Devrimci bir kadın sanatçı Käthe Kollwitz + İçindeki dağı büyütmek ve Cézanne (FİDE LALE DURAK-SOL/Özel)
Devrimci bir kadın sanatçı Käthe Kollwitz
'Kollwitz, sorumluluk duygusunu çağının ilerici bir aydını olabilmek için büyüten, siyasallaştıran bir sanatçıdır.'Käthe Kollwitz sanatını, topluma karşı sorumluluğunu yerine getirebildiği bir üretim yöntemi olarak görmüştü. Bu yüzden eserlerinde işçilere, köylülere, yoksullara ve onların mücadelesine yer verdi. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sırasında ödün vermediği savaş karşıtı duruşunun ve sosyalist mücadele ile olan yakınlığının sanatı üzerinde etkisi büyük oldu. Eserlerindeki işçiler, kadınlar ve hatta çocuklar ölümü, sefaleti görmüş olsalar da yaşamın tüm zorluklarına rağmen direngen ve kavgacıdırlar.
Kollwitz, 1867’de Königsberg’de (bugün Kaliningrad), sosyalist bir ailede dünyaya gelir. Babası bir avukat olmasına karşın Kayzer’in yasalarını uygulayan biri olmak istemediği için dekorasyon işleriyle uğraşmaktadır. Kollwitz’in, babasının dükkanında işçi ve köylülerin yaşamını gözlemlemesi, erken yaşlarından itibaren adaletsizliğe karşı duyarlı olmasını sağlar. Dükkânda gözlemlediği insanlardan etkilenerek resmeder. Çizime olan yatkınlığı ailesi tarafından da fark edilir ve küçüklüğünden itibaren dönemin ünlü ressamlarından eğitim alabilmesi için olanak sağlanır. Sanat eğitimine 1884 yılında Berlin’de başlar, Köln’de devam eder. Kollwitz, kadınların üniversite eğitimi almasının önündeki engeller nedeniyle sanatını özel dersler ve kendi çabası ile geliştirir.
1891’de sosyalist bir doktor olan Karl Kollwitz ile evlenir. Karl’ın yoksullara her zaman kapısı açık olan muayenesine gelenler, Kollwitz’in resimlerinin de baş modelleri olmaya başlar. 1889 yılında Silezyalı dokumacıların mücadelesini konu edindiği “Dokumacılar” serisi ile Büyük Berlin sergisinde ödüle layık görülür. Ancak Kayzer II. Wilhelm, Kollwitz’e ‘kaldırım sanatçısı’ diyerek, hak kazandığı madalyayı vermeyi reddeder. Kollwitz, hemen ardından Émile Zola’nın ‘Germinal’ romanından yola çıkarak yaptığı yeni bir seriye başlar. “Köylülerin İsyanı” adındaki bu seri de tıpkı “Dokumacılar”da olduğu gibi baskı yöntemini kullanır.
Käthe Kollwitz, 1899, “İsyan”Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Kollwitz’in iki oğlu da savaşa gider. Savaşın ikinci ayında küçük oğlu Peter’ın ölüm haberi gelir. Kollwitz’in resimlerindeki sınıfsal öfkesi kendi acısıyla birleşir ve bu tarihten itibaren eserlerinde ölüm teması sıkça tekrar eder. Almanya’da savaş karşıtı mücadelelerde simge olacak afişler yapar, hatta bunların bir kısmını doğrudan Alman Sosyal Demokrat Partisi için hazırlar. “Ekmek”, “Almanya’nın Çocukları Açlık Çekiyor”, “Savaş Bir Daha Asla”, “Oynayacak Yeri Olmayan Çocuklar” bu dönemde yaptığı dikkat çekici afişlerdir.
Käthe Kollwitz, 1912, “Oynayacak Yeri Olmayan Çocuklar”Käthe Kollwitz, 1920, “Karl Liebknecht Anısına”
1919 yılında faşistler tarafından öldürülen Karl Liebknecht’in ardından anıtsal bir baskı resim yapar. Kollwitz, faşist yayın organlarında “Bir Alman annesi böyle olmamalı” denilerek topa tutulur. Kollwitz için faşizm düşmanlığı kadar Sovyetler Birliği dostluğu da tereddütsüzdür. Bolşeviklerin iktidarının henüz başlarında, 1921-22 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde milyonları etkileyen kıtlık baş gösterir. Lenin uluslararası işçi birliklerine ‘acil yardım’ çağrısı yapacak, Kollwitz de resimleri ile kampanyanın büyümesini destekleyecektir.
