7 Ağustos 2024 Çarşamba

Cumhuriyet "KÖŞEBAŞI" -7 Ağustos 2024-

 

MHP’nin işlevi? -Öztin Akgüç-

Milliyetçi Hareket Partisi’nin kökenini, Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP) ile Köylü Partisi’nin (KP), 1958 yılında Osman Bölükbaşı başkanlığında oluşturulan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) oluşturur. Bölükbaşı’nın 1965 yılında başkanlıktan ayrılması üzerine A. Türkeş parti başkanlığı görevine getirilmiş ve partinin unvanı 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirilmiştir.

Ülkenin siyasal olarak hemen hemen dengeli iken bloka ayrışmış olması MHP’ye, varlığını sürdürme, etkili olma olanağını sağlamaktadır. MHP ayrışmadan yararlanmakta, nemalanmaktadır. MHP; 1973 genel seçiminde 3, 1977 genel seçiminde de 16 vekille TBMM’de temsil edilmesine karşın CHP’ye karşı kurulan Milliyetçi Cephe olarak anılan sağ koalisyonlarda yer bulabilmiştir.

MHP, diğer siyasal partilerle birlikte Milli Güvenlik Konseyi’nin 2533 sayılı yasası ile 1981 yılında kapatılmıştır. MHP hukuken kapatılmış olmasına karşın ABD’nin BOP (GOP) projesi uyarınca “Türk-İslam sentezi” sloganı altında öngörülen ılımlı siyasal İslamın, siyasal düzene iktidar yolu açılmasına kılavuzluk görevi MHP’ye verilmiştir. 

Askeri yönetimce kapatılmış siyasal partilerin yeniden faaliyete geçmesine olanak veren 1992 yılı yasal düzenlemesi sonrası MHP faaliyetini açıkça sürdürmektedir. Yeniden faaliyete geçiş sonrası 1995 genel seçiminde yüzde 8 oyla baraj altı TBMM dışında kalan MHP, en büyük başarısını oy oranını yüzde 18’e yükselterek 1999 genel seçiminde göstermiştir. Ecevit başkanlığında kurulan koalisyon hükümetinde  Bahçeli, başbakan yardımcısı olarak görev almıştır.

Yanlış stratejiyle ekonomi, “2000 yılı enflasyonu düşürme programı” ile krize girdikten sonra krizin en derin evresinde iktidar ortağı Bahçeli, ısrarlı şekilde ülkeyi erken seçime götürmüş kriz döneminde erken seçimin iktidarın yararına olmadığı, 2002 seçim sonucu ile de kanıtlanmış, iktidarı oluşturan partiler baraj altında kalarak TBMM’ye temsilci dahi gönderememişlerdir. MHP, TBMM dışı kalmıştır ama yüzde 34.3 oy alan AKP’ye de iktidar yolunu açarak kılavuzluk görevini yerine getirmiştir.

Muhalif bir partinin TBMM dışı kalmaması, baraj altı oyların AKP’ye yaradığı düşüncesiyle emanet oyların katkısı ile 2007 seçiminde oy oranı, yüzde 14.3’e yükselen MHP, TBMM’de yer almıştır. 2011 seçiminde oy oranı yüzde 13’e gerilemekle beraber MHP, muhalif konumunu sürdürmüştür. 

Muhalefetin Erdoğan’a karşı tek adayla çıkması görüşüyle 2013 yılı cumhurbaşkanı seçiminde CHP ile Ekmeleddin İhsanoğlu’na ortay aday gösterilerek bir yerde Erdoğan’ın seçimi kazanması güvence altına alınmıştır.

2015 Haziran genel seçimini AKP’nin yitirmesi üzerine inisiyatif Bahçeli’ye geçmiştir. Bahçeli daha seçim sonuçları kesinleşmeden koalisyona katılmayacağını açıklayarak erken seçimin önünü açmış; yinelenen 2015/Kasım seçiminde de AKP’yi desteklemiştir. Bu tarihten sonra Bahçeli, oyun kurucudur. Anayasanın Erdoğan’ın fiili durumuna uygun hale getirilmesini önermiş, şaibeli 2017 anayasa referandumu ile günümüzün ucube olarak da nitelenen düzeni oluşturulmuş, Şubat/2018’de de Cumhur İttifakı kurulmuştur. Günümüzde MHP muhalif konuma geçtiğinde AKP iktidarı, Erdoğan’ın başkanlığı da fiilen sona erer. Erdoğan, iktidarda kalabilmek için Bahçeli’nin desteğine muhtaçtır. MHP de herhalde Erdoğan’ı fisebilillah desteklememektedir. Devlet içinde örgütlenme desteğinin resmi karşılığı olabilir.

Sinan Ateş cinayeti yargı aşamasında iken 154 kişilik liste ve Bahçeli’nin polise el öptürme gösterisiyle Ateş benzetmesiyle MHP’yi eleştirenlere gözdağı verilmektedir. 

MHP’nin tutarlı da olmayan milliyetçilik söylemi dışında, ülkeye somut olarak ne kattığı irdelenmeli, MHP’nin işlevi mercek altında tutulmalıdır.

                                                          /././

II. Abdülhamit sansürü -Sinan Meydan-

II. Abdülhamit hafiyelerle, jurnallerle, sürgünlerle nefes aldırmayan bir istibdat (baskı) rejimi kurdu. Bu baskı rejiminin en önemli ayaklarından biri de basın sansürüydü.

AKP iktidarı sosyal medya platformu İnstagram’ı kapattı. 22 yıllık siyasal İslamcı AKP iktidarının her geçen gün artan yasaklarıyla şekillendirdiği baskı düzeni, AKP iktidarının rol modeli II. Abdülhamit’in baskı düzeninin en önemli parçası “basın sansürünü” akla getiriyor.

Osmanlı’da 19. yüzyılda ilk gazetelerin yayımlanmaya başlanmasından bir süre sonra basını kontrol etmek amacıyla çeşitli yasal düzenlemeler yapıldı. 

1864 BASIN KANUNU 

Osmanlı’daki ilk basın kanunu, Sultan Abdülaziz döneminde, Fransız Basın Yasası’ndan alınıp 1864’te yürürlüğe koyulan Matbuat Nizamnamesi (Basın Kanunu) idi. Bu kanun görünürde bir sansür düzenlemesi değildi. Ancak bu kanuna göre gazete çıkartmak, her an geri alınabilecek bir ruhsata bağlıydı. Bu kanuna göre kurulan Matbuat Müdürlüğü’ne gazeteleri yayımlanmadan önce kontrol etme görevi verilmişti. Basın suçlarına Zaptiye ve Polis Mahkemesi, gazetelerin geçici ya da süresiz olarak kapatılmalarına ise Meclisi Ahkâmı Adliye karar verecekti. Gazetelerin, kararı temyiz etme hakkı yoktu. Bu kanunla Osmanlı’da birçok gazete kapatıldı. 

1867 ALİ KARARNAME

1909’a kadar yürürlükte kalacak olan 1864 Basın Kanunu’ndaki basın yasakları bir süre sonra Osmanlı Hükümetine yeterli gelmedi. 16 Mart 1867 tarihinde yayımlanan Âli Kararname ile basın yasakları artırıldı. Bu kanun, Sadrazam Ali Paşa’nın, Girit isyanında izlediği yanlış politikayı eleştiren muhalif basını susturma çabası olarak değerlendirilmişti. 

Namık Kemal’in İbret gazetesi, 1873 yılında Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” piyesinin sahnelenmesinden sonra kapatıldı ve Namık Kemal, Nuri Bey, Ebuzziya Tevfik, Hakkı Efendi, Ahmet Mithat Efendi tutuklandılar ve daha sonra da sürgün edildiler. Bu dönemde Türk basınının ilk mizah dergisi Diyojen, onun ardılı Çıngıraklı Tatar ve Hayal de dahil olmak üzere birçok gazete ve dergi ya tatil edildi veya süresiz olarak kapatıldı.

12 Mayıs 1876’da Sadrazam Mahmut Nedim Paşa da kısa süre yürürlükte kalan ilk sansür kararnamesini yayımlattı.      

ABDÜLHAMİT’İN BASKI REJİMİ

II. Abdülhamit’in, aşırı kuşkuculuğu, tahttan indirilme ve öldürülme korkusuyla da birleşince 33 yıllık saltanatı tam anlamıyla bir “korku saltanatı” haline gelecekti.

II. Abdülhamit’in aşırı kuşkusu ve büyük korkusu bakanları, orduyu, öğrencileri, ulemayı ve tüm sistemi çok sıkı biçimde kontrol etmesine neden oldu.

