Ayfer Feray: Unutulmaz, farklı ve etkileyici - Mesut Kara / EVRENSEL

 


Tiyatroda da Yeşilçam’ın yıldız sisteminde de yıldız olmayan bir yıldızdı Ayfer Feray. Gözleri, buğulu bakışları, güçlü oyunculuğuyla her zaman farklı, her rolüyle etkileyici…

                                   İzzet Günay ve Ayfer Feray (Sevgilime Göz Kulak Ol oyunundan bir sahne)

Tiyatro sahnesinde izleme olanağı bulamadığım için üzüldüğüm oyunculardandı. Oyunlarını izleyenler sahnede de büyük bir yıldız olduğunu anlatırlar, yazarlar.

Son yıllarında hastalığıyla boğuştuğu günlerde ziyaretine giden Gazeteci-Yazar Zeynep Oral şunları yazar: “Nice başlar döndüren gözleri hiç değişmemişti: Kocaman, çekik, buğulu, çevresine ilgiyle bakan, okşarmış gibi bakan… (…) Onu en çok ‘Şahane Züğürtler’deki Tatiana rolüyle görüyorum. Yoksullukla zenginlik arasında gidip gelişini, görkemiyle sahneyi dolduruşunu… Başında tacı, kulaklarında uzun küpeleri, dekolte ‘emperyal’ elbisesi, uzun eldivenleri, çıkık elmacık kemiklerinin daha da vurguladığı ceylan gözleri, boyu posuyla tek sözcükle görkemliydi.”(1)

27 Mayıs 1928’de İzmir, Bornova’da doğan Ayfer Adsay oyunculuğa başladıktan sonra adını hecelere bölüp son heceyi başa alarak soyadını Feray olarak değiştirir.

Katıldığı bir güzellik yarışmasında ikinci seçilir. Güzellik kraliçesi seçildikten sonra Ekmel Hürol’un yönettiği 1951 yapımı “O Adam Kim filminde oynayarak sinemaya geçer.

1952 yılında Metin Erksan’ın çektiği ve devletin, sansürün gazabına uğrayan ilk filmi “Karanlık Dünya”nın oyuncuları arasında Ayfer Feray da vardır. Filmin adı sansür komisyonunca “Âşık Veysel’in Hayatı” olarak değiştirilir. Filmin çekimlerinin bitmesine çok az bir zaman kala filmin oyuncu kadrosundan Ayfer Feray, Ajlan Sayılgan ve Kemal Bekir’in de aralarında bulunduğu bir grup “komünist tevkifatından gözaltına alınır, Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir’in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla 7. maddenin 5. fırkası gereğince tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona giren film şartlı olarak izin alabilir.

Ayfer Feray 1953’te I. Türk Film Festivalinde verilen “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü Lale Oraloğlu ve Nedret Güvenç’le paylaşır.

Belleklerde iz bırakan ve daha da tanınır hale geldiği, ünlendiği rolü 1968’de, Türkan Şoray ve İzzet Günay’la birlikte oynadığı, Lütfi Ömer Akad’ın yönettiği “Vesikalı Yarim” filmindeki Müjgan karakteridir. Yeni kuşaklar onu daha çok Natuk Baytan’ın yönettiği 1977 yapımı “Sakar Şakir” filmindeki Sevda rolüyle anımsar. 1978’de, Orhan Aksoy’un yönettiği “Tatlı Nigâr” filminde Türkan Şoray, Bulut Aras, Erol Taş, Aliye Rona ve Baki Tamer’le beraber oynar.

Sinema hayatında genellikle yardımcı roller üstlenen sanatçı 1965 yılında aralarında “Bitmeyen Yol”, “Haremde Dört Kadın”, “Sevmek Seni”, “Son Kuşlar”, “Murtaza” gibi önemli filmlerin de olduğu 15 filmde oynar. 1966’da Alp Zeki Heper’in yasaklı tabu filmi “Soluk Gecelerin Aşk Hikayeleri”nde yer alır. Aynı yıl Nuri Akıncı’nın yönettiği “Çingene” adlı filmin çekimlerinde çıkan yangında yüzü ve boynu ağır biçimde yanar. Tedavi için gittiği Londra’da uzun süre tedavi gören Ayfer Feray yapılan estetik ameliyatlarla hayatı da oyunculuğu da kaldığı yerden sürdürür. “Vesikalı Yarim” gibi önemli bir filmle döndüğü sinemada toplam 80 filmde oynar.

Ayfer Feray’ın sinemamızdaki yerinin, değerinin yeterince bilinmemiş olmasını

Murathan Mungan şu cümlelerle anlatır: “Ayfer Feray Fransız olsaydı şimdiye ikondu, Seda Sevinç ikondu, Sezer Sezin Amerika’da olsaydı ikondu; günümüze gelelim, Hülya Avşar’ın çok iyi bir oyuncu olduğunu ama ne yazık ki kumaşının kalitesini gösteremediğini düşünürüm, başka bir macerayı seçti o.(2)

TİYATRO SAHNESİNE BİR YILDIZ

Ayfer Feray sinema oyunculuğunun henüz başındayken tanınmaya, adından söz edilmeye başladığı günlerde Haldun Dormen’le tanıştırılır. Yılmaz Köksal, İzzet Günay, Hadi Çaman, Kemal Uzun ve daha birçok oyuncuyu tiyatro ve sinemaya kazandıran oyuncu yaratan, yetiştiren bir okul olan Haldun Dormen ve tiyatrosunun ilk kadrosunda Nisa Serezli, Metin Serezli, Erol Keskin vardır. Ayfer Feray ve Erol Günaydın aynı oyunla katılır topluluğa ve yıldızlaşırlar…

Haldun Dormen Ayfer Feray ve Erol Günaydın’ın çıkışını anılarında şöyle anlatır: “İlk andan açık sözlü ve dürüst bir kız olduğunu anladım ve aradan geçen uzun yıllara rağmen Ayfer beni bu konuda hiç yanıltmadı. ‘Sizin yanınızda çalışmasını isterim dedi nişanlısı içtenlikle. Deniz kenarında çay içiyorduk. Günaydın, Sevim ve Hamit de vardı.”(3)

Ayfer Feray “Ama ben hiç sahneye çıkmadım. Bilmem becerebilecek miyim?” der. “Ben size yardım ederim, başaracağınıza eminim” diyerek onu rahatlatmaya çalışan Haldun Dormen şöyle sürdürür anlatımını: “Birden bu kızın her şeyi çok kolaylıkla yapacağına inanmıştım. Neden bilmiyorum ama ilk andan itibaren Ayfer’le olumlu bir kontak kurmuştum. O da inanmıştı, güvenmişti bana. Dostça bakıyordu, ‘Sahneye çıksam çıksam sizinle çıkarım’ demek ister gibiydi. Ama korkuyordu gene de. ‘Ya rezil olursam’ diyordu ikide bir. (…) Yetenekli, rahat, zeki bir oyuncuydu. İlk kez sahneye çıktığına inanmak güçtü biraz. Üç dört gün sonra Ayfer Feray’ın kişiliğinde Türk tiyatrosunun yeni bir yıldız kazandığına kuşkumuz kalmamıştı. ‘Papaz Kaçtı’yla Ayfer Feray ve Erol Günaydın gibi iki yeni yıldız çıkaracaktım ortaya.” (H. Dormen, a.g.y.)

