Birgün KÖŞEBAŞI - 29 MART 2024 -

 

Kıbrıs'taki sahte diploma soruşturması durduruldu mu?(Gözde Bedeloğlu)

Yaklaşık iki aydır Kıbrıs'ın kuzeyi 'sahte diploma ve yolsuzluk' skandalıyla çalkalanıyor. MHP Mersin Milletvekili Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal'ın kurduğu Kıbrıs Sağlık ve Toplum Bilimleri Üniversitesi'nde (KSTBÜ) yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanıp serbest bırakılan üniversitenin Genel Sekreteri Serdal Gündüz'ün ifadesine göre, sahte not girişleri yapılarak 600'ü aşkın kişiye sahte diploma verilmiş. Kademe ve maaş artışı için yüksek lisans diploması alanların arasında polis, asker ve devlet memurlarının adı geçiyor. Ayrıca KKTC Meclisi'ndeki bazı milletvekillerinin diplomalarının da şaibeli olduğu söyleniyor. Soruşturmaya ismi karışanlar arasında Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın yakın koruması polis Şerif Avcil, okulun mütevelli heyeti başkan yardımcısı ve eski bakan Kemal Dürüst, eski bakanlık müdürü Meray Dürüst, Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı mensubu Yarbay Özgür Alp, Ulusal Birlik Partisi (UBP) vekili Emrah Yeşilırmak, TRT Kuzey Kıbrıs temsilcisi Sefa Karahasan, Polis Müdürü Barış Sel, Yükseköğretim Planlama, Denetleme ve Akreditasyon Kurumu (YÖDAK) Başkanı Prof. Dr.Turgay Avcı, YÖDAK Genel Sekreteri Derviş Refiker ve YÖDAK eski üyesi Prof. Dr. Mehmet Hasgüler var. Polisin elinde yüzlerce kişilik bir liste olduğu konuşuluyor. 

∗∗∗

Sahte diploma, Kıbrıs ve Türkiye'de ilk kez gündeme gelen bir konu değil. Birgün'ün Serhat Boztaş imzalı 24 Eylül 2010 tarihli haberinde, TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu'nun sözleriyle “sahte diploma ve denklik belgeleriyle mimarlık yetkisi kullanan organize bir sahtekarlıkla karşı karşıya olunduğu” aktarılmıştı. Muhcu, sahte diplomalar ile odaya kayıt yaptıran şahısların ortak özelliğinin ellerindeki diplomaların KKTC'deki üniversitelere ait olduğunu söylemiş ve durum ortaya çıkana kadar mimarlık hizmeti sunup mimari projelerin altına imza attıklarına dikkat çekmişti. Türkiye, bu ciddi soruna rağmen Kıbrıs'ın kuzeyinde ard arda üniversite açılmasını teşvik etmiş ve KKTC hükümetlerinden yatırımcılara arazi tahsisi ve vergi indirimleri gibi imtiyazlar sağlanması istenmişti. 2016 yılında MHP'li Levent Uysal'ın eşi Ece Uysal tarafından kurulan KSTBÜ'ye 2017'de YÖK tarafından denklik verildi. KTSBÜ mezunlarının diplomaları Türkiye'de kabul görüyor ve tıp fakültesi mezunları hekimlik yapabiliyor.

∗∗∗

T.C hükümeti olayın aciliyetini tesbit etmiş ve KKTC hükümeti de sahte diploma skandalıyla ilgili çözümü 'ana vatanın' desteğinde görmüş olacak ki YÖK heyeti YÖDAK ile birlikte teknik çalışmalar yapmak üzere Kıbrıs'a gitti. Küçücük adaya neden bu kadar çok üniversite açıldığı ya da yıllardır süren sahte diploma sorununa neden ilgi gösterilmediği tartışmalarına hiç girmeye gerek duymadan, eski Başbakan ve UBP milletvekili Faiz Sucuoğlu, adada çok fazla denetimsiz üniversite izni verildiğini, bazılarının tabela üniversitesi şeklinde kaldığını, bir nevi olaya ticari açıdan bakıldığını söyledi ve ekledi “bu diplomaları terfi için kullanalar ayrı ama bir de hiç bir yerde kullanılmamış diplomalar için ayrı bir şey yapmak lazım, çünkü iş farklı boyutlara gidecek gibi görünüyor ve bu büyük bir zarar verecektir.” Haliyle insan merak ediyor; okullar neden denetimsiz bırakıldı, YÖDAK yetkisiz bir kurum mu yoksa yetkisizleştirilmiş bir kurum mu, sahte diploma alıp kullanmayanlar da suç işlemiş olmuyor mu, işin gideceği farklı boyut ve zarardan kasıt nedir ve bu sadece ticari açıdan bakılan olayda kara paranın izi var mı? Kıbrıs'taki Avrupa Gazetesi'nin 25 Mart Pazartesi günü yayınladığı haberin başlığında söylendiği gibi yoksa “tutuklamalar buraya kadar mı”? Polisin elinde yüzlerce kişinin adının geçtiği uzun bir liste olduğu söylenirken YÖK'ün devreye girmesiyle konu kapandı mı? KKTC hükümeti operasyonların daha ileriye götürülmemesi için Ankara'yla mı anlaştı?

∗∗∗

Gelin filmi biraz başa saralım. 2022'de, YÖDAK üyesi Prof. Dr. Hasret Balcıoğlu'nun diplomasının sahte olduğu ortaya çıktı. YÖDAK, başkan Turgay Avcı dahil tüm üyelerden ve üniversite rektörlerinden diploma ve transkript belgelerini istedi. Ancak Avcı, Prof. Dr. Mehmet Hasgüler başkanlığında görevlendirilen araştırma heyetine, not dökümünü içeren transkriptini sunmadı. Konu, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ın “ben gördüm, diploma gerçek” deyip onaylamasıyla kapandı. Turgay Avcı'nın mühendis olarak çalışabilmesi için meslek odasına kayıt yaptırması zorunluyken herhangi bir kayda rastlanmaması da şüpheleri artırdı. Yine Avrupa Gazetesi'nde dün yer alan diğer bir habere göre KKTC üniversitelerinden Türkiye'deki bazı üst düzey yetkililere de hakkı olmayan ünvanlar verildi. Bunlardan biri, Mehmet Hasgüler'in ortaya çıkardığı, Türkiye'nin eski Tokyo büyükelçisi Umut Arık'a ait. Arık, Japonya'da kendisine verilen 'onursal doktora' ile Kıbrıs'taki Lefke Avrupa Üniversitesi'nden önce yardımcı doçentlik ardından doçentlik aldı. Üniversite, YÖDAK'ın doçentliğin iptal edilmesi yönündeki talebini reddetti. Bunun üzerine polise giderek şikayetçi olan ve Arık tarafından tehdit edildiğini iddia eden Hasgüler'in çabası sonuç verdi, Arık'ın doçentliği iptal edildi.

∗∗∗

O halde akla takılan bir diğer soru şu; bu iki örnek ile sahte diploma konusuna ciddiyetle yaklaştığı anlaşılan Prof. Dr. Mehmet Hasgüler nasıl oldu da KSTBÜ'de başlayan soruşturmaya dahil edildi? Hasgüler, üniversite bünyesinde açılan tıp fakültesine verilen 'hızlandırılmış' izin için rüşvet almakla suçlanıyor. Suçlamayı reddeden Hasgüler, iznin YÖDAK'tan önce hükümet tarafından verildiğini ve bunun kanıtının da KSTBÜ'de çalışan iki akademisyenin Bakanlar Kurulu tarafından tıp ve eczacılık fakültesi temsilcileri olarak ilan edildiği karar olduğunu belirtiyor. Tutuksuz yargılanan Mehmet Hasgüler adadaki sahte diploma skandalıyla ilgili cevapsız bırakılan sorular olduğunu söylüyor ve ciddi iddialarda bulunuyor. Kıbrıs ve Türkiye dışında hangi ülke vatandaşlarına ve ne kadar diploma satıldı? Hasgüler'e göre skandal KSTBÜ ile sınırlı değil, şu an soruşturmaya dahil edilmeyen başka üniversiteler de var ve bunlar Türkiye'deki bürokratlara, daire başkanlarına doktora verdi. Görevdeyken YÖDAK olarak, YÖK, YÖDAK ve Eğitim Bakanlığı'ndan izinsiz açılan lisans ve yüksek lisan programlarını durdurduklarını söyleyen Hasgüler oralardan kaç kişinin sahte diploma aldığının araştırılması gerektiğini belirtiyor. Polisin içinde bu diplomaları alanların sayısı kaç? Kaç tane ordu mensubu, müsteşar, müdür bu yolla  barem yükseltti? İddia edildiği gibi İran ordusuna da diploma satıldı mı? Cevap bekleyen bunun gibi daha pek çok soru varken Türkiye'nin krize el koyması soruşturmada sona gelindiğinin bir işareti mi, göreceğiz.

                                                                  /././

İlk kadın başkan olacak (Nurcan Gökdemir)
Eskişehir, CHP’nin en güçlü olduğu kentlerden. 25 yıldan bu yana belediye başkanlığı koltuğunda siyasetin duayen isimlerinden Yılmaz Büyükerşen oturuyor. Büyükerşen’in yerini bıraktığı Genel Sekreteri Ayşe Ünlüce, kentin ilk kadın belediye başkanı olmaya en yakın isim.

Eskişehir, Yılmaz Büyükerşen; Yılmaz Büyükerşen Eskişehir’le anılır. Sadece siyasette değil başta Anadolu Üniversitesi olmak üzere kentin simgesi niteliğindeki pek çok alanda damgası görülen Büyükerşen, son 25 yılda da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı. Büyükerşen, ilerleyen yaşının yol açtığı dezavantajlar nedeniyle bu yerel seçimde aday olmadı. Son beş yılda kentin yönetimini fiilen üstlenen Genel Sekreteri Ayşe Ünlüce’yi "Eğer eğitimde, şehircilikte emeklerim olduysa hakkımı sizlere helal edebilmek için Ayşe Hanım’a oy vermenizi istiyorum" diyerek Eskişehirli seçmene emanet etti. CHP Genel Merkezi’nin, yeniden aday olmayı istediği bilinen Büyükerşen’e vefasızlık göstermemek için sabırla kararını beklediği Büyükerşen’in adaylıktan vazgeçmekte gecikmesi nedeniyle yarışa biraz geriden başlayan Ünlüce, yoğun bir kampanya ile bu gecikmeyi telafi etmeye çalışıyor. Bu yerel seçimler, Büyükerşen’in aday olduğu dönemlerde yaşanan “sonucu baştan belli” seçimleri gibi değil. Ünlüce, adaylığının kesinleştiği gün itibarıyla soluksuz bir kampanya yürütüyor. Ancak uzun yıllardır ilk kez “Eskişehir’de belediye el değiştirir mi?” sorusu da sorulmuyor değil.

