Mübadelenin hüzün yüklü gemileri+Mübadelenin iki vatan yorgunları+Mübadele değil, insan ziyanlığı (İskender ÖZSOY-EVRENSEL)

 1) Mübadelenin hüzün yüklü gemileri (İskender ÖZSOY-EVRENSEL/30 Ocak 2022)

İskender Özsoy, 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol'ün yıl dönümünde mübadillerin yolculuğuna tanıklık eden gemileri yazdı.

Rumların İzmir’den Epiniki gemisiyle İzmir’den tahliyesi 23 Eylül 1922 tarihli L’Illustration dergisine kapak olmuş. (İskender Özsoy arşivi)

O koca köhne gemi homurdanarak çalışmaya başlayıp, ciğerlerindeki kara dumanları göğe savura savura demir alırken yolcuları ayrılık gözyaşlarını içine akıtıyordu.

Kaptan yol verdikçe köhne vapur inliyor, yolcuları yaşın yaşın ağlıyordu.

Köhne gemi suları yara yara yol alıyor; aşılan her milde yolcularının yürekleri doğdukları toprakları terk etmenin acısıyla biraz daha dağlanıyordu.

Gemi meçhule gitmiyordu belki ama yolcularının hayatlarının ne olacağı meçhuldü.

Yunanistan’ın Kavala, Selanik, Preveze limanlarıyla, Sakız, Limni, Midilli ve Girit adalarından kalkan hüzün gemilerine binenler günlerce kara bulutlara bakarak yol aldı.O limanlardan yola çıkarılan kader yolcusu on binler, mübadildi.

On binler, 30 Ocak 1923 tarihinde TMBB hükümetiyle Yunanistan arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol gereğince topraklarından zorunlu olarak koparılanlardı.

KAMARALAR HASTALARA

O on binler, köhne gemilerle arkalarından bir mendil sallayanı olmadan yola çıkarıldılar ve çok zor koşullarda geçen yolculuklardan sonra yeni vatanları Türkiye’nin çeşitli limanlarına ayak bastılar.

1923 yılının ekim ayında başlayan mübadillerin taşınması işi için önceleri yabancı gemilerden faydalanma düşünüldü.

Ancak Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığının Türk armatörleri ve Seyr-i Sefain İdaresiyle yaptığı anlaşmadan sonra taşımada büyük oranda Türk bayraklı gemiler kullanıldı. Bu gemilere İstanbul Liman İdaresinden uygunluk belgesi alma koşulu getirildi. Uygunluk belgesi alan gemilerde yolculuğun kolaylaştırılması için bazı düzenlemeler yapıldı. Kamaralar hastalarla, kadınlar, hamileler, yaşlılar ve çocuklar için ayrıldı.

Bu gemilerde mübadillerden asgari taşma ücreti isteniyor, çocuklardan ücret alınmıyor, fakirler indirimli olarak taşınıyordu. Hiç para veremeyecek kadar fakir olanların ücretlerini Mübadele, İmar ve İskan Vekâleti karşılıyordu. Mübadil taşıyan gemilerin hemen hemen hepsinde Hilal-i Ahmer (Kızılay) heyetleri vardı.

Mustafa Necati Bey’den sonra Mübadele, İmar ve İskân Bakanlığına getirilen Refet Bey'in (Canıtez) verdiği bilgiye göre, mübadele günlerinde bindirme ve indirme limanları arasında yolculukta gemilerde 269, gemilerden indirilip misafirhaneye götürülürken dokuz, misafirhanelerde de 870 mübadil öldü.

İlk mübadil kafilesi Midilli’den 1923’ün ekiminde Ayvalık’a geldi. Midilli mübadilleri cumhuriyetin ilanına Ayvalık’ta tanık oldu. O günlerin İleri gazetesinde Midilli’den gelecek yedi bin kişilik kafilenin yemek, barınma, yerleştirilme ve sağlık sorunlarıyla ilgilenmek üzere İstanbul’dan iki doktor, iki hastabakıcı ve yedi hademeden oluşan ekibin Milas vapuruyla Ayvalık’a hareket ettiği haberi yer aldı.

Aralarında özel kumpanyaların gemilerinin de olduğu gemilerden adlarını tespit edebildiklerim şunlar: (*)Ankara,  Altay, Bozkurt, Barış, Arslan, Rumeli, Akdeniz, Bahr-i Cedit, Bahri Kemal, Anadolu,  Adana,  Antalya, Amid, Asya, Cumhuriyet, Canik, Dumlupınar, Giresun, Gülnihal, Gülcemal, Gelibolu, Hacıpaşa, İstanbul, İsmetpaşa, İnönü, İstiklal, İnebolu, Teşvikiye, Dumlupınar, Kırzade, Mahmudiye, Millet, Kartal, Milas, Mahmut Şevket Paşa, Reşid Paşa, Kocaeli, Kızılırmak, Nilüfer, Nimet, Sakarya, Samsun, Rumeli, Timsah, Sürat, Salih, Suat (yandan çarklı), Türkiye, Trabzon, Rize, Sulh, Sürmene, Tevfik Elbari, Turan, Sadıkzade, Şam, Uğur (Oğuz), Üsküdar, Ümmet ve Ümid.

YABANCI GEMİLER

Türk bayraklı bu gemilerin dışında Kuzey Yunanistan’ın limanlarından ve adalardan yabancı bayraklı gemi ve botlar da mübadil getirdi.

Bu gemilerden bazıları şunlar:

Maryano, Jeanne, Pirenista, General Andon, Jenatu (Zanetta da olabilir.), Arşipogolos, Kirason, Klora, Dafenman, Rodanya, Rodina, Adriya, Corc, Teytis, Jan, Veladimpo, Prezya, Marunyan, Thetis, Vladmir.

Yunanistan’dan mübadilleri getiren Türk ve yabancı bayraklı bu gemilerin dışında bir de iç denizlerde mübadil taşıyan gemiler vardı.

Bu gemiler de şunlardı:

Drama’nın Kozluca köyü (Karyofito) sakinlerini Sirkeci’den İzmit’e götüren Karabiga, Drama’nın Darova köyü (Kechrokambos) mübadillerini yine Sirkeci’den Sinop’a götüren Vatan ve Kavala mübadillerini Sirkeci’den Samsun’a götüren Reşadiye.Rumları Türkiye’nin çeşitli limanlarından Yunanistan’ın liman kentleriyle adalara ve Kıbrıs’a taşıyan gemilerden bazılarının adları şöyle:

Mersin, İstanbul ve İzmir’den Yunan bayraklı Archipelagos, Erdek’ten Propolis , Mersin’den Yunan bayraklı Pantelis, Selanik, Patris, Antalya’dan Yunan bayraklı Andros/Andreas, Alanya’dan Türk bayraklı ırmak gemisi Azaklar ve Silifke’den motorlu/yelkenli Karadağ.

Bu arada Rumların, bazı İngiliz ve İtalyan bayraklı gemilerle kayıtlara girmeksizin Türkiye’den ayrıldığını da belirtelim.

İstanbul’un mübadele harici tutulan yerleşimlerindeki Rum mübadiller de Türk bayraklı Tire ve İsmetpaşa’yla Yunan bayraklı Venizeles, Toskana, Kavala, İyopolis, Nikomedya, Archipelagos ve Ünyanos adlı gemilerle Yunanistan’a gitti. Mimarsinan’dan da Jüpiter adlı römorkörün çektiği birbirine bağlanmış 23 yelkenliyle Selanik’e uğurlandı Rum mübadiller.

Mübadele günlerinde adı geçen üç gemiyi daha analım.

Bu gemiler Abazya, Dalmaçya ve Famaka.

Bu iki gemiden Abazya’nın adı İleri gazetesinin 21 Ekim 1339 (1923) tarihli sayısında ikinci yardım heyetinin Selanik’e gitmek için yola çıkmaya hazırlandığı haberinde; Dalmaçya’nın adı da Cumhuriyet gazetesinde karma mübadele komisyonu üyelerinin Rumların mübadelesine nezaret etmek üzere İstanbul’a gelişleriyle ilgili haberde geçiyor.