Käthe Kollwitz, 1921, “Rusya’ya Yardım Et”1933 yılında Hitler’in iktidara gelmesiyle Karl Kollwitz’ın doktorluk yapması yasaklanır. Käthe Kollwitz ise 1919’da kabul edildiği ve kendisine profesörlük unvanı verilen Prusya Güzel Sanatlar Akademisi’nden kovulur. Oturdukları evleri faşistler tarafından bombalanır, bu sırada Kollwitz’in birçok eseri de yok olur. Sonunda Berlin’i terk etmek zorunda kalırlar.
Kollwitz, 1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı sona ermeden on altı gün önce hayata gözlerini yumar. Küçüklüğünden itibaren kulağına küpe ettiği büyükbabasının “yetenekli olmak insana sorumluluk yükler” sözünü yerine getiren ve o sorumluluk duygusunu çağının ilerici bir aydını olabilmek için büyüten, siyasallaştıran bir sanatçıdır.
/././
İçindeki dağı büyütmek ve Cézanne
Cézanne’ın inatçı bir sabırla içinde büyüttüğü dağ o kadar yüce, sanatındaki soyutlama o kadar zengindir ki içinden sayısız sanatçılar çıkmıştır.
Cézanne 1839’da Fransa’nın güneyinde, taşıdığı tarih ve kültür açısından önemli bir şehir olan Aix-en-Provence’de doğar. Aslında hukuk eğitimi alır. Bu sırada resim dersleri de alan Cézanne, 1861 yılında ressam olmaya karar vererek Paris’e, çocukluk arkadaşı Émile Zola’nın yanına taşınır. Paris’te, Renoir, Pissarro, Sisley gibi sanatçılarla tanışır, özellikle Pissarro’nun etkisi üzerinde büyük olur. Cézanne uzunca bir süre empresyonist akımın etkisinde resimler yapar. Bu dönem yaptığı resimler de empresyonist akımın iyi örnekleri olmasına rağmen uzun süre adı duyulmaz. Cézanne’ın bugün kavradığımız önemli yerini alabilmesi için, empresyonist etkileri geride bırakması, resimlerinde kendine özgü bir şekilde derinleşebilmesi gerekecektir. Kendi dilini oluşturduğu bu dönemde, sadece yaşadığı çağda öne çıkan resimler yapmakla kalmayacak; Dostoyevski’nin “hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık” metaforuna benzer şekilde, Cézanne’ın da resimlerinden Picasso, Matisse gibi önemli ressamlar çıkacaktır. Bu yüzden Cézanne, modern resmin babası olarak tarihe geçecektir.
Cézanne, ressam olma kararının ardından İsviçre Akademisi ve Louvre’da çalışır. Ancak Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarında başarı gösteremeyince Aix-en-Provence’a geri döner. Tüm zamanını resim yapmaya adar. Uzun bir süre reddedilmesine rağmen, resimlerini ısrarla Paris Salon sergilerine gönderir. Cézanne’ın resimsel serüvenini kabaca dört döneme ayırmak mümkündür; ressam olmaya karar verdiği ve resmini geliştirdiği ilk on yılı, fırçasındaki empresyonist etkinin güçlendiği 1872 – 82 yılları arasında ikinci bir on yılı, empresyonizmin kurallarından ayrıldığı, resminin kendine özgü bir dengeye kavuşturmaya başladığı 1882-86 arasındaki dört yıllık arayış dönemi ve bazı kaynaklarda ‘lirizm’ olarak adlandırılan ölümüne kadar sürecek olan son on yılı. Cézanne ısrarlı biriydi, yoğun emekle, vazgeçmeden yaptığı resimleri ile önemli olanın çalışmak ve çalışmak olduğunu kanıtlamıştır. Cézanne’ın ısrarı ele aldığı konuların tekrarında da görülebilir. Özellikle Aix’deki Saint-Victorie dağı resimleri, hem Cézanne için ayrı bir yer tutar hem de Cézanne’ın resimde aradığı ve bulduğu özgünlüğü anlamamıza yardımcı olur.
İlk kez 1870 yılında “Demiryolu kesimi” resminde karşımıza çıkan dağın Cézanne’ın fırçasından çıkmış otuzdan fazla, farklı açılardan, bazen nü arkasında görünecek şekilde yapılmış versiyonları vardır. İlk eserlerde renkler daha canlı, fırça vuruşları empresyonistlere özgü zamanı yakalama amacı taşır ve resimlerin açık havada yapıldığını hissedeceğimiz şekilde ‘an’ın yakalandığı izleyene hissettirilir.
