TARİHTE BUGÜN (21 HAZİRAN)

     

      OLAYLAR:

  • 1633- İtalyan gök bilgini Galileo Galilei, engizisyon mahkemesinde dünyanın döndüğüne ilişkin tezini inkara zorlandı.
  • 1788 - New HampshireABD Anayasasını onaylayarak 9. Eyalet olarak birliğe katıldı.
  • 1867- Osmanlı tarihinde bir padişah ilk defa olarak askeri sefer dışında seyahate çıktı. Sultan Abdülaziz Han’ın Avrupa gezisi 44 gün sürdü. Gezi 7 Ağustos 1867’de sona erdi.
  • 1908 - Londra'da 200 bin kadın, seçme ve seçilme hakkı için yürüdü.
  • 1920 - Zonguldak havzasında 1848'de açılan kömür ocaklarını Belçikalı ve Fransız şirketler işletmekteydi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra 1919 yılında Fransız askerleri, şirketlerinin haklarını korumak bahanesiyle önce Zonguldak’ı, ardından da Karadeniz Ereğli’yi işgal etti. Ancak Zonguldak ve çevresindeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'ne bağlı güçlerin karşı koymasıyla tehlikeye düşmüşler ve 21 Haziran 1920'de de bölgeyi terk etmişlerdir.
  • 1921 - Sakarya'nın düşman işgalinden kurtuluşu.
  • 1921 - Zonguldak'ın düşman işgalinden kurtuluşu.
  • 1927 - Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi.Bu kanun, 1986 yılında, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde, yeniden düzenlenerek yürürlüğe konuldu.
  • 1930- İran’da Kürt isyancı Lider Sımko Ağa Öldürüldü. Gerçek ismi Şıkaklı İsmail Xan olan Sımko Ağa, kardeşi Cafer Ağa’nın İran hükümeti tarafından Öldürülmesi  üzerine başlatılan isyanın başına geçer. İsyan büyüyerek Mahabat kentine kadar gelir. Sımko Ağa isyan sırasında Mahabat’da 600 İran jandarması ve Amerikan misyonerler heyetini öldürür. Şah Rıza, İsmail Xan’a bir daha Valilik teklif eder. Sımko Ağa, İran’ın teklifini, halkına karşı daha iyi bir muamalenin yapılması halinde kabul edeceğini bildirir. Bu teklifin görüşüleceği bir yere gidildiği sırada yolda suikastle öldürülür.
  • 1934 - Soyadı Kanunu kabul edildi.
  • 1934 - Türkiye'de Yahudilere karşı gerçekleştirilen Trakya Olayları başladı.
  • 1940 - Devlet Opera ve Balesi ilk temsilini verdi: Mozart'tan "Bastien ile Bastienne".
  • 1941 - II. Dünya SavaşıAlmanya, geceleyin Sovyetler Birliği'ni işgale girişti.
  • 1942 - II. Dünya SavaşıTobruk, İtalyan ve Alman kuvvetlerinin eline geçti.
  • 1942 - II. Dünya SavaşıOregon'da Kolumbiya Nehri yakınlarında yüzeye çıkan, Japon millî denizaltısı "Fort Stevens" askeri üssüne doğru 17 top atışı yaptı. Bu Japonların tüm savaş boyunca Amerikan ana karasına gerçekleştirdiği doğrudan birkaç saldırıdan biriydi.
  • 1945 - II. Dünya SavaşıOkinawa Muharebesi sona erdi.
  • 1946 - Türkiye Garanti Bankası Kuruluş Kanunu kabul edildi.
  • 1946 - Rize Çay Fabrikası'nın temeli atıldı.
  • 1948 - "Manchester Baby" (SSEM) kod adlı bir program, bir bilgisayarın kendi elektronik hafızasında depolanarak, oradan çalıştırılan ilk bilgisayar programı olma unvanını kazandı.
  • 1948 - Columbia Records plak şirketi, ilk Long Play (LP) müzik albümünün tanıtımını New York'ta "Waldorf-Astoria" Oteli'nde geçekleştirdi.
  • 1967- Vietnam Savaşı’na karşı olduğu için askere gitmeyi reddeden Muhammed Ali Clay 5 yıl ağır hapis ve 10 bin $ para cezasına çarptırıldı. Muhammed Ali’nin “Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonluğu” ünvanı da bir süre önce geri alınmıştı. Ceza üzerine Clay: “400 yıldır zaten hapisteyim, üç beş yıl daha yatacakmışım, ne çıkar. Ama katillere yardım edip, fakirleri öldürmek için, 15.000 km. mesafe katetmeyeceğim. Ölmek istersem, burada ölürüm. Şimdi, sizinle çarpışarak ölürüm. Benim düşmanım sizlersiniz. Çinliler, Viet-konglar ya da Japonlar değil.”
  • 1968- İTÜ Rektörü Bedri Karafakioğlu, Maçka Teknik Okulu Cemiyet Başkanı Çetin Uygur’u gece evinde kabul ederek işgalci öğrencilerin taleplerini görüştü. İTÜ’de İşgal Konseyi, Senato’dan taleplerini Öğrenci Birliği Başkanı Harun Karadeniz aracılığıyla iletecek.
  • 1968 - Gece İstanbul Üniversitesi’nin bazı öğretim üyeleriyle öğrencilerin “Merkez İşgal Konseyi”arasında bir toplantı yapıldı. İÜ Senatosu, işgal kaldırılmadan isteklerin görüşülmeyeceğini bildirdi. İÜ’de 121 asistan, öğrencilerin “haklı reform taleplerini” desteklediklerini açıkladı.
  • 1968 - Meclis’te üniversite olayları tartışıldı. Cumhuriyet Halk Partisi grubu adına konuşan Nihat Erim, “Bu genç kuşağın patlamasıdır” dedi.
  • 1970- Bağımsız 8 sendikanın başkanı düzenledikleri basın toplantısında Sendikalar Kanunu Tasarısı’na karşı olduklarını açıkladı.
  • 1971- Eski Milli Birlik Komitesi üyesi İrfan Solmazer, ‘Devlet bütünlüğünü bozmak üzere gizli örgüt kurduğu’ iddiasıyla gözaltına alındı.
  • 1973- İstanbul Sanat ve Kültür Vakfı’nca düzenlenen I. İstanbul Festivali başladı.
  • 1974- İskenderun Demir Çelik Fabrikaları’nda çalışan 10 bin işçi eylem yaptı. Eylem nedeniyle aralarında iki sendika başkanının da bulunduğu 17 kişi tutuklandı. (Eylem bir gün sonra sona erecektir.)
  • 1975- CHP Genel Başkanı Ecevit’in Bolu/ Gerede mitingi öncesi halka, Gerede girişinde konvoya ve alanda konuşurken kendisine ve milletvekillerine AP, MHP ve İmam Hatipliler saldırdı. Ecevit kürsüde konuşmasını yaparken AP, MHP ve İmam-Hatipliler sloganlar atıp kürsünün tam karşısında Türk bayrağı açtı. Alandaki bir binadan silah atılmasının ardından sağcı güruh taş, sopa ve şişelerle kürsüdeki Ecevit’e saldırdı. Saldırının sürmesi üzerine Ecevit kürsüden indi, CHP Milletvekili K.Tabak’ın koruyuculuğunda miting alanından uzaklaştı. Koruma polisinin telsiziyle Vali’ye ulaşabilen Ecevit’in talebiyle Bolu komando taburundan birlik gönderildi, ardından Ecevit Karabük’e geçti. Gerede olaylarında CHP’lilere ait 20 işyeri tahrip edildi, 2’si kurşunla 40 kişi yaralandı.
  • 1977- Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Bülent Ecevit kabinesini kurdu; Ancak, Ecevit hükümeti 3 Temmuz günü Meclis’ten güvenoyu alamadı.
  • 1977 - İstanbul’da Galatasaray Mühendislik Yüksek Okulu öğrencilerinin topluca okula gitmek için bindikleri belediye otobüsünün, Elmadağ’da “ülkücüler” tarafından kurşunlanması sonucu, öğrencilerden Devrimci Yol taraftarı Ahmet Aytaç yaşamını yitirdi, 4 öğrenci de yaralandı.  
  • 1977 - Likud lideri Menahem Begin, İsrail’in 6. Başbakanı oldu.
  • 1978- Mersin’de kurulu Soda Sanayi A.Ş.’de örgütlenen DİSK/Petkim-İş üyesi işçiler, uyuşmazlık sonucu başlayan ve yüzkırk gün süren grevin Ecevit Hükümeti tarafından ertelenmesinin ardından, işverenin lokavt kararı karşısında duyarsız kalan iktidara seslerini duyurmak amacıyla yapılan mitingten de sonuç alamayınca, Mersin’den Ankara’ya uzanan bir yürüyüş yapma kararı aldı. Mersin Valiliğinin engelleme girişimlerine karşın işçiler 21 Haziran’da yürüyüşü başlattı. İşçilerin Ankara’ya girmesine izin verilmedi. Soda işçileri on beş gün Gölbaşı’nda bekletildi.
