İşte işçilerin Akkuyu raporu: Yaşananlar insanlık dışı, sömürünün, zulmün sınırı yok - PATRONLARIN ENSESİNDEYİZ / SOL

 İşçiler, ortalama 15 bin kişinin çalıştığı Akkuyu NGS inşaatındaki sömürüyü anlattı. Patronların Ensesindeyiz, Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı üyesi işçiler 'Ancak birlikte çözüm üretebiliyoruz' diyor.


Mersin'de hak gaspı, kötü çalışma koşulları ve üstü örtülen iş cinayetleriyle sürekli gündeme gelen Akkuyu Nükleer Santral çalışanı işçiler, birlikte mücadele kararı alarak Patronların Ensesindeyiz (PE) Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı kurmuştu. Patronların Ensesindeyiz, Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı üyesi işçilerle yapılan röportajı yayımladı

İşçiler santalde maruz kaldığı haksızlıkları ve ağır çalışma koşullarını ortaya koyarken, birlikte mücadelelerini, kazanımlarını da anlattı.

'Mücadele ettik, işten atılan arkadaşlarımız geri çağrıldı'

Öncelikle Dayanışma Ağı ile başlayalım ve soralım: Akkuyu Dayanışma Ağı nedir? Niçin kuruldu, hangi ihtiyaca karşılık geldi, bugüne kadar neler yaptı?

Hanife: Dayanışma Ağı 2022 yılının Ocak ayında kuruldu. Akkuyu’da çalışan bir arkadaşımızın gerekçe gösterilmeden kartı iptal edilerek işten çıkarılması ve diğer arkadaşlarımızdan da bu yönde bildirimler gelmesiyle bu konuda bir haber hazırlandı ve Patronların Ensesindeyiz hattına iletildi. Haberin yayınlanmasından kısa bir süre sonra da aynı şekilde mağdur edilen birçok işçiden ihbarlar akmaya başladı. Görüştüğümüz her işçi bizi başka bir işçiye yönlendiriyordu. Sayı hızla arttı ve konunun takipçisi, “hukuki-siyasi-moral” destekçisi olmanın yetmediği bir noktaya ulaşıldı. Daha güçlü ve seri adımlar atmamız, dayanışmayı büyütmemiz gerekiyordu. Temas ettiğimiz tüm işçilerle toplantılar, görüşmeler yaptık, çeşitli önerileri ele aldık, sorunları ve ihtiyaçları tartıştık. Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı bu sürecin sonunda ortaya çıktı.

İlk günlerde Sipahili kampında odaların kapasitesinin artırılmak istenmesi üzerine bir eylem yapıldı. Sonrasında arkadaşlarımız işten çıkarıldılar. Hızla haberleştik ve avukat arkadaşlarımızla beraber oraya giderek bir toplantı yaptık. Olan biteni dinledik, sorunları değerlendirdik, haklarını anlattık. Sonrasında bir haber hazırladık ve yayınladık. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu bir gün sonra işe geri çağrıldılar.

'Artık biri sıkıntıya düşerse Dayanışma Ağı’yla çözüm üretebiliyoruz'

Kısa bir süre sonra işçi haklarını daha detaylı biçimde ele aldığımız bir avukat buluşması, bilgilendirme toplantısı gerçekleştirdik. Arkasından, maaşlarına zam yapılmayan işçilerle beraber eylem örgütledik, her tür desteği sunduk. Haftalarca kamplarda işe başlamak için bekletilen işçilerle görüştük, işten atılanlarla ilgilendik ve temas ettiğimiz her işçiyle beraberce mücadele etmenin, dayanışmayı örgütlemenin yollarını aradık. Kuruluşumuzun üzerinden bir ay geçmeden Dayanışma Ağı olarak yola çıktığımız insan sayısının üç katına ulaşmış olduk. Aramıza katılan arkadaşlarımız başka işçileri davet ediyor, Patronların Ensesindeyiz çalışmasından ve Dayanışma Ağı’ndan söz ediyor, sınıf dayanışmasını büyütmek için ter döküyorlardı. Böyle böyle büyüdük ve yol aldık. Artık sorunlardan hemen haberdar oluyoruz. Ödenmeyen maaşları, elektrik kesintilerini, iş kazalarını, yol parası olmadığı için memleketine gidemeyen işçileri biliyoruz. Farklı kamplardan, farklı firmalardan, farklı şehirlerden işçilerle bir arada olduğumuz için sorunlara çözüm üretmede ve adım atmada daha rahat davranabiliyoruz. Siirtli bir işçi mağdur edildiyse, sıkıntıya düştüyse Dayanışma Ağı’mızdan Siirtli bir işçiyle temas etmesini sağlayacak kadar zenginliğe ve avantaja sahibiz artık. İşten atılan bir işçiyi memleketinde karşılayacak, onunla dayanışma içinde olacak arkadaşlarımız var.

'Akkuyu NGS inşaatında yaşananlar insanlık dışı, sömürünün sınırı yok'

Biraz daha detaya gireyim: Akkuyu NGS inşaatında ortalama 15 bin işçi çalışıyor ve çok yoğun bir sirkülasyon söz konusu. Ülkenin hemen her şehrinden işçiler geliyor burada çalışmak için. Onlarca işçinin çıkarıldığı gün onlarcası da işbaşı evraklarını hazırlamakla uğraşıyor. Santral faaliyete geçtiğinde 4 bin kişinin çalışacağı söyleniyor ve bu devasa “yatırımın” tahmini hizmet ömrü 60 yıl. Yani bizim buradaki faaliyeti, emek sömürüsünü yok saymamız, görmezden gelmemiz; kısa sürede biter, düzelir kanaatiyle geçiştirmeye yönelmemiz mümkün değil.

Akkuyu NGS inşaatında yaşananlar, tek kelimeyle, insanlık dışı. Sömürünün, zulmün sınırı yok. Üzerine malzeme düşen bir işçinin cansız bedeninin yanı başında onlarca işçi mesaiye zorlanıyor. Servisin altında kalarak ayakları kırılan bir işçi yerden kaldırılmadan onlarcası servise tıkıştırılmaya çalışılıyor. İnsanlığın bütün kazanımları, birikimi, değerleri gaddarca çiğneniyor Akkuyu’da. İşçiysen, insan değil, patronların gözünde bir “mesai kartısın” sadece. Yeşil yanarsa geçerlisin, kırmızı ışık yanarsa anında kapı dışarı edilecek cesetsin. Ailen, faturaların, kredin, kiran, hayallerin, emeğin, alın terin de öyle… Bu yüzden bir araya geliyoruz, örgütleniyoruz, dayanışma gösteriyoruz, emeğiyle geçinen insanların lâyık oldukları onurlu yaşama kavuşabilmek için mücadele ediyoruz. Akkuyu’dayız, varız, her geçen gün daha da kalabalıklaşarak var olmaya devam edeceğiz.

Serhat: Benim bulunduğum Güneydoğu bölgesi dışarıya daha fazla göç veren, yoğunluğu inşaat işçilerinden oluşan bir bölge. Bu bölgeden Akkuyu’ya çalışmaya giden insanlar, orada yaşadıkları sorunlar karşısında eziliyor, ne yapacaklarını bilemez halde memleketlerine, evlerine dönüyorlar. Dayanışma Ağı ile beraber çözüm aradığımız, beraber karar verdiğimiz bir süreç işletiyoruz. En ücra köyde olanla da en yakın olan insanla da görüşme fırsatımız oluyor. Tek düşündüğümüz şey dayanışmayı, dayanışmanın gücünü birlikte yaratmak. Maaşı yatmayanın, sigortası eksik yatanın, içeride akrabası olanın, sorunlar yaşayanın yanında oluyoruz. En ücra yerlerde bile olsalar dayanışma ile beraber insanlar birbirlerine, çevresindekilere, halen aktif olarak çalışanlara, işsiz kalıp da uzakta olanlara ulaşmayı başarıyor. “Ne yaparız” diye tartışıyorlar. Belki bir dağ arkasında ama yan yanalar. Omuz vermeye, bu coğrafyanın sarp kayalarında dayanışmayı büyütmeye, dayanışmanın temsilcilerine sahip çıkmaya, dayanışmayı kuvvetlendirmeye, yeniden üretmeye ve içerideki arkadaşlarına, çalışana, işten kovulana destek olmaya çabalıyorlar.

'Kamp koşulları yüzünden hasta oldum, raporluyken beni işten attılar'

Akkuyu’da çalışmaya nasıl karar verdin? Neler yaşadın?

İsmail: Öğretmenlik mezunuyum ama atanamadım. Ailemi geçindirmek için çalışmak zorundaydım. Son çalıştığım iş yerinde asgari ücret bir yerden sonra bana yetmemeye başladı. Her ay daha çok borç içine giriyordum. Akkuyu maaşı cazip geldi. Orada çalışan bir arkadaş vardı, ismimizi formene yazdırdı. Orada sistem şöyle işliyor. Herkes işe koymak isteği arkadaşının adını formene veriyor, formen o ismi insan kaynaklarına gönderiyor, insan kaynakları size randevu veriyor. Gidiyorsunuz, iki ya da üç günde sigorta girişini yapmak için sıranın size gelmesini bekliyorsunuz, sonra bir hafta kadar kapı girişi izninizin onaylanmasını bekliyorsunuz. Sizi tekrar aradıklarında da işbaşı yapıyorsunuz.

Hamit: Yoksulluğun sırtımda oluşturduğu nasırın hem 12 yaşına hem de sanayiye girerek farkına varmıştım. Bizim buralarda 12 yaşına gelindiğinde geçim yükü yüklenir sırtınıza. Herkes “Artık ailene yük olma, çalış” der. Sanki daha öncesinde çalışmamışsın ya da 30 yaşına kadar yan gelip yatmışsın gibi toplum baskı yapar çocuk yaşta çalışman için. Kısaca bilgisizliğin ve cehaletin yükü sırtımızdaydı. Şimdide başka 12 yaşların sırtında… Sanayide çalıştığımda hep derlerdi: “Mühendis gelip yaptığınız işi kontrol edecek.” Gelince dünyalar benim olurdu. Çünkü iş kontrol edilirken 10 dakika da olsa dinlenir, çalışanlarla beraber izlerdik mühendis beyi. İş yaparken üstü tertemiz, yorulmuyor ve istediği zaman dinlenebiliyordu. Hayal ederdim mühendis olup daha iyi koşullarda yaşamayı. Ben koşulların iyi olması için okurken koşullar daha da zorlaştı. Sabah kalkıp okula, sonra işe. Benim hafifletmek istediğim yük daha da ağırlaşmıştı. Fakat yılmadım çabaladım ve mühendisliği kazandım, okudum. Artık benim de yıllar önce dükkâna gelen abi gibi bir diplomam vardı. Okul bitince iş aramaya başladım. Nereye gittiysem ya bir referans, tanıdık istendi ya da ihtiyaç olmadığı söylendi. Üç ayı her gün birilerini arayarak, CV’mi birilerine göndererek geçirdim. Üç ayın sonunda Akkuyu Nükleer Santralinde işçi alımı yapıldığını duydum. Orada çalışan bir abiyi aradım ve dedim ki: “Ben makine mühendisi olarak mezun oldum, iş varsa gelip çalışayım.” Mühendis alımı yapılmıyor, sen işçi olarak gel, ben iki üç ay sonra seni mühendis olarak bir yere koyarım, dedi. Bindim şehirlerarası otobüse ve Akkuyu’da indim. Benim gibi çalışmak üzere gelenler geceden inmişler ve saatlerce dışarıda bekletilmişlerdi. İlk günümde işe girişler için gerekli evrakları doldurdular. Yüzlerce insan sıra bekliyordu ama ilgilenen kimse yoktu. Bana gelmemi söyleyen kişiyi arıyordum, “Ben üç dört gün bekledim, sen de bekle, her şey Rusların elinde” deyip telefonu kapatıyordu. Muhatap olacak kimse yok, herkes elde telefon çalışan tanıdıklarını arıyor. Saat 8 olduğunda biri geldi, “Ben yetkiliyim, biraz bekleyin, giriş için alacağım sizi” dedi. Sonra o da kayboldu. Bir saat sonra geldi, elimize evrakları verdi, doldurmamızı istedi. Evrakları doldurduk. Ertesi gün gelip giriş yapmamızı istedi. Bizden önce gelenlerin bir kısmı “Bu ne rezilliktir” deyip memleketlerine dönmeye karar verdiler. Ben de bir an için dönecek gibi oldum fakat işin ucunda mühendislik olduğu için sabrettim. Girişimi yaptırdım, üç buçuk ay çalıştım orada.

