en büyük gider kalemi ise 196 milyon 200 bin lira ile bu yıl basılı yayın alımı, bina tefrişatı, araç alımı, makine teçhizat bakım ve onarımı gibi işler için olacak. YAZLIK SARAY Bugüne kadar 648 milyon 300 bin lira harcanan ve yazlık saray olarak bilinen Marmaris Okluk Devlet Konukevi için 2022 yılında 37 milyon 200 bin lira daha harcama yapılacak. KIŞLIK SARAY  Bitlis’teki Ahlat Köşkü’ne ise 2022 yılı sonrası için 151 milyon lira daha ödenek ayrıldı. Ahlat’ın toplam yatırımı ise 290 milyon lira olacak. Kışlık saray olarak bilinen yapı 5 bin 631 metrekare sosyal tesis ve 52 bin 949 metrekare peyzaj alanından oluşuyor. Cumhurbaşkanlığına ait Ankara, Bitlis, İstanbul ve Muğla’daki binaların bakımı için ise 2022 yılı sonrasında 61 milyon 200 bin lira harcanacak.

7- Eskişehir Valiliği, "geçinemiyoruz" demeyi yasakladı (Cumhuriyet)

Eskişehir'de Valilik, Halkevleri'nin astığı "Geçinemiyoruz. Zamlar geri alınsın" yazılı bir pankartı "halkta kin ve nefret duygusu uyandırabileceği" gerekçesiyle kaldırılmasını istedi.

Son dönemde yapılan zamların ardından Eskişehir Halkevi, şube binasının dış cephesine “Geçinemiyoruz. Zamlar geri alınsın” yazılı bir pankart astı.Sendika.org'da yer alan habere göre, pankartın asılmasının ardından polis, Eskişehir Halkevi’ne gelerek Valilik’ten izin alınmadığını belirtip pankartın indirilmesini istedi ve bir tutanak tuttu. Tutulan tutanakta pankartın “halkta kin ve nefret duygusu uyandırabileceği, devletin kurum ve organlanı zan altında bırakabileceği ve farklı görüşten grupları karşı karşıya getirebileceği" gerekçesiyle asılı durmasına izin verilmeyeceği ibareleri dikkat çekti. "SAKINCALI OLAN YOKSULLUKTUR" Tebliği alan Eskişehir Halkevi yöneticileri pankartı yine de indirmedi.  Halkevleri tarafından yapılan açıklamada, "Eskişehir Valiliği bu pankartı sakıncalı bulmuş! Biz söyleyelim sakıncalı olanın ne olduğunu; Sakıncalı olan yoksulluktur, sakıncalı olan işsizliktir, sakıncalı olan hayat pahalılığıdır, sakıncalı olan Saray iktidarıdır! Geçinemiyoruz, harekete geçiyoruz!" denildi.

8- Cumhuriyet ulaştı: İşte gizlenen şehir hastaneleri sözleşmesi(Sarp Sağkal-Cumhuriyet)

Hazine’nin döviz garantisi verdiği şehir hastanelerinin sözleşmesini inceleyen CHP milletvekili Fikret Şahin, “Hepsinde ‘yeniden finansman’ maddesi var. Devlet paranın tamamını ödeyip dosyayı kapatabilir. Bu sayede 25 yıllık garantiden kurtulma imkânımız var” dedi.

13 HASTANEYE ÖDEME  

“İktidarın bu maddeye karşın şirketlere döviz bazında para aktarmaya devam ettiğini” söyleyen Şahin, “2022’de kamu özel işbirliği ödemeleri, beş bakanlığın bütçesine eşit. Hazine garanti ödemelerinin yüzde 50’si şehir hastanelerine ait. 13 şehir hastanesi için 2022 bütçesinde ayrılan kira ve hizmet bedeli, 2 milyon 326 bin 311 dolar. Hizmetteki 13 şehir hastanesinin yatırım maliyeti, 6 milyon 910 bin 411 dolar. İktidar vatandaşa ‘Dolar kullanma, Türk Lirası kullan’ derken kendisi projelerinin ödemelerini dolarla yapmaya devam ediyor” diye konuştu. ‘ŞİRKET KURULABİLİR’  Bu ödemeler yerine nasıl yeniden finansman yapılabileceğini de anlatan CHP’li Şahin, şunları kaydetti: “Sağlık Bakanlığı, şehir hastanelerinin ‘yeniden finansmanı’ için borsada ‘özel amaçlı’ bir şirket kurarak hastaneleri halka arz edebilir. Elde edilecek gelirle, yabancı finans kuruluşlarının parası ödenerek vatandaşlarımız bu şirkete ve gelire ortak yapılabilir. Şu anda Türkiye’de dolarizasyon yüzde 65 civarında ve 260 milyar dolar şu an bankalarda mevduat hesaplarında duruyor. İktidar vatandaşa bu konuda çağrıda bulunabilir. ‘Senin de bankada paran var, sen bankadan faiz alacağına gel bu şirkete ve gelire ortak ol’ diyebilir. Bu sayede hem yabancı şirketlere misliyle döviz ödemesinden kurtuluruz hem de vatandaşın bankalardaki dolar mevduatını ekonomiye kazandırmış oluruz.”   





Devrim olasılığını unutmak: Kazakistan örneği - ERHAN NALÇACI / SOL

'Günümüzde çoğu insan sosyalist bir devrimin gerçekleşme olanağına inanmıyor. Ekim Devrimi öncesinde olduğu gibi. Bu imkânsızlıktan habersiz olan Bolşevikler tarihsel bir eşiği geçmeyi başarmışlardı.'

Kazakistan’da patlayıcı şekilde gelişen olaylar aynı hızla sönümlenmiş gözüküyor. 

soL Haber Portalı bu konuda iyi bir habercilik örneği sergiledi. Burçak ÖzoğluEngin SolakoğluGözde KökMusa ÖzuğurluÇağdaş Gökbel olayı değişik yönleri ile gördüler. Ayrıca olayı içerden çözümleyen çeviriler yaşananları kavramamıza yardımcı oldu.

Ancak ana akım medya bir kez daha sınıfta kaldı veya tersinden söylersek kafa karıştırmada şampiyonluğu bırakmadı. Bunun çok temel bir nedeni var: Devrimin imkânsızlığına inanmak ve olaylara sermayenin gözlükleri ile bakıp yorumlamak.

Ayrıntılar bir kenarda kalsın, emekçi sınıflar açısından ulaştığımız bazı genellemeleri Kazakistan örneği üzerinden paylaşalım:

1-Kazakistan Cumhuriyeti karşı-devrimle kurulmuştur

Normalde cumhuriyetler burjuva devrimi ile kurulurlar ve tarihsel bir ileri sıçramaya işaret ederler. Ancak Sovyetler Birliği’nden kopan parçalar sosyalist bir cumhuriyetten kapitalizme döndükleri için bir tarihsel gerilemeye sahne oldular.

Aşağıdaki fotoğraf bu anı belgeliyor. 1991’de Yeltsin ve Nazarbayev bağımsızlık anlaşması töreninde gözüküyor.