  • 1980- Haziran’dan itibaren göç dalgasının yaşandığı Çorum’da Şubat-Haziran arasındaki faşist saldırılarda can kayıpları sinyal veriyor.
  • 1982 - ABD Başkanı Ronald Reagan'a suikast teşebbüsünde bulunan John Hinckley, mahkeme tarafından akli dengesi yerinde olmadığı için suçsuz bulundu.
  • 1984- Ordu Ünye Çiğdem köyü kırsalında, kolluk güçleriyle girdikleri çatışmada, Devrimci Yol militanları Necmi Karagülle (1957- Ardanuç), Galil İrgün (1957- Fatsa) ve İbrahim Levent (1954- Manisa/ Saruhanlı) öldürüldü.
  • 1985- Amerikalı, Brezilyalı ve Batı Alman adli tıpçıları Brezilya’da bulunan iskeletin Nazi doktor Josef Mengele’ye ait olduğunu belirlediler.
  • 1986- Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) ile Demokratik Sol Parti (DSP) 21 Haziran 1986’da Sosyalist Enternasyonal’e “danışman üye” olarak alındılar.
  • 1988- Başbakan Turgut Özal’ın suikastçisi Kartal Demirağ’ın ifadesini yayınlayan Cumhuriyet muhabiri Erbil Tuşalp DGM Savcısı’nın talimatıyla gözaltına alındı. Erbil Tuşalp’ın gözaltına alınması sonrasında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu’nda arama yapıldı.
  • 1988 - Cem Karaca beraat etti. Beraat kararı, Hafta Sonu Gazetesi”nde 30 Ocak 1981’de yayınlanan ”uydurma haber”de Cem Karaca ile ilgili kullanılan fotoğrafın 1979’da bir Alman tarafından Münih’teki 1 Mayıs kutlamaları sırasında çekildiğinin anlaşılması üzerine alındı.
  • 1989- Joan Baez İstanbul Açıkhava’da konser verdi. Konserin 2.bölümünde Zülfü Livaneli de sahneye çıktı.
  • 1990 - İran'da 7,3 şiddetindeki depremde50 bin kişi öldü.
  • 1991- Tez Koop-İş Sendikası ile Migros Türk arasında 1991-92 yıllarını kapsayan toplu iş sözleşmesi imzalandı. Sözleşmeyle işçilerin 1 milyon 80 bin lira olan ortalama aylıkları 1 milyon 650 bin lira zam gördü.
  • 1992- Artvin’in Şavşat ilçesinde, elinde bomba patlayan TİKKO üyesi Doğan Karadağ (1962- Hozat) yaşamını yitirirken, beraberinde yaralanarak kolluk güçleri tarafından yakalanan TKP/ ML MK üyesi İsmail Bulut’un (1961- Hozat) öldürüldüğü açıklandı.
  • 1994- Ümraniye Belediyesi’nden “sınav iptal etme” yöntemiyle atılan 137 kamu çalışanı Valiliğe suç duyurusunda bulundu.
  • 1995- TBMM Anayasa Komisyonu’nda CHP’nin kamu çalışanlarına grevli-toplu sözleşmeli sendika yolunu açan Anayasa değişikliği önerisi ile Genel Kurul’da grevsiz-toplu sözleşmesiz sendika hakkını tanıyan önerge koalisyon hükümetini oluşturan ANAP ve DYP oylarıyla reddedildi.
  • 1995 - Kamu çalışanlarına grev ve toplu sözleşmeli sendika hakkı için anayasa değişikliği önergeleri Meclis’te görüşülürken çalışanlar 3 büyük ilde iş bırakıp alanlara çıktı.
  • 1995 - Şişli Belediyesi’nden çıkarılan 662 işçi, eylemlerini sürdürdükleri Okmeydanı Temizlik ve Fen İşleri Müdürlüğü önünden Belediye’ye yürümek isteyince polis copla müdahale etti; sokak aralarına yayılan çatışmada 28 kişi yaralandı, 106 işçi gözaltına alındı.
  • 1996- Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Emekli General Necdet Öztorun’un adını kullanarak Başbakanlığı döneminde Tansu Çiller’i dolandırıp örtülü ödenekten 5.5 milyar TL sızdırdıkları iddiasıyla Selçuk Parsadan dahil 4 kişi hakkında en az 5 yıl hapis istemiyle dava açtı.
  • 1996 - İstanbul Eczacı Odası “ilacın meta olmadığı” gerekçesiyle “İlaç Tanıtım Yönetmeliği”nin iptali için Mahkeme’ye başvurdu.
  • 1996 - CHP İzmir milletvekili Sabri Ergül, Manisalı Gençler’e gözaltında işkence iddialarıyla ilgili olarak 24 Haziran’da 10 polis memurunun duruşması öncesi Manisa Emniyet Müdürü ve bir komiser hakkında “emir veren konumunda oldukları” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.
  • 1996 - Cezaevlerindeki açlık grevleri için Güvenpark’ta eylem yapan tutuklu/hükümlü yakınları sürüklenerek gözaltına alındı, akşam üzeri serbest bırakıldı.
  • 1997- İHD İstanbul Şubesi yöneticileri Diyarbakır, Malatya ve İzmir Şb’nin kapatılması ve Ankara Şb.başkanının tutuklanmasını protesto etti.
  • 1997 - Bergama’lı köylüler siyanürle altın çıkarılmasını savunan Avusturya Büyükelçisi’nin basın toplantısını bastı.
  • 2001- Düzenledikleri Kurultay’da gözaltında yaşadıkları cinsel şiddeti anlattıkları için 19 kadının yargılanmasına devam edildi.
  • 2004- BEKSAV üyeleri İstanbul/Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda Bush ve Rumsfeld’i “halk mahkemesinde” yargıladı.
  • 2004 - İncirlik’te NATO karşıtı eylem yapan TKP’li grup jandarma ile çatıştı: 26 gözaltı.
  • 2006 - Plüton'un yeni keşfedilen uydularına Nix ve Hydra adları verildi.
  • 2008- Hekimler “Tam Gün” yasa tasarısına ve sağlığın meta haline getirilmesine karşı Galatasaray’dan Taksim’e yürüdü.
  • 2008 - MEB'in hazırlamış olduğu 6. sınıf SBS ilk kez yapıldı.
  • 2009- Grönland’a kendi kendini tayin etme hakkı verildi.
  • 2011- Yüksek Seçim Kurulu, BDP’nin desteklediği Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilen Hatip Dicle’nin milletvekilliğini oybirliği ile düşürdü. 
  • 2011 - ABD’de işi ve özel sağlık sigortası olmayan 59 yaşındaki James Verone, hapishane sisteminin sağlık hizmetlerinden faydalanabilmek için banka soydu. 
  • 2012- BEDAŞ’ta işten çıkarılan 25 taşeron işçisi Boğaz köprüsünün ayağında basın açıklaması yaptı
  • 2013- Gezi Direnişi’ne yönelik operasyonlarda gözaltına alınan 25 ESP’liden 18’i tutuklandı, 7’si için adli kontrol uygulanacak. Mersin’de Forum AVM’den Barış Meydanı’na yürümek isteyen gruba polis müdahale etti. İzmir/Gündoğdu Meydanı’ndaki çadırların polisin şafak baskınıyla sökülmesi akşam Gündoğdu’dan Basmane’ye yürüyüşle protesto edildi. Haldun Dormen İzmir/ Gündoğdu Meydanı’nda, Sahne Tozu Tiyatrosu’ndaki öğrencileriyle birlikte “durdu”. İstanbul’da park forumları yoğun katılımla sürüyor. İstanbul Yeniköy Parkı’nda düzenlenen Forum’a Muhtar’ın örgütlediği 30 kişilik bir grup tekbirlerle saldırdı.
  • 2013- Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) üyeleri, 24-26 Haziran tarihleri arasında İstanbul’da yapılacak “Irak Dünya Mahkemesi”nin son oturumuna Taksim Gezi Parkı’ndan destek istedi. Mahkemede ABD Başkanı Bush ve İngiltere Başbakanı Blair yargılanacak.
  • 2013 - KESK’li kadınlar Bingöl’de 16 yaşındaki çocuğa cinsel istismar davasında 8 sanığın serbest bırakılmasını protesto etti.
  • 2013 - Che’nin orijinal el yazılı “Bolivya Günlüğü”, Unesco’nun “Yazılı Dünya Mirası” listesine alındı. 
  • 2013 - Bozcaada’da bu yıl 9.kez yapılacak olan “Şarap Tadım Günleri” yeni alkol düzenlemesi nedeniyle iptal edildi.
  • 2013 - Tunceli’de Aleviler için kutsal sayılan Gola Çetu Parkı için Mahkeme “baraj gölü sahasında kaldığı” gerekçesiyle yıkım kararı verdi.
  • 2015- Cumhurbaşkanı Erdoğan erken seçim sinyali verdi: ”Cumhurbaşkanına hükümet kurulamaması halinde erken seçim yetkisi var. 45 günlük süre var. Koalisyon hükümeti en kısa zamanda kurulmalıdır. Siyasetçiler çözemezse millet bu işi çözer.”
        