Famaka’ya gelince.Bu geminin adı da 23 Ocak 1924 tarihli Tevhid-i Efkâr gazetesinde bir Hilal-i Ahmer heyetinin Hindistan’daki Müslümanlardan mübadiller için yardım toplamak üzere bu ülkeye gitmek üzere yola çıktığı haberinde yer alıyor.

(*)Gemi adlarının dökümünde birinci kuşak mübadillerle 1999 yılından bu yana yaptığım röportajlardan elde ettiğim bilgilerin yanı sıra Doç. Dr. Cahide Zengin Aghatabay’ın Mübadelenin Mazlum Misafirleri,  Prof. Dr. Kemal Arı’nın Büyük Mübadele’yle Türk Ticaret-i Bahriyesi ve Mübadele Gemileri, Baki Sarısakal’ın Belge ve Tanıklarla Samsun’da Mübadele, Dr. Önder Duman’ın Rumeli’den Samsun’a Göç ve Küçük Asya Araştırmaları Merkezinin Göç/Rumların Anadolu’dan Mecburi Ayrılışı ( 1919-1923) adlı kitaplarından da yararlandım.

                                                                      ***

2) Mübadelenin iki vatan yorgunları  (İskender ÖZSOY-EVRENSEL-07/02/2016)


Bir rüzgâr esti, Ege’nin mavi suları karardı; on binler ayrılık acısına kelepçelendi.

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da TBMM Hükümeti’yle Yunanistan Hükümeti arasında imzalanan Yunan ve Türk Ahalinin Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’e göre Yunanistan’dan Türkiye’ye yaklaşık 500 bin kişi geldi.

Mübadele büyük bir travmaydı; hem de aradan 93 yıl geçmesine karşın özellikle birinci kuşaklarda etkisi hâlâ devam eden travma.

Mübadeleyi “orada” ve “burada” yaşayan iki “asırlık çınar”ın tanıklıkları travmaya dair bazı ipuçları veriyor.
15 Mayıs 1909 tarihinde Yunanistan’ın Preveze kentinde doğan Salih Engeç bunca yıldır çocukluk vatanının hayaliyle yaşamış, kentini yanında taşımış.
……….

1924’ün temmuzunda Preveze limanından iki gemi kalktı.

Gemilerden Sulh Pendik’e, yandan çarklı Bahri Kemal Gemlik’e bıraktı yolcularını. O iki gemiden Bahri Kemal’in bugün 107 yaşında olan yolcularından Salih Engeç, geçmişini tarihin emaneti olara saklıyor hafızasında.

Üç yaşına varmadan yetim ve öksüz kalan Salih Bey’i anneannesi Fatime Hanım’la teyzesi Zülfide büyütmüş.

KARDEŞÇE YAŞAMAK

Artık Salih Engeç’in Preveze’deki çocukluk günlerinden başlayarak anlattıklarına kulak vermenin zamanıdır: 

“Preveze’de çocukluğum hep okulda geçti. Gemlik’e gelene kadar Kuran okulunda okudum. Preveze’deki camide müezzin yardımcılığı yaptım, ezan okudum. Okul hayatımın dışındaki hayatımız şatafatlı bir hayat değildi. Ama bayramları hatırlıyorum. Bayramlarda belimize yeşil-kırmızı kuşak bağlayıp gezerdik. Preveze’de Türk Rum kardeş gibi yaşıyorduk. Ta ki Türkiye’den kaçan Rumlar Preveze’ye gelene kadar. O Rumlar geldi bizi bozdu.”

Bozulan sadece Türklerle Rumların komşuluk, arkadaşlık ilişkileri değil; dirlik, düzendir.

Kaçak Rumlar iki de bir “Mustafa Kemal yakalandı. Demir kafese konuldu.” diye tellal çıkarmakta, moral bozmaktadır.Huzursuzdur Preveze. Aileler huzursuzdur.

İşte böyle bir ortamda bir gerçekle tanışır Salih Engeç.

Preveze’ye veda gerçeğiyle.

AMBARDA YOLCULUK

Engeç anlatıyor:

“Huzursuzduk. Bir şeyler bekliyorduk ama adını koyamıyorduk. Limanda balık tuttuğum günlerden bir gündü. Yandan çarklı bir geminin ağır ağır yol aldığın fark ettim. Oltayı topladım koşarak eve gittim ve teyzeme haber verdim. Teyzem sevinçle, ‘Haydi gözümüz aydın. Vatanımıza gidiyoruz. O gemi bizi Türkiye’ye götürecek…” dedi. Bir hafta bekledikten sonra Bahri Kemal’e bindik. Yanya’dan, Lorus tarafından da gelenler oldu. Onlar Sulh gemisiyle Pendik’e gitti. Ambarda zahmetli bir yolculuktan sonra bir gece yarısı İstanbul’a geldik, ertesi gün de Gemlik’e. İlk bir hafta açıkta geceledik. Sonra evler verilene kadar böcekhanelerde kaldık. Gemlik’e bizden önce Vodina ve Girit mübadilleri gelmiş. Onlar değil ama yerliler bizi hoş karşılamadı. Tek kelime Türkçe bilmiyorduk. Ana dilimiz Rumcaydı. Bize o yüzden olsa gerek gâvur dediler.  Aramızda büyük kavgalar çıktı birbirimize girdik. Ama zaman geçti bizden iyisi olmadı.”

Uzun yıllar İstanbul’da marangozluk yapan Salih Engeç’in bugün Preveze hakkında neler düşündüğünü öğrenmenin zamanıdır şimdi:

“ Preveze’yi özlemiyorum, ama görmek isterim doğrusu. Çünkü hep hayalimde. Gidebilsen eğer –tabii hâlâ duruyorsa - bir rüya gibi hatırladığım annemin, babamın ve kardeşim Namık’ın mezarını ziyaret etmek isterim. Evimi elimle koymuş gibi bulurum. Ezan okuduğum camiyi bulurum.”

GÖNÜL GÖZÜYLE GÖRÜYOR

Mübadelenin diğer tanığı Ayşe Çam Erdek’teki en yaşlı mübadil.

104 yaşında.

1912 yılında Kavala’nın Kokala (Kokkala) köyünde doğan Çam’ın gözleri uzun yıllardır görmüyor.

Gözleri görmüyor ama gönül gözü açık Ayşe Nine’nin.

Gönül gözüyle görüyor Kokala’yı.

Sorularımı can kulağıyla dinledi, bana gönül gözüyle bakarak ana dili Pomakçayla yanıtladı.(*)
Kokala’nın sakinleri Akdeniz gemisiyle 1924’ün martında önce Bandırma’ya, oradan da tepelerinde karların henüz erimediği Erdek’e gelmiş.

Şimdi gelelim başında yaşlı Pomak kadınlarının taktığı geleneksel sarı yemenisiyle köşesinde oturan mübadelenin asırlık tanığı dört çocuk, 30 torun, torun çocuğuyla torununu torunu gören Mollaalilerden Ayşe Çam’ın anlattıklarına:

AKDENİZ’LE MARMARA’YA

“Atatürk nurlarda yatsın. Bizi o kurtardı da getirdi buraya. Mübadil olmadan önce köyümüze Rumlar geldi. Galiba Bursa’dan gelmişlerdi. Bize ‘Bursa’ya gidin, güzeldir oraları…’ diyorlardı. Rumlar dinimize karışmıyordu, o bakımdan rahattık ama köy halkına çok eziyet ettiler. Evlerde hep silah arıyorlardı. Vermeyene işkence ediyor, zeytinyağında kaynattıkları yumurtaları koltuk altlarına koyuyorlardı. Köyün muhtarı olan dedem Ali aynı zamanda pehlivandı. O yüzden Rumlar bize dokunamıyordu. Mübadele olduğunda annem Fatma, dedem Ali ve amcalarımla Bandırma’ya geldik. Gelirken ev eşyalarımızı ve hayvanlarımızı da getirdik. Bizi Akdeniz gemisi getirdi. Yolda zorluk çektiğimizi hatırlamıyorum. Herkes erzağını hazırlamıştı. Erzağı bitenlere yardım ediliyordu. Ortak sofra kuruluyordu. Bandırma’ya gelince doktorlar bize baktı. Aileyi Erdek’e vermişler, Yukarıyapıcı köyüne. Ama orada kar vardı geldiğimizde. Onun için önce Aşağıyapıcı’da kaldık, karlar eriyince yukarı çıktık.”
…..