II. Abdülhamit döneminde devlet görünüşte Babıâli’den, gerçekte saraydan yönetilirdi. Nazırlar (bakanlar) neredeyse yetkisizdi. Bakan atamaları genelde bakanların haberi bile olmadan yapılırdı. Sorunlar sarayda görüşülür ve sarayda çözülürdü. Yabancı elçiler bile önemli işleri doğrudan doğruya sarayla görüşürdü. Bu durumu bilen bakanlar, koltuklarını korumak için saraya olabildiğince yanaşmaya çalışırdı. Devlet kademelerine getirilenler liyakate göre değil, sadakate göre belirlenirdi.

II. Abdülhamit, kendisine en çok biat edenleri seçerdi. Hatta çeşitli rütbelerle, nişanlarla, ödüllerle, hediyelerle, yüklü maaşlarla kolayca satın alabildiği kişileri özellikle tercih ederdi. Kendisine sadık olacaklara yalılar, konaklar ve çiftlikler ihsan ederdi. Kendisine muhalif olanları da parayla veya çeşitli görevlere getirerek satın almaya çalışırdı. Kontrol edip satın alamadığı tehlikeli kişileri ise genelde sürgün ederdi.

Abdülhamit’in korku saltanatı dört temel kavram etrafında şekillenmişti: hafiye, jurnal, sürgün ve sansür. 

II. Abdülhamit’in kuşkuları ve korkuları her şeyi denetleme ve herkesi kontrol etme içgüdüsüne dönüşmüştü. Bu nedenle bir hafiye teşkilatı kurmuştu. II. Abdülhamit’in güvenini kazanmanın ilk şartı ona jurnal (doğru-yanlış tüm duyumlar) vermekten geçiyordu. Buna jurnalcilik denirdi. Padişah, kendisine jurnalcilik ve hafiyelik yapanlara para ve çeşitli hediyeler verirdi. Hatta bunların önde gelenlerine saraylar, köşkler, çiftlikler hediye ederdi. 

II. Abdülhamit kurtulmak istediği etkili muhaliflerini ise ustaca ortadan kaldırmıştı. Örneğin, Mithat Paşa ve Mahmut Paşayı adil olmayan bir yargılamadan sonra Taif’e sürmüş -yaygın kabule göre- orada öldürtmüştü. 

Bülent Tanör Abdülhamit’in baskı rejimini şöyle anlatıyor: “Osmanlı ülkesi, II. Meşrutiyet’e kadar (1908) Abdülhamid’in baskıcı ve karanlık rejimi altında yönetildi. Başta Midhat Paşa olmak üzere, meşrutiyetçiler şu ya da bu yolla saf dışı bırakıldı, başkentten uzaklaştırıldı ya da satın alındı. Kişi güvenliği ve özgürlüğü tamamen yok edilerek, hafiyelik ve jurnalcilik ağıyla tam bir ‘korku devleti’ kuruldu. Tahmin edilebileceği gibi, bu dönemde bütün devlet yetkileri padişahın elinde toplandı. Sadrazam ve vekiller basit birer idare amiri durumuna düştüler.” (Tanör, s. 21)

II. Abdülhamit’in nefes aldırmayan istibdat (baskı) rejiminin en önemli ayaklarından biri de basın sansürüydü. 

II. ABDÜLHAMİT’İN BASIN SANSÜRÜ

1876 Kanunu Esasisi’nin 12. maddesine göre “Basın, kanun dairesinde hürdür”. Bu dönemde çeşitli düzenlemelerle basın kanunu olabildiğince ağırlaştırıldı. 

II. Abdülhamit dönemi basın sansürünün ilk örneği, Teodor Kasap’ın, Hayal adlı mizah dergisinde Kanuni Esasi’nin 12.maddesine gönderme yaptığı bir karikatür yüzünden 3 yıl hapis cezasına çarptırılması oldu.

2 Ekim 1877 tarihli İdare-i Örfiye Kararnamesi (Sıkıyönetim Nizamnamesi) ile hükümete, gerekli gördüğünde gazeteleri tatil etme ve hatta kapatma yetkisi verildi. Böylece II. Abdülhamit sansürüne yasal dayanak oluşturuldu.

1 Mart 1878’de II. Abdülhamit’in sadık adamlarından bir sansür heyeti kurularak Matbuat Müdürlüğü’ne bağlandı. Gazeteler basılmadan önce Matbuat Dâhiliye Müdüriyeti’nde sansür heyetince kontrol edildi. Gazetelerde sansür edilen yerler boş çıktı. 

22 Ocak 1888’de yeni bir Matbaalar Nizamnamesi yürürlüğe girdi. Bu kanun, matbaacıları, kitapçıları, dizgi harf dökümcülerini, kitap ve süreli yayın çıkaracakları kapsıyordu. Bu kanunla Eğitim Bakanlığı’ndan izin alınmadan eser yayımlamak yasaklandı. 

1888 ve 1894 yıllarında yapılan düzenlemelerle II. Abdülhamit’in basın sansürü kurumsallaştırıldı.

Karikatürde sansür hortlağı tabuttan çıkarılıyor. Açılan tabutun yanında “sansür”, Sultan II. Abdülhamit’in elindeki levyenin üstünde “Matbuat Kanunu” yazıyor. Kalem, Sayı: 24, 6 Şubat 1909.

1888 tarihli 9 maddelik gizli bir talimatnameye göre;

1. Basın; haberlerinde önceliği hükümdarın sağlık durumunun iyiliğine, tarım ürünlerindeki rekoltenin artışına ve Türkiye’deki ticaret ve sanayinin gelişimine verecekti.

2. Maarif Nazırı ve Ahlak Komisyonu tarafından onaylanmayan hiçbir tefrika yayımlanmayacaktı.

3. Gazeteler, uzun edebi ve bilimsel makale yayımlamayacak, “devamı var” veya “arkası yarın” sözcükleri kullanmayacaktı.

4. Bir makalede boş beyaz yerler olmayacak, nokta, nokta çizgiler bulunmayacaktı, çünkü bu şekilde ifadeler hatalı varsayımlara neden olabilir ve fikirleri karıştırabilirdi.

5. Gazeteler, devlet görevlileri hakkında hırsızlık, zimmetine para geçirme, cinayet gibi yüz kızartıcı fiillerle ilgili suçlamaları yayımlamayacaktı.

6. Sorumlu devlet yöneticilerinin kötü yönetimlerinden şikâyet eden dilekçelerin yayımlanması yasaktı.

7. Bütün tarihi ve coğrafi isimlerin ve özellikle “Ermenistan” sözcüğünün yazılması yasaktı.

8. Yabancı hükümdarlara karşı yapılan suikast denemelerinin ve yabancı ülkelerde hangi koşullar altında olursa olsun vuku bulan isyan teşebbüslerinin yayımlanması yasaktı.

9. Bu yeni kuralların gazetelerin sütunlarında yayımlanması da yasaktı, çünkü eleştirilere neden olabilirdi. (Ataman, s.42-43)

II. Abdülhamit basını kontrol etmek için gazetelere aylık ödenek bağlamıştı. Bu ödenek, gazete sahiplerinin saraya bağlılıklarına göre değişirdi. Saray hakkında övücü yazılar kaleme alanlar rütbe ve nişanlarla ödüllendirilirdi. Ramazanlarda saraya giden gazetecilere önemlerine göre “diş kirası” verilirdi. Abdülhamit kontrol etmek istediği yabancı basına da hediyeler verir, ihsanlarda bulunurdu.

II. Abdülhamit’i rahatsız eden çok sayıda kelime yasaklandı. Örneğin yıldız, cinnet, Kanuni Esasi, ihtilal, anarşi, anarşist, grev, dinamo, dinamit, bomba, hürriyet, müsavat, uhuvvet, vatan, millet, zulüm, sosyalizm, beynelmilel, cumhuriyet, ayan, mebusan, kıta, infilak, veliaht, hasta, Mithat Paşa, Sultan Murat, Namık Kemal, hatta dönemin tanıklarına göre Abdülhamit’in burnunu çağrıştırdığı için “burun” ve Girit’i çağrıştırdığı için “geride” kelimeleri bile yasaktı. Balon ve uçaktan söz etmek de hoş karşılanmazdı. 

II. Abdülhamit dönemi basın sansürü trajikomik olaylarla doludur. Örneğin, Servet-i Fünun dergisi bir sayısında çeşme başında dua eden bir yaşlı adam resmi basmak istemişti. Matbuat Müdürü, bunun, “İşimiz duaya kaldı!” diye yorumlanabileceğini belirterek izin vermemişti. Saadet gazetesinde İsmail Safa “Bahar gelmeyecek mi / Bahar gelmeyecek mi?” diye yazınca sansür kurulu çileden çıkmıştı.

Gazeteler Rusya’da meclisin açıldığı, İran’da anayasanın ilan edildiğini yazmaya korkmuştu. Yabancı hükümdarlara yönelik suikast haberlerini de verememişlerdi.

Sarayın başarısız siyaseti ortaya çıkmasın diye Mısır, Sudan, Trablusgarp, Girit, Yemen, Ermenistan, Bulgaristan’dan söz etmek de yasaktı.