     Kazakistan Cumhuriyeti’nin kuran 1991 Almatı Anlaşmasının yapıldığı törende Yeltsin ve Nazarbayev  görülüyor.

Nazarbayev Garbaçov’un en güvendiği kişilerden biriydi ve komünistlerin son çırpınışı olan 1991’deki müdahalede karşı-devrimci Yeltsin’in tarafını tutmuştu.

Tıpkı diğer Sovyet Cumhuriyetleri’nde olduğu gibi Kazakistan’da da topluma ait tüm üretim araç ve nesneleri yağmalandı, bu yağmayla bir sermaye sınıfı oluşturuldu.

Yüksek sömürü oranına demirlemiş bir işçi sınıfı yaratıldı, işçi sınıfının siyasi ve sendikal örgütlülük olanakları ortadan kaldırıldı.

Emperyalizmle bütünleşme süreci ucuz ve örgütsüz emek gücünü uluslararası sermayeye sundu.

Nazarbayev, ailesi ve yakınları bu yağmadan nemalandılar ve yurtdışı bankalarda halktan çalınmış bir servet biriktirdiler.

2-Emekçi sınıflar silahlı ayaklanmayı “terör” olarak görmez

Egemen sınıf Kazakistan’da olduğu gibi “istikrarı” bozan her silahlı eylemi “terör” olarak nitelemeyi ideolojik bir üste çıkış olarak benimser.

Bolşevikler Kışlık Saray’ı bastıklarında ellerinde çiçek demetleri taşımıyorlardı!

Ve bazı devrimler yenilirler ama çok meşrudurlar. Fidellerin Moncada Kışlası baskınına hala kışla duvarındaki kurşun delikleri tanıklık ediyor.

Kazakistan’da veya herhangi bir yerdeki ayaklanmayı çözmek için ise süreci yöneten bir devrimci öznenin olup olmadığına bakmak gerekiyor.

İşçi sınıfının birikmiş öfkesinin kendiliğinden patladığını anlayabiliyoruz. Ancak bu öfkenin siyasi iktidarı alacak bir taktik izlemesi için mutlaka bir devrimci özne gerekir.

Kazakistan’da ise işçi sınıfının işten çıkarmalar ve zamlara karşı başlattığı protestolar yerel önderlere ve bir ölçüde örneğin Kazakistan Sosyalist Partisi’nin yönlendirme çabasına açık olsa da sonra silahlı ekiplerin devlet dairelerini ve televizyon binasını almaya çalışmasında devrimci bir özne kendisini göstermedi.

Olsaydı, bunu saklamazdı, bütün dünya öğrenmişti durumu. Dünyada işçi sınıfı örgütleri devrim girişimine sahip çıkmışlardı, kaçabilenleri koruyabilecek olanakları sunuyorlardı.

Bu iktidara yönelen girişim bir burjuva kliği tarafından ve işçilerin öfkesi suiistimal edilerek sahneye konmuş gözüküyor.

Ulusal bir burjuva kliği mi, emperyalist güçler mi ikilemine düşmenin de anlamı yok. Çünkü günümüzde bütün düzen siyasetlerinin içlerinde emperyalist devletlerin delegasyonunu taşıdığını ve yönlendirilmeye açık olduğunu biliyoruz. 

3-Rusya’nın Kazakistan’a müdahalesi kime göre meşruydu?

Bir de tuhaf bir meşruiyet tartışması yürüdü. Kazakistan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nün üyesiydi ve Kazakistan Devleti’nin çağrısı ile başta Rusya olmak üzere anlaşmaya dâhil olan ülkeler “Barış Gücü” yolladılar.

Uluslararası hukuka göre meşru, tartışılacak bir yanı yok.

Orta Asya ekonomi koridorunun güvenliği bugün Rusya tarafından sağlanıyor. Başka bir deyiş ile Rusya Çin’in artan hegemonyasında bir iş bölümüne bağlı olarak bu coğrafyadaki kapitalizmi koruyor. 

Rusya Rus şirketlerini, Çin yatırımlarını ama ABD, Hollanda, İngiliz, Güney Kore vb. sermaye girişimlerini de koruyor.

Eğer bu sermaye içi bir iktidar kavgası olmasaydı da işçi sınıfı iktidarı ele geçirmek için davransaydı, Rusya karşı-devrimci bir güç olarak hareket edecekti. Başka bir deyiş ile Rusya müdahalelerinin görece meşruluğunu korumasının en önemli nedeni işçi sınıfının iktidar arayışının görece zayıf olduğu bir dönemden geçmemizdir.

4- Emperyalizm sadece sermaye yatırımlarını ve kazançlarını korumak için değil, jeo-stratejik hedeflerle müdahale eder

Emperyalizm bir ülkeye müdahale ederken sadece o ülkenin işçilerini daha fazla sömürmek, pazarı ele geçirmek ve hammadde kaynaklarına el koymak için davranmaz. Bazen bu yanılgı bir yöntem sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Oysa bunların yanı sıra emperyalizm askeri üs elde etmek, komşu ülkelere karışabileceği bir platform kazanmak, siyasi hegemonyasını pekiştirmek için de müdahale eder.

Kazakistan’a bir bakın, bir yandan sermaye için bir sömürü cenneti ama öte yandan Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurucu üyelerinden. Çin’in Batı emperyalizminin müdahale alanlarından olan Sincan bölgesinin hemen komşusu. Ve Batı emperyalizmi askeri üs, Çin ve Rusya’yı kuşatma platformu arayışında. 

5-Sosyalist devrimlerin eşiği tarih içinde salınım yapar

Günümüzde çoğu insan sosyalist bir devrimin gerçekleşme olanağına inanmıyor. Tıpkı Ekim Devrimi öncesinde olduğu gibi. Oysa bu imkânsızlıktan habersiz olan Bolşevikler tarihsel bir eşiği geçmeyi başarmışlardı. Eşitsiz gelişim boyunca bir ulusta işçi sınıfı ipi göğüslerse bütün uluslarda şöyle ya böyle devrim eşiği düşmeye başlayacaktır.

Kazakistan tartışmaları ibret olsun.

Ne dersiniz devrimin imkansızlığını bilmeyenlere katılmaya!

ERHAN NALÇACI / SOL

 

Cumartesi değinileri - Aydemir Güler / SOL

 

'Kapitalizmin de fani olduğu gerçeğinden kaçamazsınız. Düzenin insana yabancılaşması hızlanıp derinleşiyor. Düzen yıkılacak, insan yaşayacak.'

Pandemiye devam, değişen CHP, Emin ağabeyin ardından ve Cüneyt’e dokunma… 

Koronavirüs salgınının sanıldığı ve olması gerektiği gibi toplumları geçici olarak etkileyecek bir hastalık olmadığını daha önce çok konuştuk. Gerçekten de biricik hayali neo-liberalizm evresini uzatmak olan kapitalist egemenler pandemiyi hemen bir enstrüman haline getirdi. Bunun için birtakım komplo çetelerinin gizli laboratuvarlarda akla zarar işler çevirmesi gerekmiyor, ama ortaya çıkan tablo bundan daha normal de olmuyor. 