(*)Ayşe Çam Türkçe biliyor. Ama Pomakça düşündüğü ve daha çabuk konuşabildiği için sorularıma ana diliyle cevap ermeyi tercih etti. Konuşmayı torunu Şeref Aldırmaz çevirdi.

                                                                                       ***

3) Mübadele değil, insan ziyanlığı (İskender ÖZSOY-EVRENSEL/ 30 Ağustos 2015)


Türkiye’nin tanık olduğu göç dalgalarından en önemlisi, etkileri bugün de devam eden mübadeledir.

Türkiye’yle Yunanistan arasında 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle Türkiye’deki Ortodoks Rumlarla Yunanistan’daki Müslümanların zorunlu göçü öngörüldü.

Sözleşmenin imzalanmasından sonra Yunanistan’a yaklaşık 1 milyon 200 bin Ortodoks Rum gitti, yaklaşık 500 bin Müslüman da geldi.

Balkan Savaşı’yla sözleşmenin imzalanması arasındaki 11 yılda Yunanistan’ı terk eden Müslümanlarla Yunan ordusunun 1922 yenilgisi sonrası Türkiye’yi terk eden Rumlar da mübadele kapsamına alınınca her iki ülkeden iki milyonu aşkın insan mübadil sayıldı.

Din temelli sözleşmenin birinci maddesi “Türk topraklarında yerleşmiş Rum Ortodoks dininden Türk uyruklarıyla, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyruklarının, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak, zorunlu mübadelesine girişilecektir. Bu kimselerden hiçbiri, Türk Hükümetinin izni olmadıkça Türkiye’ye, Yunan Hükümetinin izni olmadıkça Yunanistan’a dönerek orada yerleşemeyecektir.” diyordu.

Dünya tarihinde ilk kez uluslararası bir sözleşme imzalanmış zorunlu göç konusunda. Hem de kimseye sormadan, “Gitmek istiyor musunuz?” diye.

93. yılın eşiğindeki mübadelenin kısaca özeti böyle.

Mübadillere bir daha asla “memleket”lerine dönememe, yerleşememe yasağı, hatta cezası getiren sözleşme tarih sayfalarına bir “acı” olarak geçti.

Bunlar, mübadelenin kâğıt üstündeki gerçekleri.

Mübadelenin bir de insan odaklı tarafı var ki, o tarafta dram var,  orada ve burada yaşanan sıkıntılar, çileler, ölümler, hastalıklar, özlemler, acılar var; iskân edildikleri yerlerde “yerli” halkla uyum sorunu var, horlanmalar, ötekileştirmeler var.

ÖTEKİLEŞTİRME SORUNU

Yunanistan’dan gelen 500 bin civarındaki mübadil, geride ülke tarihinin yanı sıra aile tarihleriyle kişisel tarihlerini de bıraktı.
Mübadiller bir gece yarısı kandilleri dahi söndürmeye fırsat bulamadan; anne babalarının mezarı başında son kez dua edemeden yola çıkarıldıklarında özlemlerin acısını yaşamaya başladılar. 

Bu özlem; eve, bahçesindeki kiraz ağacına, dağ taşa, toprağa, hatta gölgesinde yatılan ağaca özlemdi ve katlanarak büyüdü yıllarca birinci kuşağın yüreklerinde.

Bir de “ötekileştirme”yle sınavı var mübadillerin.

“Memleket”lerinden koparılan yorgun ve öksüz çocukların yerleştirildikleri yerlerde karşılaştıkları en önemli sorun, bugün belki de nefret suçu sayılması gereken aşağılanma, ötekileştirmeydi.

Türkiye’de mübadillere gâvur, yarım gâvur, gâvur tohumu, biberci, tarhanacı, macır, bitli macır denildi.

Macır (muhacir) genel adlandırmayken mübadillere iskân edildikleri yerlere göre çeşitli adlar takıldı.

Örneğin İstanbul’un Tuzla ilçesindeki Kılkış mübadillerine kahvaltıda çay değil, tarhana çorbası içtikleri için “ tarhanacı”; Mudanya’da, Darıca’da, Gemlik’te, Ayvalık’ta ana dilleri Yunanca olan Girit mübadillerine de “gâvur, yarım gâvur” denildi. Bazı yerlerde de Girit mübadilleri için “gâvurlar gitti, gâvurlar geldi” denilmiş.

Bir değişik yaftalama da Vodina (Edessa) mübadilleri içindi. 

Vodina’nın bazı köylerinden gelenlere de, memleketlerinde geçim kaynakları bibercilik olduğu için “biberci” yaftası takıldı.

‘PATRİYOTLAR GELİYOR’

Peki, Nasliç ve Grebene’den gelip ağırlıklı olarak İstanbul’un Silivri, Büyükçekmece, Çatalca ilçeleriyle Eskişehir, Isparta, Bursa ve Aydın’ın ilçe ve köylerine yerleştirilen Patriyotlara karşı takınılan tavıra ne demeli?

Ana dilleri Yunanca olan Patriyotlar’a da yarım gâvur denildi.

Bu aşağılama yetmezmiş gibi Silivri’de “yerli” anneler yaramazlık yapan çocuklarını “Patriyotlar geliyor.” diye korkuttu.
…………
Mübadiller “insan ziyanlığı” deyimini çok sık kullanır.
Bu deyimin derin manasını onlardan başka kim bilebilir ki?
Ne ziyanlıktır mübadele; ne kıyımdır.
Sadece bizim için mi?
Hayır elbette.
Rumlar için de -belki daha fazlasıyla- mübadele insan ziyanlığıdır.  
Mübadele, bir başka deyişle “Küçük Asya felaketi” Rumlar için daha büyük bir dramdı.
Yunanistan yerli ahalisi Türkiyeli Rumları çok zor kabul etti. 
Türkiye’den giden Rumlara Yunanistan’da genellikle tek bir ad takıldı:
Türkosporos, yani Türk dölü.
Bir de “Temiz.”
Temiz; genel anlamıyla “vesikalı.” 
Onlar dramı yokluğu yoksulluğu daha çok yaşadı.
 ……….

Bugün Türkiye’de tarihin tanığı birinci kuşak mübadil sayısı kadar az ki.
Cumhuriyetin yapı taşları arasında önemli yeri olan birinci kuşak mübadilleri saygıyla anıyorum.

(İskender ÖZSOY-EVRENSEL)




İktidarın sanatçıya bakışı: Yandaş ya da düşman - İsmail AFACAN / EVRENSEL

 


İsmail Afacan, iktidarın sanatçılara olan yaklaşımını yazdı.

Sanat, AKP iktidarının hegemonya mücadelesi verdiği; sonuç alamadığında kimseyi şaşırtmayacak biçimde “yandaş ve düşman hukuku”nu devreye soktuğu “soğuk savaş” alanı…

Özellikle “soğuk savaş” alanı diyorum, iktidarın sanatçılara reva gördüğü muamele yargı tehdidi, karalama kampanyası, sosyal medya linci ve devlet olanaklarından tam izolasyon…

20 yıllık iktidarında AKP “yandaş ve düşman hukuku”nu nasıl işletti?

“Yandaş hukuku”yla başlayalım…

MFÖ’nün M’si… Mazhar Alanson…

28 Temmuz 2018... İktidarın gazetesi Sabah’a verdiği röportajda “Ülkede laiklik sorunu olmadığını” söylüyordu: “Bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok. Bu topraklarda o söyledikleri gibi ‘Laiklik de elden gitmez’, gitmedi de. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerini kabul edersek hepimiz daha mutlu olacağız.”