Hayri: Benim çalışmak için gidip çalışamadığım bir hikâyem oldu Akkuyu ile. 10 Aralık’ta evraklarımı verip kampta beklemeye başladım. Aradan günler geçti, işe çıkamadım. Sonra 22 Ocak’ta sigorta girişim yapıldı ama yine “Sahaya çık” denilmedi bana. 27 Ocak’ta Covid testim pozitif çıkınca kamptan çıkarıp bir otele yerleştirdiler beni. Sonra da arayıp “Seni işten çıkardık” dediler. Ben buraya ailemi geçindirmek için geldim ama bir gün bile çalışamadım. İki ay bekledim, kamp koşulları yüzünden hasta oldum ama raporluyken beni işten attıklarını söylediler.

'Evimden işe çıkıp geri dönmem 13 saati buluyor'

Günde kaç saat çalışıyorsun? Mesai şartların nasıl?

Medet: Sabah saat 06.40’ta evimden çıkıyorum, saat 07.00’da servise biniyorum, 07.30 gibi nizamiyeye varıyorum. Kapıdan kart okutup uzun kuyrukların olduğu servis sırasına geçip oradan 15-20 dakikalık yol ile görev alanıma ulaşıyorum.

Mesai sabah sekizde başlıyor. Akşam 17.30’da kullanmış olduğumuz ekipmanları toplayıp 17.45’te bitiriyoruz. 18.00’da içerden servise binip nizamiye kapısına gidiyorum. Yemek molasını saymazsak 9 saatten fazla çalışmış oluyorum günde. Evimden çıkıp evime gelmem 13 saati buluyor.

Azmi: Bizim mesai sabah yedide başlıyor. 10’da çay molası, 12’de öğle yemeği, 16’da yine çay molası, 16.30’da mesai bitiyor. Çay molaları 15 dakika, öğle yemeği 1 saat.

Medet: Öğlen 1 saat yemek molası var ama bu mola yemekhane sırasında bitiyor.

Azmi: Cumartesi günleri de bu şekilde çalışıyoruz. Sadece Pazar günleri tatil.

'Kafalarına göre mesai yazıyorlar'

Maaş? Mesai ödemeleri?

Azmi: Mesailer doğru verilmiyor. Kafalarına göre mesai yazıyorlar. Hiçbir zaman işçinin fazla mesai saati ile işverenin fazla mesaisi birbirini tutmuyor. Bize ne verilirse onu kabul etmek zorunda kalıyoruz. Hakkımızı arayabileceğimiz bir yer yok. İtiraz etsek kimse dinlemiyor. Maaş ödemesi için belli bir tarih yok, hep farklı tarihlerde ödeme yapıyorlar. Eksik yattığı zamanlar oluyor ama ne kesilmiş, niye kesilmiş bilmiyoruz. Cevap verecek kimse de yok.

Fatih: Bizim maaşımıza Ocak ayında zam yapılmadı. Diğer firmalarda çalışanlar yüzde 36 zam alırken biz 2021 maaşıyla çalışmaya devam ettik. Bunu yetkililere sorduğumuzda da cevap alamadık. En sonunda protesto etmeye karar verdik ve beş yüzden fazla işçi bir araya gelerek bir sabah vakti çalıştığımız şirketin ofisine doğru yürüyüşe geçtik. Orada içimizden temsilci seçtiğimiz arkadaşlarımızla firma yetkilisi arasında yapılan görüşmeler sonucunda maaşlarımızın cuma günü yatırılacağı ve istediğimiz zammın verileceği söylendi. Ama biz bunun yazılı olarak da onaylanmasını istedik. Bir diğer şartımız da eyleme katılan hiçbir işçinin işten atılmamasıydı. “Verdikleri sözü tutmazlar, zam yapılmazsa veya bir arkadaşımız bile bu sebeple işten atılırsa yine eyleme çıkacağız” dedik firmaya.

Musa: Buradaki işçiler 11 veya 12 saat boyunca çalışıyorlar. Maaş konusunda, bırakın hakkını almayı, yarısını bile alamıyorlar çünkü insanların sırtındaki yük ağır, kazanç ise neredeyse yok. Bunun sebebi taşeronluk sistemi. Birçok firmada maaşların üç ay ödenmediği oluyor. Buna itiraz etme hakkın da olmuyor. İtiraz edersen kartın direkt iptal ediliyor.

'Bir saatlik eğitimle nükleer santral gibi çok tehlikeli bir inşaat sahasına gönderdiler'

İş güvenliği önlemleri ne durumda? İş kazaları olduğunda zarar gören işçiler için neler yapılıyor?

İsmail: Her şirketin işe başlamadan önce can güvenliklerinin sağlanması ve zarar görmelerinin önlenmesi için işçilere vermeleri gereken bir iş güvenliği eğitimi vardır. Bize bu eğitimi Büyükeceli’de bir OSGB verdi. İş güvenliği uzmanı elimize birer kalem tutuşturup bir şeyler anlattı, arada başparmağını kaldırıp “Aranızda konuşmayın, yoksa onay vermem” diye tehdit etti, o kadar. Bir saatlik eğitimle nükleer santral gibi çok tehlikeli bir inşaat sahasına gönderdiler bizi.

Ben dördüncü reaktörde çalışıyordum. Bizim dördüncü reaktör temeli, büyük bir çukur içine kazılmış yaklaşık beş metre derinliğinde ve geniş bir alanı kapsıyor. O çukurdan yukarı çıkmak için başta kepçe bir yol yapmıştı ama sonra o yolu nedense bozdu. Biz yemekhaneye gitmek için bu yolu tırmanmak zorunda kalıyorduk ama nasıl bir yol. Aşılması zor engellerle dolu bir parkur gibiydi ve farklı aşamalardan oluşuyordu. Başlangıç zili 11.30’da çalıyordu ve önce, takriben 5 metrelik çukuru koşarak çıkıyordunuz. Burada dar bir yol vardı, yukarı çıkan herkes neredeyse birbirini ezercesine çıkmak zorundaydı. Birinin yanlış bir hareketi, diğerini patika yoldan aşağı yuvarlamaya yetiyordu. Parkurun bu aşamasını atlatanlar ikinci aşamaya geçiyordu. İkinci aşama, 100 metrelik yarış gibiydi, herkes var gücüyle koşuyordu. Kalıpçıların çaktığı tahta merdivene doğru koşarken hızlı olunmalıydı. Öyle bir sürü psikolojisiydi ki, sıra o kadar uzundu ki sanki o yüz metreyi birazcık geç aşarsak mağlup olacakmış gibi hissediyorduk. Tahta merdivene ilk varanlar şanslıydı, hızlıca çıkıyorlardı. Varamayanlar ise merdivenin yan tarafındaki rampadan koşarak düşe kalka çıkmaya çalışıyorlardı.

Maratonun üçüncü aşamasında engelli koşu vardı. Yağmurdan dolayı her taraf çamur oluyordu, temizlik için gönderilen kepçe tüm çamuru yolun kenarına yığmıştı. Ayak bileklerinize kadar çamura batıyordunuz, bu sebeple hızlıca atlamanız gerekiyordu. Son aşama ise herkesin kâbusu yemek sırasına girmekti.

Bu maraton günde iki kez tekrarlanıyordu. Bir gün bu durumu anlatmak için bir iş güvenliği uzmanının yanına gittik. Biz daha söze başlamadan yanımdaki arkadaşa “Kartını çıkar! Neden üstünde yeleğin (firma adının yazdığı yelek) yok?” dedi. Arkadaş çok sinirlendi ama kendine hâkim oldu ve uzun uzun yaşadıklarımızı anlatarak oraya bir yol yapılması gerektiğini söyledi. “Biz canımızın derdindeyiz, yeleğimizle uğraşmayı bırakıp gerçek işinize dönün” diye bitirince o uzman çok utandı ama yol gene yapılmadı.

Sonra bizi bir süreliğine birinci reaktöre gönderdiler. Orada yüksekte çalışacaktık. Hepimize emniyet kemerleri verdiler. Yarım saat cebelleştik ama takamadık. Üç kişi el ele verdik, bir arkadaşımıza giydirmeye çalıştık, gene olmadı. Sonra ustabaşı geldi, o da takamadı. Bizi öylece, hiçbirimize kemer takmayı öğretmeden iskelenin tepesine çıkardılar. Bir kaza olsa emniyet kemeri verildi diyerek olayı kapatırlardı.

Hamit: Bize ilk gün “Kendi önleminizi kendiniz alın” denildi. Her gün her alanda onlarca tehlike görürsünüz ama bunlarla ilgilenen çıkmaz, kimse kontrol edip ortadan kaldırmaz. Ölümler olunca da “Kader” der geçiştirilir.

'Bir işçi öldü sonra bu konu hiç konuşulmadı'

Şahit olduğunuz iş kazaları var mı? Firmalar böyle durumlarda ne yapıyor?

İsmail: Bir işçinin, matkabı çalıştırmak için kullandığı seyyar kablonun suyun içine girmesi nedeniyle akıma kapılarak öldüğünü duydum. Sonrasında bu konuda hiç konuşulmadı, olmamış gibi sürdü şantiyede her şey.

Hamit: Akkuyu’da gerçekleşen kazaların çoğu ihmalden kaynaklanıyor. Yaralanma halinde işçiye birkaç gün izin veriliyor, dinlendiriliyor. Ölümle sonuçlanan kazalarda ise işçi ailelerine tazminat verilip işe aynı şekilde devam ediliyor.