Tiyatroya Haldun Dormen Tiyatrosunda başlayan Ayfer Feray “Sevgilime Göz Kulak ol” oyununda da efsane bir kadroyla çıkar sahneye; Haldun Dormen, Altan Erbulak, Turgut Boralı, Erol Günaydın, Lale Belkıs, Erol Keskin, Füsun Erbulak, Metin Serezli ve İzzet Günay’la paylaşır sahneyi.

Daha sonra ayrılarak sırasıyla Ayfer Feray-Nisa Serezli Topluluğunu, Çevre Tiyatrosunu, A Film Yapımevini, ardından da kendi adını taşıyan Ayfer Feray Tiyatrosunu kurar. Bu tiyatronun oyuncuları arasında Osman Alyanak, Ferhan Şensoy, Şevket Altuğ, Kemal Sunal, Hadi Çaman gibi önemli isimler vardır.

Gazeteci Samim Tara’yla evlenir, bu evliliğinden sonradan tanınmış başarılı reklamcı olan oğlu Ali Tara ve Süeda Tara adlı çocukları olur.

İzmir Bornova’daki Büyükpark’ın içinde bulunan açık hava tiyatrosuna “Ayfer Feray Açıkhava Tiyatrosu” adı verilir.

Ayfer Feray ’80’li yıllarda yerleştiği Bodrum’da hastalığına yenik düşerek 13 Temmuz 1994’te aramızdan ayrılır.

Mesut Kara / EVRENSEL

(1) Zeynep Oral, “Ayfer Feray’dan kalan unutulmaz roller.” Milliyet Sanat, 15.08.1994
(2) Söyleşi: Fırat Yücel, Berke Göl, Zümrüt Burul, Altyazı Temmuz-Ağustos 2007
(3) Haldun Dormen, Sürç-ü Lisan Ettikse, Gelişim Yayınları 1977, Yeni baskılar Yapı Kredi Yayınları 2017

Karizma ve sıkıcılık - Branko MILANOVIC / BİRGÜN

 

Hiçbir komünist lider popülerliğini ya da iktidarlarını karizmayla açıklamazdı. Karizma ve bireyin halk nezdinde popülerliği sınıflı toplumlarda işe yarayan burjuva icadıydı. Komünist liderler Geist’ın vücut bulduğu bireylerdi.

Bundan birkaç yıl önce, siyaset ve tarih üzerine sohbet ettiğim bir dostum Yugoslavya’da (35 yıl süren) Tito yönetiminin o kadar uzun süre nasıl iktidarda kaldığını sormuştu. Verdiğim cevabı tam olarak hatırlayamıyorum ama arkadaşımın, söylediklerimi “Herhalde Tito çok karizmatik bir liderdi” şeklinde özetlediğini anımsıyorum.

Söylediği şey bana garip gelmişti. Arkadaşım yıllarca Arjantin’de yaşamıştı. İktidarların uzun süre işbaşında kalmasını ve liderlerin halkın gözündeki popularitesini herhalde “karizmaya” bağlıyor diye düşünmüştüm.

Ancak, söz konusu Tito olduğunda onun karizmatik bir lider olduğunu kimse iddia edemezdi. Hayatının son yıllarında oldukça beğenilen, sevilen, hatta birçok kişi tarafınan hayranlık duyulan biriydi… Ama “karizmatik”: Asla.

Bu beni, ikinci nesil komünist liderler arasında neden karizmatik figürlerin olmadığı konusu üzerinde düşünmeye sevk etti.

Elbette komünistlerin de bazı karizmatik liderleri vardı: Troçki, kısmen Lenin ve elbette Castro (fakat Raul olanı değil) akla ilk gelenlerden bazıları. Hatta Mao -ancak onu farklı bir kategoriye koyuyorum. Ancak onlar dışında başka kimse de yok.

STALİN KARİZMATİK MİYDİ?

Stalin kesinlikle karizmatik bir lider değildi ve ne de gençliğimden hatırladığım diğerleri: Todor Jivkov, János Kádár, Gustav Husak, Walter Ulbricht, Władysław Gomułka… Hepsi de renksizin de en renksizi figürler idi. Göze batıp, öne çıkacakları bir kitle yoktu. Aksine, sanki bilerek, istiyerek renksiz, sıkıcı ve “ortalama” olmaya çalışıyorlardı. Öteki liderlerin durumu da çok farklı değildi. Kruşçev cıva gibi sürekli değişken, “öngörülemez” biri idi ama karizmatik asla.

Brejnev, Kosygin, Andropov, Chernenko bu griliğin, sıkıcılığın farklı tonları idi. Jaruzelski belki biraz farkılıydı. Ancak bunun nedeni sıradan bir komünist lidere benzememesi idi: siyah gözlükler takan bir asker. Bir komünist liderden çok, Doğu Avrupalı bir Pinochet’ye benziyordu.

Çavuşesku, izlediği bağımsız dış politika ve içeride uyguladığı çılgınca politikalarla daha fazla tanınan, bilinen biriydi ama o da karizmatik olmanın çok uzağındaydı -ki böyle olduğunu Bükreş’in Victoria Meydanı’nda yaptığı -ve sık gösterilen- o son konuşmaya bakarak söyleyebiliriz.

KOMÜNİSTLER İÇİN KARİZMA

Bu karizma ya da “özgünlük” yokluğunun nedeni ile ilgili verilebilecek en basit cevap, bütün bu devrim sonrası dönemin komünist liderlerin “aparatın” bir parçası olduğudur: Bürokraside dolaplar çevirme konusunda yetkin, kapalı kapılar ardında iş çevirme konusunda becerikli insanlar. Halka hoş görünmek, seçimlere katılmak ve oy almak zorunda değillerdi. Ve bürokratik kurumlar (Kosigin ve Kadar gibi) renksiz teknokratları ya da (yukarıda bahsettiğim ötekiler gibi) genelde özgünlüğü olmayan renksiz kişileri tercih ediyordu.

Geçenlerde David Halberstam’ın “The best and the brightest” kitabını okurken şunu düşündüm: düzenin adamı olan McNamara da, entelektüel açıdan komunist liderler listesindeki “aparatnikçikleden” daha etkileyici bir olsa da yine de böyle renksiz, grimsi tonda biri değil miydi?

Ne var ki bürokrasi üzerinden yapılan bu açıklama ne yeterlidir ne de ikna edici. Bu durumun daha farkı ideolojik bir açıklaması vardı düşünüyorum. Arkadaşım Tito’nun karizmasından bahsettiğinde, onun bu hatasını, komünistler için karizmanın asla ideolojik açıdan sahip olunmak istenen bir nitelik olmadığını söyleyerek, düzeltmem gerektiğini düşünmüştüm.

Hiçbir komünist lider popülerliğini ya da iktidarda o kadar uzun süre kalmasını “karizma” ile açıklamazdı.

“Karizma” ve bireyin halk nezdindeki popülerliği sınıflı-toplumlarda işe yarayan bir burjuva icadıydı. Komünist liderler bir araçtı, tarihin kullandığı bir oyuncak, tarihsel Geist’ın vücut bulduğu bireylerdi.

Dolayısı ile sanırım bu söz konusu renksizliğin, sıkıcılığın içine oturtulması gereken idelojik çerçeve budur. Birey olarak önemli değillerdi.

