T-24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -16 EKİM 2024 -

 

Gençlerbirliği'ne haciz geldi, şampiyonluk kupasına bile el kondu! -Sibel Yükler-

Kulüp kendisine tanınan süre içinde 69 milyon liralık borcunu öderse haczedilen mallarını geri alabilecek(https://t24.com.tr/haber/genclerbirligi-ne-haciz-geldi-sampiyonluk-kupasina-bile-el-konuldu,1190010)

                                                                     ***

Dile kolay: Contemporary, 19. kez İstanbul’da -Eray Özer-

Contemporary İstanbul bu yıl 19. kez düzenleniyor. Etkinlik Tersane İstanbul’da. 800’ü aşkın çağdaş sanat eserini ağırlayacak fuarda ben en çok “Yetmişli Yıllarda Doğanlar” sergisini merak ediyorum. Üzerinize afiyet son vagondan da olsa o trene maalesef ben de bilmiş bulundum da…

Contemporary İstanbul (CI) bu yıl 19. kez sanatseverlerin karşısına çıkıyor.

Bir sanat etkinliğini, hele de bu etkinlik “çağdaş sanat” gibi niş bir alanda ise, 19 yıl üst üste yapmak kolay iş değil.

Bu 19 etkinlikten birçoğunu gezme fırsatım oldu; özellikle ilk yıllarda öyle bir kalabalık oluyordu ki arkadaşlarla aramızda “Meğer hepimiz çağdaş sanata ne kadar da hasretmişiz” diye şakasını yapıyorduk.

Evet, kimisi belki sadece fotoğraf çektirmek için geliyordu ama dünyada durumun bundan farklı olduğunu düşünen de yanılıyor. Ayrıca sanatı hayatımızın içine sokmak için öyle ya da böyle sanata bir miktar maruz kalmak gerekiyor. Bugün fotoğraf çektiren seneye eserler hakkında fikir yürütür hale geliyor.

Konumuza dönelim. Bu yıl 23-27 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek 19. edisyonun basın toplantısı dün gerçekleşti.

CI Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli, etkinlik detaylarına geçmeden önce çağdaş sanatın dünyadaki durumunu özetleyen sunumunda oldukça ilginç detaylar aktardı.

                                               CI Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli

“Burada da mı Çin” dememek mümkün mü?

Mesela Çin’le ilgili paylaştıklarına şaşırmamak mümkün değil. Çin her konuda olduğu gibi bu konuda da büyük bir atılım içindeymiş.

İnsan hayret ediyor. Yenilenebilir enerji diyoruz, Çin çıkıyor karşımıza. Yapay zekâ diyoruz, Çin’in oyuna nasıl dahil olduğunu konuşuyoruz. Nükleer enerji desek… Yine Çin…

Meğer çağdaş sanata yatırım konusunda da Çin, Birleşik Krallık’ı geride bırakarak ABD’nin ardından ikinci sıraya yerleşmiş. Pazar payında ABD yüzde 42’yle ilk sırada, Çin yüzde 19’la ikinci, Birleşik Krallık yüzde 17’yle üçüncülüğe gerilemiş.

Yine aynı sunumdan bir başka ilginç bilgi: Sanat eserlerinin satış değerleri dünyada düşüş eğilimindeymiş. Eserlerin fiyatları yüzde 4 düşmüş. Buna karşın özellikle çevrimiçi satışın artmasıyla eserlere ulaşım kolaylaşınca hacim aynı oranda büyümüş.

Yani daha çok eser alınıp satılıyor, böyle olunca fiyatlar da biraz olsun düşüyor.

Çevrimiçi satışın artmasının bir başka etkisi de galerilerin tasarruf tedbirleri uygulamak zorunda kalması olmuş. 2024’ün ilk altı ayında dünyadaki her iki galeriden biri maliyetleri azaltmak için tedbir almak zorunda kalmış.

Zaten çevrim içi mecralardan satışının pazar payının şimdiden yüzde 42’ye ulaşması da gösteriyor ki, koleksiyonerler internetten sanat eseri satın alma fikrine epey alışmış durumda.

Futbolcu menajerleri gibi galeriler de ortak çalışıyor

Bana ilginç gelen bir başka bilgi de artık galerilerin farklı ülkelerde aynı işi yapan kurumlarla ortak çalışarak sanatçıların o ülkedeki temsil haklarını diğer galeriye bırakması oldu.

Futboldaki menajerlik sistemi gibi… Nasıl ki bir yıldız oyuncuyu transfer etmek için birkaç menajerden geçmek gerekiyor, artık değerli sanatçıların eserlerine ulaşmak için de devrede birkaç galeri olacak belli ki.

Gelelim etkinliğin detaylarına… Bu yıl basın sponsorları arasında T24’ün de yer aldığı etkinlik geçen yıl olduğu gibi Tersane İstanbul’da yapılacak.

23 Ekim’de ön izlemeye, 24-27 Ekim arasında ise tüm ziyaretçilere açılacak fuara toplamda 14 ülkeden 53 galeri katılacak, 503 sanatçının 809 eseri sergilenecek. Bu yılın odağında İspanya & Latin Amerika merkezli etkinlikler var. Ayrıca bu coğrafyalardan çıkan sanatçıların işlerini görme fırsatı bulacağız. İspanya Büyükelçisi Cristina Latorre Sancho’nun desteğiyle hayata geçirilecek “Yetmişli Yıllarda Doğanlar” sergisini de o trene son vagondan da olsa yetişen biri olarak epey merak ettim.

Konferansların yer aldığı CIF Dialogues bölümünde ise dijital sanata dair paneller yer alıyor. Siz de benim gibi “NFT meselesi nereye varacak” diye merak edenlerdenseniz kaçırmayın derim.

Fuarın biletlerine bilet.ci.com.tr adresinden ulaşabiliyormuşuz. Bu haberi okurken bir yandan da zihninizden “Ya gitmek istiyorum ama çok trafik oluyor” cümlesinin geçtiğini iyi biliyorum. (Ben de yaşadım o halleri.)

Ulaşım problemine deniz trafiği çözümü

Bu yıl ulaşım problemini çözmek amacıyla iki çözüm düşünülmüş. Birincisi denizden ulaşım. Artık Kabataş, Karaköy ve Kadıköy’den kalkacak teknelerle Tersane İstanbul’a ve CI’a denizden ulaşmak mümkün olacak. Büyük bir “amme hizmeti” olarak sefer saatlerini buraya bırakıyorum:

İkincisi Uber’le bir anlaşma yapılmış. Firma fuar boyunca Tersane İstanbul etrafında özellikle boş araç bulundurmak amacıyla şoförleriyle özel bir anlaşma yapmış. Rezervasyonlarda CI ziyaretçilerine indirim ve ayrıcalık tanınacakmış. Evet, pahalı ama en azından en yakın toplu taşımaya kendinizi taksiyle atabileceksiniz.

Ezcümle Contemporary İstanbul’u her durumda görmekte fayda var. İster “alıcı” olun, ister sadece “bakıcı.” İsterseniz koleksiyonunuza yeni bir parça ekleyin, isterseniz kimi eserlerin şaşkınlık ve hayret içinde dedikodusunu yapın. Yeter ki, gidin, yerinde görün, o havayı koklayın, ilham alın. Sanat mahallesi ancak böyle genişler.

                                                                     /././

Nobel Ekonomi Ödülü verilen çalışmalar ne diyor, Türkiye için ne mesaj veriyor?-Ercan Uygur-

Ödül alan üç yazarın çalışmalarından ortaya çıkan bir sonuç şudur: Hukukun, adaletin ve kurumların zayıf olduğu ortamlarda, toplum sisteme genellikle güvenmiyor, istismar edilip sömürülüyor ve sonuçta büyüme ve toplumsal ilerleme sağlanamıyor

2024 yılı Nobel ödülleri 7 ile 14 Ekim tarihleri arasında açıklandı. 11 Ekim tarihinde belli olan barış ödülü ile ilgili bazı ayrıntıları yazmaya başlamıştım ki, 14 Ekim’de, dün, iktisat/ekonomi ödülü de belli oldu.

Bu yılın barış ödülü, nükleer bombaların yayılmasına karşı faaliyet gösteren bir Japon kurumuna verildi. Ödül en uygun kuruma mı verildi? Bölgemizdeki savaşları dikkate alınca tartışılıyor. Bu konuyu daha sonraya bırakarak ekonomi ödülünü ele alalım.

Aşağıda önce kısaca Nobel Ekonomi Ödülü alanlara bakıyorum. Sonra ödül alan çalışmaların çok kısa bir özetini veriyorum. Sonra da bu çalışmaların Türkiye için ne gibi bir mesaj verdiğine değiniyorum.

Ekonomi ödülünü alanlar

Nobel Ekonomi Ödülü’nün doğru adı “Alfred Nobel Anısına Ekonomik Bilimlerde İsveç Merkez Bankası Ödülü”dür. Diğer beş konuda (barış, fizik, kimya, tıp, edebiyat) ödülün adı “Nobel Ödülü”dür. Biz yine de Nobel Ekonomi Ödülü diyelim.

2024 Nobel Ekonomi Ödülü, Kamer Daron Acemoğlu (Üniversite: MIT, ABD), Simon Johnson (Üniversite: MIT, ABD) ve James A. Robinson’a (Üniversite: Chicago, ABD) verildi.