Güncel varyant tabloyu daha da açık hale getiriyor. Temkinli davranıp yalnızca Türkiye’deki gözlemlerden hareket ederek söyleyelim, omikron ortalama nüfus içinde hastalığın daha hafif geçmesine neden oluyor… Madem öyle, gelsin yeni “önlemler”: Vaka sayıları patlarken PCR testi temaslılara yapılmasın. Karantina süresi kısaltılsın. Bakanın bir zamanlar çok sevdiği filyasyonun üstüne bir örtü atılsın… 

Başka ülkeler bir yana, AKP hastalık geçiyormuş gibi yapıyor. Hem gerçeklikle bağınızı kopartıyorsunuz, hem yoğun bakım üniteleri dolup taşmıyor, hastane sistemi kilitlenmiyor. Omikron, hastalığı tarihe gömmek değil toplumu buna alıştırmak arzusundaki düzen için bir nimet! 

Patlayan salgın kamuya ve bilime ihtiyacı açığa çıkartır. Sürüp giden salgın piyasayı ve gericiliği arka kapıdan içeri alır… Çözüm aşılamada, ama aşı kampanyası yapmak istemiyorlar. Çünkü bu durumda aşı karşıtlığının toplumsal dayanağını oluşturan aydınlanma ve bilim düşmanlığını, gericiliği baskılamak zorunda kalırlardı. Öyleyse önlemleri de geri çekip fiilen sürü bağışıklığı yoluna giriliyor. 

Biz sürü değiliz, ama bundan daha önemlisi, virüsün sürekli dönüşüm geçirmesi nedeniyle bu yol büyük ölçüde bir çıkmaz. Bir varyanta bağışıklık sonrakine sökmeyebilir çünkü. Ama ne gam; maksat insanlar ölmesin değil ki. Tersine kapitalizmin doğası, her yıl düzenli ve garantili biçimde birkaç milyarlık devasa yeni bir aşı pazarının “özgürleşmesinden” yana. Hastalık biraz baskılansın ama sürsün. Baskılansın ve sürsün ki, ilaçları satın alıp halka dağıtmak zorunluluğu kalksın artık. Çıksın devletler aradan, tekellerle tüketici kitleler piyasada özgürce buluşsunlar! Ne kadar hastalık, o kadar kâr!

Öte yandan insanlar bir araya gelmekten ürksün. Sadece politik olarak değil, sosyalleşmek, eğlenmek, beraber düşünmek, en geniş anlamıyla örgütlenmek için yapılacak buluşmalara karşı yasaklama gerekçesi dursun bir kenarda. Ekonomi niye böyle diye soran olursa gösterecek adres olarak pandemi yanıtı çekmecede tutulsun… Bunların egemen güçler için sağladığı olanaklar azımsanmamalıdır. 

Bitmiyor; hükümet olarak bunların yanında hediye olarak aşı karşıtı Necmettin oğlu Fatih Erbakan’ın hayır duasını alıyorsunuz. O da yetmiyor, kronik hastalıklardan mustarip, ekonomik olarak aktif olmayan yaştaki yoksul insanlar sisteme “yük” olmak yerine biraz biraz ölüyorlar…  

Ama kapitalizmin de fani olduğu gerçeğinden kaçamazsınız. Düzenin insana yabancılaşması hızlanıp derinleşiyor. Düzen yıkılacak, insan yaşayacak.

                                                              ***

Önceki gün CHP Genel Başkanı’nın bir sözünü duyunca bir dejavü yaşadım. “Ben bunu daha önce de duymuştum.” Baktım internete ve Kılıçdaroğlu’nun “Son on yılda en büyük değişimi yaşayan parti CHP’dir” sözünü bir nakarat haline getirdiğini gördüm. 

Bize ne, CHP’nin değişmesi kendine… diyemiyoruz… 

Bir kere, değişmekle o kadar da övünmenin manası yok, bu parti uzun tarihi boyunca birden fazla kere değişmiş. Kökeni sayılan Osmanlı-Türk modernleşme akımlarının pragmatik dengeciliğinin yerini bağımsızlıkçılık aldı örneğin. Emperyalist özentilerinin karşısına “yurtta sulh cihanda sulh” çıktı. Sovyet dostu oldu Cumhuriyet Halk Fırkası. Öncesinde laik eğilimler vardı, ama bir sistem olarak laikliğin inşası bayağı bir değişimin ürünü olarak çıktı. Sermaye sahiplerini güçlendirmeyi gözetmekten hiç vazgeçmedi, ama Cumhuriyet çağında parti kalkınmacı oldu…

Sonra yine değişti. Kurduğu Cumhuriyetin tarihsel ilerlemelerini törpüleme misyonuyla donandı. Hele İkinci Savaş yıllarında faşizm, ırkçılık, dinci gericilik 1920-23 devriminin altını oydu. Bizi nasıl ilgilendirmesin, CHP’nin öksüz bıraktığı değerleri hep komünistler yaşattı!

Ancak kendisi geçmişini silmek istese de, toplumsal algı düzen siyasetçileri kadar oynak olamadığından mıdır nedir, gericiliğin ve sermaye tahakkümünün bayrağını başkalarının devralması daha uygun düştü. 

Sağ CHP’nin içinden çıktı ve 1960’ların ortasından itibaren CHP de solda kaldı. Sosyalist hareketin önünü kapatmak, komünizme yol vermemek için en uygunu buydu. Ama o günlerden itibaren kamuoyu Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetten genel bir ilericiliğe uzanan hattı bellemiş oldu. CHP artık ne yapsa solcu sayılacaktı.

Kılıçdaroğlu CHP’si bu algıyla kavga etmektedir. Solculuğun 19.yüzyılda kaldığı iddiasıyla özdeşleşen “değiştik” iddiası aslında burjuvazinin devrim yapmaktan duyduğu pişmanlığın itirafı. Düzen nasıl emperyalizmle dostluğu, gericiliği, paranın saltanatını ilke ediniyorsa, bir düzen partisinin de bağımsızlığı boş laf, laikliği suç, piyasayı baş tacı sayması gerekmektedir. CHP son on yılda pişmanlığını tescillemiş bir partidir.

Ancak Kılıçdaroğlu’nun dilinde değişimi nakarat haline getiren bir pürüz var yine de. CHP NATO’cudur, ama dayandığı kentli, emekçi, modern taban yurtsever. CHP laikliği artık reddetmektedir, ama aynı taban bilime inanmakta ve laikliği yaşam biçimi olarak sahiplenmektedir. Aynı taban ağırlıklı olarak emekten yanadır ve soyguncu zenginlerden iğrenmektedir. Son değişiklikle CHP, AKP iktidarına muhalefete geçen sağcıları bir araya toparlamış, kendisini sağcılaştırmış bir partidir. Ama tabanındaki kitleler solu aramaktadır. 

Kılıçdaroğlu son on yılda CHP’yi öldürülen çocuklar için katil tarikatları eleştiremeyen bir noktaya getirmiş bulunuyor. CHP nereye gider, kendisi bilir. Ama Türkiye bu değişimi yemeyecektir. Asıl bu düzen değişecek!

