Aydınlanma: Yine mi yeni mi? - Orhan Gökdemir / SOL-Dayanışma Forumu

 Marksizm bunun imkânsız hale geldiği bir devrimin kucağında doğdu ve şekillendi. “Hepimiz birdenbire Foyerbahçı olduk” sözünün ifade ettiği budur. Karanlıkta, doğa, aklın sığınabileceği tek sığınaktır

Bu yazı Dayanışma Meclisi'nin yayını Dayanışma Forumu'nun 7. sayısında yayınlanmıştır.

Karanlığı yıkıp geçen bir halk hareketine dönüşmeden çok önce her biri küçük bir kale görünümündeki korunaklı kentler arasında dolaşan bir takım tuhaf insanların işiydi aydınlık. Yerleşik dini eleştire eleştire dinsizliğin denizine yelken açan son dönem Aydınlanma filozofları işte o tuhaf adamların paltosundan çıktı. Bilim için dinden kurtulmanın şart olduğu kanısını yaygınlaştırdılar. Büyük Fransız İhtilali’nin kilise karşıtı girişimleri bu radikalizmin doruğu oldu.

Oysa görünüşün tersine Aydınlanma filozoflarının çoğu derin bir biçimde dinseldiler. Kiliseye muhaliftiler ama kaybolmuş bilgeliğe inanıyorlardı. Laboratuvarlarında aradıkları şey bilimden çok simya sihirbazlıklarıydı. Örneğin “müspet bilim”in kurucusu sayılan Newton’ın bir ayağı büyünün alanındaydı. Büyük Fransız Devrimi kiliseyi yerle bir ederken yerine kendi bilim kilisesini kurmayı amaçlamıştı. Bilim, örgütlenmiş din ile eski inançlara bağlı tarikatların çatışmasından çıktı. Ama bu, bilinçli bir çabanın sonucu değil, bir kaza ürünüydü. Simyacıların büyüye ulaşmak için denemekten başka yolu kalmamıştı, deneye deneye kimyacı oldular.

Aktörlerinin çoğu Masondu ve yüzleri antik Mısır’a dönüktü. Mısır’a duydukları derin bağlılık nedeniyle, o kültürden tek tanrılı dinlere kalan büyük mirası sezmişlerdi. İbadetler, inançlar, davranışlar, temele inildiğinde bütünüyle Mısır çıkışlı görünüyordu. Oruç, abdest, sünnet, tek tanrı gibi birçok inancın ve davranış biçiminin kaynağı orasıydı. Hıristiyanlığın teslisi ile İsis-Osiris-Horus inancı arasındaki bağı görmek için bilgin olmak gerekmiyordu. Öyleyse, “rasyonel” Aydınlanmacılar için “eski orijinal dine geri dönmek” doğru bir davranış olacaktı. Çoğu bunu yaptı. Bruno, Galileo, Copernik gibi öncüler, tanrının “Güneş” olması gerektiğine inanıyorlardı. Güneşi tanrı yaptılar. Evrenin merkezine güneşi oturtup dünyayı onun etrafında dönen basit bir gezegen derecesine indirgerken, inançlarının da gereklerini yerine getirmiş oldular.

Dine Karşı Işık Kavgası

Tarihin henüz dünya tarihi olmadığı bir zaman aralığından söz ediyoruz. Yani Avrupa henüz dünyanın kıyısında kendi başlangıcını yapmaya çalışan küçük bir toprak parçasından ibaretti. Çıktığı yolda, o yola çıkmadan çok önce geçenlerin bıraktığı ayak izleri onun için bir anlam ifade etmemekteydi. O izlerin üzerine basa basa kendi gittiği yolu bir kez daha kendi adına keşfedecekti.

Felsefede laf ebeliği gibi görünen şeyin nedeni işte düşünce coğrafyaları arasındaki bu büyük boşluktur. Bizim “bilimimiz” de o boşlukta ve evveliyatsız olarak başladı. 

Cahil her şeyi kendisinden başlatır. Tak tanrılı dinler, yeni bir ahlak yaratmanın ötesinde örgütlenmiş cahilliktiler. Her şeyi kendilerinden başlatmak için, içinden çıktıkları eski inançları yıktılar veya sildiler. Eskiden duydukları derin korku nedeniyle yeni oldular. Tarihsiz bir halk yaratıp, yeni bir tarihin kapısını açtılar.

Her şeyi kendisinden başlatan cahildir. Museviliğin içinden çıkan Hıristiyanlığın hiçbir yeniliği yoktu. Bir Yahudi tarikatı olmak üzere çıktıkları yolu yeni bir din olarak tamamladılar. Dinler eninde sonunda birbirlerinin içinden çıkar. Evet, Yahudilerin Atoncu, Hıristiyanların Yahudi, Müslümanların da hepsiyle birlikte Sabi oldukları çoktan unutuldu. Dindeki tutarsızlıklar, bilime aykırılıklar onun doğasındandır. Çünkü o bir inanç sistemidir; malzemesi inanışlardır, mantığa ihtiyacı yoktur. Sünnet olur, çünkü Yahudiler de sünnet olmaktadır. Abdest alır, çünkü Sabiler de yıkanmaktadır. Meleklere inanır, çünkü eskiler çok tanrılıdır. 

Işığı arayan karanlıkta el yordamıyla yürümeyi öğrenmelidir. Mısır kökenli yazar Ahmet Osman öğrenenlerdendir. “Musa ve Akhenaton”, “Kayıp Şehir” ve “Krallar Vadisi’ndeki Yabancı” adlı kitaplarında bildik dinler tarihi ama bambaşka sonuçlara varıyor. Musa ile “kâfir kral” Akhenaton’u, Vezir Yuya ile Yusuf Peygamber’i özdeşleştiriyor mesela. Bir başka kitabında ise (Hıristiyanlık: Bir Antik Mısır Dini) Akhenaton’un tek tanrıcı dinini alaşağı eden oğlu Tutankamon ile İsa’yı özdeşleştiriyor. Böylece kutsal kitap hikâyeleri kutsal bir kelam olmaktan çıkıp yeryüzüne iniyor ve ete kemiğe bürünüyor. Işık cüretten doğar.

 Aydınlanmadan Aydınlanmaya

Aydınlanma, uzun dinsel kapanışın doruğunda insanlığın ışığa ulaşmada yeni bir yol arayışıydı. Kurumsallaşmış din gördüğü her yerde sapkın gördüğü bu arayışı baskılamaya çalışıyordu. Ama insan merakı şahlanmış, dizginlenemez bir hal almıştı. Burjuvazi tarihin şafağında boynunu uzatmıştı. Avrupa’da parası ve sonsuz merakı olan adamlar türedi, bir ucu İskenderiye’ye dayanan uzun araştırma gezilerini finanse ettiler. Orada bulduklarını düşündükleri Hermetik metinleri tercüme ettirdiler ve gizli toplantılarda huşu içinde okudular. Okudukça, buldukları bu metinlerin Kilisenin kitabından daha eski olduğuna inandılar. O meraklı adamlar o metinlerde kurumsallaşmış dinin eski orijinal halini görüyorlardı.

Filozof, rahip, gökbilimci ve okült Giordano Bruno, o metinleri okuyarak dinde büyük bir bozulma olduğuna karar verdi. O halde arınmak için Mısırlı olan eski orijinal dine geri dönmek şarttı. Copernicus, Batlamyus modelini kıyısından köşesinden kemirip yerine utangaç bir biçimde “Güneş merkezli evren” modelini koyarken, altan alta Mısır kökenli “Güneş dininin” gereğini yapmaktaydı. Hatta aydınlanmacılar arasında işi daha ileri götürüp Hıristiyan inanışının Mısır dininin bir yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyleyenler bile vardı. Aktörlerinin çoğu Masondu ve yüzleri antik Mısır’a dönüktü. Mısır’a duydukları derin bağlılık nedeniyle, o kültürden tek tanrılı dinlere kalan büyük mirası sezmişlerdi. İbadetler, inançlar, davranışlar, temele inildiğinde bütünüyle Mısır çıkışlı görünüyordu. Öyleyse, “rasyonel” Aydınlanmacılar için “eski orijinal dine geri dönmek” doğru bir davranış olacaktı. Çoğu bunu yaptı. Tanrının “Güneş” olması gerektiğine inanıyorlardı. 