'Üst üste iki işçi öldü, olayı örtbas etmeye çalıştılar'

Sahanın çok büyük olması ve gerekli tedbirlerin alınmaması iş kazalarına zemin hazırlıyor. Sırtını sağlam yere dayayanlar, zaten tehlikeli ve çok riski olan şantiye alanında güvenli trafik için konulmuş hız limitinin 20 kilometre üstüne çıkarak keyiflerince araç kullanabiliyor veya kendi “güvenliklerini” ofiste kalarak sağlayabiliyo

'Üst üste iki işçi öldü, olayı örtbas etmeye çalıştılar'

Saha rlar. Yetkililerin umurunda değil. Bu arada biri bu sorunları gündeme getirir, itiraz ederse o kişi ertesi gün kendini kapının dışında bulur. Burada yaşanılan bazı kazalara tanık oldum, bazılarını da arkadaşlardan duydum. İşe başladığım ilk günlerde iskeleden birinin düştüğünü duydum. Zaten iskeleleri kontrol etmiyorlar. İskelenin sağlamlığını, o iskeleyi yapan kişi üstüne çıkarak kontrol ediyor. Üstüne çıktın, sağlamsa “bu iskele çökmez” diyorlardı. Bir de göz ile kontrol vardı. İskele kalfası göz ucuyla bakıp “Tamam arkadaşlar, bu iskele sağlam” diyebiliyordu. Düşen kişi sırt üstü düşüp belini kırmıştı. İskele alanlarına sağlıkçıların gelmesi 10-15 dakikayı buluyordu çünkü ilk yardım sepetinin nerede olduğunu bilip, kule vincin boşalmasını bekleyip, sonra sağlıkçıları bindirip yukarı vermeleri lazım. Bunun yerine her çalışma alanında bir sağlıkçı ekibi ve bir sepet bulunsa kaza geçiren kişi kurtulur. Neden bunu yapmıyor, umursamaz bir yol izliyorlar anlamış değilim. Rus arkadaş, bu işlemler yapılana kadar orada can verdi. Başka bir olay da şu: Sara hastası olan bir arkadaşı işe almışlardı. Arkadaş, gözümüzün önünde demirlerin üzerine düştü. Orada çalışanlardan biri hastalığını bildiği için arkadaşın ölmesine engel oldu. Tabii bu arada sağlık çalışanları zeminde vincin boşalmasını bekliyorlardı. Vinç boşaldı, geldi, arkadaşı öyle aldılar. Aynı yerde diğer gün arkadaşın biri toplanması gereken hurda demirlerin içine düşüp ayağını kırdı. Bir başka gün de sac parçası arkadaşın elini kesmişti. Revire gidip elini sardılar. Oradaki doktor “Çalışabilirsin, bu yaralanma çalışmana engel değil” deyip rapor vermemişti.

Rıza: Geçtiğimiz günlerde üst üste iki işçi öldü. Firma olayı örtbas etmeye çalıştı, başka bir şantiyede olmuş gibi göstermeye uğraştı. Herkes işine devam etmek zorunda kaldı. İşçiler bu konularda birbirleriyle bile konuşmaya korkar hâldeler. Soru soran, işten çıkarılıyor.

Azmi: Bir iş kazası olduğu zaman veya herhangi ciddi bir olay olduğu zaman, o olayı kapatmak için her şeyi yapıyorlar ve başarıyorlar da. Buradaki kazaların bakanlık tarafından soruşturulduğunu hiç duymadık. İş kazasına dair bilgi paylaşan olursa tazminatsız çıkış veriyorlar. Hastane masraflarını bile kaza geçiren işçiye yüklüyorlar. Şirketin yaptığı tek şey, işçiyi hastaneye bırakmak. “İyileşirse alırız tekrar işe, iyileşmezse gönderin gitsin” diyorlar, çıkışını veriyorlar.

'Salgınında bile mesaiye bir dakika ara verilmedi'

Sağlık ve temizlik önlemleri neler? Muayene olma, revir ve hastane süreçleri ile koşulları nasıl?

Azmi: Burada hasta olduğumuzda işyeri doktoruna gidiyoruz ama bizi insan yerine koymuyor onlar. Sorunumuz ne olursa olsun aynı hapı verip gönderiyorlar. Aile hekimine gitmek istedim bir gün, bacaklarım ağrıyor ve çalışamıyordum. Oradaki doktor, “Akkuyu’dan gelenleri muayene etmiyoruz” dedi. Patronlar şikâyette bulunup “Bizim işçilere bakmayın” demişler. Onlara böyle bir mail gelmiş. “Bizim işçilerimize hiçbir koşulda rapor vermeyin” demişler.

Hamit: Binlerce insan çalışıyor burada. Covid salgınında bile mesaiye bir dakika ara verilmedi. İşçilerin sağlığı kimsenin umurunda değil. Her yer çok kalabalık, her yer pis. Çalışanlar sürekli öksürüyor, salgın hastalıklar oluyor.

Musa: Sağlık konusunda kesinlikle alınmış herhangi bir önlem yok. Pandemi var ama insanlar bırakın normal mesafeyi, yemek sırasında, çay sırasında yapış yapış, adeta et yığını gibi. Birinin hasta olması demek, bin kişinin aynı anda hasta olması demek.  Revir veya hastane konusu ise başlı başına bir sorun. Burada hasta olmayacaksın. Olursan üstüne bir de azar yersin. Revire gidersin, doktorun uyguladığı tedavi sadece ağrı kesici vermek. Kimseyi muayene etmiyorlar. Eğer çok kötü durumdaysan kendi imkânlarınla dışarıya hastaneye gidersin. Bunun için de saatlerce uğraşırsın, kapıya gitmek için en az iki üç saat beklersin servis gelsin de kapıya gideyim diye…

'Ranzada yatan, arkadaşının üzerine düşeceği korkusuyla uyuyor'

Peki ya kamp koşulları? Barınma ihtiyacınızı karşılamaya dönük düzenlemeler, uygulamalar neler?

Musa: Kamplarda normal şartlarda odalar dört kişilik ama altı kişi kalıyoruz. İnsanlar içeride nefes bile alamıyorlar. Yatakların birçoğu sorunlu, ranzaların birçoğu kırık ve eski. Ranzalar çift katlı oldukları için alt bölmede yatan kişi, üst ranzada yatan arkadaşının üzerine düşeceği korkusuyla uyuyor. Bazı kamplarda ise odalarda yedi veya sekiz kişi kalıyor. Banyo yapmak mümkün olmuyor. Her katta on adet banyo var ama bunun en az yarısı arızalı. Yüz kişi, 5 veya 6 banyoyu bekliyor ki sıra gelirse banyo yapabilsin. Ama sıra gelmeden sıcak su bitiyor. Lavabolarda sabun bulunmuyor. Temizlik konusu da büyük sorun. Çöp toplama hariç temizlik yapılmıyor. Isınma klima ile oluyor ama tabii birçoğu soğuktan çalışmıyor. Kliması çalışmayan arkadaşlar kendi ceplerinden elektrikli soba alıp ısınmaya çalışıyorlar. Elektrik kesildiği zaman soğukta kalıyor herkes. Toplam 3.500 kişinin kaldığı kampta sadece bir tane televizyon izleme yeri var, 50 kişi sığabilecek boyutta. Onun da çatısı yok. İzlemek isteyen olursa hasta olmayı göze alacak.

'Yemekten kıl, böcek, tırnak ne ararsan çıkıyor, herkes hasta oluyor'

Yemekler nasıl? Dışarıdan yiyecek içecek temin edilebiliyor mu? Fiyatlar ne durumda?

Azmi: Verilen yemekler, hafta içi hafta sonu olmak üzere, sürekli aynı: patlıcan, patates, pilav. Makarna ise standart. Bu yemekler çıkıyor her gün ve daima soğuk. İçlerinden kıl, böcek, tırnak ne ararsan çıkıyor. En az iki üç gün boyunca, daha fazla da olabilir, bekletilmiş bayat ekmekler veriliyor bize.

Hamit: Yemekten dolayı hasta oluyor herkes. Kilo veriyor insanlar burada hızla.

Musa: Artık işçiler bıkıp korktu bu yemeklerden, dışarıdan yemek söylüyorlar. Yeni lokanta açıldı kampın içerisinde, fiyatları dışarıya göre iki üç kat fazla. Yarım tostu bile 30 liraya yaptırıyorsun. Tabii kendilerine ait, Akkuyu ile anlaşmalı çalıştırıyorlar. Başka bir esnaf geldiğinde jandarmaya şikâyet edip ceza kestiriyorlar ve tezgâhlarını kaldırtıyorlar.

Kamp içinde market var ama fiyatları yüksek. Örneğin dışarıda 1 kilo domates 7 liraysa kamptaki markette 15 lira. Kantinde de normal satış yerlerine göre üç dört kat pahalıya satış yapıyorlar. Bir tane şampuanı bile 60-70 liraya satın alıyoruz. Bir tane 2,5 litrelik kolayı 20 liraya satıyorlar ve nedenini kantindeki satış görevlisi arkadaşlara sorduğumuz zaman, “Bizim yapabileceğimiz bir şey yok, patrondan öyle emir geldi” şeklinde cevap veriyorlar. Bir litrelik su 10 liraya satılıyor. Kamptaki suların yarısı deniz suyu ve içilebilir suların durduğu su kabinlerinin hepsinin üstü açık. Merdivenlerin altına koymuşlar. Elbisesini yıkayan bir işçi kuruması için merdivenlerin askılılarına koyduğu zaman damlayan sular içilen suyun içine dökülüyor veya yağmur yağdığında sular doğrudan kabinlerin içine doluyor.

'Mesai saatleri dışında işçinin kullanacağı bir tesis yok, çoğu arkadaşımız para için pazar da çalışıyor'

Mesai saatleri dışında şantiyede neler yapılıyor? İşçilerin dinlenme ve tatil zamanları için ayrılmış alanlar ya da tesisler var mı? Bir işçi çalışmadığı zamanlarda ne yapar, nereye gider?

Azmi: Akkuyu kampında mesai saatleri dışında dinlenme veya sosyalleşme namına işçinin kullanacağı bir tesis, saha falan yok. Çıkıp gezmeye, pazar izinlerini dışarıda geçirmeye de işçiler çoğunlukla kalkışmıyor. Daha doğrusu bunu yapamıyorlar. Yaklaşık 15-16 saat işte geçiyor. Kamp alanına geldiğinde herkes bitik. Dışarı çıkıp gezecek takat kalmıyor. Paraya ihtiyaç var ve bu yüzden birçok arkadaşımız pazar günleri de çalışıyor. Çalışmayanlar da ya kampta kalıp dinleniyor ya da yakın ilçelere gezmeye gidiyor. Bazıları ailelerini görmeye gidiyor.

'İşçi servisleri bile tehlike kaynağı, her yerde sıra bekliyoruz'

İşçi servisleri nasıl?

Medet: Servisler yetersiz. Hiç temiz değil, bakım yok. Her gün sabah akşam yüzlerce insan servis sırasına girip dakikalarca bekliyor. Yağmurda, soğukta, sıcakta, karanlıkta hep bekliyoruz. Sonra onlarca kişi tıklım tıklım araçlara binip kampa ya da çalışma sahasına gidiyoruz.

Yusuf: Her yerde sıra bekliyoruz biz. Yemek için, tuvalet için, servis için… Her yerde her zaman yüzlerce kişi kuyrukta oluyor.

Rıza: İşçi servisleri bile tehlike kaynağı burada. Geçen hafta bir işçiye çarptı otobüs, ayakları kırıldı işçinin.

'Binlerce insan aynı kampta kalıyoruz'

Kamp alanı dışındaki konaklama tesislerinde durum ne? Koşullar, verilen hizmetin kalitesi, kiralar, diğer ücretler?