Üzerinden çok geçmedi, röportaj meyvesini verdi. 2019’da MFÖ müzik dalında Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülüne değer görüldü! AKP, iktidarının 17. yılında nihayet MFÖ’yü keşfetmişti. Erdoğan bir tane MFÖ şarkısı biliyor mudur? Prompterda yazmıyorsa, sanmıyorum.

Hatta Alanson Saray’dan aldığı ödülün mutluluğunu şu sözlerle ifade etti: “Bu ödülü ömrümün sonuna kadar saklayacağım.”

Bu flörtleşme burada kalmadı.

Çok geçmedi. 26 Mayıs 2020’de Cumhurbaşkanlığı tarafından düzenlenen “Türkiye’nin Kültür Hazineleri Sahnesinde Evde Bayram Konserleri”nde sahne aldı.

7 Haziran 2020… Sabah gazetesi bir röportaj daha patlattı! Koronanın “korkutucu” olduğu günlerde yapılan röportajda Mazhar Alanson, pandemi günlerini ve sanatsal faaliyetlerini anlattı. Ama iktidarın koronaya karşı “mücadelesini” övmekten geri durmadı: “Geçenlerde haberlerde duydum. San Francisco’da bir genç sigorta kartı olmadığı için hastaneye alınmamış ve altı saat sonra ölmüş. Bizde koronaya yakalananlar devlet güvencesine alınıyor. Hatta bazı özel sigorta şirketleri bile sigorta kapsamına alıyorlar bu rahatsızlığı da.” 

Alanson’un verdiği her röportaj kendisine “yol, su, elektrik” olarak döndü. 

2021 ağustosundan bu yana TRT Müzik’te “Mazhar Alanson ile” adlı programı yapıyor.

İkinci isim Şükriye Tutkun…

Geçtiğimiz yıla gidelim. Twitter hesabından şu paylaşımı yaptı Tutkun: “Sene 2017? ‘Keşke benim de böyle bir babam olsa?’ demiştim sene 2021 oldu, linç edileceğimi bile bile, aynı cümleyi tekrar kurmak istiyorum? Keşke benim babam olsaymış? Ama benim değil tüm Türkiye’nin Babası. Babasızların babası?”

2017’de Erdoğan’ın torununa ders çalıştırırken çektirdiği fotoğrafı paylaşan Tutkun, Erdoğan gibi bir babasının olmasını istemişti.

Aslında verdiği mesaj basitti: “Ben uzun zamandır Erdoğancıyım”… 2017’deki paylaşım daha “duygusal” bir içeriğe sahipken 2021’deki tweet daha siyasaldı. Erdoğan “Türkiye’nin babası” olmuştu. 

Çok geçmeden Tutkun da iktidar güzellemesinin meyvesini topladı. Güzellemeyi mayısta yaptı, ağustosta TRT Müzik’te “Serenat” programına başladı.

Yaptığı açıklamalarda Emine Erdoğan’la muhabbetinin olduğunu şu sözlerle anlatıyor: “Sağ olsun sever, destekler beni, ben de kendisini çok severim.”

Üçüncü ismimiz Muazzez Ersoy…

Ersoy’un AKP’liliği herkesin malumu… Tipik bir AKP’li olduğunun en güzel örneğini geçen yıl Posta’ya verdiği röportajda görebiliriz: “Cumhurbaşkanı nezdinde olan davetlere Süleyman Demirel, Turgut Özal döneminden beri katılıyorum. Sanatçı muhaliftir, evet! Bugün en muhalif insan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır!”

Hem bütün iktidarların yanında yer al hem de muhalif ol!

Ersoy, TRT Müzik’in gözdelerinden… 7 Kasım 2018’den bu yana “Sevgilerimle” isimli program yapıyor. Programı yapmaya başladıktan kısa bir süre sonra 25 Kasım 2018’de A Haber’e yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Halbuki bükemediği bileği öpmeleri gerekiyor. Ama onu bile yapmayı kendilerine yediremiyorlar. Sayın Başkan’ımız, Sayın Reis’imiz Recep Tayyip Erdoğan bir dünya lideri. Görmek istemeyenler görmeyebilir belki ama kör olmayan herkes görür.”

Program başladıktan üç hafta sonra teşekkür niteliğinde açıklamalar yaptı.

Bu listeyi uzatabiliriz: Hülya Avşar, Ajda Pekkan, Yavuz Bingöl, İbrahim Tatlıses, Coşkun Sabah, Orhan Gencebay, Hülya Koçyiğit… 

Akıllara şu sorular gelebilir. Sanatçıların siyasi görüşü olamaz mı? 

Siyasi görüşü doğrultusunda açıklamalar yapamaz mı?

Yanıt kısa: Elbette…

İktidarın sanata ve sanatçıya yaklaşımında “yandaş hukuku”nu nasıl işlettiğine dair örnekler verdik. Erdoğan’a ve iktidara yapılan güzellemelerden sonra bu isimlerin önlerinin nasıl açıldığını, devlet olanaklarının nasıl seferber edildiğini hep beraber görüyoruz.

Birçoğuyla kurulan sadece müzikal bir ilişki değil… Meslek örgütü seçimlerinden devlet ihalelerine kadar uzanan çıkar ortaklığı… Kendileri şatafat içinde yaşarken boşuna halka simit yemeyi önermiyorlar…

Burada Ajda Pekkan’ın, MFÖ’nün ülke müziği, Hülya Koçyiğit’in Türkiye sineması açısından önemini ve özgünlüğünü kim yadsıyabilir.

Bugün biat bildirdikleri siyasal anlayışla; sanat üretimleri ve yaşam tarzları ne kadar örtüşüyor. Burada büyük bir mesafe var. Bu mesafeyi çıkar ilişkisiyle kapatıyorlar ve kameralara mutluyuz pozu veriyorlar.   

Ya da

MFÖ’den sonra MFÖ şarkılarını kimler dinleyecek ve yaşatacaktır?

Hülya Koçyiğit’in “Susuz Yaz” ve “Kurbağalar” gibi filmlerinin ülke sineması açısından önemini kimler dile getirecektir?  

Ajda Pekkan şarkıları kimlerin hafızasında kalacaktır?     

Yanıtı belli sorular bunlar…

Formül basit…

İktidara yakın gazetelerden Erdoğan güzellemesi yap!

Sosyal medyadan Erdoğan’a iltifatlar et!

Bu iltifatı yaparken “Linç edileceğimi bile bile” notu düş!

Erdoğan’ın doğum günlerinde Saray’a ziyarete git, poz ver!  

Sanatsal üretimine ihanet et!

Bal tutan parmağını yalıyor sonuçta!

Haftaya iktidarın muhalif sanatçılara uyguladığı “düşman hukuku”nu tartışacağız.

İsmail AFACAN / EVRENSEL

Yargının hali rejimin özeti - BİRGÜN

 

Samsun Adalet Komisyonu Başkanı Kemal Alver’in çete davalarından aranan Galip Öztürk’le ilişkisinin ortaya çıkması benzer skandalları hatırlattı. Alver’in görüntüleri yargıyı ele geçiren rejimin karakterini gözler önüne serdi.

Suç örgütleri ile devlet ve kurumlarının iç içe geçen ilişkisi uzun süredir ülke gündemini meşgul ediyor. AKP iktidarını oluşturan koalisyonun parçası haline gelen suç örgütleri liderleri ile başta güvenlik ve yargıda görev yapan isimlerin aynı karede buluşması neredeyse olağan hale geldi.

Kamu görevlileri bu ilişkiyi saklamayacak kadar pervasızlaştı. Hâkimler, davalarına baktığı ‘mafyatik isimler’le yakınlık kurmaktan çekinmedi.

YARGIDA MAFYA İZİ

Yargıya sadece iktidarın müdahalesi değil aynı zamanda hâkim-savcıların suç örgütü liderleriyle kurduğu ilişkiye bakılırsa mafyanın da etkin bir müdahalesi var. Bu müdahalelerin doğal sonucu olarak da yargı yurttaşın gözünde ülkedeki en güvenilmez kurumların başında geliyor. Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin verilerine göre yurttaşların yüzde 60’ı yargıya güvenmiyor.

