Silikonlu dudaklar ve estetikli burunlar çağında ilgi manyaklığına bağımlı olmak - Çağdaş Gökbel / soL

 

Aynadaki aksını bir türlü beğenmeyen kendine düşman tüketici yurttaşı tüm içtenliğiyle kucaklıyor kapitalizm. Renklerin ve kimliklerin bir önemi yok, yeter ki para akmaya devam etsin...

Kültürün ne olduğunu anlamak için kelimenin kökenine inmeyeceğim. Dilbiliminin puslu yollarından çıkıp, zaman makinesine atlayarak Roma’nın tozlu yollarında inşa ettiğimiz kültürün toplumlarımıza yaptıklarını anlamaya çalışacağım. Roma, neden modern orduların rüyası oldu? Mucizeyi yaratan şey neydi? Ve çöküşü getiren ve tekrar Avrupa’da kök salmasını sağlayan kültürün tohumlarını toprağa nasıl bıraktı? Cumhuriyet ve sonrasında gelen imparatorluk Avrupa’nın kültür dünyasını şekillendirdi. Bir toplumsal sistem yüzyıllar boyu yaşamını sürdürmek istiyorsa bunu sadece kılıçla, kanla ve zorbalıkla başaramaz...

Savaş tarihçilerine göre, ilkel kabilelerde ve sonrasında kurulan devletsi yapıların oluşturduğu silahlı organizasyonlarda görülmeyen bir şey vardı Roma’da. Zaman makinesinin marifetiyle seçtiğimiz bir 2023 model tüketici yurttaşı Pön savaşlarının tozu dumanına yuvarlayalım. Zavallı zaman yolcumuz, Romalılar tarafından estirilen terörü ve dizginsiz şiddeti gördüğünde dehşete kapılacak, gözleri yuvalarından fırlayacak ve zaman makinesine koşarak geldiği yüzyıla geri dönmek için gözyaşları içinde yalvaracak. Elbette bu kişi Scipio Africanus gibi bir psikopatsa bu manzarayı büyük bir keyifle izlemeyi tercih edecektir.

Kartacalılar, Roma ile olan mücadeleyi neden kaybetti? Savaş tarihçilerinin bu soruya çeşitli yanıtlar ürettiğini biliyoruz. Pek çoğu hatalı bir yaklaşımla kültürü bir kenara itmiş gibi görünüyor. Büyük Roma, Yunan ve Makedon kültüründen aldığı askeri gelenekleri geliştirmiş, bununla da yetinmemiş tarihte o güne dek kimsenin cesaret etmediği ölçüde savaşı bir varoluş meselesine dönüştürmüştür. Bu kültürel bir sıçrayıştır ve bu kültür insanlığa acı bir miras bırakmıştır. Scipio Africanus’un Kartaca’yı medenileştirme projesi, sokaktaki köpeği bile ikiye bölecek bir vahşet dalgası yaratmıştır. Barbarlar, kan banyosu yaptırılarak Romalılaştırılmaktadır.

Bir sarkaç gibi salınan zaman makinemiz, bizi Irak savaşının büyük medeniyet dalgasının ortasına bırakıveriyor. İnsanlık, Roma’dan bu yana muazzam bir şekilde gelişti ve daha karmaşık bir sistem inşa etmeyi başardı. Hatta kutlu imparator ve komutanlarının hayal dahi edemeyeceği silahlar icat etti. Romanın geniş bir coğrafyaya yayılımı ve yüzyıllar süren varlığını, yarattığı askeri kültüre borçlu olduğunu biliyoruz. İlkel atalarından vicdanı, törensel çekişmeleri miras almadıklarını ve tüm bu öldürmekten kaçınma edimlerini sonsuza dek gömdüklerini biliyoruz. Sınıfsal bir ihtiyacın karşılığıdır bu. Bir ödül olarak vaadedilen topraklara ulaşmak için sonsuz bir savaşma açlığı çekmişlerdir.

Tüm bu acı gerçekleri itiraf eden Avrupalı tarihçilerimiz yine de Roma’ya toz kondurmak istemiyor. Moğollar ve Timur’un hanedanlığı onları gölgede bırakacak bir kan banyosuyla yıkadı insanlığı deniyor. Batı söz konusu olduğunda barbarlık asla ona özgü olamaz. Barbarlık, Bozkır’ın atlı kabilelerine özgüdür. Savaşçı görünümü bakımından haksız, kültür bakımından haklı bir yorum gibi kabul edilebilir. Kültür yaratamamış, yazıyla bağ oluşturamamış ve toplumsal yaşamı hukuk kurallarıyla düzenleyemeyi başaramamış Türk kabileler konfederasyonlarının geleceğe fantastik yıkım ve savaş hikâyelerinden başka bir şey bırakmadıklarını düşmanlarının kaynaklarından okuyoruz. Kendi tarihlerini bile yazma ihtiyacı hissetmemişler. Benzer bir yaşam biçimi yağma ekonomisiyle ayakta kalan ve şiddetin kendisini bir ekonomik doğal gerekliliğe indirgeyen Vikinglerde görüyoruz. Peki, yasalar hazırlayan ve geleceğin kültürüne geri dönüşü olmayacak bir biçimde etki eden Roma yıkılmadı mı? Yıkıldı ama ardında bıraktığı kültür, Osmanlı hanedanlığının dahi sahiplenmek istediği unvanlar bıraktı.

Savaş tarihçilerinin bakış açısıyla son bir adım daha atalım. Roma, önce kültürel olarak çökmüş gibi görünüyor. Germenlerin Roma ordusu içinde kendi dilinde attıkları savaş naraları, koca imparatorluğun çöktüğünü muştuluyordu. Romalılaştırma projesi çöktüğünde aslında ortada çoktan bir Roma kalmamıştı. Şimdi, zaman makinesini bugüne ayarlayabiliriz...

Demek ki kültürü üretmekte ve toplumlara kabul ettirmekte zorlanan bir sistem artık çökmek üzeredir. Bugün, böyle bir şeyle karşı karşıya mıyız? Büyük güçlerin karşı karşıya geldiği çatışma ve hegemonya kavgasında kültürel bir kırılmanın eşiğinde miyiz? Maalesef buna dönük hiçbir işaret görünmüyor. İngilizce, mevcut evrensellik konumunu sürdürmeye devam ediyor ve savaşıyor gibi görünen tarafların aslında en kritik konu olan kültürle ilişkilenmediği, bu kültüre kafa tutmadığı görülüyor. Aksine kapitalist yarışmacı kültür, tüm toplumlara bir hastalık gibi yayılmaya devam ediyor. Benzer ekonomik sisteme sahip ama çeşitli paylaşım kavgaları nedeniyle karşı karşıya gelen ülkelerin kapitalist Amerikan kültürüyle (kültür endüstrisiyle) kavga etmek gibi bir niyetleri yok. Kimse kendi varlığının sigortası olan hasta insanla ve onun hastalık yayan kültürüyle uğraşmak istemiyor. Para kasalarının dolmaya devam etmesi için bireyin hastalıklı halinin devam etmesi gerekiyor. Kimse tüketici yurttaşı yıkma cüretini aklının ucundan bile geçirmiyor. Hamburger yemeye, tweetler göndermeye, tiktok videosu çekmeye ve binlerce beğenin peşinde şizofrenik bir toplumsal iklimde kıvranmaya devam etmemiz isteniyor. Tarihin kanlı sayfalarından, psikolojinin karanlık dehlizlerine sürükleniyoruz... 

Herbert Marcuse, toplumları iletişim bilimleri ve psikoloji çerçevesinde çok iyi bir biçimde analiz ediyor. Frankfurt Okulu ile ilgili tartışmaları ve Marcuse hakkındaki karanlık yönleri şimdilik bir kenara bırakalım. Buradaki tartışmalar özellikle bu alanda çalışan insanların zihninde büyük bir yük bırakıyor ve bu ideolojik cepheleşme öğrenme sürecini yaralıyor. Herbert Marcuse, ileri endüstri toplumlarını incelediği ‘The One-dimensional Man’ (Tek Boyutlu İnsan) adlı eserinde günümüz toplumlarının nasıl bir kültürel zorbalık altında yaşadığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Bu toplumlarda ‘özgür irade/tercihten’ söz etmek kapitalist toplumun kültürel meşruiyetine destek sağlamaktan başka bir şey değildir. Dev iletişim araçlarıyla artık anlık olarak manipülasyona açık hale gelen zihinlerin, iğfal edilmediği tek bir an yok gibidir. Bu iletişim bombardımanı kendisini tüm bu kültürel iklimden çıkarmayı başarmış ve bir biçimde ‘muhalif’ kültüre geçebilmiş insanlar için de delirticidir. Hatta onlar için daha büyük bir tehlike söz konusudur. Toplumsal kültürle uyumsuzluk peşinden pek çok psikolojik yük getirir.