Adem: Ben kampta kalıyorum. Başka kamplar da var işçilerin konaklaması için yapılmış. Buralara da yine servisle gidip geliyorsunuz. Binlerce insan aynı kampta kalıyoruz. Rus çalışanların kaldıkları yerler ayrı. Onlar için şirket otel ya da ev kiralıyor.

Medet: Ben kirada kalıyorum. Kira fiyatları inanılmaz derecede yüksek. Aylık kirası 1.500 liradan düşük ev bulmak imkânsız. Bu kiraya sahip evler bile servis güzergahlarına uzak yerlerde var ancak. Kiralar ortalama 2.000 lira ile 4.000 lira arasında eşyasız. Eşyalı evler 4.000 bin liranın kat kat üstü. Son zamanlarda Türk lirası değil, artık dolar üzerinden kira istenmeye başlandı. Bazı beyaz yakalılara 3.000 liraya kadar şirket destek veriyor ama Türk işçiler için böyle bir durum söz konusu değil.

'Birçok arkadaşımız hiç çalışamadan işten çıkarıldı'

İşten neden, nasıl ayrıldın?

Yusuf: 20 gün boyunca bizi koğuşlarda yatırdılar ve “Girişlerinizi hazırlıyoruz” dediler. Sonra dediler: Çıkışınız verilmiş. Nedenini sorduk, hiç bir neden söylemediler, “Bilmiyoruz” dediler. “Paranızı vereceğiz” diye bizi gönderdiler. Şimdi parayı vermiyorlar, “Ne parası diyorlar?” Birçok arkadaşımla beraber böyle mağdur kaldık, ne yapacağımızı şaşırdık. Durum bundan ibaret.

Hamit: Ben mühendisliği beklerken çıkışımı verdiler, hiç sebep bildirmeden. İsmail Abi vardı, hep derdi: Burası Akkuyu değil, Karakuyu. Benim Akkuyu maceram da böyle sebebini bile bilmeden bitti. Buradan çıkarılanlar neden çıkarıldıklarını bilmezler, kimse onlara cevap vermez çünkü. Kartın iptal edilir ve kapının önüne konursun.

Hayri: Birçok arkadaşımız benim gibi hiç çalışmadan, çalışamadan işten çıkarıldı. “Çıkışınız verildi, evinize gidin” dediler bize. Haftalarca çalışmak için bekledik, sonuç bu oldu. “Güvenlik soruşturmasından geçemediniz” diyorlar bazılarına ama bunu kanıtlayabilecekleri bir durum da gösteremiyorlar.

'Aynı durumda yüzlerce işçinin olduğunu gördük' 

Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı’nda yer almaya nasıl karar verdin?

Hamit: Buradaki sorunların artması ve bu duruma tepki gösteren kişilerin işten çıkarılması beni rahatsız ediyordu. Sonra ben de çıkarıldım sebepsiz yere. Araştırdıkça bu durumda yüzlerce işçinin olduğunu gördük. Peşinden Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı kuruldu ve ben de bu grupta yer aldım. Şu an ise hızla büyüyen bir kartopu gibi yuvarlanıyoruz dağın eteklerinden. Akkuyu’da bu sorunları yaşayanların sesini duyuran ve yarınlar için mücadele eden bu gruba ben de dâhil olmak istedim yani.

Fuat: Üç kardeş ana firmada işe başladık. Aradan bir süre geçtikten sonra güvenlik soruşturması bahanesi ile işten çıkarıldık. Önce ben çıkarıldım işten. Hâlen içeride olan kardeşlerimle dayanışma ağına başvurduk. Biz Dayanışma Ağı’ndan arkadaşlarla “Ne yaparız, nasıl mücadele ederiz, hakkımızı nasıl alırız” diye konuşurken diğer kardeşim işten çıkarıldı. En küçük kardeşim hâlen aktif olarak çalışıyordu 15 gün öncesine kadar. Dayanışma Ağı ile beraber işten çıkarılan ve hâlen çalışan arkadaşlarla aktif bir şekilde görüşüyoruz. Dayanışmanın önemini hem çalışan arkadaşlardan hem de işten çıkarılan arkadaşlardan görüyoruz.

'Bir saatlik yemek molasının 45 dakikasında kuyrukta bekledik'

Zekai: Ben Ağustos ayında işe başladım. Bize, “Rus firması, şartları ve parası çok iyi” dediler. Ben ve benim gibi arkadaşlar 1000-1500 kilometre uzaklıktan geldik ama burada daha işe başlayamadan sıkıntılar başladı. Üç gün boyunca yirmi arkadaşımla Büyükeceli’deki camide yattık. İşlemler yapılana kadar 15 gün geçti. Bize beklediğimiz günlerin yevmiyesi de verilecek denildi ama verilmedi. Servis sıkıntısı yaşadık. Sabahın erken saatlerinde kalktık, yazın sıcağında güneşin altında bekletildik. Kışın soğuk ve yağmurlu zamanlarda servis bekledik, ıslandık, donduk. Bir saatlik yemek molasının 45 dakikasında kuyrukta bekledik. Kamp koşulları kötüydü, sıcak su yoktu, yemekler berbattı, bizlere tam anlamıyla insanlık dışı muamele yapılıyordu. İş güvenliği desen hiç yoktu, insan hayatı çok ucuzdu. Beş ay boyunca bu koşullarda çalıştık. Bir akşam, odalarda kalacak kişi sayısının 6 ile 8 kişiye çıkarılması kararını duyunca kampta eylem yaptık. Patronların Ensesindeyiz eylem haberini yayınlayınca Akkuyu bu kararından vazgeçtiğini söyledi ama birkaç gün sonra kartlarımız elimizden alındı. Eylem yaptığımız için kartlarımızın iptal edildiği söylendi. Evet, eylem yapıldı. Evet, biz de eyleme katıldık ve en öndeydik. Bugün olsa gene yaparız. Bizler sadece insanca yaşamak istedik. Bizler çok zor şartlar altında çalıştık ve en son 10 metrekarelik odalarda 6 kişi kalacağımızı söylediler. Bizler de buna karşı geldik. Adeta koyun gibi bizi sanki ahıra koyuyorlar. Kabul etmedik ve hakkımızı aradık. Eyleme katılan 4 bin kişi oldu ama sadece bunların içinden 45 kişinin çıkışı verildi. Bizler de Akkuyu İşçileri Dayanışma Ağı’ndan arkadaşlarla görüştük. Bizlere çok yardımcı oldular ve onların yaptığı paylaşımlar sayesinde çıkışı verilen arkadalar işe geri alındı. Şunu belirtmek istiyorum: İşçinin işçiden başka dostu yoktur. Birlik ve beraberlik içinde olmazsak parçalanırız. Bu yüzden bizler Dayanışma Ağı olarak arkadaşlarımıza her zaman destek olacağız.


Patronların Ensesindeyiz Ağı’na aşağıdaki e-posta ve sosyal medya hesapları üzerinden ya da 0541 940 0514 numaralı telefondan ulaşılabilir:

Facebook: https://www.facebook.com/patronlarinensesindeyiz

Twitter: https://twitter.com/pensendeyiz

E-posta: iletisim@patronlarinensesindeyiz.org





TARİHTE BUGÜN (24 ŞUBAT)



1908    Dr Galip Üstün tarafından "Topkapı Fukaraperver Cemiyet'i" kuruldu.

2007    Sinema sanatçısı Orçun Sonat, İstanbul'da vefat etti.

1992    1961 Anayasası'nın hazırlayıcılarından hukukçu ve yazar Ordinaryüs Profesör Hıfzı Veldet Velidedeoğlu vefat etti.

1954     İstanbul'da sıcaklık -6 dereceye düştü Tuna Nehri'nden koparak Karadeniz'e ulaşan ve daha sonra İstanbul Boğazı'na inen buzlar Boğazı ve limanı kapladı Deniz trafiği durdu.

1971    Sağlık Şûrası'nda doktorların çoğu kürtaja evet dediler ve bedava kürtaj yapılmasını istediler

1955    Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda "Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasa Tasarısı" kabul edildi.

1993    Danıştay, Nazım Hikmet'in vatandaşlığa alınması için kardeşi Samiye Yaltırım'ın açtığı davayı reddeden İdare Mahkemesi kararını onayladı.

1994    Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ordunun Demokrasi Partisi'nden (DEP) rahatsız olduğunu söyledi.

2009    DTP'nin Grup toplantısında Ahmet Türk'ün Kürtçe konuşmaya başlaması ile konuşmayı canlı veren TRT yayınını kesti.

1942    769 Romanyalı Yahudiyi taşıyan Struma vapuru Karadeniz'de batırıldı, yalnız bir yolcu kurtulabildi Romanyalı Yahudiler Nazi işgalinden uzaklaşmak ve Filistin'e göç etmek istiyorlardı Türkiye kabul etmeyince Karadeniz'e geri dönmek zorunda kalmışlardı.

1977    Amerika Birleşik Devletleri Arjantin, Uruguay ve Etiyopya'ya yardımı kesti.Başkan Jimmy Carter adı geçen ülkelerde insan hakları ihlalleri olduğu gerekçesiyle bu kararı aldıklarını açıkladı.

1981    Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan ve 33 arkadaşı hakkında dava açıldı Savcı Necmettin Erbakan için 36 yıl hapis istedi Dava 1983 yılında bugün sona erdi Necmettin Erbakan laikliğe aykırı hareketten 4 yıl hapis, 1 yıl 4 ay sürgün cezası aldı.

1993    Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonu, Said-i Nursi'nin itibarının iade edilmesi kararlaştırdı.

1950    İngiltere'de seçimleri İşçi Partisi kazandı, fakat çoğunluğu sağlayamadı.

1987    Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde (SSCB) Gorbaçov ilk kez "Glasnost"tan (Açıklık Politikası) söz etti

1942    Almanya Büyükelçisi Franz Von Papen'e Ankara'da suikast girişiminde bulunuldu.

1977    Türkiyeli fizikçi Prof Feza Gürsey başarılı çalışmaları dolayısıyla fizik alanında dünyanın en önemli uluslararası ödüllerinden biri olan Oppenheimer Ödülü'ne değer bulundu.

1954    Türkiye'de Basın Kanunu'nun değiştirilmesine ilişkin yasa tasarısına basın temsilcilerinin görüşleri eklendi.

1955    Türkiye ile Irak arasında Bağdat Paktı imzalandı

1960    Şair Necip Fazıl Kısakürek 5 yıl 2 ay 15 gün hapis cezası aldı.

1910     İlk müzeci ve Sanayii Nefise Mektebi'nin (Güzel Sanatlar Okulu) kurucusu Osman Hamdi Bey vefat etti.

1946    Şair Ömer Bedrettin Uşaklı vefat etti.

1977    Besteci ve udi Yorgo Bacanos vefat etti.

2003     Beşiktaş'lı futbolcu Güven Önüt  vefat etti.

2005     Dışişleri Eski bakanlarından Coşkun Kırca hayatını kaybetti.

1990    Malcolm Forbes, Amerikalı yayımcı (DY-1919) öldü.

1918     Estonya, Rusya'dan bağımsızlığını ilan etti.

1895     Küba'nın Santiago de Cuba kentinde İspanyol-Amerikan Savaşı'na kadar sürecek olan Küba Bağımsızlık Savaşı başladı. (1895-1898 yılları arasında yapılmış fakat başarısız kalmış anti-emperyalist bağımsızlık savaşı.)