     
       DOĞUMLAR-ÖLÜMLER:

  • 1527 - Niccolò Machiavelli, İtalyan tarihçi ve politika yazarı (d. 1469) Tarih ve politika biliminin kurucusu sayılan Floransalı düşünür, devlet adamı, askerî stratejist, şair ve oyun yazarı Niccolò di Bernardo dei Machiavelli öldü. Machiavelli İtalyan Rönesans hareketinin en önemli figürlerindendir.
  • 1828 - Leandro Fernández de Moratín, İspanyol tiyatro yazarı ve şair (d. 1760)
  • 1905 - Jean-Paul Sartre, doğdu. Fransız yazar ve filozof (ö. 1980)Egzistansiyalizm (varoşçuluk) akımının öncüsü Fransız filozof, romancı ve oyun yazarı.
  • 1908 - Nikolai Rimsky-Korsakov, Rus besteci (d. 1844)  “Şehrazat” suiti ile ünlü Rus besteci Rimsky-Korsakov öldü.
  • 1914 - Bertha von Suttner, Avusturyalı yazar, radikal pasifist ve Nobel Barış Ödülü alan ilk kadın (d. 1843)
  • 1921 - Jane Russell, doğdu. Amerikalı sinema oyuncusu (ö. 2011)
  • 1925 - Maureen Stapleton, doğdu. Amerikalı oyuncu (ö. 2006)
  • 1944 - Tony Scott, doğdu. İngiliz film yönetmeni (ö. 2012)
  • 1953 - Benazir Butto, doğdu. Pakistanlı siyasi lider (ö. 2007)
  • 1954 - Alev Oraloğlu doğdu. Türk tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu


  • 1954 - Müjde Ar doğdu. Türk sinema ve dizi oyuncusu
  • 1954 - Nur Sürer doğdu. Türk sinema, dizi ve tiyatro oyuncusu
  • 1955 - Michel Platini doğdu. Fransız futbolcu, teknik direktör ve UEFA Başkanlarından
  • 1964 - David Morrisseydoğdu.  İngiliz aktör ve film yönetmeni
  • 1965 - Lana Wachowskidoğdu.  Amerikalı yönetmen
  • 1970 - Sukarno, Endonezya'nın ilk Devlet Başkanı (d. 1901)
  • 1971 - Faryd Mondragóndoğdu.  Kolombiyalı futbolcu (kaleci)