Önemli olan tarihin doğru tarafında durmak ve partinin emirlerini yerine getirmekti. Her türden bireyselcilik, renkli, göze batan bireyselcilik şüphe uyandırıyordu. (Kuzenim mükemmel bir partiliydi: Dürüst ve kendini partiye adamış biri. Şahsi sorulara asla doğrudan cevap vermezdi. İşi ve hayatı ile ilgili bir şey sorulduğunda her zaman -ve dürüstçe- aynı cevabı verirdi: “Hiçbir planım yok, yoldaşlar ne karar verirse o.”)

Bireyselcilik konusundaki bu teslimiyet, elbette karizmanın hiç bir yeri olmadığı anlamına geliyordu. İlk başta bu garip gelebilir zira bu liderlerden bazılarının -özellikle Stalin ama aynı zamanda Tito, Enver Hoca ve Mao- birey kültü vardı ama asla bir karizmaları yoktu. Tarih onlar vasıtası ile dile geliyordu.

Özü itibarıyla komünizm sıradan, işçi sınıfından kadın ve erkeklerin ideolojisiydi. Kitlelerin ideolojisiydi. Her türden bireyciliği reddediyor, sıradanlığın, faydacılığın, kitleler içinde kendini göstermemenin, öne çıkmayışın estetiğini taltif ediyordu.

Liderlerin renksizliği, sıkıcılığı işte tam da ideolojik olarak liderlerin olması gereken şeydi: Senden benden hiç bir farkı olmayan, gri ve kahverengi takımlar, kalın tabanlı siyah ayakkabılar giyen, yumuşak bir sesle, sıkıcı bir şekilde uzun uzun, dinleyenleri uyutan Marksist ve ekonomi jargonlarının karışımı bir dille konuşan insanlar. Burada önemli olan şey “ortalama biri” olmaktı.

“Ortalamanın”, aynı seviyede olma ideolojisinden gelen, renksiz ve donuk olarak görülebilecek, oldukça belirgin, baskın bir grilik ve kasvetli bir komünist estetik vardı ki bu da aslında tam da istenilen şeydi. Her estetik özneldir. Grinin, cansız renklerin estetiğinin, gökkuşağının estetiğinden daha değersiz olduğuna inanmak için hiç bir sebep yoktur. Liderlerde, kılık kıyafet, binalar ve genel olarak sanatta bir zerafet ve estetiğinin olmayışı ile dalga geçme ve bunları eleştirmenin sebebi yabancı/farklı bir estetik kriterinin (komunist ideolojiye) uygunlanmasıdır. Komünist [ülkelerde inşa edilen] yapıların alışılagelmiş genel çirkinliği bir kusur değildi. Arzu edilen bir şeydi o. Hiç bir şeyin göze çarpacak şekilde öne çıkmadığı alternatif bir estetikti. O gri, renksiz liderler- kendi şartları içinde- güzeldi.

Braveneweurope.com’dan

Ali Öztürk çevirdi.

Deprem tarımı ve tarım emekçisini vurdu: 'Gıda fiyatları artacak' + Patronlar kazanç peşinde: OYAK Çimento'nun deprem mesaisi (Özkan Öztaş-SOL/Özel)

Deprem tarımı ve tarım emekçisini vurdu: 'Gıda fiyatları artacak'  

Deprem bölgelerindeki tarımın geleceğini ve depremin tarıma verdiği zararı Çukurova Üniversitesi'nden Akademisyen Burak Öztornacı ile konuştuk.

Depremi meydana geldiği 11 kent aynı zamanda Türkiye'deki tarımsal üretimin de merkezlerini oluşturuyor. Adana, Gaziantep, Osmaniye, Diyarbakır ve Şanlıurfa'nın sahip olduğu geniş tarım arazilerinin yanı sıra tütün, kayısı, zeytin üreticiliği başta olmak üzere birçok meyvenin de üretildiği bir coğrafi alanı işaretliyor depremin vurduğu kentler.

Deprem bölgesindeki kötü hava koşulları, seller, tarım aletlerinin depremde zarar görmesi ve başka şehirlere göç aynı zamanda bu bölgenin tarım açısından da geleceğini etkileyen faktörler arasında yer alıyor. Çukurova Üniversitesinde tarım ekonomisi çalışmaları yapan akademisyen Burak Öztornacı ile deprem bölgesindeki tarımda yeni koşullar ve sorunları soL okurları için konuştuk. 

Deprem bölgesindeki şehirlerde mevcut tarım ilişkilerinden kısaca söz eder misin? Buralar ülkenin tarım haritasında nasıl bir yer kaplıyor?

Öncelikle depremin vurduğu illerimiz tarımsal üretimin etkin olduğu yerler. Özellikle Malatya, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Hatay hattı yani depremin en çok etkili olduğu hat Türkiye meyveciliği açısından önemli. Yani bitkisel ürünlerin üretimini tarla ürünleri ve bahçe ürünleri diye ikiye ayıracak olursak bahçe ürünleri bu bölgede çok daha yaygın. Zaten akla ilk gelen şeylerdir Malatya kayısısı, Adıyaman nar üretiminin merkezlerindendir aynı şekilde Hatay hem zeytin hem de turunçgil üretiminde önemli şehirlendendir. Yine Gaziantep'te fıstık üretimi ve Adana-Osmaniye hattındaki turunçgil üretimini de buraya ekleyebiliriz. Dolayısıyla bu şehirlerin öncelikle Türkiye'de meyve üretiminin merkezi olduğunu söylememiz gerekiyor. 

Peki bu neden önemli, aradaki fark nedir?

Tarla ürünleri ile bahçe ürünlerinin üretimi arasında bir fark var. Bahçe ürünlerinin üretiminde yani meyve ve sebze üretiminde çok fazla iş gücü kullanılır. Mekanizasyona, makina kullanımına çok uygun ürünler değillerdir. Ya da sınırlıdır demek daha doğru olur. Ancak daha çok insan emeğiyle bu üretimler gerçekleştirilir.

'Deprem en çok yoksulları, mevsimlik tarım emekçilerini etkiledi'

Peki depremin burada en çok etkilediği şey ne oldu?

Şimdi haberlerde en çok yaşamını kaybedenleri görüyoruz. Ancak geride kalanlar da yaşadıkları yerleri terk etti. Yaşanan bu büyük nüfus hareketinden dolayı meyve ürünlerinin yetiştirilmesinin sekteye uğrama ihtimali var. Kaldı ki böylesi doğal felaketler en çok yoksulları etkiler. Emekçi kesimleri çok daha fazla etkiler. Dolayısıyla geçimini tarımla sağlayan ve özellikle mevsimlik işlerde çalışan yoksul köylüler bu felaketten en çok etkilenen kesim. Eğer bahçelerde çalışan tarım emekçileri bölgeyi terk etmek zorunda kalırsa ya da küçük üreticiler de bu bölgeden giderse yaşanacak sorunları az çok tahmin edebiliyoruz. 

'Deprem küçük üreticilerin tasfiyesine neden olacaktır'

Böylesi bir göç nasıl sonuçlar yaratır sizce?

Özellikle en çok kırsal alandaki göç ve küçük üreticinin üretime devam edememesi gibi durumlar bu alanlarda tekelleşmeye neden olacaktır. Yani sadece ekonomik bir etkinlikten söz etmiyorum fiilen de büyük üreticilerin bu küçük üreticilerin bahçelerini ve üretim alanlarını alarak daha fazla büyümelerine ve küçük üreticilerin tasfiyesine neden olacaktır. Ki bu neoliberal politikalar Türkiye'de uzunca bir süredir devam etmekte zaten. Deprem bu süreci hızlandırabilir.