Gelelim meselenin sığlık boyutuna. İletişim fakültesinde yer aldığım dönemde sık bir biçimde duyduğum en saçma argümanlardan birisi şuydu: “Özgür irade diye bir şey yok diyorsun ama sen nasıl böyle düşünmeyi başarabildin?” Özetle, sen nasıl tüm bu kitle iletişim araçlarının ve kültür fırtınasının dışında kalabildin deniyor. Ne kadar kalabildiğimi ben de sık sık soruyorum kendime. Bazen kaçabildiğimi söyleyemem. Hiç ihtiyacım olmayan bir şeyi satın alırken yakalıyorum kendimi. İnsan, toplumdan kaçamaz. Ayrıca koca bir kültür endüstrisi tartışması, sen nasıl oldun da kendini sıyırdın sığlığına indirgenemez. Ana akım Amerikancı iletişim modeline iman etmişlerin uydurduğu bir sığlık bu.

Damardan şırıngayla mı bu bilgileri alıyoruz, yoksa sihirli mermiyle mi vuruluyoruz? Sürekli bilimi kutsayan ve herkese korkunç bir tarafsızlık (aslında bu kapitalizmden yana bir taraflılık çağrısıdır) dayatan akademinin sömürü ilişkilerinin devamı için ‘özgür irade’ sorgulamasından kaçınması gerekir. ‘Bireyler özgür iradeleriyle tercihte bulunurlar ve başlarına bir şey gelirse bunun sorumluluğunu sistemde değil kendilerinde aramalıdırlar’. Bu yüzden iradeye ilişkin sarsıcı söylemler bilimsel olmayan hurafelerdir. Sonuçta herkes televizyondan eşit derecede etkilenmez, öyle değil mi? Sanki günümüzde tek kitle iletişim aracı televizyonmuş gibi. 

Sick of Myself, Norveç ve İsveç yapımı bir film. Filmin adı Türkçe’ye İlgi Manyağı olarak çevrilmiş. Filmin başkarakteri Signe adeta yüzümüze tutulmuş bir ayna gibi. Yaşadığımız ve kişisel çıkarlarımız uğruna yalnızlaştığımız bu toplumda yaratılan kültür eliyle nasıl hasta edildiğimizin açık bir örneği. Zaten bireyin önünde iki yol var gibi görünüyor. Ya çıkışı devrimci bir yolda aramak ya da kültürün getirdiği huzursuzluklarla baş etmeye çalışmak. Filmi merak edebilecek okurları düşünerek filmin içeriğine dair uzun boylu bir şeyler yazmayacağım. Sadece Signe’nin bir sahnede ‘özgür iradeye sahip olmadığı’ itirafını seyirciye karşı açık açık yapabilmesine odaklanacağım. Filmi izlemeye başladığım andan itibaren Marcuse’un teorik bakış açısının bıraktığı izleri takip etmenin önemini bir kez daha anladım. Özgür irade/seçim tartışmasında anlaşılmayan nokta şu: Toplumun elinden örgüt denen silah alındığında birey kendisine boca edilen kültür karşısında tamamen savunmasız kalıyor. Burada anlatılan Amerika ve Avrupa toplumlarıdır. Evet, örgütlerin tamamen silikleştiği ya da kapitalist liberal kültürle uzlaştığı bir toplumsal iklimde birey özgür iradeyi nerede bulacak? Maalesef bu konular bu şekilde tartışılmıyor. Tartışmaları saçma sapan bir kelime üzerine indirgemek ya da odaklamak günümüz toplumlarının bir hastalığı. Toplumsal iletişime dönük olarak geliştirilen her araç, bu hastalıklı kültürün yayılımına hizmet ediyor. Facebook, Twitter vb. Demek ki çeviri eserleri değerlendirirken yazarın bulunduğu toplumun yerel mücadele başlıkları gözardı ediliyor. Toplumların Amerikan kültürü potasında eritilmesi çabaları, coğrafya algısının tamamen ortadan kalkmasına neden oluyor. Afganistan, Pakistan, Irak ve Libya gibi savaşla darmadağın edilen ülkelere baktığımızda dünya adım adım kültürel bir felakete doğru sürükleniyor gibi görünüyor.

Filmin perspektifinden devam edecek olursak, koca koca markalar bir eşitlik furyası başlattı. Irk, cinsiyet ve kıyafet üzerinden tanımlanan bir din özgürlüğü. Liberalizm, estirdiği özgürlük ve eşitlik fırtınasında yine paranın peşindeydi. Siyah, kilolu ve Asyalı mankenler kalıpları yıkmaya hazırdı. Koca koca markalar medyadaki güzellik ve cinsiyet algısına karşı savaş açmıştı. LGBTİ bireyler temsil edilecek, zayıflık bir altın oran ölçüsü olarak kadınlara dayatılmaktan vazgeçilecekti. Kapitalizmin anlamsız özgürlük vaatleri furyası bu fırtınayla başlamış oluyordu. Oysa sistem temelde kurduğu eşitsizlikler sayesinde, bağımlı bir ilişki yaratarak çeşitli sektörlerdeki sınırsız tüketim akışına ihtiyaç duyuyordu. Bağımlı ilişki, kapitalizmde en çok tercih edilen ilişki biçimidir ve bireyin köleleştirilme sürecidir. Bir kez plastik cerrahın eline güzelleşmek umuduyla yatan biri, bir daha o masadan kalkamıyordu. Önce burun, sonra göğüsler, kalçalar ve elmacık kemiklerine doğru uzanan mucizevi bir yol. Kutsal sağlık hizmetlerimiz artık o kadar da kutsal değil. Çünkü piyasa tanrısının avuçlarının arasında buharlaşmaya devam ediyor. United Colors Of Benetton şirketinin tüm halkla ilişkiler ürünü sanat eseri posterlerine rağmen kapitalizm eşitsizlikler üretmeye devam ediyor.

Tüm bu eşitlik çağrıları üretim biçimimizle ve onun ürettiği kültürle doğrudan uyum sağlamıyor. Bu yüzden tamamı tüketim ilişkileriyle ve bu kültürün yaygınlaştırılmasıyla ilişkilendiriliyor. Kültüre uyum sağlamakta zorlanıyor musun? Kendini toplumun dışında bir insan olarak mı hissediyorsun? Üzülme! Senin için tasarladığımız ürünlerle radikal mesajlarını üzerinde taşıyabilirsin. İnsan bedeninin bir göstergeye hatta bir gösteriye dönüştüğü bir ortamda akıl sağlığından söz etmek safdillik gibi görünüyor. Türkiye’deki televizyonları açtığımda medyanın alışkanlıklarını bırakmadığını görüyorum. Kanallar değişiyor ama sanki estetikli yüzler hiç değişmiyor. Diziler, haber bültenleri hep o manyak altın oranı yansıtıyor. Sözde muhaliflere kaçarken, doluya tutuluyor zavallı insan! Hedefte sadece kadınların olduğunu düşünmek aptallık. Erkeklerde bu kozmetik-estetik çağrının muhatabı ve artık pek çoğu bu çağrıya celp ediyor. Cinsiyetçi düşünen bir adam mısın? Hayır, değilim. Neden öyleyse makyaj yapmıyorsun? Politik doğruculuk ve kimlik siyasetinin cinsiyetçi eşitlik terörizminin ardından bağımlı tüketim kültürünün renklerle bezeli havuzuna bırakıyorum bedenimi.

Şirketler tek bir cinsiyet grubuna hitap etmekten nefret eder. Toplumun tamamına ürün satmak varken neden yarısıyla ilgileneyim ki? Bu çabaların en meşhuru SİGARADIR. Feministler ve kadınların özgürlüğü için savaştığını iddia edenler, bu meşhur pazarlama hikâyesinden gerekli dersi gerçekten çıkarabildiler mi? Gelinen noktaya ve yaratılan yeni toplumsal iletişim rüzgarına baktığımda kimsenin hiçbir şeyden ders almadığı açıkça görülüyor. Sigara firmaları ürünün eril kimliğinden çok rahatsızdı ve kâr oranlarını yükseltmek istiyorlardı. Bunun tek bir yolu vardı, kadınların sigarayla özgürleştirilmesi. Hemen mucize çocuk Edward Bernays göreve çağırıldı ve vakit kaybetmeden işe koyuldu. Erkeklere özgü bir sembole dönüşen sigarayı, manipüle ettiği bir kadın eyleminde özgürlük meşalesine dönüştürüverdi. Penisle ilişkilendirilen ve psikolojik yönleriyle de incelenen sigara, milyonlarca kadına göz göre göre ölme özgürlüğü verdi. Kadın hakları için savaşan üstün zekalı pek çok insan bu özgürlük meşalesine sıkı sıkıya sarıldı. Demek ki manipüle edilmenin kadını ya da erkeği yok. Milyonlarca kadının yaşamı özgürlük meşalesiyle ve tatlı bir özgürlük şarkısıyla yok edildi. Şimdi, sigara firmaları yeni meşalelerini elektronik sigaralarda bulmuş gibi görünüyor.

