Yeni dünya düzeni bildirisi + Şam’ın eylemli normalleşme beklentisi (Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)


Yeni dünya düzeni bildirisi

Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Şi Cinping ile Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 40. buluşması tarihi önemdeydi. İki lider, “Yeni Bir Çağ İçin Rusya-Çin Kapsamlı Ortaklığının ve Stratejik İşbirliğinin Derinleştirilmesi Ortak Bildirisi”ni imzaladılar.

Doğrudan belirtelim: 21 Mart 2023 tarihli bu bildiri, 4 Şubat 2022 tarihli bildirinin geliştirilmiş ve derinleştirilmiş devamıdır; ikisi birden, “yeni dünya düzeni” bildirisidir.

Çok kapsamlı bu bildirinin öne çıkan mesajlarını incelersek neden “yeni dünya düzeni” bildirisi dediğimiz belki daha iyi anlaşılır:

Yeni bir çağa girilirken

-Bildiri, “çok kutuplu, ekonomik küreselleşmenin sağlandığı ve uluslararası ilişkilerin demokratikleştiği” yeni bir çağa işaret ediyor. Ve bu çağ şu ilkelerin üzerinde inşa olacak: Hiçbir ülke diğerinden üstün değil, hiçbir yönetim modeli evrensel değil ve hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.

-Bildiri, Çin ve Rusya ilişkilerini Soğuk Savaş dönemi modelini aşan türden bir ilişki olarak niteliyor.

-Bildiri, her ülkenin kendi kalkınma modelini seçme hakkına sahip olduğunu belirterek ABD’nin sözde ülkeleri “demokrasi-otokrasi” şeklinde cepheleştirmesine itiraz ediyor.

-Çin Avrasya Ekonomik Birliği’ni, Rusya Kuşak ve Yol’u destekliyor; taraflar ikisinin entegrasyonunu ve Büyük Avrasya Ortaklığı’nı savunuyor.

Renkli darbelere karşı işbirliği

-Bildiri, “renkli devrimlere” karşı kolluk kuvvetlerinin işbirliğini artıracağına işaret ediyor. İki ülkenin, Orta Asya’ya “renkli devrimler” ithal etme girişimlerini ve bölge işlerine dış müdahaleyi kabul etmediklerini ilan ediyor.

-İki ülke, Doğu Türkistan İslami hareketi de dahil olmak üzere “üç şer güç” ile mücadelede ilgili bakanlıkların yıllık toplantılara başlamasını kararlaştırdı.

-İki ülke, enerji başta pek çok alanda işbirliğini geliştirecek.

-Bildiri, Kuzey Akım boru hattına sabotajın tarafsız bir şekilde soruşturulmasını savunuyor.

Küredeki sorunlara çözüm kararlılığı

-Rusya, Çin’in Ukrayna krizinin çözümü için inisiyatif almasını memnuniyetle karşılıyor ve Çin’in önerdiği 12 maddelik barış planına olumlu baktığını belirtiyor.

-Bildiri, Suudi Arabistan-İran normalleşmesini memnuniyetle karşılıyor; Filistin sorununun iki devletli çözümünü, Suriye’de siyasi çözümü, Libya’nın bütünlüğünün korunmasını, Basra Körfezi bölgesi için kolektif güvenlik mimarisi oluşturulmasını savunuyor.

-Çin ve Rusya; Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ile ilgili konularda koordinasyonu güçlendirme kararı aldı.

-İki ülke, Kuzey Kutbu’nun barış, istikrar ve yapıcı işbirliği bölgesi olarak korunmasını savunuyor. ABD ve müttefiklerine uyarı

-Tayvan, Çin topraklarının devredilemez bir parçasıdır.

-ABD, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin meşru taleplerine yanıt vermeli ve yeniden diyalog başlamalı.

-Japonya, nükleer deniz kazası ve etkileri nedeniyle Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetimini kabul etmeli.

-Çin ve Rusya, AUKUS (Avustralya, İngiltere ve ABD) konusunda ilgilileri uyarıyor.

-ABD’nin ülke içinde ve dışındaki biyolojik askeri programları dünyayı tehdit ediyor. ABD, Biyolojik Silahlar Sözleşmesi’ni ihlal eden faaliyetlerine derhal son vermeli.

-NATO, diğer ülkelerin egemenliğine saygılı olmalı, AsyaPasifik ülkeleriyle askeri güvenlik bağlarını güçlendirmeye son vermeli

                                                                  /././

 

Şam’ın eylemli normalleşme beklentisi

Ankara-Şam normalleşmesi, üçüncü aşamasında tıkandı. Putin’le görüşen Esad, Erdoğan’la görüşebilmesinin şartının “Türk askerinin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi” olduğunu yineledi. Yineledi diyoruz, zira bu şart zaten Şam tarafından daha önce sunulmuştu.

Madem şart yeni değil, o zaman normalleşme üçüncü aşamasında neden tıkandı? Açılır mı, nasıl ve ne zaman açılır? Bu sorulara yanıt bulabilmek için, önce neden tıkandığını anlamamız gerekiyor.

1. AŞAMA: İSTİHBARATÇILAR DEVREDE

Ankara-Şam normalleşmesi, öncekilerden farklı olarak bu kez Erdoğan’ın Suriye’ye sınır ötesi operasyon ilanında bulunduğu şartlarda, bizzat Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından gündeme getirilmişti. Özetle Putin Türkiye’nin haklı güvenlik endişesinin çözümünün sınır ötesi operasyonda değil, teröre karşı Ankara-Şam işbirliğinden geçtiğini savunmuştu.

Erdoğan, Suriye’de “iki ajandası” olduğu için, Putin’in önerisini zamana yaymaya çalıştı ama en sonunda Ankara-Şam normalleşmesini kabul etmek zorunda kaldı.

Kapı, Türkiye ve Suriye istihbarat başkanlarının görüşmesiyle açıldı. Böylece birinci aşama geçilmiş oldu. Ancak Erdoğan’ın “iki ajandası” yine de ilerlemenin önünde engeldi, süreci yokuşa sürüyordu. Bu nedenle 2022 yazından 2022 sonuna kadar bir türlü ilerleme sağlanamadı.

2. AŞAMA: SAVUNMA, 3. AŞAMA: DIŞİŞLERİ

Sığınmacı sorununu seçim fırsatına çevirme olasılığı, nihayet ikinci aşamaya geçilebilmesini sağladı. Türkiye ve Suriye savunma bakanları, 28 Aralık 2022’de, Rusya savunma bakanının kolaylaştırıcılığında bir araya getirilebildi.

Üçüncü aşamada dışişleri bakanlarının bir araya getirilmesi planlandı. Ancak deprem başta olmak üzere yeni faktörler, süreci olumsuz etkiledi.

Bu arada İran, hem sürecin dışında kalmamak için ama hem de süreci kolaylaştırmaya katkı için, üçlü görüşmelere dahil olmak istedi; taraflar dörtlü formatta anlaştı. Önce 15-16 Mart’ta dört ülkenin dışişleri bakan yardımcıları bir araya gelecek ve ardından da doğrudan bakanlar görüşecekti.

Ancak olmadı, 15-16 Mart görüşmesi ertelendi. Çünkü başta da belirttiğimiz gibi Esad, “Türk askerinin çekilmesi şartını” anımsattı.

ERDOĞAN’IN NİYETİ KUŞKUSU

Şam, Türk askerinin çekilmesi gerektiğini daha önce de belirtmişti. Hatta süreç ilerlemeyince, şart “Türk askerinin çekilmesinin kabul edilerek bir takvim belirlenmesine” esnetilmişti. Ancak yine de ilerleme sağlanamadı.