  • 1971 - Hasan Vecih Bereketoğlu Türk izlenimci ressam (d. 1895)
  • Hasan Vecih Bereketoğlu, Osman Hamdi’ler ve Halil Paşa’ların devamını temsil eden bir ressamdır. Mesleğinin her dalında usta bir sanatkâr olarak, tabiatla kucak kucağa yaşamış, altın bir fırçanın sahibidir. Bereketoğlu, özellikle su’ya gönül vermiş bir doğa aşığıdır. Tablolarında dereleri, deniz kıyılarını oldukça sık canlandırmıştır. Tıpkı, Hikmet Onat gibi.  Vecih Bereketoğlu Halil Paşa’nın ilhamı ile sanatını yüceltmiş ve onun teşvikiyle Paris’de mesleğinin inceliklerine erişmiş, ciddi çalışmalarıyla tüm meslektaşlarının kalplerinde bağdaş kurmuş, dostluğu temsil eden bir karakterle resim tarihimize unutulmaz portresi ile renk vermiştir.

    İstisnasız tüm meslektaşlarının sevgisini kazanan Bereketoğlu en çok eser veren sanatkârlarımız arasındadır. Onun tutkun olduğu meslektaşlarının başında Halil Paşa yer alır. En sevdiği ressamlar arasında bulunan ve genç denilecek bir yaşta ölen Namık İsmail’in kalbinde sevgi dolu bir yeri vardır. Babası, Bereketzade namı ile anılan Kadıasker Cemal Molla, annesi İsmet Hanım’dır. Babasının adeta sürgün gibi gönderildiği Mısır ve Rodos’ta çocukluğu geçen Hasan Vecih’in doğum yılı üzerine birbirini tutmayan yayınlar yapılmıştır. Bazılarına göre Hasan Vecih 1890, bazılarına göre 1892 ve 93. Bazılarına göre de 1895 yılında doğmuştur. Onun Mısır’da doğduğunu yazanlar olursa da kendisinin Paris’e gittiğinde, biyografisini verdiği ressam Galip Bey’in kaydına göre Rodos’ta doğmuştur. İlk ve orta eğitimini de Rodos’ta yapan Hasan Vecih’in İstanbul’a geldiğinde, önce, Nazmi Ziya Güran gibi, hukuk eğitimini başlamıştır. Resme kendi yeteneği ile yönelmiş, daha sonra Galatasaray Sergisi’nde eserlerini gören Halil Paşa’nın dikkatini çekmiş. Halil Paşa kendisine iki ünlü Fransız sanatçıya hitaben yazdığı tavsiye mektupları vererek Paris’e gitmesini söylemiş, onun tavsiyesi ile bu mesleğin inceliğine Paris’te kavuşmuştur.Eşi Vali Mahmut Celalettin Bey’in kızı, Jöntürklerin ünlü liderlerinden Ahmet Rıza Bey’in yeğeni Leyla Hanım’dır. 1923 yılında evlenerek gittiği Paris’te Academie Julien’de öğrenim görmüş, 1924 yılında kızı Fatma dünyaya gelmiştir. Hasan Vecih Bey yaradılışı bakımından çok ciddi ve temiz karakterli, işine tutkun bir kişiliğe sahipti. Kısa zamanda Paris’deki etüdlerinden azami şekilde yararlandı. Bereketoğlu ailesi Paris dönüşü Kınalıada’da oturdu. Bu küçük ada onun fırçasında rengini buldu. Hasan Vecih’in Kadıköy ve Moda hayatı da doğayla başbaşa yaşamasını sağladı. Sabahın ilk aydınlığında onu deniz kenarında tuvali başında görenler çok olmuştur. 1943 yılında eşinin ölümü üzerine Vecih Bereketoğlu Ankara’ya yerleşti. Cumhurbaşkanlığı daire müdürü oldu. 1950 yılına kadar bu görevi sürdürdü. Vecih Bereketoğlu Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ndeki hizmetinden başka Kadıköy Halkevi Başkanlığı da yaptı. Ressamlar Cemiyeti’nin ilk Genel Sekreteri olan Şevket Dağ’ın resmi yazısı üzerine, 1924 yılında bu örgüte katılan Hasan Vecih Bey, zamanla ressamlar örgütünün başkanlığını ve genel sekreterliğini de üstlendi. 

    Kızı Fatma Hanım İsmet İnönü’nün yakın mesai arkadaşlarından olan Tarih Vakfı tarafından anıları yayınlanan Haldun Derin’le evlendi. Vecih Bereketoğlu 21 Haziran 1971 yılında hayata gözlerini yumdu. 
  • 1980 - Ahmet Muhip Dıranas, Türk şair ve yazar (d. 1909)
  • Şair ve yazar (D. 1909, Sinop - Ö. 21 Haziran 1980, Ankara). Gençliğinde Muhip Atalay imzasını kullandı ve bazen soyadını “Dranas” olarak yazdı. Çocukluğu kısmen Sinop’ta, kısmen de İstanbul’da geçti. İlköğrenimini Sinop'ta, İstanbul’da başladığı ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesinde (1930) tamamladı. Ankara’da lise son sınıf öğrencisi iken Faruk Nafiz Çamlıbel ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi oldu. Bir rastlantı sonucu Ahmet Cevdet’i tanıdı. Ahmet Cevdet o yıllarda yazdığı bir şiirini dergisinde yayımladı. 1928'den itibaren de Tanpınar'ın teşviki ile yoğun olarak şiirle uğraşmaya devam etti. Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetesinde çalışırken (1930-35) Ankara Hukuk Fakültesine iki yıl devam etti. Öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde kütüphane memuru olarak çalışmaya başladı. Burada çalıştığı yıllarda da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde iki yıl kadar (1930-32) okudu. Yine o yıllarda bir müddet de Resim ve Heykel Müzesinde müdür yardımcısı olarak görev yaptı ve 1938'de Ankara'ya döndü. Ankara’da Halkevleri Genel Merkezinde kültür ve sanat yayınlarını (1938-42) yönetti. Askerliğini yedek subay olarak Sürbehan köyü / Ağrı’da yaptı ve bu sırada Ağrı şiiri ile Gölgeler adlı oyununu yazdı. Askerliğinden sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Neşriyat Müdürlüğü görevine getirildi (1946). Aynı yıllarda Zafer gazetesinde günlük fıkralar (1949) yazdı. 1950 seçimlerinde Demokrat Partiden milletvekili adayı oldu, ancak seçilemedi. Bir ara Ankara’da dolmuş işletmeciliği yaptı ve 1960’a kadar Ankara İl Genel Meclisi ile Belediye Meclisi üyeliklerinde bulundu. Devlet Tiyatroları Edebi Kurul üyeliği (1951), Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı (1957) yaptı. Daha sonra Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği (1966-72), Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı ve Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Ankara’da bir kalp yetmezliği sorucunda öldü, vasiyeti üzerine doğum yeri olan Sinop’un Salı köyünde toprağa verildi. Ölümünden sonra eşi Münire Dıranas, Ahmet Muhip Dıranas’ın  bütün makalelerini yayıma hazırladı ve Dıranas'ın ölümünün 15. yıldönümünde Sinop'ta Dıranas Vakfını kurup müze çalışmalarını başlattı, Vakıf bünyesinde Ahmet Muhip Dıranas Güzel Sanatlar Lisesini kurma işine başladı.  
  • 1980 - Feridun Cemal Erkin, Türk diplomat ve siyasetçi (d. 1899)
  • 1993 - Münci Kapani, Türk akademisyen ve yazar (d. 1921)
  • 2001 - Carroll O'Connor, Amerikalı aktör (d. 1924)
  • 2001 - John Lee Hooker, Amerikalı blues şarkıcısı, gitarist ve bestesi (d. 1917)