Büyükerşen kadar rahat bir seçim kampanyası yaşamıyor Ayşe Ünlüce. Yapılan tüm anketlerde CHP yine önde ancak aradaki farkın yüzde 2’ye kadar düştüğü sonuçlar da yayımlanıyor. Son 25 yılın aksine bu seçimdeki tedirgin havanın nedenlerine ilişkin anlatılanlar şöyle: “Büyükerşen isminin eksikliği hissediliyor. Ayşe Ünlüce’nin, belediyeciliği iyi bilen, çalışkan, sosyal ilişkilerinde güçlü bir isim olmasına karşın adaylığının açıklanmasında gecikilmesi kampanya açısından olumsuzluk yarattı. Büyükşehir için CHP’nin Büyükerşen’den sonra akla gelen iki ismi Odunpazarı ve Tepebaşı’nın başarılarıyla tanınan isimleriydi ve bu isimler yerine Ünlüce’nin aday gösterilmesi örgütte kırgınlık yarattı. Ancak büyük ölçüde bu sorun aşıldı.” 

Son yerel seçimde Millet İttifakı ortağı İYİ Parti bu seçimde kendi adayıyla yarışıyor. Genç bir iş insanı olan Melih Aydın’ın adaylığı da CHP’nin son yerel seçimde yüzde 52 olan oy oranına ulaşmasını imkânsız hale getiriyor.

AKP’NİN TRANSFER ADAYI

Ayşe Ünlüce’nin en yakın rakibi İYİ Parti’den istifa ederek AKP’ye katılan eski milletvekili ve iş insanı Nebi Hatipoğlu. AKP’ye katılım süreci; milyon dolarlarla ifade edilen transfer ücreti, ihale ve teşvik iddialarına konu olan Hatipoğlu, tüm bunlara karşın Ünlüce’yi başkanlık yarışında zorluyor. Seçilmesi durumunda gazetecilere maaş vereceği yönündeki açıklamalarıyla tepki çeken Hatipoğlu’nun kampanyasında kullandığı “kentsel dönüşüm, trafik sorunu ve pahalı su” sorunlarının halkta karşılık bulduğu ancak kazanmasına yetmeyeceği yorumları yapılıyor.

AKP’nin CHP’nin kalesi olarak bilinen bu kentin belediye başkanlığını kazanabilmeyi önemsediği biliniyor. Özel önem verilen tüm diğer kentler gibi bakanlar bu kentte de kampanyaya destek veriyor. Son olarak Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in kente gelmesinin AKP’nin bu kenti kazanmayı çok istediğini gösterdiği yorumları yapılıyor.

YRP, AKP’Yİ ZORLUYOR

YRP’nin sevilen bir isim olan eski Vali Kadir Çalışıcı’yı aday göstermesi de AKP oylarını tehdit eden bir faktör olarak öne çıkıyor. Partisine kızan AKP’li seçmenin protesto oylarının bu isme gitmesinin AKP açısından olumsuzluk yaratacağı görülüyor.

Eskişehir yerel seçim sürecinin sonucu merak edilen illerinden. “25 yıllık CHP dönemi sona erecek mi, CHP Ayşe Ünlüce ile yerel iktidarını koruyacak mı?” sorusunun yanıtının görülmesine kısa süre kaldı. Ancak Ünlüce’nin son yerel seçimdeki yüzde 52’lik oy oranını yakalamasının zor olacağı ifade edilmekle birlikte Eskişehir’in CHP’de kalacağı görüşü kente hâkim.

∗∗∗

“ESKİŞEHİR’İN GÜZEL HİKÂYESİNİN 2’NCİ BÖLÜMÜNÜ YAZACAĞIZ”

31 Mart yerel seçimlerinde belediye başkanlığına aday oldunuz. 25 yıllık Yılmaz Büyükerşen belediyeciliğinin ardından bu göreve aday olmak sizin için ne anlama geliyor?

Sizin de ifade ettiğiniz gibi Türkiye’de “Yılmaz Büyükerşen belediyeciliği” diye bir gerçek var. Bu kavram aslında yerel yönetimlerin de el kitabı niteliğinde. 1999 yılından bugüne, her dakikası paha biçilmez bir öğreti içeren bu belediyecilik anlayışının temelinde, sorunları çözme becerisi ve bunu da her türlü imkânsızlığa ve zorluğa göğüs gererek başarmak var. “İktidar desteği olmadan belediyecilik yapılamaz” sözünün geçerli olmadığı şehirdir Eskişehir.

Ben de bu başarı hikâyesinin son 5 yılında Genel Sekreter olarak Yılmaz Hocam ile çok yakın çalıştım. 25 yılın ardından bu vizyoner, halkçı ve sosyal belediyecilik bayrağının bana devrediliyor olması elbette çok onur ve gurur verici.

Diğer yandan baktığımızda bu adaylık sıradan bir başkan adaylığı değil. Burada 25 yıllık büyük bir emeğin emanet edilip, “Haydi şimdi Eskişehir’i daha ileriye taşıma sırası sende” denmesi gerçekten çok kıymetli. Sorumluluğumun farkındayım. Eskişehirliler ile bu güzel hikâyenin ikinci bölümünü birlikte yazmaya devam edeceğiz. Tüm Türkiye’ye ilham kaynağı olan bozkırın ortasındaki bu şehircilik başarısının çağdaş, Atatürkçü, aydın bir Cumhuriyet şehri olan Eskişehir’imizde kesintisiz bir şekilde sürdürüleceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Eskişehir’in ilk kadın Büyükşehir Belediye Başkan adayı olmamda Sayın Genel Başkanım Özgür Özel, parti meclisimiz, Yılmaz Hocam ve Eskişehirlilerin bana olan inancı ve güveni, hayatımın en anlam yüklü görevlerinden biridir. Bu görevi Başkanlıkla taçlandırarak 1 Nisan sabahı güzel şehrimle büyük bir aşkla hizmet edecek olmanın heyecanını ve mutluluğunu şimdiden hissediyorum diyebilirim..

Eskişehir’in yoksulluk başta olmak üzere temel sorunlarına yönelik çözüm önerilerinizi paylaşır mısınız?

Yakın zamanda yaptığımız lansman toplantısında projelerimizin detaylarını kamuoyu ile paylaştık. 70’ten fazla proje içeren Dengeli Kalkınma Modeli ile Eskişehir’de her bireyi kapsayan, merkezden kırsala dengeli ve birlikte büyümeyi hedefliyoruz. Diğer yandan ülkemizdeki derin yoksulluk can acıtan bir noktaya ulaşırken Eskişehir’de başta kadınlar ve dezavantajlı gruplar olmak üzere istihdamı önceleyen, bireylerin ekonomik bağımsızlığını amaçlayan bir yol izleyeceğiz.

Engelli bireyler, yaşlılar, çocuklar ve dezavantajlı gruplar için eğitim, sosyal, kültür-sanat, destek çalışmalarını hayata geçireceğimiz Kıdemliler Yaşam Merkezi, Emek Lokali, Otizm Yaşam Merkezi, Ekolojik Çocuk Kreşleri, Kadın Destek Merkezleri, kültür sanatın kalbi olacak Aura Parklar, Gelenek Parkı ile farklı bir aşamaya taşıyacağız. Ulaşımda raylı sistemler, bisikletli ulaşım, elektrikli otobüslerle çevreci ulaşım gibi uzayıp giden ve birbirini destekleyen projeler zinciri hazırladık. Tabi hepsinin önünde elbette ekonomik tablonun yarattığı ortam var. Keşke hiç ihtiyaç olmasa dediğim yeni Halk Ekmek Fabrikamızı günlük 300 bin ekmek üretecek şekilde hayata geçirdik. Yeni aşevi kuruyoruz. Bunun yanında sosyal kart ile bu alanda önemli bir desteği de sağlayacağız. Sosyal konut projeleri ile dar gelirli vatandaşlarımızın barınma sorununa çözüm olacağız. Diğer yandan halk et ve halk bakliyat ile halkımıza ucuz gıdaya erişimi sağlayacağız. Bunu da kırsaldaki vatandaşlarımızla sözleşmeli tarım ve sözleşmeli hayvancılık modeli ile yaparak ekonomik bir döngü kuracağız. Tarım ve hayvancılığı güçlendireceğiz. Kooperatifleşmeye destek vererek e-ticaret konusunda yol gösterici olacağız ve yerel markalar oluşturup ürünlerin pazar sorununu aşacağız. Kent yoksulluğunu azaltmak üzere lokomotif görevini üstleneceğiz.

Genç işsizliğe karşı ise teknoloji ve inovasyon merkezini kuracağız. Öğrenci lokantaları, konukevleri, gençlik merkezleri, sosyal kütüphaneler ile gençlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Nitelikli insan gücünü şehrimizde tutmaya kararlıyız. Şehir turizmini kent-kırsal bütünlüğü ile büyük bir ekonomik kazanca dönüştüreceğiz. Ulaşım altyapısını güçlendirecek, enerjide güneş enerjisi yatırımlarına ağırlık vereceğiz.

Projelerimizi tek tek anlatırsam daha da uzayabilir. Temelinde belediyeciliği bilen, işin mutfağından gelen birisi olarak şunu çok net söylemek istiyorum. Sorunların çözümüne odaklanan, ayağı yere sağlam basan, sırf oy uğruna verilmiş vaatlerle değil toplumumuzun ve kamu yönetiminin gerçekleri ile örtüşen ve uygulanabilir projelerle şehrimizi her alanda geliştireceğiz. Bu gelişim sadece ekonomik, sadece sanatsal, sadece spor ve sosyal açıdan olmayacak. Projelerimizin hepsi bir pazılın parçaları gibi yerli yerinde ve herkesin mutlu olduğu bir şehir hedefiyle aşama aşama hayata geçecek.

Seçilmeniz durumunda Eskişehir’in ilk kadın belediye başkanı olacaksınız. Kadınların ihtiyaçlarını ve deneyimlerini gözeten eşitlikçi ve destekleyici bir kentsel planlama ve yönetim yaklaşımı açısından neler planlıyorsunuz?

Yıllarca sivil toplum kuruluşlarında görev almış, hak temelli kadın çalışmalarında aktif rol üstlenmiş birisi olarak bu alanda çok büyük deneyimlerim oldu. Eskişehir Barosu Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kadın Hakları Komisyonu Başkanlığı, Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonu (TÜBAKKOM) Yönetim Kurulu Üyeliği ve İç Anadolu Bölge Temsilciliğinin yanında Eskişehir Kadın Platformu’nda aktif olarak çalıştım. Yerel Gündem 21 hareketinin Kent Konseyi sürecinde Kadın Meclisi Yürütme Kurulu başkan yardımcılığı ile Eskişehir için büyük bir kazanım olan Büyükşehir Belediyesi Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi’nin kurulmasında aktif rol aldım. Burada da uzun yıllar gönüllü hukuk danışmanlığı yaptım. Kaldı bu merkezi kurduğumuzda henüz ülkemizde bu konu konuşulmuyordu.

O merkez ile Eskişehir’de 40 binden fazla kadına eğitim verildi, hukuki destek sağladık. Halen de devam ediyor. Özellikle kadınların ekonomik özgürlüğüne yönelik kadın kooperatiflerini desteklemeyi sürdüreceğiz. Sağlıktan eğitime, istihdamdan kadına yönelik şiddetin önlenmesine kadar uzanan çeşitli müdahale alanlarında kadınların asla yalnız olmadığını gösteren kadın dayanışmasını her alanda güçlendirmeyi sürdüreceğiz.

