TARİHTE BUGÜN (17 HAZİRAN)

     


     OLAYLAR:

  • 1462 - Kont Drakula ya da Kazıklı Voyvoda veya Vlad Ţepeş adlarıyla da tanınan Eflak Prensi III. Vlad, gece karanlığından yararlanarak Fatih Sultan Mehmed'e (II. Mehmed) başarısız bir suikast teşebbüsünde bulunduktan sonra kaçtı.
  • 1631 - Mümtaz Mahal doğum yaparken öldü. Eşi Hint-Türk-Moğol Babür İmparatoru Şah-ı Cihan, ertesi yıl başlattığı anıt mezar Tac Mahal'i 20 yıl içinde tamamlattı.
  • 1885 - Özgürlük HeykeliNew York Limanı'na ulaştı.
  • 1921 - SivasErzincan ve Tunceli yöresinde 3,5 ay süren Koçgiri İsyanıTürk Ordusu tarafından bastırıldı.
  • 1926 - Kadıköy Su Şirketi devletleştirildi.
  • 1926 - Meksika’da Başkan Alvaro Obregon öldürüldü.
  • 1929- Hükümeti devirme iddiasıyla yargılanan Komünistlerin davası sonuçlandı: Dr. Hikmet (Kıvılcımlı), Hüsamettin (Özdoğu) ve Laz İsmail 4’er yıl 6’şar ay hapse mahkum oldular. 24 sanık çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
  • 1929 - Sovyetler Birliği Çin’le diplomatik ilişkilerini kesti.
  • 1932 - Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile Milliyet gazetesince ilk kez düzenlenen otomobil yarışı, İstinye-Zincirlikuyu arasında yapıldı.
  • 1936- İspanya Fas’ında General Fransisco Franco cumhuriyetçi hükümete isyan etti; İspanya iç savaşı başladı.
  • 1939 - Fransa'da Giyotin'le "halka açık" son infaz, Versay şehrinde Saint-Pierre Hapishanesi'nin (şimdiki Adalet Sarayı) dışında gerçekleştirildi. Giyotinle son idam ise, 10 Eylül 1977'de yapıldı.
  • 1944 - İzlanda, Danimarka'dan ayrıldı ve cumhuriyet ilan etti.
  • 1945- Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman, Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin ve İngiltere Başbakanı Winston Churchill Almanya’nın Potsdam kasabasında bir araya geldiler.
  • 1946 - Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi, İstanbul’da kuruldu. Etem Ruhi Balkan, Selahattin Yorulmazoğlu, Mehmet Şükrü Sekban, Necmeddin Deliorman, İrfan Recep Nayal, Ali Esenkova ve İbrahim Tokay kurucular arasında yer alan isimlerdi.
  • 1951- Nazım Hikmet, bindiği sürat motorunun Boğaz çıkışında karşılaştığı Romen şilebine geçerek Türkiye’yi terketti.
  • 1951 - Türkiye millî futbol takımı, Batı Almanya'yı Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda 2-1 yendi. Başarılı kurtarışlar yapan kaleci Turgay Şeren'e, "Berlin panteri" denilmeye başlandı.
  • 1952- Türkiye Sosyalist Partisi’nin (TSP) 15 yönetici ve üyesinin ev ve işyerlerine yapılan baskınlarda 14 kişi gözaltına alındı. Genel Başkan Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun da aralarında bulunduğu zanlılar ”komünist faaliyetlerde bulundukları” iddiasıyla soruşturuluyor.
  • 1958- Amerika Birleşik Devletleri’nin Lübnan çıkarmasına ve İncirlik üssüne asker göndermesine karşı çıkan Sovyetler Birliği Türkiye sınırında askeri manevralara başladı.
  • 1963- Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) kuruluş yasası kabul edildi.
  • 1964- Başbakan İsmet İnönü’ye suikast girişimi iddiasıyla yargılanan Mesut Suna 20 yıl altı ay hapisle cezalandırıldı.
  • 1965- Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, Ertem Göreç’in yönettiği “Karanlıkta Uyananlar” filmi yasaklandı.
  • 1967 - Çin, ilk hidrojen bombasını test etti.
  • 1968- İstanbul Teknik üniversitesi ve Maçka Teknik Okulu işgal edildi. İki okulda da Boykot ve İşgal Komitesi oluşturuldu.
  • 1968 - BBC televizyonu, 12 ülkeden “68’li” gençlik hareketi liderlerini 13 Haziran’da Londra’da bir araya getirerek 4 gün boyunca her bölümü yaklaşık 1 saat süren açık oturumlar gerçekleştirdi.
  • 1970- Sıkıyönetim Komutanlığı kanlı olayların tahrik ve teşvikçisi olduğu iddiasıyla aralarında DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler ve Genel Sekreter Kemal Sülker’in de bulunduğu 23 kişiyi gözaltına aldı. Olaylar sırasında yüze yakın işçinin de tahrikçilik ve tahribat yaptıkları iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi. Saat 21.00’den sonra sokağa çıkma yasağı konuldu. Sıkıyönetim tebliğine rağmen, DİSK’in örgütlü olduğu işyerlerinin çoğunluğu ile Türk-İş’e bağlı sendikaların örgütlü olduğu bazı işyerlerinde bugün de çalışılmadı.
  • 1970 - Başbakan Süleyman Demirel: “Bu bir ayaklanmadır” derken; CHP Genel Başkanı İsmet İnönü: “Bu büyük kitlenin harekete geçebilmesinde hiç haklı taraf yok mudur?” dedi.
  • 1970 - TİP’in itirazı üzerine, Anayasa Mahkemesi, eski DP’lilere siyasi haklarının iadesini öngören kanunu 7’ye karşı 8 oyla iptal etti.
  • 1972 -Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Niyazi Ağırnaslı “mahkemelerin manevi şahsiyetini tahkir” suçundan 10 ay hapse mahkum oldu.
  • 1972 - İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Çetin Özek “Londra Türk Halkevi’ndeki konuşması” gerekçe gösterilerek Senato tarafından Üniversite’den ihraç edildi.
  • 1972 - Watergate skandalı: ABD Başkanı Richard Nixon'un partisi olan Cumhuriyetçi Parti ile bağlantılı 5 hırsız, Watergate İş Merkezi'ndeki bir büroya gizli mikrofon yerleştirirken Polis tarafından yakalanarak tutuklandı. Bu büronun, ABD'nin o zamanki ana muhalefet partisi olan Demokrat Parti'nin merkezi olduğu ortaya çıktı.
  • 1974- Başbakan Bülent Ecevit Londra’ya gitti; İngiliz hükümetine Kıbrıs’a ortak müdahalede bulunmayı önerdi.
  • 1976- CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan: ”Belediye mülklerinin paftaları üzerinde yaptığımız çalışmalarda, geçmişte birçok ünlü fabrikanın gelişmesi ve sermaye birikiminin Belediye arsalarının işgali sayesinde olduğunu gördük.”
  • 1976 - Ankara Etlik Lisesi’nde Denizler’in ölüm yıldönümünde saygı duruşu ve forum yaptıkları gerekçesiyle 42 öğrenci 7-15 gün sürelerle okuldan uzaklaştırıldı, 9 öğrencinin Altındağ’daki liselerde okuması yasaklandı, sınavlara girmeleri engellendi. Ayrıca, Etlik Lisesi Müdürü ve 4 öğretmen çeşitli gerekçelerle Valilikçe görevden el çektirildi.
  • 1977- Ankara’da 15-16 Haziran afişi asan 17 yaşındaki lise öğrencisi Ali Haydar Türkmen polis kurşunuyla, Fatsa Halkevi Başkanı Kemal Kara (1953- Fatsa) ülkücülerce bıçaklanarak öldürüldü.
  • 1978- Hayri Kozakçıoğlu İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atandı.
  • 1978 - “Yurtsever Devrimci Gençlik Federasyonu” Ankara, İstanbul ve Adana’da “Faşist Feodal Eğitimi Protesto” mitingleri düzenledi.
  • 1978 - Tarsus’ta Partizan okuru Aziz Akpınar’ın polis tarafından öldürüldüğü açıklandı.
  • 1980- İnciraltı Öğrenci Yurdu’nda 5 öğrencinin kurşunlanarak öldürülmesiyle ilgili olarak 1 subay 2 astsubay ve 20 er gözaltına alındı.
  • 1980 - Cumhuriyet Halk Partisi Nevşehir İl Başkanı ve eski Milletvekili Mehmet Zeki Tekiner ile CHP üyesi Yavuz Yükselbaba öldürüldü. Cenaze töreninde, aralarında Bülent Ecevit'in de bulunduğu Cumhuriyet Halk Partisi heyetine, Ülkü Ocaklılar tarafından taşlı ve sopalı saldırıda bulunuldu.
  • 1980 - Fatsa lisesi öğrencisi ve Halkevi üyesi Selahattin Kamek, okul-dışında çalıştığı takside “ülkücüler” tarafından öldürüldü.
  • 1984- Sağmalcılar Cezaevi’nde tek tip elbise, işkence vb. baskılardan dolayı ölüm orucuna başlayan  Devrimci Sol’dan Haydar Başbağ ile Türkiye İhtilalci Komünistler Birliği (TİKB) üyesi M.Fatih Öktülmüş 66.günde hayatını kaybetti.
  • 1987 - Son ferdi de ölen Esmer Kıyı Çintesi ("Ammodramus maritimus nigrescens") denen serçe türünün soyu tükenmiş oldu.
  • 1990- Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekilleri İstanbul’dan Diyarbakır’a “Onurlu ve Özgür Yaşam Yürüyüşü”ne başladılar.
  • 1991 - ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından yeni Hükûmeti kurmakla görevlendirildi.
  • 1992- Slovak Parlamentosu bağımsızlık ilan etti. Çekoslovakya, Çek ve Slovak cumhuriyetleri adıyla iki devlet oldu. Çekoslovakya Devlet Başkanı Vaclav Havel istifa etti.
  • 1992 - Yeni Galata Köprüsü törenle hizmete açıldı.
  • 1993- Birleşmiş Milletler Barış Gücü Somali’de Mogadişu’ya operasyon düzenledi.
  • 1994- 12 eylül askeri darbesi sonrası, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na dayanılarak işlerine son verilen kamu personelinin görevlerine dönme hakkı yasalaştı.
  • 1994 - İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin 15 Nisan’daki ilk toplantısında SHP’li ve ANAP’lıların seçildiği Başkanvekillikleri ve Katip Üyelikleri seçimlerini 19 Nisan’da veto eden Recep Tayyip Erdoğan’ın vetosuna karşı İstanbul 2.İdare Mahkemesi ”yürütmeyi durdurma” kararı verdi.
  • 1995- Çeşitli illerden Ankara’ya gelen kamu çalışanları, grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı için Kızılay’da 2 gündür oturma eylemi yapan 31 sendikanın yöneticisiyle birlikte miting yaptı. Hipodrom’dan Kızılay’a yürüyen kitle, sendikalaşan memurlara uygulanan sürgün cezalarının kaldırılmasını isteyerek, Tüm Haber-Sen’in kapatılmasını da protesto etti.
  • 1996- Cezaevlerinde 56. gününe giren açlık grevlerine duyarsız kalınmasına karşı ÇHD üyesi avukatların DGM’lerdeki duruşmalara girmeyecekleri açıklandı.
  • 1997- Sermaye Piyasası Kurulu’nun, kamuoyunda “İslamcı Sermaye” olarak tanınan Kombassan Holding aleyhine açtığı dava sonuçlandı. Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi, yurtiçinden ve yurtdışından izinsiz olarak toplanan 15 trilyon liranın hak sahiplerine iadesini sağlamak amacıyla bu paralar üzerinde Kombassan Holding’in tüm banka hesaplarındaki nakit ve menkul değerlerine “İhtiyati Haciz” koydu.
  • 1997 - Alibeyköy’de İrfan Ağdaş’ı öldürdükleri iddia edilen TEM’de görevli 3 polis memurunun yargılanmasına Eyüp 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Duruşmaya gelmeyen polislerin tutuklanması talebi reddedildi.
  • 1998- Ankara Birlik Tiyatrosu, Yılmaz Güney’in hayatını anlatan “Bir Güzel Çirkin Kral” adlı oyunun 12 ilde yasaklanmasına karşı dava açtı.
  • 1998 - Danıştay, Gökova Termik Santrali için İzmir Çevre Hareketi’nin açtığı davada Aydın İdare Mahkemesi’nin “Çalıştırılamaz”  kararını onayladı.
  • 1998 - İHD’nin çağrısıyla kitle örgütleri, partiler ve aydınlar “düşünce özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması ve cezaevlerindeki düşünce suçlularının salıverilmesi” için Sultanahmet’te toplandı.
  • 1998 - Kapatılan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası’nın mühürlenmek istenmesine karşı 850 işçi fabrika önünde eylem yaptı.
  • 1999- İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin kuruluş yıldönümü, İÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu aleyhinde gösteriye dönüştü.
  • 2000 - 2000- İstanbul Emek Platformu bileşenleri, 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin 30.yıl dönümününde Çağlayan’da miting düzenledi.
  • 2000 - İran Hükümeti, kız öğrencilerin üniformalarına renkli olabilme serbestisi getirdi.
  • 2000 - İtalya’da bir tecavüz davasında, tecavüze uğrayan kadın sadece 5 dakika “direndi” diye tecavüzcü suçsuz bulundu.
  • 2002- Greenpeace üyesi beş kişi Atakule’ye astıkları “Atık yakmayı yasaklayın” yazılı pankartla, İzmit’te bulunan Tehlikeli ve Klinik Atık Yakma Tesisi’nin çalışmalarını protesto etti.
  • 2003- Irak’ta Semava’da Toplu  Mezar Araştırma Komitesi tarafından Semava vilayeti sınırlarında iki toplu mezar açığa çıkarıldı. Baas rejimi tarafından katledilen insanlara ait bu toplu mezarlardan biri Kuweyt’in 40 km uzağında bulunurkan, diğer ise Selman ilçesine bağlı Nugre Selman zindanı yakınlarında bulundu. Söz konusu toplu mezarlarda bulunan, cenazelerin tümü Kürtlere aitti. Sayıları binlere ulaşan bu mezarların çoğunluğu kadın, çocuk, yaşlı’lılar dan oluşan savunmasız insanlara aitti.
  • 2005- Dersim Ovacık Mercan Vadisi’nde kolluk güçlerinin baskını sonucunda, Parti kongresi hazırlığında olduğu açıklanan 17 MKP (Maoist Komünist Parti)’li öldürüldü. 17 MKP’linin kimlikleri şöyle: Cafer Cangöz (Mazgirt- 1957, Genel Sekreter), Aydın Hanbayat (Mazgirt- 1960, Genel Sekreter Yard.), Ali Rıza Sabur (Ovacık- 1959, MK Üyesi), Okan Ünsal (Ankara- 1971, MK-SB Üyesi), Berna Saygılı Ünsal (Aydın- 1971, K. Delegesi), Alaattin Ataş (Hozat- 1961, SB Yazı Kurulu Üyesi), Cemal Çakmak (Erzincan- 1966, SB Yazı Kurulu Üyesi), Ökkeş Karaoğlu (Gaziantep- 1960), Kenan Çakıcı (Ankara- 1964), Taylan Yıldız (Ankara- 1977), Binali Güler (Tercan- 1969), İbrahim Akdeniz (Muş- 1972), Dursun Turgut (Malatya- 1982), Gülnaz Yaldız (Hozat- 1980), Ersin Kantar (Tercan- 1976), Ahmet Perktaş (Ovacık- 1975), Çağdaş Can (Erzincan-1983). Baskının uzun süren bir takip sonucu gerçekleştirildiği, kolluk güçlerinin MKP’lileri sağ yakalamak yerine öldürmeyi yeğlediği açıklandı.
  • 2006- Diyarbakır’da yayınlanan yerel Diyarbakır Söz Gazetesi’nde çıkan haberde, “Karanlık ilişkiler” isimli kitabı çıkaran İzmir Bayındır Cumhuriyet Savcısı Gültekin Avcı’nın Türkiye’deki karanlık ilişkilere yönelik değerlendirmelerine yer verildi.  Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın görevden alınması ile ilgili de değerlendirmede bulunan Avcı,  “Bundan böyle hiçbir Cumhuriyet savcısı, içinde askeri bir oluşumun bulunduğu izlenimi veren bir soruşturmanın peşine gitmek istemeyecektir.” şeklinde konuştu.
  • 2008- George Jerjian’ın “Gerçek Bizi Özgür Kılacak” kitabını Türkçe yayımladığı gerekçesiyle Belge Yayınları sahibi Ragıp Zarakolu, Ceza Yasası’nın 301. maddesinden mahkum oldu.
  • 2009- Tüm Bel-Sen üyeleri, grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkının kullanımı için İzmir ve D.Bakır’dan Ankara’ya yürüyüş başlattı.
  • 2010 - Sıklıkla blog sayfalar hazırlamak amacıyla kullanılan açık kaynak içerik yönetim sistemi Wordpress'in 3.0 versiyonu yayınlandı.
  • 2012- Kürtajı yasaklama girişimi Ankara ve İstanbul’da protesto edildi.