  • 2008 - Abdullah Gegiç, Yugoslav asıllı Türk futbolcu ve teknik direktör (d. 1924)


  • 2010 - İlhan Selçuk, Türk yazar (d. 1925)
  • 2018 - Grigori Barenblatt, Rus matematikçi, akademisyen ve yazar (d. 1927)
  • 2018 - Charles Krauthammer, Amerikalı Pulitzer Ödülü sahibi sendikacı, köşe yazarı, yazar, siyasi yorumcu ve eski hekim (d. 1950)
  • 2019 - Susan Bernard, Amerikalı oyuncu, manken, yazar ve iş kadını (d. 1948)
  • 2019 - Dimitris Hristofias, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin altıncı cumhurbaşkanı (d. 1946)
  • 2020 - Pascal Clément, Fransız siyasetçi (d. 1945)
  • 2020 - Jürgen Holtz, Alman aktör (d. 1932)
  • 2021 - Nobuo Hara, Japon caz saksofoncusu ve orkestra şefi (d. 1926)



Corbyn’den Melanchon’a + ‘Kötüden berbata doğru’ - Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet

 


Corbyn’den Melanchon’a

İngiltere’de, Jeremy Corbyn’in, Fransa’da Melanchon’un deneyimleri sosyalist sol açısından, bir paradigma sorununa işaret ediyor.

KISACA CORBYN

Corbyn (1949) tüm yaşamı boyunca sosyalist gruplarla, savaş, ırkçılık karşıtı, göçmenlerin haklarını savunan kampanyalarla dayanışma içinde oldu. Rakipleri bile Corbyn’in, dürüst, sosyalist kimliğinden taviz vermeyen “otantik” bir siyasetçi olduğunu kabul ediyordu.

İşçi Partisi’nde, 2015 yılında, sağcı adaylar arasından sıyrılarak başkan seçilen Corbyn, sosyalist fikirleriyle ülke politikasını ve partiyi canlandırdı. İP’nin üye sayısı yüzde 100 artarak 600 bine ulaştı. İP, Corbyn liderliğinde, 2017’i genel seçimlerinde, oylarını tarihinde görülmemiş oranda artırarak yüzde 40’ı yakaladı. Corbyn seçimleri kazanmadı ama sonuçlar egemen sınıflarda, İP’nin Blair’ci kanadında büyük panik yarattı. Corbyn’e karşı çok güçlü bir kampanya başladı. 

Geçen hafta öğrendik ki, aslında kampanya daha önce başlamış. Seçimlerden önceki son “parti başkanları TV tartışmasının” ardından yapılan bir YouGov anketi Corbyn’in tartışmayı açık farkla kazandığını, Muhafazakâr Parti seçmeninin bile, Corbyn’in sosyal politikalarından etkilendiğini göstermiş. Ancak, şirketin Muhafazakâr Parti’den milletvekili, sahibi bu sonuçları açıklattırmamış. Bir sonraki seçimlerde İP hezimete uğradı, Corbyn parti başkanlığını daha sonra da parti üyeliğini kaybetti. Kısacası, bir sosyalist liderin hükümet kuracak noktaya ulaşmasına “kapitalist demokrasi” izin vermedi.

VE “PARADİGMA SORUNU”

Deneyimli bir sosyalist olan Melanchon’un, “Baş Eğmeyen Fransa” adlı grubun deneyimi farklı bir olasılığa işaret ediyor. Melanchon, 2017 seçimlerinden de farklı olarak bu kez başkanlık seçimlerinde 2. tura kalma şansını, solun geri kalanının oyunu alamadığı için kıl payı kaybetti, ama solun en çok oy alabilen siyasetçisi olduğunu kanıtladı. Bu durumu değerlendiren, Melanchon hem sosyalizme geçme projesini rafa kaldırdı, NATO’ya, ABD’ye ve Fransız “seçkinlerine” yönelik eleştirileri yumuşattı; işçi sınıfının ekonomik taleplerini, ekolojik sorunları öne çıkararak “klasik düzenlemeci bir sosyal demokrasi” projesini benimsedi; solu bir araya getirmek için, sol içi görüşmelerde daha uzlaşmacı siyaset izledi. 

Fransa solu (SP, FKP, AntiKapitalist, Yeşiller vb.) meclis seçimlerine giderken “Yeni Ekoloji ve Toplumsal Halk Birliği” (NUPES) adı altında ve Melanchon’u desteklemek için bir araya geldi. Meclis seçimlerinin ilk turunda NUPES/Melanchon, Macron’un partisinden daha fazla oy aldı. Böylece Fransa’da sosyal demokratik sol yeniden canlanıyordu. Pazar günü Melanchon, meclis çoğunluğunu yakalayarak başbakan olmayı başaramasa bile, NUPES ana muhalefet partisi konumuna oturabilecek. Mecliste saflar, bir tarafta NUPES, karşı tarafta muhafazakârlar ve Le Pen’in faşist partisi olarak belirlenecek. Fransa’da siyasetin, yıllar sonra ilk kez sınıf tercihleri temelinde, düzen içi kutuplaşması, muhafazakâr yorumcuların da kabul ettiği gibi “demokrasiyi (toplumsal istikrarı-EY) güçlendirecek.” 

Bugün, kapitalist sınıfların kimi kesimleriyle uzlaşarak hem halkın yaşam koşullarını iyileştirmeye hem de ekonomik kriz yönetmeye uygun politikalar geliştirmek olanaklıdır. Bu, sosyal demokrasinin paradigmasıdır ve yeterince oy alabilirse, hükümete olma şansı vardır! 