Kadınların kamu ya da özel sektör fark etmeksizin yönetim kademelerinde eşit temsiliyet mücadelesini cesaretlendireceğiz. Yollar, kamusal açık alan ve parklar, toplu taşım araçlarının kullanımı ve özellikle de tek başlarına kullanımları açısından kadının gücüne inanan Eskişehir’in lider kent olma yolunda projelerimizi kadını önceleyen bir bakış açısıyla hayata geçireceğiz. Mekânsal kısıtlamaların olmadığı, kırsaldan kente kadının her alandaki varlığını kentin yönetim politikasının merkezine konumlandıracağız.  Sivil Toplum Kuruluşları Merkezi ile kadınların örgütlü mücadeleye daha çok dâhil olmasını sağlayacağız.

Yeni dönemde kadın merkezlerinin sayısını arttıracağız, kadının özgürleşmesi, eğitimde, iş hayatında yükselmesi için çalışacağız. Kadını desteklemek adına yaşlarını, farklılıklarını, önceliklerini gözeterek Eskişehir’de her noktaya hizmet götüreceğiz. Kadın elinin değdiği bir şehir sözünün geçtiği her yerde ilk akla gelen şehir Eskişehir olacak. Bunu da Eskişehirli kadınlarla birlikte başaracağız.

Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçeleme ve eşit yurttaşlığın önündeki bakım yükü engelinin kaldırılması açısından nasıl projeleriniz bulunuyor?

Kadınların sosyal hayata eşit katılımı ve statülerinin iyileştirilmesi ancak ücretli, güvenceli işlere kavuşmaları ile mümkün olacaktır. Bu konudaki çalışmalara baktığımızda kadınların çalışma hayatına düşük katılımının başta gelen sebebinin ücretsiz ev emeği ve bakım sorumluluklarından kaynaklandığını gösteriyor. Kadın evde eş, anne, bakıcı, aşçı, temizlikçi gibi çeşitli kategorilerde görünmeyen emeğiyle geride bırakılmasını önlemek, çok önemli bir görev olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye'de Kadın Erkek Eşitliğine Duyarlı Planlama ve Bütçelemenin Uygulanması projesine seçilen pilot illerden biri Eskişehir’dir. Bu konuda Eşitlik Birimi ile Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmalarımızı yoğunlaştırdık. Toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçelemeyi başarıyla uyguluyoruz.

Tabi bakım yükünün kaldırılması konusunda engelli ve bakıma muhtaç bireylere yeni destek merkezleri, ESMEK ile mesleki eğitimlere ve kurslara katılmak isteyen kadınların çocuklarına yönelik oyun evleri, ücretsiz kreş imkanı, kıdemliler yaşam merkezi ile yanlarında olacağız. Kadınların aile ekonomisine katılmasını sağlayacak istihdam yaratıcı tarımdan sanayiye, hayvancılıktan turizme kadar geniş bir yelpazede projeleri hayata geçireceğiz. Kooperatifleşme, şirketleşme, e-ticaret gibi alanlarda kadın girişimcilere pozitif ayrımcılık yaparak onların cesaret ve iham veren gücünü ortaya çıkarmasını sağlayacağız. Kadının ekonomik özgürlüğünün yolunu açacağız. Sosyal, kültürel ve sanatsal olarak desteklemeyi sürdüreceğiz.

Kadınlarımızın donanımlarıyla, üretimleriyle, eğitimleriyle, geleceği dönüştürecek vizyonuyla eşit yurttaşlık önündeki bütün engellerin kaldırıldığı bir şehir, en büyük hedeflerimizdendir.

Eskişehir’de taban ittifakını sağlayabileceğinize inanıyor musunuz?

Şunu çok net söyleyebilirim ki; sahada bunu sağladığımızı görüyorum. Tabi ben buna taban ittifakı yerine Eskişehir İttifakı diyorum. Adaylığımın açıklandığı 10 Ocak tarihinden bu yana gece gündüz Eskişehir’in her noktasında ziyaretler yapıyoruz. Gittiğimiz yerlerde hangi partiye gönül verirse versin, hangi partiye oy verirse versin tüm hemşehrilerimden büyük bir ilgi ve sevgi görüyorum.

Aramızda çok sıcak ve güzel bir bağ oluştu. Eskişehir’in geleceğinin belirleneceği bu seçimin önemi konusunda partisi, görüşü ne olursa olsun herkes çok duyarlı. Konuşmalarımız salt bir seçim çalışması gibi olmuyor. Köyde, ilçede, mahallede, sokakta, kahvehanede nerede olursak olalım dertleşiyoruz, nasıl bu sorunu çözeriz diye fikir alışverişi yapıyoruz. Seçim sürecinde birbirimize sımsıkı tutunarak Eskişehir’i daha yukarılara çıkarmanın heyecanını yaşıyoruz. Nereye gitsek, “Eskişehir’e kadın belediye başkanı çok yakışır. Yılmaz Hoca’dan sonra sizi destekliyoruz.” sözleri ile karşılaşıyorum. Son dönemde çeşitli anketler yayınlanıyor. Oysa gerçek anket sokakta. Ben sokağın sesine bakıyorum.

Sadece Büyükşehir değil merkezde Odunpazarı ve Tepebaşı, kırsalda bulunan 12 ilçeden de büyük kısmını kazanacağımızı düşünüyorum.  Buna tüm kalbimle inanıyor ve bunu da sahadaki gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Eskişehir İttifakı, tüm ülkeye en güçlü mesajı sandıkta verecek.

Ayşe Ünlüce olarak diyorum ki; 31 Mart’ta Eskişehir için kazanacağız.

                                                           /././

Sandığa sırt çevirme!(Zafer Arapkirli)

Yalana - dolana, hileye - hud'aya, sahtekârlığa başvurmadan siyaset yapan insanların anlatımlarına ve çağrılarına yeterince olumlu tepki vermeyen, ama bunun tam tersini yapanların sürekli olarak ve değişen parti isimleri altında iktidar oldukları bir ülkede, halkın "sandıklı - seçimli demokrasiye" güveninin erimesi normaldir.

İlk cümlenin girişinde sözünü ettiğim görüşte ve kalibredeki insanların her defasında hayal kırıklığına uğradığı ve hep "Demek ki biz anlatamıyoruz" diye, bence yanlış yorum yaptıkları bir ülkede siyasetten "iki taraflı soğuma", yani adayın da seçmenin de umudunu yitirmesi de anlaşılabilir bir tepkidir.

Ama, sandığa güvenin yitirilmesi ile umudun sıfırlanması söz konusu olduğunda (ki bunun çok güçlü emarelerini etrafımızda çok sık görmekteyiz) verilecek tepkinin, yani "sandık boykotunun" bireysel düzeyde hayata geçirilmesi hiçbir şey ifade etmez.

Bunu örgütlü ve etkili biçimde, dahası sonucu tayin edici oranlarda yapamadığımız takdirde, muktedirlerin umurunda bile olmayacağı gibi, bu çürük ve iğdiş olmuş sistemin devamında da rol oynaması kaçınılmazdır.

Yakın geçmişteki her seçimde olduğu gibi bu kez de "Ortaya konulan sandık ve oy kullanma sistemi ile oyların sayım sisteminin çok büyük ve ağır hileye ve manipülasyona açık olduğunu, propaganda sürecinden ve imkanlarından başlayarak sonuçların tasnifine kadar büyük bir adaletsizlik ve usulsüzlük yaşanabileceğini" ben de savunuyorum.

Ancak bu gerçeğe, bu olguya dikkat çekmem, örgütsüz biçimde bu seçimlerin boykot edilmesini savunmak anlamına da gelmez.

Çünkü, bu koşullarda "sandığa sırt çevirmenin, demokrasiye sırt çevirmek anlamına geleceğini", sorunlarımızın çözümüne de katkı bulunmak yerine erteleyeceğini, hatta daha ciddi sorunlar içine düşmemizi beraberinde getireceğini de anlamamız gerekiyor.

∗∗∗

Pazar günü, mahalli idareler seçimi için sandık başına gitmeyip evimizde oturmak ya da "Pikniğe, yazlığa, yurtdışına filan kaçmak" açıkça, bu ülkede (bütün arızalarına rağmen, paldır küldür de olsa işletilmeye çalışılan) demokrasiyi sahipsiz bırakmak anlamına gelecektir.

Pazar günü sandıktan uzak durmak, emeklinin ve emekçinin hakları için verdikleri mücadeleyi "boşlukta bırakmak", hak hukuk ve adalet için verilen mücadeleyi, adaletsizliklerin ve katliamların hesabının sorulması için verdiğimiz savaşı da sahipsiz bırakmak olacaktır.

Pazar günü yerelde de olsa "anahtarı - mührü" kime teslim edeceğine ya da teslim etmeyeceğine karar verme yetkisinden feragat etmek, soygun ve hırsızlık düzenine, yağma düzenine karşı bir tek sesin bile eksilmesi, dolayısıyla daha cılız bir ses çıkmasına yardımcı olmak anlamına gelecektir.   

Pazar günü "Bana ne? Batsın bu ülke" denebilecek bir tavrın altına imza atmak, ödediğimiz vergilerin, vatandaş olarak bize hizmete dönüşmesini değil de, hırsızların, 5'li 10'lu 20'li çetelerin ve rantiye tayfasının cebine hortumlanmasını kabul etmek sayılacaktır.

Pazar günü "Bir oydan ne olacak abi? Nasıl olsa yine bildiklerini okuyacaklar"  diye sessiz kalıp bir köşeye çekilip izlemek, son 22 yılda uğradığımız tüm haksızlıkların ve adaletsizliklerin, yıkılan hayatların, söndürülen ocakların devamına onay vererek, daha da katmerlenmesi için bir tuğla da bizim koymamız demek olacaktır.

Pazar günü oyumuzu attıktan sonra, sırtımızı dönüp hayatımıza devam etmek,  (bizzat sayım ve tasnif aşamasında da aktif olarak bulunup) sandığa sahip çıkmamak bile, hırsıza ve uğursuza meydanı bırakmakla eşdeğer sayılmalıdır.

∗∗∗

İşte bütün bunları düşünerek, o gün oy verme yeterliliğine sahip herkesin bu bilinçle hareket etmesi ve sandığa sırtını dönmek yerine, bu topraklarda "çarpık ve arızalı" bile olsa demokrasiye sahip çıkıp, makus talihimizi yenebilmek için önümüze gelen bu periyodik fırsatı bu kez daha iyi kullanmak gerektiğine inanmalıyız.

En başta da yazdığım gibi, "sandığı boykot" da demokrasilerde kimi zaman bir direniş biçimi ve meşru bir tavırdır. Ama bunun kitlesel, örgütlü ve tayin edici, ses getirici olmayan boyutta yapılmasının hiçbir yararı yoktur. Şu an böyle bir örgütlülük ne parti ne de başka tür bir örgütlenme bazında gerçekleştirilebilecek durumda değildir.