Kilise, kendisine yönelik bu etkisiz eleştirileri küçük tepkilerle geçiştirmeye hazırdı ama o da bu arayışlarda kendisi için çok tehlikeli olan bir şeyi, dinin ham halini görmekteydi. Hıristiyanlığın ilk yüz elli yılı bu eğilimlerle mücadele içinde geçmişti. Kilisenin lanetiyle şeklini ve içeriğini yitirmiş bir kavram olan “paganizm” aslında göründüğünden daha renkli ve daha zengin bir kavramdı. Ve içinden her zaman en az Kilisenin öğretisi kadar kapsamlı bir başka öğreti çıkma ihtimali vardı.

Bruno’ya ve Copernic’e gösterilen tepki de gerçekte bu korkuyla ilgiliydi. Vatikan, bu devrimci arayışların arkasında Hermetik-okültist inançların gizli olduğunun farkındaydı. Tehlikeli bulduğu şey de o inançların ta kendisiydi.

Ama bütün bu arka plana rağmen, Aydınlanmanın dinsel kökenleri bir sır olarak kaldı. Batı, kendi inşasında rol üstlenen insanları sıra dışı, akıllı, çıkıntı adamlar olarak sunmayı daha uygun buldu. Çünkü o adamların toplumsal düzenine karşı gericilik Kilise ile iş birliği yaparak Batının inşasını kendi istediği gibi yönlendirmişti. Dinle iş birliği yapan yeni Batı yıkıcı inançları yıkıcı fikirlerden daha tehlikeli bulmaktaydı. Örttü. Örtü Hermetizmin ve Masonluğun üzerindedir.

Ama o meraklı tuhaf insanlar planlamasalar da bir yol açtılar. Meraklarının peşinden giderek kurumsallaşmış dinin dışında bir düşünsel alan yaratılmasına vesile oldular. Ve birdenbire uzun Ortaçağ karanlığının ortasında göz kamaştırıcı bir ışık belirdi.

Karanlığı yıkıp geçen bir halk hareketine dönüşmeden çok önce her biri küçük bir kale görünümündeki korunaklı kentler arasında dolaşan bir takım tuhaf insanların işiydi aydınlık. Yerleşik dini eleştire eleştire dinsizliğin denizine yelken açan son dönem Aydınlanma filozofları işte o tuhaf adamların paltosundan çıktı. Bilim için dinden kurtulmanın şart olduğu kanısını yaygınlaştırdılar. Büyük Fransız İhtilali’nin kilise karşıtı girişimleri bu radikalizmin doruğu oldu.

17. yüzyılda açıldı, 18. yüzyılda Büyük Fransız Devrimi ile taçlandı. Aydınlanmanın yaptığı açıktı; doğa ile insan arasındaki ilişkiden dini ve tanrıyı çıkarıyordu. İnsan böylece doğa ile doğrudan ilişki kuran öznel ve aydınlanmış bir tür olarak yeniden tanımlanıyordu. Yeni insan, dini bir varlık olmaktan çok felsefi bir varlık olacak, dinin buyruklarıyla değil aklıyla hareket edecekti. Aydınlanma çağının öncü düşünürleri işte o aklın otoritesine dayanarak tanrının kellesini uçurdular ve böylece kralın kellesinin uçurulması için gereken akli ortamı hazırlamış oldular. Son adımı atmak Kant’ın izinden giden "Incorruptible” Maximilien Robespierre’e kaldı. Kurmak için kırmak gerekiyordu, çok kırıcı olduğunu biliyoruz.

Demek ki Aydınlanma ile başlayacaksak Kant’ın ve onun pratik hali Robespierre’in izinden yürümeliyiz. Bu iz ise bize “Jakoben” bir yolu işaret etmektedir. Kant’tan dolayı tanrısız, Robespierre’den dolayı kralsız bir yoldur Aydınlanma. Kralsızlık cumhuriyete, tanrısızlık ise laikliğe yolu açar. Bunlar, laiklik ve cumhuriyet, aydınlanmanın olmazsa olmazlarıdır.

İnsan Bir Mucizedir

Nicolaus Copernicus, 1473’te doğdu 1543’te öldü. Giordano Bruno, 1548’de doğdu 1600’de öldürüldü. Tommaso Campanella,1568’de doğdu 1639’da öldü. Galileo Galilei, 1564’de doğdu 1642’de öldü. Gottfried Leibniz, 1646’da doğdu 1716’da öldü. Isaac Newton sonuncusu, 1643’te doğdu 1727’de öldü. Demek ki 16. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve 18. yüzyılın başında biten, esasında ortalama bir yüzyıllık bir hareketten söz ediyoruz. Bu düşünürlerin çoğunun birbirini tanımasını, birbirlerinden etkilenmesini şaşırtıcı sayamayız. Bir dalganın üzerinde geldiler ve birbirlerine tutunarak bir dalga yarattılar. Dinin ve onun yeryüzündeki “bekçisi” kilisenin yol açtığı koyu karanlıkta, bugün bize pek de anlamlı gelmeyecek işaretlere tutunarak ışığa yürümeleri devrimci bir cürettir; müthiştir. Aydınlanma cüretli insanların işidir.

Rahiplikten kâfirliğe hızlı bir geçiş yapan Giordano Bruno zamanının en büyük filozoflarının birisi olarak kabul görüyordu. Hermetizm’in erdemlerini anlatarak ve Hermetizm prensiplerine dayalı bir toplumsal devrimi vazederek Avrupa’yı dolaştı. Sanki gösterişli ve inatçı bir Mesih’ti. Çok yüksek bir egosu ve kendi mükemmelliğine kesin inancı vardı. Nasıl olabilir ki başka? Hermetik vecize “magnum miraculum est homo”u (insan büyük bir mucizedir) düstur edinmişti. İnsanı önemsiz ve değersiz bulanlara kızgındı. Kendisini, mucizevi insanın yaşayan bir kanıtı olarak görüyordu.

1576 yılında, yirmi sekiz yaşındayken, kâfirlik şüphesiyle gözetlenmeye başlandı. Kilise kanunlarını çiğnemişti. Manastırı terk ederek Napoli’den kaçtı. Takip eden beş yıl boyunca Venedik, Padua, Milan, Cenova, Lyons ve Tulus’da görüldü. Kilise şüphelerinde haklıydı. Bu genç adama kendisinden yüz yıl önce keşfedilen Hermetika’nın halesindeydi. Sihirli Mısır dininin sadece en eski din değil hem Museviliğin hem de Hıristiyanlığın kararttığı ve yozlaştırdığı tek gerçek din olduğunu savunuyordu. Eski Mısır dinini yeniden kurmanın görevi olduğuna ve bunun Avrupa’nın politik ve toplumsal sorunlarına bir son vereceğine tutkulu bir şekilde inanıyordu. İnancının gereğini yaptı. Katolik Kilisesi’ni ve Papa’yı iflah olmaz bir zalim olmakla suçladı. Haliyle devrimin daha gizli kapaklı yöntemler kullanarak gerçekleştirilebileceğine karar verdi. Almanya’da “Giordanisti” adında gizli bir topluluk kurdu. Giordanisti, etkin bir Hermetik direniş hareketi olacaktı. Kısa zamanda İngiltere ve Fransa’da müritler edindi. Avrupa’nın pek çok yerinde, Bruno’nun mesajını taşıyan hoca ve öğrenci hareketliliği ortaya çıkıyordu.

Bu tehlikeli yıkıcı faaliyetleri nedeniyle 1592’de Venedik’te Engizisyona teslim edildi. Sorguya çekildi ve Roma’daki Yüce Engizisyonun emriyle Roma’ya teslim edildi. Beş yıl boyunca sorgusuz hapiste tutuldu. 17 Şubat 1600’de yakılarak öldürüldü. İdama tanıklık eden Alman Caspar Schoppe, Bruno’nun idamına gerekçe gösterilen aykırı görüşlerin listesini yapmıştı; Çok sayıda dünyanın olduğuna, sihre, Kutsal Ruh’un ve “anima mundi”nin (dünyanın ruhu) bir ve aynı olduğuna, Musa’nın Mısırlılardan sihir öğrenen sıradan biri ve İsa Mesih’in de bir Mecusi olduğuna inanmaktaydı.

Bruno bir Hermetikti ve inançlarının kaynağı eski Mısır’dı. O inançlardan bir devrim programı çıkarmıştı. Gerçek ve yozlaşmamış din olan eski Mısır dininin kendi yaşamı içinde geri döneceğine, Vatikan’ın egemenliğine son vereceğine inanıyordu. Bambaşka bir Hıristiyanlık yorumu vardı ayrıca. İsa’nın esas görevinin Museviliği Mısırlı köklerine geri döndürmek olduğunu düşünüyordu. Bu tuhaf iddia Bruno’dan sonra dilden dile dolaşacaktı. Örneğin psikanalizin kurucusu Sigmund Freud, Bruno’dan yüzyıllarca sonra Hıristiyanlığın kuruluşunu çok tanrıcı “Amon dini”nin büyük geri dönüşü olarak yorumlayacaktı.

