80 kişi öldükten sonra hastane ihalesi - Çiğdem Toker / T24

 


"Her biri 25 yıllık, gizli sözleşmelerle yaptırılan şehir hastaneleri tamamlanırken, koca 11 yıl boyunca İskenderun Devlet Hastanesi depreme dayanıksız olduğu biline biline neden yenilenmedi?" sorusu AKP'nin nasıl bir sistem kurduğunun sorusudur aynı zamanda. Onca insan enkaz altında öldükten sonra bugün yapılacak depreme dayanıklı yeni hastane ihalesinin, şehir hastanesi müteahhitlerine verilmesi de aynı sistemle ilgilidir.


Seçime haftalar kalmışken AKP iktidarı tükenmiş vadesini uzatmaya yönelik siyasi ve mali inşa operasyonlarını eş zamanlı sıklaştırıyor. Kameralar önünde Cumhuriyet'in 100 yıllık tarihinde en gerici, en kadın düşmanı ittifakını kurarken; sessiz ve duyurusuz bir üslupla da deprem bölgesinde büyük tutarlı ve adeta fabrikasyon ihaleleri sürdürüyor. Her iş günü sekiz on ihale, kendisine siyaseten eklemlenen şirketler, planlanan hakedişler, bütçe kaynakları ve kamuoyunun bilmediği (önemli bir seçmen tabanının ise bilse de bilmese de önemsemediği) pazarlıklar anlamına geliyor.

Şeffaf yürümeyen bu süreçler içinde, sahne dekoru gibi taşınabilir (!) bina temelleri yer alsa da toplamda AKP'nin seçim kampanyalarına destek işlevi görüyor.

* * *

TOKİ'nin 21 Şubat'tan bu yana her gün dörder beşer yaptığı deprem konutları ihalelerine, bu hafta Sağlık Bakanlığı'nın hastane ihaleleri eklendi.

Devlet eliyle "Zamana yayılmış bir cinayet" diye tanımladığım, tamı tamına 11 yıldır depreme dayanıksızlığı bilindiği halde açık tutulan, ihale girişimleri sürekli yarım kalan, ağırdan alınan İskenderun Devlet Hastanesi, enkazında en az 80 kişi öldükten sonra nihayet hatırlandı. Yoğun bakım ünitesinde doktor, hemşire sağlık çalışanları, ve hastaların enkaz altında kalarak yaşamını yitirdiği İskenderun Devlet Hastanesi'nin "yenisi", iki gün önce ihale edildi.

Kiracısı olduğu müteahhide davet

İskenderun Devlet Hastanesi yoğun baktım servisinin içindeki hasta ve sağlık çalışanlarıyla enkaz altında kalması hakkında, idari cezai ve vicdani sorumluluk üstlendiğini duyamadığımız Sağlık Bakanlığı, pazarlık usulüyle yaptığı ihaleye daha önce 25 yıllık şehir hastanesi sözleşmeleri imzaladığı, her yıl kira bedeli ödediği müteahhitleri çağırdı.

Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü'nün, pazarlık usulü ve e-ihale biçiminde yaptığı ihalenin adı: "Hatay İskenderun 600 yataklı devlet hastanesi Yapım İşi" ihalesini evvelsi gün yaptı. Yaklaşık maliyeti 2 milyar 310 milyon 861 bin 617 TL olarak belirlendi.

Katılıp teklif veren firmalara bakalım:

Biri; Eskişehir, Isparta, Tekirdağ şehir hastanelerini yapıp işleten Akfen İnşaat ile ortağı Dost İnşaat,

Diğeri Konya ve Manisa şehir hastanelerini yapıp işleten YDA

Üçüncüsü ise Ankara Bilkent Şehir Hastanesi'ni yapan CCN Altyapı ile onun doğduğu asıl şirket İçtaş İnşaat.

Tabii Sağlık Bakanlığı'nın pazarlık usulü yaptığı bu ihalelerde hangi iki firmanın yan yana gelerek teklif vereceğini nasıl bildiğini bilmiyoruz… Normalde böyle olmaması gerekiyor çünkü. Ancak birlikte çağrılmaları kadar, firmaların isimleri de bu yeni hastane ihalelerinin önce konuşulup tasarlanıp sonra ihale edildiği izlenimi veriyor.

11 yıl gecikmeyle yapılan ve çağrılan şirketlere bakılırsa (şehir hastanesi deneyiminden dolayı) depreme dayanıklı olacağı anlaşılan İskenderun Devlet Hastanesi ihalesi iki tur gerçekleşti.

İhalede en düşük teklif 2 milyar 289 milyon 966 milyon 419 bin TL, 88 kuruş ile Akfen İnşaat- Dost İnşaat verdi.

- İhaleye katılan diğer firmalarla birlikte gelen teklifler şöyle: 

Yatak başı maliyet 3,8 milyon TL

Akfen-Dost Ortaklığının verdiği teklif üzerinden yatak başına maliyetin 3,8 milyon TL olarak çıkıyor. (3 milyon 816 bin 610 TL) Bu da bugünkü ABD doları kuru üzerinden yatak başına yaklaşık 200 bin ABD doları maliyet demek oluyor. na karşılık geliyor.

Hatay Erzin Acil

Sağlık Bakanlığı aynı gün bir hastane ihalesi daha yaptı: "Hatay Erzin 50 Yataklı Acil Durum Hastanesi Yapım İşi"

Yine pazarlık usulü ve e-ihale şeklinde yapılan ihalede bu kez yine bilinen 2 şirket teklif verdi. ("Bilinen" ifadesiyle şehir hastane müteahhitleri olduklarını kastediyorum.)

Yaklaşık maliyeti 341 milyon 462 bin 500 TL olarak belirlenmişti. Ancak her iki şehir hastanesi müteahhidinin de verdiği teklifler, yaklaşık değerin epeyce üzerine çıktı. Burada kim hesap hatası yapıyor, kamu kaynakları şirketlere haksız olarak mı aktarılacak, soruları meşrudur.