Bu üç ödül sahibinin bir özelliği ABD dışında doğmuş olmalarıdır. Başarılı çalışmaları nedeniyle ABD üniversitelerine davet edilmişlerdir. Acemoğlu Türkiye, Johnson ve Robinson Birleşik Krallık doğumludur. Acemoğlu’nun İstanbul doğumlu olduğu birçok kaynakta özellikle belirtiliyor.

Ödül komitesine göre bu üç akademisyen, ödülü, “toplumsal kurumların nasıl oluştuğunu ve bu oluşumun toplumun gönencini (refahını, zenginliğini) nasıl etkilediğini açıklayan çalışmaları” için aldılar, paylaştılar. Bu konuda, birçoğu ortak, onlarca makaleleri ve kitapları var.

Şunu da belirtmek gerekir; bu çalışmalarda Acemoğlu genellikle önde gelen yazar olarak görülüyor. Kendisi çok üretken ve birçok konuda araştırma yapan bir vatandaşımız ve meslektaşımız. Bu özelliğiyle birçok ödül ve başarı belgesi almıştır. Kendisini içten kutlarız.

Örneğin, ABD’de 40 yaş altındaki başarılı iktisatçılara verilen John Bates Clark madalyasını, 2005’te 38 yaşında iken Acemoğlu almıştır. Bu madalyayı alanların daha sonra çoğunlukla Nobel Ekonomi Ödülü de aldığı görülüyor.   

Ekonomi ödülü verilen çalışmalar ne diyor?

Ödül alan üç yazarın çalışmalarından ortaya çıkan bir sonuç şudur: Hukukun, adaletin ve kurumların zayıf olduğu ortamlarda, toplum sisteme genellikle güvenmiyor, istismar edilip sömürülüyor ve sonuçta büyüme ve toplumsal ilerleme sağlanamıyor.

Şimdi bu yazarların araştırmalarının başlangıcına, yaptıkları saptamalara ve sordukları sorulara, verdikleri yanıtlara bakalım. Bu bağlamda yazarların çok çalışma ve yayınları var, ancak kısa bir açıklama yapabilirim. 

2000’li yıllarda zengin ve yoksul ülkelerin ortalama gelirleri arasında büyük fark gözlüyoruz. Son verilere göre en zengin yüzde 20 dilimindeki ülkelerin geliri, en yoksul yüzde 20 dilimindeki ülkelerin gelirinden yaklaşık 30 kat daha yüksek. Son 200 yılın verilerine baktığımızda, bu fark hep var, hatta fark giderek artıyor.

Sorular şunlar: Bu büyük fark neden var, neden süreklilik kazanmış, hatta neden yükselmiş? Bu sorulara daha önce verilen yanıtlar, örneğin coğrafi farklılığı, iklim farkını, kültür ve din farklarını öne sürmüşler.

Bu sorulara yanıt arayan çalışmalarında Acemoğlu, Johnson ve Robinson (AJR) zengin ve yoksul birçok toplumu incelediler, karşılaştırmalar yaptılar. Örneğin ABD’de ve Meksika’da aradaki sınırla ikiye bölünmüş yerleşim yerini incelediler.

Bu iki yerleşim yerinde coğrafya, iklim, kültür, din hepsi aynı. Ancak ABD’de kalan yerde gelir, Meksika’da kalan yere göre üç kat daha fazla. Bakıyorlar ki aradaki fark siyasi ve ekonomik kurumlardan kaynaklanıyor.

Meksika’daki yerleşim yerinde yolsuzluğa, kanunsuzluğa bulaşmış yozlaşmış politikacıları değiştirmek çok zor. Halk, kuralların ve yasaların oluşumunda tercihlerini yansıtamıyor. Organize suçlar yaygın, işletmeler kuruluş aşamasında bile rüşvet vermek ve korunmak zorunda. Eğitim de kötü.

ABD’deki yerleşim yerinde başarısız ve yozlaşmış olan politikacıyı serbest seçimlerle kısa sürede değiştirmek kolay. Halk, kuralların ve yasaların oluşumunda tercihlerini yansıtabiliyor; siyasi haklar daha geniş. Bireyler istediği eğitimi ve mesleği daha kolayca seçebiliyor.

AJR araştırdıkça görüyor ki, bu farklar sömürge dönemine kadar geri gidiyor. ABD’deki (İngiliz) sömürgeciler daha katılımcı (inclusive) ve kalıcı siyasi ve ekonomik kurumlar oluştururken, Meksika’daki (İspanyol) sömürgeciler daha dışlayıcı (extractive) kurumlar oluşturmuşlar.

Çünkü ABD’deki kurumsallaşma, sömürgecilerin orada kalıcı olacağı varsayımıyla oluşmuş. Meksika’da ise kurumsallaşma kısa vadeli planlara göre yapılmış. Yerli halk kısa sürede sömürülecek ve sömürgeciler oradan ayrılacaklardır.

Benzer farklar Latin Amerika ile Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada için de ortaya çıkıyor. Sömürgeciler, Latin Amerika’da kurumları daha kısa süre kalacakları, zenginlikleri alıp götürecekleri varsayımı ile oluşturuyorlar.

Burada AJR’nin kapsayıcı ve dışlayıcı kurumlar tanımına yakından bakmak yararlı olacak. Bu tanımlar aslında siyasi partiler, seçimler, parlamentolar gibi siyasi kurumlar için yapılıyor.

Kapsayıcı siyasi kurumlar, halkı ve görüşlerini içinde barındırıyor, onlara açıktırlar, adildirler. Dışlayıcı siyasi kurumlar ise halka ve görüşlerine kısıtlamalar getirirler ve onlara büyük ölçüde kapalıdırlar. Sonuçta dışlayıcı siyasi kurumlar dışlayıcı ekonomik kurumlar da yaratırlar. Dışlayıcı kurumlar denetleme ve düzenlemeye de kapalıdırlar. 

Dışlayıcı kurumlar genellikle iktidardaki kişinin veya grubun iktidarını koruma refleksine sahiptirler. Acemoğlu ve Robinson’un makale ve kitaplarında şu gibi örnekler vardır: Bir şirketin sahibi veya yöneticisi muhalefete yakın olsun.

İktidar, dışlayıcı kurumlarıyla, muhalefete yakın şirketin ürettiği ürün için KDV veya gümrük vergisi oranını değiştirebilir. Bu değişiklik ekonomik gerekçeyle olmayabilir, hatta ekonomiye zarar verebilir. Burada amaç, ülkenin durumunu dikkate almadan, potansiyel bir muhalefete zarar vermek, iktidarı korumaktır.

Dışlayıcı kurumlar çoğulcu değildir, topluma siyasi güç veya katılım vermezler. Siyasi güç iktidardadır. Dışlayıcı kurumların olduğu toplumlarda demokrasi yoktur veya çok zayıftır. İşte bu durumda ülkenin büyümesi ve kalkınması zordur.

Demek ki, yoksul toplumlarda dışlayıcı kurumlar ve otoriter iktidarlar hakimdir ve bunlar hakim güçlerini bırakmak istemezler. Geliri yüksek toplumlarda kapsayıcı kurumlar ve demokratik iktidarlar hakimdir.

AJR bu sonuca varmak için tarihsel verileri incelemiş, siyasi iktisat konularında oyun teorisine başvurmuş ve verilerle birçok uygulamalı ekonometrik çalışma yapmıştır.

Bir toplum dışlayıcı kurumlar ve otoriter iktidarlar altında yoksulluk ve düşük gelir tuzağından çıkmak isterse ne yapmalı? İlk olasılık iktidar elitleriyle halkın veya iktidarda olmayanların anlaşmasıdır. Ancak elitler iktidarı bırakmak istemeyebilir. Hatta vaatlerde bulunup bunları unutabilirler.

AJR’ye göre bu durumda iki yol kalıyor. Birincisi, barışçıl gösteriler ve en geniş katılımla oy vermek dahil demokratik hakları kullanmaktır. İkincisi, şiddet de içeren devrimci yollarla iktidara son vermektir. Ancak AJR bu yolu önermiyor, çünkü şiddet yöntemleri halkın katılımını büyük ölçüde düşürecektir.

Ekonomi ödülü verilen çalışmalar Türkiye için ne mesaj veriyor?

Daron Acemoğlu, Türkiye konusundaki görüşlerini ve değerlendirmelerini zaman zaman dile getiriyor. Kullandığı ifadeler olumlu değildir; Türkiye’de siyasi ve ekonomik kurumların daha kapsayıcı ve iktidarın daha demokratik olması gerektiğin vurguluyor.

Birincisi, şu anda yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık sisteminin değişmesidir. Çünkü bu sistemde doğrudan veya dolaylı olarak kapsayıcılık, yani halkın katılımı neredeyse yoktur. Tüm önemli ve önemsiz kararlar, denetime ve onaylamaya da tabi olmadan, bir kişi tarafından verilmektedir.

Yanlış yapıldığında, ki her konuda sıkça yanlışlar yapılıyor, bu yanlışlardan geri döndürecek ve bunların hesabını soracak bir mekanizma yoktur.

Bu ortamda hukukun üstünlüğü ve adalet de sağlanamıyor, en azından çok tartışmalı hale geliyor. Çünkü Başkan her türlü yasanın üzerinde görülebiliyor. Diğer yandan Başkanlık seçim sistemi yüzde 50,1’i bulmak üzerine kurulmuştur ve her türlü oyuna ve akla gelmeyecek iş birliklerine açıktır.