“Magnum miraculum est homo”… Sonunda gerçekten de insanın bir mucize olduğunu ispat etti. Bruno bir mucizedir. Aydınlanma davası için dövüşmese ve düşmese bile büyük bir insandır Bruno. Sonsuz uzay fikrini ve atomları, yinelenen organizma fikrini ona borçluyuz. Bütün bunları sihirli bir metnin verdiği ilhamla yapmış olması inanılmazdır.

“Giordanisti”, kiliseye karşı “Hermetik bir cumhuriyet” kurma peşindeydi. Güneş Ülkesi, Civitas Solis, cumhuriyetçi devrimden sonra kurulacak şehrin bir taslağıydı. Devrim girişimi başarısız oldu. Campenalla tövbe ederek ve deli taklidi yaparak kurtuldu, Bruno yakıldı. Işıklı tarihimizin zenginlikleridir.

Aydınlıkta Marksizm

Marksizm, Aydınlanmanın ışığının söndüğü, Romantizmin bütün Avrupa’yı istila ettiği bir zaman aralığında şekillendi. Aydınlanmanın evrenselliğine karşın, romantizm yerelliğin üzerinde yükselmekteydi. Fransız Devriminin açtığı yol kapanıyor, Aydınlanma fikirleri hızla terkediliyordu. Aydınlanmanın ışığında görünen devrimci yol, kurulu düzeni ürkütmüştü. Kilise, devrimin kendisine yönelttiği şiddetin Aydınlanmadan ve onun taşıyıcısı olan Masonluktan kaynaklandığı kanısındaydı. Bir “Avrupa kimliği” inşa etme ihtiyacından doğan romantizm ise Aydınlanmanın yıkıcı “enternasyonalizmi”ne düşmandı. Böylece Kilise ile romantikler bir zorunlu ittifak kurdu.

Alman romantik düşünürleri bireyin gücünün kaynağını Aydınlanma akılcılığında değil, sezgilerde ve duygularda arıyordu. Şehirler ve orada yaşayan insanlar yozlaşmıştı; hâlbuki taşra ve onun üzerinde yükselen kırsal yaşam saflığın kaynağıydı. Dil, bu sadeliğin yegâne sembolüydü ve yeni keşfedilen “ırk” o dili konuşan herkesin oluşturduğu bir bütün, vatan da o dilin konuşulduğu bütün toprak parçalarıydı. Böylece Aydınlanma Avrupa’sının ortasında, o kimliği reddeden yeni bir kimlik inşasına girişildi. Unutulmaya yüz tutmuş eski efsanelerde “ırk”ın izleri aranmaya başlandı. Almanlar eskiden büyük, “cennete benzer” bir ülkede yaşamışlardı ve tarihe inat tarih boyunca hep ayakta kalmayı başarmışlardı. Efsaneler ayakları üzerine dikilip “Almanların” elinden tutacaktı, “ulusun inşası” için önemli bir ideolojik eşik aşılıyordu.

Altyapısını Alman romantizminin oluşturduğu kültürel ve otoriter bir milliyetçilik Avrupa’yı şekillendirmeye işte böyle başladı. Avrupa’nın kıyısında imparatorluklardan koparak yeni yeni kurulmaya başlanan devletler ulusal kalkınmalarını gerçekleştirmek için Almanya’yı taklit ediyorlardı.  Pan Germenizim, Panslavizm ve diğer dışlayıcı etnik kimlikler bu siyasal iklimde yeşerdi. Ulus ideolojisinin pekiştirilmesi için ihtiyaç duyulan “düşman” ise “Türkler”di. Onların verdiği hasarlar yüzünden “Türklerden” kurtulan yeni Balkan devletleri parlamentarizmi beceremiyordu; o halde ılımlı bir “otokrasi” onlar için ideal yönetim biçimiydi. Bu biçimin kaynağı da Almanya’ydı. Büyük güçler Alman prenslerin yeni kurulan devletlere kılavuzluk etmesini yararlı buldular. Yunanistan’dan Romanya’ya, yeni kurulan pek çok devlet Alman Prensler tarafından yönetilmeye başlandı. Batı ayakları üzerinde doğruluyordu ve “Doğu” Avrupa için artık bir “sorun”dan ibaretti. Marx ve Engels, gazetecilik kariyerlerini bu yeni “sorun” üzerine yazarak yapacaktı.

Fakat bu gidişi bozan umulmadık bir gelişme ortaya çıktı. Devrimci bir dalga yeni inşa edilen Avrupa kimliğinin duvarlarını dövmeye başladı. Marksizm, işte o dalganın bir ürünüdür.

Nedir o dalga? 1845’te tüm Avrupa’da yaygın bir kıtlık baş gösterdi. İki yıl sonra büyük şehirlerde kalabalıklar ekmek diyerek ayaklandı. 1848 ilkbaharında Rusya dışındaki bütün Avrupa devrimci dalgayla sarsıldı. Ulusal birliğini sağlamamış bölgelerde bir ulusal birlik hareketi görünümündeki devrim, kıtanın önemli bir kısmında sosyalist bir hareket karakterine büründü. Öncüsü, sistem içindeki mevzilerini hızla kaybeden orta sınıflardı. Onlara toplumsal piramidin en altındaki işçiler ve topraksız köylüler katılınca devrimin etki alanı genişledi. Devrim muhafazakâr düzenleri sarstı, krallar çekildi, hükumetler yıkıldı ve Papa Roma’yı terk etmek zorunda kaldı.

Ama devrimin alaşağı etmekte olduğu muhafazakârlar orta sınıfa yanaşarak dalgayı durdurdu. Bu iş birliği muhafazakârlara yeni bir hayat şansı verdi. Devrime orta sınıfların arkasında katılan işçi sınıfı yarı yolda bırakılmıştı. Ama onlar da böylece orta sınıfa güvenilmeyeceklerini anladılar ve sınıf örgütlenmesi için yol açılmış oldu.

Marksizm’i şekillendiren yaşanmış ilk devrim dalgasıdır bu. Paris Komünü daha sınırlı ama sınıfsal yanı daha saf bir hareket olarak işe karışacaktır ama bunun için vakit henüz erkendir.

Devrimin karşısındaki “muhafazakârlıkta” Kilisenin ve romantizmin rolü açıktır. Romantizm, büyük ölçüde Marks’ın “Alman İdeolojisi” dediği şeydir, Kilise Aydınlanmanın mücadele ettiği şeylerin bir toplamıdır. Marx, savaştığı bu iki şeyin niteliğini çok erken bir zamanda kavramıştır.

Evet, Marksizm bir yandan sert ve tavizsiz “romantizm” eleştirisidir ama öbür yandan içinden geçilen dönemin tortuları da metinlerde görülmektedir. Örneğin yüzyılın başlarında “romantizmin” icat ettiği “Helen kimliği” Marksizm’in şekillendiği dönemde pek makbuldür. Marx da eğitimine “Yunan düşüncesi” üzerine araştırmalarıyla başlamış ve zorunlu olarak dönemin ruhuna uygun bir çizgi tutturmuştur.

Ama bütün bunların ötesinde önemli olan şey, Marksizm’i şekillendiren 1848 Devriminin Romantizme ve Kiliseye bir başkaldırı niteliği taşımasıdır. “48 Devrimi” minyatür bir Aydınlanmadır.

Komünist Manifesto, 48 Devriminin düşmanlarını şöyle sıralamaktadır: "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor — Komünizm hayaleti. Eski Avrupa'nın bütün güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdiler: Papa ile çar, Metternich ile Guizot, Fransız radikalleri ile Alman polis ajanları.”