1920    Almanya'da Alman İşçi Partisi'nin adı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi olarak değiştirildi. Aynı gün parti programı açıklandı.(Nasyonal Sosyalist Program, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin 25 maddeden oluşan resmî parti programıdır. 24 Şubat 1920 tarihinde Adolf Hitler ve Anton Drexler tarafından yazılmıştır.)    

1848    Fransa'da geçici hükümet kurularak II. Cumhuriyet ilan edildi.

1922    Elazığ'da, Milli Mücadele yanlısı ''Satveti Milliye'' adlı gazete çıkmaya başladı.

    
1946    CHP'nin ''Parti Sanat Mükafatı'' adıyla düzenlendiği yarışmada Cahit Sıtkı Tarancı ''Otuz Beş Yaş'' şiiriyle birinci oldu.

1951    Kırşehir'de Atatürk büstü saldırıya uğradı. Saldırıyı kınamak için 5 Mart'ta büyük bir miting düzenlendi.

1984    Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Kabe'yi ziyaret etti.

2003    ABD ve Britanya, Irak'a karşı savaşa onay veren ikinci tasarıyı BM'ye sundu. Fransa, Almanya ve Rusya "Irak için yeni karara karşıyız. Savaşsız çözüm mümkün" dedi
    
2003    Besteci Baki Duyarlar, 67 yaşında vefat etti. "Seni Ben Ellerin Olsun Diye mi Sevdim" onun eseriydi 

2004    12 Eylül'ün ardından yedi yıl ABD Büyükelçisi olarak Türkiye'de görev yapan Robert Strausz-Hupe,98 yaşında öldü. Soğuk savaş döneminde komünizme karşı uzlaşmazlık politikasını savunmuş, nükleer silahların arttırılmasını yasaklayan antlaşmaya karşı çıkmıştı.
 
2005    Zülfü Livaneli, parti yönetimini ve lider Deniz Baykal'ı eleştirerek CHP'den istifa etti. "Parti oligarşik yapıya dönüştü, muhaliflere kıyım var" dedi.
    
2006    Yargıtay Başsavcılığı, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink'in "Türklüğe hakaret"ten aldığı cezanın bozulmasını istedi. Tebliğnamede; "Ermeni kimliği, Lozan uyarınca 'azınlık' statüsünde. Bu kimliğin korunmasını savunmak suç değil. Ceza, Dink'in sekiz yazısının tümü birden değerlendirilerek oluşturulmalıydı. 'Zehirli kan' sözünde ise Türklüğe eleştiri bile yok'." denildi.
    
2006    Britanya Hakemlik Heyeti (bağımsız disiplin kurulu) Londra'nın "Kızıl Ken" lakaplı Belediye Başkanı Ken Livingstone'a Yahudi lobisinin şikayeti üzerine dört hafta görevden uzaklaştırma cezası verdi.




   



Ukrayna-Rusya: Krizin aynasında dünya düzenine bakmak - Fatih Yaşlı /SOL

 Düzen siyasetinin meseleye bakışı böyle. Peki ya biz, biz nasıl bakmalı, nerede durmalıyız?

Bundan tam 15 yıl önce, 2007’de, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin Münih Güvenlik Konferansı’nda bir konuşma yapmış ve şöyle demişti:

"Washington’da oturan ‘tek efendi, tek egemen’ anlayışıyla Batı ittifak sistemi kendi kendisini yok edecektir"

Putin aynı konuşmada NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner’in 17 Mayıs 1990 tarihli konuşmasını da hatırlatmış ve Wörner’in o konuşmada “Almanya sınırları dışına bir NATO ordusu yerleştirmememiz Sovyetler Birliği’ne sağlam bir güvenlik garantisi sağlayacaktır” dediğini belirterek, “nerede o garantiler” diye sormuştu.

Putin haklı bir soru soruyordu; çünkü Sovyetler’e ve komünizme karşı kurulan NATO, Sovyetler’in ve sosyalist bloğun dağılması sonrası, misyonunu tamamladığı için kendisini feshetmek yerine yeni bir yol haritası belirlemiş ve 1990’ların sonlarından itibaren Doğu Avrupa’ya ve Balkanlar’a doğru genişlemeye başlamış, Rusya kapılarına dayanmıştı.

12 Mart 1999: Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya.

29 Mart 2004: Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Slovenya.

1 Nisan 2009: Arnavutluk, Hırvatistan.

5 Haziran 2017: Karadağ.

27 Mart 2020: Kuzey Makedonya

Önce bu ülkelerin haritadaki yerlerini gözünüzde canlandırıp, sonra buralarda açılan ABD/NATO üslerini ve buralara yerleştirilen binlerce askeri, tankı, füzeyi aklınıza getirirseniz, tablo çok daha netleşecektir. ABD/NATO, peyderpey doğuya doğru genişlemekte ve Rusya’yı çevreleme stratejisini giderek derinleştirmektedir.

Bu stratejiye Rusya’nın iki yerde yanıt verebildiği biliniyor: 2008’de Gürcistan ve bugün de Ukrayna. 2003’te Gürcistan’da ve 2014’de Ukrayna’da “renkli devrimler” aracılığıyla Amerikancı yönetimler iş başına gelmişti ve her ikisi de NATO üyeliğine son derece hevesliydiler. Ama 2008’de dönemin Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili’nin Güney Osetya ve Abhazya’da giriştiği işgale müdahaleyle ve şimdi de Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin tanınması adımıyla (ki 2014’de Kırım’ın ilhakı da buna dahil edilmeli) Rusya bu iki ülkenin NATO üyeliğinin önüne – şimdilik- ciddi bir set çekmiş oldu.

***

15 yıl önce Putin’in uyarı konuşmasını yaptığı ama artık bir “transatlantik forumu”na dönüştüğü gerekçesiyle Rusya’nın katılmadığı Münih Güvenlik Konferansı’nın bu seneki gözdesi Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’ydi.

Münih Güvenlik Konferansı için kapitalizmin “küreselci/liberal” kanadının güvenlik forumu nitelendirmesinde bulunabiliriz. Konferansta her yıl “liberal demokrasi”ye yönelik tehditler değerlendirilir, askeri teknolojiler, istihbarat teknolojileri konuşulur, silah lobileri, büyük şirketler, güvenlik bürokrasiyle görüşür, lobi yaparlar. Münih Güvenlik Konferansı, piyasanın görünmez elinin ABD ve NATO’nun demir yumruğu olmaksızın işlemeyeceğinin bir göstergesidir adeta.

İşte Zelenski burada yaptığı konuşmada, hepimize çok tanıdık gelecek bir şekilde, Avrupa’nın güvenliğinin Ukrayna’dan başladığını ve kendilerinin Rusya’ya karşı Avrupa’yı koruduğunu iddia ettikten sonra “daha fazla destek ve net bir tavır istemek hakkımız” diyerek ülkesinin bir an önce NATO’ya alınmasını talep etti.

Zelenski’nin Batı’ya Ukrayna’nın NATO üyeliği için bastırdığı Münih Güvenlik Konferansı’nın bu sene belediye başkanı konukları da vardı: Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karacsony, Varşova Belediye Başkanı Rafal Trzaskowski ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu.

Peki bu üç ismin ortak noktası neydi, neden güvenlikle ilgili bir konferansa davet edilmişlerdi?

Üç ismin de ülkelerinin başında “otoriter”, “despot”, “sağ popülist” vs. gibi farklı sıfatlarla anılan isimler vardı ve her üç belediye başkanı da bu isimlerin yakın gelecekteki en önemli rakipleri olarak görülüyorlardı. Karacsony Budapeşte seçimlerinde Macaristan Devlet Başkanı Orban’ın, İmamoğlu da İstanbul seçimlerinde Erdoğan’ın adayını yenmişti. Trzaskowski ise 2020’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Andrzej Duda’nın karşısına çıkmış, ikinci tura kalmayı başarmış ama seçimi kaybetmişti.

Münih’te bu üç ismin bir araya getirilmesi bir tesadüf değildi dolayısıyla: Üç isim de kapitalizmin “küreselci/liberal” kanadının “popülist” kanada karşı mücadelesinde önemli isimler olarak görülüyor ve gelecek yıllarda devlet başkanı olabilecekleri düşünülüyor, konferans aracılığıyla vitrine çıkarılıyorlardı.

İmamoğlu da kendisine yönelik beklentileri boşa çıkarmadı ve liberal ajandaya uygun bir şekilde Türkiye’nin NATO üyeliğinin öneminden, Batı bloğunun bir parçası olduğundan ve yerel yönetimlerle demokrasi arasındaki ilişkiden uzun uzun bahsederek davetin hakkını verdi, küresel güçlerin alkışını aldı.

İmamoğlu kadar konuşulmasa da Hulusi Akar da Münih Güvenlik Konferansı’na katıldı, o da onunla benzer şeyleri söyledi ve böylece Amerikancılığın, NATO’culuğun ve Atlantikçiliğin Türkiye’de iktidarıyla, muhalefetiyle düzen siyasetinin ortak noktası olduğu, bunların tartışmaya dahi açılamayacağı bir kez daha görülmüş oldu.

Aynı şekilde, Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin Rusya tarafından tanınmasına verilen tepki de ortaktı, düzen siyasetinin aktörleri ABD/NATO yayılmacılığına dair tek bir kelime etmeksizin “Rus saldırganlığı”nı kınama yarışına girdiler ve düzenin temelleri konusunda bir kez daha ortaklaştılar.

***

Düzen siyasetinin meseleye bakışı böyle. Peki ya biz, biz nasıl bakmalı, nerede durmalıyız? Öncelikle şunu net bir şekilde söylemek gerekiyor ki, Türkiye’nin solcuları, sosyalistleri, komünistleri, liberal iddiaların aksine, bugünkü Rusya’ya Sovyetler’e baktığı gibi bakmıyor, onu Sovyetler’in mirasçısı olarak görmüyorlar. Bugünkü Rusya net bir şekilde kapitalist bir ülke ve Putin’in yönettiği devlet de kapitalist bir devlet, üstelik emperyal heveslere sahip bir devlet. Putin’in Sovyetler’e ve Lenin’e bakışı da pazartesi günkü konuşmasında bir kez daha ortaya koyduğu gibi belli.

Ancak tüm bunlar, ABD’nin/Batı İttifakı’nın kapitalizmin başat hegemon gücü olduğunu, bu ittifaktaki ülkelerin kapitalizmin merkez ülkelerini oluşturduğunu, kapitalizmin ekonomik, politik, ideolojik işleyişinin ABD etrafında halkalanmış bu ülkeler ve bu ülkelerdeki sermaye grupları tarafından sağlandığını görmemizi engellemiyor.

Dahası, bugünkü krizin ana aktörünün de ABD/Batı ittifakı olduğunu, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin sermayenin küresel ölçekteki genişleme ve kendine yeni coğrafyalar bulma arayışından ayrıştırılamayacağını da görmemiz, bunu çok net bir şekilde dile getirmemiz gerekiyor. NATO, küresel ölçekte işlemesi gereken kapitalizm açısından, bir dünya pazarı yaratılmasının askeri koçbaşı, demir yumruğu işlevi görüyor ve adımlarını da buna göre atıyor; güvenlik dediğinde küresel kapitalizmin güvenliğinden, savunma dediğinde küresel kapitalizmin savunulmasından bahsediyor.