  • 2013- DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve TDB üyeleri “Gezi Direnişi’ni selamlamak için” Türkiye genelinde iş bıraktı. İstanbul’da Şişli’de DİSK Genel Merkezi önünde yürümeye başlayan kitle, polis yürüyüşe engel olunca AGOS önünde basın açıklaması yaptı.Ankara’da Kolej Meydanı’nda başlayan kitle örgütlerinin yürüyüşü Mithatpaşa Köprüsü altında TOMA’larca kesildi. İzmir’de kitle örgütlerinin iş bırakma eylemine yaklaşık 20 bin kişi katıldı; Basmane’den Konak Alanı’na yürünüldü. Hekimler de “hükümet istifa” sloganlarıyla Alsancak’tan Cumhuriyet Alanı’na yürüdü.Eskişehir’de ESPARK AVM önünde kurulan çadırlar sabah polis müdahalesiyle kaldırıldı.Gezi Parkı’nın polis zoruyla boşaltılmasına karşı Keşan’da 1.000’e yakın kişi kitle örgütleriyle birlikte protesto yürüyüşü yaptı. Diyarbakır’da da kitle örgütleri iş bırakarak yürüyüş yaptı. ÇHD/ İstanbul Şubesi: “Polisin alıkoyduğu kişileri gözaltı işlemi yapmadan bazı yerlerde tutup darp-kötü muamele yaptığına yönelik iddialar mevcut”. TTB verilerine göre Gezi Direnişi’nin ilk 20 gününde 15 binden fazla kişi sağlık kuruluşlarına ve revirlere başvurdu. Zapatistaların lideri Marcos’tan Gezi Parkı protestocularına destek açıklaması geldi. Sanatçı Erdem Gündüz akşama doğru Taksim Meydanı Metro çıkışında “durdu”. “Duran Adam”ın eylemi sosyal medyada duyurulunca destek için duranlar ilerleyen saatlerde çoğaldı. Okmeydanı’nda Gezi Parkı’na müdahaleyi protesto gösterileri sırasında başından gaz kapsülüyle ağır yaralanıp iki kez ameliyat edilen Berkin Elvan’ın uyutulduğu açıklandı. Gezi Direnişi’nde eylemcilere kimyasal içerikli tazyikli su sıkılmasına karşı CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’den İstanbul Valisi H.Avni Mutlu’ya: ”Saddam’ın kimyasal Ali’si vardı, Recep’in de kimyasal Avni’si var artık”. CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran “1 Haziran’da Kabataş iskelesi yakınında bir kadına çocuğunun yanında saldırıldığı” iddialarına ilişkin Meclis’te soru önergesi verdi.
  • 2016 - Türkiye Maarif Vakfı kuruldu.


  •  DOĞUMLAR-ÖLÜMLER

15-16 Haziran İşçi Direnişi (Dosya II)

 


1) Büyük işçi direnişinin ikinci günü: 16 Haziran'da neler oldu? (ALPASLAN SAVAŞ - SOL / Özel)

15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu.

Direniş ertesi gün de devam etti. Hatta ilk günü gölgede bırakacak ölçüde kitleselleşti. İşçiler yine fabrikalardan sabah saatlerinde yürüyüşe başladılar. Topkapı’daki işçiler Fatih ve Cağaloğlu yönüne ilerledi.  Önleri zırhlı birlikler tarafından kesilmesine rağmen aşıp Eminönün’ne ulaştılar. Niyetleri Haliç’in öbür yakasındaki işçilerle buluşmaktı. Ancak işçilerin birleşmesini önlemek için Galata köprüsünün ayakları açılıyor. 