O nedenle sandığa, geniş kitlelerin; ezilen, sömürülen, hor görülen, itilip kakılan, iliği kemiği emilen kitlelerin inisiyatif alıp, oy kullanıp "nobran, ceberut ve faşist muktedire bir ders verme" fırsatı olarak değerlendirmesinin zamanıdır.

Medyamızda bir süredir "moda haline gelen" ve bence gazetecinin asla yapmaması gereken "Oyumu kime vereceğim" beyanında bulunmayı yanlış bulurum. Gazeteci milleti olarak, parti - kurum - cemaat vs. oluşumlar ile mesafeli duruşu ve "oy yönlendirmeye" tevessül etmediğimi her seçimde beyan ederim.

Ancak bu seçimde, geçmişte de olduğu gibi, "Kime/kimlere verilmeyeceğini"  gayet iyi bildiğimizi ve bu nedenle oyu kullanırken bu "istenmeyeni" hatırlamak gerektiği ortadadır.

Vatana, millete hayırlı olsun.

Ama pazar günü yataktan kalkar kalkmaz ilk işimiz oyumuzu kullanmak, sonuçlar belli olana kadar da vereceğimiz oya sahip çıkmak, hırsıza hakkımızı yedirmemek, görevimiz olsun.

(BİRGÜN)

KISA Gündem Başlıkları - 29 MART 2024 -

 

Mansur Yavaş, Turgut Altınok’a açılışını yaptığı Cumhuriyet Kulesi’ni sordu: “Maliyeti 1 milyar lira. O parayı, Bala'ya, Haymana'ya, Evren'e harcasan olmaz mıydı?’(T24)

ABB Başkanı ve CHP Başkan Adayı Mansur Yavaş, Şereflikoçhisar Belediye Başkan Adayı Mustafa Koçak ile Şereflikoçhisar'da İftar Programı'na katıldı. Yavaş, rakibi Turgut Altınok'a geçen hafta açılışı yapılan Cumhuriyet Kulesi üzerinden tepki gösterdi. Yavaş şunları söyledi: “Değerli hemşehrilerim teraziye koyacaksınız. Hizmet adı altında bugün açtığı kulenin maliyeti 1 milyar lira. Yapılanın kötüsü olmaz ama 1 milyar. İki gün önce asansörde insanlar kaldı. Her tarafı dökülüyor. Niye? Ankara manzarası seyredeceklermiş. Çok acil ya. Ben de diyorum ki o kuleyi koyduğun yerden Şentepe'deki bir evin balkonu daha güzel Ankara manzaralı. 1 milyar yatırmaya değer miydi oraya? İşte bunlar biz eser yaptık diye. Birisi kule yapar öbürü Ankara girişlerine kapı yapar. Onun da maliyeti 350 milyon lira. Kime ne faydası var onun? Estetik yönü de yok. 350 milyon lirayı Şereflikoçhisar'a harcasaydın olmaz mıydı? Bala'ya, Haymana'ya, Evren'e harcasan olmaz mıydı? O parayı, Şereflikoçhisar'a harcasaydın olmaz mıydı? Bala'ya, Haymana'ya, Evren'e harcasan olmaz mıydı?""(https://t24.com.tr/haber/mansur-yavas-turgut-altinok-a-acilisini-yaptigi-cumhuriyet-kulesi-ni-sordu-maliyeti-1-milyar-lira-o-parayi-bala-ya-haymana-ya-evren-e-harcasan-olmaz-miydi,1158164)

Erbakan'dan AKP'ye üç şart: Yapılırsa İstanbul adayımızı seçimden çekmeye hazırız(T24)
Hatay'da açıklamalarda bulunan Yeniden Refah Partisi (YRP) Genel Başkanı Fatih Erbakan, seçimlere günler kala İBB adaylarını çekmek için AKP'ye 3 şart koştu. (https://t24.com.tr/haber/erbakan-dan-akp-ye-uc-sart-yapilirsa-istanbul-adayimizi-secimden-cekmeye-haziriz,1158152)

Datça'da seçim: CHP’nin 25 yıllık kalesi yıkılır mı?(Ümit Buget-duvaR)

'Ev sahibi' CHP'nin favori olduğu Datça seçimlerinde altı okun iki ciddi rakibi var. Biri Cumhur İttifakı'nın kıdemli adayı Feyzullah Gülada, diğeri ise bağımsız aday Mesut Yar.(https://www.gazeteduvar.com.tr/datcada-secim-chpnin-25-yillik-kalesi-yikilir-mi-haber-1679775)

Ölen milli sporcunun ailesi 4 milyon TL alıp şikayetten vazgeçti, sanık tahliye oldu(duvaR)

Kayseri'de tıra arkadan çarpan araçta hayatını kaybeden 21 yaşındaki sporcu Buket Kaya'nın ailesi 4 milyon TL'lik protokol imzalayıp şikayetten vazgeçti. 15 yılla yargılanan sanık tahliye edildi.(https://www.gazeteduvar.com.tr/olen-milli-sporcunun-ailesi-4-milyon-tl-alip-sikayetten-vazgecti-sanik-tahliye-oldu-haber-1679951)

BBP'li başkandan 'Oy vermeyeceğim' diyen 70 yaşındaki seçmene yumruk(soL)

Antalya'nın Serik Belediye Başkanı ve Büyük Birlik Partisi (BBP) Başkan Adayı Enver Aputkan, Memduh Bey Caddesi'nde esnaf ziyareti yaptığı sırada emekli esnaf Muhammet Büyükkaya (70) ile karşılaştı. Büyükkaya, iddiaya göre kızını haksız yere işten çıkardığı gerekçesiyle Enver Aputkan'a oy vermeyeceğini söyleyerek tepki gösterdi. Bunun üzerine tartışma yaşandı. Çevredekiler araya girip, Enver Aputkan'ı sakinleştirmeye çalıştı. DHA'nın haberine göre bu sırada Aputkan, Muhammet Büyükkaya'nın yüzüne yumruk atarak, tartakladı. Çevredekiler araya girerek tarafları ayırdı. 

İstanbul'da büyük yangın: Dumanlar 3 ilçeden görülüyor!(Cumhuriyet)

Son dakika haberi... İstanbul'da halı deposunda çıkan yangın gökyüzünü kara bulutla kapladı. Duman Bağcılar, İkitelli ve Gaziosmanpaşa ilçelerinden de görülürken, olay yerine çok sayıda ekip sevk edildi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/son-dakika-istanbulda-buyuk-yangin-dumanlar-3-ilceden-goruluyor-2190963)

İstanbul'un 'kitaplı' tek büyükşehir adayı: 'Şehremaneti yıkıp komünün yolunu açacağız!' - Emre Alım / soL-Söyleşi

 

TKP'nin İstanbul adayı Orhan Gökdemir'le son kitabı ''Tarih Sözlüğü''nü, Aydınlanma'yı, kavramlar üzerindeki mücadeleyi, belediyenin anlamını ve İstanbul'u konuştuk.

Yaklaşan yerel seçimlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi için onlarca aday yarışıyor. Neredeyse tamamı müteahhit veya gayrimenkul zengini. Projelerinin tamamlanmış modellerini gösterip, birbirinden pek farklı olmayan vaatlerini anlatıyorlar. Adaylardan biriyse bu profile uymuyor.

Türkiye Komünist Partisi'nin İstanbul adayı Orhan Gökdemir, gazeteci ve yazar. ''Projeniz nedir'' sorusuna kararlı bir ifadeyle ''El koyacağız ve yıkacağız'' diyerek yanıt veriyor. Dev bir holdinge benzettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne CEO olmak istemediğinin altını çiziyor. 

Orhan Gökdemir, mevcut adaylar arasında ''kitaplı'' tek aday. Felsefen dine, cumhuriyetten laikliğe çeşitli konularda 20 kitabı bulunuyor. Son kitabı ''Tarih Sözlüğü'' Gökdemir'in adaylığı sürecinde yayınlandı. ''Yeni bir Aydınlanmaya giriş'' alt başlığını taşıyan kitabı Voltaire'in ''Felsefe Sözlüğü''nden esinlenerek kaleme almış.  

Bir ''sözlük girişimi'' olarak nitelediği kitabıyla kavramları silkeleyip, düşenleri ayağa kaldırıp, birbirlerine bağlamayı ve sadeleştirmeyi amaçlıyor. Halk, burjuva, yolsuzluk, NATO, Nakşibendi, sadaka ve mülkiyet bu kavramlardan sadece birkaçı.

Gökdemir, sözlüğünde yeniden anlamlandırdığı bu kavramları Başakşehir'den Arnavutköy'e halkla buluştuğu kentin birçok noktasında test etmiş. Karşılaştığı tepkileri sözlüğün ''doğru yolda olduğunun bir göstergesi'' olarak yorumluyor.

Bu test mekanlarından biri de Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'ydi. Orhan Gökdemir kitabını ve seçimleri konuşmak için geçtiğimiz Salı burada gençlerle bir araya geldi. Ama söyleşiden önce soL'un sorularını yanıtladı.

Seçtiğiniz kavramlar, başlı başına belirli bir bütünlüğe işaret ediyor. Yeniden tanımlanmaları hiç kolay değil ve aynı zamanda bir mücadelenin konusu. ''Tarih Sözlüğü'' bu mücadeleye hangi pencereden bakıyor?

Sözlükteki kavramlar dediğin gibi rastgele seçilmedi. Bunların neredeyse tamamı son 250 yılda icat ettiğimiz kavramlar. Fransız Devrimiyle başlamış diğer devrimlerle pekişmişler. Halk, cumhuriyet, laiklik, belediye, meclis, anayasa, yurttaşlık hatta vatan kavramının kendisi de böyle ortaya çıktı. Dolayısıyla bizim bugün kendimizi tarif ederken kullandığımız kavramlar çok radikal devrimlerin sonucu. Ama 250 yılda bu kavramlar sıklıkla düşmüş, yıkılmış. Fransa’da cumhuriyet kaç defa yıkıldı, yeniden kuruldu. Zaman zaman ileri adımlar olmuş. Mesela Ekim Devrimi veya Türkiye’de Cumhuriyet'in kurulması gibi. Ama kısa bir süre sonra gerici ve karşı devrimci bir dalgayla karşılaşmış. 

Bu 250 yılda devrimle alakalı olanın üstüne tabiri caizse kir, toz birikmiş. Bir kısmı yıpranmış, bir kısmı anlamını kaybetmiş. Buradaki sözlük girişiminin sebebi devrimin kavramlarını silkelemek. Tamir edilmesi gerekeni tamir etmek, yenilenmesi gerekeni yenilemek, atılması gerekeni kaldırıp atmak ama bu defa yerine yenisini önermek.

             Tarih Sözlüğü: Yeni Bir Aydınlanmaya Giriş, Orhan Gökdemir, 538 sf. Yazılama Yayınevi, 2024.