Dolayısıyla Sovyet-sonrası kapitalizmin durumundan, neoliberalizmden, dünyanın her coğrafyasının küresel sermayeye açılmasından, emperyalizmden, NATO’nun doğuya doğru genişlemesinden, Rusya’dan sonraki esas hedefin Çin olduğundan söz etmeden, tüm bunlardan bilinçli bir şekilde söz edilmiyor oluşuna dikkat çekmeden ve statükonun buradan kurulmasına itiraz etmeden, önceliği buraya vermeden, bugün yaşananlarla ilgili yorum yapmak, kapitalist hegemonyanın yeniden üretimine bilerek ya da bilmeyerek, doğrudan ya da dolaylı olarak katkı yapmakla sonuçlanıyor.

Tekrar ederek bitirmek gerekirse, önceliği buraya vermek, ana fail olarak kapitalist merkezleri işaret etmek, ne “Rusçuluk yapmak” ne de Putin’in kapitalist Rusya’sının arkasında durmak anlamına geliyor; bu, tam olarak kapitalizmin karşısında durmak ve gerçek anlamda savaşa karşı olmak, barışı gerçekten savunmak anlamına geliyor.

Fatih Yaşlı /SOL

WSJ: Batı'da Rusya'ya yaptırım çatlağı + AB Rusya'ya yaptırım paketini açıkladı (SOL)

 WSJ: Batı'da Rusya'ya yaptırım çatlağı 

Batılı ülkeler Rusya'ya yaptırım planlarını açıklarken, WSJ'de yayınlanan makalede Batı'daki Rusya'ya yönelik yaptırım çatlakları ele alınıyor.

Rusya'nın Donetsk ve Lugansk'ı tanımasının ardından Batı'da Rusya'ya yönelik yaptırımlar tartışılırken, bazı ülkelerin yaptırım kararlarına uymayabileceği konuşuluyor.

Wall Street Journal (WSJ) yayın kurulunun bugün yayınladığı yazısında, Rusya'nın Ukrayna'nın doğusundaki Donbass'a asker gönderdiği sırada Avrupa ve ABD'nin bu duruma nasıl yanıt vereceğine karar veremediği belirtiliyor.

WSJ'de yayınlanan makalede, Batı'nın Ukrayna işgalini caydırmak için yaptırımları dayatmasının zamanının çoktan geçtiği vurgulanıyor. WSJ, ABD'li yetkililerinin Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı açıklamalarda Rusya'ya karşı birlik olarak karşılık vereceklerini iddia etmelerine rağmen, Batı içerisindeki çatlakları bildikleri söyleniyor.

Yaptırımlar düşük seviyede destek alabilir

İtalya Başbakanı Mario Draghi geçtiğimiz Cuma günü yaptığı açıklamada, "AB ile yaptırımları tartışıyoruz ve bu tartışmalar sırasında, enerjiyi içermeyen dar sektörlere konsantre olmaları gerektiği konusundaki tutumumuzu ortaya koyduk" dedi. İtalya'dan gelen bu açıklamanın yaptırımların düşük seviyede destek alabileceğine örnek olduğu belirtildi. Bunun nedenlerinden birisi de, İtalya'nın doğalgaz ihtiyacının yüzde 90'ının Moskova tarafından karşılanması. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'se Avrupa'nın "İtalya'nın da güvenli tarafta olması için gerekli gazı İtalya'ya sağlayacağını" belirtmişti.

WSJ, Almanya'nın ve Macaristan'ın da isteksizliğine odaklanıyor. Rusya'nın SWIFT sisteminden men edilmesinin ise Avusturya, Fransa ve Hollanda'da on milyarlarca dolarlık bir tehlike oluşturacağı nedeniyle reddedildiği bildirildi.

ABD'nin ilk açıkladığı yaptırımlar 'zayıflık' göstergesi

WSJ, ABD'nin de ilk açıkladığı yaptırımların sadece Donetsk ve Lugansk'a odaklanmış olmasının da bir zayıflık göstergesi olduğunun altını çiziyor. Bu kararların Putin'i kararlarından caydırmayacağı belirtildi.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy hafta sonu Münih'te, "Bombardıman olduktan sonra ve ülkemize ateş açıldıktan sonra veya sınırlarımız kalmayacak ve ekonomimiz kalmayacak veya ülkemizin bir kısmı işgal edildikten sonra yaptırımlarınıza ihtiyacımız yok" demişti.

WSJ'nin yayın kuruluna göre Avrupa, özellikle Almanya, Zelenskiy'nin bu tepkisine karşılık vermeliydi. WSJ'ye göre, eğer ortaya bir Ukrayna katliamı çıkarsa, ABD'li ve Avrupalı seçkinler kendilerini yeniden bir diktatöre karşı rehin konumuna düşürdüklerini düşünecekler.

                                                                      ***

AB Rusya'ya yaptırım paketini açıkladı 

Avrupa Birliği Komisyonu ve Avrupa Konseyi, Rusya'ya yönelik yaptırım paketini açıkladı.

Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi Başkanları tarafından, Rusya'nın Donbass'taki cumhuriyetlerin egemenliğini tanıma kararı sonrasında yaptırım paketi açıklandı.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırganlığı yasadışıdır ve kabul edilemez. AB, Ukrayna'nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne verdiği destekte birlik olmaya devam ediyor. İlk yaptırım paketi bugün resmen masaya yatırılacak." dedi.

Avrupa Komisyonu'nda yapılan açıklamada, "Rusya Federasyonu'nun Ukrayna'nın Donetsk ve Lugansk'ın belirli bölgelerine Rus birlikleri gönderme kararı ve bağımsız cumhuriyetler olarak tanıma kararı yasa dışı ve kabul edilemez. Rusya, uluslararası hukuku, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini, Rusya'nın kendi uluslararası taahhütlerini ihlal ediyor ve krizi daha da tırmandırıyor." denildi.

AB'nin açıklamasında, AB Dışişleri Bakanları'nın gayrı resmi toplantısı bugün saat 16.00'da yapılacağı belirtildi. Toplantıyı takiben, ilk yaptırım paketi bu öğleden sonra resmi olarak masaya yatırılacağı ilan edildi. 

Yaptırım paketi şu maddeleri içeriyor:

  • Hukuka aykırı kararlara karışanları hedeflemek.
  • Rus ordusunu ve bu bölgelerdeki diğer operasyonları finanse eden bankaları hedef almak.
  • Rusya devleti ve hükümetinin AB'nin sermaye ve finans piyasalarına ve hizmetlerine erişim kabiliyetini hedeflemek, tırmanan ve agresif politikaların finansmanını sınırlamak.
  • İki ayrı bölgeden AB'ye ve AB'den ticareti hedeflemek, sorumluların yasadışı ve saldırgan eylemlerinin ekonomik sonuçlarını açıkça hissetmelerini sağlamak.

Yapılan açıklamada, AB'nin Ukrayna'yı desteklemeye devam edeceği belirtildi.

(SOL)



TKP'den açıklama: NATO yayılmacılığının panzehiri Rus milliyetçiliği değil sosyalizmdir - SOL

 

Rusya'nın Ukrayna'daki ayrılıkçı yönetimleri tanımasıyla başlayan sürece dair açıklama yapan TKP, 'NATO yayılmacılığının panzehiri Rus milliyetçiliği değil sosyalizmdir' dedi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dün akşam saatlerinde canlı yayında Donbass'taki Halk Cumhuriyetleri'nin bağımsızlık kararı hakkında açıklamalarda bulunmuş, sonrasında Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti'nin bağımsızlıklarını tanıyan kararnameyi imzalamıştı. İlerleyen saatlerde buradaki yönetimlerin talebi üzerine bölgeye Rus askeri birlikleri gönderilmişti. 

Bir süredir Ukrayna sınırında yaşanan gerginlik Rusya'nın attığı adım sonrasında farklı bir noktaya taşındı. 

Sürece dair TKP'den yapılan açıklamada "NATO yayılmacılığının panzehiri Rus milliyetçiliği değil sosyalizmdir" denildi. 

Putin'in dün akşam yaptığı tarihi referansı bol konuşmasında Sovyetler Birliği ve Lenin hakkında kullandığı ifadelere sert tepki gösterilen TKP açıklamasında "Putin yirmi birinci yüzyılda monarşi fantezilerini dile getirecek diye Rusya’da emekçi halkı yoksulluğa mahkum eden sömürü düzenini ve savaşçı/milliyetçi hezeyanları görmezden gelecek değiliz." denildi.

Açıklamada "Bugüne gelinmesinde elbette ABD’nin gerileyen hegemonyasını yeniden var etmek, Batı ittifakını canlandırabilmek ve kendi çıkarlarını dayatabilmek adına yıllardır yaptığı kışkırtmaların rolü belirleyicidir." denilirken "Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel mirasının üzerine konarak “büyük güç” şovlarına girişen Rusya Federasyonu’nun ABD ve müttefikleriyle giriştiği tarihi gerçekleri çarpıtma yarışına geçit vermeye niyetimiz yoktur." ifadelerine yer verildi.

TKP'nin açıklaması şu şekilde:

***

NATO Yayılmacılığının Panzehiri Rus Milliyetçiliği Değil Sosyalizmdir

"Emperyalizm bir yıkım ve savaş düzenidir. Bu çürümüş düzende kendine yer açmaya çalışan, nüfuz alanını büyütmeye çalışan her burjuva hükümet başka halkların ezilmesini hedefliyor demektir. Yayılmacı politikaların koltuk değneği milliyetçiliktir, ırkçılıktır, şovenizmdir. Putin’in Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetleri’nin bağımsızlıklarının tanınması yönünde yaptığı dünkü açıklamalarının bizim için tercümesi budur.

'Putin’in söyledikleri kabul edilemez'

Bugüne kadar ortaya konmuş en eşitlikçi ve barışçı uluslar politikasını yürütmüş olan Sovyetler Birliği’ni ve Bolşevik Devrim’in önderi Lenin’i hiçbir temeli olmayan yargılarla karalayan Putin’in söyledikleri kabul edilemez. Bu açıklamalar tarihsel dayanaktan yoksundur ve tamamen demagojiktir. Putin yirmi birinci yüzyılda monarşi “fantezi”lerini dile getirecek diye Rusya’da emekçi halkı yoksulluğa mahkum eden sömürü düzenini ve savaşçı/milliyetçi hezeyanları görmezden gelecek değiliz.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel mirasının üzerine konarak “büyük güç” şovlarına girişen Rusya Federasyonu’nun ABD ve müttefikleriyle giriştiği tarihi gerçekleri çarpıtma yarışına geçit vermeye niyetimiz yoktur. 20. yüzyılın dünyanın bütün ezilenleri, proleterleri, 1917 Ekim Devrimi, Çin, Vietnam, Küba ve diğer ülkelerdeki devrimler, bağımsızlık savaşları, faşizme karşı Sovyet halklarının büyük zaferi ile yazılan tarihinin ABD ve Avrupalı emperyalistler, NATO’cu çeteler, neo faşistler, Ukrayna ve Polonyalı karşı devrimciler tarafından çarpıtılmasına izin vermediğimiz gibi aynı tarihin Rus milliyetçiliği tarafından ters yüz edilmesine de izin vermeyeceğiz.