Partili Başkanın partisinde kapsayıcılık olması çok zordur, çünkü kendisi her kural ve yasanın üzerindedir. Böyle bir iktidar da bırakılmaz elbette? Başkan’ın yarattığı bu siyasi ortamda diğer partiler de “oyunu kuralına göre oynayalım” eğilimindeler. Bir kapsayıcılık sorunu tüm partilerde görülebiliyor.

Böyle bir ortamda ekonomik kurumlar nasıl kapsayıcı olacak ki? Çok açık göstergesi TÜİK. Toplumun ilgilendiği tüm veriler açıklamaya ve tartışmaya açık olmalı ama mahkeme kararlarına karşılık olmuyor.

Kısacası, Türkiye’de siyasi kurumlarla birlikte ekonomik kurumların da kapsayıcı, açık ve hesap verebilir olması gerekiyor. Uzun vadeli çözüm ancak böyle sağlanacaktır.

                                                               /././

Aile hekimi hasta kovalayacak: Altı ay muayeneye gitmeyenin cezası hekime kesilecek -Can Öztürk-

Ödeme katsayılarında değişiklik yapılması ve performans kotalarının artırılmasıyla ödemelerinde kesintiye maruz kalacak olan hekimler, bakanlığı protesto ediyor.Sağlık Bakanlığı’nın yeni yönetmeliğe göre aile hekimlerinin maaşlarında kontrole gelmeyen lohusalar nedeniyle kesinti yapılacak. Aile hekimine görünmeden devlet hastanelerine başvuran hastalar için de kişinin aile hekimine ceza puanı yazılacak. Bakanlığın yönetmelik taslağına göre, bütün şartları yerine getiren aile hekimlerinin maaşı değişmeyecek ancak hiçbir şartı yerine getiremeyen hekimin maaşından yaklaşık olarak 32 bin TL’lik kesinti olacak.(https://t24.com.tr/haber/aile-hekimi-hasta-kovalayacak-alti-ay-muayeneye-gitmeyenin-cezasi-hekime-kesilecek,1190032)

                                                               ***

Erdoğan talimat verdi: Kredi kartından da kesinti yapılacak Savunma Sanayi Fonu görüşmeleri ertelendi 

Kamuoyunda büyük tepki çeken Savunma Sanayii Fonu teklifi için erteleme kararı alındı.AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, Savunma Sanayii Destekleme Fonu görüşmelerinin ertelenerek 2025 yılına bırakıldığını açıkladı. Güler, erteleme kararının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatı olduğunu bilidirdi.  Kredi kartlarından yıllık 750 TL vergi alınmasına ilişkin teklif bugün komisyonda görüşülmeye başlandı. Muhalefet "Kredi kartı limitinden vergi almak, dünyanın en komik vergisi, Zaytung’un bile aklına gelmez" dedi.(https://t24.com.tr/haber/kredi-kartindan-da-kesinti-yapilacak-savunma-sanayi-fonu-gorusmeleri-ertelendi-zaytung-un-bile-aklina-gelmez-,1189992)

                                                             ***

Açlık grevlerinin ikinci gününde, 32 Fernas işçisi ve 5 sendikalı gözaltına alındı: Soma'dan yeri altından geldiler, ekmeklerine bile el konuldu

AKP Batman Milletvekili Ferhat Nasıroğlu’nun sahibi olduğu Fernas Madencilik’te çalışan madenciler, Ankara kurtuluş Parkı’ndaki açlık grevlerinin ikinci gününde gözaltına alındı. Parktaki 32 Fernas işçisi ve dört sendika görevlisi “Kamu güvenliğini tehlikeye atmak" iddiasıyla gözaltına alınırken, işçilerin ekmeklerine de el konuldu. İşçilerin bağlı olduğu sendika maden ocağındaki toplu ölüm riskine dikkat çekiyor. Manisa Soma'da bulunan ve AKP'li vekile ait Fernas Madencilik'te çalışan işçiler, iş güvenliği önlemlerinin alınmamasına ve düşük ücretlere karşı mücadele başlatmış, sendikaya üye oldukları için işten atılmıştı. 25 Eylül’de Soma'dan yürümeye başlayan işçiler 2 Ekim’de Ankara’ya ulaştı. Yaklaşık 2 haftadır Ankara’da bulunan işçiler, 2 gündür açlık grevindeydi.(https://t24.com.tr/haber/aclik-grevlerinin-ikinci-gunundeki-fernas-iscileri-gozaltina-alindi-biz-soma-dan-yeri-altindan-geldik-simdi-gozaltina-aliyorlar,1190047)

                                    ***

Ocak-Eylül bütçe karnesi: Toplam vergi gelirlerinin yüzde 52’si KDV ve ÖTV -Murat Batı-

2023 yılı Ocak-Eylül döneminde bütçe gelirleri 2 trilyon 998 milyar 719 milyon TL iken 2024 yılının aynı döneminde yüzde 75,2 oranında artarak 5 trilyon 253 milyar 15 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. 2024 yılı Ocak-Eylül dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 69,6 oranında artarak 4 trilyon 401 milyar 815 milyon TL olmuştur.

Hazine ve Maliye Bakanlığı kendi internet sitesinde 2024 yılı Ocak-Eylül dönemi bütçe gerçekleşmelerini yayımladı. Aşağıda detaylı şekilde göreceğiniz üzere vergi gelirlerinin yüzde 51,87’si KDV ve ÖTV tahsilatı oluşturmaktadır.

Dolaylı vergilerin payı Ocak-Eylül döneminde yüzde 65,83; dolaysız vergilerin payı ise yüzde 34,14 gerçekleşti.

Merkezi yönetim bütçesi 2024 yılı Ocak-Eylül döneminde 1 trilyon 74 milyar 18 milyon TL açık verdi.

Diğer kalemlerin akıbetini ise aşağıda izah etmeye çalışayım.

2024 Eylül ayı bütçe gerçekleşmeleri

2024 yılı Eylül ayında merkezi yönetim bütçe giderleri 932,1 milyar TL, bütçe gelirleri 831,6 milyar TL ve bütçe açığı 100,5 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 783,4 milyar TL ve faiz dışı fazla ise 48,2 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Genel görünüm aşağıdaki tabloda bulunmaktadır.

Merkezi yönetim bütçesi 2023 yılı Eylül ayında 129 milyar 218 milyon TL açık vermiş iken 2024 yılı Eylül ayında 100 milyar 464 milyon TL açık vermiştir. 2023 yılı Eylül ayında 58 milyar 454 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2024 yılı Eylül ayında 48 milyar 213 milyon TL faiz dışı fazla verilmiştir.

2024 Ocak-Eylül dönemi bütçe giderleri

2024 yılı Ocak-Eylül döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri 7 trilyon 158,6 milyar TL, bütçe gelirleri 6 trilyon 84,6 milyar TL ve bütçe açığı 1 trilyon 74 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Ayrıca, faiz dışı bütçe giderleri 6 trilyon 246 milyar TL ve faiz dışı açık ise 161,3 milyar TL olarak gerçekleşmiştir.

Merkezi yönetim bütçesi 2023 yılı Ocak-Eylül döneminde 512 milyar 602 milyon TL açık vermiş iken 2024 yılı Ocak-Eylül döneminde 1 trilyon 74 milyar 18 milyon TL açık vermiştir. 2023 yılı Ocak-Eylül döneminde 41 milyar 738 milyon TL faiz dışı açık verilmiş iken 2024 yılı Ocak-Eylül döneminde 161 milyar 332 milyon TL faiz dışı açık verilmiştir.

2024 yılı Ocak-Eylül döneminde merkezi yönetim bütçe giderleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 81,1 oranında artarak 7 trilyon 158 milyar 637 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Faiz hariç bütçe giderleri geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 79,4 oranında artarak 6 trilyon 245 milyar 951 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

2024 Ocak-Eylül dönemi bütçe gelir gerçekleşmeleri

Merkezi yönetim bütçe gelirleri Ocak-Eylül dönemi itibarıyla 6 trilyon 84 milyar 619 milyon TL olarak gerçekleşmiştir. Vergi gelirleri 5 trilyon 134 milyar 59 milyon TL, genel bütçe vergi dışı gelirleri ise 793 milyar 429 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda 2024 Ocak-Eylül dönemi vergi gelirleri ve bu vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payları gösterilmiştir.  

Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere 2024 Ocak-Eylül döneminde KDV ve ÖTV’nin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 53; dolaylı vergilerin payı yüzde 67,30 ve dolaysız vergilerin payı ise yüzde 32,70 olarak gerçekleşti.

Ocak-Eylül 2024 ile geçen yıl aynı dönem vergi tahsilatı karşılaştırılması

2023 yılı Ocak-Eylül döneminde bütçe gelirleri 2 trilyon 998 milyar 719 milyon TL iken 2024 yılının aynı döneminde yüzde 75,2 oranında artarak 5 trilyon 253 milyar 15 milyon TL olarak gerçekleşmiştir.

2024 yılı Ocak-Eylül dönemi vergi gelirleri tahsilatı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 69,6 oranında artarak 4 trilyon 401 milyar 815 milyon TL olmuştur.