Peki depremin derinleştirdiği sorunlar nelerdi? 

Şimdi bu bölgede özellikle de son 20-30 yıla baktığımızda tarla ürünlerinden bahçe ürünlerine doğru bir geçiş vardı. Bunun temel sebebi ise ihracat. Çünkü son 20-30 yıldır devam eden tarımdaki ihracat politikalarında, ülkenin tarım ihtiyaçlarını karşılamaktansa, bu ürünlerin yurtdışına satılarak döviz cinsinden ülkeye para girişini sağlamak öncelendi. Bu bölge aynı zamanda buna çok elverişli bir bölge. 

'Küçük üreticiler bahçelerini satıp göç ediyor'

Bu aynı zamanda ülkenin gıda güvenliğini riske atmıyor mu?

Tam olarak buradaki sorun da bu. Ülkenin gıda güvenliğini ikinci plana atan tarım politikaları bunlar. Dolayısıyla da öncelik dış ticarete öncelik veren tarımsal üretim yapmak oluyor. Bu aynı zamanda küçük üreticinin de tarımdan tasfiye edilmesine ve özellikle de genç nüfusun kentlere göçüne neden oldu. Köylerin yaş ortalamasının artmasında temel neden budur. 

Ve deprem bu süreci daha da derinleştirecek. Hatta hızlandıracak. 

Çünkü başta da söylediğimiz gibi insanlar bu şehirlerden göç etmek istiyor. Küçük üreticilerin imkanı varsa bahçelerini satıp başka şehirlere göç ettiği örnekler var. Bu da tarım alanlarındaki büyük şirketlerin hâkimiyetini arttıracaktır.

İnsanlar aynı zamanda geçmiş dönem ürünlerini de kaybettiler. Bir sürü kayısının depolarda kaldığı örnek var. Bu durumun yansımaları nasıl olur sizce?

Evet bir çoğunun deposu da yıkıldı. Üstelik deposu yıkılmayan üreticinin şu an bu ürünleri satacağı mekanizmalar da hâla kurulmuş değil. Yani piyasa zinciri de kırıldı. Bununla birlikte, üreticinin ürününü satacağı tüccar da ortada yok birçok örnekte. Ya yaşamını kaybetti ya da şehri terk etti. O tüccar marketlere satıyordu, o marketler enkaz altında kaldı. Kapitalist mantık içindeki o zincir dahi kırıldı bazı şehirlerde.

Yani sorunu üç başlıkta toparlayabiliriz. İlk olarak deprem iş gücü piyasasını etkiliyor. Çünkü emek bu bölgeyi terk ediyor. Ya da bu emek yaşamını kaybetti ya da yaralandı. İkinci olarak bu göçten dolayı tekelleşmenin önü açıldı ve küçük üreticilerin etkinliği azaldı. Büyük şirketler bu bahçeleri daha ucuza satın alıyor. Üçüncüsü de piyasa mekanizmasının zinciri kırıldı. Yani az biraz ayakta kalmaya çalışan tarım emekçisinin ürünlerini satabileceği bir mekanizmayı ortadan kaldırmış oldu deprem.

'Gıda fiyatları artacak'

Peki kısa vadede nasıl sorunlarla karşılaşacağız?

Öncelikle bu deprem üretim alanlarını vurduğu için piyasadaki arzı etkileyecektir. Bu da fiyatların artması demek. İkincisi tarımsal mülkiyetin el değişimi hemen üretime geçme konusunda bazı gecikmelere neden olacaktır. Üçüncüsü de emek piyasası tamamen bozulduğu için-özellikle de bahçe tarımında- yine üretimin sekteye uğraması bekleniyor. 

Ve bölgeyi bekleyen büyük bir ekonomik sorun var. Bu da bölgenin yeniden inşasından kaynaklanıyor. Bu durum zaten mevcut olan enflasyonu, tarımsal üretimin girdisinde ve çıktısındaki maliyetleri arttıracaktır. Gıda fiyatlarında artış olacak diyebiliriz özetle. Yani tarımda kapitalist yasaların ve neoliberal politikaların bu bölgede artık daha çok etkili olacağını söyleyebiliriz. 

'Doğal afetlerde tarımsal müdahale planına ihtiyacımız var'

Tarımsal faliyeti devam ettirmek adına önlem alınabilir mi? Bunun için geç kalındı mı?

Aslında hayır. Burası dediğim gibi bahçe ürünlerinin merkezi olduğu için üretimin devam ettirilmesi hala mümkün. Kaldı ki mevcut birçok ürün şu an üreticinin ikinci kez ürettiği ürün. Yani Adana, Osmaniye, Urfa gibi yerlerde üreticinin yılda iki kez ürün aldığı örnekler var. Yani üretim için geç kalınmış değil. 

Ancak burada esas sorun şurada... Bahçe tarımı düzenli bakım isteyen bir üretim etkinliği. Ve tüm bu bakım sürecinde de iş gücüne ihtiyaç duyuluyor. Dolayısıyla depremden ötürü bu tür müdahaleler için geç kalınıyor. Çünkü iş gücü yaşamını kaybetti ve birçoğu da şehirleri terk etmek zorunda kaldı.

Bu aynı zamanda deprem gibi afet durumunda tarımsal üretimin devam etmesi için bir müdahale planına ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Gerek tarım bakanlığının, gerekse il tarım müdürlüklerinin bir afet planının ve tarımsal üretimin devamına yönelik acil durumlarda bir müdahale planının olmadığını görmüş olduk.  

                                                                  /././

Patronlar kazanç peşinde: OYAK Çimento'nun deprem mesaisi 

Depremin ilk saatlerinde borsada çimento şirketlerin gelirleri artmıştı. OYAK Çimento'nun deprem mesaisi depremden sonra ortaya çıkacak büyük rantı gözler önüne seriyor.

6 Şubat'ta henüz depremden birkaç saat geçmişti ki borsada açılışla birlikte çimento ve inşaat firmalarının gelirleri tırmanışa geçti. İnsanların günlerce kurtarılmayı beklediği ve birçok yurttaşımızı soğuktan ve teknik imkansızlıklardan dolayı hayatını kaybettiği depremin ilk günlerinde, çimento firmaları hazırlıklarını yapmaya başlamıştı. 

Bu firmalardan birisi de OYAK Çimento. OYAK Çimento'nun deprem bölgesindeki mesaisi firmaların ve patronların iştahını kabartan cinsten. Yaklaşık 10 yeni çimento üretim tesisiyle deprem bölgesinde çalışmayı hedefleyen şirketin gelirleri de 9 kat artacak.

Depremin ilk mesajı: 'Faaliyete devam'

Depremin ilk günlerinde geçmiş olsun mesajı yayınlayan OYAK Çimento Beton Kağıt firması yayınladığı sosyal medya paylaşımında depremzedelerin yanında olduğunu, deprem bölgesine birçok yardım malzemesi gönderdiğini ifade ediyor. Ancak bir detay daha yer alıyor bu paylaşımın içinde. Barınma konteynerleri ve enkaz arama için iş makinaları yolladığını ifade eden şirket, ek olarak transmikser ve pompa da yolladığını ifade ediyor. Ve akıllara sadece inşaatlara çimento dökmek ve taşımak için kullanılan bu araçların depremin ilk günlerinde deprem sahasında neden yolladığı sorusu geliyor. 

