15 Ağustos 2024 Perşembe

T-24 "KÖŞEBAŞI" -15 Ağustos 2024-

 

Hitler hayranı, manifestocu, ırkçı, fark edilmeyi seven kim bu neo gençlik? -Candan Yıldız-

Uzun zamandır hayatın renklerini solduran, farklı olana düşman, doğaya düşman, sokak hayvanlarına düşman, kadına düşman, LGBTİ+’lara düşman, Kürtlere, Alevilere, Araplara, Suriyelilere düşman bir iklimin çocukları bunlar. Şiddetin dozunun yüksek olması da dikkatlerden kaçmamalı.

18 yaşında bir genç… Meslek lisesi mezunu…

Hiç tanımadığı insanlara, silah bulamadığı için bıçakla saldırdı.

Eskişehir’de bir otomotiv firmasında çalışan anne ve babanın oğlu olan Arda Küçükyetim, neden böyle bir saldırı gerçekleştirdi?

Şiddet içeren bilgisayar oyunları oynadığı için mi?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın dediği gibi “Oyun bağımlılığının” bir sonucu mu?

Arda Küçükyetim’in kullandığı semboller, Nazi işaretleri, karşıtı olduğu gruplar bizlere bir şey söylemiyor mu?

T24’ten Cengiz Anıl Bölükbaş’ın ulaştığı bilgilerde Arda Küçükyetim kendisini şöyle tanımlıyor: İnsanları sevmiyor, gelecek planı yok…

İçe kapanık olduğunu komşuları söylüyor. Ama haberi başından beri takip eden gazeteci arkadaşım Cengiz Anıl Bölükbaş’la konuştuğumda ailesinden şiddet görmediğini söyleyen bir çocuk.

Arda Küçükyetim’in psikiyatri geçmişi de var. Kendisine zarar verdiği yönünde bilgiler de mevcut.

Bu veriler, ağır psikolojik sorunları olan bir genç tablosu ortaya çıkarsa da kendisini politik olarak Nazi olarak tanımlayan bir gencin hangi kaynaklardan beslendiği önemli hale geliyor.

Zira olayın Arda Küçükyetim’le sınırlı olmama ihtimali var.

Bu nedenle uzun zamandır hayatın renklerini solduran, farklı olana düşman, doğaya düşman, sokak hayvanlarına düşman, kadına düşman, LGBTİ+’lara düşman, Kürtlere, Alevilere, Araplara, Suriyelilere düşman bir iklimin çocukları bunlar.

Şiddetin dozunun yüksek olması da dikkatlerden kaçmamalı.

Eğer bu genç, bir sabah kalkıp şu kadar insana saldırayım demediyse ve internetin derin sularında zaman geçirdiği gerçeğinden yola çıkarsak bağlantılarını araştırmak önemli. Arda Küçükyetim iz bırakmasın diye kullandığı teknoloji aletlerine format atsa bile…

Yine Cengiz Anıl’ın haberinden öğreniyoruz Küçükyetim, Steam adı verilen oyun platformundan (meşhur Country Strike oyunun olduğu platform) Doğu Avrupalı biriyle planladı saldırıyı.

ABD menşeli Steam oyun platformunu incelediğinizde, çok oyunculu ve iletişim platformu olduğunu görüyorsunuz. Eşli oynanan oyunlar da var.

Ücretsiz oyunların yanı sıra 3 dolarla 70 dolar arasında değişen oyunlar satın alabiliyorsunuz.

İletişim platformunun örgütlenmek için kullanılması da olası.

Doğu Avrupa deyince de yine konuştuğum bir gazeteci arkadaşım “Nazi örgütlenmeleri var ama gizli.  Terör eylemi yapıp açıklama yayınlıyorlar. Yalnız kurtlar genelde… Burada siyaset yapan aşırı sağcı gruplar bu tür eylemlerle ve bu tür eylemleri yapan saldırganlarla aralarına söylemlerinde mesafe koyuyorlar. Çünkü bizzat terör eylemi bunlar. Ama ideolojik olarak tabii ki çok aralarında bir fark yok” yorumunu yaptı. Arda Küçükyetim’e ait olduğu söylenen manifestodan da anlıyoruz ki, “yalnız kurt” gibi davranan bu tipolojiler, birbirinden öğreniyor olmalı.

Çünkü Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki iki camiye saldıran ve 50 insanı öldüren Brenton Tarrant gibi canlı yayın yapmıştı, onun da manifestosu vardı. 

Bu tür tedhiş eylemlerinin görülmesini istiyorlar, saklamak istemiyorlar. Silik olmaya böyle isyan ediyorlar.

Türkiye’de de benzer gruplar yok değil. Daha çok Telegram üzerinden örgütleniyorlar.

Hatırlayacağınız üzere gruplardan biri Ataman Kardeşliği isimli ırkçı bir gruptu. Sembolleri Üç Hilalli ve Nazi işaretini andırıyor. Sloganları “Liberallerin yarattığı sorunun çözümü nasyonalizmdir.”

Bu yapı adını geçtiğimiz yıllarda özellikle Suriyelilere ve Afganlara yönelik ırkçı yazı, video ve saldırılarla duyurmuştu.

Irkçı, şiddet yanlısı ve silahlı saldırı eğitim videoları da bulunan, Telegram gruplarında en son mayıs ayında paylaşım yapan Ataman Kardeşliği bir dönem Zafer Partisi ile ilişkilendirilmişti. Ümit Özdağ bu iddiaları reddetmişti.

Grubun sosyal medya hesaplarını kapattığı duyurulmuştu. Ama aynı grup mu bilinmez ama a Telegram’da mayıs ayına kadar paylaşım yaptıkları görülüyor.

İttihat ve Terakki’nin liderlerinden Talat ve Enver Paşa hayranı bir grup. Kendilerini Atatürkçü olarak tanımlıyorlar.

Bunun dışında da Telegram’da Türkler BirleşiyorNasyonal Türk gibi gruplar da var.

Ataman Kardeşliği grubundan söz açılmışken, DEM milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya iki yıl önce verdiği ama yanıtlanmayan soru önergesini hatırlatalım.

Daha doğrusu Gergerlioğlu hatırlattı.

O soru önergesinde Gergerlioğlu 10 Ocak 2022 tarihinde İstanbul Bayrampaşa’da ikamet eden Suriyeli gençlerin evine yüzleri maskeli bir grubun saldırdığını, 19 yaşındaki Suriyeli Nail Alnaif bıçaklanarak öldürüldüğünü belirterek sorular sormuştu.

‘Ataman Kardeşliği’ adı altında bir ırkçı gruptan Bakanlığınız haberdar mıdır? Eğer haberdar ise konuyla ilgili yapılmış bir çalışma var mıdır? Bu yapı Ku Klux Klan gibi bir yapılanma mıdır? Bu yapıyı İçişleri Bakanlığının tepki almamak için görmezden geldiği iddiası doğru mudur?

- Nail Alnaif isimli bir Suriyelinin göğsünden bıçaklanarak nefret cinayetine uğradığı iddiası doğru mudur? Bu iddia doğruysa konuyla ilgili açılmış bir soruşturma var mıdır?

Şüphelilerden sekiz kişi gözaltını alınmış, iki kişi tutuklanmıştı. Olayın sonrasını, dava aşamasını internette bulamadım!

Prof. Alev Özkazanç 5 yıl önce önemli bir akıma dikkati çekmişti.

İngilizce Incel terimi (Abaza, zoraki bakir/bakire) ismi altında Darkweb, Reddit gibi sosyal haber ve iletişim sitesi aracılığı ile örgütlenen erkek gruplarından söz etmişti.

Burada örgütlenen erkeklerin utangaç, yalnız bireyler olduğuna dikkati çeken Alev Özkazanç, “Cinsel veya duygusal ilişki kuramamış, reddedilmiş erkeklerin" bir araya gelerek kurduğu Incel oluşumuna vurgu yapmıştı.

Bu erkeklerin 2014 yılında Kaliforniya’da bir üniversiteyi basan, 6 kişiyi öldüren Rodger Rodger’den ilham aldıklarını söylemişti.

Özkazanç, ezik, güçsüz, hiçbir sermayesi olmayan, kendine acıyan ve kendini aşağılayan erkeklerin olduğu bu tartışma platformunda örgütlenen erkeklerin “anti feminizm, kadın düşmanı olmanın yanı sıra beyaz üstünlüğünden dem vuran ırkçı söylemler, göçmen karşıtı ve homofobi ile birlikte geldiğini tahmin edebilirsiniz” demişti.

Sorun çok katmanlı ve bütün üstünlük ideolojilerinin birbirini beslediği bir atmosferden söz ediyoruz.

Konu bilgisayar oyunlarına indirgenemeyecek kadar karmaşık…

                                                               /././

Kapatma davasından darbe girişimine, 17-25 Aralık’tan Gezi süreci ve başkanlık rejimine; AKP’nin 22 yılı iktidarda geçen 23 yılının kronolojisi -Cengiz Anıl Bölükbaş-

akp manşet

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP), kuruluşunun üzerinden tam 23 yıl geçti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, partinin kurulduğu 14 Ağustos 2001’de, Bilkent Otel’de, AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada, “Ve bugünden sonra Türkiyemizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” sözleriyle iktidar hedefini açıklamıştı. Kurulduktan 15 ay sonra, 3 Kasım 2002 seçimlerinde iktidara gelen ve 22 yıldır iktidarda olan, son sandık sınavı olan 31 Mart yerel seçimleri dışında, her seçimden birinci parti olarak çıkan AKP’nin döneminde, Türkiye, neredeyse bütünüyle değişti ve cumhuriyet tarihine geçen olaylar yaşandı.

AKP’nin kuruluşu

16 Ocak 1998’de Refah Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasıyla Millî Görüş geleneğinden gelen siyasetçiler Fazilet Partisi’ne katıldı. Ancak değişmeyen politikalar nedeniyle partinin halk tabanında karşılık bulamadığını düşünen Abdullah Gül liderliğindeki, kamuoyunda da “Yenilikçiler” olarak adlandırılan grup ile parti yönetimi arasında çatışmalar başladı. “Yenilikçiler” ve “Gelenekçiler” arasında 14 Mayıs 2000’de başkanlık yarışı yaşandı. Yenilikçilerin adayı Abdullah Gül 521, Recai Kutan ise 633 oy aldı.

Fazilet Partisi’nin de 22 Haziran 2001 tarihinde kapatılmasının ardından Recai Kutan ve Necmettin Erbakan başkanlığında 20 Temmuz 2001’de Saadet Partisi kuruldu. Recep Tayyip ErdoğanBülent Arınç ve Abdullah Gül’ün de aralarında bulunduğu grup ise Saadet Partisi’ne katılmadı. Fazilet Partisi Kongresi’nde Abdullah Gül’ü destekleyen bu grup artık Millî Görüş’çü olmadığını söyledi. Erdoğan’ın daha sonra “Milli Görüş gömleğini çıkardık” sözleriyle ifadesini bulan tavırlarıyla Yenilikçiler yeni parti çalışmalarına başladı. Tam 23 yıl önce, 14 Ağustos 2001 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu.

Partinin kuruluşunda Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın da aralarında olduğu toplam 74 Kurucular Kurulu üyesi yer aldı.

"Erdemliler Hareketi", Erdoğan'ın liderliği 14 Ağustos 2001'de "AK Parti" adıyla siyaset sahnesine çıktı

Kuruluşundan 15 ay sonra tek başına iktidar oldu

O dönem koalisyon ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin “erken seçim” çıkışıyla yapılan 3 Kasım 2002 erken seçimi, Türkiye açısından bir dönüm noktası oldu.

2001’deki ekonomik krizin bütün etkileri hâlâ hissedilirken, 2002’de Başbakan Bülent Ecevit, ciddi sağlık sorunları yaşamaya başladı. 15 Temmuz 2002’de ise Bahçeli, erken seçim çağrısı yaptı ve 31 Temmuz 2002’de erken seçim kararı alındı. Seçim tarihi olarak da 3 Kasım 2002 belirlendi. Bu tarihte yapılan erken genel seçimde, iktidardaki koalisyon ortağı partiler baraj altında kaldı. Büyük sürpriz yapan AKP ise kuruluşunun üzerinden 15 ay sonra, yüzde 34,28 oy oranıyla parlamentodaki sandalyelerin üçte ikisine denk gelen 365 milletvekili çıkararak tek başına iktidar oldu. AKP’nin 22 yıllık iktidarının başladığı seçimde yüzde 10 barajını AKP dışında sadece Cumhuriyet Halk Partisi aştı. İki partili bir Meclis dönemin girildi.

Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması

İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanlığı döneminde 1997’de okuduğu şiir nedeniyle 10 ay hapiste kalan ve bu nedenle siyasi yasaklı olan Erdoğan, partisi iktidara gelmesine rağmen Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylığını veto etmesi nedeniyle milletvekili ve Başbakan olamadı.

Seçim sonrasında 58. Türkiye Hükûmeti, Abdullah Gül başbakanlığında kuruldu. Hükûmet döneminde Erdoğan'ın siyasi yasağının kaldırılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yasa teklifi sunuldu. Değişiklik 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edildi. Daha sonra aynı yasa, değiştirilmeden Meclis’te tekrar kabul edildi. Yasaya, Deniz Baykal liderliğindeki CHP de destek verdi. Sezer, anayasal zorunluluk nedeniyle yasa değişikliğini bu kez imzaladı.

Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılmasına paralel olarak, YSK, Siirt'teki seçimlerin tekrar edilmesine verdi. Mart 2003’te Siirt’te seçim tekrarlandı. AKP’nin ilk sıra adayı Mervan Gül'ün adaylıktan çekilmesi ile Erdoğan partinin birinci sıra adayı olarak Siirt seçimlerine girdi ve oyların yüzde 85'ini alarak milletvekili oldu.

Gül'ün başkanlığındaki 58. Hükümet'in istifasının ardından 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in hükümeti kurma görevini verdiği Recep Tayyip Erdoğan, 15 Mart'ta, 59. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni kurarak başbakanlık koltuğuna oturdu.

İlk yerel seçim

AKP, Erdoğan'ın hükümeti kurmasının ardından ilk sınavını 2004 yerel yönetim seçimlerinde verdi. AKP aldığı yüzde 41,7'lik oy oranıyla sandıktan birinci parti çıktı ve böylece 11'i büyükşehir olmak üzere 1950 belediyeyi kazandı.

Erdoğan, 12 Aralık 1997 tarihinde Siirt'te düzenlenen mitingdeki konuşması nedeniyle  "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılmasının ardınan Pınarhisar Cezaevi'ne kaldı

367 krizi, e-muhtıra ve erken genel seçim

Görev süresi dolan 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yerine AKP, Abdullah Gül’ü aday gösterdi.

İlk tur oylama 27 Nisan 2007’de yapıldı. Toplam 361 oy kullanılırken, Abdullah Gül 357 oy aldı. Aynı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması konuldu. Açıklamada seçimlerde laikliğin tartışma konusu yapıldığı ve Genelkurmay'ın bu konuda taraf olduğu söylendi. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, söz konusu açıklamayı, kendi insiyatifiyle gece yarısına doğru Genelkurmay Başkanlığı sitesine koydurduğunu gazeteci Mehmet Ali Birand’a açıkladı.

TBMM Genel Kurulu’ndaki oylamanın hemen sonrasında, eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun, TBMM’de 367 vekilin bulunmadığı bir oturumda gerçekleştirilen seçimin geçerli olmayacağı tezinden hareket eden CHP, seçimi Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Anayasa Mahkemesi de bu tezi yerinde buldu. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs 2007’de verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. Bunun üzerine 6 Mayıs'ta yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının (367) bulunamayışı yüzünden 11. Cumhurbaşkanı seçilemedi. “Anayasaya’ya göre TBMM’deki karar yeter sayısı 367 ise oturum yeter sayısı da 367 olmalı” yolundaki muhalefet iddiasının Anayasa Mahkemesi’nce kabulü, Türkiye’de yeni bir dönemi başlatacaktı.