Paul Cézanne, 1870, “Demiryolu Kesimi”, Neue Pinakothek, Munih - Almanya1882’den itibaren başlayan arayışlarında ise açık havada yakalanan bir gözlemin aktarımından daha çok, gördüklerini parçalayıp analiz eden, dağı, ağaçları, doğanın tüm unsurlarını bu yaklaşımla ele alan ve her birinin varlığını ayrı ayrı hissedebileceğimiz bir kütlesel ifadeye geçiş vardır. Kullandığı renkler ve kompozisyonunda tercih ettiği düzenlemeler ile perspektifle oynamaya başlamıştır. Örneğin “Büyük Çam ile Sainte-Victoire Dağı” resminde önde duran çam ağacının dalları ve yaprakları dağın şekli ile uyumlu bir biçimde kıvrılarak arkadaki dağı vurgular. Klasik perspektifte alışkın olunan arka planda kalanların soluk, ön plandakilerin canlı renk ve tonlarda olma kuralını değiştirir; çam ağacındaki yeşil tonu, arka planda vadinin yeşilliklerinde de aynen kullanır. Aynı mavi, mor, sarı tonlar resmin bütününde benzer şekilde dolaşır. Bu sayede resim şiirsel bir soyutluk kazanır ve arka planda olan dağ, çam ağacı kadar yakın hissedilir.
1895 yılında yapacağı “Sainte-Victoire Dağı”nda renklerin kullanımında ve kütle yaratımındaki doz iyice artmıştır. Renkler empresyonizmin yumuşak tonlarından ayrılmış ve tüpten çıktıkları ilk hallerine benzer bir ‘vahşilikte’ kullanılmıştır. Belki de Matisse’i en çok etkileyen ve fovist sanatçılara ön ayak olan, renklerin bu serbest kullanımı, yaratılan soyut dildir. Kütlesellik ise, bir mimari yapının ağırlığını taşır hale gelmiştir. Dağ parçalanarak üst üste oturtulmuş, evler geometrik şekillere indirgenmiş, perspektife göre uyulması gereken büyüklük-küçüklük dengesi yine ters yüz edilerek ana amaca, yani dağa odaklanılmıştır. Muhtemelen Picasso’nun da kendi yöntemine devşireceği en önemli yaklaşım, perspektif yıkımı ve kütlesellik ile birlikte Cézanne’nın bu yıkan ama yeniden kuran cesareti olacaktır.
Cézanne, artık ömrünün sonlarına doğru fırçasını iyice serbest bırakır. Takıntılı bir şekilde yaptığı Saint-Victorie artık bir dağ değil, renklerden ve çizgilerden oluşan bir düzenleme, soyut bir biçim, belki duygusal bir dışa vurum ya da sadece simgesel bir anlatımdır. Belki kendiyle kurduğu bir analojidir. Gauguin yazdığı bir mektupta: “Cézanne’ın ufukları yüksek, mavileri çok yoğun ve işlerindeki kırmızı şaşkınlık verici derecede canlı” diyerek kendi sanatına olan etkisini hissettirir. Cézanne, döneminin önemli ressam, yazar ve şairleriyle sürekli iletişim halindedir ancak bu iletişimi Aix-en-Provence’de olan izole ve çalışkan hayatını bozmadan yürütür. Bir genç şair dostuna yazdığı mektupta: “giderek yaşlanıyorum. Kendimi ifade edecek zaman bulamayacağım. Öyleyse çalışmaya devam” diyecektir.
Cézanne’ın inatçı bir sabırla içinde büyüttüğü dağ o kadar yüce, sanatındaki soyutlama o kadar zengindir ki içinden sayısız sanatçılar çıkmıştır.
Paul Cézanne, 1895, “Büyük Çam ile Sainte-Victoire Dağı”, Courtauld Institute of Art, Londra - UKGAZİ KATLİAMI - (DOSYA- derleyen: mstfkrc)
Gazi Katliamı'nın 28. yılında anma eylemi: 'Ayağa kalkıyoruz!'(SOL)
Gazi Mahallesi'nde cemevi ve kahvehanelerin taranmasıyla başlayan ve 22 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliam için bir anma yürüyüşü düzenlendi.
12 Mart 1995 yılında Gazi Mahallesi'nde Alevi yurttaşların hedef alınmasıyla başlayan ve 22 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden 28 yıl geçti.
Bugün 12 mart platformunun çağrısıyla katliamı anmak üzere Gazi cemevi önünde toplanıldı. Ortak eylemde, "Katillerden hesabı emekçiler soracak", "Unutmadık unutturmayacağız", "Ya çete düzeni ya sosyalizm" sloganlarının yanında "Hükümet istifa!" sloganı da atıldı. Platformun ortak açıklamasında, "Gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan ekmek, gül ve hürriyet günlerine kadar! Unutmayacağız, unutturmayacağız!" denildi.