Demek ki karşı kültürü yaratmak istiyorsak, bize karşı kullanılan bir kavramı ‘terörü’ harekete geçirmek zorundayız. Kafamızda olumsuz anlamlar çağrıştıran ve Fransız devriminin jakoben zorbalığıyla ilişkilendirilen bu kavramın bize öğretilenin aksine tamamen olumsuz bir anlamı yok. Her gün kapitalizmin geleceği uğruna üzerimizde uygulanan bir şeyi karşı amaçlar uğruna kullanmaktan bahsediyorum. Hukuk felsefesi ne güzel öyle değil mi? İktidar yapınca meşru, karşıtları yapınca büyük günah. Sigara içen dostlarımıza karşı amansız bir terör uygulamalıyız. Tıpkı tüketimci ve sözde çok eşitlikçi reklam kampanyaları gibi. Böylece özgürlük meşalelerini her yaktıklarında neyle karşı karşıya olduklarını iyice bir düşünürler. 
Kuramsal ardalana dair son bir not daha bırakmamız gerekiyor. Hayattaki tüm işi, iletişim bilimleri olan birisi sadece Marksist alanı gözlemlemekle yetinemez. Ayrıca sadece buraya bakmak büyük bir körlük yaratır. Çünkü, devletin ve kurumların sahipleri kapitalist toplumları yıkmak üzerine teori inşa edenler değildir. Bu yüzden İlgi Manyağı filmini yorumlamak için teknolojik determinizmin izlerini, Toronto okulunu ve Marshall McLuhan’ı takip etmemiz gerekmekte. Onların teorileri çürüdü; McLuhan’ın teknolojisi bizlere sonsuz bir mutluluk getirmedi, bu yüzden incelemenin hiçbir anlamı yok gibi garip duygulara kapılanların derhal alanı terk etmesi isabetli olacaktır. Bir vesileyle üzerinde son zamanlarda çalıştığım iletişim tarihinin geçmişle bağlarını Toronto okulu sayesinde daha net bir biçimde görebiliyorum. Roma, kültürünü sadece kılıçla ve mızrakla yaymadı. Binlerce kilometreyi bulan düzenli yolları, Roma’nın iletişim ağlarıydı. Amerika, kurduğu internet ağlarıyla tıpkı Roma’nın yolları gibi zihinlerimize uzanan yollar açtı. Kültür bu yollar sayesinde bize ulaşıyor... Böylece güzelleşme ve tüketim çağının masum, özgür iradeli gönüllüleriymiş gibi görünen kurbanlarına dönüşüyoruz.

Güzelleşme çağının kurbanı yine toplumun en zayıf diye nitelendirilebilen gruplarında filiz veriyor. Gençler ve kadınlar. Burnunu, kaşını ve aynadaki aksını bir türlü beğenmeyen kendine düşman tüketici yurttaşı tüm içtenliğiyle kucaklıyor kapitalizm. Renklerin ve kimliklerin bir önemi yok, yeter ki para akmaya devam etsin! İşte İlgi Manyağı filmindeki Signe ve Thomas'ın hastalıklı ilişkilerinin temelinde yarışmacı/rekabetçi toplumun açtığı yaralar olduğunu rahatlıkla görüyoruz. O yaralar, Roma’nın Kartaca’da yarattığı kan havuzuna çok benziyor. Ve biz beğensekte beğenmesekte Herbert Marcuse, ‘Eros and Civilization: A Philosophical Inquiry Into Freud’ (Eros Ve Uygarlık/ Freud Üzerine Felsefi Bir İnceleme) gibi temel eserlerinde delirmiş bir toplumsal düzenin iç yüzünü anlatmaya devam ediyor...

Çağdaş Gökbel / soL

Cambridge Analytica skandalı nedir? Kılıçdaroğlu, Fahrettin Altun ve ekibine yaptığı uyarıda bahsetmişti + Fahrettin Altun'dan Kılıçdaroğlu'na yanıt geldi: İsim vererek ‘Cambridge Analytica’ uyarısı yapmıştı (YENİÇAĞ)

 Cambridge Analytica skandalı nedir? Kılıçdaroğlu, Fahrettin Altun ve ekibine yaptığı uyarıda bahsetmişti 

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve ekibini, “Cambridge Analytica'cılık oynamak” ile suçladı. Kılıçdaroğlu'nun, bahsettiği Cambridge Analytica’nın, Facebook'tan aldığı bilgileri siyasi tercihleri etkilemek için kullandığı ortaya çıkmıştı.

CAMBRİDGE ANALYTİCA SUÇLAMASI NE ANLAMA GELİYOR?

BBC Türkçe’nin haberine göre; Cambridge Analytica skandalı 2018 yılında, 50 milyon Facebook kullanıcısına ait verilerin usulsüz kullanıldığının ifşa olması ile patlak verdi. Şirket, 'tüketici, takipçi, seçmen davranışlarını değiştirmek isteyen' iş dünyası ve siyasi partilere hizmet sunan bir veri analiz şirketi olarak çalışıyordu.

Zaman içinde kullanıcı verileri usulsüz şekilde elde edildiği belirlenen kişi sayısı 90 milyona yaklaştı. Şirketin, ABD'de Donald Trump'ın başkan seçilmesinde ve İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden çıkma (Brexit) süreçlerinde, seçmen davranışları üzerinde etkili olduğu düşünülüyordu.

Skandal İngiliz The Observer gazetesinin haberi ile gün yüzüne çıktı. Gazete 2014 yılında 50 milyon Facebook kullanıcı profilinin İngiltere merkezli Global Science Research şirketi tarafından toplandığını yazdı.

'TAM TEŞEKKÜLLÜ PROPAGANDA MAKİNESİ'

Kullanıcı bilgileri bir kişilik testi ile elde edildi. Testi yapmaları için ücret ödenen Amerikalılar ile bu kişilerin Facebook arkadaşlarının sosyal medya verileri ele geçirilmişti. Süreçte, Cambridge Analytica'nın seçim sandıklarındaki tercihleri etkileyebilecek ve öngörebilecek güçlü bir yazılım kullandığı iddia edilmiş ve bu sistem 'tam teşekküllü propaganda makinesi' olarak tanımlanmıştı.

Şirketin yöneticisi olan Alexander Nix, "Demokratlar teknoloji devriminde öncülük ediyordu, veri analizleri ve dijital dünya ve Cumhuriyetçilerin rekabet etmekte başarısız olduğu alanlardı. Biz de bunu bir fırsat olarak gördük" demişti.

ZUCKERBERG ABD KONGRESİ'NDE İFADE VERMİŞTİ

Şirket ise usulsüzlük yaptıkları iddialarını reddetmiş ve verilerin hiçbirinin ABD'de 2016'daki başkanlık seçimlerinde kullanılmadığını savunmuştu.

Facebook'un kurucusu ve yönetim kurulu başkanı Mark Zuckerberg, kullanıcı bilgilerinin izinsiz paylaşılmasıyla ilgili süreç içinde ABD Kongresi'nde ifade verdi ve özür diledi.

Şirkete tarihi bir miktar olan 5 milyar dolar ceza kesildi. Cambridge Analytica şirketi de kapatıldı.

                                                     /././

Fahrettin Altun'dan Kılıçdaroğlu'na yanıt geldi: İsim vererek ‘Cambridge Analytica’ uyarısı yapmıştı.


 

(YENİÇAĞ)

Bakanlık’ta halk plajı vurgunu! - Yusuf Yavuz / soL

 

                                        TURAŞ A.Ş’nin önceki genel müdürü Tayhan Şimşek.

Bakan Ersoy’un talebiyle hazırladığı rapor nedeniyle istifaya zorlanan TURAŞ A.Ş’nin eski genel müdürü Tayhan Şimşek, kurumdaki halk plajı görünümlü yolsuzluk ağını deşifre etti!

Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Antalya’daki Phaselis antik kentinde yapımı devam eden iki ayrı halk plajı projesiyle ilgili tartışmalar sürerken plajı işletecek olan Bakanlık bünyesindeki TURAŞ A.Ş’nin önceki genel müdürü Tayhan Şimşek, kurumdaki usulsüzlük ve yolsuzluklara ilişkin açıklamalar yaptı. Şimşek, kurumdaki bazı yolsuzluk ve rüşvet belgelerini de açıkladı. Antalya’da basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Şimşek, Bakan Ersoy’un talimatıyla Ağustos 2022’de TURAŞ’a genel müdür olarak atandığını ancak kurumdaki yolsuzluklarla ilgili hazırladığı rapor nedeniyle istifaya zorlandığını belirterek, “Raporların içerikleri ağırlaşmaya başlayınca ‘yukarı’ taraftan çok beğenilmedi ve istifa etmem karşılığında Lara Düğün Salonunun tarafıma verilmesi teklif edildi. Ben hayır dedim, bundan sonra da yalnızlaştırma ve istifaya zorlanma süreci oldu” diye konuştu.
 
TURAŞ A.Ş, Kültür ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren bir şirket. Bakanlık bünyesindeki TUDAV VE DÖSİM gibi kuruluşlar TURAŞ’ın ortakları arasında. Turizm bölgelerinde atık su arıtma hizmeti veren TURAŞ, son yıllarda halk plajı işine de yöneldi. Antalya, Çeşme, Bodrum gibi sahillerde TURAŞ’a bağlı 13 halk plajı bulunuyor. Ancak daha önce kayyum atanan kurumu iki aydır ülke gündeminde tartışma konusu haline getiren süreç Antalya’daki Phaselis antik kentinin koruma sınırları içerisinde inşa edilen iki yeni halk plajı projesi ile başladı.

Phaselis'te silahlı asker eşliğinde halk plajı ısrarı

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 47 milyon artı KDV bedelle 30 Ocak’ta ihale ettiği halk plajı projesi, Phaselis antik kentinin koruma sınırları içerisinde yer alan ve 1. derece arkeolojik sit alanı statüsündeki Alacasu ve Bostanlık koylarını kapsıyor. Yörede yaşayan vatandaşlar ile meslek odalarının yargıya taşıdığı proje hakkında Antalya 3. İdare Mahkemesi 13 Nisan’da yürütmeyi durdurma kararı verdi. Mahkemenin yürütmeyi durdurma kararı, projeye dayanak oluşturan 13 Ekim 2022 tarihli Koruma Kurulu kararını kapsıyor. Ancak yargı sürecine rağmen jandarma ve komandolar eşliğinde inşaatın devam etmesi ve seçime kadar bitirileceği belirtilmesi tepki çekiyor.

'Kimi kimden koruyorsunuz?'

TURAŞ A.Ş tarafından işletilecek olan Phaselis’teki halk plajlarında bu şekilde inşaata devam edilmesini eleştiren kurumun önceki genel müdürü Tayhan Şimşek, “Ben oradaki inşaatın jandarma tarafından korumaya alınmasını doğru bulmuyorum. Kimi kimden koruyorsunuz? Oraya bu şekilde güvenlik şeridi çekilmesi doğru değil” dedi.


‘Raporun ardından istifa etmem için düğün salonu teklif edildi'

Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un talebiyle Ağustos 2022’de TURAŞ A.Ş’ye genel müdür olarak atandığını ve kurumdaki sorunların çözümüne ilişkin çalışma başlattığını anlatan Şimşek, “Bizzat Bakan Bey’in talimatıyla işleyiş ve denetim raporları hazırladım. Bu raporları hazırlarken bazı noktalarda sorunlarla karşılaştım. Bu problemler yukarı doğru gitti. Raporları hazırlarken süreç iyi ilerliyordu. Hazırladığım raporları da Teftiş Kurulu ile günlük olarak paylaşıyordum. Raporların içerikleri ağırlaşmaya başlayınca ‘yukarı’ taraftan çok beğenilmedi sanırım. Ondan sonra istifa ettirilmem ve istifa süreci başlatıldı. İstifa etmem karşılığında Lara düğün salonunun tarafıma verilmesi teklif edildi. Ben ‘hayır’ dedim. Bundan sonra da yalnızlaştırma ve istifaya zorlanma süreci oldu” iddialarını dile getirdi.

‘Altyapılara girince rapora son vermem istendi'

Antalya’da basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Şimşek, kurumdaki sorunlu işleyiş hakkında hazırladığı raporların ardından yaşadıklarını ise şöyle anlattı: “Hazırladığım raporlarda yukarıdaki insanlar da işin içine giriyordu. Plajlardaki inceleme ve denetimleri bitirip altyapılara girdim. Burada büyük sorunlarla karşılaşınca bu konuda geri adım atmam istendi. Rapora son vermem istendi. Burada bir baskı oluştu” ifadelerini kullandı.

47 milyona ihale edilen Phaselis projesine 22 milyonluk maliyet

Son günlerde gündemden düşmeyen Phaselis antik kentindeki halk plajı inşaatı ve ihale süreciyle ilgili de açıklamalarda bulunan TURAŞ’ın eski genel müdürü Şimşek, görev yaptığı dönemde hazırladığı yaklaşık maliyet çalışmasında projenin 22 ila 25 milyon civarında bütçesi olduğunu belirterek, “TURAŞ’ın geçmişte kendi yaptığı plajlar da var. Bu plajı biz yaparsak maliyeti ne olur gibi bir çalışma yaptık. O çalışmada da ben daha önceki yaptığımız plajlarla ilgili elimizde doneler vardı, bunlardan yola çıkarak şirketlerden teklifler aldık. Bir maliyet çalışmasıydı. Bu çalışmada Phaselis’te yapılması 22 ila 25 milyon TL tutarında bir maliyet hesapladık. Benim şirketlerden aldığım teklifler EKAP’a girilmiş resmi teklifler değil.”

Phaselis ihalesi de Bodrum'da yaşananlarla aynı

Phaselis’teki projenin 47 milyon +KDV bedelle ihale edilmesiyle ilgili soruya da yanıt veren Şimşek, “Daha sonra Bakanlık Yatırım İşletmeler üzerinden ihaleye çıkmış. Arada oluşan bu kadar fiyat farkını şöyle değerlendirebiliriz: Bodrum 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2020/24 sayılı dosyasına konu olan plajda bilirkişi raporuna göre ihale bedeliyle ödenen miktar arasında 3 milyonluk fark var. Burada yaşanan bazı konuların Phaselis örneğinde de aynı olduğunu düşünüyorum” dedi.

‘Jandarmanın gelmesinden Bakan Bey'in bile haberi olduğunu düşünmüyorum'

İhalelerdeki yüksek fiyat farklarını nasıl değerlendirdiği sorusunu da yanıtlayan Şimşek, TURAŞ’ın bakanlık bünyesinde bir şirket olduğunun altını çizerek, Bakanlık içerisinde iktidara bağlı siyasi bir yapılanma bulunduğuna işaret ederek bunun araştırılması gerektiğini dile getirdi: “Benim görev yaptığım dönemde TURAŞ’ta bir şahıs vardı. Bu şahsı Google’dan aratınca 15 Temmuz öncesinde vukuatları olduğu görünüyor. Basın bunu araştırmalı. Ben bu işlerde biraz bu şahsın parmağı olduğuna inanıyorum. Şunu da açıkça söyleyeyim; oraya (Phaselis’e) jandarma gelmesinden Bakan Bey’in bile haberi olduğunu düşünmüyorum.”

Belek ve Kadriye plajlarında döviz vurgunu

Görev yaptığı dönemde TURAŞ’ın işlettiği Antalya’daki Belek ve Kadriye plajlarında hesaplarda döviz girdisi bulunmadığına dikkati çeken eski genel müdür Şimşek, yaptıkları incelemede plaj işletmelerinde düşük fiyattan döviz alındığını ancak bozdurarak haksız kazanç elde edildiğini tespit ettiklerini belirterek şöyle konuştu: “Başlangıçta bu kadar büyük sorunlarla karşılaşacağımı ben de bilmiyordum. Ben başladığım noktadan itibaren hiçbir zaman siyasi bir amaç gütmedim. Mesleğimi yapmaya çalıştım. Mesleğim muhasebecilik ve otel yöneticiliğiydi. Bu alanda bir sorun olduğunda sorunları çözmeye, iyileştirmeye çalışırsınız.”