Sosyalistlere gelince onların, “kapitalist demokrasi” içinde hükümet olma şansları yoktur! Onların, hem sosyal demokrasinin halktan yana önerilerini destekleyerek bu duruma uyum sağlamanın, hem de kapitalizmin ufkunun ötesine bakmanın, örgütsel ve programatik (kapitalizmin, yeni siyasi, ekonomik, teknolojik hallerine uygun taktik ve stratejik) yolunu acilen bulmaları gerekiyor.

                                                                                  ***

‘Kötüden berbata doğru’

Dünya Bankası’nın (DB) geçen hafta yayımlanan “Küresel Ekonomik Beklentiler” (Global Economic Prospects) başlıklı raporu, hafta başında borsalarda yaşanan sarsıntılar, 1970’lerin sonunda başlayan süreci anımsatıyor.

DÜNYA BANKASI KÖTÜMSER

DB’nin raporundaki öngörülere göre, dünya ekonomisinde büyüme bu yıl yüzde 2.1’ye, gelecek yıl da yüzde 1.5’e gerileyebilecek. Rapor, bu oranların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sırasıyla (yüzde olarak) 2.2-0.8 ve 2.2-2.6 gibi çok düşük düzeylerde gerçekleşebileceğini söylüyor. 

Dünya ekonomisi için genel olarak kabul edilen resesyon sınırının yüzde 3 ya da yüzde 2.5 olduğunu düşününce DB’nin beklediği resesyonun çoktan başladığını söyleyebiliriz.

Bu resesyon sürecine giderek güçlenen bir enflasyon eşlik ediyor. Bildiğiniz gibi ABD merkez bankası (Fed) faizleri artırmaya, daraltıcı para politikaları izlemeye başladı. Bu yazı yazılırken Fed’in 0.75 puan gibi “dramatik bir artışa” gitmek üzere olduğu konuşuluyordu. Avrupa Merkez Bankası da Fed’in izinden gitmeye hazırlanıyor.

Bu durum 1978-82 dönemini anımsatıyor. O döneme bakınca yüksek faizlerin çevre ülkelerde tetiklediği borç krizlerine ek, bir şey daha görüyoruz. New York, Londra, olmak üzere önde gelen borsalar hızla gerileyerek “ayı piyasaları” olarak adlandırılan alana geçmişlerdi. “Ayı piyasaları” yaklaşık iki yıl sürmüş ve borsalar yüzde 30 dolayında değer kaybetmişler. Sonra 1980’lerin ortasına doğru enflasyon kontrol altın alınırken borsalar 1990’ların sonuna kadar güçlü bir artış eğilimi sergilemişler. 2000-2020 arasında, biri 2.5 ikincisi 1.5 yıl olmak üzere iki “ayı piyasaları” dönemi var. Pazartesi de Wall Street Journal ABD borsalarının bir kez daha “ayı piyasaları” alanına girdiğini yazıyordu.

BİRBİRİNİ BESLEYEN DİNAMİKLER

1970’lerin sonunda Fed faizleri hızla yükseltirken enflasyon gerilemeye başlamış. Merkez bankaları enflasyonla mücadeleye öncelik vermişler, faizler 2008’e kadar hep enflasyonun üzerinde seyretmiş. Sonra, finansal kriz içinde mali sermayeyi desteklemek öncelik kazanınca faizler hızla gerileyerek bu yıl yeniden artmaya başlayana kadar yüzde 1’in altında kalmış.

Önümüzdeki dönemde (iki yıl?) birbirini besleyecek bir seri karşıt eğilim etkili olacak. Yüksek faizler borç ödeme zorluklarını, tüketim daralması üzerinden de resesyonu besleyecek. Resesyon işsizlik artışını, borsaların düşme eğilimini besleyecek. Borsaların düşme eğilimi, sermaye erimesi ve servet kaybı üzerinden, işsizlik de yoksullaşma üzerinden tüketimin daralma eğilimini besleyecek.

Bu dinamikler gelişmekte olan ülkeleri de etkileyecek. Hızla artmaya başlayan kredi maliyetleri ve risk primleri borç krizi riskini artıracak. Merkez ülkelerdeki resesyon, gelişmekte olan ülkelerin ihracat pazarlarının daralması ve döviz gelirlerinin azalması anlamına geliyor. 

Bunlara, pandeminin, Ukrayna savaşının, Çin’deki karantinaların tetiklediği, gıda, enerji, kimyasal gübre ve haşarat ilaçları fiyatlarındaki artışları, bu “karışımın” toplumsal dengeler üzerindeki etkilerini ekledik mi ekonomik ve siyasi boyutlu bir “mükemmel fırtına” ile karşılaşıyoruz.

Ancak bu mükemmel fırtına burada kalmayacak. Gelişmiş ülkelerin bankaları, parasal genişleme, düşük faiz döneminde, gelişmekte olan ülkelere verdikleri kredileri geri almakta zorlanacaklar ve finansal yapıları daha da zayıflayacak. ABD ve AB’de de borç krizi riski artıyor.

Financial Times’ın aktardığına göre, DB’nin ekonomik beklentiler analizi bölümü başkanı, “Yılbaşında işlerin kötüye gitmesini bekliyorduk... Şimdi kötüden berbata doğru gitmeye başladı” diyormuş.

Türkiye, işte bu “kötüden berbata” gidişin, “süreç olarak faşizmin” sertleşen rüzgârlarını bir kasırgaya dönüştürme riski altında yolunu bulmaya çalışacak.

Ergin Yıldızoğlu / Cumhuriyet


NATO bağını ABD kesmez, Türkiye kesmelidir + Biden, Kissinger’ı dinleyecek mi? + Anayasaya yeni darbe girişimi / Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet

 


NATO bağını ABD kesmez, Türkiye kesmelidir

Ne zaman Türkiye’nin NATO üyeliğini sorgulasak, karşımıza hep şu argüman çıkar: Türkiye’nin elindeki veto kartı büyük avantaj; dışında olmak yerine içinde olmak lazım.

70 yılda hangi avantajı gördüğümüzün ise tek bir doyurucu yanıtı yok!

Bir de NATO’nun karşısında konumlanarak ortaya atılan bazı tezler var. Örneğin “ABD Türkiye’yi NATO’dan atacak, o nedenle yeni sınır çiziyor; Yunanistan, Ege, Girit, Güney Kıbrıs, İsrail hattı” şeklindeki görüş...

YENİ NATO SINIRI

Tartışacağımız görüşle ilgili öncelikle şunu belirtelim: Kuşkusuz NATO’da üye atma mekanizması yok, ancak iş o noktaya gelirse elbette ABD/NATO “hukuku”, kendisi için bir yöntem bulur.

Dolayısıyla tezin bu teknik yanını geçip esası tartışalım.

ABD Türkiye’yi dışarıda bırakarak NATO’ya yeni bir sınır çiziyor olabilir mi? Yeni NATO sınırı Yunanistan, Güney Kıbrıs, İsrail hattı mı olacak?