Aşağıdaki tabloda vergi kalemleri bazında Ocak-Eylül 2024 tahsilat tutarları ile geçen yılın aynı dönemdeki tahsilat tutarları ve değişim oranları bulunmaktadır.

Yukarıdaki tabloya göre 2024 Ocak-Eylül döneminde geçen yıl aynı döneme nazaran tahsilat oranı en fazla olan gelir kalemi petrol ve doğalgazdan alınan ÖTV, tütünden alınan ÖTV, BSMV, dahilde alınan KDV, dijital hizmet vergisi ile stopaj yoluyla alınan gelir vergisidir.

Petrolden ve doğalgazdan alınan ÖTV yüzde 175,9, ve dahilde alınan KDV ise yüzde 103,2 oranında artmıştır. Diğerlerinin artış oranları yukarıdaki tabloda görülmektedir.

ÖTV genel toplamı ise geçen yıl aynı döneme göre yüzde 63,3 oranında artmış.

İthalde alınan KDV yüzde 50,7; BSMV yüzde 177; harçlar yüzde 51,9; damga vergisi ise yüzde 77,8 oranında artmıştır.

 (T-24)




soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -15 Ekim 2024 -

Tarikatsız yönetemeyenlerin yolu: Karanlık Yol -Gamze Erbil-

Yazılama Yayınları’ndan çıkan Orhan Gökdemir’in Türkiye’deki Nakşi Halidi tarikat ağını mercek altına aldığı kitabı “Karanlık Yol” bir dizi başlıkta güncel tartışmalara ışık tutuyor.

Türkiye kapitalizmi, Cumhuriyet yerine Osmanlı kurgusuyla uluslararası alanda kendine yer açarken siyasette tarikatların ağırlığı mutlak biçimde artıyor. Öyle ki, birinin ayarı bozulduğunda yerine hemen başka biri rol üstleniyor. Biri darbe yapmaya kalktığında, siyaset mekanizmalarından tasfiye ediliyor ama yerini hızla başkalarına bırakıyor. Tarikatların Türkiye siyasetini kararttığı bir dönemde, bu coğrafyada ana akım haline gelmiş olan Nakşi Halidi kökenli tarikatların tarihine ışık tutan bir kitap Orhan Gökdemir’in Karanlık Yol kitabı.

Osmanlı’dan itibaren tarikatların devlet içinde üstlendiği siyasal işlev, Cumhuriyet döneminde kısa bir aralıkta bu rolden uzaklaştırıldıklarında emperyalist manipülasyonlara nasıl alet oldukları, nasıl karanlık ve kirli bir ağı yeniden ve yeniden ürettikleri... Kendi içlerindeki kapışmaları, dinler tarihi içindeki yerleri... Bu coğrafyada nasıl roller üstlendikleri ve insanlığı nasıl bir karanlığa sürükledikleri... Tarikatlardan siyasi yarar sağlamayı umarak bu gerici konumlanışı hafife alan ittifakların durumu... 

Kısaca bugünkü temel siyasi konum alışlarda çok tartışmalı olan bir dizi başlıkta bir tarihsel/teorik arka plan sunuyor Karanlık Yol. Aydınlıktan yana taraf olma ve tarikatlerin yarı yolda bıraktığı Cumhuriyeti “tamamlama” iddiasıyla...

Orhan Gökdemir’le Karanlık Yol’u değerlendirdik.

Son on yılda Türkiye siyasetinde yaşananlar, kitabın temel tezlerinden “tarikatsız yönetemiyorlar” tezinin kanıtı niteliğinde. 2016’daki tarikatlar kapışmasında burjuva devlet bir tarikatın iktidarı ele geçirme girişimini bertaraf etmeyi, yine bir başkasını güçlendirerek “başardı”; hatta belki de “iyi olan kazansın” diyerek kapışmayı akışına bıraktı; sonra kazananı güçlendirme yoluna gitti. Konunun çok güncel olduğunun altını çizmek istiyorum aslında... Karanlık Yol bunun tarihini tasnif ediyor; biraz açalım mı?

Osmanlı ile cumhuriyet arasında bir kopma var. Tarikatla yönetme geleneğine cumhuriyet son verdi. Ama tabii, kısa sürdü. 1950’li yıllarda, bu aynı zamanda Türkiye için bir eksen değişikliği anlamına geliyordu, cumhuriyetin kovaladığı tarikatlar devlete geri döndü. Türkiye ABD’ye yanaşınca ve NATO’ya girince tarikatlara ihtiyaç doğdu. Burjuvazi cumhuriyetin yarattığı yeni insanı tekinsiz buluyordu. Daha dindar, aynı anlama gelmek üzere daha itaatkâr insanlara ihtiyacı vardı. Tarikatları geri çağırdılar. Menderes Said-i Nursi ve Necip Fazıl ile bu açığı kapatmaya çalıştı. Zira Halidilik hâlâ lanetli bir tarikat olarak görünüyordu. Menemen ayaklanmasının anısı tazeydi. Dümeni CHP’den DP’ye kırmış Necip Fazıl ve Osmanlı'dan bu yana bir meczup gözüyle bakılan Sait, Halidi gelenekten uzaklaşmış kabul ediliyordu. 

Tabii NATO misyonu gereği antikomünizm geri dönüşü kolaylaştırdı. Bütün gericiler antikomünistti. Komünizmle Mücadele Derneği’nin Fethullah Gülen türü imamlarla işe koyulmasını da rastlantı sayamayız. NATO’ya giriş ve tarikatlara dönüş Türkiye’nin gericilik döneminin başlangıcıdır. Cumhuriyetin çok ileri gittiğine inandılar ve geri çekmeye çalıştılar. Geri çekmeyi tarikatsız hayal edemeyiz. Uyanmış insanları uyutacak bir uyuşturucuya ihtiyaçları vardı, en ucuz yolu tarikattır.

                 (https://x.com/YazilamaYayin/status/1844656452704612583) 

'Dincinin dinciye darbesi Osmanlı’dan beri var'

2016’daki dincinin dinciye darbeye kalkışmasına gelirsek, benzerleri Osmanlı’da da çok. Kuleli Vakası’ndan bu yana pek çok saray darbesi girişimi var ve hepsinde Halidi şeyhlerinin dahli var. 31 Mart gerici kalkışması bir Halidi kalkışmasıdır. Başlangıcında 1826’da, Vakayı Hayriye var. Saray artık bir fren haline gelmiş olan yozlaşmış Yeniçeri Ocağı’ndan kurtulmak istiyordu. Ancak ocağın arkasında Bektaşi tarikatı vardı. Ocağı dağıttıktan sonra Bektaşileri kovaladılar. Haklarında hafif meşrep oldukları yönünde dedikodular çıkardılar ve yaydılar. Mallarına mülklerine el koydular, sürgüne yolladılar.

Ancak Saray tarikatsız yönetmeyi hayal edemiyordu. Bektaşilerden doğan boşluğu Mevlevilerle doldurmaya çalıştılar. Bektaşilerle Mevleviler yakındı; Bektaşiler Mevlevi kılığında devlete geriye dönmeye başlayınca vazgeçtiler. Daha kullanışlı, daha tutucu, daha itaatkâr, daha devletçi Nakşibendileri buldular. Nakşiliğin Osmanlı devletinde örgütlenmesinin başlangıcı budur.

Halidilik de, o Saray operasyonunun ürünüdür. Kürtler arasında Kadirilik yaygın tarikattı. Devlet Nakşilerden yana ağırlık koyunca Kürt bölgesinde de Nakşilik öne çıkmaya başladı. Süleymaniye’de Molla Halid bu şansı iyi kullananlar arasındadır. Küçük Barzan aşireti de onunla birlikte saf değiştirdi ve Halidilikle Barzani ailesi, Osmanlı'ya dayanarak, birlikte büyümüşlerdir. Halidilik çok kısa zamanda Osmanlı başkentinde yaygın bir tarikat haline geldi. Osmanlı el koyduğu Bektaşi tekkelirini Halidilere verdi çünkü. Şimdi bizdeki devletle özdeşleşmiş bütün tarikatlar Molla Halid’in paltosundan çıkmıştır.

İslamcılar bilmez, Said-i Nursi ve Necip Fazıl da birer Halididir. Bu durumda, 2016 darbe girişimini de bir Halidi darbesi sayabiliriz. Gelenek sürüyor. Devlet Halidiliğin Nurcu kolunu kovaladı ve yerine Halidiliğin diğer kollarını oturttu. Çünkü Tayyiban rejimi de tarikatsız yönetemeyeceğine inanıyor. 

Süleymancılar İmamoğlu'nu bekliyor

Diğer tarafında da aynı inanç var. Süleymancılar Halidi kolundan değil doğrudan Nakşilikten gelen bir tarikattı. Bu işlere biraz mesafeli durdular. Sonra Ekrem İmamoğlu’na destek açıkladılar. Çünkü İmamoğlu Süleymancıların yurtlarında yetişmiştir, aralarında akrabalık ilişkisi vardır. Yani İmamoğlu planlarını gerçekleştirebilirse onunla birlikte Süleymancılar da kazanmış olacak. Halidiler inecek, Süleymancılar çıkacak. Tarikatla yönetme düzenidir. 