Deprem günlerinde çalışanlara yıllık izin dayatması

Depremin ilk günlerinde deprem bölgesinde hava şartları kötüleşmiş ve bazı bölgelere de kar yağmıştı. soL Haber'in ulaştığı bilgiye göre bazı çimento üretim sahalarında kar yağmasından dolayı üretimin durmak zorunda kaldığı için çalışanlara "İzin yok, yıllık izinlerinizden kullanacaksınız" dayatması yapıldı. Bir yandan sosyal medyada depremzedelere yardım götürdüğünü söyleyen firmanın aynı zamanda çalışanlarına izin vermek yerine yıllık izinlerinden kullandırmak istemesi çalışalar tarafından tepkiyle karşılanmış.

Aynı zamanda birçok çalışanın düzenli maaş alamadığı ve usulsüz kesintilere maruz kaldığını ifade ettiği firmanın deprem için yardım toplaması bir tür "imaj tazeleme" olarak yorumlanmıyor. Çalışanlar ise "Ücretlerini kesintiyle verdikleri işçilere 'Deprem bölgesine göndermek için erzak getirin' diyorlar. Bizden kestikleri paralarla tüm deprem bölgesine aş evi kurulurdu" diyor.

Hedef yüzde 900 fazla üretim ve gelir

OYAK Çimento'nun deprem bölgesinde yapacağını belirttiği yeni yatırım ve hedefler kabaca mevcut üretim ve kapasitesinin 9 katına tekabül ediyor. Kahramanmaraş, Malatya, Adıyaman ve Hatay'da kurulacak yeni tesislerde gece gündüz çimento üretimini hedefleyen firmanın gelirleri de benzer şekilde artacak. Mevcut durumda yine deprem bölgesindeki iller için faaliyet gösteren Osmaniye'deki tesis ise işler durumda. Osmaniye'yi de dahil edince toplamda 5 ayrı noktada üretim hedefleniyor.

Mevcut veriler ve hedefler kamu kurumlarının ve şirketlerin, insanların depremde yaşadıkları sıkıntıları hafifletmekten ziyade daha çok sonrasındaki yatırımlara odaklanıldığı ve kâr odaklı çalışmalar yapıldığı şeklinde yorumlanıyor. Bu veriler deprem sonrasında bölüşülecek rantın sadece çimento kısmı. Bunun yanı sıra kimya, demir-çelik, tekstil, bakır gibi daha birçok alanda da patronların bu yeni sürece odaklandıkları ifade ediliyor.

(Özkan Öztaş-SOL/Özel) 


Afyon'daki altın madenine mahkemeden iptal kararı - Yusuf Yavuz / SOL

 Türkiye’nin önemli küçükbaş hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ yaylalarında Kanadalı Eldorado Gold’a verilen altın arama ruhsatını mahkeme iptal etti.

Afyonkarahisar’ın Emirdağ ilçesine adını veren Emir Baba türbesinin de bulunduğu bölgede Kanadalı Eldorado Gold firmasının yerli iştiraki olan TÜPRAG Madencilik tarafından açılmak istenen altın madenine verilen ruhsat iptal edildi. Ülkenin önemli hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ’da 13 bin 640 dekarlık alanda maden arama ruhsatına karşı Afyonkarahisar Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği ile yörede yaşayan 7 yurttaş dava açmıştı. Davayı gören Afyon İdare Mahkemesi, altın madeni için verilen ruhsatı iptal etti. Mahkemenin oybirliği ile aldığı kararda, Ekim 2020’de verilen arama ruhsatının hukuka aykırı olduğuna hükmedildi. İptal kararı yöre halkı ve Emirdağ yaylalarında hayvancılık yapan üreticiler tarafından sevinçle karşılandı. Davacı yöre halkının gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, “Çanakkale Savaşında Kanada ordusunun da  yer aldığı sömürgeciler Çanakkale’yi geçemediler ama şimdi her gün Enerji Bakanlığının, Çevre Bakanlığının, Maden ve Petrol İşleri Genel müdürlüğünün koridorlarında dolaşıp Türkiye’nin her yerini parselliyorlar” diye konuştu. 

Türkiye’nin önemli küçükbaş hayvancılık merkezlerinden biri olan Emirdağ, türkülere konu olan yaylalarıyla ünlü. İlçeye adını veren Emir Baba türbesinin de bulunduğu Emirdağı, yöre halkı tarafından kutsal sayılıyor. Ancak 16 Ekim 2020 tarihinde küresel altın devi Kanadalı Eldorado Gold’un yerli iştiraki olan TÜPRAG Madencilik firmasına 13 bin 640 dekarlık alanda altın arama ruhsatı verildi. 

Yörede yaşayan 7 yurttaş dava açtı

Su kaynakları ve meraların olduğu bölgede altın madeni açılmak istendiğini ancak sondaj makineleri alana gelince öğrenen yöre halkı projeye karşı dava açtı. Afyonkarahisar Damızlık Koyun ve Keçi Yetiştiricileri Birliği ile yörede yaşayan 7 yurttaşın açtığı davayı gören Afyon İdare Mahkemesi, altın madeni için verilen ruhsatı iptal etti.

Mahkemeden Anayasa anımsatması

Anayasa'nın 56. maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunun düzenlenmiş olduğuna vurgu yapılan mahkemenin iptal kararında, “çevreyi geliştirmenin, çevre sağlığını korumanın ve çevre kirliliğini önlemenin devlet ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilmiştir. Buna göre çevrenin geliştirilmesine, çevre sağlığının korunmasına ve çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik tedbirleri almak devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla devlet, çevrenin korunmasını sağlamak için etkili bir hukuk düzeni oluşturmakla yükümlüdür” anımsatması yapıldı. 

'Arama ruhsatı hukuka uygun'

Altın arama sondajı için ÇED süreci gerektiği vurgulanan iptal kararında, “Hal böyle iken, mevzuatta maden arama faaliyetlerinin doğrudan çevreyi koruma mevzuatında öngörülen şart ve yükümlülüklerden istisna tutulmadığı, maden arama faaliyetinin içeriğine ve arama yöntemine göre çevresel etki açısından değerlendirilmesi gerektiği” belirtilerek şöyle denildi:

“Maden Yönetmeliği’nde yer alan ve yarma, kuyu açma ve sondaj gibi önemli kazı işlemlerinin yapılabileceği ‘detay arama dönemi’ için ÇED süreci işletilmesi gerektiği halde bu süreç işletilmeksizin, Afyonkarahisar İli, Emirdağ İlçesi sınırları içerisinde bulunan 1.364,38 hektarlık alana ilişkin olarak müdahil Tüprag Metal Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketine verilen ve 4 yıllık detay arama dönemi 16/10/2020 tarihinde başlayan 201700788 sicil ve 3343690 erişim numaralı 4. grup maden arama ruhsatında hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

Üç avukat birlikte çalıştı

Davayı açan Emirdağlı vatandaşlar ve Afyonkarahisar Koyun Keçi Yetiştiricileri Birliği’nin gönüllü avukatı İsmail Hakkı Atal, iptal kararının ardından Türkiye’deki altın madenciliğinin sömürge madenciliğine dönüştüğünü savundu. Dava dosyasında Av. Seyda Afyoncu ve Av. Arif Ali Cangı ile birlikte çalıştıklarını kaydeden Atal, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: 

"Çanakkale Savaşında Kanada ordusunun da yer aldığı sömürgeciler Çanakkale’yi geçemediler ama şimdi her gün Enerji Bakanlığının, Çevre Bakanlığının, Maden ve Petrol İşleri Genel müdürlüğünün koridorlarında dolaşıp Türkiye’nin her yerini parselliyorlar. Sömürgecilerin içinde özel bir yeri olan Kanada Devleti ise 21. Yüzyılda milli gelirinin yüzde 76’sını gezegenin her yerinde yaptığı sömürge madenciliğinden sağlıyor. 18 Mart 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen Kanadalı sömürgeci altın madencilerinin bu defa Çanakkale’yi geçmek için kullandıkları basamaklar ise Çanakkale Alamos Gold, Erzincan İliç, Uşak  Kışladağ, İzmir Efemçukuru, Afyon Emirdağ v.s.  