Sadece gazeteler değil, dergiler ve kitaplar da sansürden geçerdi. Bu amaçla çeşitli kurullar kuruldu. Özellikle tarih kitapları sansür edildi. Padişah tarihten de korkuyordu, bazı sınıflarda bazı tarih konuları yasaklandı.

Yurtdışından gelen postalar sıkı kontrol edilirdi. Gümrük memurları bir kitabın herhangi bir sayfasını koparabilirdi. Cahil sansür memurlarından biri Avrupa’dan gelen bir “Termodinamik” kitabında geçen “dinamik” kelimesini “dinamitle” özdeşleştirerek kitabın yurda girişini yasaklamıştı.

1902’de yasaklanan birçok kitap Çemberlitaş Hamamı’nda yakılmıştı. Yasak kelimelerden oluşan resmi bir liste henüz bulunamamışsa da yakılan, yasaklanan kitaplar ve gazetelerle ilgili bazı listeler bilinmektedir. 

1902’de Matbaayı Amire kapatıldı. Devlet matbaası Meşrutiyet’in ilanına kadar 6 yıl kapalı kaldı.

Sansür ve baskı nedeniyle birçok aydın ve gazeteci yurtdışına kaçtı. Avrupa’da Jön Türk basını doğdu. 

II. Abdülhamit, muhalif gazetecilerden ve aydınlardan hoşlanmazdı. Özellikle Yeni Osmanlı aydınlarından Ziya Paşa ve Namık Kemal’den çok rahatsızdı. Ziya Paşa’yı Suriye valisi yaparak İstanbul’dan uzaklaştırdı. Namık Kemal ise bir jurnal üzerine tutuklandı. Berat etmesine rağmen Girit’te ikamete mecbur bırakıldı. O Midilli’yi tercih etti. 2.5 yıl sonra Midilli mutasarrıfı yapıldı. Sonra Rodos, son olarak da Sakız mutasarrıflığında görevlendirildi. Böylece merkezden uzak tutuldu. 

II. Abdülhamit döneminde sudan bahanelerle gazeteler ve dergiler kapatıldı. İmtiyaz sahipleri cezalandırıldı.

II. Abdülhamit sansürü, Osmanlı’da özellikle politik ve sosyal tartışmaları engelledi. Bu durum, Yeni Osmanlılarla başlayan ulusal bilincin gelişme sürecini olumsuz etkiledi. Siyasal tartışmaların yasaklandığı bir ortamda bilim, teknik ve edebiyat yayınları öne çıktı.

Görülen o ki rol modeli II. Abdülhamit olan AKP iktidarı, sansür ve baskı rejimi konusunda da II. Abdülhamit’i örnek alıyor. Ancak tarih, hiçbir baskı düzeninin sonsuza kadar sürmeyeceğini gösteriyor.

(Cumhuriyet)

Türbülans + Temmuz neden 'kayıp ay' oldu; emek ve demokrasi güçlerini nasıl bir dönem bekliyor? + "GÜNDEM" -7 Ağustos 2024- EVRENSEL

                                                                 /././

Türbülans -M.Sinan Birdal-

               “Georges de La Tour’un “Karo Aslı Hilekar” (Le tricheur a l’as de carreau) adlı tablosu

Eğretileme klişeleştiğinde zihni felç edebilir, ancak kolay bir açıklamanın olmadığı veya henüz bütünlüklü bir izahın geliştirilemediği anlarda kaçınılmazdır. Uluslararası ilişkilerdeki güncel gelişmeleri türbülans diye tarif etmek mümkün. Savaş sonrası liberal düzenin bir yandan Rusya/Çin, diğer yandan aşırı sağ tarafından sarsıldığı bir süredir gündemdeydi. İçinde bulunduğumuz türbülansta düzen bizatihi onu kurtarması beklenen liberaller tarafından sarsılıyor. Liberal düzenin tüm uluslararası normlarının ve anayasal ilkelerinin dümdüz edildiği Ortadoğu krizi durumu ortaya koyuyor. Hafta başında ABD’de resesyon korkusuyla Asya borsalarında meydana gelen paniğin başlıca sebepleri arasında Washington’ın Ortadoğu’da yeni bir savaşa dahil olacağı korkusu sayılmaktaydı. Gideceği yönü dahi şaşıran ve birkaç ay sonra emekliye ayrılacak bir başkanın giderek tırmanmakta olan gerilime hakim olamayacağı olasılığının Asyalı yatırımcıları ürküttüğü konuşuluyorsa burada ABD’nin geleceğine yönelik hiçbir uçak gemisinin durduramayacağı ciddi bir risk oluşmuş demektir. Korkunun haklı ya da haksız, gerçek ya da hayali olmasının bir önemi yok. Politikada neticeye bakılır.

Rand Corporation’dan Dalia Dassa Kaye, Foreign Affairs dergisinin sitesinde soruyor: “Neden İsrail tırmandırmayı tercih etti?” başlığının hemen altında cevap veriyor: Caydırıcılığını restore edebilmek için. Hatırlanacağı üzere İsrail nisanda Şam’daki İran elçiliğini bombaladıktan sonra daha önce hiç karşılaşmadığı bir füze ve SİHA saldırısına uğramıştı. İran’ın önceden haber verdiği bu göstermelik saldırılar ancak ABD ve bölgesel müttefiklerinin yardımlarıyla savuşturulabildi. Bu hadise İsrail’in en önemli stratejik değeri olan kendi kendini koruyabilme, kendi güvenliğini sağlayabilme özelliğinin kaybedilmesi anlamına geliyordu. Netanyahu hükümeti böylece Gazze’de güç gösterisine giderken bölgesel caydırıcılığını bir anda harcadı. Geçen hafta girişilen suikastlarla Netanyahu yeniden korkulması gereken bir güç olduğunu ispatlamaya çalışıyor.

Suikastlarla ve taktik manevralarla caydırıcılık kazanmak akla pek yatmıyor, ancak elde başka bir araç var mı? Yine bir güç gösterisinin mevcut çaresizliği, seçeneksizliği ifşa ettiği bir andayız. Netanyahu’nun ordu ve istihbarat kurmaylarıyla yaptığı kavgaların basına sızmasının başka bir sebebi yok. Nitekim kurmay heyet herhangi bir politik stratejinin -yani hedefin ve hedefe ulaştıracak yöntemin- yokluğunda kazanılan askeri üstünlüğün hiçbir netice getirmeyeceğinin farkında. Kaye şöyle diyor:

“İsrail’in bölgesel hamlelerinin sınırını zorlamasının nedeni kendini güçlü değil, zayıf hissetmesi olabilir. Temel olarak, uzun erimli stratejik hesaplarını kararlarına çok az dahil ediyor. Hamas’ın 7 Ekim saldırısı [ülkenin] caydırıcılık duruşuna yıkıcı bir darbe indirdi. Şimdi daha büyük riskler alarak ve daha yüksek maliyetlerin altına girerek İsrail caydırıcılığı restore etmek için çılgın bir çabayla taktik avantajlar elde etmeye çalışıyor.”

Kaye’in tespiti doğruysa Netanyahu tırmanma hakimiyetiyle caydırıcılığı birbirine karıştırıyor demektir. Bir gerilimi tırmandırma inisiyatifini sürekli elinde bulundurmak hiçbir aktörü saldırılmaz kılmaz. Bu bakımdan en azından ilan edilen hedefle uygulanan yöntem uyumsuz. Lakin bu kontrolsüz kumara set çekebilecek bir güç henüz ortada yok.

An itibarıyla edindiğim izlenim tırmanmanın aktörlerin niyetlerinin ötesinde yapısal bir dinamik tarafından belirlendiği. Tam da bu durumlarda niyet analizleri de niyetleri çarpıtan, gizleyen hileler de çoğalır. Her aktör elindeki kartları göğsüne iyice yaklaştırıp blöf yaparken diğerlerinin atacağı adımı kestirmeye çalışıyor. Georges de La Tour’un “Karo Aslı Hilekar” (Le tricheur a l’as de carreau) adlı tablosu durumu güzel özetler. Herkes kendi hilesinin peşindeyken diğerinin yaptığı hileyi gözden kaçırması işten bile değildir.

                                                             /././

Temmuz neden 'kayıp ay' oldu; emek ve demokrasi güçlerini nasıl bir dönem bekliyor? -İhsan Çaralan-

Temmuz ayı sadece meteorolojik bakımdan çok sıcak bir ay değil aynı zamanda emekli maaşları ve asgari ücrete zam ile her sektörden işçilerin “ek zam” taleplerinin ayı olması bakımından emek mücadelesi açısından da sıcak bir aydı. Ama aynı zamanda hatta daha da önemli olarak 2024 Temmuz’u Erdoğan-Şimşek programının emekçilerin boğazını sıkacağı düzenlemelerin Meclisten geçirilip uygulamaya sokulacağı bir ay olması nedeniyle de emek ve demokrasi mücadelesi için de çok sıcak geçmesi beklenen bir aydı. Ama öyle olmadı.