İstinye’de Kavel işçileri Levent ve Mecidiyeköy bölgelerindeki fabrikaları harekete geçti. Birlikte Zincirlikuyu’ya yürüdüler. Eyüp, Edirnekapı, Gebze de de işçiler aynı şekilde eylemi sürdürdü. İzmit’te lastik fabrikaları ikinci günde de direnişe katıldı.

Kadıköy’de ise Otosan fabrikası önünde başlayan yürüyüşü polis engellemek istedi. İşçilere silah çektiler. Barikatı aşan işçiler Üsküdar’a, oradan da Beykoz’a doğru yürümeye devam etti. Diğer kol ise Kartal’a yürümekteydi. Yol boyunca işçiler kalabalıklaşmaya devam etti.

Kadıköy’de iskele meydanında son derece şiddetli çatışmalar meydana geldi. Öfkeli topluluk Adalet Partisi binasını tahrip etti, Kaymakamlık binasını ve bazı polis arabalarını ateşe verdi. Burada polisin silahla yaptığı müdahalede bir esnaf ve üç işçi yaşamını yitirdi. Ayrıca bir polis de hayatını kaybetti.

16 Haziran günü eylemlerin daha da büyümesi üzerine hükümet İstanbul ve Kocaeli illerinin bütününde sıkıyönetim ilan etti. Ertesi gün DİSK’e bağlı sendikaların merkez ve şube binalarına polis baskınları düzenlendi ve pek çok işçi ile sendikacı gözaltına alındı.

Eylemlerin sıkıyönetim ilan edildikten sonraki birkaç gün daha kimi işyerleri ile bazı bölgelerde sürdüğü biliniyor. Ancak direnişin esas olarak ve etkin biçimde gerçekleştiği iki gün 15 ve 16 Haziran günleriydi.

15-16 haziran’ın yankıları

15-16 Haziran günleri Türkiye işçi sınıfı iki gün boyunca kelimenin tam anlamıyla tüm ülkeyi sarstı. Direnişin gerek o günlere gerek sonrasına önemli etkileri oldu. Bu etkiler sendikal, siyasal ve sol harekete yansıdı. Peki neydi bu eylemi bu denli etkili kılan?

Neden bu kadar etkili oldu?

1970 yılında Türkiye sanayisinin kalbi sayılan iki kent Kocaeli ve İstanbul’dur. Bu iki kent Türkiye için oldukça büyük bir coğrafyayı temsil eder. 15-16 Haziran’ın etkisinin büyük olmasının bir nedeni bu coğrafi yaygınlık olmuştur.

İkinci önemli etken eylemin işyeri temelli olmasıdır. Eylemler işyerlerinde örgütlenmiş, orada başlamıştır. İşyerleri, örgütlü işçinin güçlü olduğu yerlerdir. İşyeri eyleminin katılımı yüksek olur, işçi disiplinli ve kararlı olur. 15-16 Haziran’ın işyerlerinde başlayan eylemleri buradan güç almıştır.

15-16 Haziran eylemlerinin etkisini arttıran bir diğer faktör de sektörel yaygınlığıdır. Eylemde metal işkolundaki fabrikaların ağırlığı vardır ancak petro-kimya, lastik, ilaç, gıda işkollarından da işyerlerinde işçiler eylemlere katılmıştır.

Ve yaygınlık sendikal ayrım olmaksızın da söz konusu olmuştur. Eylemde esas olarak yasa tasarısından doğrudan etkilenecek olan DİSK’e üye işçiler vardır ancak tasarının hazırlanmasında payı olan Türk-İş’e üye işçiler de eylemlere katılmıştır.

Kısacası 15-16 Haziran eylemini güçlü kılan tüm bu özellikler daha önce görülmemiş ölçekte ve etkide olması sağlamıştır. Eylem işçi sınıfının birliğini esas almıştır.

Kim örgütledi bu eylemi?

Elbette DİSK önemli bir rol oynadı. Yasa tasarısının merkezinde zaten DİSK var. Ancak eylem DİSK’in planladığı gibi başlamadı ve aslında tam da öyle devam etmedi. Eylemler sendikal merkezin etkisini aşarak ilerledi.

Dönemin sol-sosyalist hareketleri açısından baktığımızda ise pek çok örgütün iki gün boyunca işçilerin içinde olduğunu ancak hiçbirinin eylemleri belirleyecek bir etkide bulunamadı. Buna TİP de dahildir.

Peki kim örgütledi bu direnişi?

Bunun yanıtını işyerlerinde buluyoruz. 1967-70 arası DİSK’in en büyük başarısı “işyeri örgütlenmesi”dir. Türk-İş’ten farklı olarak DİSK ayağını işyerlerine basarak örgütlendi. Kendisini burada kurdu. Bu süreçte fabrikalarda mücadelede öne çıkan işçiler, sendikal kadrolar ortaya çıktı. Aslında DİSK kendisini de aşacak ölçekte siyasi ve kendisine güvenen bir taban örgütlenmesi yarattı. 15-16 Haziran direnişinin merkezi işte burası olmuştur.

Solu nasıl etkiledi?

Direniş, işçi sınıfının uzun yıllar içinde olgunlaşmaya başlayan mücadeleci kimliğini güçlü bir şekilde ortaya çıkardı. İşçi sınıfı bu iki gün, sermaye egemenliğinin öyle hiç de sarsılmaz olmadığını gösterdi. Bu, işçilerin aynı zamanda kendi gücünün de farkına varmasına yaradı.

Türkiye solunda ise özellikle o dönemin kritik tartışmalarından biri olan “Türkiye’de işçi sınıfı var mıdır” ya da “Devrim yapabilecek güçte ve olgunlukta bir işçi sınıfından söz edilebilir mi?” tartışmasına net bir yanıt verdi: “Evet, Türkiye’de işçi sınıfı vardır ve bu düzeni sarsabilecek kadar güçlüdür”.

Düzen cephesinin dersi ne oldu?

15-16 Haziran direnişinden patronların çok korktuğunu biliyoruz. Direnişin sermaye sınıfında yarattığı bu korkuya dair en çarpıcı kanıt eylemler başladığında hatırı sayılır sayıda patronun “devrim olacak” endişesiyle yurt dışına çıkmasıdır.

Bugüne kadar işçi eylemlerini fiziki zorla bastıran iktidar burada da bunu denedi. Sıkıyönetim ilanı, DİSK yöneticilerinin ve kimi işçi önderlerinin tutuklanması, yüzlerce işçinin işten atılması ve bir yıl geçmeden 12 Mart muhtırası ve faşizm…

Ancak düzen cephesi açısından 15-16 Haziran’ın bundan daha öte bir anlamı olduğunu söylemek mümkün. Sermaye sınıfı Türkiye tarihinde belki de ilk kez, işçi sınıfının toplumsal açıdan kendisini ifade etmede bu denli iddialı hale geldiğini gördü. Bunun kendisi için büyük bir tehlike olduğunu kavradı. İşçi sınıfı ve sol, bu iddianın devamını getiremediğinde sermaye sınıfı yol almayı başarmıştır.

Kim ne dedi?

İşçiler yargılanırken

Hakim bize diyor ki, “Gelin yürümedik deyin, çıkmadık deyin. Bakın çocuklar ben abimin çocuğuna ceza vermiş hakimim. Önümüzdeki kitaba göre karar veriyoruz. Burada kahramanlık falan yapmayın.”

Sonra ifade almaya başladı. Hakim sordu:

“Sayın Adil Harmancı, 15-16 Haziran tarihlerinde yürüdün mü?

Yürüdüm Hakim bey

Oğlum?

Yürüdüm Hakim bey,

Oğlum!

Yürüdüm Hakim bey”

Sonunda Hakim “peki neden yürüdün” diye sordu:

“Hakim yürüdü, savcı yürüdü, subay yürüdü, polis yürüdü. Patlıcan yürüdü, domates yürüdü, biber yürüdü, ben de yürüdüm”

Ben de yürüdüm derken elini yumruk yapıp göğsüne vurdu.

“Oğlum etme eyleme…

Yok, yürüdüm.

Yürüdün mü?

Yürüdüm”

Hakim “Hadi şimdi de yürü cezaevine” diye tutukladı onu. Ne kadar kaldı bilmiyorum ama çok yatmadı sanırım.

(Doğu Glvaniz fabrikasından Hasan Kahraman’ın yargılamalarla ilgili aktardıkları- “Kaynak: “İşçilerin Haziranı- sf.765, Zafer Aydın”)


Patronların korkusu

“Biz size hafif geldik. Yani siz artık işvereni muhatap almama noktasına geldiğinize inanıyorsunuz. Diyorsunuz ki bizim mücadelemiz bir işyerinde işçi haklarından çıkmıştır, siyasi bir mücadele ülkenin iktidarına el koyma mücadelesidir. Muhatabınız biz değiliz. Biz kenara çekildik. Bizim üzerimizden silindir gibi geçtiniz. Bizi ittirdiniz, kaktırdınız. Şirketin ne yöneticisi ne bilmemnesi kaldı. Kendi kendinize harekete geçtiniz. Emirler veriyorsunuz, pazubantlı adamlar dolaşıyor ortalıkta…

…Hareket o kadar güç kazanmaya başladı ki, dedim ki galiba ayvayı yemek üzereyiz… Çünkü orduyu da polisi de işin içine soktular… Töbder diye öğretmenler katıldı. Bütün meslek örgütleri, barosu, mühendisler odası, doktorlar odası hepsi bunlara katıldı. O zaman müthiş bir kuşatılmışlık hissi geldi. Ben dedim ki gidiyor hadise. Ve samimi söylüyorum, Türkiye’den kaçmaya karar verdim…”

(Arçelik fabrikasında üst düzey bir yöneticinin aktardıkları- “Kaynak: “İşçilerin Haziranı- sf.913, Zafer Aydın”)

15-16 Haziran direnişi Türkiye’de düzeninin gücünün mutlak olmadığını, patronların yenilmez olmadığını, işçilerin onlara muhtaç olmadığının da kanıtıdır.

İşçi sınıfının iktidarı mümkün ve zorunludur.

Bizim 15-16 Haziran dersimizin özeti budur.