Ankara “önce masaya oturmayı sonra bunları konuşmayı” istiyordu. Şam ise “önce bu konularda adım atılmasını, sonra masaya oturmayı” savunuyordu.

Süreci yakından takip edenlerden edindiğim izlenim şöyle: Şam, düşünceden eyleme geçilmemesini ve pratik adımlar atılmamasını, Ankara’nın süreci seçime dayalı ele almasına bağlıyor. Diğer yandan Ankara’nın “asker çekme” konusundaki esnemeyen tavrı, Erdoğan’ın niyeti konusundaki kuşkuların giderilmesini zorlaştırıyor.

Tablo yine de tamamen olumsuz değil, çünkü aralanmış kapı kapatılmadı, açık duruyor. İlerleyen süreçte dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde yapılacak teknik toplantıyla, sürecin ilerletilebilmesi yine de zorlanabilir, zorlanmalıdır.

(Mehmet Ali Güller/Cumhuriyet)

İBB’den AKP'li Üsküdar Belediyesi'ne sahte belge suçlaması - Cumhuriyet

 


İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB), Üsküdar’a kazandırdığı Mimar Sinan Meydanı’nda ramazan hazırlıklarına Üsküdar Belediyesi müdahale etti. İBB, ramazan etkinliklerinde konser planlaması olmadığı, elektronik imzalı resmi yazıda 'konser' ifadesi kullanılmadığı halde, Üsküdar Belediyesi'nin, sonradan üretilen imzasız sahte bir belgeyle mahkemeye başvurarak, yürütmeyi durdurma kararı çıkarttırdığını bildirdi. İBB, söz konusu karara itiraz ettiğini duyurdu.

İBB, Üsküdar’da Mimar Sinan Meydanı’nda yapılacak olan ramazan etkinliğine ilişkin Üsküdar Belediyesi’nin yürütmeyi durdurma kararı çıkarttırmasıyla ilgili yazılı açıklama yaptı. Açıklamada, sahte belgeyle etkinliklere engel olunduğu belirtildi.

‘MAHKEMEYE SAHTE BELGEYLE BAŞVURDU’

İBB’den yapılan yazılı açıklamada, şunlar kaydedildi:

“İBB tarafından Üsküdar’a kazandırılan Mimar Sinan Meydanı’nın geleneksel ramazan etkinliklerine ev sahipliği yapmasına engel olundu. Üsküdar Belediyesi yetkisi olmadığı halde İBB ekiplerinin ramazan hazırlıklarına müdahale etti. Her yıl olduğu gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı Üsküdar Kaymakamlığına resmi yazıyla bilgi verdi. Ramazan etkinliklerinde konser planlaması olmadığı, elektronik imzalı resmi yazıda ‘konser’ ifadesi kullanılmadığı halde sonradan üretilen imzasız sahte bir belge ile Üsküdar Belediyesi mahkemeye başvurdu. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı verdi

‘KONSER OLMAYACAKTI’

Üsküdar Belediye Başkanı aynı sahte belgeyi resmi hesabından paylaştı. Oysa Üsküdar Mimar Sinan Meydanı’nda düzenlenen ramazan etkinliğinin ayrıntılı programı belliydi. Programda gündüz 16.00-18.00 saatleri arasında çocuk sokak oyunları, 18.00-18.30 saatleri arasında ney taksimi, 18.30-19.20 arasında kültür ve tasavvuf sohbetleri, iftar sonrası ise tasavvuf dinletisi, bazı günler de geleneksel formuna uygun tiyatrolar yer alıyordu. Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen’in iddia ettiği gibi ne yakındaki hastanede yatanları ne de kütüphanedekileri rahatsız edecek bir konser gürültüsü olmayacaktı. Geleneksel forma uygun olarak özellikle semai sohbetleri geleneğinden hayat bulacak, Zihni Göktay gibi ustaların direkler arası geleneği icra edilecekti.

‘PROTOKOLDE ‘TASARRUF HAKKI İBB’YE AİT’ DENİLİYOR’

Ayrıca, Üsküdar Belediyesi ile 13 Nisan 2021 tarihinde imzalanan ‘Üsküdar Hakimiyeti Milliye Çarşısı, Meydan ve Zemin Altı Otopark İşi Ortak Kullanım Protokolü’nün 74’üncü maddesinde ifade edildiği gibi, ‘Bu protokolün 2’nci maddesinin proje başlığında tanımlanan çarşı binası hariç tüm meydan, rekreasyon, peyzaj ve gezinti alanlarının her türlü hüküm ve tasarruf hakkı Büyükşehir Belediyesi’ne ait olacaktır’ deniliyordu.

‘İBB MALZEMELERİ KİMLİĞİ BELİRSİZ KİŞİLERCE ALINDI’

Ancak tüm bu gerçeklere, İBB’nin alanda yetkisi kesin olmasına rağmen, Üsküdar ilçe zabıta ekipleri tarafından meydan işgal edilip, kurulum yapılan sahne ve malzemeler alanda bulunan kimliği belirsiz kişilerce alındı. İBB Hukuk Müşavirliği, tarafından bahse konu yürütmeyi durdurma kararına gerekli itirazlar yapıldı. İtirazın sonucuna göre İstanbulluların uğrak noktası Üsküdar’da geleneksel ramazan etkinlikleri hayata geçirilecek.

‘ÜSKÜDAR’DAKİ HUKUKSUZLUKLAR 2019’DAN BU YANA SÜRÜYOR’

Üsküdar’daki hukuksuzluklar, benzeri keyfi davranışlar 2019 yılından bu yana devam ediyor. 16 milyon İstanbullunun ortak kullanım alanı olan İstanbul Boğazı ve eşsiz manzarasıyla tüm sahil hattını işgallerden kurtarmak için kararlı olan İBB, Üsküdar’da engellemelerle karşılaştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2019 yılında bu yana Üsküdar Salacak sahilindeki yasa dışı işletmelerin işgaline son vermek için harekete geçti. Ancak Üsküdar Belediyesi ve Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı bir avuç işletmeciye sahip çıktı. İşgalciler korunup kollandı.

’10 KAÇAK İŞLETMEDEN 7’Sİ HALEN KORUNUYOR’

İBB, Kız Kulesi ve Tarihi Yarımada manzaralı Salacak sahilinde görüntüyü kapatan, halkın yürüyüş yollarını işgal eden 10 kaçak işletmeden 3’ünün yıkımını gerçekleştirdi. Ancak geri kalan 7 kaçak işletme, yürütmeyi durdurma kararı aldırdı. Mahkeme süreçleri İBB lehine devam ederken, İstanbullulara ait sahilde, kanunsuz faaliyet gösteren çay bahçesi, kafe, lokanta, büfe gibi kaçak yapıları korumak için son alarak Üsküdar Belediyesi ile Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı alelacele imar plan değişikliği yaparak, işgalcileri korumaya aldı. Üsküdar Belediyesi’nce imar planı değişikliği yapıldı. Bakanlık tarafından değişiklik hemen onaylandı. Buna göre, plan değişikliği yapılan 431 adadaki 4 kafe, 359 ve 367 Ada içinde kalan 3 işletme korumaya alındı.

‘İBB HEP YASALAR NE DİYORSA ONU YAPTI’

İBB başından bu yana yetkisi çerçevesinde hareket etti. Yasal yollara başvurdu. Kaçak yapılar için İBB Emlak Müdürlüğü, Üsküdar Kaymakamlığı’na resmi yazıyla tahliye talebinde bulundu. Yasal talebe yanıt verilmedi. Yürütmeyi durdurma kararlarına itiraz etti. İBB’ye ait tapulu arazi üzerindeki kaçak yapılar için benzer kararlar verildi. Mahkeme süreci devam ederken, bazı kaçak yapıların özel çevre koruma bölgesinde olduğu iddia edildi. Bu konuda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nün yetkili olduğu ve bu kaçak işletmelerin Yapı Kayıt Belgesi aldıkları gerekçe gösterildi. İstanbul’un en güzel noktalarından biri olan Salacak sahilini işgallerden kurtarmaya kararlı olan İBB, mahkeme süreçlerinin tamamlanmasını bekliyor. Kararlar çıkar çıkmaz yıkımlar kaldığı yerden devam edecek.”