Mesele tercih

Sağlık Bakanlığı, en az 80 kişi ölmeden İskenderun Devlet Hastanesi'ni depreme dayanıklı kılmak, ya da tamamen yeni bir hastane yapmak için yeterli zamana sahipti. Bakanlık, İskenderun Devlet Hastanesi'ne "bakmadığı", ihalesini tamamlamadığı bu uzun 11 yıl içinde, hepsi de depreme dayanıklı 14 şehir hastanesi yaptırdı hizmete açtı. "Her biri 25 yıllık, gizli sözleşmelerle yaptırılan şehir hastaneleri tamamlanırken, koca 11 yıl boyunca İskenderun Devlet Hastanesi depreme dayanıksız olduğu biline biline neden yenilenmedi?" sorusu AKP'nin nasıl bir sistem kurduğunun sorusudur aynı zamanda. Onca insan enkaz altında öldükten sonra bugün yapılacak depreme dayanıklı yeni hastane ihalesinin, şehir hastanesi müteahhitlerine verilmesi de aynı sistemle ilgilidir.

Bir sistemin bizi öldüren mi yoksa yaşatan bir sistem mi olacağı ise enikonu basit bir soruyla biçimlenir:

"Bütçenin ne kadarını kimin için, nasıl harcayacaksın?"

İskenderun Devlet Hastanesi'nin uzun ve ağır hikâyesi, bu basit sorunun cevabını bize net gösteriyor.

Çiğdem Toker / T24

11 katlı ‘imar affı’ rezaleti - Bahadır Özgür / BİRGÜN

 


‘İmar affı’nın başlı başına bir facia olduğu depremle ortaya çıktı. İmar rezaleti öyle büyük ki, af yasasına dahi uyulmadan affedilen kaçak yapıların olduğu ortaya çıkıyor. Bunun bir örneği de Antakya’daki 11 katlı apartman.

                                  İmar affından yararlanan 11 katlı bina depremde ağır hasar aldı. (Fotoğraflar: BirGün)

Depremde yıkılan ve ağır hasar gören binaların tek tek hikayesi, iktidarın 21 yılının serencamı gibi. Hangisine baksanız ardından bir suç zinciri çıkıyor. İşte bunun bir örneği daha: Antakya’da depremde ağır hasar gören bir binaya, ‘imar affı’ndan sonra af getirmişler. Yani kendisi başlı başına bir felaket olan ‘imar affı’ kanununa dahi uyma gereği duymamışlar.  Antakya’da depremin simgelerinden birisi haline gelen Rönesans Rezidans’ın 300 metre yakınında, Ekinci Mahallesi’nde inşa edilmiş bir başka lüks bina olan Nasa Kent Apartmanı, depremde ağır hasar aldı. Bina sakinleri içinin çöktüğünü, şans eseri hayatta kaldıklarını söylüyorlar.

11 KATLI KAÇAK BİNA

Nasa Kent 2020 yılında bitmiş. Binada kiracı olan Görkem Ulaş, bölgedeki imar planlarına bakınca bazı katların kaçak olduğundan şüpheleniyor. Ve Cimer üzerinden Hatay Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’ne başvuru yapıp, şu soruları soruyor: “Bu parsel üzerinde 11 katlı bina yapılması, parselin kar irtifakı izni için uygun mudur? Parsel üzerinde en fazla kaç katlı bir bina yapılabilir?”

Cimer üzerinden soruların iletildiği Antakya Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü, 5 Ağustos 2022 günü yanıt gönderiyor. Yanıtta şöyle deniliyor: “789 ada 568 parseli kapsayan alanda Uygulama İmar Planı 1 Ağustos 2022 tarihi itibariyle askıya çıkarılmış olup, askıda bulunan planda en fazla 8 kata izin verilmiştir. Söz konusu parselde yapılmış olan 11 katlı binanın geçerli bir yapı ruhsatı bulunmadığından dolayı kat irtifak izni için uygun değildir. İlgili Cimer başvurusuna istinaden Zabıta Müdürlüğüne şikayet sevkedilmiş olup tespitlerin yapılıp Müdürlüğümüze bilgi verilmesi istenmiştir.”

Kısaca Antakya’nın en merkezi ve lüks konutlarının satıldığı bir bölgesinde, üstelik yeni imar planı hazırlanmışken 11 katlı kaçak yapı dikilivermiş. Organize imar suçu silsile halinde tam da böyle işleniyor. Önce göz yumma, denetimsizlik. Ardından, biriken suçların iktidarın çıkardığı iki cümlelik kanunla yasallaştırılması…

Antakya Zabıta Müdürlüğü inceleme sonucunda belediyeye 23 Ağustos günü gönderdiği resmi yazıda, yapı sahiplerinin 18 Mayıs 2018 günü Resmi Gazete’de yayınlanan ‘imar affı’na başvuru yaptığını ve bunun sonucunda ‘yapı kayıt belgesi’ aldığını bildiriyor. Böylece kentin göbeğindeki koskoca kaçak bina, İmar Kanunu’na eklenen geçici 16’ıncı madde sayesinde, hiç zahmete girmeden, uğraşmadan bir çırpıda tertemiz bir sicile kavuşuyor. İktidarın ‘imar affı’ getirirken yaptığı manipülasyonu da görüyoruz burada. Sanki fakir fukara küçük bir ev yapmış, evini bir kat çıkmış veya tarlasına bir çiftçi ev kondurmuş da onların çıkarına düzenleme yapılıyormuş gibi anlattı hep. Oysa ‘imar affı’ milyonlarca liralık inşaatları yapanların, bunlara göz yumanların kazancını artırmaya dönük bir uygulama.

Ne var ki suç silsilesi burada da bitmiyor. ‘İmar affı’, beyana dayalı olarak getiriliyor. Ne demek bu? Yapı sahibinin dediği kabul ediliyor demek.

11-katli-imar-affi-rezaleti-1143424-1.

‘AF’TAN SONRA ‘AF’!