Soruna dönecek olursak, ne fark eder? Eğer Fethullahçılar başarsaydı, Türkiye bundan daha fazla kararmış olmazdı. Fethullahçılar kaybetti ve öteki Halidiler kazandı. Şu anda Tayyiban rejiminin attığı bütün gerici adımlar Halidiliğin inançlarının gereğidir. Halidilik devletin ve sermayenin has tarikatıdır. 

               Süleymancılar, seçimlerde AKP'ye destek çağrısı yapmamasıyla yeniden gündeme gelmişti.

Karanlık Yol’u yazmaya nasıl karar verdin?

Türkiye’de sadece tarikat karanlığı yok, bir de Aydınlanma hareketi var. Bu tarikat düzenine karşı direniş var. Laik cumhuriyete sahiplenme var. Uzun zamandır tartışıyor, yazıyorduk. Haliyle tarikatlar tarihi konusunda bir bilgi açlığı vardı. Kaynak yoktu ve olanların büyük çoğunluğu içeriden yazılmıştı. 

Malum, tarikatları birer “sivil toplum örgütü” olarak vaaz eden kaynaklarımız, “aydın”larımız var. Bu öylesine bir yoksulluk ki, yarım akıllı Said-i Nursi’yi parlatarak nam salan bilim insanları türedi. Haliyle dışarıdan yazılmış bir tarikat tarihi artık ihtiyaçtı. 

Akademinin ışığı tarikat gölgesinde

Doğal olan, akademinin buna el atmasıdır. Ne yazık, oranın ışığı da tarikatlara yaslanmış devletle birlikte azalmıştır. Akademi artık sadece tarikat övgüsüyle iştigal ediyor. Karanlık Yol, bu karanlık tablonun ürünüdür. Mecburduk; durumdan vazife çıkardık. 

Güncellikten devam edelim. Geçen sezon başlayan bir dizi var: Kızıl Goncalar. Son on yıllarda burjuva devletin yeni ideolojik aygıtları arasında eğlence sektörünün ve dizilerin önemli yer tuttuğu malum. Bu dizi, “erdemli tarikat” referansıyla bir tarikat eleştirisi illüzyonu yaratıyor ama bir hayli zehirli. Belli ki, ihtiyaç halinde eleştiri dozu belli bir tarikatı hedef alarak artacak ama o “erdemli tarikat” dokunulmazlığı korunacak.

Dizi izlemiyorum, izlemeyi de tavsiye etmem. Dizi işini artık devletten ayrı ele alamayız. Yeni rejimin, Tayyiban düzeninin ihtiyaçlarına göre belirleniyor konuları. Yeni Osmanlıcılık moda, tarikatlar utangaçça giriş yaptı sahneye. Ama bunun ötesinde derin bir çürüme var tamamında. 

Herkesin herkese bağırdığı, itip kaktığı, silah gösterdiği bir dünya bu. 40 hikayeleri var 40’ı da birbirlerini aldatmak üzerine. Bütün erkekler yontulmamış odun, bütün kadınlar potansiyel fahişe. E buna özetle tarikatlar düzeni diyoruz. Ayrıntısının hiçbir önemi yok. Tarikatlar düzeninde kadın yoktur, çocuk yoktur. Kadınlar ve çocuklar alınıp satılabilen birer maldır. Örtünmeleri, görünmez kılınmaları, insanlığından arındırılmaları gerekir. Haliyle kadın ve çocuklar insanlıktan çıkarılınca erkekler de insan kalamaz. Tarikat düzeni, insansız bir düzendir. 

İnsansız düzen ise, kapitalist bir ütopyadır. Aydınlanma ile Cumhuriyet ile laiklik ile elde ettiğimiz kazanımları silerseniz ortada ümmi bir mürit kalır. İdeal piyasa toplumu insanıdır bu. 

Ama bu insanın yaşayabileceğine değin kuşkularımız var. İntihara meyilli, saldırgan, cani, akılsız, ahlâksız, itaatkâr, tabii inançlı bir canlının varlığını uzun süre koruyamayacağını biliyoruz. Artık biliyoruz, din çoğaldıkça ahlâk azalır. Ahlâk azalınca insanın içinden vahşi bir hayvan çıkar. Dizide gördüklerimizin özetidir. 

Erdem ve tarikat yan yana gelebilir mi?

Karanlık Yol, böyle bir zamanda tarikatların T’sinin bile nasıl bir toplumsal maliyeti olabileceğini, tarihi-teorik ve moral olarak gözler önüne seriyor. Yine de soru: “erdemli bir tarikat” mümkün mü? Somut olarak anti-kapitalist müslümanlar gibi oluşumlarla burada bir alan kapatılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.

Erdem ve tarikat hiçbir zaman yan yana gelmez. Çünkü ahlâksız erdem düşünemeyiz. Ahlâk ise laik bir aklın ürünü olabilir ancak. Dinde ahlâk yoktur. 

Tarikatlar zaten İslam’ın ilk döneminde ortaya çıkmış tasavvufi hareketlerin yozlaşmış bir şeklidir. Emevi ve Abbasi devletleri fetihlerle yayılmış ve ortaya muazzam bir artık değer çıkmıştı. Düşüncenin gelişmesinin şartlarından biridir. Tabii yayıldıkça İslam’ın içine başka inançlar ve başka düşünceler giriyordu. Bir yorumlama çabası ve hali vardı. O bitince tarikatlar ortaya çıktı. Tarikatların düşünce ve inançla ilgisi yoktu, giyim kuşam İslamcısıdır onlar. Tarikatlar gardırop İslamcılarıdır. 

Tarikatlar, ülkemizde siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamda bir ur gibi yayıldı. AKP döneminde örgütlülükleri ve belirleyicilikleri hızla yükselen tarikatların devlette ve ekonomide ağırlıkları giderek artıyor.

Antikapitalist müslümanlar çaresiz durumda

Antikapitalist müslümanların durumuysa bir çaresizliğe denk düşüyor. İnanca ahlâk ve fikir yüklemeye çalışıyorlar. Bunlar inancın fıtratına aykırı. Eşitlik ise, hiç olmayacak bir şey. İslam’da kölecilik var. Kaldırmaya hiç yeltenmedi, daha kurallı hale getirdi ve böylece ömrünü uzatmış oldu. Unutulmasın Cumhuriyet kurulduğunda köle pazarları hâlâ ayaktaydı ve o pazarların kaynağı dindi. Suudi Arabistan’da 1960’lı yıllara kadar uygulamadaydı. Artık modern kölelik var ve eskisine ihtiyaç kalmamıştır. Dinde eşitlik bulamazsınız. Eşitlik, büyük insanlık ailesinin kutsal fikirlerinden biridir. Bir inançtan kaynaklanmaz; bir ihtiyaçtan kaynaklanır. 

Emperyalist müdahalenin aracı olarak tarikatlar

Tarikat bahsinin Osmanlı’dan itibaren siyasete “dinle müdahale” konusunda nasıl iş gördüğünü ayrıntılarıyla ele almış Karanlık Yol. Bir de emperyalist güçlerin Osmanlı ya da Cumhuriyet döneminde Türkiye siyasetine müdahalesinde üstlendiği roller var bu yapıların. Batıcılığı (emperyalizm yandaşlığını) düstur edinmiş Türk liberallerinin tarikatlarla arasının iyi olmasının nedeni de bu herhalde. Kısaca açalım mı? Bu Türkiye solunun siyasetini de belirliyor. 

Yine Kürt hareketi için de benzer mekanizmalar üzerinde duruluyor. Kitap, bu konuda oldukça “ağır” bir netlik içeriyor. Onu da kısaca açalım...

Osmanlı'nın Sünnileşmesinin ve İran’ın Şiileşmesinin dramatik bir tarihi var. Safevi tarikatı şeyhi İsmail, Akkoyunlu Emiri Mirza'yı Nahçıvan yakınlarında yendikten sonra, Tebriz'de, kendisini Şah ilan etti. Böylece Safevi tarikatı bir devlete dönüşmüş oldu. Tarikatın şeyhi İsmail bir hanedan kurmayı başarmış ve İran’da şah olmuştu. Yalnız Osmanlı’dan korkuyordu, Şiiliği devletinin mezhebi ilan ederek Osmanlıya karşı bir duvar ördü. Mezhepler ve tarikatlar, birer inanç olmaktan çok birer duvardır. 

Yalnız Şiilik de, Osmanlı’nın altını oymak anlamına geliyordu. Safevi devleti kurulunca Anadolu’da konar göçer Türkmenler, “şaha gitmek için” yola düştü. Osmanlı gitmelerini istemiyordu, engel olmaya çalıştı. Haliyle ona da Safevi devletine karşı bir duvar gerekiyordu. İlk iş, sınıra Sünni Kürtleri yerleştirmek oldu, sonra Sünni tarikatları destekledi ve konar göçerlere, haliyle Alevilere, düşman oldu. 

Şah İsmail’in ve Yavuz Selim’in o korkuları İran’da ve Türkiye’de büyük iki halkın hayatını etkilemeyi sürdürüyor. İran’da Şiilikten esinlenen şeriatçı bir rejim var ve Türkiye Sünniliği tahkim etmeyi, Aleviliği itip kakmayı sürdürüyor. 