'Binalar bakanlığın ancak işletmeler kiraya veriliyor'

Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy’un Phaselis’de yapılan plajları bakanlığın işleteceğini, üçüncü şahıslara ya da firmalara kiraya verilmeyeceğine ilişkin açıklamasına da değinen Şimşek, “Binalar bakanlığın olabilir ancak içindeki işletmeler kiraya veriliyor” dedi.

İşletmecinin kurum personeline verdiği 50 bin TL tutanağa girdi

TURAŞ’ın eski genel müdürü Şimşek’in açıkladığı belgeler arasında kurumdaki rüşvet çarkını gözler önüne seren banka dekontları ve tutanaklar da yer alıyor. TURAŞ’a bağlı Antalya Serik’teki Kadriye Halk Plajı’nda yapılan incelemede ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet tutanakla kayıt altına alındı. 24 Ağustos 2022 tarihli tutanakta, plajda işletmecilik yapan üçüncü şahıslardan kurum yöneticilerinden birine 50 bin lira elden para verildiği belirtiliyor. Aynı tutanakta Bakan Yardımcısı Nadir Alparslan’ın talimatıyla işletmeler açılıp kapatıldığı iddiasına yer veriliyor.


‘Kişisel verilere ulaşan, hakime talimat veren şahıs kim?'

TURAŞ’ın eski Genel müdürü Tayhan Şimşek’in hazırlayıp Kültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu’na sunduğu raporda, şirkette görevli kişilerin banka hesapları ve mal beyanlarının kontrol edilmek istendiği ancak bunun tehdit yoluyla engellendiği öne sürülüyor. F.K. adlı kişinin bakanlıktaki görevinin de sorgulandığı raporda, “Bu şahıs, ‘Bakan müşaviriyim’ diyerek ortada gezmektedir. Şahsın geçmişi belliyken kişilerin kişisel verilerine bir telefon ile ulaşan ve hâkime talimat veren bu şahıs kimdir?” ifadelerine yer veriliyor.

Yusuf Yavuz / soL

KISA KISA GÜNDEM - 30 NİSAN 2023 -

 


Soylu: HÜDA PAR'ın Hizbullah'la ilişkili yapılanma içerisinde olduğunu görmedim(soL)

AKP milletvekili adayı olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, TV100 canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı.  Cumhur İttifakı’nı destekleyen ve AKP listelerinden aday gösterilen HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağı hakkında Soylu, HÜDA PAR’da Hizbullah da dahil benim dönemim içerisinde biz bunlarla ilgili bir tek adım görmedim. HÜDA PAR'ın bir terör örgütüyle ilişkisini belirtebilecek bir yapılanma içerisinde olduğunu görmedim. Tespit etmedim, tespit edersem yaparım zaten. Bir siyasi partinin terör eylemini gördünüz mü? Ya bırakın Allah'ını severseniz böyle tartışmaları. PKK'ya meşruiyet sağlamak için birilerinin ortaya çıkardığı şeyler" ifadelerini kullandı.

ESP Eş Genel Başkanı ve Yeşil Sol Parti milletvekili adayları gözaltına alındı (soL)

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında 8 kentte düzenlenen operasyonda çok sayıda ESP, SKM, ETHA ve SGDF’li gözaltına alındı.   Mezopotamya Ajansı'nda yer alan habere göre, gözaltına alınanlar arasında Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, Etkin Haber Ajansı (ETHA) editörü Nadiye Gürbüz ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) milletvekilli adayları da bulunuyor.  Ezilenlerin Hukuk Bürosu, Twitter hesabından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan bir soruşturma kapsamında çok sayıda ESP, SKM, ETHA ve SGDF’li müvekkilimizin evlerine düzenlenen polis operasyonuyla gözaltına alındığını öğrendik. Dosyada gizlilik ve avukat kısıtlılığı var diyerek, gözaltına alınanların isimlerini verdi. Gözaltına alınanlardan isimleri öğrenilenler şöyle: ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, ETHA editörü Nadiye Namoğlu Gürbüz, ESP PM üyesi Uğur Ok, Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili Adayı Burcu Ayyıldız, Yeşil Sol Parti İzmir Milletvekili Adayı Meryem Yıldırım, Yeşil Sol Parti Eskişehir Milletvekili Adayı Müslüm Koyun, Serdal Işık, Leyla Can, Sadrettin Polat, Selfinaz Göçmen, Hasan Polat, Sinem Çelebi, Kalender Polat, Merve Havalı, Bedran Çoğaltay, Adnan Özcan, Ebrar Uz, F. Deniz Kanpolat, Tuncay Yıldırım Özen.

MHP’li vekilin 'Kılıçdaroğlu' açıklamalarına itiraz eden işçi işten atıldı (soL)

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Feti Yıldız'ın, seçim çalışması için gittiği fabrikada yaptığı konuşmada, Yıldız'ın kullandığı ifadelere itiraz eden bir kadın işçi fabrika yöneticileri tarafından istifaya zorlandıSerbestiyet'ten Kaan Göktaş'ın haberine göre, MHP'li Yıldız, MHP’li Silivri Belediye Başkanı Volkan Yılmaz ile birlikte Silivri’de bulunan Beşler Sucuk Fabrikası’na gitti. (''CHP, PKK ile işbirliği yapıyor' dedi') Yıldız, fabrika yemekhanesinde toplanan işçilere bir konuşma yaptı ve CHP ile PKK'nin iş birliği yaptığını ileri sürdü. İşçiler arasında bulunan Y.Ç. isimli kadın, MHP’li milletvekili adayının söylediklerine itiraz etti. Toplantının ardından Beşler firmasının yetkilileri iddiaya göre Y.Ç.'ye kendi isteğiyle istifa ettiğine dair evrakı zorla imzalattı. Y.Ç. bu nedenle tazminatsız işten çıkartılmış oldu. CHP Silivri İlçe Başkanı Berker Esen olaydan haberdar olduklarını ve genç kadınla iletişime geçtiklerini belirtti.('İstifa etmişim gibi kağıt imzalattılar')  Y.Ç. o gün tüm çalışanların talimatla yemekhaneye indirildiğini ve kendilerine "MHP’li milletvekili gelecek, geldiğinde hepiniz ayağa kalkıp alkışlayacaksınız" diye talimat verildiğini belirterek şunları anlattı:  "Önce Volkan Yılmaz konuştu. Sonra Feti Yıldız söz aldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun ekonomi ile ilgili vaatlerini eleştirdi ve yalan söylediğini iddia etti. ‘CHP, PKK ile işbirliği yapıyor’ dedi. Ben de söz istedim, önce vermedi, ısrar edince bana söz verdi, ‘Sayın vekilim siz son zamanlarda hiç kasaba gittiniz mi?’ dedim, ‘Gitmedim’ dedi, ‘Gitmediğiniz için bilmiyorsunuz her şey ateş pahası’ dedim. Gündemdeki soğan olayından bahsettim, kuru soğanı biz yiyoruz, Cumhurbaşkanı Anzer balı yiyor dedim. Ben Tokatlıyım, Aleviyim, bizlerin sürekli terörist muamelesi görmesinden bıktık artık dedim. Oyumu Altılı Masa’ya vereceğimi söyledim. Toplantıdan sonra vekil bana bakarak ‘yolunuz açık olsun’ dedi, ne demek istediğini anlamadım, ‘sizin de yolunuz açık olsun’ dedim. Hemen sonrasında idareden aradılar, ‘defol git bizi rezil ettin’ dediler. Ertesi gün insan kaynakları ‘yönetim kurulu seni çıkarmaya karar verdi’ dedi, bana istifa etmişim gibi kâğıt imzalattılar, tazminatımı ve haklarımı vermediler. Bir çocuğum daha aynı fabrikada çalışıyor, bir oğlum askerde, hasta anneme bakıyorum, onu da çıkaracaklar diye korkuyorum.” Olayın duyulmasının ardından İBB Kariyer Ofisi yetkililerinin Y.Ç. ile iletişime geçerek kendisine yeni bir iş imkânı sundukları öğrenildi.