Erken seçimde yine tek parti

Bu karar üzerine AKP’den erken genel seçim kararı çıktı. Meclis’te seçim kararı alınmasının yanında, Anayasa’da değişiklik yapılması için referandum kararı da verildi. Referanduma sunulan teklifle, genel seçimlerin yapılma süresi beş yılda birden, dört yılda bire düşürüldü. Cumhurbaşkanlığı seçiminin iptaline yol açan “toplantı yeter sayısı” konusu, Meclis’in tüm işlemlerinde üçte bir çoğunluk olarak netleştirildi. Cumhurbaşkanı’nın Meclis tarafından değil, halk tarafından iki turlu oylamayla seçilmesi kararlaştırıldı; yedi yıl olan görev süresi beş yıla düşürülerek, iki kez seçilebilmenin önü açıldı.

Erken genel seçim 22 Temmuz 2007’de yapıldı. AKP yüzde 46,58 ile 341 milletvekili, CHP yüzde 20,88 ile 112 milletvekili, MHP de yüzde 14,27 ile 71 milletvekili çıkardı. Erdoğan’ın başında olduğu AKP, ikinci kez tek başına iktidara geldi. 

Abdullah Gül de seçimden sonra 28 Ağustos 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçiminin üçüncü turunda 339 oy aldı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 11. Cumhurbaşkanı seçildi.

21 Ekim 2007’deki referandum ile Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere Anayasa değişiklikleri teklifi halkoyuna sunuldu. Değişiklikler yapılan halk oylamasında yüzde 68,95’lik kabul oyuyla kabul edildi.

Parti kapatma davası

2008 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, "Adalet ve Kalkınma Partisi'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiği" gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesi'nde AKP’nin kapatılması için dava açtı. 30 Temmuz 2008'de açıklanan kararla, 11 üyenin 6'sı partinin kapatılması yönünde oy kullandı ancak kapatma kararı için 7 üyenin oyu gerektiğinden AKP kapatılmaktan kurtuldu. Ancak “AKP’nin laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiğine” hükmeden AYM, partiye yapılan Hazine yardımının kesilmesi yaptırımını yeterli gördü.

Parti, 2009 yerel seçimlerinden de zaferle ayrıldı. AKP, 16 büyükşehirden 10’unu ve toplamda 1442 belediye başkanlığını kazandı.

2010 Anayasa Referandumu

12 Eylül 2010’da 1982 Anayasası’nda değişiklik öngören Anayasa referandumu yapıldı. Halka sunulan anayasa referandumu, 26 maddelik değişikliği içeriyordu. Referandum sonucunda yüzde 42,12 “Hayır” oyuna karşı yüzde 57,88 “Evet” oyuyla Anayasa değişiklikleri kabul edildi. Bu değişiklikle Anayasa Mahkemesi ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda yeniden yapılanmaya gidildi ve sonradan büyük tartışmalara neden olacak ve geri alınacak olan, yüksek yargı üyelerinin birinci sınıf hâkim ve savcıların katılacağı oylamayla seçilmesi sistemi benimsendi.

Ergenekon davaları

AKP’nin kapatılması davasının sürdüğü 2008’den itibaren Ergenekon soruşturması süreci başlatıldı. 12 Temmuz 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda bulunduğu söylenen 27 el bombası soruşturmanın gerekçesi oldu.

27 Temmuz 2007'de, daha sonra gelen gözaltı ve tutuklama dalgaları nedeniyle “birinci dalga” olarak adlandırılan bir operasyonla Oktay Yıldırım'ın yanı sıra Türk Ortodoks Kilisesi sözcüsü Sevgi Erenerol, avukat Kemal Kerinçsiz, gazeteci yazar Güler KömürcüSedat PekerTaner ÜnalFuat Turgut, Sami Hoştan ve daha pek çok kişi gözaltına alındı.

Bu dalgalar kısa aralıklarla toplumun pek çok farklı kesimini kapsayacak şekilde genişledi. Ergenekon davası kapsamında 20 civarında dosya birleştirildi. Ancak ana davaya ait üç iddianame bulunuyodu. İlk iddianame 14 Temmuz 2008'de, soruşturmanın başlamasından yaklaşık bir yıl sonra 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunuldu. 25 Temmuz 2008'de mahkeme tarafından kabul edildi. İlk duruşma 20 Ekim 2008'de yapıldı. İlk iddianame yaklaşık 2 bin 500 sayfaydı. İkinci iddianame 25 Mart 2009'da kabul edildi ve Ergenekon ana davasıyla birleştirildi. Ağustos ayında ise birleştirme talepli üçüncü iddianame ana davaya eklendi.

İlk iddianamede Ergenekon, "terör örgütü" olarak tarif edildi ve "üyeleri ve yöneticileri" darbe teşebbüsüyle suçlandı.

Davada birleştirilen iddianameler sadece üç iddianameyle sınırlı değildi. İrticayla Mücadele Eylem Planı Davası, Şile Kazıları, İnternet Andıcı Davası, İlker Başbuğ Davası, Danıştay Saldırısı Davası, Cumhuriyet Gazetesi Molotof Davası başta olmak üzere 20 civarında iddianame Ergenekon davasıyla birleştirildi. İlk kez tutuklanan orgeneraller

İlk gözaltıların ardından gelen dalgalar dikkat çekici isimleri bu davaya dahil etti: 26. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur, emekli 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan AygünSedat PekerVeli KüçükKemal Kerinçsiz, gazeteciler Tuncay ÖzkanHikmet ÇiçekDeniz Yıldırımİlhan Selçuk ve İnönü Üniversitesi'nün eski rektörü Fatih Hilmioğlu yargılanan yüzlerce kişiden bazılarıydı.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklarla ilgili kararını 5 Ağustos 2013'te açıkladı.

Emekli Tuğgeneral Veli Küçük 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 99 yıl hapis, Tuncay Özkan "darbeye teşebbüs suçundan" ağırlaştırılmış müebbet ve diğer suçlardan 22 yıl 6 ay hapis, tutuklanan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ müebbet, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırıldı.

Emekli Orgeneral Hurşit Tolon müebbet, Danıştay saldırısının faili Alpaslan Arslan 2 kez ağırlaştırılmış müebbet, Avukat Kemal Kerinçsiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Mahkeme, Prof. Dr. Mehmet Haberal'ı 12 yıl 6 ay, Mustafa Balbay'ı 34 yıl 8 ay, Sinan Aygün'ü 13 yıl 6 ay hapis cezasına mahkûm ederken, diğer sanıklara da çeşitli cezalar verdi. ‘Balyoz Darbe Planı’ davası

Balyoz Darbe Planı davası da, bir bavulun içinde teslim edilen ve önemli bir bölümünün “üretildiği” sonradan ortaya çıkan “deliller” ile aynı savcılar tarafından açıldı ve İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 6 Aralık 2010'da görülmeye başlandı. 250’si tutuklu 365 subay ve emekli subayın yargılandığı davada savcı 29 Mart 2012 günü 920 sayfalık mütalaa sundu. Darbe planı olduğu iddia edilen "Balyoz", ilk olarak Taraf gazetesinin 20 Ocak 2010'daki haberiyle gündeme geldi. İddialara göre plan, dönemin 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan'ın liderliğinde darbe zeminini hazırlama amaçlı "Çarşaf", "Sakal", "Suga" ve "Oraj" kod adlı eylem planlarından oluşuyordu.

Halen tutuklu olan Taraf muhabiri Mehmet Baransu, 30 Ocak 2010'da elindeki belgeleri bir bavul içinde İstanbul Adliyesi'ne teslim etti. Bavulda 5 bin sayfadan fazla belge, 19 CD ve 10 teyp kaseti vardı. Sanık avukatları tek bir CD içinde mahkemeye sunulan bir kısmı 5 Mart 2003'te oluşturulan CD'nin içinde 2008 ve 2009'a ait isimler, rütbeler, yer isimleri ve dijital veriler bulunduğunu vurgulayarak belgelerin sahte olduğunu açıkladı.

2012 yılında 365 isimden 330'u 6 yıl ile 20 yıl arasında hapis cezasına çarptırıldı. 250 sanığın tutukluluk hâlinin devamına karar verdi. Yargıtay 9. Dairesi, 361 sanığın yargılandığı “Balyoz” davasında 237 sanık için verilen kararları 9 Ekim 2013'te onadı. Sanıklar Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuruda bulundu.

Ergenekon ve Balyoz davaları ve o dönemde açılan benzer davalar, Fethullah Gülen cemaati ile iplerin kopmasının ardından kapatıldı. 17-25 Aralık sürecinden sonra bu davalara “kumpas davaları” adı verildi. Ergenekon ve Balyoz davalarının sanıklarının büyük bölümü beraat etti.

İnfografik/AA

Üçüncü seçimde de iktidar

21 Ekim 2007 tarihli referandum ile birlikte yürürlüğe giren Anayasa değişiklikleriyle genel seçim süresi dört yıla indirilince dönemin Başbakanı Erdoğan, 3 Ekim 2010’da genel seçimlerin normal tarihinden bir ay önce, yani Haziran 2011’de yapılacağını açıkladı. Seçim sonucunda AKP yüzde 49,83, CHP yüzde 25,98, MHP ise yüzde 13,01 oy aldı ve AKP, 2011 genel seçimlerinde üçüncü kez tek başına iktidar olmayı başardı. Seçim sonuçlarına göre her iki seçmenden biri AKP’ye oy vermişti.

Gezi Parkı eylemleri

28 Mayıs 2013’te başlayan milyonların katıldığı ve İstanbul’dan ülke geneline yayılan Gezi Parkı eylemleri Türkiye açısından da Erdoğan iktidarı açısından da kırılma noktası oldu. Taksim Meydanı’ndaki Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi amacıyla Gezi Parkı’nın Asker Ocağı Caddesi’ndeki duvarın bir bölümü 27 Mayıs 2013 gecesi yıkıldı ve bazı ağaçlar yerinden söküldü. O gece eylemler başladı ve eylemciler polisin sert müdahalesi ile karşılaştı. Eylemler sonucu sekiz kişi hayatını kaybetti. Bu eylemlerin ardından yüzlerce kişi hakkında adli işlem yapılırken, soruşturmalar yürütüldü ve davalar açıldı.

Gezi eylemleri dosyası, 2018’de yeniden açıldı. Eylemlerin finansörü olmakla suçlanan sivil toplum kuruluşları çalışmalarını destekleyen iş insanı Osman Kavala yaklaşık yedi yıl önce tutuklandı ve AİHM’nin “hak ihlali” kararlarına rağmen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırıldı. Aralarında Çiğdem MaterAli Hakan AltınayMine ÖzerdenCan AtalayTayfun Kahraman’ın da olduğu diğer sanıklar da 18 yıl ceza aldı.

Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Taksim Dayanışması'ndan temsilcilerle Gezi Parkı'na ilişkin görüşürken, 2013

17-25 Aralık soruşturmaları

17 Aralık 2013’te, AKP’nin iktidar olduğu günden bu yana birlikte hareket ettiği, son yıllarda gerilim yaşadığı, dershanelerin kapatılmasına yönelik adımlardan sonra karşı karşıya geldiği Gülen cemaati ile arasındaki bağlar koptu.

Dönemin Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın yürüttüğü soruşturma kapsamında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele ve Mâlî Şube Müdürlüğü ekipleri aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Türkiye Hükûmeti kabine üyesi dört bakan ile üç bakan çocuğunun olduğu kişiler hakkında "rüşvet, görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık" suçlarını işledikleri gerekçesiyle operasyona başladı.

AKP, operasyona hemen karşılık verdi. 16 Ocak 2014 tarihli Hâkimler ve Savcılar Kurulu kararı ile soruşturmayı başlatan Cumhuriyet Savcısı Celal Kara'nın görev yeri değiştirildi. 25 Aralık’ta bu kez aralarında Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da olduğu isimler hakkında operasyon kararı verildi. Gözaltı talimatları İstanbul Emniyeti tarafından yerine getirilmedi.

Erdoğan, kamuoyuna sızdırılan ses kayıtları ve konuşma tapeleri eşliğinde soruşturmayı yürüten yargı ve emniyet mensuplarının Gülen Hareketi tarafından yönetildiğini ve "paralel devlet" yapılanmasında yer aldığını ifade etti. Soruşturmaların ardından Egemen Bağış Avrupa Birliği Bakanlığı görevinden alındı. İçişleri Bakanı Muammer Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar bakanlık görevlerinden istifa ettiler. Bayraktar ayrıca milletvekilliğinden de istifa etti. 5 Ocak 2015'te TBMM'de yapılan oylamada eski bakanların Yüce Divan'a gönderilmemesine karar verildi.

Gülen cemaati ise yeni bir dönemle tanıştı. Cemaate bağlı medya organlarına, Bank Asya’ya, dershanelere, okullara el kondu. MGK’da, “paralel devlet” yapılanmasına karşı harekete geçilmesi kararı alındı.

Yine kazandı

Bu tartışmaların ardından yapılan 2014 yerel seçimlerinde AKP yüzde 43,4 oy alarak birinci parti oldu. Parti, bu seçimlerde 30 büyükşehir belediye başkanlığından 18 tanesini kazandı.

Erdoğan Cumhurbaşkanı oluyor

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 28 Ağustos 2014’te görev süresinin dolmasının ardından 1 Temmuz 2014’te AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı gösterildi. Erdoğan, kendisinin genel başkanlığını bırakmak durumunda kalacağı AKP’nin kongresini, Cumhurbaşkanlığı seçiminin önüne alarak, o sırada Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görevinden sonra AKP’nin başına geçmesini engelledi. Mehmet Ali ŞahinErdoğan'ın adaylığını ''Adayımız, İstanbul milletvekilimiz, Genel Başkanımız, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'dır'' şeklinde açıkladı. Seçimin ilk turu 10 Ağustos’ta yapıldı ve ilk turda kazanan Erdoğan, yüzde 51,79 oranında oy aldı. CHP ve MHP’nin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 38,44, Selahattin Demirtaş ise yüzde 9,76 oranında oy aldı. Böylece Erdoğan, Cumhuriyet tarihinde halk tarafından seçilen ilk cumhurbaşkanı oldu.

2015 seçimleri: AKP tek başına iktidarı kazanamadı, ancak tek başına iktidarda kaldı!

Erdoğan’un Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından AKP Genel Başkanı ve Başbakanlık görevi, Erdoğan’ın desteğiyle Ahmet Davutoğlu’na verildi.

Bu dönemde, “çözüm süreci” adı verilen dönem de başladı ve HDP, beklenmedik biçimde oylarını yükseltti. Çözüm süreci AKP oylarında erimeye de yol açtı. “Dolmabahçe mutabakatı” adı verilen mutabakatın yapılmasından hemen sonra çözüm sürecini rafa kaldırmaya başlayan Erdoğan ve AKP, 7 Haziran 2015 seçimlerinde iktidara geldiği 2002 seçimlerinden bu yana ilk kez tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetti. AKP, Meclis çoğunluğunu kaybetti, ancak yüzde 40,9 oy oranı ve 258 sandalye sayısı ile seçimlerden birinci parti olarak çıktı. AKP, bu süreçte CHP ve diğer partilerle görüşmeler yaptı. Ancak bir yandan da, hükümetin kurulamadığı bu dönemde Türkiye’de bombalar patlamaya başladı. Hükümet kurulamayınca seçimin 1 Kasım’da tekrar edilmesine karar verildi.