Bu düşmanlara karşı, 1848’in devrimci dalgasında yeni bir sınıf şekillenmektedir ve ışığı geleceğe taşıyacak tek güç bundan böyle o sınıftır; "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. Özgür insan ile köle, patrisyen ile pleb, bey ile serf, lonca ustası ile kalfa, tek sözcükle, ezen ile ezilen birbirleriyle sürekli karşı-karşıya gelmişler, kesintisiz, kimi zaman üstü örtülü, kimi zaman açık bir savaş, her keresinde ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşuyla ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmalarıyla sonuçlanan bir savaş sürdürmüşlerdir." Yeni sınıf, bu savaşı sürdürecektir ama ittifak yaptığı orta sınıfın rolü de henüz sona ermemiştir. Burjuvazi ele geçirdiği hemen her yerde bütün “romantik ilişkiler”e bir son verecek, onları dünyevi bir ilişkiye dönüştürecektir. İşte henüz sona ermemiş bir rol, Manifesto’da yer yer bir orta sınıf övgüsünü mümkün kılmıştır. Devrimcinin, henüz sürmekte olan devrimci role bir saygı duruşu sayabiliriz bunu ama artık o rol bitmiştir…

Aydınlanma karşılaştığı her yerde Kiliseye saldırmıştı çünkü onun kurduğu düzen karanlığın düzeniydi. Işık için o duvarın yıkılması gerekiyordu. Yalnız, o da esinini “dinler tarihi”nden ödünç almaktaydı. Marksizm bunun imkânsız hale geldiği bir devrimin kucağında doğdu ve şekillendi. “Hepimiz birdenbire Foyerbahçı olduk” sözünün ifade ettiği budur. Karanlıkta, doğa, aklın sığınabileceği tek sığınaktır.

Marksizm hem Aydınlanmanın bir ürünü hem de onun varması gereken mantıki sonucudur. Onu var eden “Aydınlanma” elbette yinelenemez veya yenilenemez ama Marksizm üzerine bir yeni Aydınlanma inşa edilebilir. Bu yeni bir aydınlanmadır.

Şimdi yeniden din ile ilgili büyük soruların sorulduğu o aydınlık çağın eşiğindeyiz sanki. Hemen her şeyi kontrolü altına alma arzusuyla kabından taşan inançlar, tarihi de yeniden ışığın geldiği o kaynağa doğru sürüklüyor. Üzerimize doğru gelen aydınlık bir dalga var…

Orhan Gökdemir / SOL-Dayanışma Forumu


KISA KISA GÜNDEM.... 10 MART 2023

Erdoğan imzaladı: Türkiye 14 Mayıs'ta seçime gidiyor(Birgün)

Erdoğan, seçimin 14 Mayıs'ta yapılmasına ilişkin ilişkin kararı imzaladı. Erdoğan'ın açıklamaları şöyle: "Anayasamızın 116’ncı maddesinin verdiği yetkiyle, 18 Haziran 2023'te yapılması gereken seçimlerin 14 Mayıs’ta yenilenmesi kararını imzaladım. Yarınki Resmi Gazete'de yayımlanacak bu kararın ardından, YSK iki aylık seçim takvimini başlatacaktır. Seçimlerin tarihinin 14 Mayıs olarak güncellenmesini kamuoyuyla paylaşmıştık. Bizi seçim tarihini öne çekme kararını alma sebeplerinden bazıları şunlardır: 18 Haziran üniversite sınav takvimiyle çakışan bir tarihti. Bu tarih yurtiçinde ve yurtdışında yüzbinlerce vatandaşımızın Hac farizasını ifa etmek için mübarek topraklara gittiği bir döneme denk geliyordu. İlk ve orta dereceli okullar tatile girmesi sebebiyle milyonlarca vatandaşımız tatile ve memleketlerine gitmek için yola çıkacaktı. Alternatif olarak da 14 Mayıs'ı teklif ettik. Demokrasi geçmişimiz bakımından anlamlı bir yıldönümüne tekabül eden bir tarihin hüsnü kabül gördüğünü biliyoruz. Ülkemizin 6 Şubat'ta yaşadığı deprem seçim tarihiyle ilgili tartışmaları gündemimizden çıkardı.

Enkaz başında tövbe seansı (İsmail Arı-BİRGÜN)

         Cemaat üyesi, depremzedelere enkaz üzerinde tövbe seansı düzenledi ve Menzil şeyhine bağlılık yemini ettirdi.
Köyünde bin 100 depremzede çocuğun bulunduğunu açıklayan Menzil Cemaati’nin deprem bölgesinde depremzedelere tövbe seansı yaptığı ortaya çıktı. Adıyaman’ın Kahta ilçesinde cemaatin Menzil köyü bulunuyor. Bu nedenle Adıyaman adeta Menzil Cemaati’nin merkezi konumunda. Depremden büyük oranda etkilenen Adıyaman’da da Menzil Cemaati “mürid devşirmek” için yoğun bir çalışma başlattı. BirGün’ün ulaştığı görüntüler ise tartışma yaratacak türden. Depremden kısa bir süre sonra Adıyaman bir binanın enkazının hemen yanında Menzil şeyhinin vekilinin depremzedeleri “tövbe ettirdiği” görülüyor. Görüntülerde, Menzil şeyhinin depremzedelere “Bütün yapmış olduğum günahlardan pişmanım. Keşke yapmasaydım. İnşallah bir daha yapmayacağım. Gavs (Menzil şeyhi) hazretlerini kendime şeyh kabul ettim” sözlerini tekrarlatarak “tövbe ettirdiği” anlaşılıyor. Çevredekilerim ise tövbe seansının ardından “Allah kabul etsin” dediği duyuluyor. Ayrıca Menzil şeyhine cemaat içerisinde “gavs” dendiği de biliniyor. Cemaat içerisinde deprem bölgesinde 25 bin depremzededen “tövbe alındığı” da konuşuluyor.

Edebiyat ve sinema İzmir’de buluşuyor(Evrensel)

İzmir Büyükşehir Belediyesi 11-19 Mart tarihinde Fuar İzmir’de, TÜYAP, İZFAŞ ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile ‘İzmir Unesco Edebiyat Kentine Doğru: Edebiyat – Sinema Buluşması’ düzenliyor (https://www.evrensel.net/haber/484463/edebiyat-ve-sinema-izmirde-bulusuyor)

LİMAK, Evrensel'e açtığı tazminat davasını kaybetti (Evrensel)

LİMAK Holding, 15 milyon fıstık ağacı ile beraber hayvancılığı da yok edecek marn ocağını Urfa’ya yapmak istediğini duyurduğumuz haber nedeniyle “Kişilik haklarının zedelenmesi” iddiasıyla gazetemize açtığı tazminat davasını kaybetti.(https://www.evrensel.net/haber/484534/limak-gazetemize-actigi-tazminat-davasini-kaybetti)

Borçların yapılandırılmasına ilişkin kanun teklifi, TBMM Genel Kurulunda kabul edildi

TBMM Genel Kurulunda, kamuya olan borçların yapılandırılmasını da içeren Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi kabul edilerek yasalaştı. Kanunla, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), il özel idareleri, belediyeler, Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı (YİKOB) ile ilgili alacaklara yapılandırma imkanı sunuluyor. Alacaklar için 31 Aralık 2022 tarihi esas alınırken, vergiler, vergi cezaları, idari ve adli para cezaları, gümrük vergileri, sigorta primleri, topluluk sigortası primleri, emeklilik keseneği ve kurum karşılığı, işsizlik sigortası primi, sosyal güvenlik destek primi ile bu alacaklara ilişkin her türlü faiz, zam, gecikme zammı, gecikme faizi, cezai faiz, gecikme cezası gibi feri alacaklar kapsama dahil ediliyor. Bu idarelerin Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında takip ve tahsil edilen diğer alacakları ile belediyelerin, su, atık su ve katı atık gibi alacakları da düzenleme kapsamında yer alıyor. Kanunla ayrıca işletmede mevcut olduğu halde kayıtlarda yer almayan ya da kayıtlarda yer aldığı halde işletmede bulunmayan emtia, makine, teçhizat, demirbaşlar ile kasa mevcudu ve ortaklardan alacakların beyanına ilişkin düzenlemeye gidiliyor. Düzenleme kapsamında kullanılacak Yİ-ÜFE aylık değişim oranları, Türkiye İstatistik Kurumunun her ay için belirlediği 31 Aralık 2004'e kadar toptan eşya fiyatları endeksi (TEFE) aylık değişim oranlarını, 1 Ocak 2005'ten itibaren üretici fiyatları endeksi (ÜFE) aylık değişim oranlarını, 1 Ocak 2014'ten itibaren yurt içi üretici fiyat endeksi (Yİ-ÜFE) aylık değişim oranlarını, 1 Kasım 2016'dan itibaren aylık yüzde 0,75 oranını ifade edecek.