Elbette geçmiş yıllara göre her sektörden işçilerin sorunlarını, çok daha büyümüş olmasına karşın ücretler “zam” ve “ek zam” talepleri açısından bile geriye düşmüş olması 2024 temmuzunu “kayıp ay” yaparken sorunu daha da büyütmüş olarak ağustos ve sonraki ayalara devretti.

Elbette burada “Temmuzda neden böyle oldu?” sorusunun “Sınıfın yeterince örgütlü olmaması” gibi çok genel bir karşılığı olsa da bu yanıt yeterince ikna edici değildir.

Çünkü gazetemize gelen işçi mektupları ve işçiler arasından yapılan haberlerde de somut çeşitli nedenler öne sürülmektedir.

Bu nedenleri;

İktidarın asgari ücrete zam yapmamasını, patronların ”Hükümet bile asgari ücrete zam yapmadı; biz nasıl yapalım?” demagojisini kullanarak işçileri bölmesi,Pek çok iş yerinde işçilerin daha önceki yıllarda öne çıkan işletmelerin adım atmasını beklemesi,“Durgunluk”, bazı iş yerlerinde, özellikle tekstilde işten çıkarmaların artması, bazı iş yerlerinin kapanmasının, patronların, “Biz zaten ayakta zor duruyoruz. Zam yaparsak batarız” propagandasının işçiler arasında etkili olması,Türk-İş, DİSK ve Hak-İş’in ortak bir bildiri yayımlayarak asgari ücrete zam ve diğer ücretlere enflasyonun aşındırmasını karşılayacak “ek zam” talebini de içeren 10 maddelik talepler manzumesinin konfederasyonlar tarafından bir adım atılacağı beklentisi yaratması…. gibi etkenler olduğunu söyleyebiliriz.

ÜÇ KONFEDERASYON 10 MADDELİK TALEPLER MANZUMESİNE SAHİP ÇIKMADI!

Türk-İş, Hak-İş ve DİSK, Erdoğan-Şimşek programının temeline konan vergi düzenlemeleri ve enflasyonun nedeninin asgari ücret ve genel olarak ücret ve maaşların yüksek olmasına bağlayan tutumu karşısında hiçbir tepki veremediler/vermediler!

Sanki o 10 maddelik bildiriyi kendileri ilan etmemiş ya da bu taleplerini tümü yerine getirilmiş gibi!

Türk-İş Başkanlar Kurulu dün toplandı. Bu yazının yazıldığı saatlerde Türk-İş Başkanlar Kurulunun ne karar aldığı belli değildi.

Tük-İş Başkanlar Kurulunun toplanacağının duyulması üzerine Hilal Tok arkadaşımızın Türk-İş’e bağlı sendikaların üyesi işçilerden görüşleri yansıttığı haberi dün gazetemizde yayımlandı. Hilal Tok’a konuşan işçiler sendika başkanlarına özetle “Çay içip pasta yemekle kalmayın temmuz ayında yayımladığınız 10 maddelik bildirideki hepimizin arkasında olduğumuz taleplere sahip çıkıp bundan sonra ne yapılacağına dair kararlar alın!” çağrısı yapıyorlar.

Siz bu haberi okurken Türk-İş Başkanlar Kurulunun ne karar aldığını, özellikle de 10 maddelik 9 Temmuz bildirisinin arkasında neden durmadıklarını, bundan sonra ne yapacakları konusunda bir karar alıp almadıklarını da biliyorsunuz.

İLERİ İŞÇİLER VE MÜCADELECİ SENDİKACILARIN İNİSİYATİF ALMAMASI

Elbette işçilerin, emekçilerin sendikalarının, konfederasyonlarının yöneticilerinin ne karar aldıklarını merak etmeleri, bu kararların beklenildiği gibi olmaması karşısında bir tepki ortaya koymaları sadece normal değil gereklidir. Bu yüzden önemlidir de!

Ama bugün bundan da önemlisi ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların iş yeri, gerektiğinde iş kolu ve ülke düzeyinde inisiyatif alarak taleplerin elde edilmesi mücadelesinin başına geçemeye cesaret etmeleridir.

Bu sadece bugüne dair değil uzun zamandan beri böyledir.

Geriye dönüp baktığımızda;

İrili ufaklı az çok sınıfın zihninde iz bırakan iş yeri, iş kolu ve ulusal düzeydeki başarılı her grev ve direnişte,1960’ların ikici yarısında başlayıp 15-16 Haziran 1970’e gelen işçi sınıfımızın tarih sahnesine çıktığı büyük işçi eylemlerinde,1989’da “Bahar Eylemleri” denilen ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların başına geçmesiyle başlayıp ’90’ların ilk yarısı boyunca da ilerleyen ve geri çekilen dalgalarla süren, hatta hükümet devirecek güce ulaşan grev ve direnişler,1998 ve 2015’teki iki büyük metal direnişi, ileri işçilerin ve mücadeleci sendikacıların inisiyatif alarak mücadelenin önüne düşmelerinin eseridir.

Sendika bürokrasisinin simgesi olan kimi sendika yöneticilerinin de bu mücadele içinde öne çıkmış olmalarını nedeni ise, kimi özgül durumlar bir yana bırakılırsa, kabaran işçi selinin önüne katılıp sürüklenmelerinden ibarettir!

Bugünün ileri işçileri ve mücadeleci sendikacıları, bu gerçeği unutmamak, sadece unutmamak değil bu geleneği zenginleştirerek sürdürmek yükümlülüğündedirler.

MÜCADELENİN BAŞARISINI NE BELİRLEYECEK?

 “Kayıp temmuz” derken de bunu, son yıllarda mücadele içinde deneyim kazanmış ileri işçiler ve mücadeleci sendikacıların kendilerinin gerekli inisiyatifi almamasıyla bağlantılı olduğunu bilmek durumundadırlar. Aksi halde temmuzun olduğu gibi ağustos ve sonraki sonbahar ayları da kayıp aylar olurlar.

Buna izin verilmemelidir.

Çünkü;

Sonbaharda yüz binlerce kamu işçisinin TİS süreci başlayacaktır.Önümüzdeki aylarda özel sektörde grup sözleşmelerinde yer almayan pek çok iş yerinde TİS süreçleri başlayacak. Asgari ücrete ve emekli maaşlarına yapılacak zamlar aralık ayında belirlenecektir.Üç konfederasyonun belirlediği taleplerin gündemden düşürülmeyip işçi ve emekçi yığınları içinde tartışmaya açılması.Ekim ayında Meclis açıldığında Öğretmenlik Meslek Kanunu ve 9. yargı paketi TBMM’de görüşülmeye başlanacak.10. yargı paketi ve 2. vergi paketinin önümüzdeki aylarda Meclise getirilmesi bekleniyor.Bu gelişmeler dikkate alındığında önümüzdeki dört-beş ayın emek ve demokrasi mücadelesi açısından çok önemli olacağı besbellidir.

 İleri işçi kesimleri ile mücadeleci sendikacıların yanı sıra emek ve demokrasi güçlerinin de sorumluluklarını buradan belirleyip seferber olmaları mücadelenin nasıl ve ne ölçüde başarıya uluşacağının belirleyicisi olacaktır.

                                                            /././

                                                  Evrensel-GÜNDEM

"Gazetecilik bu şekilde yaşam savaşını kaybetmeye mahkum" -Gözde Tüzer-

Kağıt, kalıp, elektrik, ulaşımdaki giderler; SGK ödemeleri, vergiler… Yerel basın ekonomik sorunlarla boğuşurken, BİK gazetelere “birleşin” diyor, tasarruf tedbirleri nedeniyle şubelerini kapatıyor.(https://www.evrensel.net/haber/524989)

                                                                     ***
Akçakoca'da altın madenine karşı tepki büyüyor: Kaplandede Dağında altın madenine izin vermeyeceğiz! -Özer Akdemir-

İstanbul'un su havzası Düzce'ye bağlı Akçakoca ilçesi yakınlarındaki Kaplandede dağında yapılmak istenen altın işletmeciliğine karşı yöre halkı tepki gösterdi: "Altın madenine izin vermeyeceğiz!"(https://www.evrensel.net/haber/524971)

                                                                   ***

Bangladeş'te Nobel Barış Ödüllü Muhammed Yunus, geçiş hükümetinin başına atandı

Bangladeş’teki geçici hükümete Nobel ödüllü Muhammed Yunus başkanlık edecek.(https://www.evrensel.net/haber/524992)

                                                                        ***
Hamas'ın yeni lideri Yahya Sinvar oldu

Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar, İsmail Haniye'nin ardından Hamas’ın yeni Siyasi Büro Başkanı seçildi.(https://www.evrensel.net/haber/524982)

                                                                            ***
Alman tekellerinin karanlık tarihi -Gözde Tüzer-

Gazeteci David De Jong’un hazırladığı “Nazi Milyarderleri-Almanya’nın En Zengin Hanedanlarının Karanlık Tarihi” kitabı, Almanya’daki sanayi devlerinin Hitler rejimiyle iş birliğini belgeliyor.