7 Haziran’dan 1 Kasım 2015 seçimlerine kadar geçen süreçte Türkiye, Suruç ve 10 Ekim canlı bomba saldırılarına sahne oldu. Birçok kanlı terör eylemi gerçekleşti. Çözüm süreci bütünüyle bitirildi.

1 Kasım seçimlerine doğru giderken Türkiye’de güvenlik sorunu ön plandaydı. Saldırılar ve canlı bomba intiharlarıyla geçen yedi ayın sonunda, AKP oyunu yüzde 49,5’e çıkardı ve 317 milletvekilini parlamentoya göndererek yeniden tek başına iktidar oldu.

Davutoğlu gitti, Yıldırım geldi

Kamuoyunda ilk olarak, Ocak 2015'te Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından açıklanan ancak hayata geçirilemeyen “şeffaflık paketi”nin Davutoğlu-Erdoğan arasında gerginlik çıkardığı dile getirildi. Ardından MKYK'da alınan kararla, genel başkana "il ve il başkanı atama yetkisi" verildi. Kararın toplantıdan önce Erdoğan'a yakın üyeler tarafından alındığı ve toplantı sırasında Davutoğlu'na imzalatıldığı iddia edildi.

2016'da ‘Pelikan Dosyası’ adı altında anonim bir blogda Davutoğlu'nun Erdoğan'a ihanet ettiği ve istifa etmesi gerektiği savunuldu. İddialara göre, 4 Mayıs 2016'da Külliyede Erdoğan ve Davutoğlu arasında yapılan ikili toplantıda, Davutoğlu'nun doğrudan istifa etmemesi, ancak partiyi kongreye götürmesi ve yeniden genel başkan adayı olmaması konusunda anlaşıldı.

Davutoğlu bir gün sonra, “Dört yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir” şeklinde bir açıklama yaparak Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevini Erdoğan’ın baskısıyla bıraktığı mesajını verdi ve istifa etti. 22 Mayıs 2016 tarihinde yapılan AKP’nin 2. Olağanüstü Büyük Kongresi’nde, Erdoğan’ın istediği Genel Başkan seçilen Binali Yıldırım, Başbakan oldu. 

15 Temmuz 2016 gecesini 16 Temmuz'a bağlayan gece: Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişimine karşı halkı meydanlara davet ederken...

15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL süreci

Gülen cemaati, 15 Temmuz 2016 Cuma akşamı darbe girişiminde bulundu. Ordunun içerisinde yer alan Gülen cemaatine bağlı subaylar Boğaziçi Köprüsü’nün bir tarafını kapattı. Gece boyunca süren çatışmaların ardından darbe girişimi bastırıldı. Bütün bu olayların yaşandığı gece 179’u sivil, 246 kişi yaşamını yitirdi. Darbe girişiminin ardından Türkiye’de, yaklaşık iki yıl sürecek “olağanüstü hâl” ilan edildi. Darbe girişimine katılanlar tutuklanırken, bazıları firar etti. Olağanüstü hâl (OHAL) 20 Temmuz’da ilan edildi. Bu süreçte Türkiye genelinde on binlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı ve açığa alındı. OHAL kapsamında Cumhurbaşkanlığı tarafından 32 kez Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı. Bu KHK’lar ile en az 125 bin 678 kamu görevlisi ihraç edildi.

17-25 Aralık süreci dahil, AKP’ye en sert muhalefeti yapan isimlerden olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, darbe girişimi sonrası Erdoğan’ı desteklemeye başladı ve hükümet sistemi değişikliğinin yolunu açtı. 11 Ekim 2016’da partisinin grup toplantısında konuşan Bahçeli, “Ya Erdoğan Anayasa’nın öngördüğü Cumhurbaşkanlığı yetkilerine çekilsin ya da getirin başkanlık sistemini Meclis’te oylayalım” dedi. AKP’den cevap gecikmedi ve bir gün sonra AKP’nin en tepe isminden, dönemin AKP lideri ve Başbakan Binali Yıldırım’dan geldi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi: Tüm yetki Erdoğan’da

Binali Yıldırım, yeni hükûmetin öncelikli konusunun başkanlık sistemi de dahil olmak üzere yeni yönetim sistemini belirleyecek değişiklik olduğunu ve yeni Anayasa için çalışmalara hemen başlanacağını açıkladı.

Ocak 2017’de AKP ve MHP milletvekilleri, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırdıkları sistem değişikliğine ilişkin anayasa değişikliği önerisini Meclis’e sundu. 16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında ise teklif yüzde 51,4 oranında “evet” oyu aldı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulanmaya başlandı. Böylece, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren benimsenmiş olan parlamenter sistem terk edildi, Başbakanlık lağvedildi, başkanlık sistemine geçildi.

Erdoğan ‘partili Cumhurbaşkanı’ olarak AKP’ye döndü

Anayasa değişikliğinin kabul edilmesiyle genel seçimlerin artık Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile aynı gün yapılmasına karar verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan,resmi sonuçlar açıklandıktan sonra AKP’ye döneceğini açıkladı.

Erdoğan, 2 Mayıs 2017 tarihinde tekrar AKP üyesi oldu. 21 Mayıs 2017'de yapılan olağanüstü kongreyle yeniden genel başkan seçildi. Böylece cumhuriyet tarihinde Celal Bayar'ın ardından siyasi parti üyeliği olan ilk cumhurbaşkanı oldu.

Erdoğan yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı

16 Mart 2018 tarihinde, 26 maddelik “Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” yürürlüğe girdi. Seçim Yasası değişikliği ile siyasi partilerin ittifak yapmaları yasal hâle getirildi. Kasım 2017’de Bahçeli’nin, Erdoğan ile ittifak yapmayı önermesi sonucu Şubat 2018’de Cumhur İttifakı kuruldu.

OHAL sürerken yapılan 2018 genel seçimlerinde MHP ile kurulan “Cumhur İttifakı” ile birlikte Erdoğan, yüzde 52 oy oranıyla Türkiye’nin yeni rejiminin ilk cumhurbaşkanı oldu. 9 Temmuz'da başbakanlık makamı kaldırıldı. Son Başbakan Binali Yıldırım, 12 Temmuz 2018'de yeni dönemin TBMM başkanı seçildi.

AKP’nin önemli büyükşehirleri kaybetti

31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde AKP, önemli büyükşehir belediyelerini kaybetti. İstanbul’da Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı Ekrem İmamoğlu, HDP’nin aday çıkarmadığı seçimden galip çıktı. MHP ile yerel seçimlerde 51 ilde ittifakını sürdüren AKP, Ankara, İstanbul, Adana ve Mersin’in de aralarında bulunduğu önemli büyükşehir ve belediyeyi CHP’ye karşı kaybetti. AKP ve MHP’nin sonuçlarına itiraz ettiği İstanbul seçimi yenilendi. 23 Haziran’da sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri yapıldı ve seçimi Ekrem İmamoğlu, açık ara farkla kazandı. 

Gelecek ve DEVA Partisi’nin kuruluşu

AKP’nin kuruluşundan itibaren Erdoğan’ın yanında yer alan isimlerden bazıları AKP’den koptu ve yeni partiler kurdu. AKP iktidarında genel başkanlık ve başbakanlık görevlerinde bulunan Ahmet Davutoğlu 12 Aralık 2019’da Gelecek Partisi’ni, eski bakan ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da 9 Mart 2020’de Demokrasi ve Atılım Partisi’ni (DEVA) kurdu. AKP’nin 2021 yılında düzenlenen 7. Olağan Büyük Kongresi’nde Recep Tayyip Erdoğan yeniden genel başkan seçildi.

AYM ve AİHM kararları uygulanmıyor

Başkanlık sistemine geçildikten kısa süre sonra OHAL sona erdi ancak Türkiye’de, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı yeni bir dönem başladı. AİHM’nin Gezi davasında Osman Kavala, Kobani davasında Selahattin Demirtaş için verdiği hak ihlali kararları, mahkemelerce uygulanmadı.

Anayasa Mahkemesi’nin kritik davalarda verdiği tahliye ve yargılamanın yenilenmesi kararlarına karşı da yerel mahkemeler direndi. Bazı kararlar uzun süre sonra uygulandı. AYM’nin, TİP’ten Hatay Milletvekili seçilen Can Atalay ile ilgili “tahliye ve yargılamanın durdurulması” kararı ise halen uygulanmadı. Bu süreç  Cumhuriyet tarihinde ilk kez yaşanan bir krize sahne oldu ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Anayasa’daki emredici hükme rağmen kararını tanımadığı Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.

Cumhur İttifakı’na karşı Millet İttifakı

2023 genel seçimlerinde Erdoğan, seçimlerin CHP iktidarının sona erdiği 14 Mayıs 1950 seçimlerine atfen 14 Mayıs'ta yapılacağını belirtti. 10 Mart'ta Erdoğan, milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 14 Mayıs'ta yapılmasına dair karar aldı ve Resmi Gazete'de yayımlandı. "Türkiye Yüzyılı" ve "Türkiye için hemen şimdi" sloganları kampanyanın temasını oluşturdu.

Mayıs 2023’teki seçim için “Altılı Masa” olarak anılan CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA, Saadet Partisi ve Demokrat Parti, Millet İttifakı’nı kurdu. Altılı Masa, seçime kısa süre kala, İYİ Parti lideri Meral Akşener’in dönemin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıkması nedeniyle dağıldı. Akşener, iki gün sonra masaya tekrar geri döndü.

14 Mayıs’taki seçimin ilk turunda Erdoğan yüzde 49,52, Kılıçdaroğlu yüzde 44,88 oranında oy aldı ve seçim ikinci tura kaldı. Genel seçimde ise muhalefet ağır bir yenilgi aldı. Erdoğan, seçimlerin ikinci turunda Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı yüzde 52,18'lik bir oy oranı ile kazandı. Kılıçdaroğlu’nun oyu yüzdre 42’de kaldı.

Yeni döneminin başlamasının ardından Külliye'de yaptığı açılış konuşmasında Erdoğan, mevcut anayasanın 1980 darbesinin ürünü olduğunu ve demokrasiyi güçlendirecek "özgürlükçü, sivil ve kapsayıcı" bir anayasa ile değiştirilmesi gerektiğini söyledi.

Ekim 2023'te AKP’nin  4. Olağanüstü Büyük Kongresi yapıldı. Erdoğan yeniden genel başkan olarak seçildi.

AKP’nin en büyük yenilgisi: CHP birinci parti oldu

2024 yerel seçimlerinde, Cumhuriyet Halk Partisi, yüzde 37,81 oy oranı ile 1977 yerel seçimlerinden beri ilk kez birinci parti oldu ve yerelde iktidar konumuna geçti. CHP Başkent Ankara ve en büyük il İstanbul dahil 14 büyükşehirde seçimi kazanırken, AKP ise yüzde 35,48'lik oy oranıyla tarihinde ilk kez ikinci parti konumunda kaldı. Erdoğan, "Partimizin organlarında 31 Mart neticelerini değerlendireceğiz, özeleştirimizi yapacağız. Sandık sonuçları irtifa kaybı yaşadığımızı gösteriyor" dedi

https://t24.com.tr/foto-haber/turkiye-haritasi-turuncudan-kirmiziya-donerken-iste-akp-nin-22-yilda-girdigi-19-secimin-sonuclari,30715/13

/././

“Vatan hainleri, teröristler, anarşistler, çapulcular, LGBTİ hainleri” ve Eskişehir gerçekleri -Gökçer Tahincioğlu-

Instagram konusunda aşırı hassas kabine üyeleri, gerçekten bu sosyal medya platformunda biraz vakit geçirirlerse silahlarını sergileyen mafya üyelerini, Kürtleri öldürmek üzere örgütlenen çeteleri, mültecilere saldırmak için plan yapan grupları kolaylıkla görebilirler.

Bu ülkenin önemli bir bölümü yıllarca Lozan nedeniyle Türkiye’nin yer altı kaynaklarını kullanamadığını, madenlerini çıkartamadığını, anlaşmanın süresi 100 yıl olduğu için 2023’ten itibaren bütün ülkenin zenginleşeceğini düşündü.

Bu ülkenin önemli bir bölümü LGBTİ+ adlı bir örgüt olduğunu, gerçekten fetih amaçlı bir bayrakları bulunduğunu sanıyor.

Bu ülkenin önemli bir bölümü silahı namus, kız çocuklarının karma eğitimde okutulmasını namussuzluk olarak görüyor.

Bu ülkenin önemli bir bölümü gerçekten Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin Türkiye’yi kıskandığını düşünüp, bu nedenle Türkiye’ye saldırıların kaçınılmaz olduğunu savunuyor.

Bu ülkenin önemli bir bölümü kendi kimliğini açıkça dillendiren insanların, kendi dillerini konuşan insanların terörist olduğuna inanıyor.

Ve her gün kürsülerden itinayla bu fikirler pekiştiriliyor.

Can Atalay vatan hainidir?”

Neden, hangi ihaneti yapmış Can Atalay?

Yanıt yok.

Voleybolcu kızlardan futbol takımlarına, mevsimlik işçilerden iktidar karşıtlarına, satırla saldırıya uğrayan öğrencilerden, alanlarda dövülen madencilere kadar uzanan bir saldırganlık.

Ya bendensin ya teröristsin…

***

Uzmanlar, Eskişehir’deki saldırıdan sonra yine konuşuyor.

“Bilgisayar oyunlarındaki şiddet…”

“Sosyal medyadaki şiddet…”

Bu sırada başta Instagram, sosyal medya platformlarını yasaklayanlar da konuşuyor…

“Çocuklarımızı korumak, gençlerimizi korumak, ailelerimizi korumak…”

***

Hakikaten kör mü uzmanlar diyorsunuz, bu dili kullananlar, sürekli sorumlu arayanlar kör mü?

Kutuplaşmış siyaset ve seçmende prim yapan şiddet dili ortada duruyor.

Oyuna ne hacet?

Bu ülkenin çocukları ve gençlerinin bir bölümü, ülkenin bir bölümünün terörist, bölücü, dış güçlerin oyuncağı olduğunu düşünerek büyüyor.

Kutup, karşı kutbun da dilini belirliyor.

Benzer kavramlar, benzer tespitler bütün bir toplumu avucuna alıyor.

***

Bu ülkede son 48 saatte yaşananlardan kısa bir kesit:

- İstanbul'da bir kişi eşini sokak ortasında kurşuna dizdi.

- Eskişehir'de bir saldırgan, 1'i ağır, 5 kişiyi yaraladı.

- Manisa'da bir kişi silahla öldürüldü.

- Samsun'da bir kişi yengesini 24 yerinden bıçaklayarak öldürdü.

- Samsun'da bir kişi arkadaşını silahla vurarak öldürdü.

- Gaziantep'te alacak-verecek meselesinden dolayı bir kişi arkadaşını öldürdü.

- İstanbul'da park meselesi yüzünden bir kişi, bir baba ve oğlunu öldürdü.

- Malatya'da bir kişi av tüfeğiyle arkadaşını öldürdü.

- Kayseri'de bir kişi kızının sevgilisini silahla vurarak öldürdü.

***

Eskişehir’de önüne geleni bıçaklayan ve tutuklanan Arda Küçükyetim’in manifesto diye bıraktıklarının bir bölümüne bakalım:

“Ben genellikle sessiz birisi olarak dışlanıyordum. Niye mi? Bu böcek sürüleriyle iletişim kurmak istemediğim için. Ben bu böcekleri 3 sınıfa ayırıyorum:

— Karıncalar: "Acınası varlıklar" 

— Salyangozlar: "Beyinsiz varlıklar" 

— Hamamböcekleri: "Beyin ölümü gerçekleşmiş varlıklar"

SALDIRI NOKTALARI VE ZORLUK SEVİYELERİ

Kolay Seviye: 

— Kütüphaneler 

— Bakım Evleri 

— Herhangi bir liberalin evi 

— Okullar 

— Havuzlar, ya da sahiller 

— Kiliseler, Camiler ve Sinagoglar

Orta Seviye: 

— Hastaneler 

— Alışveriş Merkezleri 

— Çatı katları 

— Kolejler 

— Tiyatrolar 

— Tren istasyonları

Kabus modu: 

— Havaalanları 

— Devlet binaları 

— Spor Stadyumları 

— Ulusal Sınırlar 

— Askeri üsler 

— Polis istasyonları

SALDIRI PUANLAMASI

— Her ölüm başına 300 puan. (Hamile Kadınlar +100 Puan, Çocuklar +20 Puan) 

— Her yaralama başına ise 150 Puan.