Aleviler konar göçer köylülerdi ve Bektaşilik onun şehirli versiyonuydu. Osmanlı Aleviliği itip kakarken Bektaşiliği destekledi, devşirme ordusunun manevi eğitimini onlara bıraktı. Osmanlının Alevileri ezmeye gönderdiği ordu Bektaşilerin yetiştirdikleriydi. Bektaşi senkretizmi, Osmanlı İmparatorluğu’nun içine çektiği her türlü inancı içine almaya uygundu. Oysa Alevilikte aynı soydan olmak önemliydi, dışarıdan girilemiyordu. Bambaşka yollarda ilerlediler. Sonra nasıl birleştikleri, Alevi-Bektaşi inancı, bir sorudur. 

Ama sonunda devletlu Bektaşilik de devletle yüzleşmek zorunda kaldı. 

Öyle veya böyle, “Türklerin Tarihi”nde tarikatların yeri var. Bizim devlet geleneğimiz tarikatların kucağında doğdu. Sünni yeşili Osmanlı sarayının rengidir nihayetinde ve tarihini Yavuz Selim ile başlatabiliyoruz.

Yavuz Selim’in hayatı neredeyse İran Safevi devleti ile didişerek geçti. Bu, sınırlar ötesindeki tehditten kaynaklanan olağan gerilimlerden biri değildi. Mülkü olan topraklarda yaşayan konar-göçer Türkmen-Kızılbaş nüfus kendisini Osmanlı’dan çok Safevi devletine yakın hissediyordu. Selim bu nedenle ayaklarının altındaki toprağı hep kaygan hissetti. Öyleydi. Kızılbaş isyanları iktidarını zorluyordu. Bu isyanları Celali isyanları takip etti. Selim, her hareketinde arkasından emin olmaya çalıştı, her dış seferi bir iç sefere dönüştü. Sınıf savaşının din ve mezhep savaşı gibi göründüğü bir zaman aralığıdır. Ezilenler Türkmen Kızılbaşlardı, bu nedenle, iktidarına karşı bütün hareketler Sultana ayrımsız bir Kızılbaş ayaklanması olarak görünüyordu.

Selim, Safevi Şah İsmail’i durdurmayı ve Kızılbaş isyanlarını bastırmayı başardı. Fakat nihai zafer henüz çok uzaklardaydı. Celali isyanları sürüyor, Kızılbaşlar her yerde ayaklanmaya hazır bekliyordu. Sorunun nihai çözümü için İran ile Anadolu toprakları arasına bir “duvar” örmekten başka yol yoktu. Duvar Sünnilikti. Şiiliği kuşatma ve Kızılbaşlığı bastırma ihtiyacından üretilmiştir. Osmanlı sarayı Kızılbaşlardan ürktüğü için Sünni oldu ve devlet içinde Sünni tarikatların örgütlenmesinin yolunu açtı. 

Şeyh Sait’i Halidiliği dışında tutamazsın

Tabii Halidilik Kürt kökenli bir tarikat. Kürt Siyasal hareketi bu tarihten kahramanlar devşirmeye kalkınca Halidileri buldu. Örneğin Şeyh Sait bir Halididir. Şeyh Sait’i ululayınca Halidiliği dışında tutamazsın. Halidiliği kutsarsan ülkenin aydınlanma tarihinin karşı tarafına geçersin. Murat Karayılan, 90’lı yılların sonunda, Süleymaniye’de Halidiliğin merkezine gitti, Nakşileri PKK’nin mücadelesini desteklemeye çağırdı. Tabii bu aynı zamanda Halidiliği tanıma anlamına geliyordu.

Soldaki Şeyh Saitciliğin ise, buraya eklenti olmak dışında bir açıklaması yok. Şeyh Sait ve Halidilik aydınlanma mücadelemizin, tabii halkımızın düşmanıdır. Bu kadar net. 

             "Şeyh Sait ve Halidilik aydınlanma mücadelemizin, tabii halkımızın düşmanıdır. Bu kadar net."

Direniş hareketleri ve dinsel belirlenimi

Dinler hep egemenler tarafından kullanılıyor fakat geldiğimiz noktada Batı emperyalizmine karşı kimi direniş odakları egemenlere karşı konumlarda duruyor. Burayı sınıfsal olarak nasıl okuyacağız? Dinsel belirleyenleri önemsizleşiyor mu direniş hareketlerinin? 

E tarihte de dinden esinlenen direniş hareketleri var. Emevi yöneticilerinin çoğunun mevali ile Araplar arasında ayırım yaptığı, mevaliye dinde yeri olmayan bazı vergiler yüklediği ve fetihlere katıldıkları halde bazı bölgelerde onları askeri maaş divanına kaydetmediği not ediliyor. Demek, müminler arasındaki ayrım çok acımasızdır. Hatta dininden dönüp Müslüman olma hareketleri, ihtida, hızlanınca cizye ve haraç gelirinin azaldığını gören Emevi Valisi Haccac, İslam’a girenlerden kaldırılması gereken cizye vergisini mevaliden almaya devam etmiş. 

Haccac tarımı güçlendirmek için mevalinin şehirlere göçünü yasaklamış, önceden şehirlere gelmiş olanları da zor kullanarak köylerine geri göndermiş. Zalimdir. Mevali, o nedenle “Haccac-ı Zalim” olarak kaydetmiştir adını tarihe. Emevi valilerinin adaletsiz uygulamaları, Kuzey Afrika’da da Berberi isyanları ile karşılandı; II. Yezid’in valilerinden biri isyancılar tarafından öldürüldü. Bu isyanın etkisiyle eşitlikçi Haricilik bölgede hızla yaygınlaştı.

Hal bu olunca, mevali İslamiyet’in ilk döneminden bu yana pek çok isyanın başını çekti, yönetimi ele geçirmek isteyen grupları destekledi. Abbasilerin desteğinde, Emeviler’in yıkılışında önemli roller üstlendi. Bazı tarihçilere göre, Abbasi iktidarı, Acem mevalinin Araplara karşı ilk zaferiydi.

Zulüm varsa direniş olur

Zulüm varsa direniş olur, ayrımcılık varsa eşitlik fikri filizlenir. Arap ayrımcılığı eninde sonunda kendi karşıtını, Arap düşmanlığını doğurur. Mevali başlangıçta Arap ayrımcılığına karşı “müslümanların eşit olduğunu” fikriyle direnmeye çalıştı. Olmayınca, bu çaba Arap olmayanların Araplara üstünlüğünü iddia eden “Şuubiyye” hareketine dönüştü. Acemi mevali arasında görülen bu Arap karşıtlığı, Abbasiler devrinde güçlendi, giderek keskin bir Arap düşmanlığına dönüştü.

“Topluluk, cemaat, millet” anlamına gelen “şa‘b”ın çoğulu “şuub”dan türeyen “şuubiyye”, İslam’ı zorla veya gönüllüce kabul eden Fars, Türk ve Berberi gibi milletlerin Araplardan üstün olduğunu savunan milliyetçilik akımının adı. Bu düşünceyi benimseyenlere “şuubi” deniyor. İslam tarihindeki bir alt sınıf hareketidir.

İslam coğrafyası Şuubiye hareketinin isyanıyla çalkalanıyordu, Irak, Horasan ve Endülüs onların kontrolüne geçmişti. Acemi şairler, Rum-Türk-Süryani, Nebati, Kıpti, Berberi, İspanyol, Slav kökenli edip ve alimler Arapları aşağılamak için kol kola girmişti. Farslar ve Rumlar gibi milletlerin köklü medeniyetlere sahip oldukları zamanlarda Araplar aç ve sefil durumdaydı, derin bir vahşet içinde yaşayan kabilelerden ibaretti. Onların övünecek tek şeyi şiirdi. Felsefe, astronomi, ipek işçiliği gibi bilim ve sanatlar, çeşitli oyunlar ve birçok icat insanlığa Arap olmayanlar tarafından kazandırılmıştı. Bunlar da İslam’da bir alt sınıf kültürünün ilk halleridir.

“İslam medeniyeti”nde, kullar-köleler dışındaki sınıfların hali böyledir. Kulları da hesaba katınca geniş bir “proletarya” çıkar ortaya. Bütün tarihin olduğu gibi “islam tarihi”nin de gerçek anahtarıdır bu.

Demem o ki, direnen müslümanlar her zaman olur. Cephede, barikatta eşitlik vardır. Tarikat ise, o eşitliği silmek için filizlenir. Haliyle tarikata bir barikat kurmak gerekir. Karanlık Yol o barikatı tarif etme girişimidir.        /././

Fernas işçileri direnirken AKP'li patron vekil yeni ihale kaptı

Fernas Madencilik'in sahibi AKP'li Nasıroğlu, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'ndan bir ihale daha aldı. Fernas işçilerinin direnişiyse sürüyor. Madenciler açlık grevine başladı.

Manisa Soma’da bulunan ve AKP'li vekile ait Fernas Madencilik’te çalışan madenciler, iş güvenliği önlemlerinin alınmamasına ve düşük ücretlere karşı başlattığı mücadele Ankara’da. 

Sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten atılan ve protesto için Soma'dan Ankara'ya gelen Fernas işçileri, bekleyişlerini sürdürdükleri Kurtuluş Parkı'ndan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na yürümek istedi.

Madenciler polisin engellemesiyle karşı karşıya kalmaları sonrası açlık grevi yapma kararı aldı.

Fernas ihaleyi 43 milyar 483 milyona aldı

İşçilerin mücadelesi sürerken Fernas Madencilik'in sahibi AKP'li Milletvekili Ferhat Nasıroğlu, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı'ndan bir ihale daha aldı. 