Depremin bir felakete dönüşmesinin başlıca sebeplerinden birisinin ‘imar affı’ olduğunun söylenmesi boşuna değil. “Affettim gitti” denilerek izin verilen binaların kurala, yasaya, mühendisliğe uygun olup olmadığına dair hiçbir şey yapılmadı. Üstelik Antakya’daki örnekte, ‘beyana dayalı af’ uygulamasının nerelere kadar varabileceğini görüyoruz. Devam edelim…

Cimer’e başvuran Gökhan Ulaş ve avukat eşi Ebru Ulaş, belediyeden gelen yanıta rağmen işin peşini bırakmıyor. Bu arada Avukat Ebru Ulaş, Antakya’da pek çok bina ve müteahhit için davalar açmış, binaların sağlıksız olduğunu bilirkişi raporlarıyla kanıtlamış, denetim yapmayan, sahte denetim raporlarına imza atan belediye yetkililerini isim isim ortaya çıkarıp mahkemelere taşımış birisi. Ve dava açtığı binaların çoğu depremde yıkıldı, onlarca kişi öldü. Depremden sonra müteahhitler ve belediye görevlileri hakkında yeniden suç duyurusunda bulundu.

Nasa Kent Apartmanı konusunda da işin peşini bırakmayan Ulaş, burada çok daha vahim bir usulsüzlüğün olduğuna dikkat çekiyor. Öyle ki, resmi yazışmalarda binanın ‘imar affı’ndan yararlandığı belirtilse de kaçak katların yasadan sonra yapıldığını söylüyor. Nitekim gerekli kanıtları da toplamışlar. Ulaş’ın sunduğu 7 Ocak 2018 tarihli uydu görüntüsünde binanın sadece 3 katının tamamlandığı görülüyor. Mayıs 2020 yılında çekilmiş bir fotoğrafta ise bina 11 kata kadar yükseltilmiş. Oysa ‘imar affı’ kanunu, 31 Aralık 2017’den önce yapılmış binaları kapsıyor. Ulaş, kanıtlara bakıldığında aleni şekilde ‘imar affı’ başvurusunun sahte olduğunu vurguluyor. Müteahhit tam 42 daire için ayrı ayrı af almış.

ORGANİZE SUÇ ŞEBEKESİ

Müteahhitler şehrin göbeğinde kaçak yapıyı göz göre göre dikiyor. Belediye yeni imar planı çıkardığı yerde bile buna göz yumuyor. Denetim firması uygun raporlar veriyor. Sonra suçlar birikince siyaset işe el atıyor ve milyonlarca kaçağı, birkaç cümlelik yasayla aklıyor. Yapı sahiplerinin beyanı, kanıt için yeterli sayılıyor. Yapı sağlam mı, güvenli mi gibi soruların yanıtı da muhatabı da kalmıyor. Zira belediyelerin, affa uğramış binada sorumlulukları bulunmuyor. Nihayetinde bir doğa olayı, felakete dönüşüp insanların canını alıyor.

Bundan daha acımasız, daha tehlikeli bir organize suç şebekesi olur mu?

Bahadır Özgür / BİRGÜN


İki resim ve bir gerçeklik duygusu - Aydemir Güler / SOL

 Bu ikincisi halkın salak olmadığına, kendisini hiçe sayanları süpürmeye hazırlandığına tanıklık ediyor. 

Depremi izleyen günlerde Deprem Takip Merkezi olarak bölgede bir gözlem gezisi gerçekleştirdik. 21 Şubatta Adana’dan başlamıştık. En sinir bozucu gözlemlerden biri, belediye başkanı imzalı afişler oldu. İç karartıcı olsun diye seçilmiş donuk ve koyu renk bir zemin üstüne “Geçmiş olsun” yazılıp devamında o ilin, şehrin adıyla devam ediliyor. Altta da imza; falanca bilmem kim, bilmem nere Büyükşehir Belediye Başkanı… 

Düşünün; kent merkezinde sadece sokak lambalarının yandığı, sakinlerin göç ittiği veya çadırlara sığındığı bir yerleşimden geçiyorsunuz. Issız caddelerin devasa reklam tabelalarında afişler… Bu başkanlar kime geçmiş olsun diliyor? 

Yıkımın iki hafta sonrasında devlet daha uyuz ilacı bulamamış. Kimi çadır kentlerde bir kenarda bilmem hangi nedenle kullanıma sokulamayan çamaşır makineleri terk edilmiş duruyor. Kent merkezlerinde sıradan parklara AFAD’ın atıp gittiği çadırlara başını sokabilmiş talihliler tuvalete nereye gideceklerini bilmiyor… 

Ama belediye başkanları yememiş içmemiş, afiş bastırmışlar. Başkandan selam var: Geçmiş olsun.

Geçip giden bir şey var tabii: Devlet veya burjuva siyaseti gerçeklik duygusunu yitirmiş. 

Sosyal medyaya bakarsanız, belediyeler arası bir yarışma var; görebilirsiniz. Bayram kutlaması için uzun protokol listelerine kart yollamayı alışkanlık edinmiştir ya bilumum kurum; bu da öyle. Depremin acısını bir türlü atlatamayan yurttaş, 1500 kilometre öteden bir yetkilinin, ilçesine yolladığı geçmiş olsun dileğini izleyip mutlu olur mu? Yoksa kutlamacı yetkilinin hemşerileri bu incelikten gururlanır mı? 

Suyumuz yokmuş, paramız yokmuş, çamurlu sular çadırları doldurmuş; ama ne gam. Mutluyuz, gururluyuz, bir hayal âlemindeyiz… 

Halkımızın da kendileri gibi bir hayal âleminde yaşadığını sanıyorlar. 

Kampanya devam ediyor ve gerçeklikten kopuşun yeni rekorlarını kırıyorlar. Anlatmayayım, görsel bir örnek vereyim; başlıkta bahsi geçen birinci resim olsun aşağıdaki:


Malatya ve diğer yıkılan kentlerimiz eşsiz, ama bu başkanlar hep birbirlerine benziyor. Sadece iktidar partilerinin belediyeleri değil, kervana katılanlar. Bir CHP’li başkan, haftalardır, yok olan kasabasını sokak sokak gezip yıkıntılar arasında depremzedelerle fotoğraf çektiriyor. Gezinin amacı anlaşılan bundan ibaret, çünkü icraat namına “acıları paylaşmaktan” öte bir şey söylenmiyor! 