Yargının mafyayla iç içe geçen hali son günlerde sık karşılaşılan bir olay haline geldi. Geçen yıl ağustos ayında Antalya’da ağır ceza hâkimi Ertekin Kök’ün suç örgütü elebaşısı olarak yargıladığı E.B. ile içki masasında fotoğrafları çıktı.

Danıştay üyesi seçilen Esat Toklu’nun Sezgin Baran Korkmaz’ın ilk sahibi olması ise tartışılan ultra lüks Paramount Otel’de kaldığı ortaya çıkarken Togo Kuleleri’ni yapan firmanın patronunun mahkemesinden önce, patronun doğum günü partisine katıldı.

Samsun Adalet Komisyonu Başkanı Hâkim Kemal Alver de ‘cinayete azmettirmek’ten hüküm giyen ve çete davalarından arandığı için Gürcistan’a kaçan organize suç örgütü elebaşısı Galip Öztürk’ün aile fotoğrafını çekti. Hâkim Alsever ile ilgili haberlere saatler içerisinde erişim engeli getirildi.

REJİM FAYDA SAĞLIYOR

Eski Cumhuriyet Başsavcısı ve BirGün yazarı İlhan Cihaner de Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun etik kurallarını hatırlatarak “Bunun gibi bu fotoğrafları engelleyen etik kurallar var. Bunlara uyulmak zorunda” diye konuştu.

Yargının tarafsız ve bağımsızlığının tartışmalı olduğunu vurgulayan Cihaner, şunları söyledi: “Sadece yargının değil, iktidarın da bu fotoğraflar verdiği bir düzen var. Dolayısıyla bu durumun yargıya taşınması kaçınılmaz. Asıl sorun topyekûn kirlenme. Cumhurbaşkanı da bu gibi görüntüler veriyor ve yargıya yansıması kaçınılmaz oluyor. Bu tür isimler iktidar tarafından korunan isimler. Kabul edilebilir değil. HSK’nin kendisinin yayınladığı etiği uygulaması lazım. Kamu Etik Kurumu, bu tarz ilişkileri takip edip yaptırım uygulamalı ama bu mekanizmaların hiçbirinin çalışmadığını görüyoruz.”

Cihaner, sözlerini şöyle sonlandırdı: “En son çıkan fotoğraflar aranan bir kişiye ilişkin, yargı mensupları tarafından bilinmemesi mümkün olmayan bir şey. İktidar tarafından nasıl alan açıldığı göz önünde bulundurulursa hiçbir ihlalin önemi yok. Rejimin bundan ‘fayda sağladığı’ çok açık bir şekilde ortada.”

90’LARDAN BERİ SÜRÜYOR

Siyasetçilerin, yargı eliyle kendi siyasetini yürüttüğünü ve bunun adaletsiz eylem ile kararları artıracağını ifade eden Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan, yargının getirildiği hali değerlendirdi. Yargıdaki problemlerin 1990’lardan bu yana var olduğunu, son dönemde ise görünürlüğünün arttığını kaydeden Pehlivan, yargıya güvenin de problemli hale geldiğine dikkat çekti.

Ülkede güçlü bir yargı sistemi kurulamadığına değinen Pehlivan, “Bu belki de biraz da kasıtlı yapıldı ve sonuç olarak artık insanlar yargılamalara güven duymuyor. Her yargıç artık aynı kefede değerlendiriliyor. Çok iyi çalışan meslektaşlarımız da görünmez hale geliyor. Liyakati önemseyip olması gereken yerlere, olması gereken kişiler getirilmeli. Yargıyı şekillendiren artık siyasettir. Onun önüne geçilmeli. Bunları yaptığımızda sorun kendiliğinden çözülecektir.”

KIDEMSİZ HÂKİMLER

Son dönemde hâkimlerin isminin karıştığı olayların bir kısmı şöyle:

• Hâkimler Savcılar Kurulu’nun ilke kararnamesinde yer alan sulh ceza hâkimliklerinde 4 yıl kıdem mecburiyetine rağmen ataması yapılan kıdemsiz Hâkim Furkan Bilgehan Ertem, Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanarak cezaevine gönderilmesine karar verdi.
• AKP’den üç kez aday adayı olmasına rağmen aday yapılmayan Kenan Yaşar, AKP ve MHP’nin oylarıyla Anayasa Mahkemesi’ne üye seçildi.
• 2017 ve 2018 yıllarında avukatlıktan hâkimliğe geçiş sınavının yazılı bölümünde başarılı olan birçok aday, mülakatta elendi. Mülakat bölümünde başarılı olan isimler arasında ise çok sayıda AKP’li parti yöneticisi yer aldı. Bin 343 hâkim alımının yapıldığı mülakatlar sonucunda, Danıştay Başkanı’nın kızı ve daha önce AKP il ve ilçe teşkilatlarında görev alan isimler, hâkim yapıldı. İddialara göre, bin 343 kişiden en az 110’u AKP’li yöneticilerden oluştu.
(BİRGÜN)

Bir emekli Papa'nın üstünü örttükleri - (Tevfik Taş-SOL)

 


Çocuklarını korumak isteyen, dinsel yobazlığın eğitimden de el çektirilmesini savunmak durumunda.

Münih ve Freising Başpiskoposluk'larında çocuk ve gençlere dönük cinsel istismarın rapor edildiği araştırmanın dehşetini yaşayan Alman kamuoyunun karşısına önce adet olduğu üzere derin bir sessizlikle duran Katolik Kilisesi, bir hafta sonra ancak medyanın karşısına çıkabildi. 

Medyanın karşısına çıkan Kardinal Reinhard Marx, 1977'den 1982 yılları arasında sözü geçen iki Başpiskoposluk'da yaşanan çocuk ve gençlere dönük cinsel istismarlar için ''sarsıcı'' nitelemesinde bulunurken, kendisininde içinde olduğu vakaların üzerini kapatma iddialarına yanıt vermedi. Dosya ''sarsıcı'', ''üzücü'', ''Vatikan'da incelenecek''  ancak sorumluluk üstlenmek yok!

İstismara dair gerçek sayıların ortaya çıkarılandan çok daha üstünde olduğu ifade edilse de hazırlanan rapora göre, 1945-2019 arasında 497 cinsel istismara maruz kalmış kişi tesbit edilmiş. Çoğunluğu erkek çocuğu olan mağdurların yaşı 9 ile 14 arasında değişiyor. Cinsel istismarda bulunan faillerin 173'ü rahip olmak üzere 235 kişi saptanmış.

Bizzat kendisi cinsel istismar mağduru olan ''Köşeli Masa'' inisiyatifi sözcüsü Matthias Katsch, emekli Papa XVI. Benedikt (Joseph Ratzinger) de dahil olmak üzere Katolik Kilisesi sözcülerinin ''yalan mimarisi'' kurduklarını ifade ediyor. Mağdurların avukatı Thomas Schüller, emekli Papa  XVI. Benedikt ''aktif dosya kapatıcı'' olarak suçluyor. 

1870'den beri Papalar'ın yanılmazlığı dogmasını propaganda eden Vatikan ve onun 2005'den 2013'e kadar Papası olan  XVI. Benedikt, dosyaya yönelik bir hafta ara ile iki ayrı açıklama yaptı. İlkinde ''haberi yok''tu, ikincisinde ''ayrıntılarını unutmak''la birlikte önüne 4 dosyanın geldiğini söyledi. Ama her şeyi usulüne göre yapmıştı tabii. Mağdur avukatı Thomas Schüller'in emekli Papa'ya yanıtı net oldu: 

"Bu, onun kişisel Waterloo savaşıdır"

Alman kamuoyunda dinsel kurumların çocuklarını cinsel istismar nesnesi olarak kullanmasına itirazlar yükselirken, Alman devletinin kiliselere özel hak ve yetkiler tanımasının ceremesi  çekiliyor. Zira kilise kurumları içinde yaşanan suçların tam yetkili laik savcılar tarafından ele alınması önündeki engeller başa bela. 