CUMHURİYET

Deprem ve Devlet + Bir zamanlar Kızılay (SİNAN MEYDAN-Cumhuriyet)

 


Deprem ve Devlet 

“Erzincan halkının mühim bir kısmı öldü… Dahiliye ve Sıhhiye vekilleri bu sabah Erzincan’a hareket ettiler. Kızılay zelzele mıntıkasına para, çamaşır, çadır ve battaniye gönderdi. İmdat trenleri gitti. Meclis, bir milli yardım komitesi kurdu.” (Akşam, 28 Aralık 1939)

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş depremleri sonrasında devletin acil durum refleksinin çok zayıflatılmış olduğu görüldü. Oysa bugünkü iktidarın “Eski Türkiye” diye küçümsediği o Türkiye çok daha güçlü bir acil durum refleksine sahipti. 

Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek için 84 yıl geriye gidelim. 

1939 ERZİNCAN DEPREMİ

27 Aralık 1939’da Erzincan’da gece saat 01.57’de 7.9 büyüklüğünde bir deprem oldu. Deprem Erzincan dışında Gümüşhane, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Ordu, Giresun, Malatya ve Tunceli’de de hasara yol açtı. Erzincan depreminde toplam 32.968 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 100 bin insan yaralandı, 16.720 bina tamamen yıkıldı.

1939 Erzincan depremi olduğunda Cumhuriyet henüz 16 yaşını doldurmuştu. Tek parti dönemiydi. İktidarda CHP vardı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Refik Saydam, İçişleri Bakanı B. Faik Öztrak’tı. II. Dünya Savaşı başlamıştı.

ÖNCE ASKERLER VE MAHKÛMLAR SEFERBER EDİLDİ

Depremde az hasar gören piyade ve topçu kışlalarından getirilen askerlerle ilk arama kurtarma çalışmalarına başlandı. Bu sırada mahkûmlar çalışmalara katıldı. Deprem sonrası ilk yardım işlerini General Hüseyin Abdullah Alpdoğan organize etti. 1 Ocak 1940’tan itibaren bölgede arama-kurtarma ve diğer işlerde çalışmak üzere 800 asker görevlendirildi. Ayrıca Etibank, aramakurtarma çalışmaları için bölgeye madenciler gönderdi. Divrik Demir Madeni işçileri süratle Erzincan’a sevk edildi. İlerleyen günlerde arama kurtarma ve enkaz kaldırma çalışmaları için deprem bölgelerine, İstanbul ve Ankara itfaiyelerinden üç ekip gönderildi.

HASTANE YIKILDI, HASTALAR KURTARILDI 

Erzincan depreminde Memleket Hastanesi yıkılmasına rağmen hastanedeki 22 hasta kurtarıldı. Ayakta kalan gar hastane haline getirildi. Hastane operatörü Suat ile demiryolu inşaat hekimi Safa ilk geceden itibaren yaralılara müdahale etti. Kısa süre sonra Ankara Numune Hastanesi’nden, Kayseri’den, Erzurum’dan bölgeye gönderilen ilk yardım ve sağlık ekipleri yaralıları tedavi etmeye başladı.

İAŞE HEYETİ KURULDU

Dördüncü Umum Müfettişi ve Erzincan Valisi, Erzincan’da bir iaşe heyeti ve 4 adet dağıtım merkezi kurdu. Her merkez için mahalle heyetleri ve sokak temsilcileri oluşturuldu. Böylece depremzedelerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışıldı. Halkın temiz su ihtiyacını karşılamak için kaybolmamış çeşmelerin tamir edilmesine başlandı. Ayrıca Erzincan’daki fırınlar tamir edilmeye çalışıldı. Bu sırada civar illerden Erzincan’a günde toplam 6.000 kilo ekmek sevk edildi. 

SÜMERBANK YARDIMA KOŞTU

Depremin hemen sonrasında Sümerbank Malatya Bez Fabrikası, fabrika müdürünün yönetiminde Erzincan’a bir yardım heyeti gönderdi. Bu heyet istasyonda bir mutfak kurup halka ve yaralılara sıcak yemek dağıtmaya başladı. Fabrika ayrıca depremzedeler için Erzincan’a bol miktarda yiyecek, giyecek, karyola, yatak, yorgan gibi yardım malzemeleri gönderdi. Ayrıca çocuk ve kadın 200 depremzedeyi fabrikada istihdam etti.

Sümerbank’ın köy eşyaları satan mağaza ve depolarındaki bütün eşyaların hemen deprem bölgesine gönderilmesine karar verildi.

İMDAT TRENLERİ YOLA ÇIKARILDI

Deprem haberi alınır alınmaz bölgeye “imdat seferleri” başlatıldı. İçinde sağlık personeli, çeşitli araç gereç ve yardım malzemeleri bulunan “imdat trenleri” yola çıkarıldı. Ancak depremde demiryollarının zarar görmesi nedeniyle Erzurum ve Sivas’tan kalkan trenlerin Erzincan’a varması biraz gecikti. 29 Aralık 1939 tarihli gazeteler bozulan demiryollarının tamir edildiğini, bölgeye uçakla da erzak ve ilaç sevk edileceğini yazıyordu. 

İlk imdat trenleri 30 Aralık 1939’da Erzincan’a ulaştı. Aynı gün Dumlupınar Vapuru ile de ilk parti erzak sevkıyatı yapıldı.

BAKANLAR DEPREM BÖLGESİNE GİTTİ

27 Aralık 1939’da İçişleri Bakanı B. Faik Öztrak ve Sağlık Bakanı Dr. Hulusi Alataş deprem bölgesine gitmek için yola çıktı. Bakanlar zor bir yolculuktan sonra deprem bölgesine vardı.

MİLLİ YARDIM KOMİTESİ KURULDU

27 Aralık 1939’da Elazığ’da bulunan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Erzincan Valisi’ne çektiği telgrafta “Cumhuriyet hükümeti felaketin ıstıraplarını hafifletmek için acil tedbirler almıştır…” dedi. O gün TBMM’de depremzedelere yardım için Meclis Başkanı’nın yönetiminde “Milli Yardım Komitesi” kuruldu. Bütün vilayet ve kazalarda da yardım komiteleri kurulmasına karar verildi. Komiteye yapılacak nakdi ve ayni yardımlar Kızılay’a yatırılacaktı. TBMM üyeleri ilk taksit olarak Kızılay’a 40 bin lira bağışladı. Üniversite gençliği milli komitenin emrinde çalışmaya hazır olduğunu bildirdi. Öğrenciler, öğretmenler, çeşitli cemiyetler yardım kampanyası başlattı. Yurdun her tarafında Kızılay şubelerine para, yiyecek, giyecek ve yatak takımı gibi yardımlar gelmeye başladı. Yapılan yardım miktarları ve yardım yapan firmaların isimleri gazetelerde açıklandı. 

Bu arada deprem nedeniyle Ankara Radyosu müzik yayınına ara verdi. 

ZİRAAT BANKASI’NA GÖREV VERİLDİ 

29 Aralık 1939’da Başbakan Refik Saydam, Ankara, Erzincan, Sivas, Kayseri ve Malatya vilayetlerine talimat vererek masraflar için Ziraat Bankası şubelerinin valilerin emriyle ödeme yapmalarını ve vilayetlerin kendi ihtiyaçlarından fazla gıda maddelerini Erzincan’a göndererek yardımın kesintisiz devam etmesini sağlamalarını istedi. 