Sömürgeci altın madencileri neden ülkemizin başına üşüştü? Çünkü beyana dayalı olarak ürettikleri altın madeninden Türkiye’ye sadece yüzde 1,5 bıraktıkları Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in soru önergesine verdiği cevapla ortaya çıktı. Kamuoyu baskısı sonrası, Cumhurbaşkanı kararıyla bu oran yüzde 8 ‘e çıkarıldı. Ancak bunu yüzde 1 olarak, hatta binde bir olarak vermeleri tamamen kendi insiyatiflerine bırakılmış durumda. Zira ‘beyana dayalı’ olan sömürge altın madenciliğinde, ne Enerji Bakanlığı’nın ne de MAPEG’in bir kontrolü yok. MAPEG ve Enerji Bakanlığı, sömürgecilere karşı ‘gönlünüzden ne koparsa kabulümüz’ anlayışında.”

Kanser vakalarında artış

Sömürge anlayışıyla siyanürlü madenciliğin 2002 yılından itibaren başladığını kaydeden avukat Atal, 2002-2016 yılları arasındaki kanser vakalarının erkeklerde 12 kat, kadınlarda ise 6,5 kat arttığına dikkat çekerek şöyle konuştu:

“2002 ile 2016 arasındaki istatistiklerinden sonra Sağlık Bakanlığı, 2016’dan sonraki kanser istatistiklerini de gizlemekte ve yayınlamamakta. Bugün Türkiye’nin sağlık harcamalarının önemli bir kısmı kanser ilaçlarına gitmekte ve bu kanser ilaçlarını da içinde Kanada’nın da olduğu G-8 ülkeleri üretiyor. Sömürgeciler bir yandan altını gasp ederken bir yandan da halkı zehirliyor. Bugün bir çok siyasetçi hamasi 18 Mart nutukları atacak. Ama perde arkasında 1915’te Çanakkale’yi geçemeyen sömürgeci altın madencileri Pazartesi mesaisiyle birlikte Enerji Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve MAPEG koridorlarında iş kovalamaya devam edecekler. 

Çevre-ekoloji mücadelesi bir varoluş mücadelesi, ölüm kalım meselesi haline gelmiştir.”

 Yusuf Yavuz / SOL


KISA KISA - 19 MART 2023 -

 


Bahçeli: Bugün karşımıza yeniden çıkanlar, dün Milli Mücadele'de tepelenenlerdir (SOL)

18 Mart nedeniyle yazılı bir mesaj yayınlayan MHP Genel Başkanı Devlet BahçeliMillet İttifakı’nı ve Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP’ye gerçekleştireceği ziyareti hedef aldı. Bahçeli mesajında “Bugün karşımıza tekrar çıkanlar, dün Çanakkale’de ezilenlerdir. Bugün karşımıza yeniden çıkanlar, dün Milli Mücadele’de tepelenenlerdir. Bugün karşımıza bir kez daha çıkanlar, ana kanındaki bebekleri süngüyle deşen caniler, FETÖ’ye ve PKK’ya siyasi rant ve ikbal uğruna el uzatan çürümüşlerdir” ifadesine yer verdi. Devlet Bahçeli şunları söyledi:

"Zaferimizin 108’inci yıl dönümünü ve şehitlerimizin aziz hatıralarını gölgelemek, adeta geçmişin rövanşını almak niyetiyle programlanan CHP-HDP kavuşması şimdilik sonraki bir tarihe tehir edilmiştir. Bu kez takip edilen kirli yöntem kaleyi içeriden yıkmak için işbirlikçi güruhu yüreklendirme, gayri milli zihniyetlerle amaç ve eylem ortaklığı kurmaktır. Bu kez takip edilen kirli yöntem kaleyi içeriden yıkmak için işbirlikçi güruhu yüreklendirme, gayri milli zihniyetlerle amaç ve eylem ortaklığı kurmaktır. Bu kapsamda siyasi muhalefet Türkiye’nin karşısına geçmiş, milletimizi zillet anaforuna çekmek için dış bağlantılı yıkım hesabı yapmaya başlamıştır. Doğal felaketlerin enkaz ve yıkımını kaldırmak, derin yaraları sarmak için mücadele halinde olan Türkiye’mizi Yeni Yüzyıla taşıyacak olan muhteşem irade Çanakkale ruhuyla tecelli etmiştir.”

İç çamaşırı giydirilen cansız mankenlere tekmeli saldırı: 'Müslümansınız, bunları nasıl koyarsınız'(SOL)

Fatih'te kimliği belirlenemeyen bir kişi, 'Siz Müslümansınız, bunları buraya koyarsınız' diyerek iç giyim mağazasının önündeki cansız mankenler saldırdı. İstanbul Fatih'te iç giyim mağazasının önündeki cansız mankenler saldırıya uğradı. Tekmeleyerek mankenleri yere düşüren gerici saldırgan, "Bunlar kadın bedenini teşhir ediyor" diye bağırarak uzaklaştı. DHA'ya konuşan işyeri sahibi Melis Alptekin, "Bir anda mankenler yere düşmeye başladı. Rüzgar olduğu için önce rüzgardan zannettim ama sonra yukarı çıktım. Bir adam mankenleri tekmeliyordu. Sonra sinirli bir şekilde 'Buranın sahibi kim' diye bağırmaya başladı. Sonrasında 'Siz Müslümansınız, bunlar kadın bedenini teşhir ediyor. Siz nasıl bunları buraya koyarsınız' diye bağırmaya başladı. Çevredekilerin müdahalesi ile uzaklaştırıldı. Çok korktum titremeye başladım. Neye uğradığımı şaşırdım" dedi.('Mankenleri yine çıkardım, onların zihniyetinden korkmuyoruz') Saldırganın bir gün sonra yeniden dükkana geldiğini aktaran Alptekin,  "Diğer çalışanlarımız görmüş, gelip kapının önünü kontrol etmiş. Ben o sırada olmadığım için mankenler kapının önünde yoktu, mankenleri göremeyince gitmiş. Ben geldim, mankenlerimi yine çıkardım. Hatta daha güzel giydirdim. Çünkü biz onların zihniyetinden korkmuyoruz artık. Şikayetçi olmadım. Çünkü şikayetçi olsam bile ne yapılabilir diye düşündüm" dedi.