                                                              ***

Nereden gelip nereye gittiği konusunda kendinden emin olan bir aydındı Emin Karaca. 12 Ocak 2022 ölüm yıldönümüydü. Geçen yıl kovit onu bizlerden aldığında, karantinanın ortasında dilediğimiz gibi uğurlayamamıştık. Geçen hafta da omikron kuşatması ve karla karışık bir yağmur altında yine arzu ettiğimiz gibi anamadık. 

Borcumuz olsun Emin Karaca’nın yaşamına, emeğine, ürünlerine. O da “nasılsa ödersiniz” derdi en fazla. Daha büyük ihtimalle, tevazuu yine elden bırakmaz, “ne borcu canım” yapardı, başını hafif eğerek ve tatlı tatlı gülümseyerek…

Emin Karaca’yı tam hangi yıl tanıdığımı ezbere bilemedim. Ama o dönem Sosyalist İktidar Partisi’nin görkemli bir salon toplantısında yaptığı konuşmadaki sözlerini dün gibi hatırlıyorum. O sıralar solda esen liberal rüzgâra, o rüzgarda yerli yersiz tekrarlanan “her yerden”, “oradan”, “buradan” sözlerine göndermeyle “bizim nereden geldiğimiz bellidir” demişti. Paris Komünü’nü, Ekim Devrimi’ni ve Türkiye’de komünist hareketin yapı taşlarını saymıştı. 1990’ların ilk yarısı olmalı. Zaten dergi ve gazete arşivlerimiz var, bakabiliyoruz. Sosyalist İktidar gazetesinin 22 Aralık 1994 tarihli ve 30 numaralı sayısında “Dün biz seçimlerde ne yapardık?” sorusunu irdelemiş örneğin. SİP’in Emek Barış Özgürlük Bloku çatısı altında katıldığı bir genel seçime günler kala…

Demek ki bu tarihlerden az önce, sonbahar aylarında tanışmış olmamız büyük olasılık. İstanbul’da üniversitelerde faşistlerin öğrencilere yaygın saldırılar düzenlemesi üzerine SİP aydınlara gençleri yalnız bırakmamak için çağrıda bulunmuş ve Marmara Üniversite’nin Göztepe ile İstanbul Üniversitesi’nin Beyazıt kampüslerinin önüne randevu vermişti. Emin Karaca genel sekreteri olduğu Türkiye Yazarlar Sendikası’nı temsilen de davete icabet etti. Orada tanıştık, konuştuk, tekrar buluştuk, tartıştık, sohbet ettik. Partiye katıldı. 

1999 seçimlerinde SİP’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacaktı. Gladio kitabını Türkçeye çevirdiği için aldığı ceza adaylığının YSK tarafından reddine mazeret oldu. Bir komünist olarak yaşadı, bir komünist olarak öldü. Son kitabı pandemi koşullarında dağıtıma bile çıkamamış doğru dürüst. İşçi Sınıfı, “12 Mart Faşizmi”nde N’olmuştu Sana?.. Thkp-C İşçi Kesimi Davası’nı yazmıştı. Doğumu bekleyen başka çalışmalar bilgisayarında gün ışığına çıkmayı bekliyor muhtemelen.

Nereden geldiğini biliyor, bununla övünüyordu. Borcumuz sadece hak ettiği gibi anmak değildir. O yolu büyütmek, o yolda ilerlemektir.

                                                                ***

Cüneyt Cebenoyan’a karşı sorumluluğumuzu da unuttuğumuzu sanan yanılır. Cüneyt’in ablası Yasemin’i ve Onat Kutlar’ı tam da 1994 yılı 1995’e bağlanacakken bir kör terör bombası aramızdan almıştı. 

Bugünden bakıyorum da, şimdilerde çocuk sayılan yaşta, gençtik, Marksisttik. O yaşından iki buçuk yıl önce bir trafik kazasında ölene kadar hep bir sosyalist olarak yaşayan, gericiliğe, şovenizme, sömürü düzenine zerre prim vermeyen Cüneyt o katliamın PKK tarafından yapıldığı gerçeğinin hep üstüne gitti. Doğrusunu yaptı. Sosyalist olduğu için karşı yakaya, failleri görmezden gelmediği için de Kürt milliyetçiliğine toz kondurmayan “kendi mahallesine” yaranamadı. 

Geçen hafta Nedim Şener kalkmış ve Cüneyt’in terör eleştirisini AKP’nin güncel Kürt düşmanlığına yontmaya yeltenmiş. Kendisi iktidarın önce sopayla sonra havuçla yardakçılar takımına kattıklarındandır. Cüneyt Cebenoyan’ın adını anma ehliyeti yoktur. 

Aydemir Güler / SOL

Başkanın bütün danışmanları - Orhan Gökdemir / SOL

'Kılıçdaroğlu işbirliği yaptığı sağcılar kadar sağcıdır; Karamolla kadar dinci, Akşener kadar ülkücü, Bebecan kadar piyasacı, Davutoğlu kadar İhvancıdır.' 


Yıllar önce, galiba SKYTürk’te çalışırken, bir vesileyle, Enver Aysever ile birlikte gitmiştik görüşmeye. CHP’nin Genel Başkanlık koltuğuna yeni oturmuştu. Deniz Baykal’dan daha solda olduğuna inandırmıştı herkesi. Odasının kapısında, elinde dosyalarla birlikte, bizim dışımızda biri daha bekliyordu. İçerideki görüşme uzayınca kapıdaki muhabbet de uzadı haliyle. Dosyalı eleman “ben politikadan anlamam” diye giriyor her sözüne. “Muhasebeci falan herhalde” dedik içimizden. Kalkıp gidince sekretere sorduk, “beyefendinin danışmanı” diye yanıtladı. 

                                                                        ***

2016’da kendine üç danışman atadı. İlki, Veli Özdemir, gazeteciydi, ANKA Haber Ajansı sahibiydi. Çeşitli basın-yayın organlarında haberci olarak çalışmıştı. Ama diğer ikisinin CHP için biraz tuhaf özgeçmişleri vardı. Rasim Bölücek TIP doktoruydu ama dediğine göre aslında siyaset reklamcısıydı. Reklam ajanslarında “yaratıcı yönetmenlik” yapıyordu. MHP'nin 1999 seçim kampanyasını yürütmüş, ardından Devlet Bahçeli'ye danışman olmuştu. Şükrü Karaca ise Diyanet’ten geliyordu. Diyanet Vakfı Dış İlişkiler uzmanı olarak görev yapmıştı. Diyanet'in “na't” yarışmasında ikinci, “münacaat” yarışmasında birinci olmuştu. Baktım bunlar hangi uzmanlık alanlarına denk düşüyor diye; birincisi peygambere sevgiyi, ikincisi Allah aşkını anlatan şiir dalıymış. Şükrü Karaca dini tekerleme yarıştırma uzmanıydı anlayacağınız. Herhalde bu bulunmaz uzmanlığından olacak daha önce Çiller'le, Mehmet Ağar’la, Erkan Mumcu ile çalışmış, son durağı CHP’nin 14. katındaki danışmanlar odası olmuştu.