İhalenin anlaşma protokolü imzalanırken, direnişlerine 50'inci gününde devam eden Fernas işçilerinden Arif Doğan baygınlık geçirdi.

OdaTV’den Büşra İlaslan’ın haberine göre, Fernas Şirketler Grubu'nun aldığı Ankara-Kırıkkale-Delice Otoyolu projesi yapım protokolü Ulaştırma Bakanı Abdulkadir Uralaoğlu'nun da katılımı ile gerçekleştirilen resmi bir töreniyle imzalandı.

2023 yılında yapılan 120 kilometrelik Ankara-Kırıkkale-Delice Otoyol projesi ihalesini Fernas Şirketler Grubu KDV hariç 43 milyar 483 milyon 952 bin liralık teklif vererek almıştı. Fernas'ın aldığı ihale daha önce beş kez ertelenmişti.

Fernas patronu Nasırlıoğlu’nun marifetleri

Şirketi Fernas Madencilik'te direniş başladığı günden bu yana vekil kimliği ve aldığı ihalelerle sık sık gündem olan AKP Batman Milletvekili Fethat Nasırlıoğlu, aynı zamanda Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu üyesi.

Komisyonun görevi; "kendisine havale edilen konular üzerine görüşmeler yaparak çeşitli konularda yasa teklifleri oluşturmak ve mevcut yasaları değiştirmeyi önermek..." şeklinde tanımlanıyor. Bu kapsamda komisyon, Türkiye'nin "bayındırlık, imar ve iskân, haberleşme, elektronik haberleşme, elektronik ticaret, denizcilik, posta iş ve hizmetleri ile turizm alanlarındaki" düzenlemeleri inceliyor.

Yani "ulaştırma" denildiğinde birçok alanda teması ve yetkisi olan Nasırlıoğlu'na açılan etki alanı dikkat çekici.

İşçiler direnişin 51’nci gününde

Madenciler, 25 Eylül'de Soma'dan Ankara'ya doğru yürüyüş başlatmış, 2 Ekim'de Ankara'ya ulaşmıştı. Temelli’de polis tarafından engellenen Fernas işçileri, muhalefet milletvekillerinin otobüsü ile TBMM’ye götürülmüştü.

Meclis'te AKP'li vekillere taleplerini ileten fakat sonuç alamayan Fernas işçileri, Kurtuluş Parkı’nda eylemlerine devam etti.

Eylemlerinin 50'nci gününde Kurtuluş Parkı’ndan Enerji Bakanlığı'na yürümek isteyen madenciler polis müdahalesiyle karşılaştı. Müdahalenin ardından madenci Arif Doğan yere düşüp baygınlık geçirdi. Doğan, ambulansın gelmesinin ardından hastaneye kaldırıldı.

Açlık grevi başlattılar: ‘Artık sadece çözüm bekliyoruz’

Fernas işçileri, bekleyişlerini sürdürdükleri Kurtuluş Parkı'ndan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na yürümek istedi. Madenciler polisin engellemesiyle karşı karşıya kalmaları sonrası açlık grevi yapma kararı aldı.

Madenciler adına açıklamada bulunan işçiler, açlık grevi kararı aldıklarını Bağımsız Maden İş X hesabından yaptıkları açıklamayla duyurdu.

Açıklamada, “Şu an itibariyle çözüm olana kadar buradan ayrılmıyoruz, yemek yemiyoruz, kimseyle görüşmüyoruz. Elimizden gelen her yolla derdimizi anlattık, görüşebildiğimiz herkesle görüştük, aşabildiğimiz her engeli aştık. Artık sadece çözüm bekliyoruz. Ferhat Nasıroğlu, bu sorunun çözümü için sizin bu zamana kadar sürdürdüğünüz ters davranışın değişmesini istiyoruz. Tavır değiştirmediğiniz sürece biz geri adım atmayacağız” ifadelerine yer verildi.

Fernas’ın İSİG raporu: Risk var

Bağımsız Maden-İş geçtiğimiz günlerde yeni bir Soma ve Ermenek’teki gibi maden katliamları yaşanmasın diye Fernas Madencilik’teki çalışma koşullarına ilişkin işçi sağlığı ve iş güvenliği raporu yayımlamıştı.

Bağımsız Maden-İş, Fernas Madencilik’teki işçi sağlığı ve iş güvenliği risklerini raporda şöyle sıraladı:

  • Yeraltı madenciliğine hakim olmayan bir anlayışla çalışma yapılıyor.
  • Yeraltında kullanılmaması gereken araçlar ve hava sirkülasyonundaki eksiklik karbonmonoksit sorunu var.
  • Suyun içinde elektrik akımına kapılarak toplu ölme riski var.
  • Gaz ölçüm ve izlemedeki ihmalkarlık ve manipülasyon sebebiyle toplu ölüm riski var.
  • Kârı artırmak için yetersiz sayıda işçi çalıştırıldığı için işçiler uzmanı olmadığı alanlarda risk doğuracak işlere zorlanıyor.
  • İşçiler emniyetsiz çalıştırıldığı için yüksekten düşerek ölüm riski var.
  • Toz emici aletler olmadığı için solunum sorunları riski var.
  • Kimyasal kullanılmasına rağmen yeterli koruyucu ekipman verilmediği için ciddi zarar görme riski var.
  • Yeraltı trafiğinde kullanılan araçların durumu ve önlem alınmadığı için ölüm riski var.ATEX olarak bilinen Exproof (alev sızdırmazlık) sertifikasız aletler kullanıldığı için patlama riski var.
  • İşi hızlandırmak için yetersiz tahkimat kurulması sebebiyle göçük riski var.
  • Daha önce 4 kez olduğu gibi ocağı su basması sonucu ölüm riski var.
                               AKP Milletvekili ve Fernas Madencilik patronu Ferhat Nasıroğlu

AKP'li patronun sicili

Sendika daha önce sosyal medya hesabından maden şirketine ait olduğunu belirttiği bazı görüntüler paylaşmıştı. Görüntülerle madendeki kötü çalışma koşulları gösterilmişti. Bunun üzerine şirket işçilerin bilgilerini sızdırmıştı.

AKP Milletvekili ve Fernas Madencilik patronu Ferhat Nasıroğlu'ysa "Bazı siyasi figürlerin ve marjinal grupların, işçileri ve ailelerini kışkırtarak yönlendirdiğini" öne sürmüş ve "Parmak sallayanlara mesajım şudur bizi ürkütemezsiniz" demişti. Madendeki kötü çalışma koşulları, uyulmayan iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin koşulları teşhir edilmiş olmasına rağmen Nasıroğlu, "İş güvenliği ile ilgili ciddi tedbirler var. Bu işi sabote etmek isteyen insanlar olabilir, bunlar istisnaidir. Bu kesinlikle yalan ve tezgahtır. Türkiye yüzyılında bizler özel bir misyon üstlendik bu memleketi daha ileriye taşımak için çok çalışacağız" iddiasında bulunmuştu.

AKP'li Ferhat Nasıroğlu ile ailesinin aldığı ihaleler ve zenginleşmeleri de gündem olmuştu. 

                                                              ***

Konya’da kadın öğrenciler KYK yurdu etrafında ‘taciz’ tedirginliği yaşıyor: ‘Sürekli tetikteyim’ -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Konya’da bulunan Mesnevi KYK Kız Öğrenci Yurdu’nun çevresinde yıllardır yaşanan taciz olayları nedeniyle öğrenciler yurda rahat girip çıkamıyor, yurt çevresinde rahat bir şekilde dolaşamıyor.

Konya’da bulunan, Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı Mesnevi Kız Öğrenci Yurdu, bulunduğu ıssız konumdan da kaynaklı olarak yaşanan taciz olayları nedeniyle kadın öğrenciler için adeta kabusa dönüşmüş durumda.

Yurt çevresinde sık sık taciz olaylarının yaşandığını söyleyen öğrenciler, yurt çevresinde gezerken sürekli tetikte olduklarını ve güvende hissetmediklerini söylüyor.

Yurda giden tramvayların yurda uzak bir yerde durduğunu ve yurda yürüyerek gitmenin dahi tehlikeli olduğunu söyleyen öğrenciler, doğrudan yurt önüne yapılan otobüs seferlerinin artırılmasını talep ediyor.

Sorun yıllardır devam ediyormuş

Yurtta kalan bir öğrenci, konuyla ilgili soL’a konuştu.

Öğrenci, dört yıldır, yani yurt açıldığından beri Mesnevi Kız Öğrenci Yurdu’nda olduğunu ve yaşanan taciz olaylarının ilk yıllardan beri konuşulduğunu söyledi. Yurt önünde durup camlara bakan, laf atan erkeklerin olduğunu söyleyen öğrenci, başlarda yurt etrafında ışıklandırma dahi olmadığını, yurt etrafının sonradan ışıklandırıldığını söyledi.

“Öyle aleni yapılıyor ki bu olayları plakalar bile paylaşılıyor yurt gruplarında” sözleriyle durumun nasıl bir boyutta olduğunu kaydeden öğrenci, yaşanan son kadın katliamlarının da etkisiyle herkesin daha tedirgin olduğunu belirtti, “Sürekli tetikteyim” dedi.