Eyleme katılan Gazi Semt Evi – TKP Sultangazi Örgütü'nün açıklamasıysa şöyle:
Gazi Katliamı’nın 28. Yıldönümünde Çağrımızdır: Ayağa Kalkıyoruz!
Gazi Mahallesi'nde Alevi yurttaşların hedef alınmasıyla başlayan ve 22 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden 28 yıl geçti. 28 yıl boyunca katliamın tek bir sorumlusu dahi hesap vermezken, sorumlular iktidarlarca sürekli korundu ve desteklendi, göstermelik olarak sadece iki polise verilen 4 yıl 32 aylık ceza dışında, kimse ceza bile almadı.
Yurttaşlarımızı, karanlık çeteler ile kol kola girerek katledenlerle; özelleştirmeler ve ihalelerle ülkeyi talan edip on binlerce yurttaşlarımızı enkaz altında bırakan, her türlü hak gaspı ve zorbalıkla açlığa mahkum eden, çocuklarımızı tarikatların ve cemaatlerin pençesine atan, hayat pahalılığı ve geçim derdiyle çaresiz bırakan aynı düzendir.
28 yıl önce yaşananlar, Gazi ve 1 Mayıs Mahallesi emekçilerinin hafızasında canlılığını korumaktadır. Bu ülkenin emekçilerine karşı yapılan katliamları, onların katillerini de bu katilleri koruyanları da unutmadık, unutturmayacağız!
Çaresizlik hissiyle öfkesini içine atan halkımıza çağrımızdır; gerici katliamlarla, kadın cinayetleriyle, iş cinayetleriyle, katliama dönüştürülen afetlerde ölmeyeceğimiz bir ülkeyi mutlaka kuracağız.Bir daha enkaz altında kalmayacağımız bir ülke için ayağa kalkıyoruz!"
28. yılında Gazi Katliamı: Neler olmuştu?(SOL-Arşiv)
Gazi Mahallesi'nde cemevi ve kahvehanelerin taranmasıyla başlayan ve 22 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden tam 28 yıl geçti.
Sivas'ta yaşanan katliamdan iki yıl sonra, 12 Mart 1995 yılında Gazi Mahallesi'nde Alevi yurttaşların hedef alınmasıyla başlayan ve 22 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliamın üzerinden 28 yıl geçti.
Yıllar boyunca katliamın tek bir sorumlusu dahi hesap vermezken, göstermelik olarak iki polise verilen 4 yıllık hapis dışında kimse ceza bile almadı.
İşte Gazi'de yaşanan katliamın tarihçesi:
12 Mart 1995
Akşam saat 20.30’da Gazi Mahallesi'ndeki cemevi ve bazı kahvehaneler taksiden açılan ateşle tarandı. Halil Kaya adlı mahallelinin ölümü ve birçok kişinin yaralanması ile sonuçlanan bu olayın ardından, katiller taksi şoförünü de öldürüp aracı ateşe vererek kaçtı. Olayın mahallede duyulması üzerine, Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçen kitlenin üzerine polisin açtığı ateş sonucu cemevi önünde bekleyen Mehmet Gündüz başından vurularak öldürüldü.
13 Mart 1995
Cemevi önünde öldürülen iki kişinin cenazesinin teslim edilmemesi üzerine binlerce kişi karakola doğru yürüyüşe geçti. Yine polisin kalabalığa açtığı ateş sonucu sabah 3, öğleden sonra 12 kişi öldürüldü. İki günde öldürülenlerin sayısı 17’ye çıktı.
14 Mart 1995
Gazi Mahallesi'nde sokağa çıkma yasağı ilan edilmesine rağmen halkın tepkisi giderek arttı. Bunun üzerine bölgeye askeri birlikler sevk edildi.
15 Mart 1995
Gazi Mahallesi'nde yaşananlara Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi'nden de tepki geldi. 1 Mayıs Mahallesi'ndeki protestolara yine polisin saldırısı sonrası beş kişi yaşamını yitirdi. Burada da sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
Tansu Çiller devrede
22 kişinin yaşamını yitirdiği katliam sırasında başbakan olan Tansu Çiller, "Açıkça söylüyorum; devlet bu kadar sağduyulu ve olaya bu kadar hakim olmasaydı, bugün kontrol altına alınmış olan bu olay çok daha vahim bir hale gelebilirdi" derken, dönemin İçişleri Bakanı Nahit Menteş ise "Hangi örgüt olduğunu bilsek, olay bitecek. Ancak şu bir gerçek ki 12 Eylül öncesi Dev-Yol ve Dev-Sol buralarda at oynatmış" ifadelerini kullanacaktı.