Bugün güncel sorunların önemli bir kısmı bu kavramların devrimci anlamlarını yitirmesiyle ilgili. Mesela “özgürlükçü laiklik” diye bir kavram türettiler. Halbuki laikliğin doğuşunu ele alırsak, ona bu anlamda bir özgürlükçülük yüklemek neredeyse anlamsız çünkü laiklik militan bir kavram. Çünkü Katolik Kilisesi Fransa’da o eski ceberut sınıfların en korkuncu. Aynı zamanda iktisadi bir ayağı da var, büyük toprak sahibi. Devrimde yoksulların öfkesi en çok onlara yönelmiş. Dolayısıyla devrimi yapanlar inanç özgürlüğü derken, inançtan özgürlüğü anlamışlar. Yani Fransa’da Katolik olmayan başka inançtan insanlar da var, Katolik Kilisesi kimin neye inanacağına karar vermesin demişler. İnanç özgürlüğü Katolik Kilisesine haddini bildirme girişimi. Yani ‘Katolikler de gelsin, bu işe el atsın’’ gibi bir durum asla yok.

'Bir anlam yitimi var'

Biz de Cumhuriyet’i kurarken, inanç özgürlüğü dediğimiz şey tarikatların günlük hayat üzerindeki etkisini kırmaktı. Yurttaş dediğimiz kavramın özelliklerinden biri inanç özgürlüğü. Yurttaş bağımsızdır, özgürdür, kurumsallaşmış herhangi bir dinin bünyesinde değildir. O yeterince olgunlaştığı zaman neye, kime inanacağına kendisi karar verecektir. 

Burada bir anlam yitimi var. Laikliğin kendisi zaten özgürlük talep eden bir kavram. Sanki laiklik uygulanınca baskıya yol açmış gibi yeni bir inanç ortaya çıktı. Asla böyle bir şey değil. Laiklikle ilgili sorunların tamamı o devrimci cumhuriyetleri kuranların bu konuda yeterince radikal olmamasından kaynaklanıyor. 

Aydınlanmadan bu yana üretilen kavramların bazıları uzun mücadeleler sonucu korundu, bazılarıysa kirletildi. Bu kavramların düştüğü yerden ayağa kaldırmasını bir görev olarak görüyorsunuz ve "Kurmak için yıkacağız" diyorsunuz. Bu aynı zamanda "İstanbul için projeniz nedir" sorusuna da verdiğiniz yanıt. Devrimsiz dönüşüm mümkün değil mi?

250 yıllık deneyimin bize söylediği, eğer restorasyon olmuşsa artık onun yıkılmadan düzeltilemeyeceğidir. Sadeleştirirsek, Fransız Devrimi bir yıkma ve el koyma eylemi aslında. Monarşiyi yıkıyor ve onu var eden, onun arkasındaki sınıfların varlıklarına el koyuyor. 

Cumhuriyet de böyle oldu. Sultanın mülküne el koydu. Eskiden mahkemelerin duvarlarında ‘Adalet mülkün temelidir’ yazardı. Orada kastedilen mülkiyet değil, bizim vatan ya da devlet bildiğimiz şeyin ta kendisi. Adalet vatanın ya da devletin temelidir demek istiyor. Ama o zaman vatan olmadığı için bu mülk olarak görülüyor. Yani sultanı devirme eyleminin kendisi aynı zamanda bir el koyma hareketi. E sultanı devirdik, sultan ve onun oluşturduğu mekanizma artık vatanı yönetmeyecekse kim yönetecek? El koyan kimse o yönetecek. Yani halk yönetecek. 

'Halkın el koyduklarına el koymak ihanettir'

Cumhuriyet, laiklik bunların hepsi bu iki hareketten doğan kavramlar. Ama bir de karşı devrim var. Özelleştirme, devletin hızlandırılması veya kuralsızlaştırılması, meclisin etkisizleştirilmesi, cumhuriyetin tartışılır hale gelmesi. Bu durumda tersi olmuştur. Bizim yıkarak, el koyarak elde ettiklerimiz başka bir sınıf tarafından yine yıkarak ve el koyularak el değiştirmiştir. O zaman işçi sınıfının zaviyesinden baktığımızda bu sorunun çözümü mecliste bir şeyler yapmak, barışçıl yollar bulmak değil, aynı yola başvurmaktır. Çünkü yıkanlar ve el koyanlar o işlemi meşru kılacak bir de kurumsallaşmaya gidiyor. 

Özelleştirmeyle birlikte ona yasal ve ideolojik bir dayanak da oluşturuluyor. Deniyor ki, ‘Cumhuriyet’in ürettiği bu fabrikalar kötü yönetiliyor ve zarar ediyor. Biz bunları alacağız ve birdenbire kâr etmeye başlayacaklar. Hepimiz kazançlı çıkacağız’. Halbuki tam tersi, o bir el koyma ve yağmalama işi. Artık ortalıkta bir vatan olduğuna çok net söyleyebiliriz ki, özelleştirme vatana ihanet tanımına mükemmel uyan bir iş. Çünkü vatanın kendisi halkın el koymasının sonucu olduğuna göre, halkın el koyduklarına el koymak ihanettir.

Vahdettin’e vatan haini diyorlar. Vahdettin vatan haini değil. Vahdettin’in vatanı yok, mülkü var. Mülkünün haini olabilir. Vatana ihanet edenler artık saraylı, aristokrat, soylu değiller gücünü cumhuriyetten ve onun tanımladığı kavramlardan alan insanlar.

'Biz yıkacağız derken karşıda birileri zaten yıkıyor'

Bu durumda iki eylem karşı karşıya oluyor. Biz el koyacağız derken zaten birileri el koyuyor. Biz yıkacağız derken karşıda birileri zaten laik cumhuriyeti yıkıyor, halkın varlıklarına el koyuyor. Biz devrim yapacağız derken, bir yandan karşı devrim sürüyor. Artık hukukla konuşabileceğimiz bir meseleden ziyade iki sınıf bütün çıplaklığıyla karşı karşıya. Bugünkü meşruiyet de bu çıplaklıktan kaynaklanan bir şey. Yoksa 90’lı yıllarda bunu söylediğim için büyük hapis cezalarıyla yargılanmıştım.

Bu sadece Türkiye’yle ilgili bir şey değil, devrimlerin şekillendirdiği bu dünyada aynı şey var. Devrimlerin yıkıldığı yerlerde ortak sonuçlar var. Yağma, yıkma, el koyma, dinin gündelik hayatı kontrol etme girişimleri… Dedim ya laiklik militan bir şeydir diye. Biz laikliği tam olarak bunlar olmasın diye yapmıştık. Ortodoks Kilisesi Ekim Devriminden sonra çok kısıtlanmıştı. Kendini ülkenin efendisi sanan papazları ahır temizlemeye göndermişlerdi. Laiklik böyle bir şey. Bundan daha aşağısı kurtarmaz. Biz de politik olarak aynı şeyleri söylüyoruz. Tarikatları kapatacağız! Hatta bana kalırsa Diyanet’i de kapatmalıyız. Çünkü bunlar olmadığında laiklik olamaz. Laiklik kendi başına değerli bir şey değil. Laiklik olmazsa yurttaşlık da olmaz. Yurttaşlık olmazsa halk olmaz. Halk olmazsa cumhuriyet olmaz. 

Bu (sözlüğe işaret ediyor) aslında kavramları silkeleme ve birbirine bağlama denemesi. Editör arkadaşlarım yer yer tekrar olduğunu söylemişti. Tekrar bu işin doğasında kaçınılmaz olarak var. Diyanet’i tartışırken dayandığımız yerle laikliği tartışırken dayandığımız yerler arasında ortak noktalar var. Sözlüklerde tekrarlar olur. Alt başlığına uygun bir şey bu.

Önsözde yazdığı gibi her yeni dönem bir dil-tarih-coğrafya tartışması denemesi. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesinin kurulması rastlantı değil. Bir halk icat etme girişimi devrim. İcat kavramı duruma çok denk düşmeyebilir. Bunu ilk yazdığımda ‘halk icat mı edilir’ demişlerdi. Evet, halk icat edildi. Cumhuriyet’ten bu yana 100 yıllık tarihimiz bu icadın tarihi. Bazen ileriye adım atmış, bazen geriye düşmüş. En tartışmalı olduğu dönemin içinden geçiyoruz. Türkiye bu kavramlar ve tarihi itibariyle Cumhuriyet öncesine itilmiş durumda. 

'Bu sözlük doğru yolda'

Neden sözlük? Ben Voltaire’in ‘Felsefe Sözlüğü’nü çok beğenirdim. Aslında tam bir sözlük değil bugün anladığımız anlamıyla. Harcıalem maddeler. Bir yandan yerleşik kurumla kavga ediyor, zamanın o kavramlara verdiği anlamı değiştirmek istiyor ama Voltaire’in bir ayağı yerleşik düzenin içinde ve tereddütlü halleri var. Bize ilham verebilir ama bizim artık tereddüt etme lüksümüz yok. Bunu tüm çıplaklığıyla söylememiz gerekiyor. Ben bu seçim vesilesiyle bunu çok değişik yerlerde telaffuz ettim. Mesela her türden insanın geldiği Arnavutköy’de, AKP seçmeninin olduğu Başakşehir’de ve burada (Nâzım Hikmet Kültür Merkezi) aydınların, sanatçıların olduğu kalabalık bir toplantıda. 

Nasıl karşılandı?

Sadece aydınların ve sanatçıların olduğu yerde ‘Bu çok sert bir dil. Halk buna tepki gösterir’ diye bir yorum geldi. Onun dışında hiç kimse bana ‘Olur mu, ne diyorsunuz siz’ demedi. Bu, sözlüğün doğru yolda olduğunun göstergelerinden bir tanesi. Yani halk buna içgüdüsel olarak hazır. El koymazsa onun malına el konulduğunu tecrübe ederek öğrenmiş. Ama orta sınıf, bu yıkıcılığın rahatsız edici bir şey olduğunu düşünüyor. Gerçekten Voltaire’in hâletiruhiyesini anladım. Din ve dogmalara inanan halk konusunda Voltaire’in yazdıkları rahatsız edici. Ama sonunda bir yerde mutlaka o rahatsızlığı törpülemek üzere bir şeyler yapıyor. Ben yapmamaya çalıştım. Ama çalıştım deyince olmuyor bazen yapabiliyorsun. Bizim de ayağımız bu toplumun içinde sonuçta. Buradaki sorunlardan kaynaklı travmalarımız var. Bunu içinde yaşayan bir insan olarak söylüyorum. Bundan 10-20 yıl sonra okuyanlar kararını verecek.

Ilıman davranmak, dikkatli davranmak, ‘olay çıkmasın’ demek küçük burjuva hareketleridir. Halbuki felsefenin işi rahatsız etmek. Bilim hiçbir tezini rahatsız olurlar mı, olmazlar mı diye düşünerek ileri sürmez ki. O bildiğiniz söyler. Rahatsız olan olur, olmayan olmaz. Bilimin tek sınırı kendisidir. Felsefenin tek sınırı kendisidir. Bundan daha fazla bir sınır olmaz yoksa kendini inkar eder. Bu sözlüğü de o yüzden biraz serbest çağrışımla yazdım.