Oysa kimse aptal değil. Durumu düzeltecek bir girdide bulunur umuduyla misafiri hoş karşılayan halkımız acısının paylaşılmasıyla yetinildiğini göremeyecek kadar aptal değil. Hazırlanan afişler, çekilen fotoğraflar çeşitli “halkla ilişki” çalışmaları, Pi-aR dedikleri yani. Ama kimse aynı partinin yıllardır o kasabada yerel iktidar olduğunu unutmuyor!

Reklamcılığın gerçeklikten kopuş haline önceki akşam TRT’de de denk geldim. Deprem bölgesinden taşınanların seçim takvimi uyarınca ayın 17’si ve 18’ine kadar yapmaları gereken işlemler bir kamu spotuyla anlatılıyordu. Gelecek zaman kipi kullanılıyordu. Ne çare ki tarih 23 Mart olmuştu çoktan! 

Yoksa birileri halk diye bir şeyi mi unutmuştu? 

Böyle olacağı aslında Erdoğan’ın depremzedelere banknot dağıtmasından belliydi! O bölgede bundan memnun olacak, devlet tarafından sahip çıkıldığını düşünecek tek bir kişi bulamazdınız… 

İşin bu kısmını bu köşede daha önce dile getirmiştim. Seçime doğru siyasi iktidarın popülist işler yapması, “seçim ekonomisi” gütmesi beklenir ya... Ama neoliberalizmin yağmacı imamlarının aklına, sonradan geri almak üzere, yani göstermelik bir cömertlik bile gelmedi. Her şeyin ticaretinin yapıldığı bir düzen kurmak için gelmişlerdi ve seçim olacak diye bazı şeyleri bedavadan dağıtmak, zekâtın ve sadakanın suyunu çıkartmak fıtratlarında yoktu. Onlar, evi yıkılana çadır satmakla ve bir imparatorluk hayali uğruna dünyanın bütün cihatçılarına yardım sağlamakla görevliydiler. 

Ancak kopuş büyüktür. Pandeminin, sonra görülmemiş yoksulluk patlamasının yetmediği yerde deprem ve ardından sel bile İslamcı liberal düzene halkı hatırlatamadı. Büyük bir propaganda makinesi çalışıyor ve bir garibanla Erdoğan’lı video çekiliyor. Belli ki ince bir senaryoya dayanan bu propaganda videosunda afetzede Reis’e, kendisine yardım için HDP’li olma şartı dayattığını söylediği CHP’yi şikâyet ediyor! Yazım hatası aramayın bu cümlede. CHP afetzedeye yardım için HDP’li olmayı dayatmış. İktidarın propaganda filmi bunu anlatıyor. Yani iktidar Türkiye’yi akıldan büsbütün yoksun sayıyor… 

Oysa Türkiye’de başka fotoğraflar da çekiliyor…


Pazarcık’ta bir çadır kentte TKP Dayanışma Merkezi’ni Aziz Seçilmiş süslemiş, Cahit Atmaca da resmini çekmiş. 

Bu ikincisi halkın salak olmadığına, kendisini hiçe sayanları süpürmeye hazırlandığına tanıklık ediyor. 

Aydemir Güler / SOL

İhale oyunları + İlaç krizi büyüyor (Murat Ağırel+Cumhuriyet)

 


İhale oyunları

Geçen hafta Şanlıurfa’da meydana gelen sel felaketinde vatandaşlara adeta mezar olan Abide Kavşağı altgeçit ve üstgeçit yollarını yapan firmalara ait bilgilere yer vermiştim.

Kavşağın üst yollarını yapan Gürbağ Grup’a bağlı Ohitan adlı firma hakkında Kamu İhale Kurumu’nun verdiği ihale yasağı kararını ve yapılan suç duyurusunu yazmıştım.

Özetle sahte iş bitirme belgesiyle milyonluk ihaleler almışlar.

Sahte iş bitirme belgesi sadece bu firmaya özel değil.

Bu olağan bir uygulama!

Elime bir mahkeme kararı ulaştı. Mahkemenin dava konusu “sahte iş bitirme belgesi”. Bahse konu firma ise Bayburt Grup...

Odatv’de 30 Mayıs 2018 tarihinde yayımlanan “Bizi yandaşlarınızla karıştırmayın” başlıklı, Soner Yalçın imzalı makalede şu ifadeler yer alıyor:

“Bayburt Grup milyar dolarlık işler aldı. Bu işleri alırken benzer büyüklükte iş yaptığını gösteren şu belgeyi sundu:

Dübendi Havalimanı yapımına ilişkin iş bitirme belgesi...’

‘Dübendi Havalimanı’ adında Azerbaycan’da havalimanı bulunmuyor!”

Benim ulaştığım mahkeme kararlarındaki olayları anlatayım. Belgelere de ulaştım.

Bayburt Grupta çalışan M.Ö., grup firması olan Özgün Yapı adlı firmanın ihalelere katılmak için sunduğu iş bitirme belgelerinin sahte olduğunu ihbar ediyor ve suç duyurusunda bulunuyor.

İddianame ve mahkeme evraklarında geçen ihaleler hangisi?

(2010/504896 ihale kayıt numaralı) Adapazarı-Karasu Limanları ve Sanayi Tesisleri Demiryolu Bağlantısı Altyapı İnşaatı ihalesi.

(2010/70892 ihale kayıt numaralı) Bandırma-Bursa-Ayazma-Osmaneli Hızlı Tren Projesi. Bursa-Yenişehir Kesimi Altyapı İnşaat İşlerinin Yapımı işi.

(2011/21054 ihale kayıt numaralı) Çandarlı Limanı İnşaatı ihalesi.

(2012/16925 ihale kayıt numaralı) Türkiye-Gürcistan (Kars-Tiflis) Demiryolu Alt ve Üst Yapı İkmal ihalesi.

(2013/19537 ihale kayıt numaralı) Viranşehir-Kızıltepe-Oyalı Yolu ihalesi.

(2013/154451 ihale kayıt numaralı) Kütahya-Simav-Demirci Yolu ihalesi.

Mahkeme bahse konu iş bitirme belgesini bilirkişiye gönderiyor. Belge Azerbaycan Ulaştırma Bakanlığı tarafından düzenlenmiş. Belgenin içeriği ise Azer İnşaat’ın iş deneyim belgesi olarak gözüküyor.