Kiliselerin ''gizli arşivleri''nin demokratik bir hukuk devletinde olamayacağı, buna göz yumulamayacağı yeni yeni dillendirilmeye başlandı. Bu kaçıncı dinsel kurumlar merkezli cinsel istismar olayı? Laikliği Anayasası'na sokmayan Almanya, dinsel yobazlığın gazabından yakasını bir türlü kurtaramıyor.

Dinsel gericiliğin kapitalizm altında varlığını sürdürebileceğinin en çarpıcı kanıtlarından biri olarak Almanya, çocuklarının başına gelen trajedileri ile bir kez daha sarsıldı. Sermaye sınıfı, ileri sanayi ülkesi vb. derken arkaik ideolojilerin ambarı dinler için uygun atmosferi bir şekilde yaratmış görünüyor. Öyle ki, ülkenin en büyük patronu yaklaşık 1,5 milyon çalışanı ile iki kiliseden oluşuyor.

Devasa emlak ve yatırım şirketleri olarak Katolik ve Protestan Kiliseler'i, her yıl ortalam 400 bin üye kaybediyor. Din çatısı altında çocuklara dönük yapılan bu istismarların yanıtı olarak yalnızca Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti'nde çok kısa bir süre içinde 155 bin 322 kişi kilise üyeliğinden istifa etti!

Çocuklarını korumak isteyen, dinsel yobazlığın eğitimden de el çektirilmesini savunmak durumunda. Çocukların yaşadıkları acılar ile zerre kadar empati kurmak istemeyen Papa, bir hafta içinde iki çelişik açıklama yaparak, Papalar'ın yanılmazlığı dogması kadar gerçeklikten yoksun ve absürt değil mi? Laiklik Almanya'ya da şart!

https://www.jungewelt.de/artikel/419691.katholische-kirche-m%C3%BCnchen…

(Tevfik Taş-SOL)

HÜKÜMETTE HAFTA SONU DEPREMİ (29/01/2022-Cumartesi)

 


1) Kavgayı Süleyman Soylu, Berat Albayrak ve İstanbul Grubu kazandı: Gül neden görevden alındı?(SOL)

AKP içindeki birçok ekibin hedefinde olan ve son dönemlerde etkisi oldukça zayıflayan Adalet Bakanı Gül, sonunda görevden alındı.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gece yarısı görevden alınanlar arasına eklendi, onun görevden alınışı da "görevden affını istedi" diyerek sunuldu.

Peki, Gül'ün görevden alınmasına giden süreç nasıl gelişti?

Uzun süredir Soylu'nun hedefindeydi

Abdülhamit Gül'ün görünen en büyük rakibi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'ydu.

Soylu tarafından açık açık birçok kez hedef alınan Gül, her seferinde medya üzerinden Soylu'ya net yanıtlar vermişti.

Soylu'nun Peker'in hedefinde olduğu yayında dahi Abdülhamit Gül'e yönelik eleştiriler yöneltmesi dikkat çekmiş, bu başlıkta suçun İçişleri'nde değil, hukuk tarafında olduğunu öne sürmüştü.

İkili arasındaki kriz Soylu'nun annesine küfür eden ismin serbest bırakılmasına medya üzerinden tepki göstermesiyle tepe noktasına çıkmış, Gül, "Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz" demişti.

Soylu'nun geçtiğimiz aylardaki tepki çeken "Biz yapalım hukuk arkadan gelsin" sözlerine de yanıt veren Gül, "Biz yapalım hukuk arkadan gelsin' değil, 'hukuk önden yürüsün, biz ona göre kendimizi ayarlayalım' anlayışıdır hukuk devleti" ifadesini kullanmıştı.

Bu tartışmaların sürmesi sonrası geçtiğimiz yılın sonuna doğru ikili arasındaki kavgayı Soylu'nun kazandığı, Gül'ün bir gece yarısı kararnamesiyle görevden alınacağı belirtiliyordu.

Soylu'nun Gül'e yönelik "pasif kaldığı" eleştirileri yaptığı, ötesinde Soylu'ya verdiği destekle bilinen Bahçeli'nin de hukuk alanında yaşanalardan rahatsız olduğu ve Gül'ü istemediği öne sürülüyordu.

Berat'a da sert çıkmıştı: Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar

Damat Berat Albayrak'a yakınlığıyla bilinen medya grubunun "yargıda FETÖ'cüler hâlâ etkin" çıkışı, Gül'ün yaşadığı bir diğer kriz başlığıydı.

Yargıdaki güç savaşında herkes yeni mevzi elde etmek isterken çıkan bu gürültü sonrası Gül'den beklenmeyen bir çıkış gelmiş, Berat Albayrak'ı hedef alarak "Daha düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar bugün çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi vermeye kalkışmasınlar" ifadesini kullanmıştı.

İstanbul Grubu ve Gül

Tarikat ve cemaatlerin güç kavgasına sahne olan Adalet Bakanlığı'nda Gül'ün en büyük rakiplerinden biri İstanbul Grubu'ydu. Erdoğan'ın avukatları olarak bilinen grup yargıda giderek güç kazanırken, gelinen nokta bir kriz halini almıştı.

Gül'ün HSK'nın İstanbul Grubu ağırlıklı bileşeniyle yaptığı ilk toplantıda "Yargının hiçbir ideolojisi, hiçbir cemaati, hiçbir grubu, hiçbir taassubu olamaz" sözleri bir mesaj olarak algılanmış, HSK'nın yeni bileşiminin Gül'ün karşı çıkmasına rağmen Erdoğan'ın onayıyla belirlendiği iddiaları gündeme gelmişti.

Adalet Bakanlığı’nın 'eski' Cemaatçi patron Fettah Tamince hakkında verilen 'takipsizlik' kararını kaldırması Gül'ün İstanbul Grubu'yla kavgasının açık bir işareti olarak algılanmıştı. Tamince'nin aklanmasının İstanbul Grubu eliyle sağlandığı iddiaları uzun süre tartışma konusu olmuştu.

Gelinen noktada Gül, AKP içindeki birçok farklı grubun hedefinde yer alırken, süreç sürpriz olmayan bir şekilde, bir gece yarısı kararıyla sonlanmış oldu.

                                                                   ***

2) Görevden alınan Abdülhamit Gül'ün ağabeyine MEB’de yeni müdürlük: 'Bu manzara kara bir leke' (SOL)

Eski Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün kardeşi, ilahiyat kökenli Mehmet Nezir Gül, bu kez de din öğretimi genel müdürü olarak atandı. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nda (MEB) son beş yılda iki farklı genel müdürlük görevinde bulunan eski Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün kardeşi, ilahiyat kökenli Mehmet Nezir Gül’ün, bu kez Din Öğretimi Genel Müdürü olarak atandığı ortaya çıktı. Karar eğitim dünyasında tepkiyle karşılandı. Eğitim-İş, “Bu manzara kara bir leke” açıklaması yaptı. Eski Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un Ağustos 2021’deki istifasının ardından yardımcısı Mahmut Özer, bakanlığa atanmıştı. Bu süreçte bakanlığın birçok bürokratı değişmişti. Bakan yardımcısı olan Ahmet Emre Bilgili de görevinden alınmış, yerine ilahiyat kökenli Din Öğretimi Genel Müdürü Nazif Yılmaz atanmıştı. MEB’de liyakat tartışması sürerken Yılmaz’dan boşalan Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne de atama yapıldığı ortaya çıktı. 

Eğitimci değil 

Cumhuriyet'ten Sefa Uyar'ın haberine göre Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürü Nezir Gül, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne atandı. Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün kardeşi olan, eğitim değil ilahiyat kökenli Nezir Gül’ün, son beş yıldaki görevleri dikkat çekti. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nde daire başkanlığı yaparken 2017’de Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü’ne getirilen Gül, Ziya Selçuk tarafından 2020’de Özel Eğitim ve Rehberlik Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne atanmıştı. Gül, bu görevinde iki yılı doldurmadan, beş yıl önceki birimine genel müdür olarak dönmüş oldu.