Kuruluşunda beş parasız olan Adolf Hitler nasıl muazzam bir güç yaratabildi? Dönemin şirket patronları ne yaptı? Bu ailelerin kurucuları Hitler idaresinde nasıl gücünü katbekat artırdı? Nazi Almanyası çöktükten sonra ekseriyetinin elini kolunu sallayarak hayatına devam etmesine neden müsaade edildi? Ve neden üzerinden on yıllar geçtikten sonra varislerin çoğu atalarının işlediği suçları kabul etmek için kayda değer bir çabada bulunmuyor, tarihe bu meselelerin müphem kalmasını sağlayacak bir bakış açısıyla yaklaşıyor? Neden bu ailelerin vakıfları, medya ödülleri ve şirket merkezleri Nazi iş birlikçisi kuruluşlarının adını taşıyor? Ve kim bu aileler?

Tüm bu sorular ve cevapları Hollandalı Gazeteci David De Jong’un belgelerle ortaya koyduğu Kronik Yayınlarından çıkan “Nazi Milyarderleri- Almanya’nın En Zengin Hanedanlarının Karanlık Tarihi” kitabında yer alıyor.

De Jong; Almanya’daki milyar dolarlık şirketleri mercek altına alarak, ABD’nin savaş sonrası, Sovyetlere karşı Nazi destekçisi para baronlarına sahip çıktığını gösteriyor. Kitap hanedanların kuruluş hikayeleri, Nazi döneminde yaptıkları ve aile sırlarını anlatırken, okuyucuda bir “kurgu roman” hissi yaratıyor. Ancak tüm anlatılanlar gerçek ve belgelere dayalı. Kimler yok ki belgelerdeki isimlerde...

BMW, DAIMLER, ALLIANZ, PORSCHE, OETKER…

BMW’nin çoğunluk hissedarı Quandt; Daimler- Benz’in eski sahibi Flick; Allianz ve Munich Re’nin kurucularından von Finck; Volkswagen ile Porsche’yi kontrol eden Porsche- Piech; hamur malzemeleri, hazır gıda, bira ve lüks otel imparatorluğunun müsebbibi Oetker aileleri... Bu ailelerinin kurucuları Nazi milyarderleriydi.

David De Jong kitapta söz konusu ailelerin hâlâ milyarlarca avrosu ve ABD doları olduğunu ve varislerin bazılarının ticaret yapmayıp kendilerine miras kalan serveti idare ettiklerini belirterek “Buna mukabil çoğu kullandığımız arabalardan, içtiğimiz kahve ve biralara, kiraladığımız evlere, yaşadığımız topraklara ve hatta tatillerde iş gezilerinde kaldığımız otellere kadar birçok küresel çapta yaygın meşhur markalara sahip” diyor.

PARTİYE VE SS’YE ÜYE ‘PATRONLAR’

Kitapta bu insanların 2. Dünya Savaşı’na giden yolların döşendiği yıllarda ve savaş sürecinde Hitler rejimi ile iş birliği yaptığını, silah üreterek zorunlu ve köle işçi çalıştırarak Almanya ile Nazi işgalindeki topraklarda Yahudi ya da Yahudi olmayan şirketlere el koyarak hem kendilerini hem de şirketlerini zenginleştirdiği aktarılıyor. Üstelik söz konusu kodamanların bazıları Hitler’in ideolojisini sorgusuz sualsiz benimseyen ateşli birer Nazi’ydi. Fakat ekseriyeti sadece ne pahasına olursa olsun işini büyütmeye çalışan, ihtiyatlı, prensip sahibi olmayan fırsatçılardandı. Tümü Nazi devrinde partiye, SS’ye ya da her ikisine de üye oldu.

‘ELLERİNİ KOLLARINI SALLAYARAK SERBEST KALDILAR’

Savaş suçlarını görmezden gelen hatta bu savaş suçlarına ortak olan kodamanlara ne mi oldu? Amerika ile İngiltere siyasi menfaat namına ve ensesinde hissettiği komünizm tehdidinin korkusuyla bu kodamanların ekseriyetini sessiz sedasız Almanya’ya teslim etti. Kitabın arka kapağında anlattığı gibi: “En önemlisi ise ABD’nin siyasi çıkarları adına bu hanedanların suçlarını nasıl akladığını ve kana bulanmış geçmişi nasıl örtbas ettiğini gösteriyor.” Yazar “Almanlar da bu suçlu patronların çoğunun ellerini kollarını sallayarak serbest kalmasına müsaade etti. Tüm bunlar yaşanırken soykırımla bağlantılarına dair ser verip sır vermediler yahut yalan söylediler” diyor.

(EVRENSEL)



Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -7 Ağustos 2024 -

 

Neden olamıyoruz? -Kaan Sezyum-

Hayatın herkes için bir kişinin kafasının içindeki safsatalar ve TÜİK’in açıkladığı gıda fiyatları kadar anlamsız geçtiği bir haftayı daha geride bıraktık. Önümüzde daha iyi haftalar var. Şimşek Bey öyle diyor. Sürekli “Enflasyon artış hızı azaldı, şu oldu, bu oldu” deyip sonrasında da adeta bir vampir avcısına dönüşüp, bizim gibi vampire dönüşmüş vatandaşların yüreğine zam kazıklarını teker teker çakıyor. Sanki mezardayız ve her gün bir kazık daha saplanıyor kalbimize. Yeryüzünde cehennemi yaşayıp gideceğiz bu hayattan. O zamana kadar neden dert, tasa, tatsızlık, adaletsizlik dolu bir hayatlar yaşadığımızı sorgulayıp duracağız sanırım.

Neden olmuyor, neden işlerimiz yolunda gitmiyor? Neden herkes üzerimizde oyunlar oynuyor? Dış güçlerin bir düğmeye basmasıyla ezan susacak, bayrak inecek, vatan bölünecek mi? Kimlerin maşaları kimlere hizmet ediyor? Oyun büyük mü yoksa biz mi küçücüğüz hayat ve gerçekler karşısında?

Benim gördüğüm durum şu: Gerçeklikten kopuk bir kafanın içindeki bir simülasyonda yaşıyormuş gibi gerçeklerle karşılaştığımızda ister istemez ters mıknatıslanma oluyor. Bilimden, adaletten uzak “Yaptım oldu”cu zihniyetin vatandaşları ailece soktuğu harikalar diyarında, biz mekandayız ama bizi yönetenler halüsinasyon görüyor. Gerçeklere çarpan vatandaşlara ise kimse bakmıyor. Dev şirket filan olsaydık keşke, vergilerimiz de alınmazdı. Zengine hayat rahatken, fakire her gün daha fakir bir ihtimal daha olduğunu gösteren muhteşem bir düzenin, ses çıkartmayan, tıkır tıkır işleyen parçalarıyız artık. Çarkların içinde yerimizi alıp “Emir kulu” olarak kulluğa devam etmek de bir alternatif tabii ki. Simit yiyip onurlu yaşamak da.

Gerçeklikle teması kopmuş bir zihnin hayal dünyasında yaşayan “gerçek” insanlar olduğumuzdan bu perspektif değişimi çoğu zaman gündelik yaşamımızı bile etkiliyor. Hal böyle olunca her konuda hayaller gerçeklere kaybediyor ama hayal kuran hala “kazandığını” düşünüp rüyalarına bizleri de dahil ederek devam ediyor.

Birkaç gün önce yine sansür dedik. Sansür bizim son 20 yılımızın neredeyse ata sporu oldu. Yayın yasağına getirilen yayın yasağına getirilen yayın yasağını da görmüş, yasaksepşın kavramına aşina, 2006’dan 2022’ye 712 bin 558 siteyi engellemiş bir gücüz biz. Son iki yıl hariç, 712 bin site… Güzel sayı. İstediğimiz şeyi istediğimiz an yasaklama imkanımız da var, Anayasa’ya uymama gibi bir lüksümüz de var, sana yasak bana yasal şeklinde, geleceğin internet ve bilgi çağında biz tüm dünyaya ders verirmişcesine, kendi vatandaşımıza yüzbinlerce siteyi yasaklıyoruz. Beğenmediğimiz bir video mu var, hoppacık kapatın YouTube’u. Hakkımızda yalan yanlış bilgiler mi var? Düzeltmeye çalışmayalım, ne gerek var, kapatalım gitsin Wikipedia’yı. Hem her şeyin fazlası fazla bilirsiniz. Baklavayı da bilgi gibi görmek lazım. Çok baklava yerseniz hastalanırsınız, bilginin de fazlası zararlı. Ne gerek var?