29 Aralık 1939’da milli bankaların mağaza ve depolarındaki tüm stoklar felaket bölgesine gönderilmeye başlandı. 

KİMSESİZ ÇOCUKLARA SAHİP ÇIKILDI 

30 Aralık 1939’da depremde anasız, babasız kalan çocukların sürekli veya geçici evlatlık edinilebileceği ve depremden etkilenen 240 kimsesiz çocuğun Çocuk Esirgeme Kurumu’nun Ankara Keçiören’de yeni yaptırdığı ana kucağına alınacağı bildirildi. 100 kadar çocuk da Kızılay tarafından himaye edildi. 

DEPREMZEDELER İSKÂN EDİLDİ 

30 Aralık 1939’da depremzedelerin iskânına başlandı. Evleri yıkılanların önemli bir bölümü en yakın vilayetlere, özellikle Hatay, Adana, Mersin gibi sıcak iklimli yerlere gönderilip iskân edildi. Bu iskânın geçici olduğu da bildirildi. Yıkılan binalar yapılınca başka yerlere gidenlerin memleketlerine dönecekleri belirtildi. 

HÜKÜMET YARDIM ETTİ 

Hükümet, bina zararlarını tespit ve tetkik heyetleri oluşturdu. Hasar tespiti yaptırdı. Evleri hasar gören veya yıkılanlara 30 ile 60 bin lira arasında ödeme yapılacaktı. 17 Ocak 1940’ta 3773 sayılı bir kanun çıkarıldı. Bu kanuna göre ücretlilere iki veya üç maaş avans verilecekti. Deprem nedeniyle evi yıkılan veya hasar gören depremzedelerin vergi borçları silinecek ve yeni döneme ait vergi tahakkuk ettirilmeyecekti. Hükümet deprem bölgelerindeki üreticilere çift hayvanları ve tohumluk dağıttı. Tarım Bakanlığı’nca toplam 12.920 adet çift hayvanı ve önemli miktarda tohumluk deprem bölgelerine gönderildi.

KIZILAY SEFERBER OLDU

Kızılay, depremin ilk gününden itibaren depremzedelere para, çadır, battaniye, giyecek ve yiyecek yardımı yaptı. Sağlık heyetleri gönderdi. Çadırlarıyla iskân kampları kurdu. Kampların yanına sahra tuvaletleri yaptı.

29 Aralık 1939’da Kızılay, deprem bölgesine ilk imdat hastanesini gönderdi. 300 yataklı bir numaralı Kızılay Çadırlı İmdat Hastanesi 31 Aralık 1939’da Erzincan’a vardı. Hastane röntgen cihazı, çeşitli laboratuvarlar ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için gerekli her türlü araç gerece sahipti. Hastane yeterli sayıda uzman doktorla birlikte Erzincan’da çalışmaya başladı. Bu hastanenin aldığı tedbirler sayesinde salgın hastalıklara da engel olundu. 

Kızılay deprem bölgelerinde çok sayıda çadır kurdu. Ancak kış koşullarında depremzedelerin çadırda kalmaları zordu, bu nedenle depremzedeler için ahşap barakalar yapılmasına karar verildi. Evleri yıkılan depremzedeler, Erzincan’da acilen inşa ettirilen baraka ve zeminliklere yerleştirildi. 

Kızılay, depremzedelere kısa zamanda Erzincan merkezde 90 adet pavyon, 35 adet ev, 90 adet baraka, 14 adet dükkân inşa etti. 12 odalı 90 baraka toplam 1080 odaya sahipti. Kızılay, memurlar için de Erzincan merkezde 13 bina inşa etti.

CUMHURBAŞKANI DEPREM BÖLGESİNE GİTTİ

31 Aralık 1939’da Cumhurbaşkanı İsmet İnönü deprem bölgesine gitti. Yetkilileri dinledi ve gerekli talimatları verdi. Daha sonra yaralıları ziyaret etti, yıkılan evlerinin önündeki halkla konuştu. Vakit gazetesine göre “Milli Şef”in boynuna sarılan bir ana “Mehmed’im burada öldü. O da askerdi, senin oğlundur. Sen sağ ol babamız” diyerek acısını paylaştı.

BAKAN ELEŞTİRİLERİ KABUL ETTİ

TBMM’de yapılan deprem görüşmelerde milletvekilleri, deprem bölgesinde yaşanan idari sorunları eleştirdiler. İçişleri Bakanı Faik Öztrak, yardımların felaketzedelere ulaştırılmasında yaşanan sıkıntıları kabul ederek bu durumun nedenlerini açıkladı. (TBMM Zabıt Ceridesi, 10.1.1940, s.44,47) 

28 Aralık 1939’da Ulus gazetesinde F. Rıfkı Atay, “Elden gelen her şey o kadar kısa zamanda ve o kadar etraflıca yapılmıştır ki” diyerek hükümeti takdir ederken 29 Aralık 1939’ta Vakit gazetesinde Asım Us, “Yegâne teselli noktası Cumhuriyet hükümetinin felaketzedelerin acılarını hafifletmek üzere acil tedbirler alınmış olmasıdır” diye yazıyordu. Tan gazetesinde Zekeriya Sertel de “Hükümetin yardım için tedbir almakta gösterdiği sürat ve titizliği beğenip, takdir etmemek mümkün değildir… Her felakette yardım elini ilk uzatan Kızılay da derhal faaliyete geçmiştir…” diyordu.

1939 Erzincan depreminde daha 16 yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti, iyi bir acil durum refleksi gösterdi. Askersivil yerel yöneticilerden merkezi yönetime, basından üniversitelere kadar devlet her yönüyle sefer oldu. Devlet, en hızlı haberleşme aracının telgraf olduğu bir ortamda, sınırlı olanaklara rağmen Kızılay, Etibank, Sümerbank gibi işlevsel kurumlarıyla, ülkeyi ören demir ağlarıyla, liyakatli yöneticileriyle felaket karşısında başarılı bir sınav verdi. Buna rağmen hükümet haklı eleştirileri de kabul etti. Bütün bunlar bugün değil, tam 84 yıl önce oldu.

KAYNAKÇA

  • Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA).
  • TBMM Zabıt Ceridesi: 10.1.1940; 19.4.1940; 17.1.1940.
  • Akşam: 28,29,30 Kanunuevvel 1939.
  • Tan: 28,29,30 Kanunuevvel 1939.
  • Ulus: 28,29,30,31 Birincikanun 1939; 2,3 İkincikanun 1940.
  • Vakit: 29 Birincikanun 1939; 2,20 İkincikanun 1940.
  • Fatih Tuğluoğlu,“1939 Büyük Anadolu Zelzelesi ve Erzincan Vilayetinde Yardım Faaliyetleri”, History Studies, Volume 7, Issue 4, December 2015, p.113-136. 
  • Orhan Yeniaras, Türkiye Kızılay Tarihine Giriş, İstanbul, 2000.
  • Türkiye Kızılay Cemiyeti, Merkezi Umumisi Tarafından 1941 Umumi Meclisine Sunulan ve 1939-1940 Hesap Yılı İçinde Yapılan İşleri Bildiren Rapor, Ankara 1941. 
  • Yusuf Ziya Keskin-Meryem İnan Önal, “Resmi Telgraflar Doğrultusunda 1939 Erzincan Depreminde Kurtarma İlk Yardım ve İskân faaliyetleri,” Bayburt Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dergisi, S.9, Eylül 2021, s. 169-190.