(ALPASLAN SAVAŞ - SOL / ÖZEL)

Yararlanılan kaynaklar:

Aydın, Zafer; “İşçilerin Haziranı:15-16 Haziran 1970”, Ayrıntı Yay. 2020

Maden-İş Tarihi Çalışma Grubu; “Derinden Gelen Kökler-I içinde 15-16 Haziran Direnişi Dosyası”, sf.335-429, Sosyal Tarih Yayınları, 2017
http://www.birlesikmetalis.org/kitap/derindengelenkokler_c1.pdf

Sülker, Kemal; “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, Yazko,

Hekimoğlu, Cemal; “15-16 Haziran’a Övgü: İki Gün İki Sınıf”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-hazirana-ovgu-iki-gun-iki-sinif/

Sur, A.Esin; “15-16 Haziran”, Gelenek, Sayı 53 https://gelenek.org/15-16-haziran/

Güler, Aydemir; “TİP, tarih, bugün”, sol Haber Portalı, 15.02.2020 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/tip-tarih-bugun-280546

Güler, Aydemir; “Kaçınılmaz olan”, sol Haber Portalı, 15.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/kacinilmaz-olan-159192

Savaş, Alpaslan; “Bir kez daha 'işçiler var' diyebilmek için”, sol Haber Portalı, 17.06.2016 https://haber.sol.org.tr/yazarlar/alpaslan-savas/bir-kez-daha-isciler-var-diyebilmek-icin-159420

                                                                    ***

2) İhsan Çaralan: 15-16 Haziran direnişini inşa eden işçi inisiyatifiydi (Hilal Tok - Evrensel)

Dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan 15-16 Haziran'da hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade etti.

15-16 Haziran, işçi hareketinin mücadele tarihinde bir mihenk taşı olarak duruyor. O gün ile bugün arasındaki bağı bulmak, bugünün işçi hareketi önündeki engelleri tespit etmek ve çözüm yollarını bulmak konusunda oldukça elzem. O dönem hareketin işçi inisiyatifiyle inşa edildiğini ifade eden dönemin Öğrenci Birliği Genel Sekreteri, Evrensel Yazarı İhsan Çaralan işçilerin başarıya ulaşmak için patrona karşı mücadelesinin yanında sendikal bürokrasiye karşı mücadele etmesinin önemine dikkat çekiyor.

15-16 Haziran direnişi, sadece tarihin sayfalarında kalan bir anma günü mü? Bu direnişi hâlâ hatırlamanın önemi ne, direnişin deneyimi ve birikimlerinin bugüne katkısı nasıl?

50 yıldan beri kutlanan iki önemli gelenek var. Bunlardan birisi 6 Mayıs günü andığımız Deniz, Yusuf, Hüseyin’in şahsında devrimci gençlik hareketi. İkincisi ise 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi şahsında aslında 1960’lı yıllardaki işçi hareketidir. Eğer bu dendiği gibi geçmişte olmuş bitmiş bir hareket olsaydı, bu kadar uzun süre anılmazdı. Her iki hareket de bugün de hâlâ konuştuğumuzda, üstünden yeni şeyler konuşabildiğimiz, öğrendiğimiz hareketler. 15-16 Haziran hareketi iki günde olmuş bitmiş hareket değil tabii, öyle olsaydı bu da işçi sınıfının bir atağı gibi görünüp kalırdı. 1960’lı yıllardaki işçi hareketinin ucu 1963’te Kavel direnişi ile başlar aslında. Kavel direnişi sürecinde ortada bir sendika yasası ve grev yasası yoktur. Bu bakımdan da işçilerin yaptığı her türlü grev hareketi yasa dışıdır. Hareket yasa dışı olmasına karşın fiilen son derece uzun ve başarılı bir grevden sonra başarı ile sonuçlanmıştır. Arkasından gelen önemli olay DİSK’in 1967 yılındaki kuruluşudur. DİSK, Türk-İş’ten ayrılan 4 sendikanın kurulması ile oluşan bir örgütlenme olarak başlamış ve sonra çeşitli iş kollarını da kapsayarak büyümüştür. Türk-İş’in politikalar, politika dışı ya da partiler üstü diye ifade ettiği, aslında iş birlikçi sendikacılık anlamına gelen anlayışa karşı kurulmuştur DİSK. En azından işçilerin büyük çoğunluğu Türk-İş’ten ayrılırken kendilerini mücadeleci bir sendikacılık, hatta sınıf sendikacılığı çizgisinde bir sendika kurma amacı ile ortaya koymuşlardır burada örgütlenirken. 1952’de Türk-İş kurulmuştur, ama Türk-İş grev hakkı, toplu sözleşme hakkı olmayan bir konfederasyon olmuştur, daha çok bir dernek gibi faaliyet göstermiştir. Bugün sendikal harekette “sendika bürokrasisi” dediğimiz... Sendikaların daha burjuva gibi yaşayan, işçi sınıfının içinden çıkmış ama işçisiyle bağı kalmamış, işçi aristokrasisi olmuş, daha sonra da sendika bürokrasisi olmuş bir yapısı vardı. Yani milletvekillerinden bile yüksek maaş alan sendika yöneticilerinin olduğu bir üst kabuk oluşturmuşlardır ve bu kabuk bugün de işçi hareketinin başındaki en önemli belalardan birisidir. ’60’larda Türk-İş böyleydi aşağı yukarı. Sendika bürokratlarının yönetimindeydi. DİSK ile buradan ayrılanlar nispeten burada bir ilerleme sağlamak üzere, -yani sendika bürokrasinin denetiminde olmayan sendikalar oluşturmak gibi fikri de vardır mutlaka ama- sonuçta Türk-İş’in ekolünde yetişmiş kişilerdi. Ama 1967’den sonra, DİSK’e geçmek isteyen işçiler, patronlar tarafından, Türk-İş tarafından önlerine barikatlar oluşturulması karşısında mücadeleyi ilerleterek başka bir safhaya geçmişlerdir. Yani çeşitli işyerlerinden özellikle az çok mücadelenin içinde öne çıkan işçiler, kendileri inisiyatif alarak bir mücadele hattı oluşturmuşlardır.

İŞÇİLER KENDİLERİNİ DE DEĞİŞTİREREK İLERLEDİLER

İşçilerin böyle inisiyatif almasını sağlayan, ilerleten, mücadelelerinde başarılı olmasını sağlayan DİSK miydi?

Mesela şöyle söyleyeyim size; Sungurlar fabrikası diyelim. Bu dönemde Haliç’te önemli bir fabrikadır. Burada Türk-İş’ten DİSK’e geçecekti işçiler; patron kabul etmiyor, Türk-İş engel olmaya çalışıyordu. İşçiler fabrikayı işgal ediyorlar. Şimdi bakarsanız bu işgali DİSK’e geçmek için yapıyorlar ama burada asıl etki o mücadeleyi başlatan işçilerindir, DİSK’in değil. Asıl olarak burada o mücadelenin önüne gelip başlayan işçilerin inisiyatifi. İşçiler bu mücadelelerde kimle iş birliği yaptı? Sendikanın merkezinden çok kendilerinden önce bu mücadeleye girmiş ve başarılı olmuş işçilerle. Örneğin, Sungurlar işçileri, Demir Döküm fabrikasındaki temsilcilerle konuşarak yaptılar. Bunu nasıl yapacaklarını onlardan öğrenerek... Dolayısıyla ilk kez Türkiye’de işçiler kendi talepleriyle ve kendi inisiyatifleriyle karar aldıkları bir süreç başlatmıştır. ’67 ile 15-16 Haziran arasındaki süreci esas belirleyen budur. Bu fabrika işgalinde desteğe ilk giden öğrenciler oluyor genellikle. O dönemdeki öğrenci hareketi de yüksekti. O öğrenciler de gerek sosyalizmle ilgili yeni temas ettikleri bilgiler etrafında, gerekse genel olarak devrimci mücadelenin yüksek seyri içinde işçi hareketine karşı bir yakınlık duyuyorlardı. Arkasından mahalle halkı geliyordu. Arkasından ise jandarma ve polis geliyordu direniş olan fabrikaya. Sendikacılar bütün bu şeylerin ötesinde bir sonuca bağlanmasını bekliyorlardı. İşçilerin, patronu ve polisi, jandarmayı orada alt ederek taleplerini kabul ettirmesini bekliyordu. Şimdi aşağı yukarı bütün fabrikalardaki bu geçişler, o dönem bu anlattığım prosedür içinde aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişti. Ve bu geçişler aynı zamanda işçilerin içinde ileri bir işçi tabakasını da ortaya çıkarttı. İşçiler bir taraftan da bir eylem içinde kendilerini de değiştirerek dönüştürerek bir noktaya doğru ilerlediler, bilinçlerinde de ilerleme oldu.

DÖNEMİN İKİ ÖNEMLİ HAREKETİ: İŞÇİ VE GENÇLİK

15-16 Haziran’a gelirsek… O zaman da bu kararı aldıran, harekete geçen asıl olarak işçiler miydi?

İşçiler 15-16 Haziran’da zaten karar aldılar. Burada tabii ki DİSK’in tutumu önemliydi. Bilmeyenler için hatırlayalım; 15-16 Haziran direnişi, Adalet Partisi iktidarı ve CHP ile iş birliği içinde, aslında Türk-İş’ten DİSK’e geçişleri önlemek ve DİSK’in büyümesini engellemek üzere getirilmiş bir yasaya karşı başladı. Öyle bir yasa hazırlanmıştı ki, örneğin DİSK’in sadece bir tek sendikası yetkili sendika olabiliyordu; yüzde 33 ile Maden-İş Sendikası. Onun dışındaki bütün sendikalar etkisiz hale geliyordu. 15-16 Haziran direnişi bu gelişmenin son ve büyük eylemidir. Burada temsilciler kararı aldılar. Nitekim daha sonra sendika yöneticileri sıkıyönetim mahkemelerinde, 15-16 Haziran’da temsilcilerinin karar aldığını ve kendilerinin bir dahli olmadığını söyleyecek kadar da bu işin dışında kalarak sahip çıkmadılar direnişe. Bu bakımdan da ben bu mücadeleyi asıl olarak ileri işçilerin inisiyatif aldığı bir mücadele olarak anlamamız gerektiğini doğru buluyorum.

O dönem iki tane güçlü hareket var, biri işçi, biri gençlik hareketi. Gençlik hareketi antiemperyalistir, sosyalisttir, sömürüsüz savaşsız bir dünya mücadelesi içindedirler. Türk-İş’ten DİSK’e geçmek için mücadele eden, aynı zamanda hızla sınıf mücadelesi, sosyalizm tartışması da yapan bir işçi hareketi de vardır. Aynı denize doğru paralel akan iki nehirdir bu iki hareket. Bu iki nehir de coşkulu aktıklarında birbirine karışıyor. Mücadelenin temposu yükseldiğinde gençlik hareketi ile işçi hareketi birbirine karışıyor.