                                                                           ***

Birkaç yıl önce eski MİT mensubu Enver Altaylı ve damadının da arasında bulunduğu 4 kişi hakkında “FETÖ” mensubu oldukları suçlamasıyla dava açıldı. Altaylı ile ilişkide olduğu iddia edilen sanıklardan biri Kılıçdaroğlu’nun Başdanışmanı “yaratıcı yönetmen” Rasim Bölücek’ti. İddianamede, Enver Altaylı'nın Rasim Bölücek'le iki ayrı telefon hattından tam bin 159 görüşme yaptığı iddia ediliyordu. Bölücek mahkeme safahatında görüşmeleri doğruladı, “Enver Altaylı hiperaktiftir, günde 10 kez arar” diye gerekçelendirdi durumu. 

Rasim Bölücek, İYİ Partili Hasan Bölücek'in kardeşi. Hasan Bölücek, daha önce Büyük Birlik Partisi ve MHP'de de görevler aldı. Babaları Cemal Bölücek MHP içinde Ülkücü militan Muhsin Yazıcıoğlu’na yakındı. 12 Eylül faşizmi kapıyı çalmadan önce sokaklarda solcu avlamaya birlikte çıkıyorlardı. MHP ile olan kan bağını CHP’ye taşıdı. Mansur Yavaş’ı Kılıçdaroğlu ile Rasim Bölücek tanıştırdı söylenenlere göre. 2015 Ağustosundaki AKP-CHP koalisyon görüşmelerine de Kılıçdaroğlu’nu temsilen dört üye ile birlikte katıldı. Sıkı durun, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu aday yaptıran ve “Ekmek için Ekmeleddin” sloganını icat eden de oydu. 

Ekmeleddin İhsanoğlu Tayyip Erdoğan’a seçimi kaybedince Kılıçdaroğlu peşini bırakmadı, CHP’den milletvekili adayı yapmak istedi. Ancak Ekmeleddin ekmeğini MHP’nin kapısında aramayı tercih etti. 

Yalnızca Rasim Bölücek değil, Kılıçdaroğlu'nun pek çok danışmanı “FETÖ bağlantısı” iddiasıyla yargılandı, sorgulandı. 

Eski başdanışmanlarından Fatih Gürsul, “FETÖ’nün İstanbul Üniversitesi'ndeki akademik yapılanması”na ilişkin davada “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Eski danışmanlarından Gazeteci Murat Aksoy, “FETÖ'nün medya yapılanması”na ilişkin davada yargılandı. Yattı çıktı. Murat Aksoy’u tanırım, Fethullah’la ilişkisi olduğunu sanmıyorum ama doğrusu neden başdanışman yapıldığını ve ne danışıldığını müthiş merak ediyorum. Bir gün anlatırsa öğreniriz.

Eski danışmanlarından Koray Çalışkan, “Fethullahçıların akademik yapılanması”na yönelik soruşturma kapsamında 10 Temmuz 2017 tarihinde gözaltına alındı, adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 

Eski danışmanlarından Alper Keten’in, örgütün haberleşme programı olduğu söylenen ByLock'tan “FETÖ” yöneticileriyle irtibat kurduğu iddia edildi. Hakkında yakalama kararı çıkarılan Keten yurt dışına kaçtı.

                                                                           ***

2017’de Nuray Çepni’yi başdanışman atadı. Nuray Çepni’nin en önemli özelliği partinin az sayıdaki türbanlı kadın üyelerinden biri olmasıydı. 2012 yılında CHP İstanbul İl Kadın Kolları Başkanlığı'na adaylığını açıklamış, sonra baskı gördüğü gerekçesiyle adaylıktan çekilmişti. Çepni’ye göre, o dönemin CHP İstanbul İl Başkanlığı baskıcı ve taraflı tutum takınmıştı kendisine karşı. Arada yumuşama sağlanmış olmalı. 

AKP’nin kurucu isimleri arasında yer alan eski Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan 2019 yılında partisinden istifa etti. Kılıçdaroğlu’nun daveti üzerine CHP’ye katılan Zeydan’a sürpriz bir görev verildi, danışman atandı. 

Az zaman sonra AKP'li geçmişiyle tanınan Erdoğan'ın eski danışmanı İbrahim Uslu'yu da danışman kadrosuna aldı. Uslu, Deniz Baykal'a yönelik kaset komplosundan Kılıçdaroğlu'nu sorumlu tutmuştu.

                                                                       ***

Haberci Celal Eren Çelik’in başka bir listesi var. Çelik “Kılıçdaroğlu kime, niye danışıyor?” başlıklı yazısında diyor ki, “Siyasal partilerde ‘Genel Başkan Danışmanlığı’ son derece önemli konumlardır ve bu konumlarda yer alan kişiler aslında parti genel başkanın ‘görünmez beyni’ fonksiyonu gördükleri ve genel başkanlar ile son derece yakın mesai yaptıkları için aslında parti politikalarına çoğu kişi ve tabii kamuoyu pek fark etmeden son derece önemli etkide bulunurlar. Bu bağlamda bu tip ‘danışman atamaları’ öyle üzerinde durulmadan geçilecek konular değildir. Lakin CHP’de bu danışmanlık konusu ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘Genel Başkan Danışmanı’ noktasındaki tercihleri oldukça enteresan bir tabloyu da beraberinde getirmekte…”

Celal Eren Çelik’in “enteresan” diyerek kibarca ifade ettiği şey, Beyefendinin bütün danışmanlarını dinci, sağcı, tarikatçılar arasından seçmesi. 

Çelik’in listelediği danışmanlar arasında gerçekten de “enteresan” tipler var. Bunlardan biri AKP MKYK “yedek” üyesi Ali Arif Özzeybek. Özzeybek, 2010 yılında şimdi göçük ANAP’ın Genel Başkanlığını yaparken, yani mezar bekçisiyken, Kılıçdaroğlu tarafından keşfedilmiş. CHP’ye transfer edilerek 2015 seçimlerinde vekil adayı yapılmış, seçilemeyince “Sivil Toplum Kuruluşlarından Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı” olarak atanmış. “Başdanışman” 2019 yılında AKP’ye geçmiş, CHP’ye “başdüşman” olmuş. Fark etmişsinizdir, ikisi arasında ses benzerliği de var!

Bir diğer vaka vaktiyle Tansu Çiller’in danışmanı olan Şükrü Karaca. Karaca, kankası Mümtazer Türköne ile birlikte Çiller’in dönemin “derin devletini” aklamak için kullandığı “Bu devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” sözlerinin metin yazarıymış. İbrahim Şahin’e yol arkadaşlığı, Mehmet Ağar’a ve Erkan Mumcu’ya da danışmanlık yapmış. 2014 yılında geçirdiği kalp krizi sonucu CHP Genel Başkanı Başdanışmanı olarak hayata veda etmiş. 