   Bir zamanlar Kızılay 


Geçen hafta
 “Deprem ve Devlet” başlıklı yazımda 1939 Erzincan depremi sonrası Kızılay’ın çalışmalarından da söz etmiştim. Bu hafta ise Kızılay’ın o çalışmalarını biraz daha ayrıntılı biçimde ele aldım. Böylece Kızılay’ın 84 yılda nereden nereye getirildiğini göstermek istedim.

CUMHURİYETİN YARDIM ELİ: KIZILAY

Genç Cumhuriyetin en güvenli yardım eli Kızılay’dı. Kızılay önce 1924 Erzurum depreminde, daha sonra 1926-1931 arasında ülkenin çeşitli bölgelerinde yaşanan deprem ve sel felaketlerinde felaketzedelere çeşitli yardımlar yaptı. (BCA, 30-10-0-0,178-232-18; Türkiye Hilaliahmer Mecmuası, S. 97, Y. 9, 15 Eylül 1929, s. 367; Türkiye Hilaliahmer Mecmuası (Fevkalade Sayı), S.132, 29 Ekim 1933)

Atatürk, 1 Kasım 1928’de TBMM’deki açılış konuşmasında Kızılay’a teşekkür etti.

1939 ERZİNCAN DEPREMİNDE KIZILAY

27 Aralık 1939’da, 32 bin 968 insanın hayatını kaybettiği, yaklaşık 100 bin insanın yaralandığı, on binlerce binanın yıkıldığı 7.9 büyüklüğündeki Erzincan depremi meydana geldi.

Kızılay, bir felaket anında ülke geneline hızlıca yardım ulaştırmak için Trabzon, Samsun, Erzurum, Sivas ve Malatya’da depolar kurmuştu. Depremin ilk gününden itibaren “Kızılay zelzele mıntıkasına para, çamaşır, çadır ve battaniye gönderdi.” (Akşam, 28 Aralık 1939)

Kızılay, 27 Aralık 1939 akşamı Erzurum’dan, sabah da Sivas’tan hareket edecek iki ayrı “imdat treni” ile toplanan yardımları Erzincan’a gönderdi. İlk imdat trenleri 30 Aralık 1939’da Erzincan’a ulaştı. Aynı gün Dumlupınar Vapuru ile de ilk parti erzak sevkıyatı yapıldı. (Akşam, 28 Aralık 1939) Ayrıca Kızılay, Ankara’dan deprem bölgelerine hasta nakliye otomobilleri gönderdi. (Ulus, 4 Ocak 1940) Kızılay deprem bölgelerinde çok sayıda çadır da kurdu. Hükümetin isteğiyle ahşap barakalar yaptı. Çeşitli evler ve dükkânlar inşa etti.


KIZILAY'A YAPILAN YARDIMLAR

27 Aralık 1939 günü TBMM başkanının yönetiminde bir “Milli Yardım Komitesi” kuruldu. Bütün vilayet ve kazalarda da yardım komiteleri oluşturuldu. Tüm yardımlar Kızılay’da toplanacaktı. (Vakit, 29 Aralık 1939) 29 Aralık 1939 akşamına kadar Kızılay merkezinde toplam 250 bin 960 TL toplandı. (Vakit, 31 Aralık 1939). Yurdun her tarafında Kızılay şubelerine para, yiyecek, giyecek ve yatak takımı gibi yardımlar gelmeye başladı.

30 Aralık 1939 tarihli Ulus gazetesinde “Ankara’da üzerlerinden yün bluzlarını çıkarıp verenler bile var”“İzmir’de bir genç nişan yüzüğünü verdi” denilerek Kızılay’a yapılan yardımlar açıklandı. 30 Aralık 1939 tarihli Ulus gazetesinde F. Rıfkı Atay “Evvela, Kızılay kasalarına para ve ambarlarına eşya yığacağız” diye yazdı. Kızılay’a sonsuz güven duyulan günlerdi.


KIZILAY'IN ÇADIRLI İMDAT HASTANESİ: "DR. FATMA MEMİK'İN ANLATTIKLARI"

Kızılay, 29 Aralık 1939’da deprem bölgesine ilk imdat hastane trenini gönderdi. 300 yataklı bir numaralı Kızılay Çadırlı İmdat Hastanesi 31 Aralık 1939’da Erzincan’a vardı. Hastane röntgen cihazı, çeşitli laboratuvarlar ve salgın hastalıklarla mücadele etmek için gerekli her türlü araç gerece sahipti. Hastanede yeterli sayıda uzman doktorla birlikte Bursa milletvekili Operatör Dr. Sadi Konuk, Edirne milletvekili Dr. Fatma Memik, Erzincan milletvekili Eczacı Salih Başotaç da bulunuyordu (Akşam, 30 Aralık 1939; Ulus, 30 Aralık 1939; Ulus, 4 Ocak 1940)

Kızılay’ın Çadırlı İmdat Hastanesi doktorlarından Fatma Memik, izlenimlerini Vakit gazetesine anlattı: “Erzincan’a, bir müddet gecikme ile salı günü saat onda vardık. Bizden evvel bir ana baba günü olan bu felaket mıntıkasına Ankara Numune Hastanesi’nden, Kayseri’den, Erzurum’dan müteaddit ekipler gelmiş; hatta epey iş görmüşlerdi...”

Dr. Fatma Memik ve arkadaşları Erzincan’a gelir gelmez hemen kuracakları hastanenin yerini belirliyorlar. Yakındaki tren hattı ile hastaları kolayca nakletmek için hastaneyi Erzincan Askeri Ortaokulu’nun önündeki alana kuruyorlar.

“Hemen çadırları kurmaya başladık ve Malatya Bez Fabrikası’nın evvelce yetiştirdiği karyola, yatak, yorgan gibi şeyleri istasyon binasından naklettik. Ayrıca binadaki hastaları Kızılay vagonlarına aldık. Çünkü her dakika şehirde yeni bir zelzele ihtimali baş gösteriyor ve henüz yaraları iyileşmemiş ağır hastalar bile yataklarından fırlayarak kaçıp gitmek istiyorlardı. Bununla beraber çadırlarımızın kurulması o kadar kolay olmadı. Kar ve fırtına işi güçleştiriyordu.”

Dr. Fatma Memik ve arkadaşları burada 15 gün içinde 355 hastayı tedavi ediyorlar. Bu hastalardan -7’si hariç- hepsini kurtarmayı başarıyorlar. Aldıkları sağlık önlemeleri sayesinde salgın hastalıklara da engel oluyorlar. Onların gelmesiyle serbest kalan diğer sağlık ekipleri de köylere kadar giderek her tarafı dikkatle tarayıp tedavi edilecek yaralıları bulup hastanelere sevk ediyorlar.


Dr. Memik izlenimlerini anlatmaya devam ediyor; Kızılay’dan övgüyle söz ediyor:

“Burada Kızılay teşkilâtının büyük faaliyetini hemen tebarüz ettirmeye mecburum. Biz, Erzincan’a daha ilk geldiğimiz günde istasyonun ambarı nazarı dikkatimizi çekmişti. Burada fasulyesinden bulguruna ve portakalına kadar her şey vardı… Ankara’ya dönmek için emir aldığım gün Malatya Bez Fabrikası’nın gönderdiği yiyecekler hâlâ tükenmemişti. Halk, Kızılay Aşevi’nin dağıttığı bu yiyeceklerden çok memnun oluyordu. Bu arada Etibank’ın gönderdiği 200 amelenin Erzincan’da yaptığı fedakârane işleri de hemen kaydediniz. Hastaların kurtarılmasına askerler ve mahpusların gösterdikleri yardım Türk milletinin kalbinde saklı şefkat hislerinin ne kadar büyük bir his olduğunu bize her dakika anlatıyordu...”