15-16 Haziran’da işçi hareketine darbe vuruldu önce, arkasından da gençlik hareketinin temelleri çökertilmeye çalışılmış, hem de önderleri katledilmiştir. Ve bu iki hareket, bugüne gelen mücadele geleneğinin de temellerini atmıştır. 15-16 Haziran sıkıyönetimle önü kesilen bir hareket oldu. Bu bakımdan da o günler işçi hareketinin hem zirvesidir hem de sonuna geldiğinin ifadesidir. Artık daha sonraki işçi hareketi yeniden başlayacaktır. Tabii bu sıkıyönetimde tutuklamalar oldu. Mücadeleye önderlik eden çeşitli işyerlerindeki işçi önderleri tutuklandı. Gençlerden de tutuklananlar oldu. Ben de ilk gözaltına alınanlardanım. Öğrenci Birliği genel sekreteriydim ve işçi hareketine karşı sıkıyönetimin ilan edilmesini protesto etmek için 20 Haziran’da başlayacak sınavlara girmeme kararı aldık. Ben telefonda bu kararı diğer fakültelere bildirirken dinlendim ve sabah saat 6’da gözaltına aldılar beni. Sıkıyönetim mahkemesi tarafından yargılandı işçi önderleri de. Ama esas darbe bu harekete önderlik eden işçilere oldu. Fabrikalarda kara liste oluşturularak işçiler tasfiye edildi. 4 bin 500 işçi işten çıkarıldı. Bu işçiler bir daha hiçbir fabrikada işe alınmadılar. Doğrusunu isterseniz sendikalar da buna göz yumdu. Belki de bazı sendikaların en azından bazı yöneticilerin patronlarla iş birliği içinde davrandıklarını da söylemem herhalde yanlış olmaz.

SENDİKALI OLMA MÜCADELESİYLE BÜROKRASİYE KARŞI MÜCADELE DE ŞART

O mücadeleden bugüne dair sonuçlar çıkarırken asıl olarak neyi tartışmalıyız?

O günden bugüne koşullar bugüne göre pek çok konuda çok farklı. Bütün o sözünü ettiğimiz süreçte işçiler inisiyatif alıp harekete geçebiliyordu. Bugün büyük ölçüde sendikal bürokrasi çok daha güçlenmiş durumda. Hem kendi deneyimlerinden hem sermaye ile olan ilişkilerinin daha da ileri gitmiş olmasından, hem de bugün ortaya çıkan pek çok başka imkanlardan da yararlanarak sendika bürokrasisi bugün hakikaten herhangi bir devlet bürokrasisinden bile daha bürokratik bir yapıya kavuşmuş bulunuyor. Mesela yakın zamanda TÜPRAŞ işçilerinin direnişi vardı. Bakıyorsunuz Koç Holding 88 kişilik liste çıkarmış, bunları çıkaracağız diye sendika ile konuşuyor. Sendika 80 olmasın da 40 olsun 50 olsun pazarlığı yapıyor. Sendikacılar en ileri gittiklerinde bile patronlarla işçiler arasında ara bulucu rolü oynuyor ve burada genellikle bu rolü patronlardan yana olarak oynuyorlar. Bu açıdan işçi hareketini daha büyük ve çeşitli yönleri ile bölme ve kontrol altına alma konusunda daha başarılı bir bürokrasinin bugün var olduğu bir gerçek. Öte yandan da işçi inisiyatifinin çok çabuk oluşabildiği koşulların da oluştuğunu görüyoruz. Mesela 2015’teki büyük metal direnişinde 3 gün içinde bütün fabrikalarda örgütlenerek sendikayı da reddederek patrona karşı da meydan okuyabildiklerine de tanık olduk. Bu bize şunu gösteriyor ki, bugünün işçileri o günün işçilerine göre belki bazı bakımlardan daha zor şartlarda ama bazı bakımlardan da daha kolay öğrenebilecek ve bu örgütünü hızla ilerletebilecek olanaklara sahip. Burada iletişim araçlarının gelişmesi, kişilerin bilgiye varma araçlarının büyük önem kazanmış olması gibi etkiler de var. Ocak ayındaki çoğu hareket sendikasız işyerlerindeydi mesela. Buradan şu çıkmamalı tabii; demek ki sendikasız olmak daha iyi. Değil, ama sendikalı olmak da meseleyi çözmüyor. O zaman sendikalı olma mücadelesi veya herhangi bir şekilde patrona karşı mücadele ve antidemokrat sendika bürokrasisine karşı bir mücadelede birleşmedikçe, işçiler sendikal bürokrasi engelini aşacak önlemleri alamadıklarında başarılı olma şansları son derece düşük diyebiliriz.

ÖRGÜTLENMEKTE ISRAR ETMEK ÖNEMLİ

Bugünkü işçi hareketinin durumu, hareketin aşamadığı sorunlar ve nedenleri ne? Bu sorunlar nasıl aşacak?

Günün en önemli sorunu tabii ki örgütlenme meselesidir. Yani bugün Türkiye’deki sendikalaşabilir aşağı yukarı 13 milyon işçilerden ancak 2 milyona yakını sendikalı. Ama bunların önemli bir kısmı da toplu sözleşme yapabilecek bir örgütlülük düzeyinde değil. Bu bakımdan ülkede en önemli şey, sendikalaşmanın yaygınlaştırılması. Biraz önce sözünü ettiğimiz sendika bürokrasisine olan güvensizlik, öfke, işçilerin satılmış olması, bunlar hep engellerdir. Ama buna rağmen bakıyoruz ki aslında son yıllarda sendika bürokrasisi bu kadar işçiyi satmasına rağmen bir işyerinde bile iki kere üç kere yeniden sendikaya ulaşmak için harekete geçebiliyor işçiler. Bu da işçilerin sınıfsal bakımdan sendikalaşmaya karşı olmadıklarını gösteriyor. Dolayısıyla temel şey budur; örgütlenmekte ısrar etmek. Tabii sendikaların mücadeleci sendikalar olması, sendikalı işyerlerinde o işçinin örgütlenmesi, yani işyerinde örgütlü değilse işçi hiçbir şekilde örgütlü değildir. Yani işçilerin işyerindeki üniteleri etrafında sendikalı olarak örgütlenmesi ve buradan kararlar alabilmesi, işyerinde toplu sözleşme yaparken burada tartışması, taleplerini burada belirlemesi ve bu taleplerin arkasında olacağım derken, örgütlü olarak lafını etmesi. Toplu sözleşme masasında sendikacı ile patronunu baş başa bırakmak yerine ona dışarıdaki eylemleri ile sendikacının ensesinde olduğunu göstermesi gerekiyor. Bu mücadelenin hakikaten ustaca yürütülmesi gereken bir mücadele olduğu aşikar. Bürokrasi ve patronlar, işçi izleme yöntemlerinin gelişmiş olması, teknolojiden bunun için yararlanmaları gibi birtakım deneyimlere sahip oldular ve bu işleri zorlaştırmaktadır. Ama eğer bir kurtuluşa gidecekse işçiler, bu zor işi başarmaları gerek. Bunu başarabileceklerini de her zaman gösteriyorlar aslında bakarsanız. Şu ağır şartlarda bile çeşitli işyerlerinde hâlâ sendikalaşmaların sürdüğünü ve işçilerin hareket halinde olduğunu görüyoruz.

                                                                     ***

3) 15-16 Haziran’ın izinden gitmek (Erkan Aydoğanoğlu / Evrensel)

Türkiye’de işçi sınıfı mücadelesi açısından en önemli dönüm noktalarından birisi olan 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin üzerinden 52 yıl geçti. Ülke tarihinin en büyük ve en kitlesel işçi direnişi, aradan geçen süreye rağmen, anlamını ve önemini koruyor.

1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren büyük ölçüde işçilerin iradesiyle gerçekleşen hak arama eylemleri ve örgütlenme girişimleri, işçi hareketine daha önce görülmemiş düzeyde canlılık kazandırmıştı. 1967-70 döneminde ağırlıklı olarak özel sektörde çalışan işçilerin DİSK’te örgütlenmeye başlamasıyla birlikte, Türkiye işçi hareketi ilk kez sermayeden ve devletten bağımsız bir çizgiye yönelmeye başladı. Öyle ki işçi sınıfının o zamana kadar kendiliğinden gelişme gösteren karakteri 15-16 Haziran direnişi sonrasında ciddi bir sıçrama yaşadı. 

İŞÇİLER ÖRGÜTLENME HAKKINA SAHİP ÇIKIYOR

15 Haziran günü, 115 iş yeri ve 80 bin işçiyle başlayan, 16 Haziran günü 168 fabrika ve 150 binden fazla işçiyle devam eden 15-16 Haziran direnişi etkisini en çok, Türkiye işçi sınıfının kalbi sayılan İstanbul ve İzmit’te gösterdi. İstanbul’da, Gebze’de, İzmit’teki fabrikalarda üretim büyük ölçüde durdu. Her tarafta işçiler çeşitli yürüyüşler, mitingler düzenlediler ve kent merkezlerine doğru akmaya başladılar.

15-16 Haziran eylemlerinin temel nedeni, 1963 yılında yürürlüğe giren 274 ve 275 sayılı sendika ve toplu sözleşmelere ilişkin yasaları değiştirip DİSK’i etkisizleştirmek, işçilerin bir sınıf olarak mücadeleci bir sendikal merkezde örgütlenmesinin önüne geçmekti. 15-16 Haziran eylemleri öncesinde DİSK yönetiminin bu yönde bir kararı yoktu. Hatta eylemler sürerken Dönemin DİSK Başkanı Kemal Türkler radyodan işçileri sakin olmaya davet etti. 15-16 Haziran direnişi işçi sınıfının kendi iradesi ve inisiyatifiyle harekete geçtiğinde ne kadar etkili bir güç olduğunu gösterdi ve dönemin iktidarı eylemlerin daha da büyümesinin önüne geçmek için 16 Haziran akşamı Kocaeli ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan etti.  

15-16 Haziran direnişi, özellikle sendikalarına, örgütlenme hakkına sahip çıkan ve haklarını korumak için birleşen işçilerin, bir sınıf olarak kendi güçlerinin farkına vardığında, kendi içinde birliği sağladığında neler yapabileceğini dosta düşmana göstermesi açısından önemli dersler içeriyor. Farklı sendikalara üye ya da sendikasız on binlerce işçinin o dönem ortaya koyduğu mücadeleci tutum, tüm engellemelere rağmen gösterilen cesaret ve kararlılık, aradan geçen 52 yıla rağmen önemini koruyor.