GÜNÜMÜZ AZİZLERİ

Anders Behring Breivik, Brenton Tarrant, Stephen Paddock, Timothy McVeigh ve daha fazlası. Hepsi bu dünyada onlarca böceği temizledi.

***

Şöyle devam ediyor:

  1. Olanlarından kimseye bahsetme. Kendini izole et.
  1. Diğer temizleyicilerin manifestolarını oku.
  1. Kendini 6-8 ay önceden mental olarak açıkla.
  1. Saldırıyı yapmadan önce bu PDF’yi yaymayı unutma.
  1. Öldürmeye ilk ailenden başla, sayıya göre 2-3 kolay öldürme.
  1. Eğer tutuklanırsan kameralara bir trollface gibi sırıt. Böcek NPC’lerin b*ktan hayatlarında bir kez bile gülümseyemediği için sana sinir olacaklardır.”

***

Saldırganın sosyal medyada örneklerine sıkça rastlanan bu söyleminin diğerlerinden farkı eyleme geçmiş olması.

T24’ten Cengiz Anıl Bölükbaş, saldırıyla ilgili detaylı bilgileri, saldırganın anlattıklarını dün haberinde aktardı.

Saldırganın bağlantıları ne kadar çözülebilecek, kimler yakalanacak göreceğiz. Ancak dosya oyunlardan etkilenmiş sapkın bir gencin eylemi olarak kapatılacaksa, emin olun ki benzer eylemlerle yine karşılaşacağız.

***

Saldırının ardından başta gazeteci Erk Acarer olmak üzere, gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları, benzer söylemlerle hareket eden, silahlı eğitim aldıklarını sosyal medya sayfalarından duyuran grupların, insanların haberini yaptı.

Bir başka ülkede bu gruplar hemen araştırılır.

Ancak Türkiye’de haberleri yapanlar hakaretlerle, terörist olmakla itham ediliyor.

Instagram konusunda aşırı hassas kabine üyeleri, gerçekten bu sosyal medya platformunda biraz vakit geçirirlerse silahlarını sergileyen mafya üyelerini, Kürtleri öldürmek üzere örgütlenen çeteleri, mültecilere saldırmak için plan yapan grupları kolaylıkla görebilirler.

Farklı ülkelerin mafyalarının cirit attığı Türkiye’de suç sayılmayan eylemlerin başında iktidara paralel söylemlerle hareket eden grupların silahlı faaliyetleri geliyor zira.

***

Uzakta aramaya gerek yok.

Oyunlarda, internette aramaya gerek yok.

Suçun oluştuğu iklim göz önünde yaratılıyor.

Toplumun belli kesimleri, durmaksızın ağır ithamlarla toplumun önüne atılıyor.

Şiddete dayalı aşırı milliyetçilik, süslü kavramlarla vatanseverlik olarak sunuluyor.

Tehdit dilini dilinden eksik etmeyenler ısrarla itibarlı siyasetçi sayılıyor.

Bu iklimden etkilenmeyen, merak etmeyin oyunlardan hiç etkilenmez.

Asıl birilerinin yaptıklarının sonucunu ve bunun bir siyaset biçimi ve bir oyun olmadığını görmesi gerekiyor.

***

Haftanın kitabı: “Yanımda Kal”

“Duvar dibinden yürümek, bizim ailenin adım atmaya başlayan çocuklarına öğrettiği ilk kuraldır. Duvar dibinden yürüyerek çarşıya giriyorum…”

Eylem Ata Güleç, kendine ait dil kurabilen, sıkışıp kalmış bir formun dışına çıkabilen özgün yazarlardan.

Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan üçüncü öykü kitabı “Yanımda Kal”da yer alan öykülerin tamamı, siyasi bir zemine sırtını dayıyor. Ajitasyondan uzak, bağırmayan ancak net biçimde varlığı anlaşılan bir zemin.

Yazarın, babaannesi Ayten’in anısına ve “elinden şifalanan bütün kadınlara” adadığı kitabın açılış öyküsü, “elinden şifalanma” kavramını da ete kemiğe büründürüyor. Sokağa adım atılamayan günlerde zaten sokağa adım atmayan bir kadının, diğer kadınları büyütmesi ve iyileştirilmesi anlatılıyor bu etkileyici öyküde.

Sonraki öykülerde de ilk öyküdeki ikili kurguyu görmek mümkün.

Yerel kelimelerin de ustaca ve yerli yerinde, dengeli biçimde kullanıldığı öykülerden geriye kalan his zarif bir denge olarak da tarif edilebilir zaten. “Safra” adlı öykünün kurgusu ve dili de ayrıca konuşulmaya değer… Eylem Ata Güleç, kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi, “ömür boyu süren bağları” ve “düştüğü yerden kalkmaları” birbirini taklit etmeyen ancak birbiriyle arkadaş öykülerde ustalıkla anlatıyor.

                                                                   /././

AKP’nin kuruluşu ve bir ülkenin yıkılışı -Mine Söğüt-

Şu 23 yılda iktidar onlara öyle bir kültürel ve psikolojik evren inşa etti ki, gülmeyi, eğlenmeyi, sevişmeyi suç sanıyorlar. Korktukları şeylerin aslında hiç korkulacak şeyler olmadığını, bu düzenin değişebileceğini, isterlerse dünyayı yerinden oynatabileceklerini, gençliğin böyle bir gücü olduğunu anlatın hadi 23 yaşındaki bir çocuğa… İsyan ve başkaldırının adını anamayacak kadar sindirildiler. Sokaklardan men edildiler. Kendi içlerine hapsedildiler. 23 yıl önce bu ülkede doğan bir insana hadi anlatın.

"Erdemliler Hareketi", 14 Ağustos 2001'de "AK Parti" adıyla kuruluşunu ilan etti

Dün, 14 Ağustos AKP’nin 23’üncü kuruluş yıldönümüydü. Parti, bu 23 yıl içinde, cumhuriyetin hedeflerinin üzerinden silindirle geçip kendi hedeflerine muazzam bir başarıyla ulaştı.

Öncelikle laiklik ilkesini sildi süpürdü. Muhalefet dahil artık kimse bu ülkede din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini düşünemeyecek hale geldi.

Evrensel değerleri kıymetsizleştirdi. Hak istemeyi ve hukuktan bahsetmeyi suç olarak algılayan bir toplum yarattı.

Bu 23 yılda bu toprakların bir zamanlar çok dilli, çok dinli, çok kültürlü Anadolu toprakları olduğunu anımsayan kalmadı. Herkes Türkiye’nin Ortadoğulu bir İslam ülkesi olduğundan emin hale geldi.

Bireyin refah çıtasını Avrupa standartlarını hedeflemekten çok çok aşağılara indirip, “sadece hayatta kalsak yeter” noktasına sabitledi.

Biat etmenin, liyakatsizliğin, gerçekleri inkarın, hukuku hiçe saymanın, tek adam olma cüretinin demokratik çabalara üstün gelmesini rasyonelleştirdi.

Tarikatların, cemaatlerin ülke politikasında söz sahibi olmasını meşrulaştırdı.

Askeri vesayeti kaldırma vaadiyle muhaliflerini bile büyüleyip onun yerine dini vesayeti getirmeyi becerdi.

Emeklilerini açlığa, yoksullarını ölüme mahkûm ederken uyanık yandaşlarını ihya etti. Ülkenin doğasını inşaatçılara, madencilere peşkeş çekti. Kasasını boşalttı, hukukunu ve medyasını ele geçirdi. Eğitim ve sağlık sistemini mahvetti. Ve halkı bunların hesabının asla sorulamayacağına ikna etti.

Tüm bunların 23 yıl önce kurulmuş niyeti aşikâr bir siyasi parti açısından tartışmasız bir başarı olduğunu kim inkâr edebilir?

Ve tüm bunların 23 yıl önce bu ülkede doğmuş bir çocuk açısından ne anlama geldiğini insan nasıl görmezden gelebilir?

Bundan 23 yıl önce, AKP’nin kurulduğu o günlerde bu ülkede doğan çocuklar, bugün biliyorlar ki artık bu ülkede onlara yer yok.

İster yoksul bir ailenin zar zor okumuş çocuğu olsunlar, ister varlıklı bir ailenin olanakları bol çocuğu, ister yandaş bir aile de büyümüş olsunlar, ister muhalif, hepsinin hedefi bu ülkeden gitmek, gidebilmek.

Çünkü onlar bu ülkede kendilerine vaat edilen bir gelecek olmadığını görüyorlar.

Dünyanın en başarılı öğrencisi olsalar, en zor mesleklerde hüner gösterseler bile öncelikle iş bulamayacaklarını biliyorlar.

Öğretmen olmayı seçseler atanamayacaklarından eminler.

İş bulduklarında kazanacakları parayla yaşayamacakları kesin.

Ailelerinin arka odasından burunlarını çıkaramıyor, geleceğe dair umut dolu hayaller kuramıyor, korkudan ağızlarını açamıyorlar.

Şu 23 yılda iktidar onlara öyle bir kültürel ve psikolojik evren inşa etti ki, gülmeyi, eğlenmeyi, sevişmeyi suç sanıyorlar.

İsyan ve başkaldırının adını anamayacak kadar sindirildiler. Sokaklardan men edildiler. Kendi içlerine hapsedildiler.

23 yıl önce bu ülkede doğan bir insana hadi anlatın;

İnsan haklarının ne olduğunu anlatın. Hayvan haklarının ne olduğunu. Kadın haklarını anlatın, çocuk haklarını, yaşlı haklarını, işçi haklarını anlatın.

Özgürlüğün ne anlama geldiğini anlatın. Sınırsız hayal kurmanın ve o hayalleri gerçekleştirebilmenin ne olduğunu.

Basın özgürlüğünden bahsedin. Kadının özgürleşmesinin aslında ne demek olduğunu anlatın anlatabilirseniz onlara. Okullarda din dersinin neden zorunlu olamayacağını anlatın. Farklı cinsel yönelimi olanların, varlıklarını meşrulaştıran yürüyüşleri neden yasaklanmadan, hiçbir engellemeye maruz kalmadan yapabilmeleri gerektiğini. İktidarı eleştirmenin bir hak olduğunu anlatın. Düşüncenin asla suç olamayacağını anlatın. Anayasayı tanımamanın aslında darbe anlamına geldiğini anlatın.

Korktukları şeylerin aslında hiç korkulacak şeyler olmadığını, bu düzenin değişebileceğini, isterlerse dünyayı yerinden oynatabileceklerini, gençliğin böyle bir gücü olduğunu anlatın haydi 23 yaşındaki bir çocuğa…

Kolaysa.

Anlatamazsınız.

Bugün 23 yaşındaki bir çocuğa “Korkma!” diyemezsiniz.

İşte sırf bu yüzden bile, bu 23 yıllık korkunç öykü AKP’nin başarı, sizin de başarısızlık öykünüzdür.

                                                               /././

AYM’ye tarihimizin en sarsıcı uyarısı: “Kararlarınız askıda” -Yalçın Doğan-

Hukukun insafsızca katledilmesinde “AKP’deki MHP gölgesinin” ciddi payı var. Otoriterleşmede MHP zaman zaman AKP’nin de önüne geçiyor. MHP “Can Atalay hapisten çıkmayacak, Meclis’e gelmeyecek” diyorsa, AKP’nin aksi karar alması zor. Alırsa, büyük sürpriz olur.

Mahkemeniz fiilen yok sayılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi (AYM) derece mahkemeleri tarafından tanınmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi kararlarına derece mahkemeleri tarafından uyulmamaktadır.

Derece Mahkemeleri tarafından Anayasa (de facto) askıya alınmıştır.

Mahkemeniz Can Atalay hakkında ne karar verirse versin uygulanmayacaktır. Vermiş olduğunuz ve vereceğiniz kararlar fiilen ve kısmi olarak uygulamaya kapatılmıştır.”

Bizim Anayasa Hukukumuz açısından tarihi bir hatırlatma. 1961’de kurulan Anayasa Mahkemesi’nin 63 yıl içinde ilk kez karşılaştığı bir durum. O nedenle tarihi bir metin.

Anayasa ihlalleri ortasında, sanki hiçbir şey olmamış gibi, hayatın devam etmesine hukuki bir isyan, anayasal krizin adının konması.

Bu ifadeler Can Atalay’ın avukatları Fikret İlkiz, Evren İşler, Yalçın Deniz Özen, Akçay Taşçı imzasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bugün gönderilmesi beklenen metinde yer alıyor.

İmza sahiplerinden avukat Fikret İlkiz bu metni “başvuru değil, Anayasa Mahkemesi’ni bilgilendirme” olarak tanımlıyor.

Uyarı AYM’ye ancak, günümüzde hukuk uygulamalarının da özeti.

Maddeler 2, 11, 13, 36, 67, 83, 138, 148, 153

Can Atalay Gezi davasından tutuklu, geçen yıl 14 Mayıs seçimlerinde milletvekili seçiliyor, buna rağmen tahliye edilmiyor.

Avukatlar İlkiz, İşler, Özen ve Taşçı 1 Şubat 2024’te Atalay’ın tahliyesiyle ilgili AYM başvurusunda Anayasa’nın 2, 11, 13, 36, 67, 83, 138, 148 ve 153. maddelerini hatırlatıyor.

Atalay sürecinde Anayasa’nın uyulmayan maddeleri bunlar. O maddelerin her biri hepimizin anayasal güvencesi.

Kişi hak ve özgürlüklerin, seçilme ve siyasi faaliyette bulunmanın, bireysel başvuru hakkının, AYM kararlarının istisnasız bütün siyasi, idari ve yargısal kurumları bağlamasının güvenceleri.

Aynı başvuru 14 Mayıs seçimlerinden sonra yaşananları da özetliyor.

13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin AYM kararına uymayışı, uymadığı kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermesi, her aşamada avukatların bir üst mahkemeye itirazı, o itirazların geri çevrilmesi, hatta 3. Daire’nin Atalay’ın tahliyesi yönünde oy kullanan AYM yargıçları hakkındaki suç duyurusu, AYM’nin bir kez daha hak ihlali kararı vermesi, o karara yine uyulmayışı.

Milletvekilliği düşürüldü

İhlal içinde ihlal devam ederken, uyulmayan AYM kararlarından sonra Yargıtay Meclis’te yarın olağanüstü toplantıya giden yolun adımını atıyor. Meclis’e yazı gönderiyor, “Can Atalay’ın milletvekilliği düşürülmelidir!..”

Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş bir bahaneyle yurt dışına gidiyor, “bu olayda ben yokum” mesajı. Yargıtay’ın yazısını 30 Ocak 2024’te Meclis’te AKP’li eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ okuyor, Atalay’ın milletvekilliği düşürülüyor.

Bu karar da “yok hükmündedir”

Milletvekilliğinin düşürülmesinin iptali için Atalay yeniden AYM’ye başvuruyor.

AYM 22 Şubat 2024 tarihinde “Meclis’in düşürme kararı geçersizdir, Atalay milletvekilidir” diyor.

İşte, yarın Meclis o kararı görüşmek için olağanüstü toplanıyor. Çünkü, AYM’nin o kararı Meclis tatile girdikten bir gün sonra 1 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayınlanıyor. Avukatlara göre, bu kararın yaklaşık altı ay sonra yayınlanması ayrı bir hak ihlali.