Putin’in bu açıklaması, onun zaman zaman Sovyetler Birliği’nin prestijini, özellikle İkinci Dünya Savaşı’nı muzafferliğini kendi gövde gösterileri için nasıl iki yüzlü bir biçimde kullandığının da tartışmasız bir kanıtı olmuştur. Hiçbir inandırıcılığı ve samimiyeti olmayan bu gösteriler, çarlık özlemlerinin bir yansımasıdır, SSCB mirasının istismarıdır. Putin olsa olsa şu konuda haklı olabilir: Emperyal emellere sahip bugünkü Rusya’nın, dünya halkları adına yetmiş yıl boyunca barışın, eşitliğin, ilerlemenin savunucusu olmuş Sovyetler Birliği ile yakından uzaktan ilişkisi yoktur.

'Sıkıntıların temel sebebi sosyalizmin yokluğudur'

Rusya, Ukrayna ve diğer eski Sovyet ülkelerinin emekçi halklarının bugün çektiği sıkıntıların temel sebebi sosyalizmin yokluğudur. Daha birkaç hafta önce Kazakistan’da petrol ve enerji işçilerinin taleplerini dile getirmek için başlattığı ve tüm ülkeye yayılan protestolar da, geçtiğimiz yıl Karabağ’da yaşanan savaşla ortaya konan çözülmemiş sınır problemleri de bunun bir göstergesidir. Bu halklar işsizlik, yoksulluk, gericilik, ayrımcılık ve savaş tehdidi altında yaşamaya çalışmaktadır. Bugünün kapitalist Rusyasını var edenlerin Sovyetler Birliği’nin üzerinde tepinmelerinin sonucu büyük bir coğrafyanın her daim kaşınmaya müsait sorunları olmuştur.

Bugüne gelinmesinde elbette ABD’nin gerileyen hegemonyasını yeniden var etmek, Batı ittifakını canlandırabilmek ve kendi çıkarlarını dayatabilmek adına yıllardır yaptığı kışkırtmaların rolü belirleyicidir. Yetmiş yılı aşkın süredir halk düşmanlığı yapan, ülkelerin parçalanmasında, tüm insanlığa ait varlıkların, kentlerin yerle bir edilmesinde baş aktör olan ABD ve NATO’nun Rusya’yı kuşatacak şekilde genişleme arzuları bugünkü çatışmalara zemin hazırlamıştır. Yugoslavya’dan birbirine düşman milletler ve kukla devletler imal edenlerin şimdi bırakın hamiliklerini yapmayı, Doğu Avrupa halklarının toprak bütünlüğünden, egemenliklerinden, diplomasinin gereklerinden söz etmeye dahi hakları yoktur.

Ayrıca bu süreç, Batı ittifakının iç çelişkilerini de görünür kılmış, ortada hiçbir ilkenin ve güvenin olmadığını açıkça ortaya koymuştur. Uluslararası ilişkilerde ilkesizliğin böylesine normalleşmiş olmasında da sosyalist bir eksenin yokluğunun ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının mutlak payı vardır.

Emperyalistler arasındaki çelişkiler ya da pazarlıklardan, “denge siyaseti” adını verdikleri göstermelik adımlardan insanlık yararına bir sonuç çıkması beklenemez. Buna durumdan vazife çıkarmaya çalışan, içeride milliyetçiliği yükseltirken dışarıda kendine ekonomik ve siyasi olarak yeni bir çıkış arayan Erdoğan hükümetinin, NATO’dan demokrasi bekleyen ana muhalefetin pozisyonu da dahildir.

Komünistler milliyetçiliğin, ırkçılığın, militarizmin diliyle değil emekçi halkın eşitlik, özgürlük, kardeşlik taleplerinin diliyle konuşurlar.

Bölgedeki tüm halklar için son derece tehlikeli ve yıkıcı bir savaş ihtimali son derece yüksektir ve endişe vericidir. Bu ihtimalin gerçekleşmemesi için tüm komünistlere, barış yanlılarına son derece yakıcı bir görev düşmektedir.

Türkiye Komünist Partisi"

KISA KISA GÜNDEM (23 ŞUBAT 2022)

 



1-Ali Erbaş Pakistan’a özel jetle uçmuş (SOL)

Diyanet’in araç filosuna yönelik eleştirileri, “Korkumuzdan yeni araç alamıyoruz” diyerek yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Pakistan’a özel jetle gitti. Cumhurbaşkanlığı envanterine kayıtlı özel uçakla gerçekleştirilen seyahatte Erbaş’a on kişilik bir heyet eşlik etti. Tarifeli uçak tercih etmeyen Diyanet heyetinin Pakistan ziyaretinde kullandığı jetin Cumhurbaşkanlığı filosundaki lüks uçaklardan biri olduğu, heyetin ilk olarak Lahor Allame İkbal Uluslararası Havalimanı’na indiği ifade edildi. Diyanet heyetini burada, Pakistan Din İşleri ve İnançlar Arası Uyum Başkanı Pir Nurul Hak Kadri karşıladı. Erbaş ve beraberindekiler, Lahor’daki görüşmelerinin ardından İslamabad’a geçti.(Kalabalık heyet)  BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre, Ali Erbaş’ın yanı sıra, Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları Selim Argun, İbrahim Hilmi Karslı, Dış İlişkiler Genel Müdürü Erdal Atalay, Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü Kadir Dinç, Dini Yayınlar Genel Müdürü Fatih Kurt ve Din İşleri Yüksek Kurulu Başkan Vekili Mustafa Bülent Dadaş da heyette yer aldı. Bu isimlerin dışında koruma, fotoğrafçı ve kameramandan oluşan dört kişilik grubun da seyahate katıldığı bildirildi.

2- Şansal Büyüka'dan gündem olacak yazı: 'Transferlere müdahil olan Bakan' (SOL)

Deneyimli spor yazarı Şansal Büyüka'nın 16 Şubat'ta Milliyet gazetesinde yayımlanan yazısında gündem olacak iddialar yer aldı. "Özellikle alt ligler için çok duyuyorum. Koca koca şehirler bunları konuşuyor. Ait olduğu bölgenin takımı için transfer işlerine müdahil olan bakandan söz ediliyor" diyen Büyüka, "TFF yöneticisi olup, kentinin takımı için hakem atamalarına, hakem yönetimlerine müdahil olan yöneticiyi duyuyorum. İsimleriyle, örnekleriyle... Bunların konuşulması bile feci kötü... Siz bölgenizin değil, artık ülkenin bakanı, bütün kulüplerin yöneticisisiniz. Gücünü kullanıp ayrımcılık yapmayın. Alın terine saygı gösterip tarafsız kalın. Üstelik konumunuz bunu gerektiriyor. Bırakın; kim hak ediyorsa o kazansın. (Şimdilik bu kadar... Dilerim daha fazlasını yazmak zorunda kalmam.)" ifadesini kullandı.

3- O karar yargıya taşınıyor: 'Türk yetkililere tüm içerikleri engelleme fırsatı verir' (SOL)


RTÜK; 21 Şubat 2022 tarihinde yayınladığı tebligatta, internet ortamında yayın yapan DW Türkçe, Amerika’nın Sesi ve Euronews haber sitelerine zorunlu yayın lisans başvuruları için 72 saat süre tanımıştı. DW Genel Müdürü Peter Limbourg yaptığı yazılı açıklamada lisans başvurusunu yapmayacaklarını ve RTÜK’ün bu kararını Türk mahkemelerine taşıyacaklarını belirtti. Uluslararası haber sitelerinin yayın lisansı almalarına ilişkin karar için "Türk yetkililere tüm içerikleri engelleme fırsatı verir” ifadesine yer verilen açıklama şöyle: “Türkiye'de yerel medya halihazırda kapsamlı bir düzenlemeye tabi tutuluyorken, şimdi uluslararası medyanın da haberleri kısıtlanmaya çalışılıyor. Bu önlem, programların yayın şekilleriyle değil, doğrudan gazetecilik içerikleriyle ilgilidir. Bu, münferit, eleştirel haberlerde, bu haberlerin silinmemesi halinde Türk yetkililere tüm içerikleri engelleme fırsatı verir. Bu da sansür olasılığını açık hale getirir. Buna karşı çıkacağız ve Türk mahkemeleri nezdinde dava açacağız" 

4-Gösterişten vazgeçmeyen Diyanet İşleri Başkanlığı, yardım kampanyası başlattı (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

Diyanet, il ve ilçe müftülüklerine yazı gönderdi. “Milletimizin desteğine ihtiyacımız var” denilen yazıda, yapımı süren camiler için cuma namazı sonrası bağış toplanması istendi. Bu kapsamda, il müftülükleri de valilik oluru alarak “Cami Yardım Toplama Komisyonu” üyelerine “yardım toplama tutanağı” iletti. 








5-Almanya, Kuzey Akım 2'nin tescillenmesi sürecini durdurdu(Evrensel)

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Rus gazını Almanya'ya taşıyacak olan Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattının sertifikasyon sürecini durdurduklarını açıkladı.Scholz, İrlanda Başbakanı Micheal Martin ile görüşme öncesi düzenlenen ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada, Rusya'nın kararını eleştirerek "Bu, uluslararası hukukun ciddi bir ihlalidir. Putin, Birleşmiş Milletler Şartı'nı da çiğniyor" dedi. Scholz, Kuzey Akım 2 sürecini durdurmasına gerekçe olarak, Rusya'nın "tüm uluslararası anlaşmaları" ihlal ettiğini ve Donetsk ve Luhansk'taki ayrılıkçı bölgeleri halk cumhuriyetleri olarak tanıyarak "anlaşılmaz, haksız" bir adım attığını söyledi.

6-Hibenin yüzde 99’u Cumhur İttifakı’na(Mustafa Bildircin-BİRGÜN)


İLBANK’ın 2020’de yüzde 100 hibe ile tamamladığı 102 projenin yüzde 99’unun AKP ve MHP’li belediyeler ile kayyumlara ait olduğu ortaya çıktı. 132,3 milyon TL’lik hibeden muhalefetin yararlanma oranı yüzde 0,19. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2019, 2020 ve 2021 yıllarında araç yardımlarının yüzde 97’sini Cumhur İttifakı belediyelerine yönelik yaparken benzer bir ayrımcılığın İLBANK tarafından da gerçekleştirildiği tespit edildi. Bankanın verilerine göre, 2020 yılında tüm maliyeti yüzde 100 hibe ile tamamlanan toplam 102 projenin 61’i AKP, 33’ü ise il özel idarelerinin projelerini kapsadı.Bankanın toplam 132 milyon 382 bin 664 TL’lik hibe desteğinden muhalefet partilerinin belediyelerinin yararlanma oranı yüzde 0,19’da kaldı. Hibe alan proje sayısının belediyelere oranında ise Cumhur İttifakı yüzde 99,02 ile Millet İttifakı belediyelerine açık ara fark attı. Türkiye nüfusunun yarısından fazlasını yöneten muhalefet belediyelerinden ise yalnızca birine hibe desteği sağlandı.İLBANK’ın, “Yüzde 100 hibe” desteği verdiği belediyelerin dağılımı şöyle: AKP: 60 belediye, İl Özel İdareleri: 33, Kayyum: 4 belediye, MHP: 4 belediye, CHP: 1 belediye  (RİZE'YE 44,7 MİLYON TL'LİK HİBE) Hibe ile tamamlanan belediye ve il özel idaresi projelerinde maliyeti itibarıyla öne çıkan bazı projeler ise şöyle: Rize Çamlıhemşin İlçesi Ayder Yaylası Yol Ve Altyapı Yapım İşi: 44,7 milyon TL. , Çarşamba Samsun Belediyesi Sınırları Dahilinde Muhtelif Mahallelerde Beton Kaplama Yol Yapılması Ve İdare Malı Ocaktan Konkasörle Şartnamesine Uygun Malzeme Hazırlanması Yapım İşi: 2,2 milyon TL., İskenderun Belediyesi Asfalt Yol Yapım İşi: 14,1 milyon TL.