İŞ YERİ MERKEZLİ ÖRGÜTLENMENİN ÖNEMİ

15-16 Haziran 1970 tarihlerinde eylemlere katılan işçi sayısının fazlalığı, DİSK ve Türk-İş’e bağlı farklı sendikalara üye ve sendikasız işçilerden katılımların yoğun olması, iş yeri örgütlülüğünün güçlü olmasının, sendikaların gücünü doğrudan fabrikalardan ve iş yerlerinde yaşanan sorunlardan almasının somut bir sonucuydu.

İşçi hareketi ve sendikal mücadele, o dönem büyük fabrika ve işletmelerde çalışan örgütlü işçilerin öncülüğünde yürütüldü. Kitlesel işçi eylemleri, fabrika işgalleri ve grevlerin başarısında iş yerlerine ve işçilerin iradesine dayanan sendikal çalışmaların rolü belirleyiciydi.

Sendikaların iş yeri temelinde örgütlenmesi, iş yeri merkezli çalışmanın benimsenmesi, iş yeri temsilciliklerinin ve o dönem çok sayıda fabrikada fiilen kurulan iş yeri komitelerinin mücadelenin her aşamasında aktif olarak yer alması, o dönemdeki eylem ve direnişlerin etkili ve kitlesel olmasını sağladı.

15-16 Haziran direnişi, sadece yarattığı sonuçlar açısından değil, en temel hak ve özgürlüklerini korumak ve geliştirmek için birleşen işçilerin kendi öz gücünün farkına varması, işçi sınıfının kendi içinde birliğini ve beraberliğini oluşturduğu zaman neler yapabileceğini göstermesi açısından da önemli dersler içeriyor.

15-16 HAZİRAN’IN AÇTIĞI YOL

15-16 Haziran direnişinin işçi sınıfı mücadelesi ve sendikalar açısından günümüze taşıdığı en önemli ders, sendikaların sermayeden ve onun siyasal temsilcilerinden ayrı ve bağımsız olarak örgütlenmesi, hakları ve kendi sınıf çıkarları için birleşerek ve birlikte mücadele ederek ilerlemesinin tek çıkış yolu olduğudur.  

Bugün için 15-16 Haziran direnişinin izinden gitmek ne anlama gelir sorusuna, fabrikalarda 52 yıl önce işçiler birbirini ve sendikalarını nasıl örgütlenmiş, sendikal bürokrasiye rağmen kendi öz örgütleri olan sendikalarına nasıl sahip çıkmışlarsa öyle yapmak gerekir yanıtı verilmelidir. Bugün açısından 15-16 Haziran’ın izinden gitmek demek, sendikalardaki her türlü bürokratik, sınıf dışı, yozlaşmış eğilim ve uygulamalara karşı mücadeleci sınıf sendikacılığı çizgisini güçlendirmeyi, sendikaları yeniden işçilerin birleşme ve mücadele örgütleri haline getirmeyi gerektiriyor.





KISA KISA GÜNDEM (16 HAZİRAN 2022)



1) Kiğılı'dan kadın işçilere tepki çeken kıyafet maili: 'Mavi yaka çalışma arkadaşlarımız...' (SOL)

Erkek giyim markısı Kiğılı'nın kadın çalışanlarına gönderdiği "Kıyafet yönetmeliği" maili tepki çekti.

Aykırı'da yer alan habere göre, söz konusu yazıda, "Mavi yaka çalışma arkadaşlarımız ile birlikte çalıştığımız için özellikle dekolte, etek boyları konusunda aşırıya kaçılmaması ve basen dikkat çekmeyecek şekilde giyinilmesi gerektiğini bilgilerinize sunarız" denildi.







2) Sosyal medyaya sansür düzenlemesinin tamamı komisyondan geçti (SOL)

Bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülen ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun yer aldığı sosyal medya sansür yasasının tamamı TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. AKP ve MHP’nin 26 Mayıs’ta TBMM Başkanlığı’na sunduğu, basın kartı verilmesi ve iptaline ilişkin düzenlemelerin yanı sıra ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçunun yaratıldığı 40 maddelik Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçti. Teklifin müzakereleri geçen perşembe başlamış ve ilk madde kabul edilmişti. Dün de ikinci madde üzerinden devam edilmiş ve 14 madde daha AKP ve MHP oylarıyla geçilmişti. Teklifin görüşmeleri Çarşamba günü, TBMM Plan Bütçe Salonu’nda 16. maddeden devam etti. AKP tarafından, Basın İlan Kurumu’nun yetkilerini artıracak iki madde ihdası önerildi. Yurt dışında Türkçe yayın yapan gazeteler ile internet haber sitelerinde Basın İlan Kurumu aracılığıyla ilan ve reklam yayınlatılması, bu yayınlara destek verilmesine dair usul ve esasların Basın İlan Kurumu Genel Kurulu tarafından belirlenmesi ve Basın İlan Kurumu’nun gerektiğinde yurt dışında temsilcilik açabilmesini amaçlayan iki önerge sunuldu. Muhalefetin itirazları üzerine önergeler geri çekildi. Ancak önergelerin TBMM Genel Kurulu’nda yeniden verilmesi kararlaştırıldı.(Muhalefet milletvekilleri 29. maddenin teklif metninden çıkarılması için görüşmelere katıldı) ‘Dezenformasyonla mücadele' iddiasıyla hazırlanan teklifin en çok tartışılan “halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla kamu barışını bozma” gibi gerekçelerle ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ şeklinde yeni bir suç tanımlaması yapılan 29. madde üzerindeki görüşmeler başlayınca komisyon üyesi dışındaki milletvekilleri de komisyona katıldı. Muhalefet milletvekilleri, maddenin teklif metninden çıkarılması için konuşmalar yaptı. Milletvekillerini konuşmasının ardından Yargıtay 8. Ceza Dairesi üyesi İhsan Baştürk söz aldı. Baştürk, hangi fiilin suç olarak tanımlandığının açık ve net, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak şekilde belirlenmesinin hukuki önemine vurgu yaptı. Baştürk, bu suçun yüzde 99 basın yoluyla işlenebileceğini ve bu suçun basın yoluyla yapılmasının ağırlaştırıcı neden sayılmasının kanun yapma tekniği açısından sıkıntı yaratacağını belirterek şöyle devam etti: “Gerek Türk Ceza Kanunu’na gerek özel ceza kanunlarımıza baktığımızda; Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen ve iptale gerekçe olarak en sık başvurulan ilkelerden birisi belirlilik ilkesidir. ‘Ülkenin iç ve dış güvenliği’ kavramı, ‘kamu barışını bozma’ kavramı... Bunların içeriğinin belirlenmesinin yargı erki tarafından uygulanmasında önemli tartışmalar çıkabileceğini tahmin etmek hiç de güç değildir. ‘Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı’ ile ilgili bilginin ne olduğunun belirlenmesi oldukça güçlük arz edecektir. Akabinde bu bilginin ne olduğu belirlense bile ‘kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yayılması’ unsurunun belirlenmesi de ayrı bir güçlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan teklif metninde yer alan ‘alenen yayma’ ifadesinin ne olduğunun belirlenmesi, uygulamada güçlük doğurabilecek nitelikte gözüküyor.” (Tuncay Özkan komisyonu terketti)   Yargıtay temsilcisinin konuşmasının ardından teklif sahipleri MHP’li Feti Yıldız ile AKP’li Ahmet Özdemir söz aldı. Feti Yıldız, İhsan Baştürk için “Suç felsefesi yaptı” ifadesini kullandı. Ahmet Özdemir, “Boş hikaye anlattın. Dört tane ana unsur var. Bir tanesi bile eksik olsa bu suç işlenemez. Afaki içi boş değerlendirme. Bu değerlendirmeyi kabul etmiyorum” dedi. CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, teklif sahiplerinin sarf ettiği sözlere tepki gösterdi. Bu sırada Adalet Komisyonu Başkanı Abdullah Güler, Tuncay Özkan’a söz vermediğini söyledi. Özkan, “Özgürlük ortamını konuşuyoruz. Yap sen tek başına. Katılmıyorum hiçbirine. Yargıtay’da uygulamayı yapacak olanı sustur, gazeteciyi sustur. Buyur sen konuş” dedi. Özkan, Adalet Komisyonu’na terk etti.(Maddede rötuş yapıldı)  AKP’nin sunduğu önergeyle maddedeki suçta ve cezada değişikliğe gidilmeden cezayı artıran ibarede rötuş yapıldı. “Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” ibaresi “Failin, suçu gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” olarak değiştirildi. 

3) 15-16 Haziran Büyük İşçi Kalkışması'nın yıldönümünde TKP Tuzla'da yürüdü (SOL)

Türkiye Komünist Partisi (TKP) 15-16 Haziran Büyük İşçi Kalkışması'nın 52. yıl dönümünde Tuzla'da bir yürüyüş düzenledi.




4) Bozcaada'ya midibüs ve otobüslerin geçişleri yasaklandı (SOL)

Bozcaada İlçe Trafik Komisyonu kararı doğrultusunda, Geyikli-Bozcaada arasındaki feribot hattında, midibüs ve otobüs tipi araçların geçişleri yaz sezonu boyunca yasaklandı. TIR, kamyon ve iş makinesi tipindeki araçlar ise pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri geçiş yapabilecek. Karar, 17 Haziran Cuma gününden itibaren geçerli olacak. Ayrıca Çanakkale’nin Lapseki ilçesine bağlı Çardak beldesindeki feribot iskelesi, kullanım izninin dolması nedeniyle kullanıma kapatıldı. Bunun üzerine Çardak- Gelibolu arasındaki feribot seferleri durdu.