Gazi Katliamı'nın ardından yapılan yargılamalarda sadece iki polis toplamda 4 yıl 8 ay ceza aldı.
/././Gazi Katliamı 28. yılında: Katliamın üstü örtüldü, failler yargılanmadı(Evrensel)
Türkiye tarihinin karanlık geçmişinde hâlâ aydınlatılamamış olan ve 17 insanın yaşamını yitirdiği Gazi Katliamı’nın üzerinden 28 yıl geçti. Üstü örtülen katliamın gerçek failler yargılanmadı.
Gazi Mahallesi’nde 12 Mart 1995 tarihinde çoğu polis kurşunuyla 22 kişinin öldürüldüğü katliamın üzerinden 28 yıl geçti. Ancak katliamın üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen, katliamın asıl failleri ortaya çıkarılmadı
Alevilerin yoğun yaşandığı mahallede katliam, üç kıraathane ve bir pastanenin kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla taranmasıyla başladı. Taranan kıraathanelerden birinde bulunan Alevi Dedesi Halil Kaya yaşamı yitirdi, 5’i ağır 25 kişi de yaralandı. Gerçekleştirdikleri bu saldırıların ardından olay yerinden uzaklaşan saldırganların gasbettikleri taksinin şoförünü öldürüp, taksiyi ateşe verdikleri daha sonra anlaşıldı.
“HALK SOKAKLARA DÖKÜLDÜ”
Yaşanan saldırının neden olduğu öfke ile mahalle sakinleri Gazi Karakolu’na doğru yürüyüşe geçmesinin ardından polis, halkın üstüne ateş açtı. Mehmet Gündüz’ün hayatını kaybettiği polis saldırısında, çok sayıda kişi de yaralandı. Yaşanan bu olayla birlikte öldürülen iki kişinin cenazelerin verilmemesi açığa çıkan öfkenin daha da büyümesine neden oldu. Ertesi gün kentin dört bir yanından gelen 15 bine yakın insan, Gazi Cemevi’nin önünde toplandı. Cenazelerin teslim edilmemesini protesto edenlere polisin yeniden saldırması üzerine başlayan olaylarda 17 kişi yaşamını yitirirken, aralarında gazetecilerin de bulunduğu yüzlerce kişi yaralandı. Aynı gün İstanbul Valiliği Gazi Mahallesi’nde sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak Gazi Mahallesi ile de sınırlı kalmayıp, Ümraniye’ye bağlı Mustafa Kemal Mahallesi’ne (1 Mayıs Mahallesi) sıçrayan protestolarda 14-15 Mart tarihlerinde 5 kişi daha hayatını kaybetti. Yaklaşık bir hafta süren olaylarda toplam 22 kişi yaşamını yitirmiş oldu.
1996-1998 yılları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkan Yardımcılığı yapan Hanefi Avcı, "Bu olayları 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım başlattı" ifadelerini kullandı.
KATİLAMIN ÜSTÜ ÖRTÜLDÜ
Olaylara ilişkin Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında “müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek” iddiasıyla dava açtı. Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan dava, kamu güvenliğinin sağlanamayacağı iddiasıyla Trabzon’a taşındı. 11 Eylül 1995'te Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılama süreci, 5 yıl içinde 31 duruşma yapılarak 3 Mart 2000'de karara bağlandı. Yargılanan 20 polisten 18 i beraat ederken, 2 polis hakkında ise sadece 4 yıl 32 ay hapis cezası verildi.
AİHM TÜRKİYE'Yİ MAHKUM ETTİ
Yargıtay’ın kararı 11 Temmuz 2002’de onaması üzerine yakınlarını kaybeden 22 kişi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvurdu. Yargılama sonucunda mahkeme, 27 Temmuz 2005'te açıklanan kararda Gazi Mahallesi'nde hayatını kaybeden 12 kişi ile Ümraniye'de öldürülen 5 vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2’nci maddesinde düzenlenen “yaşama hakkı” ve 13’üncü maddesinde düzenlenen “milli makamlara başvuru yollarının kapatılması” hükümlerine aykırı davrandığı kararını da verdi.