Bilgilendirmenin böylesi

Avukatlar İlkiz, İşler, Özen ve Taşçı’nın imzasıyla AYM’ye bugün gönderilecek yazı aynı tonda devam ediyor:

“-25 Ekim 2023 tarihli kararınız yok sayılmış, uygulanmamıştır.

-21 Aralık 2023 tarihli kararınız yok sayılmış, uygulanmamıştır.

-22 Ocak 2024 tarihli kararınız yok sayılmış, uygulanmamıştır.

-Uyarılarınıza rağmen, hak ihlalleri devam etmiştir.

-Kararlarınız uygulanmaya değer görülmemektedir.

-Kararlarınız ısrarla reddedilmektedir.

-Hak ihlalleri giderilmemekte, her geçen gün yeni ihlaller yaratılmaktadır.”

Bu arada isim vermeden, Cumhurbaşkanlığı danışmanlarından Mehmet Uçum’un bu sürecin her aşamasında AYM kararlarını hiçe sayan açıklamaları da AYM’nin dikkatine getiriliyor.

AYM bu “bilgilendirmeye” nasıl bir tepki verir?..

Yarın ne olabilir?

Avukatların bu çıkışı AYM’nin “Atalay’ın milletvekilliği düşmemiştir” kararını görüşmek üzere yarın olağanüstü toplanacak Meclis’e de bir hatırlatma.

Yarın?..

Hukuku filan geçin, karar buz gibi siyasi.

Siyasi olunca da...

“Ben hukuk filan tanımam, ben ne dersem o” hırsının örneği.

Kaldı ki...

Hukukun insafsızca katledilmesinde “AKP’deki MHP gölgesinin” ciddi payı var. Otoriterleşmede MHP zaman zaman AKP’nin de önüne geçiyor.

MHP “Can Atalay hapisten çıkmayacak, Meclis’e gelmeyecek” diyorsa, AKP’nin aksi karar alması zor. Alırsa, büyük sürpriz olur.

Yarın kim bilir ne gibi demagojilere tanıklık edeceğiz.

Bir de AYM’nin ne yapacağına.

                                                             /././

                                                   T24 - GÜNDEM

Afrika'da 13 ülkede görüldü, acil durum ilan edildi: 

DSÖ ve Bakan Memişoğlu'dan M çiçeği virüsü açıklaması Memişoğlu, "Maymun çiçeği ve COVID-19 ile ilgili gelişmeleri takip ediyoruz. Ancak şu anda herhangi bir alarm durumumuz söz konusu değil," dedi.(https://t24.com.tr/foto-haber/afrika-da-13-ulkede-goruldu-acil-durum-ilan-edildi-dso-ve-bakan-memisoglu-dan-m-cicegi-virusu-aciklamasi,35176)

                                                                        ***
Cemil Tugay siyasi sembol olarak nitelendirdi: Merih Demiral heykeli İzmir’de dikilmeyecek
İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi'nde, EURO 2024'te yaptığı ‘bozkurt’ işaretiyle gündeme gelen milli futbolcu Merih Demiral’ın İzmir’e heykelinin dikilmesi önergesi, CHP'li üyelerin oylarıyla reddedildi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, "Burada hiçbirimiz bir partinin siyasi sembolü olan bir işareti benimsemek zorunda değiliz" dedi.(https://t24.com.tr/haber/cemil-tugay-siyasi-sembol-olarak-nitelendirdi-merih-demiral-heykeli-izmir-de-dikilmeyecek,1179356)
                                                               ***

Sinema Yazarları Derneği'nden Altın Portakal Film Festivali'ne 'sansür' ve 'özür' vetosu: Bu yıl SİYAD jürisi göndermeyeceğiz! -Faruk Ekici-

Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), bu yıl 5-12 Ekim 2024 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni veto edeceğini duyurdu. SİYAD açıklamasında,  "Yönetim kurulu olarak festivaldeki gelişmeleri yakından takip etme ve bu yıl SİYAD jürisi göndermeme kararı aldık. Bu karar üyelerimizin bireysel olarak festivale katılmaları önünde bir engel teşkil etmiyor" ifadelerini kullandı. Geçen sene 7-14 Ekim’de düzenlenmesi planlanan 60. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali programından iki kez çıkarılan 'Kanun Hükmü' belgeselinin sansürlenmesi üzerine yaşanan tartışmaların ardından iptal edilmişti.(https://t24.com.tr/haber/sinema-yazarlari-dernegi-nden-altin-portakal-film-festivali-ne-sansur-ve-ozur-vetosu-bu-yil-siyad-jurisi-gondermeyecegiz,1179320)

(T-24)

14 Ağustos 2024 Çarşamba

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -14 Ağustos 2024-

Bir yıl dönümü yazısı: CHP, Koç, Gülen, ABD, medya ve diğerleri…-Ali Ufuk Arikan-

Yazının odak noktası bu partiye başından bu yana önemli tüm uğraklarda destek verenler ve bugünlere gelmesine olanak sağlayanların eksikli ama ‘kritik’ bir listesini paylaşmak…

AKP, bundan 23 yıl önce bugün kuruldu.

Kurulduktan yaklaşık bir yıl sonra da tek başına iktidar koltuğuna oturdu. 

O günden bu yana 22 yıldır kesintisiz şekilde ülkeyi yönetiyor.

Bu yirmi iki yılın ardından iktidarın düzen adına sağladığı en büyük kazanımlar, ayak bağı olarak gördüğü Cumhuriyet’in tüm değerlerinden teker teker kurtulması, ülkeyi emekçiler için gerçek bir cehenneme çevirip, patronlar için yeni ufuklar yaratması ve halkı gerici bir cendereye hapsetmesi oldu.

Düzen adına öyle büyük başarılara imza attılar ki tam da bu nedenle gericilik, işbirlikçilik, işçi düşmanlığı gibi sıfatlar bu düzende belki de en çok bu partiye yakıştı.

Bu yazıda AKP’nin 23 yıllık mazisinin satır başlarına, halka karşı işlediği suçlara değinmeyeceğiz. 

Hepsi bu halkın mücadele hafızasında oldukça taze ve her gün güncellenmeye devam ediyor.

Geldiğimiz noktada son güncelleme 18 yaşında bir çocuğun Nazi artıklarına özenip, elinde bıçakla bu ülkenin aydınlık insanlarına, devrimcilerine saldırmaya dönük plan yapıp parkta oturan yurttaşları katletmeye girişmesi oldu.

Evet, iktidarın yarattığı atmosfer, ‘yeni’ Türkiye budur…

Bu yazının konusu bu atmosfer ve burada iktidarın oynadığı role ilişkin değerlendirme de değil. Yazının odak noktası bu partiye başından bu yana önemli tüm uğraklarda destek verenler ve bugünlere gelmesine olanak sağlayanların eksikli ama ‘kritik’ bir listesini paylaşmak…

Gelin sırasıyla onları hatırlayalım:

Tarikat ve cemaatler: AKP’yi iktidara taşıyan koalisyonun en önemli parçalarından biri ülkedeki tarikat ve cemaat yapılanmaları oldu. Bu yapılar 12 Eylül sonrası imza attıkları atağın kurumsallaşmasını istiyor ve bunu da Erdoğan ile birlikte yapabileceklerini düşünüyorlardı. Bu nedenle iktidarının ilk gününden bu yana birçok tarikat ve cemaat AKP’nin doğrundan yanında oldu. Yanında olmanın ötesinde, AKP’ye birçok bakan, vekil, yönetici ve kadro verdi. İskenderpaşası, Menzil’i, Hakyol’u hepsi düzenin tüm kurumlarında aktif görevlere geldi. Şimdilerde gözden düşse de, özellikle cumhuriyetin tasfiyesi sürecinde AKP’nin en büyük ortağı hiç kuşkusuz Gülen Cemaati oldu. Bu ekiplerin en uğursuz ve açgözlülelerindendi. Pasta kavgasında dışa düştüler, en azından görünen tabloda...

AB ve ABD: Parti kurulduktan kısa süre sonra, hiçbir sıfatı olmayan lideri ABD’de almıştı soluğu. Büyük Ortadoğu diyorlar, bölgeyi ılımlı islamla baştan dizayn etmek istiyorlardı. Buradaki aktörlerini buldukları için sevindiler, cepheye sürdüler. AKP de karşılığını uzun yıllar ABD ve NATO’ya her daim koşulsuz bağlıkla verdi… Şimdilerde zaman zaman demokrasi havarisi kesilen, ülkeye ‘demokratik standartlar’ çağrısı yapan AB de en büyük AKP destekçilerinden biri oldu yıllarca. Hep birlikte yarattılar, hep birlikte yararlandılar. Şimdilerde düzenleri sürsün diye hep birlikte yeni yollar arıyorlar.

Koç, Sabancı ve patronlar: AKP’nin kuruluşundan bu yana yaptığı hamlelerin en mutlu ettiği kesim, kuşkusuz büyük sermaye gruplarıydı. Zaman zaman gerilim yaşasalar da AKP patronların, patronlar da AKP’nin her daim yanında oldu. Türkiye’de sermaye sınıfının artan iştahını en iyi kavrayan partinin adıydı AKP… Her kritik başlıkta birbirlerini tamamladılar, cumhuriyeti tasfiye ederken de, ülkeyi koyu bir gericiliğe teslim ederken de… İçinde bulunduğumuz 23 yıllık bu karanlığın mimarları deyince akla en başta patronlar ve onların temsil ettikleri düzen geliyor. 

CHP: Erdoğan vekil mi olamadı? Devreye Deniz Baykal girer, kapıyı açar ve Erdoğan’a liderlik yolunu altın tepside sunar. Erdoğan, gerici hamlelere hız mı verdi, Baykal ve Kılıçdaroğlu çarşafa rozet takıp bununla övünür, açılan yolda, gösterilen hedefe durmadan yürüyeceğine ant içer. AKP, 15 Temmuz’un birincil sorumlusu ve itibar kaybıyla mı yoluna devam ediyor, Yenikapı ruhuyla hayat öpücüğünü CHP verir. AKP, derin bir yoksullaşmanın ve büyük bir hukuksuzluğun adresi mi oldu, Özel ve İmamoğlu devreye girer, “o ne olursa olsun hepimizin cumhurbaşkanı” deyip, elini sıkar. Ama yetmez, normalleşme derler, yumuşama derler, Erdoğan bir kez daha nefes alanı bulsun diye… CHP, AKP ne zaman sıkışsa, yolu AKP’ye yeniden açan ana aktörlerden biri oldu.

Aydın Doğan/ Medya: Şimdilerde hepsi AKP muhalifi kesildi. Oysa AKP kurulduğunda, medya baştan aşağı Erdoğan güzellemeleri, ‘gömlek değiştirme’ fantezileriyle dolmuş, Aydın Doğan medyası ve onun kare aslarından Özkökgiller, bir bütün olarak iktidarın yanında pozisyon almıştı. Şimdilerde AKP’nin medyayı nasıl ele geçirdiğini, bunun nasıl baskıcı bir şekilde yapıldığını aktaran medya ünlülerinin üstünü şöyle bir kazıyın, karşınıza eski bir AKP destekçisi çıkacaktır. Suçları, katkıları sabit...

Liberallerden HDP’ye uzanan hat: Liberaller AKP’nin iktidar yolculuğunun en önemli destekçileriydi. ‘Kemalist vesayeti ortadan kaldıracak’ olan AKP’nin ateşli savunucu onlar oldu. ‘Ülke ordu vesayetinden kurtuluyor’, ‘AKP kurumları demokratikleştiriyor’, Erdoğan da bu devrimin öncüsü oluyordu. Ergenekon’a bakın, ‘yetmez ama evet’ diyenlerin uzun listesine bakın, ilk sırada onları göreceksiniz. Ötesinde bir de ‘sol adına’ bu zırvalığın parçası olanların utanç listesi var… Bu listelerin toplamının ucu bucağı yok, şimdi bir bölümü çok takipçili Youtube kanallarının ya da ‘muhalefetin’ yükselen yıldızı Halktv’nin ekran yüzleri oldular, hepsi de en ateşli AKP karşıtları. Bizlere nasıl AKP muhalifi olunur, onu anlatacak kadar coşkulu olanları dahi var, hiçbirinin yüzü kızarmıyor.  Öte yandan AKP destekçiliğinin bir de HDP’ye uzanan hattı var. ‘Çözüm süreci’, ‘Gezi’de görülen darbe’ ve bu süreçlerde AKP’ye verilen siyasi destek, bu günlere gelirken önemli köşe taşlarını oluşturuyor hiç kuşkusuz.

Peki, Türkiye sadece bunlardan mı ibaret?

Başından bu yana tutarlı bir AKP ve düzen karşıtlığı mümkün ve zorunluydu. Bunu her dönemde hayata geçirmeyi becerenlerin şimdi çok daha etkili bir kavga için stratejilerini biledikleri yeni bir aralığa giriyoruz. Bu döneme yukarıda özetini sunduğumuz ‘günahlar’la girmeyenler, sırtlarına bu düzenden çıkış sorumluluğunu yüklemiş durumdalar. Bu ağır yükün altından kalkmak için öncelikle bu tabloda ortaklaşanların sayısının artması, bu düzenden çıkış iradesinin güçlenmesine ihtiyaç var. Artık ülkemizin ve halkımızın değil 23 yıl, kaybedecek bir yılı dahi yok…

                                                            /././

Bursa’da okul müdürü şeriat ilan etti: ‘Başı açık öğrenciye karışırız’ -Burcu Günüşen-

Bursa’da İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık okulda başı açık kız öğrenci istemediğini söyledi. Veliler şikayetçi oldu, Eğitim-İş suç duyurusunda bulundu.

Bursa’nın Yıldırım ilçesindeki Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ergin Kaya Kırbıyık ve okul yönetimi 7 Ağustos tarihinde velilere yönelik bilgilendirme toplantısı düzenledi.

Toplantıda konuşan Kırbıyık’ın velilere “Çocuklarınızın başını kapatmayacaksanız bu okula göndermeyin, biz okulda başı açık öğrenci istemiyoruz” dediği belirtildi.

Bu sözlere şaşıran veliler Kırbıyık’ın konuşmasını cep telefonu kamerasıyla kaydetmeye başladı.

Eğitim-İş Sendikası Bursa Şubesi’ne veliler tarafından ulaştırılan videoda Kırbıyık’ın “Biz İslamın tarafındayız. O yüzden şort giyen öğrenciye de karışırız başını örtmeyen öğrenciye de karışırız” dediği görülüyor.

Kırbıyık videoda ayrıca şu ifadeleri kullanıyor:

“Bu okulda namaz, başörtüsü, kurban, oruç tartışılamaz. Usul erkan öğretmek için uğraşıyoruz. Sokakta da yapıyoruz bunu. Öğrencinin her haline karışıyoruz”, “Psikolojisi bozuluyorsa çocuğunuzun kesinlikle bu okulda olmamalısınız. Çünkü bu okulda ben, müdür yardımcısı, öğretmenler müdahalecidir, karışırız, gerektiğinde bağırırız, sert davranırız. Gevşeklik hiçbir zaman insana fayda vermez”, “Her şeyine karışırız öğrencinin. Çünkü iyi bir Müslüman yetiştirmeye çalışıyoruz”…

Görevi kötüye kullanma ve ayrımcılıktan suç duyurusu

Eğitim-İş Bursa Şube Başkanı Yeliz Toy, okul müdürü Kırbıyık hakkında hem “görevi kötüye kullanma” hem de “ayrımcılık”tan suç duyurusunda bulunduklarını söyledi, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan da Kırbıyık’ı görevden almasını beklediklerini kaydetti.