                                                        ***

Bu hafta bir örgütün liderinin ölümü için hemen bizde yas ilan edildi. Filistinliler bile bu kadar sahip çıkmadı örgüt liderine oysa ki. Biz ise Avrupa Birliği’nin, Amerika’nın Japonya’nın terör örgütü olarak gördüğü bir örgütün lideri için yas ilan ettik. Tabii bu husus millete yani bize sorulmuş. Ben bilmem millet bilir. Bir yandan da herhangi bir devlet adamı da değil, düz örgüt lideri yani terörist olarak görmüyoruz diyelim, yine biraz abartılı geldi bana bu yas işi ama tabii ki ben bilmem, alanım da ekonomi değil zaten.

Web siteleriyle inatlaşan bir yaklaşım için çok da şeyetmemek lazım. Sonuçta yıllardır kullandığımız bir teknik olan kafayı kuma gömme sistemiyle, sansür sayesinde gerçeklerden korunacağız nasılsa… Zaten yolsuzluk, yoksulluk ve yasakları yasakladık mı, bakın önümüzdeki ay nasıl da şahlanacağız, nasıl da kişneyeceğiz?

                                                      ***

Mehmet Bey’in sürekli “Önümüzdeki ay o iş tamam” tarzını da ailedeki kumarbaz dayı 7 enişteye çok benzetiyorum. Her seferinde gelip “Abi senin borcu yatıracağım” deyip, sizden para alıp ortalıkta görünmeyen sevimli bir akraba adeta. Neyse canım, koskoca adam, ülkesini sevmese bu noktada, hakkında bu kadar laftan sonra geri dönmezdi diye düşünüyorum.

Yazımı Mehmet Bey’in ekonomiyle fiziği harman ettiği muhteşem bir sözüyle kapatıyorum: “Enflasyon yerçekimi gücüne karşı mücadele edemez, düşecek.”... Evet anlıyoruz ki enflasyonun bir kütlesi, bir ağırlığı var. Bilim böyle bir şey işte.

                                                                 /././

İktidara kendi rakamlarıyla suçüstü -Nurcan Bilge Gökdemir-

İktidarın altı aylık harcama rakamları hem enflasyon rakamlarının gerçek olmadığını hem de tasarruf iddiasının lafta kaldığını ortaya koydu. 2024 yılı Ocak-Haziran döneminde bütçe giderleri geçen yıla göre yüzde 93,7 oranında artarak 4.5 trilyon lira oldu.

Söylemlerindeki tasarruf sözcüğünün sadece arada açıkladıkları tasarruf paketleri ile sınırlı olduğunu dünya âlemin bildiği iktidarın 2024’ün ilk altı aylık döneminde harcamaları yine zirve yaptı. Geçen yıla göre yüzde 93,7 oranında artan harcamaların resmi enflasyon rakamı ile açıklanması mümkün değil. Bu durumda,  “Ya enflasyon rakamı yalancısısınız ya da tasarrufu sadece maaşı ile geçinmek zorunda olan milyonlara yaptırıyorsunuz?” demek haklı bir soru olarak orta yerde duruyor.

Yanıtı çok belli bu soruyu tekrar sorma nedeni Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın açıkladığı 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Gerçekleşmeleri ve Beklentiler Raporu… Rapordaki rakamlar, hiç yorumsuz iktidarın ülkeyi felakete sürükleyen ekonomi politikasını bir kez daha teşhir eden nitelikte.

CUMHURBAŞKANI ‘TASARRUF’ DEDİ

İktidarın açıklamakla yetinip gereğini yerine getirmediği tasarruf paketlerinin sekizincisi geçtiğimiz aylarda açıklandı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, rejimin ruhuna uygun olarak bunu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a atıfta bulunmayı ihmal etmeden şu sözlerle duyurdu:

“Cumhurbaşkanımız kamuda taşıtlar, binalar, haberleşme giderleri, cari harcamalar, hizmet içi eğitim, yurt dışı seyahat, kamu istihdamı gibi alanlarda tasarruf kültürünü güçlendirileceğini belirtmişlerdir.”

İnandırıcılıklarının kalmadığının farkında olduklarından bu kez genelgedeki bazı hükümleri göstermelik de olsa yasal yaptırımlara da bağladılar. Ancak iktidarın açlık sınırının altında bir ücrete mahkûm ettiği milyonlar başta olmak üzere neredeyse tüm ülkedeki yaygın kanı şu oldu:

“İktidar bunu yine uygulamaz…”

RAKAMLAR NİYETİ GÖSTERDİ

Genelgenin hazırlanmaya başlanması ile yayımlanması arasında geçen kısa sürede tavan yapan bütçe harcamaları niyeti gösterdi, sonraki ayki harcama rakamları da bildikleri gibi devam edecekleri beklentisini pekiştirdi. Cumhurbaşkanlığı tarafından açıklanan 2024 yılı Ocak-Haziran dönemi bütçe gerçekleşmelerine bakarak devam edelim.

2024 yılı Ocak-Haziran döneminde bütçe giderleri, 2023 yılının aynı dönemindeki 2 trilyon 363 milyar 577 milyon TL, gerçekleşmeye göre yüzde 93,7 oranında artış göstererek 4 trilyon 578 milyar 549 milyon TL oldu. Aralarında TBMM, Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, Diyanet İşleri Başkanlığı, MİT, Emniyet Genel Müdürlüğü ve yüksek yargı organlarının bulunduğu genel bütçeli idareler altı ayda  4 trilyon 467 milyar 538 milyon TL harcadı.

2023 yılının aynı dönemine göre genel bütçeli kamu idarelerinin harcamalarındaki artış yüzde 91,5…

Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri gibi önemli icracı genel müdürlüklerden oluşan özel bütçeli idareler ise 464 milyar 649 milyon TL harcadı. Bu kurumların harcamalarındaki artış oranı ise 136,4 olarak hesaplandı.

BTK HARCAMA ŞAMPİYONU

Bir diğer harcama yapan grup ise “Düzenleyici ve Denetleyici” olarak isimlendirilenler… Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ve Instagram yasağı ile gündeme gelen Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun aralarında bulunduğu bu kurumların altı ayda harcadıkları rakam ise yüzde 77.5’luk artışla 21 milyar 563 milyon TL…

Genel bütçeli idareler arasında en yüksek harcamayı Milli Eğitim Bakanlığı, özel bütçeliler de KÖİ projelerinin garanti ödemelerini gerçekleştiren Karayolları Genel Müdürlüğü yaparken düzenleyici ve denetleyici kurumların rekortmeni 16 milyar TL ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu… BTK’nın altı ayda harcadığı tutar tüm benzeri kuruluşların 21 milyar TL’lik harcamasının 16 milyarı…

TASARRUF ÜCRETLİLERDEN

AKP iktidarının tasarruf, kamu kaynaklarının verimli ve ülke gerçeklerine uygun kullanımı, israf harcamalarından kaçınılması iddiasının en fazla tasarruf denilen dönemde bile hayata geçmediğini rakamlar gösteriyor. Tasarruf maaşı bir yılda bir kez artırılan asgari ücretlinin ve maaş artışı yüzde 19-20 dolayında kalan memurlar ile emeklilerin cebinden, sofrasından yapıldı.

TÜİK’İN HARCAMASI ENFLASYONU KATLADI

Kamu kurumları arasında TÜİK’in Haziran ayında yüzde 71,6, Temmuz ayında ise 61,7 olarak açıkladığı enflasyon oranı dolayında ya da altında harcama yapan kamu kurumu yok denecek kadar az. Çoğunluğunun harcamasındaki artış oranı yüzde 100’ün üzerinde rakamlarla ifade ediliyor. Bunların başında her zamanki gibi Cumhurbaşkanlığı geliyor. 2023 Ocak Haziran döneminde 2.1 milyar TL harcayan Saray bu yılın aynı döneminde harcamasını yüzde 177 oranında artırarak 6 milyar liraya çıkartmış. TBMM’nin harcamaları yüzde 110’luk artışla 2.2 milyar TL’den 4.7 milyar TL’ye milyar TL’ye, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yüzde 137,3’lük artışla 19.6 milyar TL’den 46.7 milyar TL’ye İletişim Başkanlığı’nınki yüzde 99.4 artarak 1.2 milyar TL’den 2.5 milyar TL’ye  fırlamış.

Açıkladığı enflasyon rakamları ile tartışılan TÜİK bile 2023 Ocak-Haziran döneminde 708.8 milyon TL olan harcama miktarını yüzde 108 arttırarak 1.4 milyar TL harcamış. Bu rakamlar ortada iken TÜİK'in sonuncusunu önceki gün açıkladığı enflasyon rakamlarının gerçeği yansıtmadığını söyleyenlere, “Kötü niyetli, ezeli muhalif” denilemeyeceği ortada. Rakamların gerçek olduğunu ısrar ediyorlarsa o zaman da “Kaynakları yağmalıyorsunuz, tasarruf aklınızdan bile geçmiyor” denildiğinde itiraz hakları kalmıyor.