Bakû-Büyükkesik arası 317 km demiryolu yapımı inşaatının 2004-2006 arasında bitirildiğini gösteriyor. Oysaki bahse konu demiryolu ihalesi 21 Haziran 2010 yılında Dünya Bankası kredisiyle ihale edilmiş ve yapımı bitmemiş.

Belgenin Ankara 57. Noterliği’nce tasdik edilmiş olduğunu tespit ediyor. Ancak noterde bulunan suret ile ihale komisyonuna sunulan belge arasında fark var.

İhaleye sunulan belgelerden birinde “09/10/2006” tarihi yer almasına rağmen noterdeki tarihin “09/10/2007” olduğu, bir başka belgede ise ihaleye sunulan belgenin tarihinin “27/04/2006”, noterde bulunan suretinde ise “27/04/2007” olduğu görülüyor.

Başka bir belgenin ise “12. Yanvar.2003” noterde bulunan suretinde ise “12.yanvar.2004” olduğu, bilirkişi tarafından sahtecilik yapıldığı tespit ediliyor.

Yargılanan kişi Güngör Şentürk.

Yaptığı savunmada şunları söylüyor:

“İhalelere girdiğimiz doğrudur, belgelerimizi şirket çalışanımız E.V. hazırlamaktadır, ben bu belgelerin tarihlerinin niçin farklı olduğunu bilmiyorum. Müşteki M.Ö. ile E.V’nin birlikte hareket ettiği kanaatindeyim, zira belgeleri hazırlayanlar onlardı, amaçları sahte belgelerle dava açılmasını sağlayıp şantajla maddi menfaat elde etmekti, suçlamaları kabul etmiyorum.”

İstanbul Başsavcılığı’na da M.Ö. hakkında dolandırıcılık iddiası ile suç duyurusunda bulunulmuş.

M.Ö. ise ifadesinde şöyle demiş:

“Sanık Güngör Şentürk’ten alacak davalarım vardı, bu dosyalarla ilgili icra işleriyle ilgili takipleri oldu, bundan dolayı dosyalara imza incelenmesi için ihale dosyalarındaki belgelere celp edildi, ben bu şekilde bazı belgelerin sahte düzenlendiğini öğrendim, E.V’yi tanımıyorum, birlikte de çalışmıyoruz. Kendisi hakkında suç duyurusunda bulunmuştum.”

Ankara 48. Asliye Ceza Mahkemesi kararını vermiş ve 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına hükmetmiş.

Peki hangi ihaleleri yapmış bu firma?

Kars-Tiflis Demiryolu Alt ve Üst Yapı İkmal ihalesi ilk 2007 yılında ihale edildi.

İşi 283 milyon TL bedel ile Özgün Yapı adlı firma kazandı. O günkü kur ile 200 milyon dolar.

Değerli dostlar, gösterilen sahte iş bitirme belgeleri ile milyarlarca TL tutarındaki ihalelere girmiş ve bazılarını da kazanmışlar.

Cezası sadece 3 yıl.

Amacım, insanlar 50 gün sonra bile çadır ararken nasıl bir çadır devletinde yaşadığımızı anlatmak.

                                                    /././

 İlaç krizi büyüyor 

Bu köşeden sahte kanser ilacı rezaletini ve aktörlerini yazmıştım.

Yazım sonrasında kamuoyu büyük tepki verdi. Sağlık Bakanlığı, TİTCK, SGK açıklama yaptılar. Şu anda çok daha büyük bir sorunumuz var.

İlaç yok.

Bu kurlardan dolayı yaşanan bir ilaç krizi değil. Devamlı kullanılması gereken hayati öneme sahip ithal ilaçlar bitmek üzere.

İlaç ithal edilmiyor. Anlatayım.

Yazmış olduğum haber neticesinde Sağlık Bakanlığı “Yurtdışından İlaç Temini Yönetmeliği” yayımladı. Şu ifadeler kullanıldı:

“Hastalar için sağlığın yüksek seviyede korunmasını esas alarak, ülkemizde henüz ruhsatlı olmayan veya ruhsatlı olup da çeşitli sebeplerle piyasada bulunmayan beşeri tıbbi ürünlerin, yurtdışından şahsi kullanım amacıyla reçeteli olarak temin edilmesi ve hastanelerin yurtdışından toplu olarak ilaç teminine ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla hazırlanan Yurt Dışından İlaç Temini Yönetmeliği, 3 Şubat 2023 tarihli ve 32093 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. 23/10/2021 tarihli Yurtdışından İlaç Temini ve Kullanımı Kılavuzu ve ekleri yürürlükten kaldırılmıştır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Bu yönetmelik ile bakanlık, SGK ve TEB’e (Türk Eczacıları Birliği) çeşitli sorumluluklar yükledi.

Yani Sağlık Bakanlığı aslında yayımladığı yönetmelikle yurtdışından gelen ilacın üretiminden son tüketim anına kadar kayıt altına alınmasını istiyor ve “Her aşamasını takip etmek istiyorum” diyor. Mesela yönetmelikte ilaç takibini sağlamak adına sekonder ambalajlama tesisi ile imzalanmış sözleşmeyi istiyor.

Amaç, ilaçların güvenliğini tanımlamak ve “onların daha güvenli ve etkili kullanımlarını sağlamak”...

Özetle bir denetim sistemi getirmek istiyor bakanlık.

SGK yılda en az iki defa ithaline izin verilen ilaçları ihtiyaç doğrultusunda ihale yolu ile temin edip hastalara ulaştırıyor. Daha doğrusu ulaştırıyordu...

SGK 2023 yılında ihale yapmadı. Stokları kullanmaya başladı ve stoklar bitmek üzere.

Seçimler mi bekleniyor? SGK batırılarak Kılıçdaroğlu’na seçilir seçilmez iftira mı atılacak bilemiyorum.

KILAVUZ NEDEN YOK?