5) Cengiz İnşaat'a ait taş ocağında maaşları ödenmeyen kamyoncular kontakt kapattı (SOL)

Cengiz İnşaat’ın Rize'deki İyidere Lojistik Liman inşaatının deniz dolgusuna taş temin etmek için dünyada koruma altında bulunan 250 vadiden biri olan Eskencidere’de açtığı taş ocağında çalışan 80 kamyon şoförü, aylardır ücretlerini alamadıkları gerekçesiyle kontak kapattı. ANKA'nın haberine göre kamyoncular, taşıma ücretleri ödenene kadar eylemlerini sürdüreceklerini açıkladı. Kamyonculardan Haşim Öztürk, şunları söyledi: "Biz, canla başla ve namuslu bir şekilde, bu hayat pahalılığında İkizdere’nin Eskencidere vadisinden Cengiz İnşaat’ın İyidere’de yapımını üslendiği lojistik liman inşaatı dolgusu için taş ve hafriyat taşıyoruz. Bugüne kadar, yani 90 gün oldu, sorumlulardan paralarımızı ödemelerini istedik ancak bizi duyan olmadı. Tam 90 gün oldu, hala paralarımız ödenmiyor. Biz, bu durum karşısında tek çare olarak, İyidere lojistik merkezine taş taşıyan kamyoncular olarak karar aldık ve kontak kapattık. Eylemimiz başladı, paramız ödenene kadar eylemden vazgeçmeyeceğiz. Kamyoncu arkadaşlarımız ve bizler mağduruz. Sesimiz yetkililere duyurmak için bu eylemi yapmaktan başka çaremiz kalmadı. Biz, emeğimizin karşılığını istiyoruz. Bizim hiç kimse ile ilgili bir sorunumuz yoktur. Burada aç susuz aylardır çalışıyoruz ve hak ettiğimiz paralarımız verilmiyor. Biz, emeğimizin karşılığı olandan fazlasını istemiyoruz. Bizler de ev, ocak geçindiriyoruz. Paralarımız ödenene kadar bu eylemimiz devam edecek."

6) Çocuk istismarından yargılanan tarikat liderinin şikayeti üzerine İsmail Saymaz'a para cezası (SOL)

Gazeteci İsmail Saymaz Yol TV'de yayınlanan “Esas Mesele” programında, tarikat lideri Büreyde Öncel’in çocuk istismarı suçlamasıyla yargılandığını söylemiş, Büreyde Öncel de Saymaz'ın kendisine hakaret ettiği suçlamasıyla dava açmıştı. Dava Saymaz'ın aleyhinde sonuçlandı. MLSA'dan Eylem Sonbahar'ın haberine göre, İstanbul 35. Asliye Ceza Mahkemesinde dördüncü duruşması görülen davaya Saymaz katılmazken avukatları Aslı Kazan ve Serdar Laçin hazır bulundu. Avukatı Ferhat Küle de Büreyde Öncel adına davaya katıldı. Saymaz'ın avukatı Serdar Laçin, “Anayasa’ya aykırılık ve çekilmeye davet talebimiz var. Dosya, basit yargılama usulü ile başlamıştır. Mahkemeniz mahkumiyet kararı vermiştir. İtirazımız üzerine dava açıldı ve yargılama bu esas üzerinden devam ediyor. Hakimi çekilmeye davet ediyoruz. Savcılık görüşü de alınarak değerlendirme yapılırsa ona göre savunmamızı yapacağız” dedi. (Çekilme ve AYM'ye başvuru talepleri reddedildi) Duruşma savcısı Laçin’in taleplerinin reddine karar verilmesini istedi. Mahkeme de usul yasasında yer almadığı gerekçesiyle çekilme talebini ve AYM’ye başvuru taleplerini reddetti. Katılan vekili Küle, “Kamu görevini ifa eden basın, ölçülülük ilkesine göre hareket etmelidir. Sanık yayınlarında cinsel istismar var gibi konuşmuştur. Cezalandırılmasını talep ediyoruz” diye konuştu.  Dava konusuna ilişkin 16. Asliye Ceza Mahkemesinde de dava açıldığını söyleyen avukat Aslı Kazan, “Müvekkilimin yaptığı yayın suç teşkil etmediğinden beraatine karar verilmiştir” dedi. Katılan vekilinin Saymaz hakkındaki beraat kararını üst mahkemeye taşıdıklarını söylediği duruşmada Kazan, Büreyde Öncel’in çocuk istismarından yargılandığı dava dosyasının fiziki olarak bu davaya getirilmesi gerektiğini söyledi. ('Saymaz kamu yararını gözeterek gerçekliğe uygun bilgileri kamuoyu ile paylaştı')  Müvekkilinin gazeteci olduğunu belirten Kazan, “Yeniden böyle bir dava dosyası geldiğinde bu haberi yapmak durumundadır. Burada ceza verseniz de bu haberleri yapmaya devam edecektir. Haberi hukuka uygundur, beraat talep ediyoruz” diye konuştu. Avukat Serdar Laçin de Saymaz’ın kamu yararını gözeterek görünür gerçekliğe uygun bilgileri kamuoyu ile paylaştığını söyleyerek beraat talebinde bulundu.  Kısa bir aranın ardından kararını açıklayan mahkeme, isnat edilen suçu işlediğinin sabit olduğu gerekçesiyle Saymaz’ın 3480 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verdi.

7) TÜSİAD: İktidar ve muhalefetten somut yol haritaları bekliyoruz (SOL)

Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği  (TÜSİAD), 2022 yılının ilk Yüksek İstişare Konseyi toplantısı için bir araya geldi. Ekonomi yönetimine eleştirilerin getirildiği toplantıda TÜSİAD yönetimi hem iktidardan hem de muhalefetten "Somut yol haritası" istedi. Açılış konuşmasını yapan TÜSİAD  Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, enflasyondaki artışın önceki dönemlerden daha hızlı olduğunu belirtti ve "Enflasyon kontrolden çıkıyor, öncelik bunu önlemek ve düşürmek. Ekonomik sorunlar sık sık değiştirilen düzenlemelerle düzeltilemez. Tam tersine sık sık yapılan değişiklikler ekonomiyi bozar" ifadelerini kullandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/tusiad-iktidar-ve-muhalefetten-somut-yol-haritalari-bekliyoruz-338728)

8- Erdoğan'dan TÜSİAD Başkanı'na: Sen bize dış politikada ders veremezsin, haddini bil! (SOL)

Erdoğan TÜSİAD Başkanı'na, 'Ey TÜSİAD'ın başına gelen beyefendi, dış politikada sen bize ders veremezsin, sen daha çıraksın, dün bir bugün iki. Haddini bil!' dedi. 

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan'ın "Hukukun üstünlüğü ekonomi için lüks değil, gereklilik; tüm dünya faiz artırıyor, geleneksel politikalara dönmeliyiz" sözlerineyse sert yanıt veren Erdoğan, "Ey TÜSİAD'ın başına gelen beyefendi, dış politikada sen bize ders veremezsin, sen daha çıraksın, dün bir bugün iki. Haddini bil!" ifadesini kullandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/erdogandan-tusiad-baskanina-sen-bize-dis-politikada-ders-veremezsin-haddini-bil-338724)

9) Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın kardeşiyle ilgili iddialar bitmek bilmiyor: ‘Müftülükte odası var’(Sefa Uyar-Cumhuriyet)

“Yakınlarının Ordu İl Müftülüğü’nde sözleşmeli personel olarak atandığı” ileri sürülen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın kardeşi Metin Erbaş’a, il ve ilçe müftülüğü binalarında “çalışma odası tahsis edildiği” öne sürüldü. Konuyla ilgili Meclis’te soruşturma yapılması istendi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/diyanet-isleri-baskani-ali-erbasin-kardesiyle-ilgili-iddialar-bitmek-bilmiyor-muftulukte-odasi-var-1947739)

10) Atatürk Orman Çiftliği'nde satın alım ve kira verme yönetmeliğinde değişiklik (Mustafa Çakır-Cumhuriyet)

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği'nde ihalesiz gerçekleştirilebilecek işlerin kapsamı genişletildi. Yapılan değişikliğe göre, bundan böyle Atatürk Orman Çiftliği satmak üzere doğrudan piyasadan ürün alabilecek.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün mirası Atatürk Orman Çiftliği’nin (AOÇ) ihalesiz gerçekleştirebileceği işlerin kapsamı genişletildi. Yurtiçi ve yurtdışı bayilik/dağıtıcılık işleri ile taşınırların kiraya verilmesi gibi işlemler artık ihalesiz yapılabilecek.   Atatürk Orman Çiftlği Müdürlüğü’nün Satım ve Kiraya Verme İşlerine Dair Yönetmeliği’nde yapılan değişikliğe göre, bundan böyle Atatürk Orman Çiftliği satmak üzere doğrudan piyasadan ürün alabilecek. Eskiden, taşınır, taşınmaz ve hakların gerçek veya tüzel kişilere kiraya verilmesine ve kira artışına ilişkin şartlar ilgili birimin teklifi ve Atatürk Orman Çiftliği müdürünün onayı ile belirleniyordu. Değişiklik ile bu artık sadece taşınmazlar ile sınırlı olacak. Yönetmelikte kiraya verme süresinin 10 yılı geçemeyeceği ve 10 yılın sonunda Atatürk Orman Çiftliği'nin yeniden ihaleye çıkarak aynı taşınır, taşınmaz ve hakları kiraya verebileceği belirtiliyordu. Yine bu işlemler de sadece taşınmazlar ile sınırlandırıldı.  Yönetmeliğin “ihalesiz satım” maddesi de başlığı ile birlikte değiştirildi. Mevcut yönetmelikte, “Üretilen bitkisel, hayvansal ürünler, tohumluk veya damızlıklar, ilgili birimlerce belirlenen ve Atatürk Orman Çiftliği müdürünce onaylanan esaslar ve bedellerle ihale yapılmaksızın satılabilir” hükmü yer alıyordu. Madde başlığı “ihalesiz satım ve kiralama” oldu. Maddenin yeni hali şöyle: “Atatürk Orman Çiftliği tarafından üretilen/ürettirilen veya satılmak üzere alınan ürünlerin satımı, yurtiçi ve yurtdışı bayilik/dağıtıcılık verilmesi ile taşınır ve hakların kiraya verilmesi Tarım ve Orman Bakanlığı’nca tespit edilen esaslar dairesinde ihale yapılmaksızın ticari usullere göre gerçekleştirilebilir.” 






Vaka-i Hayriye’den 15 Temmuz’a: Egemenlere yeni bir tarikat gerek! - Orhan Gökdemir / SOL

15 Haziran 1826 tarihe Vaka-i Hayriye (hayırlı olay) olarak geçen Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılış tarihi. Din-devlet-askeri güç ilişkilerinin tarihte ne tür biçimler alabileceğine bir örnek.