Dr. Memik, depremzede kimsesiz çocuklar hakkında da bilgi veriyor. Deprem sonrasında anasız, babasız kalan çocukları “şefkatli vatandaşların yanlarına aldıklarını”; kendilerinin de şimdilik 12 çocuğu Ankara’ya getirdiklerini belirterek bu kimsesiz çocukların -sayıları ne kadar olursa olsunÇocuk Esirgeme Kurumu’nun çatısı altında yetişeceklerini söylüyor. (Vakit, 20 Ocak 1940)

CUMHURİYET'İN KIZILAY'I

1925’te Hilali Ahmer Cemiyeti İdare Heyeti Başkanlığı’na Dr. Refik (Saydam) seçilmişti. Cemiyet yeniden yapılandırılmıştı. Genel merkez Ankara’ya taşınmıştı. Atatürk, 1935 yılında cemiyete “Kızılay” adını vermişti. Kızılay, Cumhuriyet tarihinin en yıkıcı depremlerimden 1939 Erzincan depreminde -dönemin zor koşullarına rağmen- iyi bir sınav verdi; SümerbankEtibank ve TSK ile organize biçimde felakete müdahale etti. O günler devlette aklın, bilimin ve liyakatin esas alındığı, kurumların içinin boşaltılmadığı günlerdi.

(SİNAN MEYDAN-Cumhuriyet)








Batı Çin’in Rusya’ya 'askeri destek' verdiği iddiasını tartışıyor + Ortadoğu’da Çin etkisi: İran-S. Arabistan mutabakatı (SOL/Özel)

Batı Çin’in Rusya’ya 'askeri destek' verdiği iddiasını tartışıyor (ERDİ AYDOĞDU-SOL/Özel)

Çin’in Rusya’ya 'askeri mühimmat' sevk ettiği iddiası, aynı zamanda Batı’nın yaptırımlarındaki bazı açıkları ve Türkiye ile BAE gibi bazı ülkelerin aracı rolünü ortaya koyuyor.

Batı dünyasının öne çıkan yayınlarından Politico’da 16 Mart tarihli bir makalede, Çin’in Rusya’ya silah başta olmak üzere askeri mühimmat sevk ettiği ileri sürüldü. Geçtiğimiz yılın Haziran ayında başlayıp Aralık ayına dek süren sevkiyatlar, gümrük verileri sağlayan ImportGenius’a ait kayıtlara dayandırılıyor. Haberde Türkiye ve BAE’nin aracı rolüne de dikkat çekiliyor.

Çin’den Rusya’ya askeri sevkiyat iddiası

Habere göre, Çinli şirketlerden Rusya’ya drone parçaları ve zırh da dahil olmak üzere askeri ihtiyaçlar için kullanılabilen 1.000 saldırı tüfeği ve çeşitli ekipmanlar temin edildi. Kısaca DJI olarak bilinen Çinli şirket Da-Jiang Innovations Science & Technology Company’nin geçtiğimiz yılın son iki ayı boyunca, akü ve kamera gibi çeşitli drone parçalarını bir Rus distribütöre yolladığına dikkat çekiliyor. DJI, ‘Uygurların gözetim altında tutulması amacına yönelik olarak drone sağladığı’ gerekçesiyle ABD tarafından 2021’den bu yana yaptırımlara tabi tutuluyor. Ayrıca haberdeki iddia uyarınca DJI gönderiminin BAE üzerinden gerçekleştiğini not etmek gerekiyor.

China North Industries Group Corporation Limited, Politico’nun iddiasına göre, Rus şirketi Tekhkrim’e Haziran ayında tüfek yolladı. İlaveten, devlete bağlı Rus savunma şirketi Rosoboronexport’un mikroçip, termal görüş cihazı ve gaz türbini motoru gibi yedek parçalar ithal ettiği iddiaları da yer alıyor. Çin’in yanı sıra, Sırbistan’dan Myanmar’a kadar pek çok ülkenin ihracatçı olarak bu sürece dahil olduğu öne sürülüyor.

Çift Kullanımlı Mallar: Sivil kullanım için mi, askeri mi?

İddiaların odağındaki bir diğer husus ise çift kullanımlı materyallerin akıbeti. Aynı zamanda ticari amaçlar için de kullanılabilen pek çok malın, askeri birer nitelik kazanabileceği vurgulanıyor. Çeşitli uzmanlara ek olarak, ABD Ulusal Güvenlik Konseyinde görev yapmış olan Zach Cooper da bu iki amacın ayrılmasının ve hangisine yönelik hareket edildiğinin tam olarak tespit edilmesinin zorluğundan söz ediyor. Nitekim, China North Industries Group Corporation Limited tarafından gönderilen CQ-A tüfeklerinin “sivil av tüfekleri” olarak kaydedilmesine karşın M16’dan modellendiği belirtiliyor; ayrıca bu silahların Filipin, Güney Sudan ve Paraguay gibi bazı ülkelerde silahlı kuvvetler tarafından kullanıldığına dikkat çekiliyor. Dolayısıyla Batılı ülkeler, Çin’i bu ikiliği lehine kullanarak Rusya’ya askeri ihracatı sürekli kılmakla suçluyor.

Polonya’nın AB Elçisi Andrzej Sadoś, iddiaların çok ciddi olduğunu ve doğru olup olmadığının ortaya konması gerektiğini belirtti. Daha iyimser olan Alman Şansölyesi Olaf Scholz ise “bunun yaşanmaması gerektiğini ve yaşanmayacağı konusunda iyimser olduğunu” ifade etti. Scholz işbu iddialara ilişkin olarak hiçbir kanıt bulunmadığını da söylemişti.

Politico: Yaptırımlar fiilen deliniyor

Haberde, Rusya’nın özel olarak ABD, AB veya Japonya’da üretilen teknolojik bir materyale ihtiyaç duyması halinde izlenen yollara değiniliyor. Örneğin, hem Batı hem Rusya ile iyi ticari ilişkilere sahip olan ülkelerdeki tacirler Rusya’ya askeri malları taşıyarak yaptırımları delme konusunda aracı rol üstlenebiliyor.

Uygulanan yöntemlerin bununla sınırlı olmadığına ve sözgelimi, gemiden gemiye transfer metodunun son derece yaygın şekilde kullanıldığına yer veriliyor. Uluslararası sularda bulunan bir Rus gemisi petrolü başka bir tankere boşaltır, petrolü ambargoya tabi olmayan bir ülkeden geliyor gibi etiketler ve AB limanına yanaşır. Bir diğer yol ise gemilerin faaliyetlerini gizlemek için konum izleyicilerini kapatmasıdır. Savaşın başlamasından sonra, yani son bir yıl içinde, bu son yolun çok daha sık şekilde izlendiği belirtiliyor.

Öte yandan, bilhassa AB içinde yaptırımlara uyma konusunda soru işaretleri bulunduğu biliniyor. Kırım’ın ilhakını takiben AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar Siemens tarafından açıkça delinmişti. 2015 ve 2016’da Rusya’ya gaz türbinleri taşıyan Alman firma, soruşturmaya tabi tutulsa da açıklanan ve/ya sonuçlanan herhangi bir ceza bulunmuyor.

Çin ve Rusya arasında Türkiye’nin rolü

ImportGenius verilerine dayandırılan iddialar arasında Çinli şirketler tarafından, Türkiye aracılığıyla, drone parçalarını içeren 12 sevkiyat yapıldığı da mevcut. Ayrıca, 12 ton Çin zırhının Rusya’ya ulaşması için Türkiye’nin geçiş güzergahı rolü üstlendiği ifade ediliyor. 

