Mahkeme, kaçırılan Ezidi çocuğun vasiliğini IŞİD'li aileye verdi + Erdoğan: Sosyal medya Atatürkçüleri Türkiye'ye zarar veriyor +Erdoğan'dan kayyım açıklaması: Seçilmiş başkanlar değil, örgütün atadığı ne idüğü belirsiz tipler + Esenyurt kayyımı Can Aksoy 10 Kasım töreninde yuhalandı -duvaR

Mahkeme, kaçırılan Ezidi çocuğun vasiliğini IŞİD'li aileye verdi.

Ankara’da devlet koruması altındaki kız çocuğunun “vasiliğinin” 16 Mart 2023'te mahkeme kararı ile haklarında IŞİD davası açılmış olan aileye verildiği ortaya çıktı.

Ankara’da bir sevgi evinde devlet koruması altında bulunduğu belirtilen Ezidi çocuğun “vasiliği”, kendisini kaçıran ve hakkında 'uluslararası insan ticareti' davası açılan IŞİD'li Sabah Ali Oruç'un abisinin eşine verildi.

Artı Gerçek'ten Hale Gönültaş'ın haberine göre, IŞİD’liler, şubat 2021’de Ankara’da IŞİD’lilerin elinden polis operasyonu ile kurtarılan çocuğun “velayetini” alabilmek için 2022 yılında Ankara 19 Aile Mahkemesi'ne avukatları aracılığı ile dava açtı. Dava dilekçesinde kız çocuğunun Müslüman olduğu, ailenin çocuğu Irak’ta evlatlık edindiği, Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün evlerine düzenlediği baskın sonrasında tercüme hatası nedeniyle çocuğun aileden alınarak devlet koruması altına alındığı anlatıldı.

YALAN BEYANDA BULUNDULAR

Fakat 19’uncu Aile Mahkemesi heyeti, dava açan kişilerin mahkemeye yalan beyanda bulunduklarını bildirdi. Mahkeme, “veleyat davasını açan kişilerin terör örgütü mensubu” olduğunu, çocuğun da Ezidi ve ganimet olarak yanlarında getirildiğini bildirerek velayet davasını reddetti.

Velayet davasını kaybeden IŞİD’liler bu kez Ankara 8’inci Sulh Hukuk Mahkemesi’ne “vasilik” davası açtı. Mahkeme de çocuğun 16 Mar 2023 tarihinde, vasiliğinin IŞİD’li aileye verilmesine hükmetti. 

Mahkemenin verdiği karara göre, çocuğun vasisi IŞİD'li Oruç'un Irak'ta öldürülen IŞİD valisi abisinin eşi Saibe Adnan oldu.

 KARARA İTİRAZ EDİLDİ

Ezidi çocuğu biyolojik annesi olduğunu belirten Ezidi ailenin avukatlığını üstlenen Erselan Aktan, vasilik prosedürlerinde mahkemenin vasilik için çocuğa barodan bir avukat ataması gerektiğini belirtti. Avukat Aktan, çocuğa vasi olarak IŞİD’linin eşinin atandığı bilgisine ulaştıktan sonra karara itiraz ettiklerini söyledi. Aktan davada hem yargı hem kolluk hem de diğer kurumların birbirinden habersizmiş gibi kararlar aldıklarının altını çizdi.                    ***

Erdoğan: Sosyal medya Atatürkçüleri Türkiye'ye zarar veriyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Sosyal medya Atatürkçülerinin verdiği zarar Türkiye'nin düşmanlarıyla yarışır seviyeye ulaştı" dedi.

                              https://youtu.be/F1fT2Gx75K0

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun yeni binasında düzenlenen 10 Kasım Atatürk'ü Anma programında konuştu.

Erdoğan'ın konuşmalarından satır başları şöyle:

SOSYAL MEDYA ATATÜRKÇÜLERİ: Hangi amaç için olursa olsun bu milletin birlik ve beraberliğini bozmaya yönelik her eylem Gazi Mustafa Kemal'e ihanettir. Türkiye bir dönem gardırop Atatürkçülerinden çekti. Bugün de sosyal medya Atatürkçülerinin verdiği zarar Türkiye'nin düşmanlarıyla yarışır seviyeye ulaştı. Atatürk istismarcıları son dönemde terör örgütleri ve uzantılarıyla kol kola yürüyecek kadar zıvanadan çıkmışlardır. Atatürkçülük maskesi altında emperyalistlerin ülkemiz üzerindeki hain emellerine hizmet eden bu azgın güruhu milletimizin takdirine bırakıyoruz. Cumhuriyete ve Gazi'nin hatırasına sahip çıkmanın en somut ifadesi bu ülkeye verdiğiniz hizmetler, kazandırdığınız eserlerdir. Gazi'nin ömrü ve sağlığı bir 10 yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi, hiç şüphesiz ikinci cihan harbi sonrası bambaşka bir Türkiye görecektik. Maalesef Gazi'nin vefatıyla bu fırsatı kaçırdık.

GAZİ'NİN VEFATI İLE BU FIRSATI KAÇIRDIK: Milletimiz her dönem farklı görünümler altında nice sinsi oyunla boğuştu. Tek parti faşizminin ülkemizin gelişmesine, kalkınmasına engel olan vizyonsuzluğunun bedelini ağır şeklîde ödedik. Gazi'nin ömrü en azından bir on yıl daha ülkeyi yönetmeye el verseydi ikinci cihan harbi sonrası bambaşka Türkiye görecektik. Gazi'nin vefatı ile bu fırsatı kaçırdık. Zayıf koalisyonlar kifayetsiz kadrolar ülkemizin geride kalmasına neden oldu.