ZAMAN AŞIMINA 5 GÜN KALA DAVA AÇILDI
Bu kararla avukatlar Ümraniye'deki saldırıya ilişkin soruşturma açılması talebiyle yeniden Ümraniye Başsavcılığı’na başvurdu. 10 yıl boyunca bekletilen dosya, 2015'te soruşturmanın zaman aşımına uğramasına 5 gün kala yaşanan savcı değişikliği ile kabul edildi. Ancak bu kez de İstanbul Anadolu 2’nci Ağır Ceza Mahkemesi zaman aşımından dosyanın düşürülmesi kararı verdi. Mahkeme, kararına gerekçe olarak ise iddianamenin kabul tarihini gösterdi. Yapılan temyiz başvurusunu değerlendiren Yargıtay, iddianamenin mahkemece kabul tarihi değil, hazırlandığı tarihin esas alınması gerektiğini belirterek, zaman aşımının dolmadığına hükmetti ve kararı bozdu. Bu karar üzerine ilk duruşması 14 Aralık 2018'de yapılan davanın duruşması 20 Mart’ta tekrar görülecek.
/././
Gazi Katliamı: Cezasızlık hukuku aklar, ya toplumsal vicdan? (Turan Eser-Birgün)
28 yıl önceydi.
Bu kez 1993 Sivas Katliamı’ndan 2 yıl sonra yine Alevilerin yoğun yaşadığı Gazi Mahallesi seçilmişti.
Tarih 12-15 Mart 1995.
Önce provakasyon araçları Gazi Mahallesi’ne girdi. Üç kahvehane ve bir pastane tarandı. Bu silahlı taranma sonucu, Halil Kaya isimli bir Alevi Dedesi öldürüldü.
Halk sorumlusunu biliyordu. Sorumlular karakoldaydı ve oraya yürüdüler.
Bu kez de halkı taradılar…
22 ölü, 300 yaralı…
Devlet Katilleri Hâlâ Koruyor
Gazi Davası, tıpkı Sivas, Çorum ve Maraş Davaları gibi katliamı aklayan ve mağdurları suçlayan ve cezalandıran sürece dönüştü. Gazi davası İstanbul’dan Trabzon’a kaçırıldı.
Halkı tarayan 20 polis yargılanıyordu. İkisine ceza verildi ama cezaları ertelendi ve polisler görevlerine devam ettiler. Katledilenlerin aileleri de yaslarını tutmaya ve adalet aramaya başladı.
Katliamlarda cezasızılık ilkesi bu toprakların asırladır değişmeyen zihniyetidir. Gazi inkâr, imha ve devlet eliyle hukuk dışı yapılanmaların cinayeti ve katliamının en belirgin örneğiydi.
Türkiye’de asırladır değişmeyen bir zihniyet ve tutum var. İnkâr, imha ve devlet eliyle hukuk dışı yapılanmaların cinayetleri ve katliamları.
Türkiye’de demokratikleşme, laiklik, eşitlik, çoğulculuk ve barış arayışı arttıkça, mücadele yükseldikçe, bu değerlere karşı olan egemen güçler ve onların karanlık derin güçleri ya darbeler ve katliamlar organize ederler.
Onun içinde kimlik eksenli toplumsal fay hatlarını hedef alırlar. Farklı kimliklerin eşit koşullarda bir arada ve barış ortamında yaşamasına engel olmak için farklı kimliklere mensup kesimlere yönelik katliamlar düzenlenir.
Devletin derin ve açık güçleri ise bu katliamlarda başrolü üstlenir.
Türkiye’de toplumsal barışa dayalı demokratikleşme, laiklik, eşitlik, çoğulculuk ve barış talebi her zaman ya katliamlar ya da darbelerle engellenir.
Gazi Katliamı, devletin başrol üstlendiği böyle bir kimlik üzerinden toplumsal fay hatlarına yönelik bir katliamdır. Hedefinde Madımak’ta eksik kaldığı düşünülen Alevi katliamının devamı vardı.
O nedenle Gazi Davası tıpkı Sivas Davası gibi, hukuk dışı bir anlayışla “zaman aşımına” uğratıldı.
Amaç, Alevilerin toplumsal hafızasını ve değerlerini katliamlar ve asimilasyonla yok etmektir.
Sadece Alevi toplumunun değil, tüm toplumsal kesimlerin aslında vicdanı bu ülkede rahat değil. Toplumsal kesimler vicdanını rahatlamak istiyor.
♦ Bunun için de siyasi iktidarların, TBMM’nin ve devletin Gazi Katliamı’yla yüzleşmesini ve tüm sorumluların açığa çıkarmasını bekliyor.