Toplantıda olanlar hakkında konuşan Toy “Konuşmasının başında başı açık kız öğrenciyi okulda istemediğini söylüyor. Veliler bunu duyduğunda çok şaşırıyor ve video çekmeye başlıyorlar. Konuşmanın sonunda tekrar ediyor, ‘şort giyene de baş örtüsü takmayana da karışırız’ diye. Ama en başından zaten açık şekilde ifade etmiş, ‘Çocuklarınızın başını kapatmayacaksanız bu okula göndermeyin, biz bu okulda başı açık öğrenci istemiyoruz’ diyor zaten” dedi.

Veliler de şikayetçi oldu

Velilerin toplantıdan ayrıldıktan sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bu konuda idari şikayette bulunduğunu belirten Toy, ancak velilere aradan bir hafta geçmesine karşın dönüş yapılmadığını, velilerin de bu meselenin kapatılacağını ve çocuklarının o okula gitme özgürlüğünün de ellerinden alınacağını düşünerek video ile birlikte sendikaya ulaştıklarını aktardı.

Eğitim-İş Bursa Şubesi olarak okul müdürü hakkında hem görevi kötüye kullanmak hem de ayrımcılık konularında suç duyurusunda bulunduklarını söyleyen Toy, aynı zamanda İHH temsilcisi olan Kırbıyık’ın okuldaki gerici uygulamalarının bu son açıklamasından ibaret olmadığını ifade etti:

“Okulda bu gerici uygulama ilk defa yaşanmıyor daha önce de benzer uygulamalar var. Öğrencilere, öğretmenlere, velilere müdürün şeriat kuralları uygulama arzusu zaten yansımış durumda. Bizim de takipte olduğumuz bir okul müdürüydü. Bu müdürün görevden el çektirilmesini istiyoruz.”

Okul ve okul müdürü hakkında inceleme talebi

Kırbıyık’ın “ne demek psikolojim bozuldu, bunu nasıl ölçüyorsunuz” gibi “bir eğitimciye yakışmayan ve pedagojiyle ilgisi olmayan” ifadelerinden dolayı da görevine devam etmemesi gerektiğini kaydeden Toy “Hem okulun tüm faaliyetleri hem de müdürün bu gerici faaliyetleriyle ilgili ciddi bir inceleme yapılmasını talep ediyoruz. Savcılığa da zaten bu başvuruda bulunduk. Bir an önce Milli Eğitim Müdürü’nün bu müdürün açığa alındığını ilan etmesini ve soruşturma bitene kadar da görevden el çektirilmesini bekliyoruz. Biz adli süreçteki mücadelemizi de devam ettireceğiz. Bursa’da çok sayıda ilerici ve Cumhuriyetten yana demokratik kitle örgütleri de bize ulaştılar. Gerici zihniyetle onlarla birlikte mücadele edeceğiz” dedi.

Deniz Feneri Derneği'ne öğrencilerden para toplanmış

Eğitim-İş Bursa Şubesi tarafından konuyla ilgili yapılan basın açıklamasında da laik bir cumhuriyetin milli eğitim sistemiyle bağdaşmayan, AKP’nin hedeflediği eğitim sisteminin kendisini bir kez daha, bu kez Bursa’nın Yıldırım ilçesinde gösterdiği kaydedildi.

“Belli ki okul yönetimi gerici düşüncelerin, şeriat devletlerindeki uygulamalarını öğrencilerin üzerinde denemek istemektedir ve bunu açık açık söylemekten de çekinmemektedir” denilen açıklamada aynı okulun öğrencilerinden Deniz Feneri Derneği’ne para toplanması skandalı da hatırlatıldı:

“Daha önce aynı okulun öğrencilerinden toplanan 27 bin TL’yi birçok skandala imza atan Deniz Feneri Derneği’ne teslim ettiği basına yansıyan okul müdürü ve yönetimi ne yapmak istemektedir ve neye hizmet etmektedir?”

Açıklamada “Şeriat hayaliyle, yetişme çağında olan çocukları nesnel gerçeklerden ve çağdaş eğitimden koparan tüm sorumlular hakkında hem adli hem idari soruşturma başlatılmalı, şeffaf biçimde yürütülmesi gereken bu soruşturmaların sonuçları kamuoyuna bildirilmelidir. Eğitim-İş olarak konuya ilişkin Okul Müdürü hakkında adli süreci başlatarak Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunduğumuzu ve konunun takipçisi olacağımızı, laik Cumhuriyetle bağdaşmayan, milli eğitimle ilgisi olmayan, çocuklara uygulanan baskı ve ayrımcılığın hesabını soracağımızı bir kez daha belirtiyoruz” denildi.

Kız çocuklarının yüzleri emojiyle gizleniyor

“FETÖ”den alınan okullardan biri olan ve yeni tarikat ve cemaatlerin yönetimine verildiği anlaşılan Mahmut Celalettin Ökten İmam Hatip Ortaokulu’nun Instagram sayfasındaki fotoğraflarda da kız öğrencilerin yüzlerinin emojilerle kapatılmış olduğu görüldü:

                                                       /././

Ev zencileri, kanziler, komünistler -Fatih Yaşlı-

İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.

Henüz bir ideoloji olarak ırkçılık yokken kölelik vardı. “Konuşan üretim aracı” olarak kölenin emek gücü üretilen değerin, dolayısıyla da zenginliğin esas kaynağıydı ve başta Yunan ve Roma, antik dünya köle emeği üzerine kuruluydu.

Irkçılık ise sömürgecilikten kapitalizme uzanan süreçte Batılı beyaz adamın üstünlüğünü meşrulaştırmak için icat edildi. Medeni beyaz, vahşi siyahtan daha üstündü, onun topraklarını işgal etmek, onu köleleştirmek ve altınını, gümüşünü, elmasını almak en doğal hakkıydı. 

Önce serfliğe, sonra da ücretli emeğe geçişle birlikte kölecilik tasfiye oldu, fakat Amerika Birleşik Devletleri’nde 19. yüzyıla kadar devam etti, Amerikan kapitalizminin doğuşunda ve ilkel birikim sürecinde köle emeği ciddi rol oynadı.

Kölecilik ortadan kalktı evet ama ırkçılık için aynısını söylemek mümkün değildi, başta ABD olmak üzere tüm dünyada siyah düşmanlığı ve ırkçılık yoluna devam etti. ABD’de ırkçılığa karşı sahici bir mücadele ise 1950’li yıllardan itibaren söz konusu oldu.

O mücadelenin önemli isimlerinden biri Malcolm X’ti. X, cezaevinde tanıştığı İslam’ı Batılı beyaz adama karşı bir silah olarak gördü, siyah hakları için verdiği mücadeleyi İslami bir söylemle birleştirdi, kimliğini siyahlık ve Müslümanlık üzerine kurdu. 

Tayyip Erdoğan geçtiğimiz günlerde İnstagram’a yönelik yasağı savunurken, yasağa karşı çıkanlar için “Batı'dan çok Batıcı, İsrail'den çok İsrailci olan bu ev zencilerinin tek gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır” şeklinde bir cümle kullandı; cümlede geçen “ev zencisi” tabiri ise Malcolm X’e aitti. 

Malcolm X, bu tabiri siyah olduğu halde beyaz adama köleliği ve hizmet etmeyi içselleştirmiş, köle olmaya itiraz etmeyen, efendisini seven, kölelikten kurtulmak için mücadele etmeyen siyahlar için kullanmıştı. 

Erdoğan ise oradan yola çıkarak muhalefeti Batı’ya biat etmekle, Batı’nın kölesi olmakla, Batıcılıkla suçluyordu ve Batı karşıtı bir konum alıyor, tıpkı “dünya beşten büyüktür” sözünde olduğu gibi kendisini dünya düzenine meydan okuyan lider olarak sunuyordu.

Peki bu doğru muydu, Erdoğan “ev zencileri”nin karşısında “tarla zencileri”ni mi temsil ediyordu, yani Batı’nın kurduğu dünya düzenine ve onun adaletsizliklerine itiraz mı ediyordu, dış politikaya ve uluslararası ilişkilere böyle mi yaklaşıyordu? 

Bu sorunun yanıtını biliyoruz aslında. Erdoğan Milli Görüş’ün içerisinden “ılımlı İslam”ın temsilcisi çıkarken arkasında açıkça ABD ve Batı vardı, henüz daha başbakan olmamışken ABD’li, Batılı yetkililerle görüşüyordu. Bununla da yetinmiyor, ABD’ye gittiğinde uluslararası Yahudi kurum ve kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geliyor, onlardan ödül alıyordu.

İktidarında Afganistan işgaline dâhil olundu, Irak işgali için ABD’yle “at pazarlığı” yapıldı, Kıbrıs’ta Annan Planı kabul edildi, Ortadoğu’da “Arap Baharı” başladığında ABD ile birlikte rejim değişikliği operasyonlarına girişildi, Libya NATO ile birlikte yıkıldı, eğit-donat programı ile Suriye’ye karşı cihatçı çeteler beslenip büyütüldü, en son Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine izin verildi. 

Erdoğan’ın uluslararası sermayeye de hiçbir zaman itirazı olmadı. Özal’ın başlattığı neoliberal politikalar onun döneminde devam etti, ülke sıcak para için bir cennete dönüştü, paradan para kazanma kural haline geldi, 70 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı, kamuya ait bütün bir birikim satıldı. Türkiye ekonomisinin bağımlılıktan kurtulması adına tek bir adım bile atılmazken ülke Batılı fonlara ve kredilere mahkûm edildi, borç katlanarak arttı. 

Şimdilerde tipik bir Batıcı neoliberal program olan Şimşek programı ile enflasyonla mücadele adı altında halkın kemeri değil boğazı sıkılıyor, halk planlı bir şekilde yoksullaştırılıyor, ülkenin bütün zenginliği küçük bir azınlığın cebine aktarılıyor. Programın başka bir sonucu ise artık yavaş yavaş görülmeye başlanıyor: Yaşanan daralmayla birlikte işsizlik artıyor, yani yüksek enflasyonun yanına bir de işsizlik ekleniyor. 

DİSK Araştırma Merkezi’nin hazırladığı rapora göre geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 29,2 ve bu da yaklaşık 12 milyon kişiye tekabül ediyor. Dar tanımlı işsizlik yüzde 9 iken geniş tanımlı işsizliğin yüzde 29,2’ye çıkması ve makasın açılması, “ümidini kaybedenlerin, iş aramayıp çalışmaya hazır olanların ve iş arayıp işbaşı yapamayacak olanların sayısındaki artış”la açıklanıyor. Genç nüfustaki, yani 15-24 yaş arasındaki işsizlik oranı ise yüzde 17,6’ya yükselmiş durumda ki bu da 3 milyon 305 bin kişi demek. 

Peki ya çalışabilenler? İktidar gayet planlı programlı bir şekilde milyonları asgari ücrette ve ona yakınsayan ücret düzeylerinde eşitledi, sermaye için bir cennet, emek için bir cehennem yarattı. Gençler de böylece ya işsizliğe ya da kölelik ücretiyle çalışmaya mahkûm edildi.

Bugün “ev zencileri”nin yönettiği Türkiye’nin sermaye düzeni, başta gençler olmak üzere bu topluma, bu halka hiçbir şey vaat edemiyor; piyasacılıkla dinciliğin ölümcül bileşimi umutsuz, bugününden ve geleceğinden emin olmayan, öfkeli milyonlar yarattı. 

Bu milyonların önemlice bir bölümü genç ve o gençlerin düzene ve iktidara yönelik öfkesi, solun, devrimcilerin, sosyalistlerin yokluğunda faşizmin yeni versiyonlarına kanalize oluyor, klasik ülkücülüğün yanına radikal sağın yeni versiyonları ekleniyor ve Eskişehir’de görüldüğü üzere bu yeni faşizm internetten, sosyal medyadan sokağa taşmanın sinyallerini veriyor. 

Saldırı haberini gördüğümde ve mahiyeti henüz netleşmemişken sosyal medyada yaptığım ilk değerlendirmede “ülke tarihinin ilk kanzi eylemi Eskişehir'de gerçekleşmiş olabilir mi acaba” şeklinde bir soru sormuştum. 

“Kanzi” tabirini gençler, radikal sağ eğilimli gençler için bir tür dalga geçme tabiri olarak kullanıyorlar ve evet maalesef ki kanzilerin, yani 15-20 yaş arası kuşağa mensup radikal sağcı gençlerin içerisinden çıkan biri kanzilerin ilk saldırı eylemini gerçekleştirmiş bulunuyor.   

18 yaşındaki saldırganın eylem öncesi hazırladığı “manifesto” günümüz radikal sağının (ya da kanziliğinin) İttihatçılığa öykünen, Mustafa Kemal’den ırkçı-Turancı bir figür çıkarmaya çalışan ya da basitçe sığınmacı düşmanlığından beslenen fraksiyonlarının dışında doğrudan Neo-Nazi bir karakter taşıyor. 

Manifestonun başına SS işareti koyulmuş, girişinde “insanların en şeytanı” denilen ve böceğe benzetilen Yahudiler hedef alınmış, “temizlenecekler” listesi için ilk başa ise şaşırtıcı olmayacak bir şekilde “ideolojik düşmanlarını temizle, komünistleri, Marksistleri ve antifaşistleri" yazılmış. 

Öyle ki saldırganın ilk planı Türkiye Komünist Partisi’ne saldırmakmış ama sonradan vazgeçmiş, komünistlerin yanına Kürtleri de koymayı ihmal etmemiş ve “saldıracağım TKP binasında umarım bir kaç K*rt olur, sonuçta bu pisliklerin çoğu komünist" diye yazmış. 

(Kürt sözcüğü bu terminolojide bilinçli bir şekilde K*rt diye yazılıyor, böylece ağza alınmamış olduğu, değersizleştirildiği düşünülüyor.)

Ancak temizlenecekler listesinde elbette ki sadece komünistler ve Kürtler yok; yeni faşizmin doğasına uygun bir şekilde sığınmacıları da hedef almış ve “trafikte mendil satmaya çalışan Suriyeli çocuklara zehirlenmiş su ve sahte para ver” diye yazmış. Feministler ve LGBT’ler için “LGBT yürüyüşüne bomba ihbarında bulun, feminist aktivistlerin arabalarının benzin deposuna toz şeker dök ve egzoz borusuna ıslak bir havlu tıka” demiş. Sokak hayvanları için ise “9 mm ile vurulmadırlar” çağrısında bulunmuş.  

Bu saldırı sol açısından ne münferit ne de istisnai bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Türkiye’nin yaşadığı çoklu kriz konjonktüründe solun ve emek hareketinin yokluğu faşizme filizlenebileceği ve büyüyebileceği bir zemin sunuyor. İktidardaki sağın karşısına bu sefer de radikal sağın çeşitli türevleri çıkıyor, bunlar en çok gençleri cezbediyor, onları ırkçı-faşist birer psikopata dönüştürüyorlar.

Eskişehir’deki saldırgan nasıl ki ilk saldırması gerekenin komünistler olduğunu öğrenmişse ve biliyorsa, komünistlerin de Türkiye’nin sermaye düzeninin faşizme nasıl alan açtığını, gençleri nasıl zehirlediğini, delirttiğini görmesi ve ona göre mücadele etmesi, gençlerdeki ve halk kitlelerindeki öfkeyi politikleştirip doğru yere yönlendirmesi gerekiyor. Unutulmamalı ki içinden geçtiğimiz dönem bunun için muazzam fırsatlar sunuyor. 

                                                          /././

Kerkük Valisi seçildi, kimi zafer kimi hile dedi: Türkiye'nin stratejisi nasıl etkilenecek?  -Özkan Öztaş-

Rebwar Taha: 1981 yılında Kerkük'te doğan Taha ileri düzeyde Kürtçe, İngilizce ve Arapça biliyor. Hukuk ve İşletme bölümlerinden mezun. 2014 yılında Irak Meclisi üyesi 2018 yılında Irak Meclisi’nde KYB grubunun başkanı oldu. Bir dönem Irak Parlamentosu İçtüzük Hazırlama Komisyonu Başkan Yardımcılığı yaptı.