Rivayete göre Orhan Gazi devşirme çocuklardan kurulu bir ordu kurduğu zaman Hacı (Hace) Bektaş dergahına gelip yeni kuracağı asker ocağı için dua istemiş. Bu, kurucu babaların Bektaşi olduğuna bir işaret sayılır mı, bilinmez. Ancak şurası açık ki Osmanlı’nın kuruluş devrinde her şey gibi dini eğilim de henüz oluşma aşamasındaydı. Hıristiyanlıkla İslam, İslam’la Yahudilik birbirine karışmış, üstüne bolca Şaman inancı-geleneği serpilmişti. İnançlar havuzundan herkes gönlünce içmekteydi.

Osmanlı’yı oluşturan güçler Küçük Asya’ya doğru itilmişlerdi. Moğollardan kaçıyorlar, Hazar havzasının etrafından dolaşarak Anadolu’ya geliyorlardı. Küçük pek çok aşiretten oluşuyordu gelenler. Bu aşiretin askeri gücü aşiretin üyelerinden oluşuyordu, ideolojik önderleri de tarikat şeyhleriydi. Osmanlı Bayramiliğin-Bektaşiliğin kucağında doğmuş bir devlettir.

Kuruluş efsanesinde de bunun izleri var. Kuruluşa Hacı Bektaş’ın öncülük ettiği, Osman Bey’e kılıç kuşandırdığı, Bursa’nın ve İznik’in fethine bizzat katıldığı iddia ediliyor ki, doğru değildir. Bektaş, Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan 30 yıl önce ölmüş, sahneden çekilmişti. Bu efsane, Bektaşilerin devletin kuruluşunda yer aldığının bir emaresi olarak okunabilir. Haliyle Bektaşilik başından beri Osmanlı askeri aygıtın içerisinde çok önemli bir aktördü. 19. yüzyıla doğru giderken en az o askeri güç kadar etkili hale geldi. Yeniçerilerin manevi eğitimi onlara emanetti. Bu yolla devşirmelerden oluşan ocağı tarikata bağlamak çok kolay olmuştu. Yeniçeri Ocağı gerçekte bir Bektaşi-Devşirme topluluğuydu. Ama tarih ilerledikçe Bektaşiler esnaflaşmış, yeniçerilerin çıkarları da buna bağlı olarak esnaflaşmış, tarikatla aynılaşmıştı. Böylece yeniçeri-esnaf birlikleri, Saray’a karşı yeni bir güç odağı haline gelmişti. Sık sık ayaklanıyor, Saray’daki iktidarı da kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyordu.

Yeniçeri-Bektaşi avı

II. Mahmut, devletin idarî sistemini Avrupa devletleri gibi merkeziyetçi bir biçime dönüştürmeyi planlıyordu. Bu da Saray’ın karşısındaki güç odaklarının bir şekilde dağıtılmasına bağlıydı. Yeniçeriler ve Bektaşiler hedefindeydi.

Yeniçeri Ocağı, sonradan “Vaka-i Hayriye” diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle, 15 Haziran 1826'da çok sert bir biçimde ortadan kaldırıldı. Direnenler topçu ateşiyle, yakalananlar idam edilerek öldürüldü. Böylece II. Mahmut’a devletin ikinci kurucusu sıfatını kazandıracak büyük dönüşümün önündeki son engel de kaldırılmış oldu.

Ocağı yaklaşık 6 bin yeniçeri askerini öldürerek silebildiler. Ama ocağı kaldırmak ocakla bütünleşmiş olan Bektaşiliğin de ortadan kaldırıldığı anlamına gelmiyordu. İkincisi biraz daha zordu. Böylece Saray’la Bektaşi Tarikatı arasında 30 yıl sürecek bir mücadele süreci başlamış oldu. Sert bir soğuk savaşla birlikte ilerleyen bir süreçti bu. Bektaşilerin inançsız olduklarına yönelik bir sürü fıkra Vaka-i Hayriyye’den sonraki o soğuk savaş döneminde üretildi. Halbuki Bektaşilik de diğer tarikatlar gibi bir tarikattı, müritleri ne onlardan daha az inançlı ne onlardan daha fazla içki içiyorlardı.

Saray Bektaşileri her yerde kovalarken onlardan doğan boşluğu doldurma çabasını da sürdürüyordu. Mevlevilere düştü görev. Fakat Bektaşiler Mevlevi kılığında kovalandıkları mevzilere geri dönüyorlardı. Baktılar olmayacak, Mevlevilikten vazgeçip Nakşibendi tarikatında karar kıldılar.

1826-1923 arasındaki yüzyıl devletin bir resmi tarikat arayışıyla geçti. Cumhuriyet’in ön günlerinde devlet açısından Nakşibendiliğin resmi tarikata dönüştüğü, diğer tarikatların biraz gözden düştüğü bir yeni denklem oluşmuştu.

Sünniliğe kaçış

Osmanlı iktidarının ve egemen sınıfının, Bektaşi Alevi geleneğinden tamamen kopup Sünniliğe geçişinin de tarihidir bu. Osmanlı, kendi topraklarındaki Türkmen-Kızılbaş nüfusun bu İran Şii devletine meyledeceği yönünde derin bir kuşku besliyordu. Bu kuşku sebebiyle Kızılbaşlara çok büyük eziyetler yaptılar, bir yandan da Bektaşiliği kullanarak Kızılbaşlığı kontrol etmek istediler, Kızılbaşlara karşı Bektaşiliği tahkim ettiler. Olmayınca Sünnilikte karar kıldılar, bunun Saray üzerindeki Alevi-Kızılbaş basıncını engelleyeceğine inanıyorlardı.

Ama Saray’ın bu dönüşümü aynı zamanda başka bir gelişmenin de habercisiydi. Hem Mevlevilik hem Bektaşilik saraya muhalefet eden güçler arasında yaygınlaşmaya başlamıştı. Jön-Türklerin çoğu bu tarikattandı. Yeni çıkma Masonluk da pak çok açıdan Bektaşiliğe benziyordu. Bir şekilde kendi güçlerini birleştirerek, ritüellerini tuhaf bir şekilde birbirlerine benzeterek ortak bir çizgi tutturdular.

1923’e doğru giderken bürokrasinin, aydın tabakanın içerisinde Mevlevilik ve Bektaşilik çok makbul, yaygın iki tarikat haline gelmişti. Mustafa Kemal’in Mevlevilikle bağı vardı, Nâzım Hikmet’in ilk şiirleri Mevlevilik üzerineydi.

Diğer inançlılar

1820-1920 arasındaki yüzyıl, Osmanlı üst egemen sınıfını büyük ölçüde gayrimüslimlerin oluşturduğu bir yüzyıldı. Osmanlı Yahudileri dışındaydı, onlar 1826’da gerçekleşen Vaka-i Hayriye’de Yeniçerilerle birlikte düşmüştü. Zenginlikle birlikte yoksulluk da artıyordu. Bu yüzyıl boyunca Osmanlı kırsalındaki fukara gayrimüslimler göçüp gitti, şehirlere bir gayrimüslim akını oldu. Ayrıcalıklı pasaportlarla geldiler, Batı’nın şemsiyesi altında korunaklı ticaret yaptılar. Türkler ve Yahudiler ise onların ayrıcalıklıkları sebebiyle ezildiklerine inandı. En çok da en yakınlarında olan Ermenilere diş bilediler. 20. yüzyıla devredilen Osmanlı mirası budur. Osmanlının kuruluşunda bir müslim-gayrimüslim anlaşması, çöküşünde ise bir müslim-gayrimüslim kutuplaşması, çatışması vardır.

Bu yüzyıl Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi sürecidir aynı zamanda. Doğdu, Tanzimat’la ete kemiğe büründü. Abdülmecit iktidardaydı, Mehmet Ali Paşa kuvvetleri Osmanlıyı ezip geçmişti. Osmanlı, Mehmet Ali korkusundan İngilizlere teslim olmaya hazırdı. İngilizler Mehmet Ali’yi yok etsin diye kendilerini ağır yaralayacak anlaşmaları gözü kapalı imzaladılar. Mehmet Ali’nin yeniden inşa ettiği Mısır o sayede yıkıldı, Osmanlı yoluna ağır yaralı devam etti.

Yalnız Gülhane Hattı Hümayunu birtakım reformlar getiriyordu ve bunlar Hıristiyanların lehineydi. Hıristiyanlar Anadolu’daki tarım arazileri ile o reformların ardından ilgilenmeye başladı. Onlar toprağı işliyordu ama Türkler uzun askerlikteydi. Askerlikten sağ salim dönebilecek kadar şanslı olanlar topraklarını tanınmayacak halde buluyordu. Anadolu’nun her köşesinde yoksul ve biçare Türklerin varlıkları Hıristiyanların eline geçiyor, yoksulun varsıla duyduğu öfke Müslüman’ın Hristiyan’a öfkesi biçimine bürünüyordu. İslamcılığın kökenlerini işte bu tarihte bulabiliyoruz.

Tarikatla yönetmeye dönüş

1940’lı yıllar dini devletin içerisine yeniden alma niyetinin belirginleştiği bir dönemdi. Nakşibendilik Cumhuriyet’in bütün baskısına rağmen ayakta kalmayı başarmıştı. Onun içerisinde de iki kanal vardı; ilkini Said-i Nursi, ikincisini Necip Fazıl tutuyordu. İkisi de Nakşibendilikten geliyordu. Bu iki kanaldan Cumhuriyet’in kopardığı tarikat-devlet bağı yeniden kuruldu. Bunda sermaye sınıfının komünizm korkusunun büyük etkisi vardı. İslamcılığı bir çare olarak gördüler ve tarikatlara yolu açtılar. 12 Eylül’le birlikte din yeniden kamu yaşamına vazgeçilmez bir şekilde sokuldu. Orduyu tıpkı 19. yüzyılın başında olduğu gibi Nakşibendi-Nurcu tarikatlara açtılar, her yeri tutmalarına izin verdiler. Onlar da buna dayanarak iktidara el koymaya kalkıştı. 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında işte bu restore edilmiş devlet yapısının etkisi var; Bir tür Yeniçeri ayaklanmasıdır.

Sonrası da 1826’daki hayırlı olaya çok benziyor. Kovaladıkları Nurcuların boşluğunu Nakşibendilerle doldurdular. Bir tarikat gitti, başka bir tarikat geldi. Çünkü tarikatsız yönetemiyorlar. Vaka-i Hayriye’den 15 Temmuz şeyine değişmeyen bir ihtiyaç bu: Her krizde egemenlere yeni bir tarikat gerek! 

Orhan Gökdemir / SOL

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...