Doğru, ABD yeni savunma anlaşmasıyla Yunanistan’ı adeta bir “Amerikan garnizonu” haline getirdi; Dedeağaç’tan Girit’e kadar bir askeri yığınak yaptı. Doğru, ABD Güney Kıbrıs’a uygulanan yaptırımları adım adım yumuşatarak kaldırma eğiliminde. Doğru, ABD (ne yazık ki AKP’nin onayıyla) 2016’da İsrail’e NATO Genel Merkezi’nde bir daimi ofis verdi.

Peki tüm bunlar “yeni NATO sınırı” anlamına gelir mi?

ABD’NİN İSTEMEYECEĞİ TABLO

Çözümlemeyi şöyle yapalım: ABD bu “yeni NATO sınırı” ile nelerden vazgeçmiş olur?

1) Türkiyesiz NATO, ABD’nin Karadeniz planının çöp olması demektir; Karadeniz’i NATO gölü yapma hedefinden vazgeçmek demektir. (Ki Türkiyeli NATO’yla bile bunu gerçekleştiremiyor, Ukrayna krizini bu amaçla da kullanmaya çalışıyor).

2) Türkiyesiz NATO, ABD’nin Kafkasya planlarının dağılması demektir. Hattın devamı olarak Orta Asya hedeflerinin de çuvallaması demektir.

3) Türkiyesiz NATO, Rusya-Türkiye-İran işbirliğinin kurumsallaşması ve stratejik ortaklığa ilerlemesi demektir.

4) Türkiyesiz NATO, Türkiye’nin Büyük Avrasya Ortaklığı’nın bir parçası olması demektir.

5) Türkiyesiz NATO, Türkiye’nin ŞİÖ ve BRICS üzerinden yeni dünyaya yazılması demektir.

6) Türkiyesiz NATO, ABD’nin parçalama tehdidiyle Türkiye’yi istediği siyasetlere zorlama olanağını yitirmesi demektir. Zira Avrasya’daki bir Türkiye güçlü savunma olanağına kavuşacaktır.

ABD böyle bir tablo ister mi? Kesinlikle hayır.

ABD’NİN TÜRKİYE’Yİ BATI’YA ÇAPALI TUTMA HEDEFİ

ABD’nin Türkiye stratejisini anımsayalım; ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 9 Haziran 2021’de iki maddede özetlemişti:

1) “Türkiye Batı’ya çapalanmış şekilde kalmalı.”

2) Türkiye’nin, bazı kritik meselelerde ABD’yle aynı safta olması sağlanmalı.

İşte bu nedenle ABD, Türkiyesiz bir NATO düşünmez; NATO bağı üzerinden Türkiye’yi Batı’da tutabilmeyi sürdürme ve “SüperNATO” türü örgütlenmeler ile Ankara’yı denetleyebilmeyi ister.

Bu nedenle “ABD Türkiye’yi NATO’dan atacak”“ABD Türkiyesiz yeni NATO sınırı çiziyor” gibi yanılsamalar yerine gerçekçi politikalar izlemeliyiz.

MAKASI TÜRKİYE TUTABİLİR

Yukarıda altı maddede özetlediğim “ABD’nin istemeyeceği tablo”, Türkiye’nin ihtiyacı olan tablodur. Türkiye Karadeniz’i, Kafkaslar’ı, Orta Asya’nın batı kapısını ABD’ye kapatmalı, Büyük Avrasya Ortaklığı’nın ve yeni dünyanın parçası olmalıdır.

Bunun yolu da Türkiye’nin NATO bağını kesmesinden geçmektedir. 

ABD o bağı kesmez, kesmek istemez, iplikle de olsa tutmaya çalışır. Dolayısıyla o bağın kesilebilmesi Türkiye’ye bağlıdır.

                                                       ***

Biden, Kissinger’ı dinleyecek mi?

ABD’nin kıdemli strateji ustası Henry Kissinger’ın bu yıl Davos’ta yaptığı uyarılar ve ardından bazı gazetelere verdiği demeçler, acaba Washington’ın politikalarına yansıyor mu ya da yansıyacak mı? 

Bugün bu konuyu tartışacağız. Tabii önce Kissinger’ın Davos’taki uyarılarını anımsayalım: 

KİSSİNGER’IN UYARILARI

“Kiev NATO üyeliği peşinde koşarak bugünkü çatışmaların taşlarını döşedi.

- “Batı’nın Ukrayna üzerinden Rusya’yla yürüttüğü çatışma iki ay içinde sonlandırılamaması durumunda, kontrolden çıkacak.”

- “Batı, Rusya’yı ezici bir yenilgiye uğratma çalışması peşinde koşmamalı. Rusya’nın 400 yıldır Avrupa’nın ana parçalarından biri olduğu hatırlanmalı.”

“Ukrayna, savaşın sona ermesi ve barış anlaşmasına varılması için Rusya’ya toprak vermeli.” (The Telegraph, 24.5.2022)

Kissinger’ın bu uyarıları Batı’da şaşkınlık yaratmış, Kiev’de ise sert tepkiye neden olmuştu. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin danışmanları, sosyal medyadan Kissinger’a küfürlü yanıtlar vermişlerdi. (Birgün, 27.5.2022) 

Ancak... 

BİDEN ZELENSKİ’Yİ SUÇLAMAYA BAŞLADI

Bir süre sonra Kiev’i şaşırtan ikinci bir açıklama oldu. Bu kez ABD Başkanı Joe Biden şaşırtmıştı Zelenski ve ekibini... 

Biden’ın basın toplantısında bir gazeteci, “Ukrayna, barış için Rusya’ya toprak vermeli mi” diye sordu. “Onların toprağı, ben söz sahibi değilim” diye sözlerine başlayan Biden, ardından şunları söyledi: “Ancak bir taviz verilmesi gerekiyor. Barış için Ukrayna’nın toprak konusunda taviz verip masaya oturması gerekebilir.” (Yeni Şafak, 5.6.2022)

Böylece Kissinger’dan sonra ABD Başkanı Biden da “Barış için toprak tavizi verilmeli” diyenler kervanına katıldı. Arada “Ukrayna barış için toprak versin” çağrısı yapan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da var.

Orada kalmadı. ABD Başkanı bir süre sonra Zelenski’yi suçlamaya da başladı. Biden, “Zelenski’nin savaşın yaklaşmakta olduğu istihbaratını duymak istemediğini” söyledi. (AA, 13.6.2022)

KİSSİNGER’IN ASIL DERDİ ÇİN

Peki ne anlama geliyordu bunlar? 

1) Rus ordusunun perişan olduğu, Rusya’nın savaşı kaybettiği ve Ukrayna’nın kazandığı propagandasının sonuydu elbette öncelikle... 

2) Emperyalizmin, işini bitirdiğinde piyonlarını kolayca feda edebileceğine işaret ediyordu.  