Hizbullah hükümlülerinin kurduğu vakıftan depremzede çocuklara din dersi (SOL)

Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen Umut Kervanı Vakfı'nın, depremzede çocuklara bir ilkokulda din dersleri verdiği öğrenildi. Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra bölgede Menzil Cemaati ve Hizbullah’a yakınlığıyla bilinen bazı dernek ve vakıflar, "yardım" adı altında faaliyet yürütüyor. Kamuoyu Menzil Cemaati’ne bağlı Beşir Vakfı’nın Adıyaman ve Kahramanmaraş’taki etkinliklerini tartışırken Beşir Vakfı’nın yanı sıra birçok cemaat "depremzedelere yardım" adı altında faaliyet yürüttüğü ifade ediliyor. Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı’nı destekleme kararı alması sonrası Hizbullah tarafından düzenlenen suikastlar ve cinayetler tekrar kamuoyunun gündemine geldi. Yeni Yaşam Gazetesi’nden Tolga Balcı’nın haberine göre, Emniyet Müdürü Gaffar Okan, Yazar Konca Kuriş ve yüzlerce kişinin katledilmesinin faili olan Hizbullah’a yakın vakıf ve dernekler de bu süreçte deprem bölgesinde oldukça aktif durumda. Bu yapılanmalardan biri de Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen Umut Kervanı adındaki vakıf. Vakıf üyelerinin depremin ilk günün bu yana bölgede aş evleri ve çadır yardımıyla etkinlik alanını genişletmeye çalıştığı ifade ediliyor.(Çocuklara 'tekbir' çektirdiler) Vakfın sosyal medya hesabı üzerinden   "depremzede çocuklara manevi rehberlik desteği sağlıyoruz" şeklinde bir paylaşım yapıldı. Paylaşımda Kahramanmaraş’ta bir ilkokulda çekildiği anlaşılan bir resim de dikkat çekiyor. Fotoğrafta çocuklara işaret parmaklarını kaldırtılarak “tekbir” çektirildiği anlaşıyor. Vakıf üyelerine ilkokulun nasıl tahsis edildiği ise meçhul. Ayrıca insani yardım adı altında AFAD çadırlarında da vakıf üyeleri çocuklarla etkinlik düzenlemeye devam ediyor.(Umut Kervanı nedir?) Yeni Yaşam'da yer alan habere göre, vakfın başkanından yöneticisine hepsi Hizbullah üyeliğinden yargılanmış. Twitter adreslerinden yaptıkları paylaşımlarla da bu çalışmalarının propagandasını yapan vakfın mütevelli heyeti üyeleri, yönetim kurulu ve başkanı Hizbullah davalarında gözaltına alınıp silahlı terör örgütü üyeliğinden tutuklanmış isimlerden oluşuyor.(Çocuklara propagandadan daha önce gözaltına alınmış) Vakfın Başkanı Cengiz Kurtaran da Hizbullah üyeliği nedeniyle gözaltına alınıp tutuklananlar arasında. Milliyet’te yer alan habere göre 1998 yılında yapılan Elazığ kent merkezindeki bazı cami ve çevrelerinde küçük çocuklara karşı yaptıkları propaganda yapıldığı yönünde alınan bilgiler doğrultusunda düzenlenen operasyonda tutuklandı. Kurtaran, 2011 yılında Hizbullah üyelerinin serbest bırakıldığı yıl cezaevinden çıktı.(Hizbullah'ın önde gelen isimleri vakıfta yönetici)  Vakfın mütevelli heyetinde yer alan isimler de Hizbullah üyeliği nedeniyle gözaltına alınıp tutuklanmış. Ayrıca Umut Kervanı Vakfı’nın Yönetim Kurulu Üyeleri de Hizbullah üyeliği nedeniyle gözaltına alınan isimlerden oluşuyor. Bunlardan biri ise taraftarlarının kendisine "molla" diyerek seslendiği Cemal Çınar. Çınar, Hizbullah’ın yönetici kadrosuyla birlikte yargılandığı davada 2013 yılında beraat etmişti. Çınar ile birlikte yargılananlar arasında Hizbullah tetikçileri Mehmet Bahattin Temel, Fikret Gültekin ve Sait Şahin gibi isimler de var. Bu isimler "örgüt yöneticiliğinden" hapis cezaları aldı.

Adıyaman'da, kayıp depremzede çocuklar için 'kaçırıldı' endişesi: Beyaz aracın sırrı (Sena Tufan-Cumhuriyet)

Depremler sonrası yüzlerce çocuk için kayıp başvurusu yapıldı. Adıyaman’da kaybolan Hira Nur Tümsavaş (12) ve Furkan Alp Alsan (3.5) onlardan ikisi. Çocuklar, en son beyaz bir otomobile bindirilirken görüldü. İkisinden de bir daha haber alınamadı. Aile Bakanlığı da “beyaz araba” iddiasını doğruladı.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/adiyamanda-kayip-depremzede-cocuklar-icin-kacirildi-endisesi-beyaz-aracin-sirri-2062468)

Çanakkale Köprüsü için garanti edilen her sekiz araçtan sadece biri geçmiş! (BİRGÜN)

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, yıllık 16 milyon 425 araç için Hazine garantisi verilen 1915 Çanakkale Köprüsü'nden bir yılda 2 milyon 200 bin araç geçtiğini açıkladı. Buna göre, garanti edilen her sekiz araçtan sadece birisi köprüyü kullandı.(https://www.birgun.net/haber/canakkale-koprusu-icin-garanti-edilen-her-sekiz-aractan-sadece-biri-gecmis-425212)

Tüm kamu kurumlarını geride bıraktı: Taşınmazlar Diyanet’e emanet (Mustafa Bildircin-Birgün)
   
Heybeliada’daki Çam Limanı Ağustos 2018’de Diyanet’in kullanımına sunulmuştu

Bin 731 olan tahsisli hayrat taşınmazlarının 961’ini Diyanet İşleri Başkanlığı kullanıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre Diyanet, tahsisli taşınmaz sayısı itibarıyla tüm kamu kurumlarını geride bıraktı. Diyanet İşleri Başkanlığı, taşınmaz tahsisi yapılan kurum ve kuruluşlar listesinde zirveyi kaptırmadı. Türkiye’nin ilk pandemi hastanesi olan Heybeliada Sanatoryumu’nu ve Bomonti Bira Fabrikası’nın kalan binalarını da bünyesine katan Diyanet İşleri Başkanlığı’na tahsisli taşınmaz sayısı 961’e ulaştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, 2022 yılında bin 731’e ulaşan tahsisli taşınmaz sayısının yüzde 55,5’ini Diyanet’e verilen taşınmazlar oluşturdu. 2016 ve 2017 yıllarında en çok taşınmaz meslek odaları, vakıf ve derneklere tahsis edilirken 2018 yılı itibarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı öne geçti.(DİYANET’E KİMSE YETİŞEMİYOR) 2022 yılında tahsis edilen 58 taşınmaz ile birlikte toplam tahsisli taşınmaz sayısı bin 731’e ulaştı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 961 tahsisli hayrat taşınmazı ile 18 kurumun yer aldığı listenin ilk sırasında yer aldı. Diyanet’in ardından vakıflar, 259 tahsisli taşınmaz ile ikinci sıraya yerleşti. Diğer bazı kurumlar ve tahsisli taşınmaz sayıları ise şöyle: 