♦ 12-15 Mart 1995 tarihinde Gazi’de ve Ümraniye‘de devam eden katliamın yıldönümündeyiz. Katliamının ardından 28 yıl geçmesine rağmen gerçek katliamcılar henüz ortaya çıkarılmadı. Demokratik kamuoyunun vicdanı halen yaralıdır.Gazi katliamında katledilen gençlerin ailelerinin yüreğinde acı halen dinmedi. Devlet halen Alevi toplumundan özür dilemedi ve Gazi davasını aydınlığa kavuşturmadı.
♦ Gazi Davası’nın mağdurları yıllardır “adalet” peşinde koşmuş ama sonuç alamamıştır. Hukuk açısından bir skandal niteliği taşıyan bu dava AİHM’e kadar gitmek zorunda kalmıştır.
♦ Türkiye’yi katliamlar coğrafyasına dönüştüren bu tarihlerle yüzleşilmeli ve gerçekler açıklığa kavuşturulmalıdır.
♦ Aksi takdirde, Türkiye’de toplumunun güvenliği sağlanamaz, bu tür katliamlara yaşam alanları açılmaya devam eder.
♦ Bu katliamlara sessiz kalmak, geleceğin güvence altına alınmasına kayıtsız kalmak anlamı taşır.
♦ Çağdaş, laik, eşitlikçi, barışçı ve demokratik bir Türkiye özlemi, ancak katliamcıların salt tetikçileri ile sınırlı değil, arkasındaki ideolojik ve derin güçlerle açığa çıkarılmasıyla mümkündür.
♦ Tarihimiz bu karanlık gününde, Gazi Katliamı’nda devletin üstlendiği başrolü Türkiye unutmadı. Bu kara leke, ancak çağdaş, laik, demokratik bir Cumhuriyetin, herkes için eşit hukuk devletine dönüşmesiyle aşılabilir.
♦ Gazi Mahallesi’nde ne olmuştu, “28 yıl önce ne yaptık ve nasıl yüzleşmeliyiz” diye sorması gereken önce devlettir…
♦ Çünkü tüm katliamları açıklığa kavuşturacak bilgiler, bu halkın can güvenliğinden sorumlu devletin elinde mevcuttur.
♦ 15 Mayıs 2023 sabahı yeni bir TBMM ve yeni bir hükümete uyanacağız. İşte bu nedenle Alevi hareketi, tüm muhalif partilerden, katliamların aydınlatılmasını ve Gazi davasının yeniden görülmesini talep edecektir.
♦ Bu talep, yeni kurulacak hükümetin öncülüğünde TBMM çatısı altında derhal bir araştırma komisyonu kurularak, Gazi davasının yeniden görüşülmesi sağlanmalıdır. Çünkü Gazi davası toplumun vicdanında henüz sonuçlanmamıştır.
Gazi katliamının 28’inci yıldönümünde yaşamını yitirenler anıldı: ‘Sorumlular yargılanmadı’(Cumhuriyet)
İstanbul Gazi Mahallesi’nde 12 Mart 1995’te yaşanan katliamda yaşamını yitiren 22 kişi, katliamın 28. yılında mahallede düzenlenen yürüyüşle anıldı.
‘AMAÇ DEVRİMCİ MUHALEFETİ SİNDİRMEK’
Anma için Gazi Mahallesi Cemevi önünde yüzlerce yurttaş bir araya geldi. Güvenlik önlemlerinin yoğunluğu dikkat çekerken grup, sloganlarla katliamın gerçekleştiği alana yürüyüş düzenledi. Burada katliamda yaşamını yitiren Dilek Şimşek’in kardeşi Hüseyin Şimşek bir basın açıklaması yaptı. Şimşek yaptığı konuşmada, “Bundan tam 28 yıl önce 12 Mart 1995’te İsmetpaşa Caddesi’nde bagajında şoför Mesut Efe’nin cesedi ile ilerleyen taksiden açılan ateşle kahvehaneler kurşun yağmuruna tutulmuş bir kişi hayatını kaybetmiş 5’i ağır 25 kişi yaralanmıştı. Gazi halkı için bu saldırılar yeni değildi. Amaç Gazi’de devrimci muhalefeti sindirmek ve devrimci demokratik Gazi halkına gözdağı vermekti” dedi. Şimşek, katliamın sorumlularının dönemin Başbakanı Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İl Emniyet Müdürü Necdet Menzir olduğunu söyledi.
HÜKÜMET İSTİFA SLOGANLARI ATILDI
Yurttaşlar katledilenlerin mezarlarının bulunduğu Gazi Mahallesi Mezarlığı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında sık sık “Hükümet istifa” sloganları atıldı.