                                                                  /././

‘Hayırsever devlet’ -Şükrü Aslan-

‘Hayırsever insan’ ifadesinin gündelik dile ne zaman girdiğini bilmiyoruz ama ‘hayırsever devlet’, görece yeni bir terimdir ve hayırsever kişinin kurumsal karşılığı gibidir. Küreselleşme ile iyice görünür hale gelen bu yeni özellik, modern dünyanın devlete dair kurduğu çerçeveyi derin şekilde sarsmıştır.

20. yüzyıl siyasal dünyasındaki en ilgi çekici olgu, sosyalist devletlerin ortaya çıkmasıydı. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan süreç, bilhassa 1949’daki Çin halk devrimi ile daha büyük bir güce dönüşmüş ve dünyanın geri kalanını ciddi biçimde etkilemişti. Bu yeni ortam yurttaşları ile ilişkilerinde kapitalist devletlerin görevlerini yeniden tanımlayan yeni siyasal hamlelerin ortaya çımasını sağlamıştı. Çünkü sosyalist devletler, herkes için yakıcı olan sağlık, barınma ve eğitim gibi sorunları çözmenin ‘devletin görevi’ olduğunu deklare etmişlerdi, bunun için yurttaşlardan bir mali bedel de almayacaklardı.

                                                       ***

Sosyalist devletlerin yurttaşlarına yönelik koruyucu politikası, kapitalist devletleri bazı yeni kamucu politikalar inşa etmeye zorlamıştı. Kapitalizmin etkilediği dünyada ‘sosyal refah devleti’ siyasal modeli işte bu süreçte ortaya çıkmıştı. Bu yeni modelde eğitim, sağlık, barınma, ulaşım gibi pek çok alan, devletlerin birer kamusal görevi olarak tanımlanmıştı. Bu eğilim Türkiye gibi iktisaden batı kapitalizmini ve siyasetini takip eden bir ülkede bile, bir ölçüde karşılık bulabilmişti. Nitekim 1961 Anayasası’na giren bazı kamusal düzenlemeler bu eğilimin yansımasıydı.

1990’lı yıllarda sosyalist sistemin çökmeye başlamasının en çarpıcı etkileri tam bu alanlarda ortaya çıktı. Bu yeni durumla birlikte kapitalist devletler, ‘sosyal refah devleti’nde anlam bulan kamusal yükümlülüklerinden vazgeçmek için adeta sıraya girmişlerdi. Bauman’ın ifadesiyle ‘devlet, şeref kürsüsünden inmişti’ ve ‘ulusal yükümlülükler’ artık o kadar da zorunlu değildi. ‘Her şeyi devletten beklememek gerektiği’ söylemi bu dönemde ortaya çıktı. Önceki dönemde kamu görevi olarak tanımlanmış ne varsa sermayenin yeni yatırım alanları haline geldi ve özelleştirme denilen talan hareketi bu şekilde gelişti. Artık sağlık, eğitim ve barınma sadece devletin görevi olamazdı, vatandaş da ‘elini taşın altına koymalıydı’. Bu yeni dönemde yurttaşların temel sorunlarının güvencesi olarak kabul edilmiş devlet, olsa olsa vatandaşına yardım edebilirdi. Muhafazakâr söylemle sosyal devletin, ‘hayırsever devlet’e dönüşmesi süreci de böyle başladı.

                                                    ***

Türkiye bu süreci en sert ve yıkıcı şekilde yaşayan ülkelerden biri oldu. Hiçbir zaman gerçek anlamda bir ‘sosyal refah devleti’ olamayan Türkiye, yine de zaman içinde bu alanda inşa ettiği ne varsa sermaye gruplarına terk etti ve sözcüğün gerçek anlamında bir ‘hayırsever devlete’ dönüştü. Üstelik bu ‘hayırlar’ın büyük bölümü de yine sermaye gruplarına yapıldı. Özelleştirme furyası pervasızca işledi. Bu durum kitlelerde yaygın işsizlik, yoksullaşma ve güvencesizliğin en ağır biçimde yaşanmasına yol açtı.

Türkiye’de aileler-bireyler, giderek daha fazla bu dönüşümden etkilenerek yardıma muhtaç hale geldi. Bu durum “Nerede bu devlet?” çığlıklarının sürekli artmasına yol açtı. Devlet ise bu çığlıklar karşısında, yurttaşının eğitimini, sağlığını ve hatta güvenliğini sermaye gruplarına terk ederek yeni ‘hayırseverlik’ alanları kurarak yanıt verdi. “Eşi vefat etmiş kadınlara düzenli nakit  yardım, terör zararı yardımları, afet acil durum yardımları, vefat yardımı, öksüz ve yetim yardımları, asker ailelerine düzenli nakit yardım, işe yönlendirme yardımı, gıda yardımları, eşi vefat etmiş kadınlara konut destek, yakacak yardımları, doğalgaz tüketim destekleri, elektrik tüketim desteği, sosyal uyum yardımı, engelli aylığı, engelli yakını aylığı, 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz ve kimsesiz Türk vatandaşlarına aylık bağlanması” gibi uzayıp giden bir ‘hayırseverlik alanı’ işte bu süreçte oluştu.

Özetle bu yeni durum vatandaşı için var olan devletten, devletine bile muhtaç hale getirilmiş vatandaşa dönüşümün bir fotoğrafı oldu. Hâkim siyaset ‘yerlilik’ ve ‘millilik’ gibi söylemlerle örtmeye çalışsa da Türkiye’nin sosyolojik fotoğrafının temel karelerinden birisi budur.

                                                               /././

                                            Birgün - GÜNDEM

Dokuz ay okulda, üç ay tarlada: Mevsimlik öğretmen olduk -Deniz Güngör-

AKP’nin “modern kölelik” sistemi olan ücretli öğretmenler, yaz aylarında geçim sıkıntısı ile karşı karşıya bırakılıyor. Ücret alamayan birçok ücretli öğretmen ya garsonluk yapıyor ya da tarlada meyve topluyor.(https://www.birgun.net/haber/dokuz-ay-okulda-uc-ay-tarlada-mevsimlik-ogretmen-olduk-550297)
                                                              ***

Yalnızca adı ‘çiftçi bankası’ -Havva Gümüşkaya-

Ambleminde yer alan buğday başağı ile tarımı desteklemeyi simgeleyen Ziraat Bankası son yıllarda ticari banka gibi faaliyet gösteriyor. Faaliyet alanı "tarım sektörünün  finansman  ihtiyacını karşılamak" olarak açıklanan bankanın bitkisel ve hayvansal üretim, su ürünleri ve tarımsal mekanizasyon konularında doğrudan üreticilere kendi kaynaklarından tarımsal işletme ve yatırım kredileri kullandırdığı belirtiliyor. Bankanın ayırca Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği’ne kullandırdığı krediler aracılığıyla tarım sektöründe faaliyet gösteren kişi ve kurumlara mali destek sağlamayı amaçladığı ifade ediliyor. Bankanın finansal tablolarında ise çiftçiye destek hedefinden uzaklaşıldığı bir kez daha görüldü. Bankanın 31 Haziran'da sona eren döneme ilişkin mali raporunda toplam kredi hacminin 2 trilyon 134 milyar TL’ye ulaştığı görüldü. Bu kredilerin yalnızca 556 milyar 666 milyon TL’sini tarımsal nitelikli çiftçi destek kredilerinin yer aldığı ihtisas kredileri oluşturdu. Tarıma finansman yaratmak için kurulan bankanın sağladığı her 100 liralık kredinin sadece 26’sı ihtisas kredisi olarak sektöre ulaştı.  Bankanın açıklamasına göre tarım kredilerini kullananların sayısı 1 milyon kişiye yaklaştı. Bankanın kredi hacminin yüzde 73,9’u ihtisas dışı kredilerden kaynaklandı. 1 trilyon 577 milyar liralık ihtisas dışı kredi sağlayan banka, bu tutarın 809,2 milyar lirasını işletme kredisi, 251,9 milyar lirasını ise ihracat kredisi olarak sağladı. Tüketici kredilerinin toplamı ise 182,8 milyar TL oldu.(181 MİLYAR TL YAKIN İZLEMEDE)  Bankanın 181 milyar 6 milyon TL’lik kredisi ise yakın izlemede takip ediliyor. Bu kredilerin 18,9 milyar TL’sini ihtisas kredileri oluştururken 132,7 milyar TL’si işletme kredilerinden kaynaklandı. Ayrıca son günlerde zarar ettiği yönünde haberlerin çıktığı Ziraat Bankası, yılın ilk yarısında 30,6 Milyar TL net kâr elde ettiğini açıkladı.