•Milli Eğitim Bakanlığı: 195 •Belediyeler: 136 •Dernekler: 60 •Kültür ve Turizm Bakanlığı: 42  •Üniversiteler: 20 •Gençlik ve Spor Bakanlığı: 14  Diyanet İşleri Başkanlığı, bünyesine kattığı tahsisli taşınmaz sayısı itibarıyla 2019, 2020, 2021 ve 2022 yıllarında zirveyi kimseye bırakmadı. 2017 yılında 161 vakıf taşınmazını kullanan Diyanet İşleri Başkanlığı, bu sayıyı sürekli artırdı. Diyanet’e Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tahsis edilen taşınmazların sayısı son yıllar itibarıyla şöyle: •2019: 899 •2020: 921  •2021: 935 •2022: 961 (DÖRT KOLDAN TAHSİS) 2022 yılı itibarıyla elinde bulundurduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden tahsisli taşınmaz sayısı 961’e ulaşan Diyanet, belediyeler ve milli emlak müdürlüklerinden de kritik konumlardaki taşınmazları bünyesine kattı. Diyanet’e tahsis edilen taşınmazlardan bazıları şunlar: •2017 yılında toplam bin 93 imam evi, yaşayan herhangi bir mirasçısı olmadığı gerekçesiyle Diyanet’e tahsis edildi. •AKP’li Bağcılar Belediyesi, 2009’dan beri İSMEK’in merkezi olan binayı, “Diyanet Gençlik Merkezi” olarak kullanılmak üzere 2019 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul İl Müftülüğü’ne verdi. •Heybeliada’daki birinci derece sit alanı olan Çam Limanı ve 94 yıllık sanatoryum Ağustos 2018’de Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nce Diyanet’in kullanımına sunuldu. •İstanbul Üniversitesi Botanik Bahçesi, Fatih Belediyesi’nce müftülük hizmetlerinde kullanılmak üzere 2015’te Diyanet’in bünyesine katıldı.

Son anket sonuçları açıklandı: Partilerin oy oranı ne? (SOL)

Themis Araştırma Şirketi, Mart 2023 anket sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı. Anket depremden etkilenen illerin dışında 8 ilde gerçekleştirildi. Ankette ilk olarak "Bugün bir seçim olsa oyunuzu hangi partiye verirsiniz?" diye soruldu.

Kararsızlar dağıtılmadan önce partilerin oy oranları şöyle oldu:

CHP: Yüzde 26,  AKP: Yüzde 23,2,  İYİP: Yüzde 8,2 , HDP: Yüzde 8,2 , MHP: Yüzde 3

Kararsızlar dağıtıldıktan sonra partilerin oy oranlarıysa şöyle:

CHP: %30,8, AKP: %27,5, İYİP: %9,7, HDP: %9,7, MHP: %3,6

İntihar eden Yapı Kredi çalışanı Efe Demir’in mektubu ortaya çıktı: 'Kral çıplak diyorum'(SOL)

Uzun çalışma saatleri ve yönetici baskısının ardından hayatına son veren Yapı Kredi Teknoloji çalışanı Efe Demir'in intiharı öncesi şirket yöneticilerine gönderdiği mektup ortaya çıktı.(https://haber.sol.org.tr/haber/intihar-eden-yapi-kredi-calisani-efe-demirin-mektubu-ortaya-cikti-kral-ciplak-diyorum-369070)

AKP'den 'seçim gazı': 'Karadeniz doğalgazı nisan sonunda yakılacak'(SOL)

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Dönmez, Karadeniz gazının devreye alınmasına ilişkin bir kez daha tarih verdi. Mart ayında yakılacağı duyurulan Karadeniz gazı için çıkış tarihinin ertelendiği duyurulmuştu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, Karadeniz gazı çalışmalarının kara işleme tesisinde yaklaşık 1200 ile 1300 işçinin deprem sürecinden etkilendiğini belirterek, tören için nisan ayına işaret etti:  "İkinci deprem ile o personelimize izin verdik. İnşallah verdiğimiz sözü tutacak şekilde nisan sonunda bu gazı karada yakacağız. Sadece tesisin montajını bitirmek yetmiyor, arkasından da işletmeye alma hazırlıkları başlıyor. Testler ve kontroller var. Bunların da sağlıklı bir şekilde tamamlanması gerekiyor. İnşallah milletimize verdiğimiz sözü yerine getireceğiz ve yerli gazımızı vatandaşlarımızla buluşturmak istiyoruz."(Erdoğan Mart'ı işaret etmişti)AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, ''Karadeniz'de 710 milyar metreküplük ülkemizin en büyük doğalgaz rezervi keşfini yaptık. Mart ayı sonu itibarıyla Karadeniz gazını hanelere vermeye başlıyoruz'' demişti.

Fatih Altaylı ile Pelikancı troll Selman Öğüt arasında tartışma (Cumhuriyet)

AKP'deki “Pelikancı” ekipte yer aldığı öne sürülen Selman Öğüt, Gazeteci Fatih Altaylı'nın açıklamaları hakkında "Senin gibiler için mor renk alternatifi var diye biliyorum" yorumunu yaptı. Altaylı ise Öğüt'e verdiği yanıtta, "O rengi çok seviyorsan kendine don al o renk koçum" ifadelerini kullandı.


Togg için çarpıcı iddia: 'Garajdan çıkaramıyorlar' manşetlerini görür gibiyim (Cumhuriyet)

Gazeteci yazar Fehmi Koru, bugün fehmikoru.com sitesinde yayımlanan yazısında Togg'a yönelik endişelerini dile getirdi. ''Şimdiye ve TOGG’a dönük endişeme gelince… Oy kullanacak seçmenleri etkilesin diye bir an önce satışa sunulmak istenen TOGG elektrikli bir araç. Satın alanlar aldıkları TOGG’u sürebilmek için elektrik şarj cihazları kullanmak zorundalar. Elektrik yüklü olmayan araç, tıpkı 60 küsur yıl öncenin ‘Devrim’ arabası gibi, yolda kalır. Her yerde TOGG şarj cihazı var mı?Alanlar aldıkları aracı sürebilmek için istasyonlara şarj cihazlarının yaygın biçimde kurulmasını mı bekleyecekler? Gazetelerin 'Milyon verip aldılar, ama garajdan çıkaramıyorlar' manşetlerini görür gibiyim. Endişem bu, umarım TOGG da tarihe Devrim gibi geçmez.''

Erdoğan onay verdi, Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan adaylık için istifa etti (BİRGÜN)

AKP'li Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan, milletvekili adayı olmak için Ağrı Belediye Başkanlığından istifa etti. Sayan'ın hangi ilden aday listesine gireceği henüz bilinmiyor.(https://www.birgun.net/haber/erdogan-onay-verdi-agri-belediye-baskani-savci-sayan-adaylik-icin-istifa-etti-425171)

Deprem fırsatçılığı: TCDD arazisi Limak’a tahsis edildi (BİRGÜN)

İskenderun Kaymakamlığı tarafından verilen kararla TCDD arazisi, Beşli Çete içerisinde yer alan Limak’a tahsis edildi. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) Genel Sekreteri İsmail Özdemir BirGün’e yaptığı değerlendirmede, "Limak’ın daha sonra TCDD arazisinden çıkıp çıkmayacağı da meçhul ve geçmişte buna benzer olaylara da tanık olduk" dedi.(https://www.birgun.net/haber/deprem-firsatciligi-tcdd-arazisi-limak-a-tahsis-edildi-425278)






Öne Çıkan Yayın

Dünyanın en pahalı evini Türk milyarder satın aldı! - Mehmet Kaya / Ekonomim

Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul a...