Kürt Bölgesinde AKP'ye yakın Kırvar aşireti reisi ve 21. dönem AKP Milletvekili Ahmet Karavar da CHP’de Genel Başkan Danışmanı atananlardan. 

Süleyman Demirel’in mutemet adamı ve kısa bir dönem Devlet Bakanı olan Cemil Erhan, Demirel ölünce emekliye ayrılmış. 2014 yılında 76 yaşındayken Kılıçdaroğlu’nun ısrarlı talebiyle danışman atanmış, ardından 7 Haziran seçimlerinde CHP’den milletvekili adayı yapılmış…

Mustafa Kemal’e “kefere” diyen eski Fazilet Partisi ve HAS Parti kurucusu Mehmet Bekaroğlu malumunuzdur. Kılıçdaroğlu, Mehmet Bekaroğlu’nu önce vekil, sonra PM ve MYK üyesi, sonra Genel Başkan Yardımcısı yapmış. Delegeler üstünü çizip liste dışı bırakınca o da danışmanlığa atanmış. Celal Eren Çelik’in listesinden aktardım. 

Geçen yıl yeni bir danışman buldu. Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde görev yapan Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü üyesi Türkolog Prof. Dr. Kemal Üçüncü’yü, CHP AR-GE Bilim, Yönetim, Kültür Platformu Akademik Danışmanlığı'na atadı. Üçüncü, ülkücüydü, kendi deyişiyle 30 yıldır “baba evi” MHP'ye oy veriyordu.

Abdurahman Yargucı CHP’nin içinden gelip de danışman atanabilen ender kişilerden biri. O da bir patron. CHP’nin ideolojiden arındırılmasını, pragmatik bir parti olarak yoluna devam etmesini savunuyor. Laikliğe ve cumhuriyete arkasına dönmüş Y-CHP’nin mucitlerinden yani. 

                                                                        ***

Önemsediğimizden değil, kimi nereye atarsa atasın ama solumuzu arkasına takmak istedikleri unsurun kısa danışman tarihi bu. Görüldüğü gibi yolundan hiç sapmıyor, hiç hata yapmıyor, hiç şaşırmıyor. Sağcıları, dincileri, faşistleri bulup danışman yapıyor büyük bir isabetle. Taktik falan değil yani. Kılıçdaroğlu işbirliği yaptığı sağcılar kadar sağcıdır; Karamolla kadar dinci, Akşener kadar ülkücü, Bebecan kadar piyasacı, Davutoğlu kadar İhvancıdır. Tek numarası var: Cumhuriyetçi ve laik halkımızı ülkeyi Tayyip Erdoğan’dan kendisinin kurtaracağına inandırması.

Bakın danışmanlarına, hâlâ onun sizi AKP karanlığından kurtaracağını sanıyorsanız siz bilirsiniz!

Orhan Gökdemir / SOL


14 Ocak 2022 Cuma

Cemaat yurtlarının araştırılması önergesi AKP-MHP oylarıyla reddedildi-EVRENSEL

Cemaat ve tarikatlara dair yurtların araştırılmasına dair önerge AKP-MHP oylarıyla reddedildi. AKP’li Cahit Özkan’ın Enes Kara’nın ölümü üzerinden AKP’nin yollar yaptığını savunması tepki çekti.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekilleri Meral Danış Beştaş ve Saruhan Oluç tarafından cemaat veya tarikatlara ait özel yurtlarının araştırılması için verilen Meclis Araştırma önergesi görüşüldü. AKP ve MHP oylarıyla kabul edilmeyen önerge reddedilirken, görüşmeler sırasında da AKP’li vekiller yurtları savundu. Görüşmelerde AKP’li Cahit Özkan’ın Enes Kara’nın ölümü üzerinden AKP’nin yollar yaptığını savunması tepkiye neden oldu.

Önergenin gerekçesine dair konuşan HDP İdare Amiri Mahmut Toğrul, “Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi 2'nci sınıf öğrencisi Enes Kara'nın yaşadığı olay aslında artık bu, cemaat, tarikat yurtlarında yaşananların çok ciddi bir şekilde bu Meclis gündeminde tartışılması ve gerekli önlemlerin alınmasını zorunlu kılıyor” dedi.

"3 BİN 331 CEMAAT VE TARİKAT YURDU VAR"

2006 yılında cemaat, tarikat yurt sayısının bin 723 iken 2021 yılı itibarıyla bu sayı yüzde 93 artarak 3 bin 331'e çıktığını aktaran Toğrul, “Aladağ'da çıkan yangında Süleymancılara ait yurtta yaşamını yitiren 11 çocuğumuz... Ve yine Ensar Vakfı'na ait, Karaman'da Kaim-Der ve Ensar Vakfı'na ait yurtta 45 çocuğumuzun cinsel istismara uğraması ve 2008 yılında kız Kur'an kursu yurdunda yaşanan patlamada 17 çocuğumuzun yaşamını yitirmesi, daha aralık ayında Antalya'da bir çocuğun başının kesilerek gövdesinden ayrılması suretiyle katledilmesi ve Enes Kara” diye konuştu.

"DEVLETİN GÖREVİ"

Meclisin daha önemli bir meselesi olmadığını aktaran Toğrul, “Tüm siyasi gruplara çağrıda bulunuyorum: Gençlerimiz, geleceğimiz için bunu bugün masaya yatıralım, bu önergeyi kabul edelim, hep birlikte bir çözüm yolu bulalım. Değerli arkadaşlar, yoksa bu nesiller kayıp nesiller olacaktır. Sizler Fetullah Gülen cemaatinin yaptıklarını sürekli söylüyorsunuz ama her türlü alanı diğer cemaat ve tarikatlara sağlamaya devam ediyorsunuz. Bir cemaat ve tarikatın amacı kendi ilkeleri doğrultusunda gençliği yönlendirmek değil, bu gençlerin hayata hazırlanması devletin sorumluluğundadır, onlara bırakılamaz. O açıdan herkese çağrı yapıyorum: Gelin bu soruna neşter vuralım. Bu, devletin, sosyal devletin birinci derecede görevidir” diye konuştu.

"ENES KARA YURTLARI ÇIPLAKLIĞIYLA ANLATTI"

İYİ Parti Milletvekili İmam Hüseyin Filiz de, birçok konuşmasında öğrencilerin yaşadığı sorunları dile getirdiğini belirtti. Filiz, “Gençlerimizin bazılarının ekonomik sıkıntılardan bazılarının da ailelerinin baskılarıyla girmiş oldukları yurtlarda yaşananların bir örneğini Enes Kara bütün çıplaklığıyla anlatmış. Diğer cemaat yurtlarında da durum farklı değil. Devlet, tüm öğrencilerimize yetecek kadar yurt yapmalı ve gereken hizmeti vermelidir, devletimiz bu hizmetleri gerçekleştirecek güçtedir. Özel yurtlar çok sıkı bir denetlemeye tabi tutulmalı, gençlerimiz hiçbir grubun, derneğin, cemaatin, vakfın eline bırakılmamalıdır” ifadelerini kullandı.