18 Aralık 2023 tarihinde yapılan İl Meclisi seçimlerinden sonra siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle Kerkük valisi belirlenememişti. Geçen gün seçilen valiye kentte hem destek hem itiraz var.

Irak'ta 18 Aralık 2023 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimlerin ardından siyasi kriz nedeniyle Kerkük valisi seçilememişti. Irak'taki seçim kurulu sonuçları onaylasa da birlikte hareket edemeyen yerel güçler sebebiyle Kerkük bir süredir geçici ya da vekil olarak tarif edilen bir vali tarafından yönetiliyordu. 

2023'teki Irak İl Meclisi seçimlerinin Kerkük etabında, Talabani ailesine yakın Kürdistan Yurtsever Birliği'nden (KYB) aday olan Rebwar Taha, en yakın rakibi olan Muhammed Hafız'a fark atarak 29 bin 861 oy almış ve birinci olmuştu. Arap aday Muhammed Hafız 8 bin 666 oy almıştı.

Geçtiğimiz gün yapılan ve İl Genel Meclisi'nin bir grup üyesinin bir otel odasında toplanarak valiyi belirlediği seçimlere kentte itiraz sesleri yükseliyor. Aynı seçimler, bazı kesimlerce KYB'nin kentteki seçim başarısı olarak kutlanıyor. 

Öte yandan Irak Cumhurbaşkanı Latif Reşid, Tahaya'ya mazbatasını bugün verdi.

Otel'de yapılan seçimler ve delege kotası

Irak parlamentosunda, Ortadoğu'da birçok ülkede olduğu gibi siyasi bir kota mevcut. Bu kotaya göre Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, Vali'den Belediye Meclis Başkanlığı'na kadar birçok koltukta siyasi kotalar belirleyici. 2003 yılındaki ABD işgalinden sonra yapılan temsili kota sistemine göre Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Meclis Başkanı Sünnilerden ve Başbakan da Şiilerden seçiliyor. Irak'ta Meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanı, başbakan adayına hükümeti kurma görevini veriyor ve Başbakan adayı da kabinesini 30 gün içinde Meclis'e sunmakla yükümlü oluyor. 

Kota ve temsiliyetler yerel seçimlerde de uygulanıyor.

Irak'ın tamamında ortalama 40 milyon seçmen yer alıyor. 2003 yılında ABD'nin Irak'ı işgalinden bu yana ülkede 5 kere sandıklar kuruldu. Ancak Iraklıların seçimlere olan inancı yok denecek kadar azaldı. Şii ve Sünni Araplar, Kürtler ve Türkmenler arasında yaşanan siyasal çekişmeler nedeniyle, siyasiler kendi ilan ettikleri kaidelere uygun seçimler yapmıyor. Son yaşanan örnekte ülkenin yarısı seçimlerde sandığa gitmedi. Üstelik kimi örneklerde bazı yerlere sandıklar dahi kurulmadı. Bu sayı Irak seçim tarihinde katılımlar için rekor seviyede düşüş olarak geçti. 

İşgalin ürünü olan etnik-mezhepsel kota, ülkedeki tüm ezilen halka seslenecek partileri de yok sayıyor. İdeolojik olarak bu şansa sahip olan Irak Komünist Partisi, 2003'teki işgal sırasında aldığı işbirlikçi siyasi pozisyon nedeniyle etkisini tümüyle yitirdi. Irak'ın genelinde kitleler, "önden belli" seçimlere ilgisiz.

Ancak Kerkük ve Irak Kürdistanı gibi siyasetin ve seçimlerin günlük siyasette belirleyici olduğu bölgelerde işler biraz daha farklı ilerliyor. Buralarda seçimler çok tartışılıyor, gündemi belirliyor ve Türkiye'de de yakından takip ediliyor. 

11 Ağustos'ta Bağdat'ta bir otelde bir araya gelen Kerkük İl Meclisi üyeleri, KYB üyesi Rebwar Taha’yı Kerkük’ün yeni valisi seçildi. Bu seçimin Kerkük'te olmaması ve Bağdat'ta bir otelde yapılması kimi gazetelerde ve aleyhteki siyasi çevrelerde "Seçimler İl Meclisi üyelerinden kaçırıldı" yorumuna neden oldu. 

Ancak seçimleri gerçekleştiren ekip süreci farklı yorumluyor. 

Kerkük İl Meclisi 16 sandalyeden oluşuyor. 11 Ağustos tarihinde Bağdat'da Kerkük İl Meclisi’nin beşi Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden (KYB), üçü Arap ve biri Hıristiyan olmak üzere toplam 9 üyesi, Reşid Otel’de bir araya gelerek Kerkük Valisi ve Kerkük İl Meclis Başkanı'nı seçti.  Bu sayı zaten 16 koltuğu olan İl Meclisi'nin yarısından fazlasını oluşturuyor. Hal böyle olunca seçim öncesinde Kerkük Meclisi'ndeki Türkmen, Kürdistan Demokrat Partili ve 3 Arap üye oylamayı boykot ederek toplantıya katılmamıştı. Kerkük İl Meclisi'nin hazirunu ise yeni bir vali seçmek için yeterli çoğunluğu sağladığını düşünüyor.

Geçen yılki seçimlerde Taha'nın karşısında ikinci olan aday Muhammed Hafız da toplantıya katıldı. Böylece seçimlerde en yüksek oyu alan iki grup, vali seçimine meşruiyet sağladı. Hafız da Kerkük İl Meclis Başkanı seçildi.

2023 Aralık ayında yapılan seçimlerde İl Meclisi'ndeki koltuk dağılımı şu şekildeydi: Kürt Partileri: 7 sandalye (KYB 5, KDP 2), Araplar: 6 sandalye, Türkmenler: 2 sandalye, Hristiyanlar: 1 sandalye.

Seçimlere yapılan itirazlar yargıya taşınacak

Bağdat'ta Reşid Otel’de yapılan seçimler için eski Kerkük Valisi Rekan Ciburi, “Kerkük’teki Araplara ihanet” yorumunda bulundu. Aynı tepkiler Barzani'ye yakın KDP ve Türkmen üyelerden de geldi. 

Bağdat'ta yapılan toplantıyı 2008 yılında değişen Seçim Yasası'na göre hukuka aykırı olarak değerlendiren muhalifler ise süreci yargıya taşımaya hazırlanıyor. KDP'den Hasan Mecid Reşid ve Şoxan Hasib Hüseyin, 12 Ağustos'ta yaptıkları açıklamada, "10 Ağustos'ta Kerkük İl Meclisi adına Bağdat'taki Reşid Otel'de bir toplantı düzenlendiği ve Kerkük İl Meclisi üyeleri olarak toplantıdan haberdar olmadıkları, ayrıca bilgilendirilmediklerini" duyurdu. 

Irak Türkmen Cephesi (ITC) Milletvekili Erşat Salihi de basına yaptığı açıklamada, "7 aydan fazla süren yerel seçimler sonrasında Kerkük Valiliği durumunun içinden geçtiği zorlu süreç karşısında Kerkük yerel yönetiminin Bağdat'ta oluşturulması bizi şaşırttı. Irak Türkmen Cephesi'nin (ITC) Kerkük valilik ve meclis başkanlığı seçimiyle ilgili Federal Mahkeme'ye yaptığı iptal başvurusunun sonucunu bekleyeceğiz" dedi. 

Türkiye'nin Irak'taki stratejisinin aleyhine bir sonuç

Türkiye Dışişleri uzunca bir süredir Irak'ta ve kuzeyinde, özellikle Barzani yönetimi ile ticari, askeri ve siyasi başlıklarda ortak hareket ediyor. Buna karşı gelen grupların başında da Kerkük'te zafer ilan eden Talabani geleneğinden gelen Kürdistan Yurtseverler Birliği geliyor. 

KYB'nin Celal Talabani'den sonra öne çıkan isimlerinden Bafel Talabani aynı zamanda PKK ve PYD'yle olan yakınlığıyla da biliniyor. Bafel Talabani'nin Kerkük'te ilan ettiği zaferin, bir süredir devam etmekte olan Türkiye-Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasındaki kimi ortak çalışmalara da ket vuracağı yorumu yapılıyor. 

Kerkük, KYB'nin Süleymaniye'den sonra en güçlü olduğu ikinci yer. Toplantının diğer belediye meclisi üyelerinin yok sayılarak Bağdat'ta yapılması aslında seçimleri üyelerden kaçırmaktan ziyade bir tür zafer garantisi olarak yorumlanıyor. Zira zaten meclisin yarısından fazlasını yanına alan KYB toplantı nerede olursa olsun yine aynı sonucu alacaktı. 

Seçimler bu nedenle KYB açısından "Muhalefetin varlığı sonucu değiştirmeyecek" şeklinde değerlendirilirken, KDP ve Türkmen liderler ise seçimi hukuksuz ilan etti. 

Seçimler Türkiye'de PKK'ye yakın medya kurumları tarafından "Barzani-Türkiye'nin Kerkük planı bozuldu" ifadeleriyle yorumlandı. Irak'ta petrol gelirlerinin %40'ını sağlayan Kerkük hem lojistik, hem yeraltı kaynakları hem de ticari açıdan stratejik bir öneme sahip. Kentteki en güçlü siyasi öznenin Talabani'ye yakın KYB olması, Barzani ve Türkiye müşterek hesaplarını zorlaştıracak gibi görünüyor.

                                                                 /././

Hatay'daki konteyner kentlerden depremzede manzaraları: 'Toplama kampında gibiyiz' -Özkan Öztaş-

Depremin üzerinden geçen bir buçuk yıllık zamana rağmen konteyner kentlerde yaşayan depremzedeler devam eden sorunlardan dert yanıyor: 'Burada ikinci sınıf insan muamelesi görüyoruz.'

Depremin üzerinden geçen zamana rağmen depremzedelerin konteyner kentlerde yaşanan sıkıntılar bitmiyor. Depremzedeler "ikinci sınıf insan muamelesi" gördüklerini ve sorunlarıyla ilgilenilmediğini belirtiyor. 

Hatay'da hâlâ faaliyette olan birçok konteyner kent var. Ilıca, Hilalkent, Aselsan ya da Küçüldalyan bunlardan bazıları. Hepsi yasal statüde "Geçici konaklama merkezi" olarak geçse de iki yıla yakın bir süredir depremzedelerin kalıcı mekanı olmuş durumda.

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen depremlerin ardından, depremzedeler arasında imkanı olanlar şehir değiştirerek ya da varsa köylerine giderek bir şekilde hayata yeniden başlamaya çalıştı. Ancak geriye kalanlar ve çaresi olmayanlar konteyner kentlerde yaşamaya devam ediyor. 

Yani depremden sonra en çaresiz toplam konteynerlerde devam ediyor yaşamaya. "Sorun zaten bu bakış açısında başlıyor" diyor depremzedeler. 

Yetkililer sorunlarla pek ilgilenmiyor. Çünkü sorunlara dair talebi olan yurttaşlar "yüksek makamlarda tanıdığı olmayan", yoksullar, emekçiler ya da göçmen emekçiler. Bir de tabii şehre zorunlu görevle dışardan gelen memurlar. Depremzede yurttaşların barındığı bir yer olmaktan çok toplama kampını andıran bu yerleşkelerde sorunlar bitmiyor. Bırakılan ihmaller ölümlere yol açıyor. 

soL'a konuşan depremzedeler de artık kanıksamış yaşanan sorunları. "Ne gibi sorunlar var?" diye sorunca önce gülüyorlar, "Neresinden başlayalım" dercesine. 

'Elektrik ve su kesintileri artık hayatın bir rutini'

Konteynerlerin yapıldığı malzemeden dolayı yazın çok sıcak kışın ise soğuk olduğunu söylüyor Murat. Haliyle de kışın ısınmak, yazın da sıcaklara dayanabilmek için mutlaka elektrik gerekiyor. Murat, Hilalkent 3 konteyner kentinde kalıyor Hatay'da. "Gidecek bir yerimiz yoktu. Bir ara geçici süreliğine Mersin'e gittik ama elalemin evinde nereye kadar? Sonra konteynere döndük burada" diyor. 

Murat, elektrik ve su kesintilerinin hep yaşandığına dikkat çekiyor. 

"Bu sorun aslında konteyner kentler kurulduğundan beri devam ediyor. Kış ve yaz fark etmeksizin ısınmaya ve hijyene en çok ihtiyacımız olduğu dönemlerde kesintiler oluyor.

Bu kesintilerle ilgili en büyük sıkıntı planlı kesintiler olmasına rağmen haberini alamamak. Elektrik ve suda dağıtıcı firmadan üretici firmaya kadar araya çok fazla kurumun girmesi nedeniyle, AFAD'a, AFAD'tan da konteyner kentlere haber gelene kadar kesinti başlamış oluyor. Konteyner kent mesajlaşma gruplarında kesinti haberi kesintiden 5-10 dakika önce veya kesintiden sonra iletiliyor. 

'Yaz aylarının gelmesiyle birlikte çalışmalar hızlandırıldı' diyorlar ama kesintiler daha da sıklaştı ve uzadı. Örneğin kaldığım konteyner kentte 15-16 Temmuz'da iki günlük bir kesinti yaşandı. Tam iki gün sürdü. Ve öncesinde haber verilmedi."

'Suya muhtaç ettiler bizi'

Mehmet de konteyner kentte yaşayanlardan. Her biri sorunlardan söz ederken söz dönüp dolaşıyor AFAD'a geliyor. Konteyner kentler yetki mercii olarak ilçe kaymakamlıklarına bağlı olsa da sorunlarla ilgilenen kurum AFAD. Ancak artık deprem ve olağanüstü şartlar kurgusundan yavaş yavaş çıktıklarını ifade ediyor Mehmet.

Mehmet'in anlattığına göre yetkililer artık "başınızın çaresine bakın" diyor yavaş yavaş. Depremden dolayı konteynerlere verilen içme suları artık verilmiyormuş örneğin. Mehmet bu sorunları şu sözlerle anlatıyor:

"Konteyner kentler kurulduktan sonra kurulan mahallelerdeki yıkım veya merkezi bölgelere uzaklık nedeniyle marketlere erişim zor olduğu için AFAD hane başına içme suyu dağıtıyordu. Bu, maddi anlamda sıkıntı yaşayan depremzedelere büyük bir rahatlık sunuyordu. Ancak bu yaz itibarıyla, üstelik de suyun en çok tüketildiği sıcak dönemde, konteyner kentlerde su dağıtımı kesildi. En çok ihtiyaç duyulan dönemde!

Su dağıtımı kesilmeden önce konteyner kentlere hanelere takılmak üzere arıtma cihazları geldi ancak bu cihazlar çoğu kentte hanelerin yarısına bile yetmedi. Daha sonra yine getirilecek denilip isim alındı ancak 6 aydır arayan soran olmadı. Böylelikle bir haksızlık da doğmuş oldu."

'Hiçbir sosyal alan yok, toplama kampında gibiyiz'

Konteyner kentlerde yaşayan depremzedelerin çok önemli bir kısmının ulaşım aracı yok. Dolayısıyla bir yerden bir yere gitmek onlar için epey zor bir konu. 

Bu süreci Selim şu sözlerle anlatıyor: 

"Düşünün abi. Zaten konteyner kent kapısından içeri gidip benim kaldığım yere geçme mesafem 15 dakika sürüyor. 15 dakikada evden çıkıp konteyner kentin dışına çıktım. Burası şehrin uzağında bir yer. Nereye gideceğim? Akşam olunca görüş saati bitmiş mahkumlar gibi evlere çekiliyor insanlar. Ev dediysem de bu kutular işte. 