                                   Yurt gruplarından birinde tacizcilere karşı yapılan uyarı

Öğrenci, daha geçtiğimiz günlerde saat akşam beş sularında, yurt yolundayken iki erkeğin bir arkadaşına laf attığını, bu olayların sık yaşandığını söyledi, geçen sene yaşanan bir olayı şöyle anlattı:
 

“Bir öğrenci sabah 6.30'da derse gitmek için yurttan çıkıyor. Karşısına bir anda bir adam çıkıyor, eli bıçaklı. Kadını tehdit ediyor. Kadın da elindeki termosu can havliyle kafasına vurup kaçıyor. Bu kişi daha sonra yakalanıyor. Akli dengesi yerinde değildi diye kılıf uyduruluyor ve salınıyor.”

Öğrencilerin talebi otobüs seferlerinin artırılması

İlk yıllardan beri taleplerinin otobüs seferlerinin artırılması olduğunu kaydeden öğrenci, sözlerine şöyle devam etti:
“Öyle zor gerçekleştirilecek bir şey değil. Ama yıllardır yapılmıyor. Otobüsün tramvaydan farkı direkt yurdun önünde inebilmemiz ama bu durumda herkes otobüslere binemiyor. Okula yürüyerek zaten gitmiyoruz, tramvayla gideceksek de kalabalık şekilde gitmeye çalışıyoruz. Tek gitmeye korkuyoruz.”

                                                  Geç saatlerde yurdun çevresi.

Yurt idaresinin yıllardır somut adım atmadığını kaydeden öğrenci, psikolojisinin bozulduğunu, terapiye başladığını söyledi.

Günün her saatinde taciz korkusu yaşadıklarını söyleyen öğrenci sözlerini “Günün her saatinde taciz korkusu yaşıyoruz, ben dahil pek çok kişinin sosyal yaşamı bitmiş durumda” diyerek noktaladı.                               /././

Gericiler Eskişehir'de üniversitelere giriyor: 'Çocuk evliliğini' savunan isim konuşma yapacak -Yekta Armanc Hatipoğlu-

Gerici isimler Anadolu ve Osmangazi üniversitelerinde konuşma yapacak. Konuşma yapacaklar arasında "çocuk evliliğini" savunan da var, ateistlere küfürler savuran da.

Eskişehir’de bulunan Anadolu Üniversitesi ve Osmangazi Üniversitesi’nde gerici isimler “Umut Eskişehir 2024” başlıklı bir etkinlik düzenliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yüksek istişare kurulunda olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) yanı sıra Yedi Başak Derneği ve Heybem Kitap Kafe de etkinliği organize eden kurumlar arasında.

19-20 Ekim tarihleri arasında Anadolu Üniversitesi, 26-27 Ekim tarihleri arasında da Osmangazi Üniversitesi’nde düzenlenecek etkinliklerde aralarında “İslam’a göre ergenliğe girmemiş bir çocuk evlenebilir” diyen Nurettin Yıldız ve ateist yurttaşlara küfürler savuran Hüseyin Gökalp gibi isimler üniversitelerde konuşma yapacak.

Geçtiğimiz sene “Umut Eskişehir 2023” adıyla düzenlenen etkinliği TÜGVA ve yine AKP’ye yakınlığıyla bilinen Önder İmam Hatipliler Derneği organize etmişti.

‘Bize kapatılmaya çalışılan üniversite kapıları, yobazlara açılıyor’

Gerici isimlerin konuşma yapacağı etkinliği Eskişehir’deki üniversite öğrencilerinin dayanışma ve haberleşme ağı olan Anadolu Dayanışma Ağı’ndan Şevval Eroğlu’yla konuştuk.

Eroğlu sözlerine “Direnç kaybettiğimiz alanlarda artık tarikatlar var, bu alanlardan birisi de eğitim kurumları” diyerek başladı. Ülkemizde yaşanan kadına yönelik taciz ve şiddet vakalarını buradan bağımsız göremeyeceğimizi söyleyen Eroğlu, okullara gelen gericilerin bu şiddet ve taciz olaylarının bir nevi faili konumunda olduğunu kaydetti.

Nurettin Yıldız’ın pek çok kez dinî referanslarla “çocuk evliliği” ve kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaya çalıştığını hatırlatan Eroğlu, “Sadece Nurettin Yıldız değil bu program kapsamında okullarımıza gelecek hiçbir gerici ayın sonunu zor getiren, sokakta korkmadan yürüyemeyen biz öğrencilere ‘umut’ veremez” diyerek etkinlik kapsamında okullara gelecek diğer gericilere değindi.

Son zamanlarda yaşanan kadın cinayetlerine karşı Anadolu Üniversitesi içerisinde başlayan eylemimizi okul dışına taşımak istediğimizde çevik kuvvet bizi durdurmaya, direncimizi kırmaya çalıştı” diyen Eroğlu aynı barikatın çocuk istismarcılarına, katillere ve yobazlara kurulmadığını söyledi, “Bize kapatılmaya çalışılan üniversite kapıları, yobazlara açılıyor” dedi. AKP’nin tarikatları palazlandırdığını ve topluma nefes alacak alan dahi bırakmadığının altını çizen Eroğlu, bu karanlığın yıkılacağını vurguladı.

Türkiye’nin dört bir yanında yapılan eylemlerin yobazlara boyun eğilmeyeceğinin en büyük göstergesi olduğunu söyleyen Eroğlu, sözlerini “Nasıl ki dün kadınlara karşı işlenen suçları protesto ederken önümüze koyulan barikatı aştık, yarın da ülkemizi sürükledikleri karanlığı aşacağız. İşte asıl ‘umut’ burada” diyerek noktaladı.

Anadolu Üniversitesi öğrencilerinin kadın cinayetlerine karşı yaptıkları eylem polis tarafından engellenmiş, öğrenciler barikatı aşarak kent merkezine kadar yürümüştü. Fotoğraf: Melis Yıldırım.

Üniversitelere girip konuşma yapanlar kim: ‘Evlilik’ adı altında çocuk tacizini savunan da var ateistlere küfürler savuran da…

Anadolu Üniversitesi’nde Halis Aydemir, Molla Abdullah Yıldız, Mustafa Koruyucu, Hüseyin Gökalp, Gıyasettin Karatepe ve Muzaffer Ceylan; Osmangazi Üniversitesi’nde Fatih Sultan Semiz, Kerim Buladı, Ramazan Kayan, Mustafa Ağırman, Melikşah Sezen, Muhammet Yazıcı, Teymullah Özbek ve Nurettin Yıldız konuşacak.

Konuşacak isimlerin ortak noktası dinci olmaları. Konuşmacıların kimi skandal sözleriyle bilinirken kimileri ise “güncel” konularda daha sessiz kalmayı tercih ediyor.

Bu gerici isimlerden ikisi öne çıkıyor: Nurettin Yıldız ve Hüseyin Gökalp.

En son bu yılın ocak ayında “çocuk evliliği” adı altında çocuk tacizini savunan skandal sözleri gündem olan Nurettin Yıldız, Sosyal Doku Vakfı isimli gerici vakfın kurucusu. Yıldız, “çocuk evliliği” konusunda İslam’ın net bir yaş belirlemediğini söylemiş, “Buluğ çağından önce de bir çocuk evlenebilir” diyerek skandal bir açıklama yapmıştı.

Yıldız’ın skandalları bununla sınırlı değil. Yıldız, 2018’de “Kadınların, Allah erkeklere dövün rahatlayın diye müsaade etmesinden dolayı sabaha kadar şükretmesi gerekiyor. Allah böyle diyor. Mesela bir erkeğe ‘Kadının yüzüne vurmayacaksın’ diyor boyundan yukarısına vurmak yasak. Göğü kısmına vurmayacaksın. Cetvelden uzun bir sopayla vuramıyorsun. Elini yumruk yapıp vuramıyorsun. İşkence yapmak için değil deşarj olmak için vurdurtturuyor Allah. Eğer erkeğe burasına kadar geldikten sonra vurma dersen erkek başka yolla rahatlar” sözleriyle başka bir skandala imza atmış, “Kadın, bu Avrupalılar gibi çıplak gezinse 60-70 puanlık bir kadın, bir tesettürle 90 puanlık kadın oluyor, yani çekicilik, cazibe açısından… Çıplaklığı para etmiyor, etek giyse para etmiyor, tesettürle para etmeye başlıyor” sözleriyle ise bir başka kadın düşmanı açıklama yapmıştı.

Etkinliklere konuşmacı olarak katılacak Selçuk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Hüseyin Gökalp da geçtiğimiz sene X hesabından yaptığı paylaşımda ateistleri hedef almış, “Türkiye ateizmi, o...u çocukluğudur” demişti. Gökalp “Türkiye’de ateist olmak ontolojik piçliktir,” “Türkiye ateistleri onursuzdurlar” gibi cümleler de kurmuştu.

Mustafa Kemal’in ölüm yıldönümü olan 10 Kasım’da da skandal sözlere imza atan Gökalp, “Doğ ey güneş, erit taştan adamı ve kurut taşları diken elleri” demişti.

                                                             /././

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -22 Haziran 2025-

  Fatih Altaylı’nın tartışılan videosundaki 1,5 dakika ayrıntısı -Eray Özer- Aldığımız bir bilgiye göre Altaylı’nın pazartesi günü hakim kar...