İçinde haddim olmayarak yazdığım evrenle, uzayla ilgili birtakım maddeler de var. Mesela felsefe tarihinde Yunanlar maddeyle uğraşmış, Mısırlılar yolculukla uğraşmış. Her dönemin arayışının bir odağı var. Modern dünyamız da yıldızlara bakıyor. Kim bakıyor? Aslında entelektüel bir azınlık bakıyor. Büyük şehirler, kalabalıkların uzayla ilişkisini tamamen kesti. Mısırlılar binlerce yıl aynı gökyüzüne baktı. Onların baktığı şeyle kurduğu ilişki bugün şehir ışıklarının kubbesi altında yaşayanlarınkiyle aynı olamaz. 

'Yeni kavramlar oluşturup sınıfla bağını kurmak lazım'

Bu kavramları bir yol açarak tartışmamız lazım. Başka alanlarda mesela modern fizikte de bir devrime ihtiyacımız var. Bizim bu alanda yaşadığımız sorunlar orada da ‘kuantum fiziği’ gibi meselelerle yaşanıyor. Kavramları silkeleme ihtiyacı orada da var. Çünkü yeni bir gerçekle karşı karşıya kaldığın zaman eski terimler duruma tam denk düşmüyor. Toplumun bu dil-tarih-coğrafya tartışmasını biraz daha ileri götürmesi lazım. 

Diyelim ki biz devrim yaptık, kavramları silkeledik. Bu yetmez, yeni kavramlar oluşturmak lazım. Bir de o kavramlarla yoksullar, işçi sınıfı arasında bağ kurmak lazım. Zamana da ihtiyacımız var. Bugün yurttaş desek kimse rahatsız olmaz ama düşünün Fransız Devrimcileri kralı, kraliçeyi yargılarken onlara yurttaş diye hitap ediyorlar. Bu ‘artık seninle eşitiz’ demek. Devrimler eşitler insanı, sonra anlamını kaybeder. Onun için birileri sözlük yazar, devrimle ilgili o ana fikri yeniden tartışmaya çalışır. Bir de denk geldi. Sözlükteki kavramlarla saha arasında bir bağ kurma şansı elde ettik. 

Şehremanetiye karşı komün

Rakipleriniz İstanbul’u bir emanet olarak görüyor bu yüzden kendilerine "şehremini" diyor. Hatta Ekrem İmamoğlu ilk şehreminin mezarına bile gitti. "Tarih Sözlüğü"nde ele aldığınız kavramlardan biri de belediye. Sizse "Belediye bir ‘komün’dür, komünist işidir" diyorsunuz. Farkı nedir bu belediyecilik anlayışlarının?

Komün, komünizmde geliyor. Esası paylaşmak. O devrimci bir iş. El koymanın sonucu. Ama şehremaneti dediğimiz şeyde sultan şehri yönetmesi için bir memur atıyor. Şehremini dediğimiz insanlar sarayın memuru. Komündeki yöneticilerse şehre el koyan yoksul halk, işçi sınıfı. Taban tabana zıt iki şeyden söz ediyoruz. 

Diyoruz ki, ey halkımız belediyenin belediye olmasını, şehrin senin şehrin olmasını, toprağın senin vatanın olmasını istiyorsan el koyacaksın. Belediyeyi alacağız, 30 şirketin üzerindeki CEO’ları değiştireceğiz, biz de üstüne baş CEO olarak oturup devam edeceğiz diyemeyiz ki. Bunu söylediğimiz zaman kendimizi inkar ederiz. El koyacağız çağrısı bu yüzden. Belki ben sözlük çalıştığım için ifade sert oldu ama bunu daha kibar bir şekilde söyleyebiliriz: Kamulaştıracağız. Ama kamu dediğimiz şey de o el koyma hareketinin sonucu olarak ortaya çıktı. Köylüler, işçiler, burjuvalar Bastille Hapishanesini bastı, içeridekileri saldı. O toplandıkları alanda artık ne Vatikan’ın müridi ne toprağa bağlı köylü ne de padişahın kuluydular. Onlar artık Fransız halkıydı. Kamusal alan ayaklanan ve orada toplanan insanların yarattığı bir şey. Kamulaştırma da el koyma dolayısıyla.

                                Orhan Gökdemir, ''Tarih Sözlüğü''nü Türkiye Komünist Gençliği'ne anlattı.

Bunu çok derin bir şey gibi anlatmaya gerek yok. Sözlük aynı zamanda bir sadeleştirme girişimi. Tecrübelerim, yeteneklerim ölçüsünde yaptığım bir şey. Bu, her maddenin yan yana geldiğinde devrimci bir düşünme biçimini tarif etmedir aslında. Örneğin, şehit. O dinsel bir paye. Şehit dediğimiz din savaşında ölen kişi demek. Gazi dediğimiz din savaşında yaralanan kişi demek. Sen eğer cumhuriyet için, halkı için silah tutan asker öldüğünde ona şehit dersen bu aynı zamanda laikliğe aykırı bir eylem oluyor. 1930’lu yıllarda Gazi Mustafa Kemal demişler. Meclis’te baya kavga olmuş bu. Laik bir düzende gazi ünvanı olmaz. Çözememişler, sonra Atatürk soyadını alınca gazi ünvanının kadük kaldığını, dolayısıyla sorunun çözüldüğünü söylemişler. Bu tartışmayı bugün yapsak… 'Askerlerimiz ne şehidi oldu' desek savcı kapımıza bile gelebilir.

'Belediyelere komün olmanın yolunu açacağız'

O halde şehremanetinin Cumhuriyet öncesine ait eskimiş bir kavram olarak kalması gerekiyordu. Bugün nasıl hortlatıldı?

Belediye bugün komünden çok şehremanetine benzeyen bir şey. Sokaklarda halk muhalefetinin olduğu dönemlerde Türkiye’de çok etkili belediye başkanları oldu. Belediye yönetimlerinin halktan kaynaklanan güçlerinin olduğu dönemler oldu. Hatta daha ileri adım atma yönünde işaretler ortaya çıktı. Fatsa’da Terzi Fikri örneği gibi. Oradaki şey belediyeden komüne geçişti. Seçimle gelmiş, halktan biri diyor ki biz bu şehri artık beraber yürüteceğiz. Yola mı ihtiyacınız var, gelin beraber yapacağız. Orada düzenin rahatsızlığı bunun açacağı kapıyı görmüş olmasından kaynaklanıyor. Yoksa o dönem Fatsa gibi küçük bir ilçede kolektif bir iş yapılması niye ürkütsün ki kimseyi. Bizim de yapabileceğimiz şey bu. Belediyelere komün olmanın yolunu göstermek, yolunu açmak. Bu aynı böylece siyasi bir programa dönüşüyor. Bir kavram tartışmasının böyle devrimci bir sonuca yol açması çok şaşırtıcı. Devletle ilgili yapmak istediğimiz şey de bu. Devleti yeniden halkın devleti haline getirmek istiyoruz. 

İstanbul’da devrimlerin, mücadelelerin izlerinin silinmeye çalışıldığı bir dönemden geçiliyor. Yağma ve rant bir kenti kimliksizleştiriyor. Çoğu zaman buna belediyeler de aracılık ediyor. Komünistler bu durumu tersine çevirebilir mi?

Komünistler dünyanın her yerinden kentlerin en muhafazakar kesimi aslında. Bizim yıkıcılığımız kente değil, mülkiyete. Mesela Fransa’da o yıkıcılığı yapanlar 1789’da devrimi yapanlar veya 1871’de komünü geliştirenler değil ki. En önemli hedef de dar sokaklar yıkmak ve oralarda barikat kurulmasına engel olacak genişlikte caddeler açmaktı. 

İstanbul’da bu ölçekte bir değişimi ilk yapanlardan biri Menderes. Geniş caddeler açılırken İstanbul’un tarihsel dokusu tahrip edildi. Şehri bir otomobil uygarlığı olmaya hazırlıyorlardı. Şehrin genişlemesi gerekiyordu. Surların içine sığan bir şehir fikrinden nefret ediyorlardı. Bugünkü şehir o 70 yıllık yağmayla şekillenmiş bir şehir. 

'Ecdat yadigarı iki camiden ibaret değil'

Ben 1969’da geldiğimde burası 4,5 milyonluk bir şehirdi. Eyüp semti şehrin banliyösüydü. Şimdi Eyüp şehrin tam merkezinde kaldı. 50 yılda 4,5 milyonluk şehir, artık tam sayısını bilmediğimiz, Gebze’den ve Tuzla’dan başlayan sonunun nerede bittiği belli olmayan bir ucubeye dönüşmüş durumda. Bu büyüklüğün içerisinde şu tarihi yarım adaya ne oldu diye konuşmak da saçma bir şey aslında. Şehir orası değil artık. Bu ölçeğin içerisinde orası insanların yaşamadığı, günübirlik ziyaret edilen, mekanlar kapanınca nüfusu sıfıra inen, turistik bir yere dönüşür. 

Halbuki bu şehrin bir diyalektiği var. Ama şu an nerede ne var belli değil. Her yerde bir yağma var. Örneğin İstanbul Adliye Sarayı bir ucube bina yaptılar. Bunu çok sık söylüyorum, içimde bir yara. Osmanlı’nın ilk ‘Anıtkabir’i adliye içinde savcı ve hakimler için çay bahçesi haline getirildi. Abide-i Hürriyet Talat’ın, Enver’in, Cemal’in, Mithat Paşa’nın, Topçu Kışlasında şeriat isteriz diye ayaklananlara karşı savaşanların yattığı çok önemli bir yer. Şehre kapattılar. Oradaki mevzunun ne olduğu halk bilmesin istiyorlar. Bunları yaparken ‘ecdat yadigarlarını yükseltiyoruz’ diyorlar. İki camiden ibaret değil ki bu. 

Az önce sorduğun şehremaneti mi komün mü sorusu altında içi boşaltılan kavramlarla birlikte kurumları da tartışmış oluyoruz. Cumhuriyetle ilgili fikir yürütmenin kendisi bu kavramla ilgili fikir yürütmeden ayrılamaz. 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları arasında kitabı olan tek isim sizsiniz. Dinden felsefeye, Cumhuriyet’ten faili meçhul cinayetlere birçok eseriniz var. ''Tarih Sözlüğü'' de 20’nci kitabınız. Bir belediye başkanının bu konular ve kavramlarla ilgili olmasının ne faydası var? Sizi ''kitapsızlar''dan ayıran ne?

Her belediye başkanı illa kitap yazsın dememiz mümkün değil ama kitapsız olmaması lazım sonuç itibariyle. Yönetmeye talip olduğu kentle ilgili asgari bilgiye sahip olması, tarihini biraz bilmesi lazım. Ecdat falan diye geçiştirebileceğimiz bir şey değil. Kent çok dinamik, içinde her boydan sınıf var. Hangi mahallede ne olduğunu az çok kestiremezsen nasıl yöneteceksin? İstiklal Caddesinde yürüyüp Beyoğlu ilçesi hakkında bilgi sahibi olamazsınız ki. Tarlabaşı’nı görmeniz, Okmeydanı’na gitmeniz lazım. İstanbul, Sultanahmet Meydanından ibaret değil ki. Başakşehir diye bir ilçesi var. Gidip orada ne olduğunu görmeniz lazım. Planları bilmeniz lazım.