Birkaç konteyner kent dışında özellikle geçen sene yazın kurulanlarda hiçbir şekilde sosyal alan yok. Ayda bir dernekler aracılığıyla çocuk sineması veya psiko-sosyal destek ekipleri geliyor. Bunun dışında kent sakinlerinin kaynaşabileceği, depremzedelerin, kadınların birbirlerine destek olmak için bir araya gelip oturabilecekleri bir alan hiçbir şekilde yok. Birkaç özel kurum kalabalık ve merkezi bir konteyner kente kahve dükkanı açtı. Ancak diğer konteyner kentler bu özel kurumlar ve devlet için yeteri kadar kârlı olmadığı için kurulmuyor olsa gerek. Burada toplama kampında gibiyiz."

Depremzedeler çocuk parklarının küçük olmasından ve konteynerlerin hemen yanı başında olmasından şikayetçi. Hem çocuklar istediği gibi oynayamıyor hem de o konteynerde kalanlar gürültüden rahatsız oluyor. Üstelik parklar hem küçük hem de oyuncakların çoğu kırık.

Selim aynı zamanda bu sorunun en çok da çocukları etkilediğini söylüyor. Çünkü çocuk parkları yok denecek kadar az. Olanların da önemli bir çoğunluğu kırık ya da tamir bekliyor. 

"Birçok konteyner kente ufak bir park yapıldı ancak bu çocuk parkı bir kaydırak, bir çift salıncaktan ve bir veya iki tane oyuncaktan öteye gitmiyor genelde. Kaldığımız konteyner kentte çocuklar nedeniyle çok fazla şikayet geliyor. Bunun nedeni de çocukların kendilerine ait alanlarının olmaması. Küçücük parkta çocukların sığmamasının yanı sıra bir de çocuk parkının konteynerlerin tam dibinde olması nedeniyle genelde rahatsızlık oluyor. Haliyle gürültü. Yani çocuk parkları ayrı yerde değil. Konteynerin dibinde. Çocuklar oralardan kovuluyorlar. Zaten kalabalık çocuk nüfusu var, onlar da küçücük parkı kullanınca oyuncaklar da çok dayanmıyor. Sonrasında da dar ve araba dolu konteyner kent sokaklarında oynamaya başlıyorlar. Konteyner kent içinde boş alanlar bulunuyor. Bu alanlar çakıl taşıyla doldurulmuş bir şekilde duruyor genelde. Sanırım bir yardımsever zenginin yardım gönderip oralara bir şeyler yaptırması bekleniyor."

Konteynerde uyku yok: 'Bana bekçilik verin bari gece koltukta uyuyayım'

Selim yaşananları anlatırken konteynerlerin kapasite sorununa da dikkat çekiyor. Konu buraya gelince Mehmet de Murat da kafa sallıyor. Bu sorun anlaşılan epey can yakıcı bir hal almış durumda. 

Selim sorunu anlatırken daha önce karşılaştığı bir olayı hatırlatıyor:

"Şu an herkese verilen konteynerler genelde 21 metrekare AFAD konteynerleri. Ve bu konteynerlerde 7 kişiye kadar kalınıyor. Eğer bir hane 8 kişi olursa o zaman 4-4 bölüyorlar ve o haneye 2 konteyner veriyorlar.

Hiç unutmuyorum, konteyner kent yöneticisine bir şikayetimi iletirken odaya bir amca girmişti. Ağlayarak, geceleri uyuyamadığını ve yönetimin konteynerin anahtarını alırsa hem bekçilik yapacağını hem de oradaki koltukta uyuyabileceğini yalvararak önermişti. Adam kalabalıkta uyuyamıyormuş. Malum gündüzleri de çok sıcak ya da çok soğuk telafi edemiyorsunuz bunu. 

Özellikle büyükanne-büyükbaba bulunan ve çok çocuklu ailelerde bu büyük bir sıkıntı. Çoğu kalabalık ailelerde bazı üyeler genelde gün içerisinde hiç konteynere uğramayarak, sadece gece yatmaya gelerek bu sorunu çözmeye çalışıyor."

Konteyner kentlerde en çok yaşanan sorunlardan birisi de alt yapı sorunu. Yağan yağmurun ardından hem konteynerler su sızdırıyor hem de konteyner kent kısa bir zamanda bataklığa dönüşüyor.

'Vallahi kimse iyi değil burada, herkes patlamaya hazır durumda'

Konteyner kentlerde yaşanan sorunların başında bir de asayiş vakaları geliyor. Murat bu süreci anlatırken "Herkes gergin abi. Patlamaya hazır benzin bidonu gibi. Çakmak bekliyor. Millet en ufak bir şeyde bir birine giriyor" diyor. 

"Az önce bir sürü sorundan bahsettik. Şimdi buna bir de tüm şehrin yarattığı sıkıntıları ekle. İnsanların psikolojileri ve tahammül seviyeleri etkilenmiş. Komşular arasında kavgalar arttı. Konteyner kente uğrayan polis arabaları sıklaştı. Ancak polis genelde sakinleştirmeye çalışıp 'kendi aranızda halledin' diyerek gidiyor. Yani onlar ne yapsın? Çözebilecekleri bir sorun da yok ortada. Bunun yanı sıra özellikle konteynerlerin boyutları nedeniyle (birçoğu 21 metrekare) tek konteynerde 4-5-6-7 
kişi kalan aileler eşyalarını depolamada sıkıntı yaşıyor ve konteynerin dışında depoluyorlar. Her yerde kamera olmasına ve kentte güvenlik olmasına rağmen konteyner dışında depolanan eşyaların çalındığı oldu birçok kez. Özellikle bisiklet ve bebek arabalarının alınması çok sık karşılaştığımız vakalardan. Bisiklet çalınıyor. Niye? E insanlar bir yerden bir yere gidemiyor. Bebek arabası yok çoğu kişinin. Yani hırsızlar bunları alıp satmak için değil daha çok kullanmak için alıyor. Sen düşün gerisini."

Konteyner kentlerin adı değişse de sorunları değişmiyor. Depremzedeler her ne kadar yetkililerden çözüm beklese de pek de inançları kalmamış bu sorunların çözüleceğine. Artık bu sorunlar hayatlarının bir parçası olmuş. Hepsi de daha iyi bir olanak bulursa konteynerde kalmayacaklarını ifade ediyor. 

                                                             /././

Malatyalı çiftçinin kazandığı harcadığını karşılamıyor: TMO alım yapmadı, eylemler başladı -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Malatyalı çiftçiler kayısı alımı yapmayan ve taban fiyat vermeyen TMO’ya tepkili. soL’a konuşan çiftçiler geçen seneyle fiyat kıyası yaparak bulundukları durumu anlattı.

Malatyalı çiftçiler, kentin önemli gelir kaynağı olan kayısı fiyatına taban fiyat vermeyen ve alım yapmayan Toprak Mahsulleri Ofisi’ne (TMO) tepkili. Seslerini duyurmak için 11 Ağustos Pazar günü Toprak Mahsulleri Ofisi yakınında bir araya gelen çiftçiler artan işçilik, mazot, gübre, sulama gibi girdi kalemlerine karşılık kayısı fiyatlarının düşmesini protesto etti. 

Basın açıklamasında konuşan Tüm Üretici Köylü Sendikası (TÜM KÖY SEN) Malatya Sözcüsü ve Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Adil Aktaş, çiftçilerin taleplerini şöyle sıraladı:

“Kayısıda taban fiyatının bir an önce belirlenmesini istiyoruz. Üreticilerin borçlarının faizsiz olarak ertelenmesini ve üreticilere faizsiz kredi verilmesini istiyoruz. Üreticilerin kullandıkları mazotta, gübrede, ilaçta ÖTV’nin kaldırılmasını talep ediyoruz. Malatya kayısı üreticileri yalnız değildir.” 

6 Şubat depremlerinin etkilediği 11 ilden biri olan Malatya’da TMO, en son 2020 yılında kayısı alımı yapmıştı. Malatya’dakine benzer sorunlar ülkenin diğer kentlerinde de yaşanıyor. Bursalı ve Balıkesirli çiftçiler de artan girdi maliyetlerine karşın düşen üretici fiyatlarına tepkili.

‘Çiftçinin kullandığı mazottan gübreye, her şeye zam geldi’

Konuyu TÜM KÖY SEN Malatya Sözcüsü ve Genel Merkez Denetim Kurulu Üyesi Adil Aktaş, Malatyalı çiftçiler Caner Aslan ve Seçkin Yakut ile konuştuk.

Sözlerine geçen seneyle bu sene arasındaki fiyat farklarını anlatarak başlayan Aktaş, aradaki farkı şu sözlerle aktardı:

“Geçen sene 161 TL olan kayısı fiyatı, bu sene üç beş tane kendini bilmez tüccar ve tefeci zihniyetli kişiler yüzünden 100 liralara kadar düşmüş durumda. Fiyat düştü ancak herkesin bildiği gibi çiftçinin gideri arttı. Çiftçinin kullandığı mazottan gübreye, her şeye zam geldi. Geçen yıl kayısıda çalışan işçilerin bir günlük yevmiyesi 450 lirayken bu yıl bin 200 lira sınırlarına dayandı. Bunlara rağmen fiyatlar kelimenin tam anlamıyla tepetaklak oldu.”

‘Çiftçinin eline para geçmiyor, kazandığı para harcadığını karşılamıyor’

Bu uçuruma karşı çiftçilerin geçtiğimiz gün yaptığı eyleme değinen Aktaş, “Bu eylemler büyüyecektir” diye konuştu:

“Buna karşı da geçtiğimiz günlerde Malatyalı çiftçiler kendi içlerinde örgütlenip bir eylem yaptılar. Çiftçiler korktu ‘Polis bir şey yapar mı?’ diye. Ama eylem yapıldıktan sonra gördüler ki bir araya gelince vatan bölünmüyormuş. Şimdi çiftçi kendisine bir şey yönelmediğini gördüğü için rahat hareket edebilecek. İlçelerde daha büyük çiftçi eylemleri göreceğimizi tahmin ediyorum, bu eylemler büyüyecektir çünkü çiftçinin eline para geçmiyor, kazandığı para harcadığını karşılamıyor. Sadece Malatya değil. Balıkesir, Adıyaman, Gaziantep… Her yerde çiftçi kan ağlıyor. Bazı yerlerde dayanamayıp ayağa kalkıyor. Memleketin üreticisine değer verilmiyor.”

‘Tarım Kredi Kooperatifi’ne borcum var, 2,5 liraya çekirdek satıyorum. Ne yapayım, ödemek için tarlamı mı vereyim devlete?’

Doğanşehir Dedeyazı köyünden Caner Aslan ise 2,5 liraya kayısı çekirdeği sattığını söyledi. Aslan da geçen seneyle bu sene arasındaki fiyat uçurumuna değinerek tüm köylülerin aynı sorunu yaşadığını söyledi. Aslan, aynı zamanda Tarım Kredi Kooperatifi’ne borçlu olduğunu kaydetti:

“İnsanlar razıymış gibi duruyor, neredeyse herkes sinmiş, sindirilmiş. 2,5 liraya kayısı çekirdeği verdim ya, neye yetiyor bu? Bir sakız gelmiyor. Geçen seneden bu yana maliyetler 2-3 kat arttı. Mazot 18 lirayken 42 lira, çiçek ilacı 200 lirayken 800 lira oldu. Bu liste daha da uzar gider. Sabaha kadar neyin ne kadar arttığını anlatırız. Bu sene 21 bin lira tuttu harcadığım para. Reva mı bu? Sadece ben değil. Benim kayısı işinde olan akrabalarım, köylülerim de aynı sorunu yaşıyor. Tarım Kredi Kooperatifi’ne borcum var. Ne yapayım? 2,5 liraya çekirdek alıyorlar benden. Bunu ödemek için tarlamı mı vereyim devlete?”

‘Siyasetçilerimiz de aynı birbiriyle’

Siyasetçilerin birbirine benzediğini ve hiçbirinden bir şey beklemediğini söyleyen Aslan, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Kılınç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarım milli ekonominin temelidir” sözünü hatırlatarak bugün tarıma destek verilmediğini kaydetti:

“Siyasetçilerimiz de aynı birbiriyle. AKP’den bir şey beklemiyoruz zaten. Onu da anlamıyorum, bu adamlar bizim 40 küsur liraya aldığımız mazotu 5 liraya mı alıyor? CHP’den de bir şey beklemiyorum açıkçası. Dediğim gibi hepsi birbirine benziyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kılınç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarım milli ekonominin temelidir’ demiş. Kaç yıl önce tarımın değerini anlamış, bununla ilgili çalışmalar yapılmış. Şimdi gelinen yer burası. Nereden bakarsanız rezillik.”

‘Köylünün bütün maliyetinin üstüne bir de ambar maliyeti çıkıyor’

Seçkin Yakut, Ören Köyü’nden. Malatya’yı da etkileyen 6 Şubat depremlerinden dolayı ambar sorunu olduğunu söyleyen Yakut, bütün maliyetlerin üstüne bir de ambar maliyeti olduğunu kaydetti:

“Burası büyük bir deprem atlattı. Depremde yıkıldığından dolayı ambar sıkıntısı da yaşıyor köylü genel olarak. Bizim köy bu sıkıntıyı yaşıyor şu an. Köylünün bütün maliyetinin üstüne bir de ambar maliyeti çıkıyor. Geçen sene 200 lira olan kayısı fiyatı bu yıl 90 lirayı bile gördü. Bir torba yani 50 kilo gübre olmuş 2 bin 600 lira, nasıl alalım, nasıl kullanalım bunu?”

Yakut, ekonomik sorunlara değinerek sözlerini noktaladı:

“Tek sorun kayısı olsa yine tamam ama her şey sorun. Ekonomik sıkıntılar almış başını gidiyor. 30 yıllık esnafım aynı zamanda. Köy yerlerinde insanların sosyalleşebileceği tek yer kıraathaneler neredeyse. İnsanlar kıraathaneye geliyor, birkaç el oyun oynayıp kalkıyor. Buraya bile yansıyor ekonomik durum.”

                                                               /././

                                                          soL - GÜNDEM

İşçiler biriktiriyor, patronlar kullanıyor: İşsizlik fonundan 7 ayda 55 milyar çaldılar

İşsiz kalanların güvencesi olması gereken işsizlik sigortası fonu patronlara çalıştı. Son 7 ayda fondan işsizlere yapılan ödeme patronlara ayrılan kaynağın ancak yarısı etti.(https://haber.sol.org.tr/haber/isciler-biriktiriyor-patronlar-kullaniyor-issizlik-fonundan-7-ayda-55-milyar-caldilar-394612)

                                                         ***

İzmir'de Merih Demiral heykeli: Oylamada ne oldu, CHP ne tavır alacak?

MHP, İzmir'e futbolcu Merih Demiral'ın bozkurt işareti yapan heykelini dikmek istedi. CHP önce hayır, sonra evet diyerek teklifi Meclis'ten ilgili komisyona taşıdı. Nihai karar komisyonda verilecek.(https://haber.sol.org.tr/haber/izmirde-merih-demiral-heykeli-oylamada-ne-oldu-chp-ne-tavir-alacak-394610)

                                                              ***

AKP'nin sokak röportajlarına tahammülü yok: Erdoğan'ı eleştiren bir kişi daha tutuklandı

İzmir’de bir sokak röportajında Instagram'a getirilen erişim yasağını, AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve sokak hayvanlarına ilişkin katliam yasasını eleştiren kadın tutuklandı.(https://haber.sol.org.tr/haber/akpnin-sokak-roportajlarina-tahammulu-yok-erdogani-elestiren-bir-kisi-daha-tutuklandi-394608)

  (soL)