Ben hem SGK içinden hem de sektördeki ilaç temsilcileri ile görüştüm. Aldığım cevaplar şöyle:

“Her yönetmelik gibi bu yönetmelikte de geçici madde, süreli uygulama geçişleri, genel hükümlerde yoruma açık maddeler içerdiğinden SGK, TEB ve tedarikçi firmalar bu yönetmeliğin uygulamasını net olarak açıklayan kılavuz yayımlanması beklentisi içerisine girdiler. Yönetmeliğin yayım tarihinden bugüne kadar 2 ay geçmesine rağmen henüz bir kılavuz yayımlanmadı. Ayrıca 27 Ocak 2023’ten beri ithal izni verilen ve ticari isimleri belirlenen güncel bir ilaç listesi de yayımlamamıştır ki bu liste yıllardır her hafta cuma günü TİTCK resmi web sayfasından kamuoyuna duyuruluyordu. Gelinen noktada yurtdışından ilaç tedarik işleyişi durmuş, yılın başında yapılması planlanan SGK yurtdışı ilaç ihalesi yapılamamış, geçen yıl ağustos ayında yapılmış olan ihale ile alınan stokların hemen hepsi neredeyse bitmiş durumdadır.”

YURTTAŞIN SAĞLIĞI TEHLİKEDE

SGK tarafı mağdur olmuş binlerce hasta başvurularında şifahi olarak TİTCK’nin kılavuz yayımlamasını beklemekte olduklarını belirtiyor.

TİTCK ise bu yönetmeliğin çalışması sırasında kendilerine görüş sorulmamasını, kendilerinin yok sayılmaya çalışıldığını söylüyor.

Aklım almıyor inanın. Kurumlar arasında yaşanan bu durum neticesinde yurttaşların sağlığı ile oynanmakta.

Sağlık Bakanlığı bir daha kanser ilacı diye ağrı kesici satılmasın diye bir yönetmelik yayımlamış; SGK “Ben nasıl uyayım, uydurayım” diye hastaların sağlığını hiçe sayıyor. Tam bir kaos var yani.

SGK yetkilileri bir çözüm aramak veya bulmaya çalışmak yerine hastalara kendi imkânları ile parasını önden ödeyerek alacakları ilaçların bedelini geri ödeme fiyatı üzerinden bir ödeme yapabileceğini belirtiyor.

Söz konusu ilaçlar 3-5 liraya alınacak ilaçlar değil. Zaten canı ile boğuşan vatandaş hastalığı ile mücadele etmeyi bırakıp ilaç almak için para arayışına mı girecek?

Söz konusu ilaçların bazıları yüz binlerce lira tutuyor.

Özet olarak parası olan ilacı bulamıyor, ilacı bulan parasını bulamıyor.

(Murat Ağırel+Cumhuriyet)

AKP, MHP, BBP, HÜDAPAR, Yeniden Refah: Ülke tarihinin en gerici ittifakı kuruldu - BİRGÜN


Yeniden Refah Partisi’nin de Cumhur İttifakı’na katılmasıyla birlikte oluşan tabloyu yazar ve yorumcular değerlendirdi: “Ülke tarihinin en gerici ittifakı.”


AKP ve MHP’nin omurgasını oluşturduğu, BBP’nin kendince destek verdiği Cumhur İttifakı, 14 Mayıs seçimlerine giderken iktidarı kaybetme korkusuyla ‘genişledi’. Birçok isim, ittifakın mevcut durumu “Ülke tarihinin en gerici ittifakı”, “Şer ittifakı” gibi ifadelerle değerlendirdi.

HÜDAPAR, yaptığı açıklama ile seçime AKP listelerinden gireceğini açıklarken Yeniden Refah Partisi ise son anda Cumhur İttifakı’na katılma kararı aldı.

Son anda gelen kararla birlikte birçok yorumcu ve yazar, oluşan tabloyu sosyal medya hesaplarından paylaştığı mesajlarla değerlendirdi.

BirGün yazarı Güven Gürkan Öztan, “Yeniden Refah ve Hüda-Par'ın resmen Cumhur İttifakı'na katılmasıyla siyasi tablo netleşti. Bir yanda Türk sağının en gerici, en dinci kanadı; diğer tarafta merkez siyasetten Türkiye soluna ve Kürt hareketine uzanan geniş demokrasi ittifakı” ifadelerini kullandı.

Akademisyen ve soL Portal yazarı Fatih Yaşlı da, “Ülke tarihinin en gerici ittifakı kurulmuş oldu an itibariyle” dedi.

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık da Yeniden Refah’ın son andaki karar değişikliğini, “Siyasal İslam omurgasızlığına ilk kez tanık olmuyoruz” ifadeleriyle değerlendirdi.

Radyo programcısı Nihat Sırdar ise, oluşan tabloya ilişkin “Orta çağ ittifakı” nitelendirmesi yaptı.

(BİRGÜN)

Çok kârlı bir fiyasko + SVB krizi neyin semptomu? + Hamleler hızlandı (Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet)


Çok kârlı bir fiyasko

ABD-İngiltere ittifakının yirmi yıl önce bu hafta başlayan Irak saldırısı Saddam rejimini yıktı ama amaçları, uzun dönemli etkileri açısından tam anlamıyla bir fiyasko oldu; çok kârlı bir fiyasko...

Neye niyet neye kısmet...

ABD, Saddam rejimini yıkarken askeri-teknolojik gücünü, dönüştürücü kapasitesini kanıtlayacak, Irak’tan sonra tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin rejimlerini yeniden şekillendirerek demokratikleştirecekti. Büyük Ortadoğu Projesi olarak da bilinen bu fanteziye göre, yeni bir Amerikan Yüzyılı başlıyordu. ABD artık, 80’den fazla ülkede 700’den fazla askeri üssüyle tam anlamıyla “realiteyi yaratan bir imparatorluktu!”