Ayrıca eski İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın kardeşi Atıf Ala da yakın zamana kadar MEB Teftiş Kurulu Başkanı olarak görev yapıyordu. 

                                                                            ***

3) Yeni TÜİK Başkanı da 'damat' çıktı(SOL)

Erdoğan tarafından TÜİK Başkanlığı’na atanan Erhan Çetinkaya'nın AKP’li Bayrampaşa Belediyesi Başkanı Atilla Aydıner’in damadı olduğu ortaya çıktı.

TÜİK Başkanlığı’na atanan Erhan Çetinkaya'ya ilişkin yeni bir bilgi ortaya çıktı. Eski CHP'li vekil Barış Yarkadaş, "Çetinkaya’nın bir özelliği ise AKP’li Bayrampaşa Belediyesi Başkanı Atilla Aydıner’in damadı olması… TÜİK’in Ocak enflasyonunu nasıl açıklayacağı şimdiden belli oldu" dedi.

KISA KISA GÜNDEM (29 OCAK 2022)

 


1) Berat Albayrak’a Kanal İstanbul’da imar onayı(Hazal Ocak-duvaR)

Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın tartışmalı proje Kanal İstanbul güzergahında aldığı ‘tarla’ vasfındaki arazi, proje planlarının onaylanmasıyla birlikte kesin olarak imara açıldı.
(https://www.gazeteduvar.com.tr/berat-albayraka-kanal-istanbulda-imar-onayi-haber-1551011)




2) Çalışma Bakanlığı duyurdu: Türkiye'de işçilerin yüzde 14,32’si sendikalı (duvaR)

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı verilerine göre, işçilerin sadece yüzde 14,32’sinin sendikalı olduğu kaydedildi. En fazla üyeye sahip sendika 43 bin 643 üyeyle Hizmet-İş oldu.
(
https://www.gazeteduvar.com.tr/calisma-bakanligi-duyurdu-turkiyede-iscilerin-yuzde-1432si-sendikali-haber-1551057)



3) Uşak Belediyesi 12 bin metrekarelik yeşil alanı otel yapılması için satışa çıkardı (Özlem Kara-duvaR)

Uşak Belediyesi, 12 bin metrekarelik yeşil alanı otel yapmak amacıyla 43 Milyon TL’ye satışa çıkarıyor.   
Dikilitaş Mahallesinde mülkiyeti Uşak Belediyesi'ne ait olan Huzur Park içindeki ormanlık alan otel yapılması için satışa çıkartıldı. 

Kent merkezine yakın olan ve içinde piknik alanları, yürüyüş parkurları, çocuk parkı ve spor tesislerinin bulunduğu arazinin, muhammen bedeli ise 43 Milyon TL.20 Ocak’ta ihaleye çıkarılan,  kapalı teklif zarfı alınan 12 bin 431,93 metrekarelik ormanlık alan, en fazla 12 kat olma şartıyla otele dönüştürülmek amacıyla 3 Şubat 2022 tarihinde satılıyor. Öte yandan ihaleye çıkarılacak olan alanda bulunan, belediyeye ait Şelale Restoran'da geçen yıl yapılan tadilata yaklaşık 1 Milyon TL’lik harcama yapıldığı iddia edildi. Bu Restoran’ın bulunduğu alan da satılacak arsaya dahil bulunuyor. 

4) Şehit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'a büyük ayıp | Emekli Emniyet Müdürleri'nden MHP'li isme tepki (Yeniçağ)


21 yıl önce düzenlenen hain bir terör saldırısı sonucu şehit olan Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan için MHP Kocaeli İl Yöneticisi Oğuz Erhan Kopuk, “Yerin ateş olsun cehennem mekanın olsun” ifadelerini kullandı.



















5)3 gazeteci donarak ölmüştü. Kara saplanan treni haber yapacaklardı kendileri kara saplandı(Yeniçağ)

Gazetecilik zor zanaattır. Bunu karda, yağmurda, çamurda, soğukta, işini yapmaya çalışan muhabir, fotomuhabiri, kameramanlar en iyi bilir. DHA Genel Müdürü Celal Korkut da bu soğuk kış günlerinde 1963 kışında kara saplanan bir treni haber yapmak için yola çıkan ancak donarak ölen Hürriyet’in 3 gazetecisinin öyküsünü hatırlattı.(
Gazetecilik zor meslek) Bunu masabaşında çalışan, oturduğu yerde haber yapan bilmez…Sokakta haber peşinde koşturan, yağmur çamur, sıcak soğuk demeden sadece işini iyi yapmaya çalışan, muhabir, fotomuhabiri, kameramanlar bilir. Asıl kahramanlar onlardır.1963’ün ocak ayının son günleri o meşhur  “Balkanlar’dan gelen” karlı, soğuk havanın etkisindeydi. Sadece İstanbul değil bütün Anadolu soğuktan donuyordu. Hürriyet 26 Ocak’ta “Karakış Felaket Halini Alıyor” manşetini atmıştı. O gün Edirne-İstanbul seferini yapan tren Çatalca’da rayları kaplayan karlara saplanmış içindeki yüzlerce yolcu mahsur kalmıştı. Haber gazetelere ulaştığında hem heyecan hem de endişe başlamıştı. Böyle bir haberi takip etmenin heyecanı ve o devrin zor imkânlarıyla kar kıyamet altındaki olay yerine gidebilmenin endişesi bir aradaydı. (“VASITA VERİN HEMEN GİDELİM”) Hürriyet’in haber merkezinde de bu telaş vardı. Adliye muhabiri Yüksel Kasapbaşı, “Hemen bir vasıta temin edin, biz gideriz” diyerek kararını vermişti. 29 yaşındaki Yüksel, hukuk fakültesi mezunuydu. Adliye haberleri yapıyordu. Foto muhabiri arkadaşı Abidin Behpur (26) da hazırdı. Bir araç hazırlandı. Yedek benzin ve diğer lüzumlu eşyalar da araca yüklendi. Gazete dağıtan kamyonetlerden biriyle Cağaloğlu’ndan yola çıktılar. Gazetenin şoförlerinden  Yüksel Öztürk kullanıyordu kamyoneti.   Çatalca’ya yaklaştıklarında kar gittikçe yoğunlaşıyordu. Nitekim yoldan biraz sapınca kara saplandılar. Araç bir daha hareket edemedi. O şartlarda ne cep telefonu ne de başka bir teknik imkânları yoktu. Arabada oturup oradan tesadüfen geçecek birilerinin onları kurtarmalarından başka şansları da yoktu. Olmadı. Kara saplanan bir treni haber yapmak için çıktıkları yolda, hedeflerine ulaşmalarına çok az kala kendi araçları kara saplanmıştı. Ekipten hiç haber alamayan gazete merkezi alarma geçmişti. Son irtibatın üzerinden 20 saat geçmiş olmasına rağmen hiçbir ses yoktu. Acı haber Cumhuriyet muhabiri Hakkı Aykut’un gece yarısı geçtiği yıldırım telgraf ile geldi. 27 Ocak 1963 Pazar günü Hürriyet “Üç arkadaşımız donarak öldü” manşetiyle çıktı. 

6) Adalet Bakanı Gül istifa etti, yerine Bekir Bozdağ atandı(Yeniçağ)

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül görevinden istifa etti. Resmi Gazete'de yayımlanan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalanan karara göre Gül'ün yerine Bekir Bozdağ atandı.















7) TÜİK Başkanı Erdal Dinçer görevden alındı, yerine BDDK Başkan Yardımcısı Erhan Çetinkaya atandı(Yeniçağ)

Enflasyon rakamları nedeniyle bir süredir tartışmaların odağına yer alan TÜİK Başkanı Prof. Dr. Erdal Dinçer görevden alındı, yerine BDDK Başkan Yardımcısı Erhan Çetinkaya atandı.


