TRT'den AKP propagandasına belgesel kılıfı(Yeniçağ)

Devlet televizyonu TRT, yasaların “tarafsızlık” ilkesini hiçe saydı. “Belgesel” görünümlü videolar hazırlayan TRT, AKP övgüsü yaptı. Belgesellerde, iktidarın projelerine, Erdoğan’ın konuşmalarına yer verildi. RTÜK üyesi Tuncay Keser, “85 milyonun vergileriyle fonlanan TRT ne kadar harcadı” diye sordu.(https://www.yenicaggazetesi.com.tr/trtden-akp-propagandasina-belgesel-kilifi-660056h.htm)

Bakan Varank: 2023'te uzaydayız (soL)


Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, Teknofest'te AKP'li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan Türkiye'nin ilk uzay yolcuları Alper Gezer Avcı ve Tuva Cihangir Atasever ile açıklamalarda bulundu. Uzay görevinin 14 gün süreceğini belirten Varank, "İlk olarak bu alanda kendini kanıtlamış şirketler ile işbirliği anlaşmaları imzaladık. Ardından Türk uzay yolcusu ve bilim misyonu projesini yürütecek uzay yolcularını seçmek üzere vatandaşlara çağrı yaptık. Dedik ki ‘çocukluktan itibaren hayalini kurduğumuz ilk Türk uzay yolcusu olmak isteyen vatandaşlar bizim çağrımıza başvurabilirler’. 36 binin üzerinde başvuru aldık" dedi.('2023'te uzayda olmayı planlıyoruz') Uzay yolculuğunun tarihi hakkında bilgi veren Bakan Varank, "Görev boyunca insan araştırmalarından biyoteknolojiye, malzeme bilimlerinden fiziğe kadar farklı alanlarda 13 tane deney ve test yapılacak. Uzay yolcularımızın uzay ile buluşma zamanı olarak 2023 yılı son çeyreği planlanıyor." diye konuştu.

Şırnak'ta askerleri taşıyan otobüs devrildi: 2 kişi hayatını kaybetti, 45 kişi yaralandı(soL)

Şırnak'ta Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan otobüs şarampole devrildi. 2 asker hayatını kaybederken, 4'ü asker 45 kişi ise yaralandıTRT'nin haberine gçöre; kaza, Şırnak-Uludere karayolu Balveren beldesi mevkiinde meydana geldi. Türk Silahlı Kuvvetleri personelini taşıyan otobüs şarampole devrildi. İhbar üzerine bölgeye çok sayıda ambulans sevk edildi. İlk belirlemelere göre 2 asker şehit oldu, 4'ü asker 45 kişi yaralandı.(MSB'den açıklama) Milli Savunma Bakanlığı'ndan yapılan açıkalamada şu ifadelere yer verildi: "Şırnak’ta meydana gelen araç kazasında, iki kahraman silah arkadaşımız şehit olmuş dört kahraman silah arkadaşımız yaralanmış ve derhal hastaneye sevk edilerek tedavilerine başlanmıştır. Bizleri derin bir acı ve üzüntüye boğan bu olayda hayatını kaybeden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ile asil milletimize başsağlığı ve sabır, yaralı silah arkadaşlarımıza acil şifalar dileriz."

Çocuğa Erdoğan’a hakaret davası (İsmail Arı-BİRGÜN)

CİMER’e şikâyet edilen 13 yaşındaki bir çocuğa “Cumhurbaşkanına hakaretten” dava açıldı. Savcı, çocuğun “Cumhurbaşkanı’nın onur, şeref ve saygınlığına saldırıda bulunduğunu” belirterek cezalandırılmasını istedi   (2022’de bin 75 çocuğa dava açıldı) “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Devletin egemenlik alametlerini aşağılama”, “Türk Milletini”, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, devletin kurum ve organlarını aşağılama” suçundan 2022 yılında tam bin 75 çocuğa dava açıldı. Adalet Bakanlığı’nın istatistiklerine göre, dava açılan çocukların 53’ü 12-14 yaş arasında, bin 22’sinin ise 15-17 yaş arasında. Ayrıca 2021 yılında da 305 çocuğa Cumhurbaşkanı’na hakaret davası açıldı.

İki farklı Türkiye yarattılar(Birgün)


Sürekli ayrıştırıcı bir dil kullanan iktidar ülkeyi 21 yılda ikiye ayırdı. Bir tarafta yoksullaşan, aşağılanan, hakkı yenilen halk kitleleri yaratan AKP iktidarı, ihaleler, teşvikler, hibelerle yeni zenginler ve elitler yarattı.(
https://www.birgun.net/haber/iki-farkli-turkiye-yarattilar-433112)

Enerji yoksuluyuz(Hüseyin Şimşek-Birgün)


AKP iktidarında çağ atlayan enerji yoksulluğu oldu. İlk kez 2019 yılında uygulanmaya başlanan Elektrik Tüketim Desteği 1,3 milyon haneyi kapsarken bugün bu sayı 3,7 milyona çıktı. Her 7 haneden 1’i faturasını ödeyemiyor.(https://www.birgun.net/haber/enerji-yoksuluyuz-433091)

İstanbul'da bir kişi polisin havaya ateş açması sonucu yaralandı: Durumu ağır(Birgün)

Fatih'te iki grup arasındaki kavgayı ayırmak için kontrolsüzce havaya ateş açan bir polis, evinden olayı izleyen bir kişiyi yaraladı. Yaralanan O.A, isimli kişinin hayati tehlikesinin bulunduğu öğrenildi. (https://www.birgun.net/haber/istanbul-da-bir-kisi-polisin-havaya-ates-acmasi-sonucu-yaralandi-durumu-agir-433228)

Mansur Yavaş'tan Bayraktar ailesini köşeye sıkıştıran soru: Niye şimdi?(Cumhuriyet)

Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, yaptıkları çalışmaların 'siyaset üstü' olduğunu iddia eden ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef alan Bayraktar ailesine göndermede bulundu. Ankara Büyükşehir Belediye (ABB) Başkanı Mansur Yavaş, tv100'de Candaş Tolga Işık ile Az Önce Konuştum programına konuk olarak merak edilenleri yanıtladı. Siyaset gündemine yönelik tartışmalar hakkında da açıklamalarda bulunan Yavaş, Baykar Teknoloji şirketinin kurucuları Haluk Bayraktar ve Selçuk Bayraktar'ın CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nu hedef alan açıklamalarına da yanıt verdi. Bu yıl öncekilerden farklı olarak 27 Nisan ve 1 Mayıs arasında düzenlenen festivalin seçim öncesi bir miting gibi değerlendirildiğini söyleyen Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş akrabalık olayına da göndermede bulundu. Erdoğan'ın damadı Selçuk Bayraktar ile kardeşi Haluk Bayraktar'ın vakfının düzenlediği TEKNOFEST için bu yıl 7,6 milyon TL harcandı.(NİYE ŞİMDİ YAPILIYOR?) Etkinliğin önceki yıllarda eylül ayında düzenlendiğine dikkat çeken Mansur Yavaş programda şu ifadeleri kullandı: “Her yıl eylül ayında düzenlenen TEKNOFEST niye şimdi yapılıyor? Belli ki seçimi etkilemesi için. Arada akrabalık da var. Buna rağmen hiç kimse bunu siyasete alet ediyorsunuz, demedi.”(NE OLMUŞTU?)  Kemal Kılıçdaroğlu yayınladığı videoda, Atatürk Havalimanı'nı havacılık ve uzay üssü yapacaklarını açıklamıştı. Videoda "Peki, bunu kimlerle yapacağız? Gerçekten de önemli bir soru ve sorulması gereken bir soru. Merkezin kurulması ve geliştirilmesi için başarıları dünyaca tanınan ve başta Amerika’daki Sierra Nevada (SNC) şirketinin sahipleri Eren Özmen ve Fatih Özmen’le yapacağız" diyen Kılıçdaroğlu, "Lütfen gençler, gidin Google’a bu isimleri yazın. Ne cevherlerimiz var bu dünyada görün" ifadelerini kullanmıştı. CEO Haluk Bayraktar ise Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerine şu yanıtı vermişti: "Milyondan fazla gencin yarıştığı, dünyanın en iyisi Milli Teknoloji Projelerinin sergilendiği TEKNOFEST’e ev sahipliği yapan Atatürk Havalimanı’nı ABD’li bir şirkete verme fikri… Halen ‘en iyisini’ Türklerin değil de ABD şirketlerinin yapabileceğini zannetmek… Nuri Demirağ’ın uçaklarını toprağa gömen zihniyet hiç değişmemiş." Bu açıklamalar üzerine Baykar Teknoloji Şirketi'nin kurucusu Bayraktar ailesinin siyasi bir duruş içerisinde olduğuna ilişkin tartışmalar gündeme gelmişti.