“Evdeki hesap çarşıya uymadı”! ABD, Irak’ta rejimi yıktı ama yeni bir düzen kuramadı. Şii ve Sünni kanatlarıyla, silahlı bir direniş gelişmeye başladı. İşgal gücü direnişi bastıramayınca, kanlı provokasyonlarla bir Şii-Sünni iç savaşını kışkırttı. Sonunda 1 milyondan fazla Iraklı öldü, İslamcı terörizm ve IŞİD canavarı doğdu. Yalnızca ABD askeri gücünün “her şeye kadir” imajı bozulmakla kalmadı, Batı’nın “ahlaki üstünlük” iddiaları, kitle imha silahlarına ilişkin yalanlarla, Abu Gharip üssündeki müstehcen işkencelerin basına sızan fotoğraflarıyla tamamen yıkıldı. Dahası, Birleşmiş Milletler kararı olmadan, bir yalana dayanarak başlatılan savaş, “kurala dayalı dünya düzeni” iddiasının da içini boşaltı.

Bu boşlukta, Çin bir büyük güç olarak yükseldi; Rusya Ortadoğu’ya indi, göçmen dalgası Avrupa’da kültür savaşlarını ve “süreç olarak faşizmi” hızlandırdı. Suudi rejimi, Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Şimdi, Rusya’nın Ukrayna’ya girişinin, Çin’in Iran ile Suudi rejimi arasında bir yaklaşımaya aracılık etmesinin, yeni bir küresel ve bölgesel jeopolitik şekillenmenin ilk işaretleri olduğu söylenebilir.

ABD askerleri Irak’tan “çekildiğinde”, Afganistan’da Taliban iktidara döndüğünde, ABD’nin gerileyen hegemonyasını, bir imparatorluk kalıbına (şiddet uygulama kapasitesine indirgeyerek) dökerek tek kutuplu yapıyı koruma projesi ters tepiyordu: Tam bir fiyasko.

Madalyonun öbür yüzü

Fiyasko ama çok kârlı bir fiyasko bu! Irak projesi sonunda 3 trilyon dolara mal oldu. Bu maliyet ABD’de finansal dengeleri bozarken askeri-sınai- enerji ve istihbarat kompleksini besledi. ABD savunma bütçesi, 1999’da 291 milyar dolardan, 2004’te 493, 2007’de de 589 milyar dolara, 2000’de 5.7 trilyon dolar olan kamu borcu, 2004’te 7.4 ve 2007’de 9 trilyon dolara yükseldi. Bu sırada ABD bütçe dengesi 2000’de 0.13 trilyon dolar fazladan, 2004’te 0.41 triyon dolar açığa dönüştü. Açık 2010’da 1.5 trilyon dolara ulaştı.

Son yıllarda yapılan kimi araştırmalar 3 trilyon dolardan aslan payının Lockheed Martin, Raytheon, Northop Grumman, General Dynamic, Boieng gruplarının aldığını gösteriyor. Bu “beslenmenin” etkilerini hisse senetlerinin performansından (dolar olarak) izlemek olanaklı. Lockheed: 2000/20.4; 2002/57.6; 2006/75; 2023/475. Raytheon: 1998/11.5; 2006/40.1; 2023/97.7. Grumman:2000/24; 2002/57; 2007/70; 2023/449. General Dynamics: 2000/25;2002/53; 2007/74; 2023/220; Boeing: 2000/ 37.8; 2007/104.9; 2023/205.

Bu savaş yalnızca çok kârlı bir fiyasko olmadı, savaş harcamaları, ABD kapitalizminin, finansal balonunu daha da şişirerek 2007/8 krizini hazırladı. ABD merkezli neoliberal küreselleşmenin topuduna bir çivi daha çaktı.

                                                             /././

SVB krizi neyin semptomu? 

SVB (Silikon Vadisi Bankası) krizine bakınca kapitalizmin yapısal krizinin ana unsurlarını görebiliyoruz. 

Bir taraftan, 300 trilyon dolar borç, 600+ triyon dolar türev piyasası üstüne hızla artmaya başlayan faizlerin basıncının finans sektörünü bir yerinden delmesi kaçınılmazdı. Diğer taraftan, hiçbir bankada, bir krizde, tüm mevduatları karşılayacak nakit/kaynak bulunmaz. Bu nedenle mevduat sahiplerinin zarar görmesini önlemek için devlet kimi garantiler sunar. ABD’de 65.000 dolara kadar olan mevduat sigortası, 2018’de 250.000 dolara çıkarıldı. O sırada, teknoloji sektöründe, “yeni başlayanlarla” (startups) önde gelen yatırımcılarla çalışan SVB, kredilendirdiği yatırımcıları, mevduatlarını bankada tutmaya zorluyor, 250.000 dolar sınırının çok üzerinde mevduat hesapları oluşuyordu. SVP topladığı mevduatların önemli bir kısmını hazine kâğıtlarına yatırıyordu. 

İki gelişme bu dengeyi bozdu: COVID krizinin teknoloji sektörüne getirdiği ek talebi karşılamak için hızla genişleyen personel, kapasite, COVID biterken yük olmaya başladı. İkincisi, merkez bankası faizleri artırmaya başlayınca, kredi maliyeti artmaya, hazine kâğıtlarının fiyatları düşmeye başladı.

Teknoloji sektörü 2022 yılında 241 bin 176 kişiyi işten çıkardı. İşten çıkarmalar 2023 yılında hızlanarak ilk 8 haftada 176 bini geçti. Şirketler, kapasite fazlasını eritmeye, yeni yapay zekâ araçlarına dayanarak otomasyonu hızlandırmaya çalışıyorlardı. Yeni mevduat girişi yavaşlar, SVB’nin mevduatlara karşılık tuttuğu kâğıtların değeri düşerken, sektörün uzmanlarından, Byrne Hobart şubat bülteninde, SVB’nin varlıklarının piyasa değerinin, mevduatların 1/185’ine gerilediğini yazınca, büyük mevduat sahipleri paniğe kapılıp kaçmaya başladılar. O zaman anlaşıldı ki, 250.000 dolar sınırının çok ötesinde, milyonlarca dolarlık mevduatlar söz konusuydu. SVB’den geçen hafta bir günde 42 milyar dolar çekildi. (Wall Street Journal

Bu SVB krizinin banal yanı. İlginç yanıysa, aslında teknoloji sektöründeki “olgunlaşmanın” bir semptomu olması. Geopolitical Futures editörü, George Freeman’ın, SVB krizi başlamadan az önce yazdığı gibi sektör uzun süredir “yeni radikal” inovasyonlar gerçekleştiremiyor; var olan inovasyonları metalaştırmak üzerinde yoğunlaşıyor. Freeman’ın işaret ettiği aşamada “aşırı birikim” sorunu kaçınılmaz oluyor. Yaygın işten çıkarmalar, milyonlarca dolara ulaşan mevduat (atıl para), “startups” yatırımlarının gerilemesi bu duruma işaret ediyor.