                                                               ***

İktidar ‘bırakın üretmeyin’ diyor -Ada Sude ATAK -

Hasat zamanı başlayan fındıkta üretici, beklenenden düşük açıklanan taban alım fiyatları nedeniyle mağdur oldu. Üreticiler, serbest piyasada tüccarların da  fiyat düşürmesinden dolayı fındığını zararına satmak zorunda bırakılıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO) bu yıl levant kalite fındık için 130 TL, Giresun kalite fındık için 132 TL olarak açıkladığı taban fiyatlara tepkiler gelmeye devam ediyor. Taban fiyatlarından şikâyetçi olan fındık üreticileri geçtiğimiz günlerde CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de katıldığı fındık mitinginde seslerini duyurmaya çalışmıştı.(https://www.birgun.net/haber/iktidar-birakin-uretmeyin-diyor-550298)

                                                             ***

Kira fiyatlarındaki yıllık artış, enflasyonu katladı!

TCMB Temmuz Ayı Fiyat Gelişmeleri Raporu'nu yayımladı. Yıllık enflasyon, baz etkisiyle tüm ana gruplarda düşüş sergilerken kira alt grubunda aylık artış yüzde 7,04’e yükseldi. Kira fiyatlarındaki yıllık artış ise yüzde 122,33 olarak gerçekleşti. TÜİK verilerine göre, temmuz ayında yıllık enflasyon yüzde 61,78 olmuştu.(https://www.birgun.net/haber/kira-fiyatlarindaki-yillik-artis-enflasyonu-katladi-550167)
                                                                 ***

Göndeliç Dağı tehdit altında

Ordu’daki Göndeliç Dağı’na yapılmak istenen kayak merkezi, bölgedeki yaylaları ve meraları yok etme riski taşıyor. Bölge halkı tepkili: Kayak merkezini asla istemiyoruz.(https://www.birgun.net/haber/gondelic-dagi-tehdit-altinda-550310)
                                                                ***

Depremzededen ‘feragat’ istediler -İlayda Kaya-

Rezerv sorunuyla mücadele eden Hataylılar şimdi de TOKİ kuralarından çıkan konutları istememesi halinde imzalayacağı feragatname ile hak kaybı yaşayacak. Avukatlar, feragatnamenin belirsizlikle dolu olduğunu söyledi.(https://www.birgun.net/haber/depremzededen-feragat-istediler-550307)

                                                                 ***

Emeklinin yüzyılı sefaletle sürüyor -Mustafa Bildircin-
Sefalet ücretine mahkûm edilen emeklilerin sayısı her geçen ay daha da artıyor. Ankara’da 10 bin TL’nin altında ücret aldığı belirlenen ve Eylül 2023’te 6 bin 100 olan emekli sayısı, Temmuz 2024’te 41 bin 795’e fırladı.

Emekliler, Türkiye'de giderek derinleşen ekonomik krizden en çok etkilenen kesimlerin arasında yer aldı.

Aylık 10 bin TL’nin altında aylığa mahkûm edilen emeklilere yapılan 2 bin 500 TL’lik zammın, "Müjde” olarak duyurulması da emeklilerin tepkisini çekti. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin sosyal yardım verileri de emeklilerin içinde bulunduğu tabloyu gözler önüne serdi.

ABB’nin 10 bin TL altında emekli maaşı alan yurttaşları dâhil ettiği yardım programından yararlandırılan emekli sayısında çarpıcı artış kaydedildi. Veriler, ekonomik krizin altında ezilen emekli sayısının giderek arttığını ortaya koydu.

REKOR SAYIYA ULAŞILDI

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nce, "Ekonomik sorun yaşayan emeklilerin yanında olmak” amacıyla Eylül 2023’te başlatılan, "Emeklilere Destek Kampanyası” kapsamına alınan kişi sayısı rekor seviyeye ulaştı.

2023’ün eylül ayında Ankara’da ikamet eden ve 10 bin TL'nin altında emekli maaşı alan toplam 6 bin 100 emekli ABB’nin destek kampanyasından yararlandırıldı. Kampanyadan yararlanan emekli sayısı aylar itibarıyla katlanarak arttı. Ekim 2023’te emekli desteğinden toplam 10 bin 597 kişinin faydalandığı bildirildi. Kasım ayında emekli desteğinden yararlanan kişi sayısı 15 bin 329’a Aralık ayında ise 18 bin 854’e yükseldi. Artış 2024 yılında da sürdü. Buna göre, 2024’ün ilk ayında toplam 22 bin 567 emekli ABB’nin desteğinden faydalanırken Mayıs itibarıyla sayı 35 bini aşarken Haziran ayında ise 40 bine dayandı. ABB, Temmuz ayında bin 500’er TL destek ödemesinden yararlanan emekli sayısını da açıkladı. Buna göre, temmuz ayında toplam 41 bin 795 emekli destek kampanyasından faydalandı.

SAYI HER AY KATLANDI

Sefalet ücretine mahkûm edilen ve ABB’nin yardımlarından yararlanan emekli sayısı bazı aylara göre şöyle sıralandı:

• Eylül 2023: 6 bin 100

• Ekim 2023: 10 bin 597

• Kasım 2023: 15 bin 329

• Aralık 2023: 18 bin 854

• Ocak 2024: 22 bin 567

• Nisan 2024: 36 bin 592

• Haziran: 39 bin 954

• Temmuz: 41 bin 795

                                                            ***

YAŞAM MALİYETİ 4 ASGARİ ÜCRET

Memur, emekli ve memur emeklilerine geçtiğimiz ay yapılan maaş zammı için haziran enflasyonunu düşük tutmak amacıyla zamları öteleyen iktidar, yurttaşın cebinden çalmaya devam ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı  enflasyon oranlarının aksine yurttaş, gıdaya bile erişemez hale geldi. İstanbul’da yaşama maliyeti ise asgari ücreti de en düşük emekli maaşını da katladı.

İstanbul Planlama Ajansı (İPA) temmuz ayı verilerine göre İstanbul’da yaşam  maliyeti asgari ücretin tam 4 katına ulaştı. Yaşam maliyeti, haziran ayına göre yüzde 4,76 geçen yılın aynı ayına göre ise 71,40 oranında arttı. Buna göre geçtiğimiz ay 62 bin 524 lira olan İstanbul’da 4 kişilik bir ailenin yaşam maliyeti 3 bin 26 lira artarak 66 bin 550 lira oldu.

Temel tüketim maddelerindeki fiyat artışlarında ise zeytinyağı zirveyi gördü. Zeytinyağı, 2023 Temmuz’a göre yüzde 112,87 arttı. Zeytinyağında aylık fiyat artışı ise yüzde 8,53 oldu. Temel tüketim maddelerinden tuvalet kâğıdının fiyatı da bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 106,23 arttı. Beyaz peynirdeki yıllık fiyat artışı da yüzde 89,61 oldu.

TÜİK, temmuz ayında aylık enflasyonu yüzde 3,23, yıllık enflasyonu ise yüzde 61,78 olarak açıklamıştı. Bağımsız Enflasyon Araştırma Grubu'nun (ENAG) hesaplamalarına göre ise, temmuzda enflasyon aylık yüzde 5,91 arttı. Yıllık enflasyon ise yüzde 100,88 olarak hesaplandı.

Bu yıl ara zam yapılmayan 17 bin 2 liralık asgari ücretin 4 katına çıkan yaşam maliyeti, emekli maaşının da pul olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Yaşam maliyeti, emekli maaşının 5 katının da üstüne çıktı. Yılbaşında 10 bin lira olan en düşük emekli aylığına yapılan 2 bin 500 liralık zam, İstanbul’da aylık yaşam maliyeti artışının da altında kaldı.

(BİRGÜN)


Ebrar Karakurt'tan 'provokatör' yanıtı: "Arkadaşlar kim bu lavuk?" - BİRGÜN

Milli voleybolcu Ebrar Karakurt, Filenin Sultanları'nın fotoğrafını paylaşarak “Ebrar Karakurt isimli provokatör hariç Kadın Voleybol takımımızın zaferini kutluyorum” diyen Furkan Bölükbaşı’ya , “Arkadaşlar kim bu lavuk?" sözleriyle yanıt verdi.

Ebrar Karakurt'tan 'provokatör' yanıtı: "Arkadaşlar kim bu lavuk?"

2024 Paris Olimpiyat Oyunları'nda Türkiye A Milli Kadın Voleybol Takımı çeyrek finalde Çin'i 3 - 2 ile geçti ve yarı finale kaldı.

Milli voleybolcu Ebrar Karakurt, maçın ardından sosyal medya hesabı üzerinden A Milli Kadın Voleybol Takımı'nın fotoğrafını paylaşarak “Ebrar Karakurt isimli provokatör hariç Kadın Voleybol takımımızın muhteşem zaferini kutluyorum” diyen Furkan Bölükbaşı isimli kişiye yanıt verdi.