  (YAPILANDIRILACAK ALACAKLAR) Hazine ve Maliye Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, il özel idareleri, belediyeler ve YİKOB tahsil dairelerince takip edilen kesinleşmiş amme alacakları ve belediyelerin ve büyükşehir belediyeleri su ve kanalizasyon idarelerinin kesinleşmiş bazı alacaklarından düzenlemenin yayımı tarihi itibarıyla vadesi geldiği halde ödenmemiş veya ödeme süresi henüz geçmemiş bulunan vergiler ve vergi cezaları, idari para cezaları, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'a göre takip edilen alacaklar, gümrük vergileri ve idari para cezaları ile bu alacaklara ilişkin her türlü faiz, zam, gecikme zammı, gecikme faizi, gecikme cezası gibi fer'i alacaklar yapılandırılacak. İhtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine tahakkuk eden alacaklar da kesinleşmiş alacak olarak yapılandırılacak. Her bir taşıt için ödenecek olan MTV, taşıta ilişkin idari para cezaları ile geçiş ücretinin en az yüzde 10'unun ödenmesi şartıyla taksit ödeme süresince fenni muayeneye izin verilecek. Tütün mamulleri, makaron, yaprak sigara kağıdı ve alkollü içkilerin üreticileri ve ithalatçılarının, ürünlerinde kullanmaları gereken özel etiket ve işaretleri kullanabilmeleri için yapılandırılan ve vadesi 1 Mart 2016'dan sonra gelen Özel Tüketim Vergisi Kanunu'nda yer alan ürünlere ilişkin özel tüketim vergisi ve vadesi 1 Ekim 2020'den sonra gelen katma değer vergisi ile bu vergilere ait beyannameden doğan damga vergisinin tamamının ödenmesi şartı getiriliyor. Belediyelerin su, atık su ve katı atık ücretleri ile sunduğu bazı hizmetlerden kaynaklanan ücret alacakları ile aldığı bazı paylar ile büyükşehir belediyelerinin katı atık ücretleri ile su ve kanalizasyon idarelerinin su ve atık su bedeli ile harcamalara katılma payı alacakları ve YİKOB'ların alacakları yapılandırılacak. Düzenlemeden yararlanmak isteyenlerden, diğer şartların yanı sıra dava açmamaları, açılmış davalardan vazgeçmeleri ve kanun yollarına başvurmamaları şartı aranacak. Söz konusu kurumların kesinleşmemiş veya dava safhasında bulunan amme alacakları da düzenlemenin kapsamında yer alıyor. Buna göre, düzenlemenin yayımı tarihi itibarıyla ilk derece yargı mercileri nezdinde dava açılmış veya dava açma süresi henüz geçmemiş olan ikmalen, re'sen veya idarece yapılmış vergi tarhiyatları ile gümrük vergilerine ilişkin tahakkuklar, istinaf veya temyiz süreleri geçmemiş ya da istinaf/itiraz veya temyiz yoluna başvurulmuş veya karar düzeltme talep süresi geçmemiş veya karar düzeltme yoluna başvurulmuş olan ikmalen, re'sen veya idarece yapılmış vergi tarhiyatları ile gümrük vergilerine ilişkin tahakkuklar da yapılandırılacak. Kanunla sadece vergi cezaları/gümrük yükümlülüğüyle ilgili idari para cezalarına ilişkin olarak dava açılmış olması halinde ödenecek tutarlar, düzenleme kapsamındaki idari para cezalarından ihtilaflı olanlar ile ecrimisillerden ihtilaflı olanların yapılandırılması da düzenleniyor. Düzenlemenin yayımı tarihinden önce başlanıldığı halde tamamlanamamış olan vergi incelemeleri ile takdir işlemlerine devam edilecek. Bu işlemlerin tamamlanmasından sonra, tarh edilen vergilerin yapılandırılması ve düzenlemeden yararlanma, ihbarname tebliğine bağlı başvuru ve ödeme süreleri belirlenerek kurala bağlanıyor. Buna göre, düzenlemenin kapsadığı dönemlere ilişkin iştirak nedeniyle kesilecek vergi ziyaı cezalarında, cezaya muhatap olanların, cezanın yüzde 25'ini belirtilen süre ve şekilde ödemeleri halinde cezanın kalan yüzde 75'inin tahsilinden vazgeçilecek. Düzenlemenin kapsadığı dönemlere ilişkin, yayımı tarihinden önce pişmanlık talebiyle veya izaha davet kapsamında verilip, ödeme yönünden şartların ihlal edildiği beyannameler ile kendiliğinden verilen beyannameler için kesilen ve düzenlemenin yayımı tarihi itibarıyla tebliğ edilmemiş vergi cezaları hakkında da bu hükümler uygulanacak. Düzenlemenin yayımı tarihinden önce tamamlandığı halde bu tarihte veya bu tarihten sonra vergi dairesi kayıtlarına intikal eden takdir komisyonu kararları ve vergi inceleme raporları üzerine gerekli tarh ve tebliğ işlemleri yapılması ve belirlenen tutarın, belirtilen süre içinde ödenmesi şartıyla kanunun hükümlerinden yararlanılabilecek. Bu düzenleme hükümlerinden yararlanacak mükellefler, Vergi Usul Kanunu'ndaki uzlaşma, tarhiyat öncesi uzlaşma, vergi cezalarında indirim, Gümrük Kanunu'nun uzlaşma, Kabahatler Kanunu'nun peşin ödeme indirimi ile Devlet İhale Kanunu'ndaki indirim hükümlerinden yararlanamayacak.

TÜİK verileri: Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 22'ye ulaştı (BİRGÜN)

TÜİK verilerine göre; ocak ayında mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı yüzde 9,7 seviyesinde gerçekleşti. Geniş tanımlı işsizlik oranı ise yüzde 22'ye ulaştı.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ocak ayına ilişkin iş gücü istatistiklerini açıkladı. Buna göre, 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 166 bin kişi azalarak 3 milyon 424 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,5 puan azalarak yüzde 9,7 seviyesinde gerçekleşti. Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü ( geniş tanımlı işsizlik) oranı ise 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 0,6 puanlık artış ile yüzde 21,9 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 15,3 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 16,7 olarak tahmin edildi.tuik-verileri-genis-tanimli-issizlik-orani-yuzde-22-ye-ulasti-1136142-1.

İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,7 iken kadınlarda yüzde 13,7 olarak tahmin edildi. İstihdam edilenlerin sayısı 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 354 bin kişi artarak 31 milyon 837 bin kişi, istihdam oranı ise 0,5 puan artarak yüzde 48,9 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 66,9 iken kadınlarda yüzde 31,2 olarak gerçekleşti.

İşgücü 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 188 bin kişi artarak 35 milyon 260 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,2 puanlık artış ile yüzde 54,1 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 72,5 iken kadınlarda yüzde 36,1 oldu.

GENÇ NÜFUSTA MEVSİM ETKİSİNDEN ARINDIRILMIŞ İŞSİZLİK ORANI YÜZDE 20,2 OLDU

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,5 puanlık artış ile yüzde 20,2 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 16,5, kadınlarda ise yüzde 26,6 olarak tahmin edildi.

tuik-verileri-genis-tanimli-issizlik-orani-yuzde-22-ye-ulasti-1136139-1.

HAFTALIK ORTALAMA FİİLİ ÇALIŞMA SÜRESİ 44,9 SAAT OLDU

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 0,7 saat artarak 44,9 saat olarak gerçekleşti.

tuik-verileri-genis-tanimli-issizlik-orani-yuzde-22-ye-ulasti-1136140-1.

ATIL İŞGÜCÜ ORANI

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2023 yılı Ocak ayında bir önceki aya göre 0,6 puanlık artış ile yüzde 21,9 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 15,3 iken potansiyel işgücü ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 16,7 olarak tahmin edildi.

tuik-verileri-genis-tanimli-issizlik-orani-yuzde-22-ye-ulasti-1136141-1.

Kızılay koşa koşa Menzil’e gitmiş!(İsmail Arı-Birgün)

Kızılay’ın depremzedelere dağıtmak için Menzil Cemaati’nden yardım kolisi satın aldığı iddia edildi. BirGün’ün ulaştığı Menzil Cemaati ile Kızılay yetkilileri ise tüm soruları yanıtsız bıraktı, bir açıklama yapmadı.