'Yağmalamaya 'kitapsızlar' talip'

E bir de bu konuyla ilgili olmanız lazım. Ben sadece kitap yazma vesilesiyle değil, aynı zamanda kamu yöneticisiyim. Üniversitede aldığım eğitim de bu mesele üzerine. Arkadaşların tek işi var: İnşaat. İki yüz tane işi müteahhitlik olan aday var. Hepsi gelip inşaat yapmaya hevesli. Bu şehirde inşaat en son düşünülecek işlerden biri. Müteahhitlikten başka meslek, sermaye birikiminden başka birikim bırakmadılar geriye. Ekrem İmamoğlu mal varlığını açıkladı. En mütevazi de onunki. Malvarlığı içinde saymadığı 3 tane ne desem saray mı, villa mı çıktı. Bu iki şeyi gösteriyor. Bir, İstanbul’da ne kadar büyük bir rantın olduğunu. İki, bunun ne kadar orantısız ve acımasız paylaşıldığını.

Bütün mesele Türkiye’nin en büyük holdingi olan, bütçesi birçok bakanlıktan fazla olan, içinde 100 bin emekçinin çalıştığı devasa kaynağın üzerine oturmak, aynı düzeni sürdürmek ve oraya dayanarak yeni başka işler yapmak. Erdoğan oradan geldi ve yeni bir rejim kurdu. Ekrem İmamoğlu da arkasından yürüyerek, başka güçlere de yaslanarak Türkiye’yi düzlemeye çalışıyor. Komik bir şey söyleyeyim. Türkiye’nin son 40 yılından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin etkisini çıkarabilirsek, Türkiye’de ayakta kalan bir laik Cumhuriyet olabilir. Ne kadar acı. 

Bir kere böyle şehir olmaz. Bu sürdürülebilir değil. Sadece trafik açısından değil, deprem olsa dışarı çıkamazsınız. Sahiller Anayasa göre kamu malı ama göremiyorsunuz. Onlara el koyduk diyelim. Kamu yararına kullanalım diyemeyiz. Onları derhal yıkmamız lazım. Köprü, yol yaparak bu kente kimsenin yapacağız bir katkı yok. 

Buraya talip olmak için bunları bilmek lazım. Çünkü halk için bir şey yapmaya niyetli olmalı. Sadece yağmalamaya geldikleri için hiçbir şey bilmelerine gerek yok. Kitaplılarla kitapsızlar arasındaki fark böyle bir şey.

 Emre Alım / soL-Söyleşi 


Orhan Gökdemir kimdir?

1963 yılında Giresun'un Bulancak ilçesinde doğdu. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu.

1987 yılında Toplumsal Kurtuluş dergisi ile gazeteciliğe başlamıştır. 1988 yılında dergiye açılan davadan dolayı Yalçın Küçük, İlhan Akalın ve Hüsnü Öndül’le birlikte tutuklanıp Ankara Ulucanlar Cezaevine gönderildi.

Yeni Ülke, Gerçek, Nokta, Yön dergilerinde çalışmış ve birçok gazetede yöneticilik yapmıştır.

Yazdığı kitaplarla ilgili pek çok dava açıldı ve bu davaların bir kısmından dolayı hapis cezalarına çarptırıldı. 28 Şubat sürecinde bu kitaplardan biri olan “Öteki İslam” gerekçe gösterilerek çalışması engellendi. Mehmet Ağar’ı konu alan “Pike” ve Mehmet Eymür’ü konu alan “Eymür” kitapları hakkında pek çok dava açıldı ve cezalar aldı. SkyTürk TV ile başlayan televizyon haberciliği serüveni CNNTürk’te Enver Aysever ile birlikte yaptığı Aykırı Sorular programı ile devam etti. Hâlen soL’da yazmaya devam ediyor.

T24 KÖŞEBAŞI - 29 MART 2024 -

 

Seçim ve geçim(Çiğdem Toker)

Bursa mitinginde Erdoğan emekli maaşlarını Temmuz ayında, yılın 6 ayındaki enflasyona göre tekrar "masaya yatıracaklarını" söylemiş. Yepyeni bir müjde gibi..

İki gün sonraki yerel seçimlerde, en önemli belirleyici parametrelerden birinin emekli kesimin oyu olduğu, siyasi gözlemciler tarafından sıklıkla dillendiriliyor. Tıpkı geçen yılki genel seçim ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi.

Bu öngörü, emeklinin sandığa gidip gitmeyeceği kadar, gitmesi halinde kullanacakları tercihi de kapsıyor. Yani kullanacağı oy, haysiyet kırıcı bir beklenti sarmalına itilip, mahkum edildiği yoksulluğun hesabını sormaya mı dönük olacak yoksa "Reis ne eylerse güzel eyler" mi diyecek… Sorunun yanıtı bugünden net olarak verilemiyor. Doğaldır ki her iki ihtimal de tabloya etki edecek önemde. Aslında sandığa gitmeme riski, emeklilerden ziyade genç seçmen nüfusu için daha belirgin bir ihtimal olarak gösteriliyor ancak motivasyonları genç seçmenle aynı olmasa da emekli kesimden de oy kullanmayacağını söyleyenleri duyuyor ve görüyoruz.

* * *

Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu görüşü yabana atmıyor olacak ki, son günlerde yaptığı bütün miting ve seslenişlerde emeklilere düzenli olarak mesaj veriyor.

(Cumhurbaşkanının yerel seçimde sahaya inmesini normalleştirdiğim sonucu çıkmasın bu ifadeden.)

Gerçi bu mesajlar maaşların nasıl iyileştirilemeyeceğine yönelik gerekçelerle dolu. Ve emeklinin refahına katkısı yok ama belli ki Erdoğan'ın konuşma metinlerini hazırlayan ekip, öyle ya da böyle bu konuyu metne dahil etme ihtiyacında. Dahası, aklı başında kimseyi razı edemeyecek argümanlarla bezeme pahasına yapıyorlar bunu. Muhtemeldir ki emeklilerin sürüklendiği yoksulluğun, insanlık onuruyla bağdaşmayan koşulların, uzayıp giden ucuz gıda sırası görüntülerinin iktidara biat etmeyen medya bültenlerinde ilk gündem maddesi oluşu etkili bunda da.

Misal, Bursa mitinginde ne diyor Erdoğan? Dünyada ekonomileri zorlayan en büyük şey enflasyonmuş. Dünyada... Yani biz de bu dünyanın bir parçasıyız ve uzakta birilerinin sebep olduğu enflasyondan biz de etkileniyoruz. Sık sık Avrupa ve Amerika'nın da enflasyonu kontrol altına almaya çalıştığını söylüyor. Söylüyor ki, bu yüksek enflasyonda 22 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın, partili Cumhurbaşkanlığı denilen sistemin, faiz kararını İslami referanslarla izah ettiği dönemlerin faturası bulanıklaşsın.

Erdoğan Bursa mitinginde

Temmuz'da masaya yatacak-mış

Erdoğan'ın siyasi kariyerinde en başarılı olduğu yönlerden biri, zaten uygulanagelen, zaten bilinen bazı konuları, kendi politik başarısı veya yeni bir durum gibi sunarak kitleleri ikna edebilmesi, daha doğru anlatımla rıza üretebilmesidir.

Bursa mitinginde Erdoğan emekli maaşlarını Temmuz ayında, yılın 6 ayındaki enflasyona göre tekrar "masaya yatıracaklarını" söylemiş. Yepyeni bir müjde gibi.

Aslında Temmuz artışı yıllardır uygulanıyor. Ancak ilginç olan detay, "yılın altı ayındaki enflasyona göre" demiş olması. Burada yılın ilk altı ayını mı, yoksa temmuzdan sonraki ikinci altı ayı mı kastettiği anlaşılmıyor. Yani hedef enflasyon mu, gerçekleşen dönem enflasyonu mu?

Bu detayın önemi ise şurada:

Hangi enflasyona göre?

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in geçen sonbahardaki açıklamasını anımsıyor musunuz? Şimşek, 2024 yılı için gerçekleşen değil maaş artışının yapılacağı dönemin enflasyonunun baz alınacağını söylemişti. Çok eleştirilen bu sözlerin ardında "ücret artışları enflasyona yol açıyor" tezi yatıyordu.

Eğer Erdoğan'ın son sözleri, Ocak-Haziran dönemi gerçekleşecek enflasyonun yansıtılacağı anlamına geliyorsa bu, hesapların yerel seçimin olası sonuçlarını dikkate alarak biraz değişmek zorunda kaldığını gösteriyor. Yani emekli artışlarında hedef enflasyon değil, gerçekleşen dönem enflasyonunun uygulanacağı anlamı.

Fakat hangisi olursa olsun, mevcut tablo emeklilerin içinde bulunduğu güç koşulları kısa vadede değiştirmeye yetmeyecek. Tam da bu nedenle yerel yönetimler, yetki, güç, kapasite ve fonksiyonlarının çok üzerinde "sosyal devlet" fonksiyonu üstlendi. Yani aslında merkezi yönetimin asli görevi olan gelir eşitsizliğini gidermek, kamu kaynaklarını düzgün dağıtmak, toplumun refah düzeyini arttırmak gibi temel fonksiyonlar, bu ucube sistemin derinleştirdiği yoksulluk nedeniyle yerel yönetimlere kaydı.

Normalde kent hizmetlerinin oylandığı seçimler olan yerel seçimleri, genel seçim gibi hissetmemizin nedenlerinden biri de bu. Başka pek çok siyasi ve toplumsal nedeni var kuşkusuz ancak, geçim derdi bir çok dinamiğin önüne geçmiş görünüyor. Bütün iktidarın sahada olmasını da açıklıyor.

Sonucu ise birlikte göreceğiz.

                                                                  /././

Emniyet'te "köstebek" skandalı: Ayhan Bora Kaplan dosyasından avukata bilgi sızdırdığı iddia edilen polis görevden alındı(Tolga Şardan)

Görevden el çektirmenin gerekçesi; dosyayla ilgili maddi menfaat karşılığında Kaplan'ın vekaletine sahip avukata bilgi sızdırma iddiası

Ankara'da yürütülen en önemli adli dosyalardan birisi, organize suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla tutuklanan Ayhan Bora Kaplan'a ait olanı hiç kuşkusuz.

Halen İzmir'de tutuklu olan Kaplan'ın liderliğini yaptığı suç örgütünün, gözaltına alınmasıyla beraber pek çok ismin uykuları kaçıyor.

Yürekler Selanik.

Nasıl olmasın? Kaplan ve adamlarının verdiği ifadelerden yola çıkılarak kamuoyunda dikkati çeken birçok isme "organize suç örgütü" bağlantıları çerçevesinde ulaşmak mümkün olacak.

Bilindiği üzere sadece örgütün çatı davası yakında başlayacak.

Yanı sıra emniyet, adliye, bürokrasi ve siyasetteki uzantılarının tespitine yönelik birden fazla soruşturma henüz devam ediyor.

Devam eden mali suçlar, kara para aklama, rüşvet verme, haksız mal edinme ve memur suçlarındaki dosyalardan önemli isimlerin "ipliğini pazara dökecek" verilerin elde edilmesi mümkün. İstenmesi koşuluyla elbette.