8) Diler Saraç hayatını kaybetti(Yeniçağ)


Sinemanın dev ismi Fatma Girik'in ardından bu kez de filmlerde 'anne' rolüne hayat veren Yeşilçam emekçisi Diler Saraç hayatını kaybetti. Saraç bir süredir karaciğer kanseri tedavisi görüyordu.
(DİLER SARAÇ'IN SANAT DOLU YAŞAMI) Diler Saraç, 1937 yılında doğdu. 1962 yılında Ses dergisinin Artist Yarışması'na katılarak oyunculuğa başladı. 1962-1964 yılları arasında birkaç filmde rol alan Saraç evliliği yüzünden 1970 yılına kadar sinemadan ayrı kalan Diler Saraçi 1970'te tekrar sinemaya döndü. Diler Saraç, 1975 yapımı Pisi Pisi filmindeki rolüyle 13. Altın Portakal Film Festivali'nde 1976 yılında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazandı. 1962 ile 2007 arasında, çoğunluğu yan rolller olmak üzere 200'den fazla film ve tv dizisinde yer aldı. Ünlü oyuncu iki çocuk annesiydi...Son olarak 2007 yılında başrollerde Doğuş, Ali Sunal ve Mehtap Bayri'nin oynadığı, Sana Mecburum adlı dizide Halime rolünü canlandırdı.(FİLMOGRAFİSİ)  2007 Sana Mecburum - Halime 2005 Medine 2004 Şubar Soğuğu 2002 Hayatın İçinden 2002 Sır Kapısı 2000 Artık Sevmeyeceğim 1999 Fanatik 1996 Hemşerim 1995 Fırtınalar 1994 Mutlugiller 1994 Gülcan 1-2-3 1990 Ayrı Dünyalar 1990 Ahu Gözlüm 1988 Hülya 1988 Evcilik Oyunu 1988 Deniz Yıldızı 1985 İşler Tıkırında 1985 Mavi Mavi 1985 Köşeyi Dönenler 1980 Perişanım 1980 Beddua 1978 Aldırma Gönül 1977 Sevgili Dayım 1976 Ne Haber 1975 Pisi Pisi 1975 Aşk-ı Memnu 1972 Ölüm Dönemeci 1972 Yumurcak Küçük Şahit 1963 Maceralar Kralı 1963 Korkusuz Kabadayı 1962 Esir Kuş 1962 Cafer Çocuk Hırsızı1962 Aşka Karşı Gelinmez


 

RTÜK’ün ödülleri ‘yandaşlara’ gitti (SOL) + RTÜK, 23 kategoride ödül dağıttı(BİRGÜN)

 


RTÜK’ün ödülleri ‘yandaşlara’ gitti (SOL) 

RTÜK tarafından düzenlenen organizasyonda ödüller adresini şaşırmadı, yandaşlar ödüllerini AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldı.

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından düzenlenen ve “Yunus Emre ve Türk Dili Yılı” kapsamında belirlenen “Türkçe ödülleri” sahiplerini buldu.

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 23 kategoride verilen “Görsel ve İşitsel Medyada Doğru Türkçe Kullanımı Ödülleri”nden bazıları şu şekilde:

En iyi haber programı: ATV - Ana Haber 
En iyi ekonomi programı: A Para - Paranın Rotası 
En iyi dizi: TRT 1 - Gönül Dağı 
En iyi söyleşi: CNN Türk - Tarafsız Bölge

Öte yandan “ödül” alanlar arasında, Star’dan Nazlı Çelik, CNN Türk’ten Ahmet Hakan ATV’den Cem Öğretir, TRT2’den, A Haber’den Banu El, 24 TV’den Zeynep Türkoğlu, NTV’den Levent Dönmez, A Para’dan Serdar Kuter ve TRT’den Serdar Kılıç gibi isimler de yer aldı.

                                                                         ***

RTÜK, 23 kategoride ödül dağıttı(BİRGÜN)

Sarayda düzenlenen Yunus Emre Yılı Görsel ve İşitsel Medyada Doğru Türkçe Kullanımı Ödül Töreni'nde 23 isme ödül dağıtıldı.


AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sosyal medyada doğru Türkçe kullanımına yönelik 23 ayrı kategoride RTÜK'ün belirlediği isimlere ödül dağıttı.

Dağıtılan ödüller şöyle:

En İyi Haber Sunucusu Nazlı Çelik, En İyi Ara Haber Bülteni Sunucusu Banu El, En İyi Haber Programı ATV’nin Ana Cem Öğretir tarafından sunulan Haber Bülteni oldu. En iyi dizi olarak yapımcılığını Ferhat Eşsiz’in üstlendiği ‘Gönül Dağı’ oldu. En iyi söyleşi-yorum programı olarak ‘Tarafsız Bölge’ olurken En İyi Belgesel Serdar Kılıç tarafından sunulan ve TRT Haber’de yayınlanan ‘Doğadaki İnsan’ oldu. En İyi Eğitim Programı olarak Kon TV’de yayınlanan Emine Simge Akoğul ile Alın Teri programı seçildi. En İyi Ekonomi Programı olarak A Para’da Serdar Kuter tarafından sunulan ‘Paranın Rotası’ programı seçildi. Kültür-Dil kategorisinde NTV’de yayınlanan ‘Laf Aramızda’ programı olarak belirlenirken Kültür-Medeniyet programı olarak Zeynep Türkoğlu tarafından sunulan ’24 Portre’ programı seçildi. Sanat alanında en iyi program TRT 2’de Hülya Koçyiğit’in sunuculuğunu yaptığı ‘Hülya Koçyiğit ile Film Gibi Hayatlar’ oldu. Bilgi ve Eğlence alanında TV 360’da Alper Ateş’in sunduğu ‘Ben Bilirim’ programı seçilirken, En İyi Aile Programı olarak Vav TV’de yayımlanan ‘Aile Çatısı’ seçildi. Çizgi Film Animasyon kategorisinde TRT Çocuk’un ‘Rafadan Tayfa’ çizgi filmi en iyi olarak yer aldı. TRT Haber’de ‘Ömür Dediğin’ isimli programı sunan Zeliha İlhan Doymuş, Yaşam Boyu Saygı Ödülü’ne layık görülürken En İyi Tarih programı olarak ‘Tarihin Ruhu’ programı seçildi. En iyi Seyahat Programı olarak Kanal 7’de Özlem Tunca’nın sunumunu yaptığı ‘Dünyayı Geziyorum’ programı seçildi. Bengütürk TV’de Şenol Vatansever’in sunuculuğunu yaptığı ‘Teknoloji ve Gelecek’ programı en iyi teknoloji programı seçildi. En iyi spor programı beIN Sports Haber kanalında yayımlanan ‘beIN Manşet’ olarak belirlenirken CNN Türk’te yayımlanan ‘Yeşil Doğa’ programı Sağlık-Yaşam kategorisinde en iyi program olarak belirlendi.Radyo yapımlarında en iyi kültür programı olarak Diyanet Radyo’da yayınlanan ‘Lisanımünasip’ programı olarak seçilirken en iyi Söyleşi-Yorum programı olarak Erkam Radyo’da yayınlanan ‘Gönül Sadası’ seçildi. Radyoda en iyi sanat programı ise Türkiye Polis Radyosu’nun Kitaphane programı oldu.

Ödül töreni kapsamında, Söyleşi-Yorum Kategorisinde CNN Türk’te yayımlanan Tarafsız Bölge programıyla Ahmet Hakan Coşkun ve Yaşam-Sağlık Kategorisinde Yeşil Doğa programıyla Güven İslamoğlu ödüle layık görüldü. Her iki isim de ödüllerini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinden aldı.


Öne Çıkan Yayın

Özgür Özel 'Mücahit Birinci' dosyasını açıkladı: Belge paylaştı + Hakkındaki iddiaların ardından AKP'li Mücahit Birinci'den ilk açıklama +AKP'li Mücahit Birinci hakkında soruşturma başlatıldı -BİRGÜN-

 Özgür Özel 'Mücahit Birinci' dosyasını açıkladı: Belge paylaştı CHP Genel Başkanı Özgür Özel, "AK Parti kuruluş yıl dönümü hed...