Depremzedeler soğukta çadır beklerken Ahbap’a ve Türk Eczacıları Birliği’ne çadır satarak bir skandala imza atan 155 yıllık Kızılay’da tartışma yaratacak bir gelişme daha yaşandı.6 Şubat’ta meydana gelen büyük deprem felaketinin ardından Kızılay’ın, Menzil Cemaati’ne bağlı Nakış Gıda isimli bir şirketten gıda malzemesi, yardım kolisi satın aldığı iddia edildi. Depremzedeler için yapılan bu alımın ihalesiz olarak gerçekleştirildiği öne sürüldü.
Ayrıca Menzil Cemaati’ne mensup olduğu bilinen Kızılay Başkan Yardımcısı Fatma Meriç Yılmaz’ın bu alıma aracılık ettiği, Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın ise bilgisi olduğu belirtiliyor.
BirGün’ün ulaştığı Menzil Cemaati’ne bağlı Nakış Gıda’nın yöneticisi Kenan Kasap açıklama yapmadığını söyledi. Kasap, “Alımı ihalesiz mi yaptınız?” sorusuna “Ortalık yangın yeriyken ne ihalesi?” diye karşılık verdi. Öte yandan Menzil’den gıda alımına aracılık ettiği iddia edilen Kızılay Başkan Yardımcısı Fatma Meriç Yılmaz ile Kızılay Basın Müşavirliği de sorularımızı yanıtsız bıraktı. Ayrıca Nakış Gıda firmasının ofisi, Menzil Cemaati’nin İstanbul’daki merkezi olan Tuzla’daki Semerkant Kültür Merkezi’nin içerisinde yer alıyor.(ÖNCE DE İHALE VERİLDİ)
Öte yandan Kızılay’ın Menzil Cemaati’ne mensup olan Ferhat Danışman’ın Techno Health isimli şirketine 2019 yılında verdiği ihaleyi de BirGün ortaya çıkarmıştı. Kızılay Yönetim Kurulu, 5 Şubat 2018’de NAT Tarama, Serolojik Tarama ve Ferritin Tarama Testi alımı için ihale açılmasını kararlaştırdı. Techno Health ile Tenay Elektronik iş ortaklığı ‘pazarlık’ için ihaleye davet edildi. Pazarlık sonucunda 3 milyon TL indirimle alımın 713 milyon 529 bin TL (120 milyon Avro) bedelle iki şirketten oluşan ortaklıktan yapılması kararlaştırıldı. İhale 20 Mart 2019’da onaylandı. Kızılay’dan iş ortaklığı ile ihale alan Techno Health Şirketi’nin sahibi Ferhat Danışman’ın ise Menzil Cemaati’ne mensup olduğu biliniyordu. Sosyal medya hesabında Menzil ile ilgili paylaşımlar yer alan Danışman, aynı zamanda cemaate ait olan Emsey Hastanesi’nin de yöneticisiydi. BirGün’ün bunu ortaya çıkarmasının ardından Danışman sosyal medya hesabını kapatmıştı. Danışman, Menzil’e ait olduğu bilinen Emsay Hastanesi ile ilgili paylaşımları dışında “Menzil’de içilen çorba kişinin midesinden 100 yıl çıkmaz” mesajları da paylaştı.

Depremzede öğrenciler, İl Milli Eğitim Müdürlüğü eliyle Hakka Hizmet Vakfı'nın eline bırakıldı(Birgün)

Eskişehir Eğitim Sen Şube Başkanı Faik Alkan, depremin ardından Eskişehir’e gelen depremzede öğrencilerin Hakka Hizmet Vakfı gönüllüleri tarafından okullarda yapılan "Değerler Eğitimi" adı altında müfredat dışı etkinliklere maruz bırakılmasına tepki gösterdi. Alkan, “Siyasal iktidarın 20 yıllık döneminde okullar eğitim öğretim kurumları olmaktan çok dini faaliyetlerin, MEB, Diyanet İşleri Başkanlığı, dini vakıf ve cemaatler eliyle örgütlenmeye çalışıldığı mekânlar haline getirilmiştir. Laik bir ülkede devlet eğitimi bilimsellikten uzaklaştıramaz” dedi.(https://www.birgun.net/haber/depremzede-ogrenciler-il-milli-egitim-mudurlugu-eliyle-hakka-hizmet-vakfi-nin-eline-birakildi-424309)

 Hani beş kuruş çıkmayacaktı?(Mustafa Bildircin-Birgün)

İktidarın “Cebimizden beş kuruş çıkmayacak” dediği şehir hastaneleri bütçede karadelik gibi. CHP’li Emir’in açıklamasına göre, Sağlık Bakanlığı, KÖİ modeliyle yapılan sağlık tesislerine geçen yıl 25,6 milyar TL harcadı. İktidarın, “Cebimizden beş kuruş çıkmayacak” denilerek Kamu Özel İşbirliği modeliyle inşa ettirdiği şehir hastaneleri, Sağlık Bakanlığı bütçesinde karadelik haline geldi. CHP’li Murat Emir’in mercek altına aldığı Sağlık Bakanlığı’nın 2022 yılına yönelik mali raporları da şehir hastaneleri için bakanlık bütçesinden harcanan parayı ortaya koydu.Emir’in açıkladığı bilgilere göre, “Kamu Özel İş Birliği Modeli ile Yapılan Sağlık Tesislerine Yönelik Faaliyetler” kalemi için geçen yılın başında 21 milyar 564 milyon 904 TL ödenek ayrıldı. Ödenek, yıl içerisinde 25 milyar 661 milyon 900 bin TL’ye çıkarıldı. Şehir hastaneleri için 2022 sonunda yapılan açıklama ise toplam 25 milyar 658 milyon 933 TL olarak hesaplandı. Harcamanın büyüklüğüne dikkat çeken CHP’li Emir, “Şehir hastaneleri için devletin kasasından beş kuruş çıkmayacak’ derken kastettikleri buydu herhalde. Beş kuruş değil, 25,6 milyar TL çıkmış” dedi.
(BÜTÇEDE KARADELİK) Emir, şehir hastaneleri için Sağlık Bakanlığı bütçesinden 2021 yılında da 13 milyar 415 milyon 370 bin TL’lik harcama gerçekleştirildiğinin altını çizerek, şunları söyledi: “Türkiye’ye sağlıkta çağ atlattığını iddia eden iktidar, anlaşılan o ki müteahhitlere çağ atlatıyor. Sağlık Bakanlığı’nın raporlarına bakarken ilk dikkatimizi çeken şey şehir hastaneleri için yapılan harcamalar oluyor. İktidarın, ‘Cebimizden beş kuruş çıkmayacak’ iddiasını herkes hatırlıyor. Raporlar ise bunun doğru olmadığını ortaya koyuyor. Daha önce, ödenek yetersizliği nedeniyle tamamlanamayan ya da yapımına başlanamayan devlet hastanelerini gündeme getirmiştik. İçimiz acıyor. Kamunun kaynakları üç beş müteahhit ve şirket için heba ediliyor. AKP'nin, ‘Otel konforunda’ diyerek adeta pazarladığı şehir hastaneleri, vatandaşın vergilerini bir karadelik gibi içine çekiyor.”

Tütün avansa dikiliyor (Berkay Sağol-Birgün)