İddialar arasında, Xinxing Guangzhou Import & Export Co.’nun, Rusya’ya zırh ihraç eden Çinli şirketlerden bir tanesi olduğu belirtiliyor. Türk şirketi Arıteks’in ise doğrudan ülkemizde üretim yaparak Rusya’ya kurşun geçirmez yelek ihraç ettiğinin altı çiziliyor. Rusya’nın geçtiğimiz Aralık ayı boyunca 10 milyon dolar değerinde, toplam 80 ton zırh ithal ettiği öne sürülüyor. 

Batı kartlarını açık oynuyor

Çin yetkilileri iddiaları yalanlıyor ve “barış görüşmelerini sürdürme konusunda kararlı olduklarını” belirtiyor. Öyle ki Çin’in Washington Büyükelçiliği sözcüsü Liu Pengyu, “Krizi Çin yaratmadı, krizin bir tarafı değil ve çatışmanın her iki tarafına da silah sağlamadı” şeklinde konuşmuştu. Buna karşın, Politico’da vurgulanan eğilim Batı ülkelerinin mevzubahis sevkiyatı önlemek için daha sert bir tavır takınacağı yönünde. Birleşik Krallık merkezli bir think-tank olan Royal United Services Institute’ten James Bryne, “Rusya'ya askeri malzeme taşıyanlara yönelik yaptırımları şimdiden görüyoruz. Eminim ki AB ve diğer ülkelerin bu malzemenin büyük bir kısmının Rusya'ya ulaşmasına yardım eden insanları da hedef aldığını göreceğiz.”

 

                                                     /././

Ortadoğu’da Çin etkisi: İran-S. Arabistan mutabakatı (HAKKI HACINEBİOĞLU-SOL/Özel)

Suudi Arabistan, en büyük bölgesel rakibinin ayağına daha fazla dolanmasını önlemek gibi zor bir sınavla karşı karşıya. İran ise büyük sorunlarının ortasında etrafındaki kuşatmayı kırma derdinde.

Çin’in başkenti Pekin’de bölgenin iki rakip gücü İran ve Suudi Arabistan arasında varılan uzlaşı beklenmedik bir gelişme olarak tüm dünyada dikkat çekti. Çin’in eski dışişleri bakanı olan ve Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin dış politika sorumluluğunu üstlenen Vang Yi ile İran Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ve Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musad bin el Ayban’ın dört günlük müzakerelerin ardından mutabakata vardıkları öğrenildi. Bölgenin iki büyük hasım devleti arasında bir uzlaşıya varılması ve bunun Çin’in aracılığında Çin’de gerçekleşmesi şaşkınlığa neden oldu.

Suudi Arabistan ve İran, Ortadoğu ve İslam dünyası üzerindeki rekabetleri, ideolojik ve mezhepsel farklılıkları gibi nedenlerle 1979 ‘İran İslam Devrimi’nden bu yana çeşitli düzeylere inip çıkan bir süreklileşmiş hasımlık ilişkisine sahip. Pekin’de varılan mutabakatın bu hasımlık halini ne kadar değiştirebileceğini kestirmek güç görünüyor.

İki ülke arasındaki düşmanca ilişkilerin tarihini ele almaya gerek yok. Bu düşmanlığın güncel haline nasıl geldiğini ele almak yeterli olacaktır. 2011 yılında bütün bir Arap dünyasını kasıp kavuran, renkli devrimlere ve emperyalist müdahalelere neden olan “Arap Baharı” İran-Suud rekabetini yer yer vekil güçler üzerinden silahlı karşı karşıya gelişlere taşıdı. Pek çok Arap Baharı ayaklanmasının aktif destekçisi olan Suudi Arabistan’ın karşısına, “İslami Uyanış” şiarıyla İran çıktı. İran, Arap Baharı’nda ortaya çıkan kitle dinamiğini ‘İran İslam Devrimi’nden ilham alan bir hareketliliğe evriltebileceğini düşündü. 

2015: İlişkilerde kırılma noktası

Nüfusun çoğunluğu Şii olmasına rağmen yönetici hanedanın Sünni ve İran düşmanı olduğu Bahreyn’de İran destekli bir halk ayaklanması gerçekleşti. İlhamını İslam Devrimi Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in çağrılarından alan ayaklanma Suudi Arabistan’ın da desteği ile ezildi. Yemen’de bir Şii mezhebi olan Zeydiliğe mensup olanlar önce Suud kuklası rejimin devrilmesinin taraflarından biri oldu, ardından 2015’te yeni Suud kuklası rejimi devirerek idareyi büsbütün ele almaya kalktı. Suudi Arabistan içinde toplam nüfusa oranları yüzde otuza vardığı tahmin edilen Şiiler, Suud rejimine karşı muhalefetini arttırdı. Yer altında büyüyen bir anti Suud muhalefet, Suudi rejiminin iç güvenlik kaygılarının artmasına neden oldu.

Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlığın başlaması İran ve Suudi Arabistan’ı vekil güçler üzerinden bir sıcak çatışmaya soktu. Saddam sonrası dönemde ülke yönetiminde etkileri hızla artan Şiilere karşı bugün artık Suudi Arabistan’ın bir düzeyde desteğini aldığından emin olduğumuz IŞİD ortaya çıktı. IŞİD ve Şii Iraklı güçler arasındaki sıcak çatışmaları da kısmen vekalet savaşı olarak okumak mümkün.

2015 yılının İran-Suudi Arabistan ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu muhakkak. Yemen’de Şii Husilerin başkent Sanaa’da kontrolü sağlamasının ardından Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon güçleri Yemen’e yönelik “Kararlı Fırtına” operasyonunu başlattı. Kalabalık koalisyon güçleri karşısında Husilerin tek destekçisi İran oldu. İran’ın sağladığı balistik füze ve çeşitli SİHA’lar sayesinde Husiler, Suudi Arabistan derinliklerindeki stratejik noktalara saldırı imkanına kavuştu.

Yemen’e yönelik Suudi saldırganlığının iyice gerdiği Suudi Arabistan-İran ilişkileri Suudi Arabistan’ın 2016 yılında attığı bir adımla kopma noktasına geldi. Suudi Arabistan, ülkedeki Şiilerin en önemli liderlerinden olan din adamı Nimr en Nimr’in de dahil olduğu 47 Şii muhalifi idam etti. Bu karar İran devleti ve kamuoyunda infiale neden oldu. Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed Başkonsolosluğu göstericiler tarafından ateşe verildi. Bunun üzeri Suudi yönetimi İran ile diplomatik ilişkilerini askıya almaya karar verdi.

ABD sonrası dönemde Çin’in artan etkinliği

Çin dünyanın en büyük enerji ithalatçısı ve enerji ithalatının yüzde kırka yakınını Ortadoğu’dan gerçekleştiriyor. ABD’nin kaya petrolü ve kaya gazı üretimini artırmasının ardından petrol ve doğal gaz ihracatçısı haline gelmesi son yıllarda ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin azalmasının nedenleri arasında gösteriliyor. Buna karşılık Çin’in petrol ve doğal gaz ihtiyacı yenilenebilir enerji kaynaklarına yaptığı devasa yatırımlara rağmen artmaya devam ediyor. Öyle ki, Ortadoğu’daki gelişmeler, çekişmeler, çatışmalar Çin ekonomisini doğrudan etkiler hale geldi. Çin ekonomisinin güvenliği Ortadoğu petrol üretim ve dağıtımının güvenliği ile bütünleşmiş durumda. Ayrıntıları bu yazının konusu değil ama ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisi artık Umman Denizi’nden başlıyor. ABD’nin Pasifik Donanmasının adını Hint-Pasifik Donanması olarak yenileyip görev sahasını genişletmesi de buraya denk düşüyor.