"EYLEME GEÇMEMİZ GEREKİYOR"

CHP grubu adına söz alan Sibel Özdemir, Aladağ, ALİMDER, Ensar Vakfı’nın Karaman şubesinde yaşanan skandalları, merdiven altı kurslarda yaşanan istismarları hatırlattı. Bu olaylar ardından gerekli denetimlerin yapılmadığının altını çizen Özdemir, “Bu vahim olaylar sonrası bu iddia edilen kurumlara karşı önlemlerin alınmamasının gerekçesi nedir? Lütfen çıkıp da ‘2002'de şu kadar yurt vardı; bugün, işte bu kadar yurt yaptık’ demeyelim. Yine çıkıp da burada üzüntümüzü ifade etmenin ötesinde Meclis olarak eyleme geçmemiz gerekmektedir. Bu araştırma önergesini biz Mecliste kabul edersek gerçekten gençlerin son dönemdeki umutsuzluğuna son vermiş oluruz. O nedenle biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak gençlerin yurt ve barınma sorunuyla ilgili Meclis gündemine getirilen bu araştırma önergesini desteklediğimizi söylemek istiyorum” diye belirtti.

AKP’Lİ ÖZBOYACI SOSYAL MEDYAYI ELEŞTİRDİ

AKP grubu adına söz alan Selman Özboyacı ise Enes Kara’nın başına gelenleri her kesimden insanın başına gelebileceğini söyleyerek, soruna dair söz yerine sanal medya paylaşımlarını eleştirdi. AKP iktidarı döneminde yapılan yurt sayılarını veren Özboyacı, “Bu meseleyi bir siyasi istismar ya da bu meseleyi bir inanç grubuna hedef göstererek saldırma şeklinde asla değerlendirmemeliyiz; bu, bu tür meselelere dair yapacağımız en kötü şey olur” sözleriyle cemaat ve tarikatları savundu. AKP’li Özboyacı, siyasi rant elde edilmemesi gerektiği sözlerini de sarf etti.

BEŞTAŞ: ENES KARA MİLAT OLSUN

Söz alan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Ya bu önergeyi kabul edelim, Türkiye'deki bütün yurtları inceleyelim. Bunun dayanağında ne var, bu çocuklar neden saat beş buçukta kalkmaya zorlanıyor, neden her gün bir eğitim almaya zorlanıyor, neden günde az saat uykudadırlar, çocuklar parasızlık ve yoksulluk yüzünden neden her buldukları yurda gitmek zorunda kalıyorlar? Siz iktidarsınız, sizi eleştirmeyeceğiz de kimi eleştireceğiz? İktidardan beklediğimiz konuşma, çözüm odaklı konuşmadır, sorumluluk sizde çünkü. Yani öz eleştiri vermesi gereken sizsiniz, bu nedenle çağrımı bir daha yapıyorum, gelin Enes Kara bir milat olsun, yurtlarla ilgili problemlere Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak el atalım, bu sorunu araştıralım diyorum” ifadelerini kullandı.

"DEVLET GÖREVİNİ YAPMIYORSA MECLİS YAPSIN"

CHP Grup Başkanvekili Engin Altay da cemaate ait “ışık evlerini” hatırlatarak, “Bu Meclisi bombalayanlar ışık evlerinde yetişti arkadaşlar, ışık evlerinde yetişti. Özel yurt var, vakıf yurdu var, cemaat yurdu var, kaçak yurt var, hücre evi gibi örgüt evi gibi 5-6 öğrencinin barındırıldığı yurtlar var. Özel, vakıf, cemaat, resmî yurtlar mutlaka denetlenmeli, kaçak yurtlar da derhâl kapatılmalı. Bugüne kadar bu yurtlarda tacizi gördük, sessiz kalındı; tecavüzü gördük, sessiz kalında; ihmal kaynaklı yangında ölen kızlarımızı gördük, sessiz kalındı; cinayeti gördük, sessiz kalındı; intihara da sessiz kalamaz devlet. Kaçak yurt var; taciz, tecavüz, cinayet, intihar var; olmayan tek şey devlet. Devlet görevini yapmıyorsa buna müdahale edecek olan da millet adına Millet Meclisidir” dedi.

AKP’Lİ ÖZKAN: DAHA ÖNCE MİLAT YAPTIK

AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise şunları söyledi: “Enes Kara'nın ölümü bizim gençlik noktasında yapacağımız çalışmalarda milat olamaz, daha önceden biz miladı yaptık. Çünkü AK Parti iktidara geldiği andan itibaren, özellikle gençlerimizin geleceğe hazırlanmaları için ve özgürce, ekonomik kaygı gözetmeksizin ilk, orta, yükseköğrenimini tamamlayabilmeleri ve yüksek lisans, doktora çalışmalarını yapabilmeleri için, tüm bu alanda özgürlüklerini ekonomik desteklerimizle artırdık.”

"ÇOCUKLAR NEDEN ÖLÜYOR O ZAMAN?"

“Demokratik toplumun özüne dokunmadan bu hususların düzenlenmesi gerekir” diyen Özkan’ın sözlerine HDP İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm, “O zaman önergeye evet deyin de hep beraber yapalım” dedi. HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Özkan’ın “Milat değil, biz miladı çoktan yaptık” demesine “Ya, mademki yaptınız, çocuklar niye ölüyor, gençler niye intihar ediyor, neden tecavüze uğruyor, neden tacize uğruyor, neden buna çözüm üretemiyoruz?” diye sordu. “Bizim yaşayanlara saygı borcumuz var; ölülere de hakikati ortaya çıkarma borcumuz var” diyen Beştaş, “Biz burada sizden ‘Bunu yaptık’ demenizi değil, gelin yeni bir komisyon kurarak bu cemaat, vakıf ve benzeri yurtlarda yaşananları araştıralım, bunun önüne geçelim diyoruz yani herkesin imza atacağı bir önerge getirdik; bunun altını çiziyorum." dedi. 

AKP’Lİ ÖZKAN ‘DUBLE YOLLARI 8 KAT ARTTIRDIK’ DEDİ

Söz alan AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan, Enes Kara’nın ölümü üzerine kürsüden AKP’nin yollar yaptığını savundu. Özkan, “Elbette AK Parti'den önce de vardı, duble yollar vardı, kilometresini biz 8 kat artırdık. Yollar vardı, yurtlar vardı” sözlerine İYİ Parti Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu, “Ya, ne alakası var?” derken, HDP İdare Amiri Mahmut Toğrul da “Ayıptır ya! Bu kadar ciddi bir meseleyi konuşuyoruz, sen nereye götürdün ya! Ya, çocuklarımızın ölümünden bahsediyoruz ya” diye karşılık verdi.

MUHALEFET TEPKİ GÖSTERDİ

Özkan’ın yurt sayısı ve kapasite verilerine de muhalefet “Biraz insan odaklı konuşsana ya!”, “Saptırıyorsun”, “Yaşam var, yaşama gel yaşama” sözleriyle tepki gösterdi.