Dikim dönemi yaklaşan Ege tütünü, iklim koşulları ve yetersiz teşviklerden dolayı zor günler geçiriyor. Sözleşmelerde tütün fiyatı belirtilmezken çiftçiler avans parasına tütün üretmek zorunda kalacak. Tarımın en yoksul kesimlerinden biri olan tütün üreticilerinin borçları her geçen gün daha da artmaya devam ederken, üreticiler tütünden vazgeçmeyi sürdürüyor. Tütün üreticileri girdi maliyetlerinin artması, borçlar ve imzalanan sözleşmelerde tütünün kilogram fiyatının belirlenmemesi sebebiyle mağdur oluyor. Üreticiler ocak ayında şirketin kilogram başı 55 lira dayatmasına karşı Uşak, Denizli ve Manisa’da eylemler yaparak şirketin 55 lira olarak belirlediği rakama karşı eylem yaparak 100 lira talep etmişti. Şirketlerle daha sonra 70 lira karşılığında anlaşan tütün üreticileri için yeniden dikim dönemi yaklaşıyor. Sözleşmelerde fiyat belirlenmediği için tütün üreticileri, şirketten aldıkları avanslarla tütün üretmek zorunda kalacak. Tarım ve Orman Bakanlığı Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığı verilerine göre; 2021 yılında Ege Bölgesi’nde 27 bin 217 tütün üreticisi bulunurken bu sayı 2022’de 26 bin 33’e düştü. 2021 yılında 555 bin 596 dekar olan üretim alanı 2022 yılında 537 bin 38 dekar olarak kayıtlara geçti. 2021 yılında 47 bin 332 ton olan tütün üretimi ise 32 bin 663 tona kadar düştü. Uşak’ta tütün üreticiliği yapan ve Çiftçi-Sen Yönetim Kurulu üyesi olan Esat Yıldız, “Tütün üreticileri her yıl üretimden kaçıyor. Her yıl üretim alanı, üretilen tütün miktarı ve üretici sayısı gittikçe düşüyor. 2023 yılının mahsulünün fideleri toprağa atıldı. 15 Nisan’dan itibaren yetişir. 20 Mayıs’a kadar dikim biter. 2023 yılı sözleşmeleri bu yıl mayıs ayına sarkar. 2022 mahsulünün kantarı hâlâ sürüyor. 2023 yılı için tüccar çok yüksek avanslar veriyor. Ton başına şimdiden en az 60 bin lira alanlar var, bu rakam 80 bin liraya kadar çıkıyor. Bundan dolayı 2023 mahsulü sözleşmesi mayıs ayında imzalanacak ama fiyat kaşesi verilmeyecek” dedi. Yıldız, “2023 yılı mahsulü en az 130 lira olması gerekiyor. Şirket 110-115 liraya anlaşmaya çalışacak. Bu yıl tüm kalite tütünler 70 liraya satıldı ama seneye fiyat tütünün kalitesine göre belirlenir. Böyle olunca kilogramını 115 liradan da, 70 liradan da satan olur. En az 130 liranın altında verilen her fiyat üreticiyi zarar ettirir. Zarar eden çiftçi seneye tütün ekmez, üretici sayısı azalmaya devam eder” diye konuştu. Üreticilerin 2023 yılının fiyatını sormadığını avansa razı olduğunu söyleyen Yıldız, şunları dile getirdi: “Üretici mecburen bir an önce avans almaya çalışıyor çünkü hepsi bankaya borçlu. Tütün üreticilerinin yüzde 90’ı bankaya borçlu. Bu yüzde 90’ın yüzde 60’ı ikinci, yüzde 40’ı ise üçüncü bir bankaya borçlu. Böyle bir borç döndürme olayı var. Üreticiler avansı alacak ki bankaya borcunu ödesin ve dikime başlasın.”

'Cumhurbaşkanlığı için her biri 70 bin avroya Hollanda'dan çok sayıda at satın alındı'(SOL)


CHP Grup Başkanvekili Özgür ÖzelCumhurbaşkanlığı bünyesinde kullanılmak üzere Hollanda’dan at satın alındığını söyledi. Özel, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle Meclis'te konuyla ilgili soru önergesi verdi.

Özel, "Türkiye’nin çok büyük bir ekonomik kriz içinde bulunduğu, enflasyonun dizginlenemediği, işsizlik oranının düşürülmediği böylesi bir dönemde bu atların nasıl bir ihtiyaçtan alındığı bilinememektedir" dedi.

'Atlı Tören Kıtası’nda ise 41 at var'

Özgür Özel, önergesinde şunları kaydetti:

“Cumhurbaşkanlığı bünyesinde bulunan Cumhurbaşkanlığı Atlı Merasim Birliği’nin görevleri, resmi bayramlar ve devlet törenlerinde atlı tören kıtasını oluşturmak, binicilik müsabakalarında ülkeyi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni temsil etmek, Kara Kuvvetleri’nin at ve binicilikle ilgili kadrolarına personel yetiştirmek, ihtiyaç halinde teşkil edilecek süvari ve atlı birliklere çekirdek kadro oluşturmak olarak tanımlanmaktadır. Birlik bünyesinde 130 at bulunduğu belirtilmektedir.

Cumhurbaşkanı’nın yabancı devlet başkanlarını resmi törenle karşıladığı faaliyete katılan Atlı Tören Kıtası’nda ise 41 at bulunduğu ifade edilmektedir.

Tarafıma ulaşan bilgiye göre; Cumhurbaşkanlığı bünyesine yakın bir geçmişte Hollanda’dan, her biri 70 bin avroya denk gelen 1 milyon 400 bin TL tutarında çok sayıda at alındığı ifade edilmektedir. Bu tutarın Cumhurbaşkanlığı bütçesinden ödendiği belirtilmektedir.”

'Kaç adet at alındı, ne amaçla kullanılacaklar?'

ANKA'nın haberine göre, Özel, Fuat Oktay’a şu soruları yöneltti:

  • Hollanda’dan, Cumhurbaşkanlığı bünyesinde kullanılmak üzere kaç adet at alınmıştır? Söz konusu atların özelliği nedir? Hangi özellikleri nedeniyle tercih edilmiştir?
  • Bu atlar ne zaman alınmıştır? Bu atlar teslim alınmış mıdır? Bu atlar ne amaçla kullanılacaktır?
  • Bu atlar için ne kadar ödenmiştir? Ödenmesi gereken miktarın tamamı ödenmiş midir?
  • Bu kadar sıkıntılı bir süreçte bu alımı israf olarak değerlendiriyor musunuz?

        (derleyen:mstfkrc)



Kızılhaç ve Kızılay 3.5 milyon Avroluk battaniye parasını inkâr etti ama... İşte o belge + Battaniye parası nerede? (Murat Ağırel / CUMHURİYET)

 

Gazetemizin dün duyurduğu kaybolan 3.5 milyon Avroluk battaniye parasıyla ilgili Kızılay ve Kızılhaç Federasyonu’ndan “İddialar gerçekdışı” açıklaması geldi. Oysa elimizdeki belge bütçenin 10 Şubat’ta onaylandığını gösteriyor. Bu parayla battaniye alınması da şart koşuldu.

Ulusal Kızılay-Kızılhaç derneklerini bir araya getiren ve aralarında eşgüdüm ve işbirliğini sağlayan bir federasyon var adı Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu yani kısaltması (IFRC).

Türkiye, Kızılay Derneği Genel Müdürlüğü IFRC’nin üyesi. Kızılhaç Federasyonu BM gibi 190 ülkenin Kızılaylarının üst yapısı. Deprem olduktan sonra üye kuruluşlar hemen Türk Kızılay ile iletişime geçiyor ve “Size yardımcı olmak istiyoruz“ diye bildiriyorlar. Federasyon yani IFRC denen kuruluş yardımların toplanması ve dağıtılması noktasında sekretaryayı sağlıyor.

Türkiye’ye en fazla donör yani yardım sağlayan kuruluş Almanya ve Avusturya Kızılayları. Yapılan açıklamada Türkiye’ye yardımda bulunan 50 ülkenin Kızılayı var. Bu ülkelerin Kızılaylarının koordinasyonunu federasyon yapıyor. Toplanan nakit ve ayni yardımları bir araya getirerek Türk Kızılay’ına iletiyor. Kendisine üye olan kuruluşun yolsuzluk yapıp yapmadığını denetleyen ve ülkelere taahhüt veren kurumdur ayrıca.

Çadır haberim çıkınca Almanya’daki Alman Kızılhaç’ının yaptığı açıklama ile ilgili yetkilileri aradım. Federasyon yani IFRC bu ortaya çıkan somut gerçekle ilgili bir araştırma yaptı mı diye sordum.

Cevap: Hayır.

Araştırma yapmadığı gibi federasyon üye kuruluşlara basının sorması durumunda yapacakları açıklamayı gizli bir yazışma ile göndermiş. Demiş ki; “Size bu yönde soru gelirse sadece bu açıklamayı yapacaksınız.” Haliyle “Yok artık” dedim. Ancak bunun da belgesine ulaştım. Yapılan açıklama ve federasyon tarafından gönderilen basın metni bire bir aynı!




Paranın taşeronluğunu yapan bu federasyon ne yazık ki şeffaf ve güvenilir değil. Denetleme görevini yapmak yerine başka “motivasyonla” hareket ediyor. Ne demek istediğimi merak ediyorsunuz. Biraz daha somutlaştıralım. IFRC Genel Sekreteri Jagan Chapagain 19 Şubat’ta deprem bölgesine geldi. Huyumuz mu suyumuz mu bulaştı bilmem genel sekreter deprem bölgesine giderken 35 bin CHF verilerek özel jet kiralayıp gitmiş. Hangi bütçeden? KIZILAY yardım bütçesinden mi? Yoksa IFRC’ye verilen yardım paraları ile oluşan bütçeden mi?

E PES ARTIK!