Buna karşılık Çin enerji güvenliğini tesis etmek için Ortadoğu’da daha aktif bir politika izleme ihtiyacı hissediyor. ABD’nin bölgedeki askeri varlığının son yıllarda azalmış olması ve Körfez monarşileri ile ilişkilerinde karşılaştığı sorunlar da Çin’e manevra alanı açıyor.

Çin’in Ortadoğu politikasının bir ayağı geleneksel olarak yakın ilişkilere sahip olduğu İran ile bağlarını güçlendirmekse diğer ayağı da Körfez monarşileri ile yeni ve sağlam bağlar tesis edebilmek. Bu kapsamda Çin bir yandan İran ile 25 yıllık kapsamlı bir işbirliği hedefleyen ve doğrulanmamış iddialara göre İran’a 400 milyar dolarlık bir yatırımı öngören yol haritası imzalıyor. Diğer yandan Körfez İşbirliği Örgütü ile ortak yapılan toplantılarda Batı sömürgeciliğinin bakiyesi “Ortadoğu” terimi yerine “Batı Asya” tabirinin kullanılmasını öneren taraf oluyor. Çin özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için iyi bir askeri ortak olarak da öne çıkıyor. Suudi Arabistan, İran’ın balistik füze gücüne ve olası nükleer silah kabiliyetine karşı sahip olmayı istediği balistik füze üretimi için Batıdan bulamadığı ortaklığı Çin’de buldu. Birleşik Arap Emirlikleri, kendi silah sanayisini kurmak için yine Çin’den destek buluyor. BAE’nin iki yıl önce kurduğu silah sanayi şirketi EDGE dünyanın en hızlı yükselen silah sanayi şirketlerinden biri olarak öne çıkıyor. EDGE’in çoğu geliştirme aşamasında onlarca projesi varlığını en çok Çin’den satın alınan teknolojilere borçlu.

Fakat Çin’in orta doğudaki yükselişinin önünde aşılması zor bazı sınavlar var. İran ve körfez monarşileri arasındaki çekişme Çin’in enerji güvenliğini belki de ABD’nin bozucu faaliyetlerinden daha çok etkiliyor. 2019 yılında Suudi Arabistan’ın ARAMCO şirketinin Fars Körfezi yakınlarındaki petrol rafinerilerine yoğun bir dolanan mühimmat (kamikaze İHA) saldırısı gerçekleşti. Tesis ciddi zarar gördü ve petrol piyasaları bu saldırıdan etkilendi. Bu günlerde Ukrayna’da Rusya tarafından kullanıldığına şahit olduğumuz Şahid sınıfı dolanan mühimmatlarla yapılan saldırıyı Husiler üstlense de mesafe bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Bazı deliller saldırının İran’dan gerçekleşmiş olma ihtimalini güçlendiriyor.

Çin için bir diğer zor sınav İran ve körfez monarşileri arasındaki dengenin korunabilmesi. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Aralık ayında gerçekleştirdiği Ortadoğu seyahatinde Çin ve Körfez monarşileri arasında imzalanan bir metin İran kamuoyunda infial uyandırdı. Metinde BAE ve İran arasında tartışmalı olan Fars Körfezi’ndeki adaların BAE’ye ait olduğu vurgulanıyordu. Halihazırda İran kontrolünde olan bu adaların statüsü ile ilgili böyle bir ibarenin varlığı muhalefetinden iktidarına bütün İran siyasetçilerinin sert protestolarına neden oldu. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Şubat ortasında Pekin’i ziyaret etmesiyle buzların eridiği anlaşılıyor.

Kabuğuna sığmayan Suud, kuşatılmış İran

Suudi Arabistan’ın veliahd prensi Muhammed bin Selman, ülkesini emperyalist hiyerarşide en üst sıralara taşımayı hedefleyen bir dış politika stratejisi geliştirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan’ın bölgesel iddiaları doğrultusunda zaman zaman Batı ile de sürtüşmeyi göze alan bir politika izliyor. Batı akademilerinde Suudi Arabistan bu dış politikası nedeniyle “revizyonist ülkeler” arasında anılıyor. ABD ve Batı, bu nedenle Suudi Arabistan’a örtülü ya da açık bazı silah ambargoları uyguluyor. Ve yine ABD, yalnızca en yakın müttefiklerine sattığı 5’inci nesil çok rollü muharip jeti F-35’i Suudi Arabistan’a satmayı reddediyor. Bununla birlikte Suud için İran ile rekabet de çok yıpratıcı. İçte ve dışta yaşadığı tüm problemlere rağmen İran, Suud’un Yemen seferinin kepazeliğe dönüşmesine neden olabildi. Fars Körfezi’nde ve hatta bütün bir Suud ülkesindeki stratejik noktalar İran’ın olası askeri tehditlerine karşı korumasız bir halde.

İran, temel nedeni ABD ambargoları olan ama büyük çoğunluğunun çözümü imkansızlaşmış devasa sorunlarla karşı karşıya. Bölgenin en büyük askeri güçlerinden biri olduğu tartışılmaz olan İran neredeyse savaş uçağı uçuramaz durumda. Ordu envanteri 20. yüzyılın ortasında imal edilmiş askeri platformlarla dolu. İçinden çıkamadığı bir ekonomik krizin ortasında. Halkın çoğunluğu ile molla rejiminin kan uyuşmazlığı gün geçtikçe artıyor. Tüm bunlara ek olarak İran’ın bölgede öyle veya böyle sorun yaşamadığı tek bir ülke yok. Körfez monarşileri İran’a karşı İbrahim Anlaşmaları ile İsrail’le yakınlaşıyor. Azerbaycan, İsrail ile siyasi, ekonomik ve en önemlisi askeri ilişkilerini artırıyor. 

Bu durum haklı olarak İran’ın tüm siyasi yapılarında İran’ın kuşatıldığı düşüncesine neden oluyor. İran müesses nizamı ve onunla uyum içindeki muhafazakâr İbrahim Reisi hükümeti bu kuşatmayı kırmayı dış politika stratejisinin en başına yazıyor. İran bu doğrultuda gövdesini güçlü gösterecek askeri programları arttırma gayretinde. Yeni projelere uranyum zenginleştirmede yüzde 83 oranına ulaşıldığı bilgisi ekleniyor. Nükleer silah üretimi için uranyumun yüzde 90 oranında zenginleştirilmesi gerektiği biliniyor. İran, onu kuşatmanın, yok etmeye çalışmanın pahalıya mal olacağını göstermeye çalışıyor. Buna ek olarak, komşularla sorunları çözmeye gayret ediyor. Suudi Arabistan ile de bu kapsamda görüşmeler gerçekleşmişti. Irak ve Umman’ın aracılığındaki müzakerelerin sonuçsuz kaldığı düşünülüyordu.

Bu koşullar altında tarafların diplomatik temsilciliklerini tekrar açmaları ve sorunları müzakerelerle çözme konusundaki mutabakatları makul ama öngörülmeyen bir gelişme oldu. İki ülkenin hasımlık düzeyindeki ilişkilerinin bu mutabakatla bir anda düzelmediği de açık. Çin, iki büyük düşmanı en azından ateşten uzak tutmak gibi hiç kolay olmayan bir sorumluluğu üstlendi. Suudi Arabistan, en büyük bölgesel rakibinin ayağına daha fazla dolanmasını önlemek gibi zor bir sınavla karşı karşıya. İran, büyük iddialarının ve büyük sorunlarının ortasında etrafındaki kuşatmayı kırma derdinde. Artık Ortadoğu, Çin’in vazgeçilemez bir aktör olduğu, “şaşırtıcı gelişmeler”in yaşanmasının şaşırtıcı olmayacağı bir bölge haline geldi.

                                                                



Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...