KHK SAVUNMASI

AKP’li Özkan bu sefer de KHK’liler üzerinden CHP’ye sataştı. Özkan, “Sayın Altay, evet, sormamız gereken soru şu: Diyor ki: ‘FETÖ'nün ışık evlerinden AK Parti ders çıkarmamış.’ Yahu yıllarca bu evlerde kalıp AK Parti'den önce kırk yıldan beri devlete sızanları KHK'yle biz attıktan sonra siz ‘Geri getireceğiz’ demiyor musunuz? FETÖ'yle bütün ihraç edilenleri ‘Yeniden devlete alarak milletin ve devletin başına bela yapacağız’ diyen siz değil misiniz? Utanın biraz!” sözleri tartışmaya neden oldu.

"FETÖ’YÜ SAVUNUYORDUNUZ"

Özkan’a muhalefet vekilleri bu sefer de “Sen kendin FÖTÜ'yü savunurdun yani unuttun mu? Yakışıklı, FETÖ'yü sen savunuyordun başta, nasıl oldu da şimdi pişman oldun?”, “Suçluluk psikolojisi” sözleriyle karşılık verdi.

Söz alan CHP Grup Başkanvekili Altay ise “Sanıyorum -diyorlardı, inanmıyordum- herhâlde sen de ışıkevlerinden geçmişsin, öyle anlaşılıyor” diye karşılık verdi.

BEŞTAŞ: SEN ÖLÜMÜ SAVUNDUN CAHİT ÖZKAN

Beştaş’ta “KHK'yi savunmak ölümü savunmak demek. Evet, sen ölümü savundun Sayın Cahit Özkan. Neden biliyor musun? KHK'lilerin ihracını savunmak hukuku reddetmektir çünkü hukuka aykırıdır. Bugün olmasa yarın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden bu kararlar dönecek. O evlerin hepsini siz organize ettiniz. Cemaatleri de siz yerleştirdiniz, sonra da suçlu ilan ettiniz” dedi.

Önerge AKP ve MHP oylarıyla reddedildi.

EVRENSEL


 

Bir düş kırıklığı - ALİ SİRMEN / CUMHURİYET



Netflix’in yerli dizisi “Kulüp”ün ilk altı bölümü yayımlandığında iyi ki kaleme sarılmamışım. O günlerde yapıtın bende yarattığı düş kırıklığı şu sıralarda olduğu gibi bir ölçüde dengelenemediği için olsa gerek ki, belki de senaryosundan oyunculuğuna kadar çok yönüyle belki de hak etmediği eleştirilerime hedef olacaktı.

Hemen belirteyim, izleyici genel olarak, daha ilk yayınından itibaren diziyi beğenmiş, ben nesinin beğenildiğini pek anlamadım.

Tarihimizi nereden ve kimden nasıl öğreneceğimizi, hangi eleştirel ve kuşkucu gözle izleyeceğimizi pek bilemediğimizden tarihi dizilere hep çekinerek bakmışımdır. Tevatürün, olgu ile karıştırıldığı bir ülkede bir senaristin, şapşal fantezisinin nice yıllar sürecek saplantılara, nice ömrü heba edecek takıntılara neden olacağını bildiğimden, kurmaca bir öykü olduğunu unutmasam da tarihi dizilere sakınarak yaklaşırım.

Bir Türk Yahudisi anne kızın öyküsünü, 1930’lar - 1950’ler İstanbul’u dekoru içinde (pek de kötü maşallah!) İstanbul’un önde gelen bir gece kulübü çerçevesinde anlatan Kulüp dizisi, yakın tarihimizin çok tartışmalı, iyi bilinmesi gerekli çok önemli iki olayına da değiniyor.

***

Türkiyeli Yahudilerin yaşamından kesitler vermek savında olanların, bunların dünyanın başka yerindeki kardeşlerininkinden daha değişik olan koşullarını bilmeleri gerekir. Kulüp dizisinde durumun böyle olduğunu belirtir bir işaret yok. Zarar yok! İlla öyküyü kaleme alanın, Osmanlı’nın son dönemlerinde Beyoğlu’nun lüks mağazalarının vitrinlerindeki Yahudi yıldızının “Burası bir Yahudi işyeridir, buradan gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilirsiniz” anlamı taşıdığını, bunun nedeninin de Rumlar ve Ermeniler konusunda çekinceli davranan Türklerin Yahudiyi milli burjuva yerine koymasından kaynaklandığını bilmesi şart değil.

Lozan müzakereleri sırasında Yahudilerin azınlık komisyonları haklarından feragat ettikleri de Kulüp’te hatırlanmıyor.

Ama Varlık Vergisi mevcut önyargıları pekiştirecek şekilde verilmiş.

Bu diziden sonra, Kulüp’te gördükleriyle başımıza allame kesilecek, bir sürü çok bilmişin çıkacağından korkulur.

Şimdi burada Kulüp dizisi vesilesiyle, servetin gayrimüslimlerden Müslüman ağa, tefeci, tüccar ve kapitalistin eline geçmesini sağladığı ileri sürülen Varlık Vergisi’ni baştan sona ele alıp tartışmanın imkânı olmadığından, yakınlarda yitirdiğimiz, değerli Cahit Kayra’nın Tarihçi Kitabevi’nden çıkmış olan Varlık Vergisi kitabına mutlaka göz atmak gerektiğini hatırlatmakla yetinelim.

Türkiye’de 11 Şubat 1942’de yürürlüğe konan ve 1944’te yürürlükten kaldırılan Varlık Vergisi benzeri uygulamaların, şavaşın ekonomiyi altüst ettiği birçok ülkede örneğin ABD, İngiltere, Fransa vb. uygulandığını belirtelim.

Varlık Vergisi aracılığıyla gayrimüslimlerden toplanan vergiden fazlasının da çiftçiden toplanmış olduğunu vurgulayalım. Varlık Vergisi konusu ilginçtir. En fazla verginin kesildiği İstanbul’daki uygulamanın başında olan İstanbul Defterdarı Faik Ökte’nin 1951 yılında Demokrat Parti iktidarı sırasında CHP’den öç almak için yazdığı söylenen Varlık Vergisi Faciası adlı kitapta ileri sürülen iddialarla suçlanmıştır. Ve bir ara bu iddiaların sahibi Faik Ökte de İstanbul’daki bir uygulama yüzünden mahkemeye düşmüştür.

Dizide yer alan Cumhuriyet tarihinin büyük kırılma noktalarından biri olan 6-7 Eylül 1955 olaylarının ise Menderes hükümetinin el altından kışkırtması sonucunda patlak verdiği ortaya çıkmış ve olayın failleri sonradan Yassıada mahkemelerinde mahkûm olmuşlardır.

İşin ilginç yönü, bütün bu iddiaların Cumhuriyetin ulus ve ulusçuluk kavramlarıyla bir ilişkisi olmayıp tam tersine hedef aldıkları kitlelerin başında Kemalistlerin bulunmasıdır.

Tarihimizi yarım yamalak dizilerden değil, belgelerden öğrenmek zorundayız.

Bu zorunluluğu yerine getirirsek çok şaşırtıcı gerçeklere ulaşırız.  

ALİ SİRMEN / CUMHURİYET