Huyu suyu derken afaki söylemiyorum zira bu kuruluşun yardım paraları ile bizim KIZILAY yetkilimiz Alper Bey’e özel helikopter tutmuşluğu da var. Neyse bu genel sekreterin bu davranış karşısında federasyon çalışanı Frederic Barzo istifa ediyor. Kendisini aradık konuştuk. Jet kiralama işini doğruladı. Kiralama bedelinin 35 bin CHF değil 27 bin CHF olduğunu belirtti. İstifa nedeni sadece jet kiralama olayı olmadığını meslek etik gereğine uymayan davranışlar nedeniyle istifa ettiğini belirtti. Yani jet kiralama olayı doğru. O gün acaba uçak mı yoktu diye kontrol ettim. Hayır bolca uçuş varmış. Federasyonun temel prensip ve kuralları var. Federasyon üyelerinin yolsuzluk suçlamalarından da sorumludur. İnceleme yapacak kişi Türkiye’ye gelip yardım parası ile özel jet tutuyor, tüm kuruluşlara baskı yapıp bu basın metninin dışında açıklama yapmayacaksınız diyor. Al birini vur ötekine... Para babalarının mesken tuttuğu yardım kuruluşu görünümlü örgütler de evsiz barksız kalmış insanlar üzerinden faydalanıyor. Faydalanırken de lükslerinden taviz vermiyorlar.

Kızılay dünkü haberimizden sonra bir açıklama paylaştı. Çin’den gelen “20 bin çadır nerede?” demiştik. Cevap olarak “Yurtdışından ülkemize toplamda 38 bin 757 adet çadır geldi ve AFAD’a teslim edildi” demişler. Böyle olunca yeni soru ortaya çıktı. Cevaplanması için aradım yetkilileri yine cevap vermediler. Buradan soralım. Depremin ilk günlerinde çadır sattığınızı ortaya çıkardığımda “60 bin çadırı AFAD’a teslim ettik” demiştiniz. Yurtdışından gelen 38 bin 757 çadır AFAD’a teslim edilen toplam rakama dahil mi? 

3.5 MİLYON AVRO’NUN BELGESİ

Diğer durum Kızılhaç Federasyonu’na 3.5 milyon Avro battaniye için fon geldiği konusu. Bu fonun bekletildiğini Kızılay’ın boşalan stokunu mu dolduralım yoksa battaniye mi verelim diye bekletildiğini yazmıştım ve donörlerden gelen bağış tablosunu paylaşmıştım. Kızılay ve federasyon başkanı bunu yalanladı ama Kızılay’ın açıklamasında “Boşalan depoyu doldurmak uluslararası bir standart” diye cevaplamışlar. 

Ben kaynağıma ve bilginin doğruluğuna güveniyorum. Elimde belge olmasa bunu yazar mıyım?

IFRC Türkiye Temsilcisi Ruben Cano, “Haberde iddia edildiği gibi IFRC olarak Kızılay’dan cevabını beklediğimiz bir ‘battaniye’ konusu bulunmamaktadır. Öte yandan federasyona battaniye konusunda yine haberde iddia edildiği gibi gelen bir bağış kaynağı da söz konusu değildir. Haberde yer alan battaniye ile ilgili tüm iddialar gerçekdışıdır” demişti. Bu fonun kaynağı Avrupa Komisyonu İnsani Yardım ve Sivil Koruma Ofisi’dir (ECHO). Bu bütçe 10 Şubat’ta onaylandı. Hani Ruben Cano zorlanmasın diye onaylanan referans numarasını da verelim: 2023/00640/RQ/01/01.


(Hatta size bu para ne için gönderilmiş ECHO’nun resmi belgesini de paylaşayım.)

(Murat Ağırel - Cumhuriyet)
                                                                    /././

Battaniye parası nerede? (Murat Ağırel-Cumhuriyet)

Ülkemizi yasa boğan deprem felaketinin üzerinden 33 gün geçti. Yaşamını yitiren yurttaşlarımızın sayısı 50 bine dayandı. Bölgede halen giderilemeyen sorunlar var. Çadır sorunu hâlâ devam ediyor. Son olarak önceki gün çadırları yağmur suları bastı. Çocukların içerisinde kaldığı halleri düşündükçe ter basıyor. Kahroluyorum. Araştırdıkça ne kadar bozuk bir düzene insanların mahkûm edildiğini görüyorum. Nereye atsam ahlaken bir bataklık görüyorum.

Depremin ilk günlerinde çadır bulmak artık piyangodan ikramiye çıkma olasılığı ile ölçülüyordu. Zira her afette alıştığımız koşulsuz şartsız yanımızda olan gözbebeğimiz KIZILAY, çadır satışı ile ilgileniyordu.

Bu haberi yazdığımda deyim yerinde ise Türkiye’de herkes “Bu kadar da olamaz” dedi. Beni bilenler, tanıyanlar yazdıklarımın sonuna kadar arkasında olduğumu bilir. Ama lütfen yalan çıksın diye yorum yaptılar. Hak veriyorum. Fakat konunun muhatapları da doğrulayınca ortalık karıştı.

Satılan sadece çadır mıydı ve sadece AHBAP’a mı satılmıştı? Hayır tabii ki…

TEB (Türk Eczacılar Birliği), Arçelik, Opet, Michelin gibi firmalara da çadır satışı yapıldı. Konserve ve yapılan ikinci el yardımlar da satıldı.

Hatta KIZILAY’a fason çadır üreten firma dahi İBB’ye çadır sattı.


Tam kriz anından faydalanma durumu. Kimse bana ticaret diye anlatmasın. Depremin ikinci üçüncü günü insanlar enkaz altında, sağ kalanlar soğuk havadan korunmak için yer arıyor ama yardım kuruluşu çadır satıyor. Kimseye anlatamazsınız. Batan geminin malları…

Bu haberlerden sonra KIZILAY cephesinde bunlar yaşanırken Alman Kızılhaçı’nın yaptığı bir basın açıklaması karşıma çıktı. Açıklama içinde yer alan bilgiler bizim Türkiye’deki Kızılay’ın yaptığı açıklamanın neredeyse aynısı. Nasıl olur diye araştırırken karşıma neler çıktı neler.

Anlatalım...

Depremin hemen sonrasında federasyona bağlı donörler yani bağışçılar için 350 milyon CHF yardım çağrısı açılıyor. İlk aşamada bunun 15 milyon 336 bin CHF’lik kısmı geliyor. Bu yardımlar gerek nakit gerek ayni oluyor. Belgesini de paylaşalım:


Mesela Avusturalya, 2 milyon 293 bin CHF nakit yardımında bulunuyor. Avrupa Birliği kuruluşu ECHO, 2 milyon 986 bin CHF yardımda bulunuyor. Fransa Kızıl Haçı ise 1 milyon 586 bin CHF ayni yardımda bulunuyor. İspanya, Japonya Belçika da ayni yardımda bulunuyor. Yani ne var bu yardım içinde çadır, ilaç, giyecek, tulum gibi.

Bunların dışında mesela Çin, 20 bin çadır göndermiş. Fransa, İspanya çadır göndermiş. Çin’den gelen çadırlar ne oldu. Ben akıbetine ulaşamadım. THY ile taşınmasına dair belgelere ulaştım ancak sonrasında bu çadırların nereye gönderildiğine dair bir belgeye veya bilgiye ulaşamadım. Türk Kızılay yetkilileri çadır haberimden sonra ne telefonuma çıktılar ne de yazılı sorularıma cevap verdiler.

KIZILAY resmi açıklamasında 75 bin 136 çadır sevk ettik açıklaması yapmıştı. Acaba bu çadırlar deposunda var olan çadırlar mı yoksa Kızılhaç birliklerinden gelen çadırlar mı cevabını bilmiyoruz. Zira sadece Çin’den 20 bin çadır gelmiş. Onu da satmamışlardır herhalde diye düşünüyorum.

3.5 MİLYON AVROLUK BATTANİYE YARDIMI

Mesela federasyona bir yardım geliyor. Bu da 3.5 milyon Avro tutarında battaniye yardımı. Soğuk iklim koşulları için önem sıralamasında en önemli ihtiyaçlardan biri. Federasyona gelen bu yardım ne yapılıyor? Bekletiliyor efendim. Yazımı yazarken halen bekletiliyordu.

Çünkü bu para ile battaniye alıp dağıtalım mı? Yoksa KIZILAY’ın deposunda eksilen battaniye stokunu mu tamamlayalım diye karar vermeye çalışıyorlardı.

(Murat Ağırel / CUMHURİYET)


  



Öne Çıkan Yayın

GÜNDEM -19 Haziran 2025-

İsrail yardım ve şarj noktalarında toplanan Gazzelileri hedef alıyor: Bir günde 69 Filistinliyi katletti -soL- Gazze’deki Sağlık Bakanlığı’n...