Kuşkusuz bunlar taktik düzlemde sonuçlardı. Stratejik düzlemdeki asıl sonuç ise şuydu:

3) ABD, Çin-Rusya ortaklığını aşamayacağı gerçeğiyle yüzleşiyor. 

Açalım bunu... 

Kissinger’ın Washington yönetimine yaptığı yukarıdaki uyarılar, aslında Rusya’yla ilgili değil, Çin’le ilgili uyarılardı. Kissinger, Batı’nın ve Ukrayna’nın Rusya’ya neden taviz vermesi gerektiğini şu sözlerle açıklıyordu Davos’ta: “Aksi takdirde Rusya Avrupa’dan tümüyle kopup Çin’in kalıcı müttefiki haline gelecek.”

Kissinger bu esasa dikkat çeken uyarısını Davos’tan sonra da sürdürdü ve son olarak şu mesajı verdi: “Artık soru, bu savaşın nasıl sona erdirileceği olacak. Sonunda hem Ukrayna hem de Rusya için birer yer bulunmalı, eğer ki, Rusya’nın Çin’in Avrupa’daki ileri karakolu olmasını istemiyorsak” (Times, 11.6.2022) Bu arada ABD’nin önemli siyaset bilimcilerinden Prof. John J. Mearsheimer de “ABD’nin Ukrayna’daki savaş yerine asıl tehdit olan Çin’e odaklanması gerektiği” çağrısı yaptı. (TRTHaber, 16.6.2022)

İşte Kissinger için asıl mesele bu, çünkü Kissinger biliyor ki ABD, Çin’e karşı sadece AB’yi değil, hatta ek olarak Hindistan’ı da değil, Rusya’yı bile Batı kampına yazabilmeli; en azından Çin’le ittifakından ayırabilmeli...

Peki bu mümkün mü? Bir başka yazımızda tartışalım.

                                                              ***

Anayasaya yeni darbe girişimi

Tarih: 11 Ekim 2016 Salı. Partisinin grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Erdoğan’ı “anayasayı açıkça ihlal etmekle”, “anayasayı çiğnemek ve suç işlemekle”, “hukuksuz, kanunsuz ve anayasaya tamamen aykırı bir yönetim modeli uygulamakla” suçluyordu. 

Peki konuşmanın devamında ne mi oldu? 

ANAYASAYA 2017 DARBESİ

Bahçeli, anayasaya aykırılık fiili durumuna hukuki boyut kazandırılması için yol bulunmasını teklif etti! Yani “madem Erdoğan anayasaya uymuyor, anayasayı Erdoğan’a uyduralım” demiş oldu. 

AKP de o yolu buldu: Erdoğan’ın fiili durumuna uygun anayasa için 16 Nisan 2017’de referanduma gidildi. Ancak bu, anayasa değişikliği adı altında anayasaya darbeydi; parlamenter sistemin yıkılıp yerine başkanlık sistemi getirilmesi yoluyla rejimin yıkılmasıydı... 

Bahçeli karşılığında iktidar ortağı oldu; AKP ile MHP 20 Şubat 2018’de Cumhur İttifakı’nı kurdu.

ANAYASA’YA 2023 DARBESİ

Erdoğan, 9 Haziran günü yaptığı açıklamayla, cumhurbaşkanlığına adaylığını ilan etti. Bu, seçimin ne zaman yapılacağına bağlı olarak mümkün ya da değil. Şöyle ki anayasanın 101. maddesine göre “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir.” Erdoğan ilki 2014’te, ikincisi 2018’de olmak üzere iki kere cumhurbaşkanı seçilmişti. Yani seçim 2023 Haziranı’nda olursa, Erdoğan’ın üçüncü kez aday olabilmesi mümkün değil. 

Erdoğan’ın 3. kez aday olabilmesinin tek yolu var: Anayasanın 116. maddesine göre “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir.”

Yani, “TBMM, üye tam sayısının beşte üç çoğunluğuyla seçimlerin yenilenmesine karar verirse”Erdoğan üçüncü kez aday olabilir. Erdoğan’ın bunun için 360 vekilin oyuna ihtiyacı var. AKP ile MHP’nin toplam milletvekili sayısı 337 olduğuna göre, Erdoğan muhalefete başvurmak zorunda.

Bu olmadan Erdoğan’ın anayasaya aykırı şekilde Haziran 2023 seçiminde aday olması ve YSK’nin de bunu kabul etmesi, anayasaya yeni bir darbe olacaktır. Anayasa değişiklikleri ile 2010’da yargıyı FETÖ’ye teslim etmek ve 2017’de parlamenter sistemi yıkmak da fiili darbeydi!

‘EN FAZLA İKİ KEZ SEÇİLEBİLİR’ ŞARTI

Erdoğan’ın 2014 yılındaki cumhurbaşkanlığının sayılamayacağını, çünkü 2017’de anayasa değişikliğine gidildiğini, o değişiklikten sonra Erdoğan’ın 2018’de ilk kez seçildiğini, dolayısıyla 2023’te bir kez daha seçilebileceğini savunanlar var.

Ancak 16 Nisan 2017’de yeni bir anayasaya yapılmadı, 1982 Anayasası’nda bazı değişiklikler yapıldı. Yapılan değişiklikler arasında ise anayasanın 101. maddesindeki “Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir” ifadesi yoktu! Bu “iki kez” kısıtlaması, “cumhurbaşkanının TBMM yerine halk tarafından seçilmesi” değişikliğine gidilen 21 Ekim 2007 tarihli referandumla anayasanın 101. maddesine girdi.

Dolayısıyla Erdoğan, 2014’te ilk kez seçilirken de 2018’de ikinci kez seçilirken de 101. maddedeki “en fazla iki defa seçilebilir” kısıtlaması vardı, aynıydı!

MAĞDURİYET BAHANESİ

Muhalefet cephesindeki “Aman mağduriyet yaratmayalım, Erdoğan’ı sandıkta yıkalım” fikri, bir siyaset yapma biçimi değildir; açıkça hukukdışılığı ve anayasaya aykırılığı kabullenmektir. Siyasi gerekçelerle anayasaya aykırılığa göz yummak, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Diğer yandan Erdoğan’ın hep mağduriyetle seçildiği de doğru değildir; Erdoğan mağdur olarak değil, muktedir görünerek/olarak kazandı seçimleri. “Mağduriyet”Erdoğan’ın “başarılarında” kendi başarısızlıklarını görmek istemeyenlerin bahanesi oldu ne yazık ki.

Seçim, Erdoğan’ın anayasaya aykırı 3. adaylığını kabullenerek değil; anayasayı savunarak ve anayasa içinde kalabilmesi yani yasal ve meşru olabilmesi için erken seçimin şart olduğuna Erdoğan mecbur edilerek kazanılır. 

Mehmet Ali Güller-Cumhuriyet


Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...