/././
Gazi davası hâlâ faili meçhul - Av. Remzi KAZMAZ(Cumhuriyet)
Bu korkunç katliamı ne yazık ki hukuk katliamı izledi. Gazi Mahallesi’nde yaşanan olaylarla ilgili tüm sorumlular adalet önüne çıkarılamadan Gazi davası zamanaşımına uğradı. 2004’te yapılan düzenlemeyle insanlığa karşı işlenen suçlar ile bu suçlarda zamanaşımı kaldırıldı ama bu düzenleme geriye işletilmedi!
ETKİSİZ YARGI
Bu davada ne yazık ki hukuk Karadeniz’in azgın sularında boğuldu. Gazi Davası karanlıkta kaldı. Gazi Davası’nın aydınlatılması için verdiğimiz mücadelede, yargılamanın seyrine baktığımız zaman, usul ve esasa ilişkin hatalarla dolu olduğunu, yargının ne derece atıl ve etkisiz kaldığı anlaşılacaktır.
Davanın durması, davanın Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi’ne nakli, hâkimin dünyada eşi benzeri olmayan davadan çekilme gerekçesi, makul süre, savunma hakkı, keşif, hemen hemen her duruşmada talep ettiğimiz ama hiçbir zaman araştırılmayan delillerimiz, hazırlık evraklarının eksikliği, telsiz konuşmalarıyla ilgili bantların çözümü, uzun menzilli silahların kimlere verildiği, olaylarda kullanılan silahlardan çıkan mermi ve kovanların hangi görevlilere ait olduğu ve onlarca delilin mahkeme tarafından değerlendirilmemesi... Ayrıca o dönem Başbakanlık tarafından Kutlu Savaş’a hazırlatılan Susurluk Raporu’nun açıklanmayan bölümleri, istenmesine rağmen mahkeme dosyasına konulmamıştır.
Adil yargılamanın en temel ilkelerinden biri olan makul süre tarih olmuş, dava parçalara ayrılmıştı. Bu davadan geriye çile, azap ve eziyet dolu günlerde, adalet peşinde koşan çilekeş ailelerin gözyaşları ve sabırlı bekleyişleri kaldı.
HUKUK VE ADALET
28 yılı aşkın süredir, ailelerin gözü yaşlı sabırlı bekleyişi ile sürdürdüğüm bu mücadelede Trabzon’un zorlu yollarında dünyayı iki kez dolaştım. Ancak inatçı ve kararlı bir şekilde sürdürdüğüm bu mücadelede en ufak bir yol alınmaması, bütün taleplerimiz karşısında gerek mahkemelerin gerek siyasilerin üç maymunu oynaması karşısında iki yıl önce “Ülkemizde hukuk rüzgârlarının esmediğini” söyleyerek cübbemi çıkarıp Gazi davasının avukatlığından çekildim.
Geçmişte işlenen birçok cinayetin yapılan birçok katliamın failleri hâlâ ortada yok. Faili meçhul olaylardan biri olan Gazi Olayı aydınlatılırsa diğer birçok faili meçhul de aydınlanacaktır. Böylece, yıllardır yüreklerinde acı ile yaşayanların adalete ve hukuk devletine olan inançlarını yeniden inşa edebilir, toplumsal barışı sağlayabiliriz. Kaldı ki bu faili meçhul olaylar karşısında suskun kalmak, katliamları onaylamak olacaktır. Her katliam bir sonrakine cesaret verir. Bu nedenle susmak geleceğimizi her gün öldürmektir.
Ülkemizde ve dünyada bu tür olayların bir daha yaşanmamasını diliyor, 12 Mart 1995 yılında faili meçhul bir şekilde hayatını kaybeden kişileri saygıyla anıyor, yaşanan olayın sorumlularının bir an önce yargılanmasını ümit ediyorum.
AV. REMZİ KAZMAZ / GAZİ DAVASI SÖZCÜ AVUKATI
Öne Çıkan Yayın
Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-
Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...
-
Suriye ‘asıl depreme’ doğru adım adım -Akdoğan Özer- Geçen aralık ayında “öncü deprem” ile sarsılan Suriye’de geçen hafta yaşananlar sonucu ...
-
Asgariden önce azami zam -Erdoğan Süzer- Maaş zamlarını eritecek oran şimdiden açıklandı. İktidar 2026 yılında uygulayacağı yeniden değerl...
-
Yarısı Polonya’daki şirketten alınıyor: Hissedarı bakın kim? İthal etten AKP’li yönetici çıktı -Bahadır Özgür- Et ve Süt Kurumu’nun (ESK) ...






