Rivayet şöyle: Kapitalizm rekabete, risk almaya dayanır; hata yapan, kârlılığı koruyamayan yok olur. Bu kendi fazlasını kendi temizleyen dinamik bir sistemdir. Gerçekteyse, sermaye “kâr makinesiyse” insan da “arzulayan makine”, bu ikincisi devleti ele geçiriyor, hata yapan verimsiz sermayeyi yok eden dinamiği durduruyor.

SVB krizinde de öyle oldu, Financial Times’ın aktardığı gibi, hazine bakanı yardımcısı 1000+ SVB müşterisiyle bir “Zoom” toplantısı yapmaya zorlanmış. Bu plütokrasi, hazine bakanlığını, bu sektörün ABD’nin askeri, jeopolitik geleceği için ne kadar önemli olduğuna, SVB batarsa inovasyonun öleceğine ikna etmişler. Toplantının ardından hazine bakanlığı, ayrım yapmadan tüm mevduatları koruma altına aldı.

Bir yorumcu “Hurra, herkesi kapsayan bir ulusal sağlık sistemine kavuştuk (bankalar için)” diyordu.

                                                                /././

Hamleler hızlandı

Küresel diplomasinin “satranç tahtasında” Çin beyaz, ABD siyah taşlarla oynuyor. Hamleler hızlanırken ABD tutarlı bir oyun kuramıyor. 

KAPASİTELER

Devletlerin gücü, yalnızca askeri değil aynı zamanda ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteleriyle ölçülür. Askeri kapasite son tahlilde ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasiteye dayanır. Diğer devletleri etkileme, yönlendirebilme (liderlik) kapasitelerinin, hegemonya olasılıklarının da öncelikle ekonomik, bilimsel-teknolojik kapasitelere dayandığını söyleyebiliriz. 

Çin’in toplam küresel sınai katma-değer içindeki payı, 2004-8 arasında yüzde 8-9’dan 2021’de yüzde 30 düzeyine çıkarak 4.9 trilyon dolarla ABD (2.5 triyon dolar) ve Avrupa’nın (2.5 triyon dolar) toplamına ulaştı. ABD’nin 16. bankası SVB’nin geçen hafta batması, ABD merkezli finansal sistemin 2008’den bu yana zaaflarını aşamadığını gösterdi. Moody’s ABD banka sektörünün “derecesini” negatife indirdi. Financial Times’dan Gillian Tett’e göre “Düzenleyiciler hâlâ dünün savaşlarında yaşıyor”. Ücret artışı, talep basıncı “sorunu” yokken enflasyona yüksek faizle müdahale etmek, Raghuram Rajan’ın vurgusuyla, “Resesyon yumuşak mı sert mi olacak” sorusunu getiriyor. 

The American Conservative’de Douglas McGregor’un işaret ettiği gibi “ABD ekonomisi yeni bir karanlık döneme giriyor”. Ekonomik, askeri kapasiteler arasındaki ilişki bağlamında McGregor, Ukrayna’nın savaş deneyimli askerler ve teçhizat stokunun eridiğine, “ABD ve Avrupa askeri-sınai-kompleksinin bu erimeden kaynaklanan açığı kapatmakta zorlandığına” işaret ediyor. Politico ve Washington Post, ABD’nin kapasiteleri ile Ukrayna’nın beklentileri arasındaki uyumsuzlukların arttığını aktarıyorlar. 

VE DENGELER

ABD’nin, “Demokrasiler ittifakı” projesine karşın, Ortadoğu’daki en yakın müttefiki İsrail faşizme kayarken, İran nükleer üretime yeniden başlamışken, Suudiler ABD’ile aralarına mesafe koyarken, Çin, yeni “sorun çözücü”, “düzen kurucu” aktör olmaya başladı. Ukrayna için 12 maddelik barış planının ardından Başkan Ji’nin Avrupa ve Rusya turuna çıkacağı aktarılıyor; Zelenski ile görüşmesi bekleniyor. Çin’in, bu hafta İran ve Suudi Arabistan arasında hem ABD’yi hem de İsrail’i kaygılandıracak yeni bir yakınlaşmaya aracılık etmesi “sorun çözücü ve düzen kurucu aktör” savını destekliyor.

Çin yeni ekonomik-diplomatik ilişki ağları, kapasiteler (örneğin dünyanın en büyük donanmasını) inşa ederken ABD, İngiltere, Avustralya liderleri, Çin’e karşı, Avustralya’ya nükleer denizaltı vermeyi de içeren AUKUS Anlaşması bağlamında geçen hafta Missouri zırhlısının güvertesinde bir araya geldiler. Ancak AUKUS, önemli zaafları olan bir anlaşma. ABD, Avustralya’ya Fransa ile yaptığı denizaltı alma anlaşmasını iptal ettirdi. Avustralya’da birçok analist, ülkenin, ABD’den alınacak nükleer denizaltıların mali, teknolojik gereksinimlerini karşılamakta zorlanacağını düşünüyor. İmzalanmış anlaşmanın iptali, ABD ile Fransa arasında gerginlik yaratırken Kuzey Akım, Rusya-Almanya enerji boru hattına yapılan sabotaj Almanya ile de ciddi bir güvenlik sorununa yol açtı. Sabotajı Rusya yapmadığına göre iki olasılık var: Biri, Seymour Hersh’in doğrudan, Jeffery Sachs’ın Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmada dolaylı olarak işaret ettiği ABD, öbürü de Ukrayna kaynaklı bir özel tim. Her iki olasılık da “bebeği” Beyaz Saray’ın kapısına bırakıyor. “Satranç tahtasında” ABD hem savunmada oynuyor hem de tutarlı bir oyun kuramıyor.

(Ergin Yıldızoğlu/Cumhuriyet)

 

                                           

Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...