7-Düşük maaşla emekli edecekler (Hüseyin Şimşek-BİRGÜN)

Emeklilikte yaşa takılanların (EYT) sorunlarını uzun süredir yok sayan Cumhur İttifakı, seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte formül arayışına başladı. Anketlere yansıyan oy kaybının ardından, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Çift dikiş maaş almak istiyorlar” sözleriyle tepki gösterdiği EYT’liler için çalışmaya başlayan AKP ve MHP ittifakının, bu statüdekileri, mevcut emekli maaşlarından daha düşük maaş ödeyerek emekli etmek istediği ifade edildi.

8- AYM, cumhurbaşkanına hakaret davasında oybirliği ile 'ihlal' kararı verdi (Sefa Uyar-Cumhuriyet)

"Cumhurbaşkanına hakaret” davasında beraat eden bir kişi tazminat talebinde bulundu. Konuyu Anayasa Mahkemesi'ne taşıyan yurttaşın başvurusuna oybirliği ile “hak ihlali” kararı verildi.

Antalya’daki tatil yapan bir kişi, 2014’te Samsun’da açılan “Hırsızı, katili, yobazı kovala” pankartı nedeniyle “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla başlatılan soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Hakkında dava açılan kişi, Samsun’a hiç gitmediğini, isim benzerliği olduğunu vurguladı. Delilleri inceleyen mahkeme, söz konusu kişi hakkında beraat kararı verdi. Bunun üzerine kişi, tazminat talebinde bulundu. Talebi reddedilince konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Başvuruyu değerlendiren AYM, oybirliği ile “hak ihlali” kararı verdi, 4 bin lira tazminat ödenmesine hükmetti. Kararda, yakalama kararındaki usul yönünden eksikliklere ve “soruşturma aşamasındaki özensizliğe” dikkat çekildi.

9- Yargı MUÇEV oyununu bozdu: Kıyılar artık doğrudan kiralanamayacak (Hazal Ocak-duvaR)

Çevre Bakanlığı, artık kendi bünyesinde kurulan ve kurulduğu günden bu yana tartışmaların odağında olan MUÇEV'e kıyıları doğrudan kiralayamayacak.

Danıştay, Datça’nın doğa harikası kıyılarının Muğla Turizm Çevre Vakfı Turizm ve Ticaret Şirketi'ne (MUÇEV) kiralanmasına karşı açılan davada bakanlığın kıyıların kiralanması amacıyla pazarlık usulüyle yaptığı ihalelerin dayanağı olan yönetmeliğin ilgili maddesinin yürütmesinin durdurulmasına karar verdi. Davaya müdahil olma isteminde bulunan, bölgede yaşayanların avukatı Ali Kurt, “Artık bu karar ile bakanlık MUÇEV ile ne protokol yapabilecek ne de pazarlık usulü ile kapalı kapılar arkasında MUÇEV ile kira sözleşmesi yapabilecek. Bakanlığa başvurarak bu maddeye dayanılarak yapılan ihalenin ve bu ihaleye dayalı olarak MUÇEV ile yapılan Datça ili sınırları içindeki kira sözleşmelerinin tamamının iptal edilmesini isteyeceğiz. Reddederlerse yeniden idari dava açacağız. Bu kez davanın sonucundan da emin olacağız” dedi.(https://www.gazeteduvar.com.tr/yargi-mucev-oyununu-bozdu-kiyilar-artik-dogrudan-kiralanamayacak-haber-1554174)

10- Cahide Sonku ile Zeki Müren başrollü 'Beklenen Şarkı' restore ediliyor (duvaR)


Cahide Sonku ile Zeki Müren'in başrollerini paylaştığı "Beklenen Şarkı" filminin yenilenmiş kopyası, 8–19 Nisan tarihlerinde 41. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek.

Türkiye sinemasının ilk yönetmen kadını Cahide Sonku'nun yapımcılığını üstlendiği, Sami Ayanoğlu ve Orhon M. Arıburnu ile birlikte yönettiği 1953 yapımı film, Atlas Prodüksiyon tarafından restore edildi. Filmin yenilenmiş kopyası, İKSV tarafından 8–19 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilecek 41. İstanbul Film Festivali’nin “Dünden Bugüne Türk Klasikleri” bölümü kapsamında izleyicilerle buluşacak. (ZEKİ MÜREN'İN İLK FİLMİ) Türkiye'de yıldız sistemini kuran Cahide Sonku, 1949'da ilk kez kamera arkasına geçti, 1950'de yapım şirketi Sonku Film'i kurdu. 1951'de Türkiye sinemasının ilk kadın yönetmeni olarak Sami Ayanoğlu ve Orhon M. Arıburnu ile Vatan ve Namık Kemal filmini yönetti. 1953'te Beklenen Şarkı filmini de aynı ekiple çekti. Cahide Sonku’nun hem başrolü hem yapımcısı hem de yönetmenlerinden olduğu Beklenen Şarkı, sonra birçok şarkılı filmde başrol oynayan fakat o sırada Güzel Sanatlar Akademisi'nde öğrenimi süren Zeki Müren’in ilk filmi. Senaryosu, Sadık Şendil tarafından yazılan filmde, Bedia Muvahhit Zeki Müren'in annesini, Jeyan Ayral Tözüm ise sevgilisini canlandırıyor. Filmin diğer oyuncuları arasında Hadi Hün, Abdurrahman Palay, Talat Artemel, Sami Ayanoğlu, İbrahim Delideniz, Rıza Tüzün ve Muhip Arcıman gibi isimler yer alıyor. Film adını, Zeki Müren'in vals formundaki nihavend bestesinden alıyor.



TARİHTE BUGÜN (23 ŞUBAT)


1903    KübaGuantánamo Körfezini ABD'ye kiraladı.

1893    Rudolf Dieseldizel motorun patentini aldı.

1945     ABD ile yapılan ilk ikili anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalandı. Borç alma ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma TBMM’de 4780 sayıyla yasalaştı. Anlaşmanın temel özelliği, adının Karşılıklı Yardım Anlaşması olmasına karşın, ABD isteklerinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokmasıydı. Anlaşmada, ‘Koruyucu Hükümler’ olarak yer alan maddelerle, Türkiye’nin değil ABD’nin ‘haklan’ korunuyordu. Anlaşmanın 2. maddesi şöyleydi: TC hükümeti, sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye teslim edecektir.’

1991    Körfez Savaşı: ABD Kara Kuvvetleri, Suudi Arabistan sınırını geçerek Irak topraklarına girdi.

1997     Genetik kopyalama yöntemiyle üretilen ilk memeli hayvan olan Dolly adlı koyunun, İskoçya'daki Roslin Enstitüsü'nde klonlandığı duyuruldu.

1994    Cep telefonu şebekelerinin açılışı Başbakan Tansu Çiller tarafından 1994 günü yapıldı Çiller cep telefonuyla ilk görüşmeyi Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le yaptı.

1945    Türkiye Büyük Millet Meclisi, Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etti.

1977    Ortadoğu Teknik Üniversitesi rektörü Hasan Tan okulu kapattı Öğrenciler jandarma gözetiminde yurtları terk etti.14 Şubat'ta rektör olarak atanan Hasan Tan öğrenciler tarafından protesto edilmişti.

1998    Anayasa Mahkemesinin Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin gerekçeli kararı Resmi Gazete'de yayımlandı.

1994    Bağımsız Şırnak Milletvekili Mahmut Alınak, Meclis'e sunduğu 50'ye yakın yasa teklifinden bir sonuç alamadığını söyleyerek süresiz açlık grevine başladı.

1962    Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaşları 22 Şubat sabahı birliklerini harekete geçirdiler Ayaklanma bir gün bir gece sürdü ve isyancı subaylar 23 Şubat sabahı Genelkurmay'a teslim oldular İsyana katılan birlikler yavaş yavaş kışlalarına döndü.

1975    İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tekstil işkolunda uygulanacak lokavt ve grevleri yasakladı.

1951    Van'ın Özalp ilçesinde 33 yurttaş sorgulanmadan kurşuna dizilmişti. Bugün yapılan duruşmada Orgeneral Mustafa Muğlalı insanların kurşuna dizilme emrini bizzat verdiğini söyledi.

1957    Küba'da Fidel Casto'nun önderliğinde gerilla savaşı başladı.

1919    İtalya'da Benito Mussolini Faşist Parti'yi kurdu

2013    Oyuncu ve seslendirme sanatçısı Osman Gidişoğlu hayatını kaybetti.

1987     Muzaffer ilkar, Türk müziği bestecisi (DY-1910) vefat etti.

1904     ABD 10 milyon dolar karşılığında Panama Kanalı bölgesinin kontrolünü satın aldı.

2010     Balıkesirin Dursunbey ilçesine bağlı Odaköy de bir maden ocağındaki grizu patlamasın. 13 kişi öldü, 18 kişi yaralandı.

2018     Ali Teoman Germaner, heykel sanatçısı vefat etti.

1653    Doğu İzmir depremi, 23 Şubatta tahmini değerlere göre 7.5 büyüklüğünde meydana gelen deprem. Mercalli şiddet ölçeğine göre en büyük şiddet X (Yoğun) olarak hissedildi.38.20°K 28.20°D koordinatlarında meydana geldi. Batı Anadolu'daki şiddetli depremde, Denizli, Nazilli, Tire ve Uşak'ta evler yıkıldı, binlerce kişi öldü ve yaralandı. 

1963   Bazı Yassıada mahkumlarının da yararlanacağı kısmi af yasalaştı. 

1978    Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) kuruldu.

1998    İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, sakallı, türbanlı ve kimliksiz öğrencilerin yerleşke ve binalara girişini yasakladı. 

2001    Anayasa Mahkemesi kadınların 58, erkeklerin 60 yaşında emekli olmalarını öngören ve çalışanların "mezarda emeklilik" diye niteledikleri düzenlemeye onay verdi. Emeklilikte kademeli geçişi ise iptal etti.

2006    El-Arabiya televizyonunun kadın muhabiri Etvar Behcet, Iraklı kameraman Adnan Abdullah ve teknik eleman Halid Muhsin Samarra yalkınında öldürüldü. Irak'ta 2003'ten beri öldürülen gazeteci sayısı 82'ye çıktı.

2006    Necmettin Erbakan'ın "kayıp trilyon" davasından aldığı iki yıl dört aylık hapis cezasını evinde çekmesini sağlayan yasa,TBMM'de 69'a karşı 229 oyla kabul edildi.



 

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...