AYM üyesinden skandal 'soyadı' savunması: Kadın erkek eşitliği ‘modern hurafe’dir (Cumhuriyet)

Anayasa Mahkemesi'nin (AYM), kadının evlendikten sonra soyadını kullanmasını engelleyen hükmün iptal kararına muhalefet şerhi düşen Muammet Topal'ın skandal ifadeleri dikkat çekti. Kadın ve erkeğin cinsiyet farklılıklarının eşitliği imkansız kılan bir özelliğe sahip olduğunu savunan Topal, eşitliği 'modern hurafe' olarak nitelendirdi. AYM üyesinin skandal ifadelerine tepki gösteren hukukçular ise şerhi yazan kişinin kadın-erkek eşitliğine tamamen karşı olan zihniyetin bir temsilcisi olduğunu ifade etti.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/aym-uyesinden-skandal-soyadi-savunmasi-kadin-erkek-esitligi-modern-hurafedir-2076612)

(derleyen: mstfkrc)





Gülsün Karamustafa’nın 1 Mayıs Afişleri - FİDE LALE DURAK/ soL-Kültür

 

'Karamustafa’nın ve dönemin tüm diğer işleri, nesnelliğin özne üzerindeki etkisi ve öznenin nesnelliği değiştirme iradesi arasındaki diyalektik ile kalıcı ve anlamlı işlere dönüşmüş ve iz bırakmıştır'

       Gülsün Karamustafa, 1977, “Dikiş Makinesiyle Devamlı Kızıl Bayrak Diken Kadın”, Sanatçı Arşivi

1970’lerde, DİSK’in sanatçılardan 1 Mayıs için talep ettiği afişlerle ortaya çıkan görseller, hafızalarımıza kazınarak Türkiye’de 1 Mayıs’ın nihai simgeleri oldular. Özellikle 1977 yılında, Orhan Taylan’ın yaptığı ve Taksim AKM binasına asılan, zincirlerini kırmak için mücadele eden işçi ve Emre Çağatay, Gülsün ve Sadık Karamustafa, Tan Oral, Güler Yontan, Gülgün ve Halis Başarır’ın gibi sanatçıların yaptığı afişler, bugün anonimleşecek kadar aşina olduğumuz işlere dönüştüler. Bunlardan Gülsün Karamustafa’nın işlerine yakından bakacağız.

Gülsün Karamustafa, 1964-69 yılları arasında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümünde öğrencidir. Kendisini ve 1970’de evleneceği Sadık Karamustafa’yı, 68 kuşağının bir parçası olarak tanımlar. Aslında Gülsün Karamustafa’nın politik kimliği, Mihri Belli’nin yeğeni olması hasebiyle de çocukluğuna dayanır. 1951 tevkifatının acılarına, annesiyle birlikte dayısını görmek için gittiği hapishane ziyaretlerinde şahit olmuştur. Akademi yıllarında ise, eylemlere ve okul boykotlarına katılır. Hatta bir aylık okul işgali sonrasında açılan kamu davasından, okul müdürünün (Hüseyin Gezer), Gülsün Karamustafa hakkında iyi konuşması sayesinde beraat eder. 
O dönemde öğrenciler, afişlerin hızlıca basılabilmesi ve dağıtımı için serigrafi tezgâhları kurmaya başlarlar. Fikir 1968’de Paris’te atölyeleri işgal eden, kapısına ‘Halk Atölyesine Evet Burjuva Atölyesine Hayır’ (Atelier Populaire Oui Atelier Bourgeois Non) yazdıktan sonra günlük afiş üretmeye başlayan Halk Atölyeleri’nden gelir. İlk atölye İstanbul Teknik Üniversitesinde kurulur, sonra diğer okullara ve hatta öğrenci evlerine kadar yayılır. Gülsün Karamustafa ve Sadık Karamustafa da kendi yaptıkları tezgâh ile atölyelerinde afiş üretip, kitap ve dergiler için kapak tasarımları yapmaya başlarlar. 12 Mart Muhtırası sırasında, aranan birine yataklık etmek suçundan Sadık Karamustafa’ya 2,5 yıl, Gülsün Karamustafa’ya ise 6 ay hapis cezası verilir. Çıktığında hapishane gözlemlerine dayanan bir seri resim yapacak ve ilk sergisini açacaktır. 

Gülsün Karamustafa, 77 1 Mayıs’ı için birçok afiş taslağı hazırlar. Bu sırada Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda (bugünkü Marmara Güzel Sanatlar Fakültesinde) öğretim üyesidir. 1 Mayıs için hazırladığı afişlerden sarı fonlu olan; bir işçinin vurularak düştüğü ama bayrağın işçilerce tutularak, yere düşürülmediği afiş seçilir. Henüz 77’nin, kontrgerilla eliyle katliam yapılarak kanlı bir 1 Mayıs’a dönüşeceği bilinmiyordur ancak bu afiş, 36 kişinin yaşamını yitirdiği, yaklaşık 130 kişinin yaralandığı tarihsel 1 Mayıs’ın simgesine dönüşür. 

                               Gülsün Karamustafa, 1977, “1 Mayıs 1977”, Sanatçı Arşivi

Karamustafa’nın seçilen afişi dışında, o gün yazılarını yetiştiremediği ama görsel olarak hazırlanmış olan “Dikiş Makinesiyle Devamlı Kızıl Bayrak Diken Kadın” da vardır. Bir sonraki yıl kullanılacak olan bu afiş, o dönemde orijinal işler kullanıma verildiğinden, uzun süre kaybolur. Polisin 1978 DİSK saldırısı esnasında binadan çekilen ve sokakta yerde kırmızı bir pankartın görüldüğü fotoğraf sayesinde, afiş 2013 yılında tekrar gün yüzüne çıkar. Yine 1977’de Bank-Sen konvoyundaki işçiler, Karamustafa’nın işçi sınıfının tarihi serisi için ürettiği “Mustafa Suphi ve Yoldaşları” resmini pankart olarak taşırlar. Karamustafa bu resmi üretirken Türkiye’de işçi sınıfının tarihini nasıl resmedebilirim diye düşünür. İçinde Mustafa Suphi ve Yoldaşları’nın da bulunduğu bu bir seri resim, önce küçük boyutlu çalışılır ardından başka sanatçıların da desteğiyle pankarta dönüştürülür.  

Tüm bu afiş, pankart tasarımlarında döneme özgü bir dil vardır. Afişler grafik gibi tasarlanır ve aynı zamanda resimsel öğeler taşırlar. Figürler, sanatçıların kendi üslubunda yaptığı desenlerden oluşur ve geometrik bir yerleştirmeyle iki boyutlu olarak düzenlenirler. Afişlerin renklendirmesinde ise genellikle zıtlıklar bir arada ve keskin bir şekilde kullanılır. Bu dil, güncel ve gerçek ihtiyaçlara güncel cevaplar üretebilme gayreti sayesinde oluşur. Tarihteki başka sayısız örnekte olduğu gibi Karamustafa’nın ve dönemin tüm diğer işleri, nesnelliğin özne üzerindeki etkisi ve öznenin nesnelliği değiştirme iradesi arasındaki diyalektik ile kalıcı ve anlamlı işlere dönüşmüş ve iz bırakmıştır. 

İşçi sınıfı siyasetinin etkisi azaldıkça, bu işlerin dönemiyle kurduğu siyasal bağlar da görmezden geliniyor ve sadece iyi birer resim gibi değerlendiriliyor ya da nostaljiye hapsediliyor.

Kitlesel sınıf mücadelesi nostaljiye sıkışmaktan kurtulduğunda yeni afişler de üretilecektir.

Yaşasın 1 Mayıs.

Gülsün Karamustafa, 1977, “Osmanlı ve Türkiye Tarihinde İşçi Sınıfının Tarihi” ya da “Mustafa Suphi ve Yoldaşları”, Sanatçı Arşivi

FİDE LALE DURAK/ soL-Kültür


Birlik Sendikası Genel Başkanı Zehra Güner Karaoğlu ile 1 Mayıs üzerine: 'Daha azına razı olamayız' - AŞKIN SÜZÜK/soL-Söyleşi

 'AKP’nin 20 yıllık iktidarını geride bıraktıracak bir şansımız var. Bu coşku, alana yansıyabilir. Önümüzdeki dönem için mücadelemizin konularını ilan etmek bu 1 Mayıs’ta ayrıca önem kazanıyor.'

Bu yıl seçimlerden hemen önce işçi sınıfı 1 Mayıs’ta alanlara çıkacak. Ülkemizde seçimlerin gölgesinde kutlanacak 1 Mayıs’ın seçimlerde sınıf siyaseti ekseninin güçlenmesi için bir olanağa dönüşüp dönüşmeyeceğini ve 1 Mayıs’ta emeğin taleplerini Birlik Sendikası Genel Başkanı Zehra Güner Karaoğlu ile konuştuk.