Kısa süre bu konuda kaleme aldığım Büyüteç'te adliyenin biraz işleri ağırdan aldığına dikkat çektim. Ağırdan alma işi devam ediyor. Muhtemel ki, seçim sürecinden olsa gerek!

Ankara'da dikkat çeken avukat grubu

Kaplan soruşturması nedeniyle sadece kamu görevlileri değil, Ankara'da yargı camiası içinde yıllar içinde oluşmuş bir avukat ekibi de huzursuz.

Bugüne kadar tıpkı İstanbul'da olduğu gibi, Ankara Adliyesi'ndeki kimi savcı ve hakimlerle yoğun mesai yaparak büyük paralar karşılığında işlerin yürütülmesini sağlayan bir avukat ekibinden söz ediyorum.

Yakın geçmişte, adliyenin baro mensuplarına özel giriş – çıkış kapısı olması karşın başsavcı ve başsavcı vekillerinin kullandığı VIP kapısını kullanan, kimi yargı mensuplarıyla haşır – neşir olan bir ekip.

Sadece Ankara Adliyesi değil, yüksek yargıda özellikle Yargıtay nezdinde de epeyce aktifler.

Aslında bu işlerin içindeki hemen herkesin bildiği ama kimsenin de farklı kaygılarla pek dokunmadığı "kazan – kazan" sistemini gayet başarılı biçimde işleten bu ekip.

Şunu da ekleyim; grubun içinde sağcısı da var, solcusu da. AKP'li de var, MHP'li de var, CHP'li de var.

Poliste "köstebek" avı

Bu ekipten bazı isimler, Ayhan Bora Kaplan'dan vekalet sahibi.

Şimdi, "bir avukatın Ayhan Bora Kaplan'dan vekalet sahibi olması kadar doğal ne olabilir?" sorusu ortaya çıkıyor.

Elbette, bir avukat istediği bir kişinin, kurumun, şirketin vekaletine sahip olabilir. Bunda hiçbir anormallik yok.

İşin anormallik boyutu, temasın "vekil – avukat" boyutu içinde olup olmadığı. Suç örgütü faaliyetleri içinde yer alıp almadığı.

Birazdan okuyacağız gelişmeyle ne demek istediğim daha net anlaşılacak.

Kaplan ve ekibinin, suç örgütüyle mücadele çerçevesindeki soruşturmasını Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın koordinesinde Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi yürütüyor.

Bu soruşturmanın emniyet ayağını İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya yakından takip ediyor.

Geçtiğimiz günlerde soruşturmayı yürüten Ankara Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nde önemli bir gelişme yaşandı.

Ayhan Bora Kaplan'la ilgili dosyada görev alan –adı şimdilik bende– bir polis memuruna görevden el çektirildi.

Görevden el çektirmenin gerekçesi ise; dosyayla ilgili maddi menfaat karşılığında Kaplan'ın vekaletine sahip avukata bilgi sızdırma iddiası.

Tipik bir "köstebek" durumu.

Detayına gireyim. Kaplan'la ilgili soruşturma sırasında epeyce yüklü biçimde dijital veriye savcılık talimatıyla el konuldu.

Söz konusu verilerin incelenmesi amacıyla yine Ankara Emniyeti bünyesindeki Siber Suçlarla Mücadele Şubesi'nden uzman polisler geçici olarak soruşturma katıldı.

Tüm dijital veriler bu ekibe teslim edildi. İncelenmesi, yeni bilgilere ve belgelere ulaşılması, geçmişteki olaylar ve iddiaları destekleyici bulguların ortaya çıkarılması amacıyla hummalı bir çalışma başlatıldı.

Burada önemli olan, henüz tespit edilemeyen olası yeni iddialara yönelik taze veriler.

İşte siber suçlar uzmanı ekipteki polisin Kaplan'ın vekaletine sahip bir avukatla -ki avukatın adı da ben de mevcut- temasta olduğu iddiası gündeme geldi.

İlk araştırma sonucunda hakkında iddia bulunan polisin az önce sözünü ettiğim grup içinde yer alan Ankara'nın "tanınmış" avukata bilgi sızdırdığı iddia edildi.

Bu noktada dikkat çekici durum; polisin yeni elde edilecek taze verileri silmesi, yok etmesi, soruşturmayı etkisiz hale getirmeye çalışması.

Meslektaşlarının, köstebeklik yaptığını ortaya çıkardığı siber suçlar uzmanı polise dosyadan el çektirildi. Eski şubesine geri gönderildi. Aldığım bilgiye göre, söz konusu polisle ilgili araştırma devam ediyor.

Bakalım daha başka neler çıkacak yakın zamanda?

Tartışılan ismin ifadesi alındı

Bu arada, Kaplan dosyasında adı çokça geçen emniyet mensubu var; Alp Aslan.

Ankara Emniyet Müdürü Servet Yılmaz'ın sağ kolu denilse yeridir. Organize Suçlarla Mücadele Şubesi'nden sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısıydı.

Halen açıkta. Kaplan soruşturması sırasında bir şikayetçinin teşhis edebilmesi için teşhis tutanağına resmi konuldu.

Ve hakkında farklı iddialar çerçevesinde soruşturma yürütülüyor.

Aldığım bilgiye göre; yakın zamanda polis başmüfettişleri soruşturmayı tamamlayıp dosyayı teslim edecekler. Bundan sonrası artık disiplin kurulunun işi.

Trabzon'dan haber var: Olaylı maçta güvenlik önlemi eksiği yok!

Bir taze bilgi de Trabzon'daki olaylı maç konusunda vereyim.

Bilindiği üzere; yaşanan olayların ardından kente giden üst düzey polis heyeti, ilk incelemelerini tamamlayıp Ankara'ya döndü geçen hafta.

Aldığım bilgiye göre, aralarında genel müdür yardımcısı, daire başkanı ve polis başmüfettişlerinin bulunduğu heyet, tespitlerini sözlü olarak önce Emniyet Genel Müdürü Erol Ayyıldız'a aktardı.

Ayyıldız'la birlikte İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile görüşen heyetin tespitlerine göre, olaylı maçta alınan güvenlik önlemlerinde bir eksiklik bulunamadı!

Ekranları başında milyonların izlediği yanı sıra maçta görevli TFF Temsilcileri'nin raporlarına da yansıyan güvenlik tedbirlerindeki eksiklik, polis heyetince tespit edilemedi.

Bu durumun gerekçesini, Trabzon Emniyeti'nin bir numarası olan Murat Esertürk'ün Menzil'den destek bulması olarak açıklamak yanlış olmaz sanırım.

Kente giden heyetin, emniyetin içindeki cemaat ve dini gruplar arasında yaşanan kavgada taraf olmak istememelerinin bu sonuçta etkili olduğu yadsınmaz.

Seçim sonrasında gerçekleşecek emniyet içindeki tayinlerde Esertürk'ü çok daha iyi bir göreve, mesela Emniyet Genel Müdür Yardımcılığı'na getirildiğini görmek kimseyi şaşırtmayacak.

(T24)

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI (II) - 28 MART 2024 -

Emekçilerle ev sohbetleri: AKP ve "reis" övgüsü artık yok(İlhami ŞAHBAZ-EVRENSEL)

"Hayat pahalılığı gündemi ev sohbetlerinde açık ara önde. Sorunlar yerelde yaşansa da çözüm yerellikle yetinmeyen bir mücadeleyi gerektiriyor."(https://www.evrensel.net/haber/514355)

AKP'nin İstanbul mitingi: Katılım düşük, coşku düşük, "müjde" yok, "rozet" var(Evrensel)

Atatürk Havalimanında düzenlenen İstanbul mitingine katılım Erdoğan'ı memnun etmedi. İmamoğlu ve Yeniden Refah Partisi de Erdoğan’ın hedefindeydi. "Müjde" bekleyen emekliler ise hayal kırıklığı yaşadı  (https://www.evrensel.net/haber/514021)

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İzmir mitingi / "O eski halinden eser yok şimdi"(Pınar ÇETİNKAYA-Emirhan DURMAZ/Evrensel)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması sırasında kitlesel çıkış olurken, bir kısım ise “görevimizi yaptık” diyerek alanı boşaltmaya başladı.(https://www.evrensel.net/haber/488746)

KISA GÜNDEM BAŞLIKLARI - 28 MART 2024 -

Yaşlı yoksulluğu patlaması yaşandı(Birgün)
Derinleşen ekonomik kriz ve hayat pahalılığı yaşlıları yoksulluğa mahkûm etti. TÜİK verilerine göre yaşlılarda yoksulluk patlaması yaşandı. Ülkedeki yaşlılarda yoksulluk oranı 4 yılda yüzde 7,5 arttı.(https://www.birgun.net/haber/yasli-yoksullugu-patlamasi-yasandi-517715)

Gazeteci Demirağ: Turgut Altınok’un diploması sahte(Birgün)
Gazeteci Yavuz Selim Demirağ, katıldığı bir programda AKP'nin Ankara adayı Turgut Altınok hakkında çarpıcı bir iddiada bulundu. Altınok'un Azerbaycan'da okuduğu üniversitenin 98 yılında kapatıldığını belirten Demirağ, "98’de kaydını yaptırıyor üniversiteye. Baroda kaydı yok, diploma sahte" dedi. (https://www.birgun.net/haber/gazeteci-demirag-turgut-altinokun-diplomasi-sahte-517787)

Mide ilaçlarında yeni uygulama: 132 ilacı ilgilendiren karar(Birgün)
Hastada, etken maddeleri farklı ve birbiriyle eşdeğer olmayan 6 grup mide ilacından biri varsa, bir diğerini SGK ödemeyecek. Bu uygulamadan 132 mide ilacı etkilenecek.(https://www.birgun.net/haber/mide-ilaclarinda-yeni-uygulama-132-ilaci-ilgilendiren-karar-517751)

 Cübbeli Ahmet'ten İsmailağa'ya yanıt(Birgün)

Kamuoyunda "Cübbeli Ahmet Hoca" olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, İsmailağa cemaatinin kendisini ihraç ettiğine yönelik açıklamasına yanıt verdi. Ünlü, "Tarikat Hasan Efendi'nin tarikatı değildir ki beni ihraç etsin" diye konuştu.(https://www.birgun.net/haber/cubbeli-ahmet-ten-ismailaga-ya-yanit-517733)

Rusya'dan dikkat çeken F-16 mesajı(Birgün)
Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna'ya verilecek F-16 savaş uçaklarının meşru hedefleri olacağını söyledi. Putin, "Elbette bu uçaklar üçüncü ülkelerin havaalanlarından kullanılırsa, nerede bulunurlarsa bulunsun bizim için meşru hedef haline gelecek" dedi.(https://www.birgun.net/haber/rusya-dan-dikkat-ceken-f-16-mesaji-517743)

Öne Çıkan Yayın

Çok şey söyleyip bir şey anlatmama sanatı! -Mehmet Y. Yılmaz /T24-

Cumhurbaşkanı “altı doldurulmamış sözlerle sürece sahip çıkıyormuş gibi görünme” konuşmalarını hep yapıyor. Ama esasen hiçbir şey söylemiyor...