Karaoğlu değerlendirmelerinde emekçilerin ağır bir kuşatma ideolojik kuşatma içerisinde olduğunu ve bu kuşatmanın ancak örgütlülüğün güçlendirilmesiyle yarılabileceğini vurguluyor. İşçi sınıfının daha azına razı olacakları alternatiflere yönelmemeleri gerektiğini belirten Karaoğlu, emekçileri yarattıkları zenginlikten paylarını isteyecekleri bir mücadeleye çağırıyor.

Ülkemizde bu yıl 1 Mayıs’a seçimlerin gölgesinde gidiyoruz. Aslında seçimlerin de ana gündeminin emekçilerin gerçek sorunları olması ve 1 Mayıs’ın bu atmosferden güç alması gerekmez miydi?

Elbette, haklısın. Ancak, uzunca bir süredir ülkemizde emekçilerin gerçek sorunlarının üzeri örtülüyor. Ve artık öyle bir noktaya geldik ki, emekçiler ile sorunları arasındaki bağ neredeyse kopma noktasında. Sorunlar sermaye sınıfının sorunları oluyor çoğu durumda. Bu yalnızca siyaset ile sağlanabilirdi. Öyle de oldu. Emekçilerin üzerinde bugüne hâkim olan siyasi iklim çok büyük bir ideolojik kuşatma yarattı.  Vıcık vıcık bir burjuva siyasetinin ülkemizi getirdiği nokta işte burası. Tarikatların yaygınlığı ve etkinliğinin artışı, yüksek enflasyon, gıda fiyatlarındaki artış, yüksek kiralar, faturalar, yüksek vergiler, yaşamın her alanında ayrımcılık, düşük ücretler… Pek çok sorun sıralayabiliriz.  
 
Emekçilerin bölündüğü politikalar değil, onların çıkarlarını içeren politikalar savunulsaydı, işçilerin siyaset alanında sesi daha gür çıkabilirdi. Bu da seçimlere de yansırdı. Ama bakın, emekçiler Türk-Kürt- göçmenler diye bölünüyor, kimlik siyaseti öne çıkarılıyor. Dini kurallarla sosyal yaşamımızda her şeyi belirlemeye çalışıyorlar. Toplum ve emekçiler inançlılar, inançsızlar diye bölünüyor. Seçimler de bu politikalardan bağımsız değil. Şampanya mı, seccade mi gibi… Dini öğeleri kullanmak en önemli bölünmelerden biri şu anda. Kadın ve erkek diye bölünmenin, kadınları güçsüz hale getirmenin sonucu her gün kadınlar öldürülüyor, kadın emeği giderek ucuzluyor, kadınları eve kapatacak politikalar güçlendiriliyor. 

                                                       Zehra Güner Karaoğlu

'Bu ağır kuşatmayı yarmak örgütlü olunduğu koşullarda mümkün'

Emekçiler örgütlü olursa gerçek sorunları konuşulabilir. Bu ağır kuşatmayı yarmak, emekçileri sorunları ile yüzleştirmek ancak örgütlü olunduğu koşullarda mümkün. 

Seçimler ve işçiler denilince, meclise sendikacılar girerse işçilerin sorunlarının çözülebileceği düşünülüyor. Ya da yeni sistemde sendika yöneticileri bakan olursa çözüleceği varsayılıyor. Oysa tek başına sorunları bunlar çözebilecek güce sahip olsaydı, yıllardır tanık olduğumuz bu örneklerle işçilerin sorunları çözülebilirdi, oysa çok daha ağırlaştı koşullar. 
 
Kamuculuk, ülkemizin bağımsızlığı, bilim ve aydınlanmadan yana politikalar emekçilerin sorunlarını çözebilir. Bu politikaların uygulanması, işçi ve emekçilerin ülkemizde seçimlerde ve ülke gündeminde ağırlığını artırabilir, yerini büyütebilir. Böyle olmayınca, biraz önce söylediğim gibi, toplum sermaye sınıfının çıkarları ile hareket ettiriliyor. Günlük siyasetin konusu, siyasetin dili, siyasetin öznesi emekçi sınıflardan yana olanlar tarafından belirlenemiyor. 
 
Soruna dönersek, ülkemizde milyonlarca sayıda olan emekçilerin gerçek sorunlarının seçimlerde gündem olmaması şaşılacak bir şey değil ama bizim için alışılacak bir şey de değil. Ülkemizde işçi sınıfının sınıf olarak varlığını hissetmemiz, hissettirmemiz gerekiyor. İşçi sınıfının varlığının ülkemiz gündeminde çok cılız bir şekilde yer almasının maliyeti, seçimleri de aşan düzeyde çok büyük boyutlardadır.

İşçi sınıfının 1 Mayıs’ta değişmeyen mücadele başlıkları hep oldu. Sınıfın güncel ve yakıcı sorunları da düşünüldüğünde size göre bu başlıklardan hangileri bu yıl alanlarda öne çıkacak ve çıkmalı?

Birlik, mücadele ve dayanışma. Biliyorsunuz sendikamız da adını buradan alıyor. 

Bu başlıkları elimizden bırakmadan güncel olanlara değinirsek…

Güncel bir gelişme ile başlayalım. Biliyorsun 700 bin kamu işçisinin toplu iş sözleşmesi için görüşmeler devam ediyor. Sendika tarafının da iktidarın da telaffuz ettiği ücretler yaşanabilir ücretlerin çok altında. Sendika 15 bin, kamu tarafı 12 bin lira ücret öneriyor. Masada işçileri temsil eden Türk-iş kendisi yoksulluk sınırını Nisan ayı için 33 bin lira açıklamışken konuşulan rakamların yorumunu size bırakıyorum. 700 bin kişiden söz ediyoruz. Bunu şu nedenle örnekledim. Bugün ülkemizde işçilerin bu ücretlerle geçinebileceği düşünüyor, taraflar. Gerçekçi değil elbette.

'İşçi sınıfı ülke zenginliğinden payını istemeli'

1 Mayıs’ta işçi sınıfının en önemli talebi, elleriyle yarattığı ülke zenginliğinden pay istemesi olmalı. Ülkemiz zenginlikleri devasa kârlar aracılığıyla birkaç kişinin cebine gidiyor. Oysa ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin hepimize yeteceğini biliyoruz.  Ancak bu zenginlikten emekçilerin aldığı pay kırıntı denecek kadar az. Bu payın artmasını talep etmeliyiz. Bunun artmasının yolu da şu anda sermaye sınıfının elinde bulunan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizin bize ait olmasını talep etmek, bunun için mücadele etmek. Yoksulluğu da, hayat pahalılığını da böyle sonlandırır, tarımımızı hayvancılığımızı, sanayimizi de böyle kalkındırabiliriz.  

Bu başlıklar çerçevesinde, 14 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde 20 yıllık iktidara karşı yükselen tepkilerin, 1 Mayıs kutlamalarının içeriğine ve canlılığına katkısı ne olabilir?

1 Mayıs 2023, yapılacak seçimlerin etkisini elbette taşır. Taşımaması mümkün değil. Ancak seçimlere, işçi sınıfının taleplerini taşıyanların gücü ve canlılığı ile orantılı olur, bu durum. Her yıl olduğu gibi bu yıl da sendikaların, kitle örgütlerinin, siyasi partilerin, derneklerin mücadele gündemlerini alana taşıyacaklarını düşünüyorum. 

Bugün, AKP’nin 20 yıllık iktidarını geride bıraktıracak bir şansımız var. Bu coşku, alana yansıyabilir. Ancak bu durumun tek başına Erdoğan gitsin, Kılıçdaroğlu gelsin tekdüzeliği ile ele alınmasının da bizi önümüzdeki dönem için tüm emekçileri boşluğa düşüreceğini düşünüyorum. Bu nedenle önümüzdeki dönem için taleplerimiz ve mücadelemizin konularını ilan etmek bu 1 Mayıs’ta ayrıca önem kazanıyor. 

'Ya daha azına razı olacağız ya da geleceğimizi ellerimize alacağız'

Birlik Sendikası Genel Başkanı olarak tüm emekçilere, örgütlü olduğunuz işkolundaki işçilere ve üyelerinize 1 Mayıs mesajlarınız nedir?

Öncelikle tüm işçilerin ve emeği ile yaşamını sürdürme mücadelesi veren herkesin 1 Mayıs birlik, mücadele ve dayanışma gününü kutlarım. 

Önümüzde oldukça önemli bir dönem açılıyor. Ya daha azına razı olacak ya da geleceğimizi ellerimize alacağız. Azına razı olmayacaksak, örgütlenmekten korkmamalı, örgütlü mücadele etmeliyiz. İşçilerin, emekçilerin birlik olmaktan başka çıkar yolu yoktur. 

AŞKIN SÜZÜK/soL-Söyleşi


Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...