'OPERASYONLARA DEVAM' MESAJI: Ülkemiz pek çok saldırıyı göğüslemek zorunda kaldı. Siyasi mühendisliklerden sabotajlara kadar pek çok tehdit ile yüzleştik. Milletimizin desteği ile hepsinin üstesinden geldik. Küresel krizlerin ve kendi dinamiklerimizdeki kimi kırılmalar ile bir süredir yaşanan ekonomik krizlerinin birilerinin iştahını kabarttığını görüyoruz. Heveslenmesinler aldığımız tedbirler ve programlarla bir sınamadan daha alnımızın akı ile çıkacağız. Önümüzdeki dönemde oluşturduğumuz güvenlik tedbirlerinin yeni halkasını tamamlayacağız ve teröristler ile ülkemiz arasındaki bağlarını keseceğiz. 40 yıllık kuklaların terör oyununu bozacağız. Devletimiz ile milletimiz arasındaki bağı tahkim ederek 85 milyonun tek yürek olarak atmasını sağlayacağız. Operasyonlarımızı sürdürürken elimizin altındaki amaç imkan ve fırsatları da sonuna kadar değerlendireceğiz.

TOPLUM KESİMLERİMİZ KİMİ ZAMAN BİRBİRİNE DÜŞMAN EDİLDİ: Toplum kesimlerimiz kimi zaman birbirine düşman edilmiştir. Emperyalistler kazanan, ülkemiz kaybeden olmuştu. Biz bu devri bitirdik. Ülkemizi yeniden emperyalistlerin güdümüne sokmak istiyor olsalar da bunu başaramayacaklar. Bunu cumhuriyet mitingleri ile denediler olmadı, gezi kalkışması ile denediler olmadı, bunu FETÖ hain elemanları vasıtası ile denediler olmadı. Bundan sonra da emellerine ulaşamayacaklar.                              ***

Erdoğan'dan kayyım açıklaması: Seçilmiş başkanlar değil, örgütün atadığı ne idüğü belirsiz tipler

                               
Erdoğan Kabine sonrası kayyımlarla ilgili konuştu: Terör örgütünün belediye gücüyle haraç mekanizması kurmasına göz yumamayız. Esenyurt belediye başkanının başka partide görünmesi gerçeği değiştirmez.

10 Kasım Atatürk Haftası nedeniyle 9 yıl aradan sonra ilk kez Çankaya Köşkü'nde yapılan Cumhurbaşkanlığı Kabinesi toplantısı bitti.  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığındaki toplantı yaklaşık 3,5 saat sürdü.

Toplantının ardından kameraların karşısına geçen Erdoğan açıklama yapıyor. 

                                        https://youtu.be/7u9dJkdL9cg

Cumhurbaşkanı Erdoğan özetle şunları söyledi: 

CUMHURİYETİN EN PARLAK DÖNEMİ: 

Vesayet heveslerini kamçılayan yamalı koalisyon dönemine son verdik. 22 yıllık iktidarımız Cumhuriyetin en parlak, en görkemli dönemi olarak hafızaya kazındı. Tam 22 yıldır milletin emanetine sahip çıkmanın, milletin güvenine mazhar olmanın yani insanımıza olan şükran borcumuzu ödemenin derdindeyiz.

KOALİSYON DÖNEMLERİ: 

Yamalı koalisyonlar dönemini bitirdik. Siz bakmayın birilerinin eski Türkiye  güzellemesi yapmasına, onların derdi kendi şahsi ve zümrevi çıkarlarıdır. 

KAYYIMLAR: 

Türkiye, Kandil'deki terör baronlarının körüklediği kanlı ve kalleş ölüm tezgahını darmadağın etmekte kararlıdır, bundan da geri adım atmayacaktır. 

Ülkemizde, sivil siyasetin meşru kapıları ardına kadar açıkken, hileli yöntemlerle bölücü örgüte kuklalık yapanlara müsamaha gösterilmesi asla beklenemez. 

ŞEHİRLERİ YERİNE ÖRGÜTE HİZMET EDER: 

Seçilmiş başkanlar değil, örgütün atadığı ne idüğü belirsiz tipler tarafından yönetilen belediyelerin şehirleri yerine terör örgütüne hizmet edeceği izahtan varestedir. 

Terör örgütünün, belediye gücüyle haraç mekanizmaları kurmasına göz yumamayız.

Milletimizin boğazından kısarak ödediği vergilerin, bölücü terörist haramzadelerin eline geçmesine asla izin vermeyeceğiz.

ESENYURT'A KAYYIM: 

Esenyurt Belediye Başkanı'nın kağıt üzerinde başka bir partide gözükmesi gerçeği değiştirmiyor. 

(CHP) Bu parti giderek ittifak ortaklarının rengini alıyor. Bu benzerlik, siyaset diline ve üslubuna da yansımıştır

Türkiye'nin en büyük 2. partisinin dümeni kırılmış gibi sağa sola savrulmasını izliyoruz. Şehir eşkiyaları ile otobüste beraber gösteri düzenleniyor. 

KÜRSÜDEN SAVCILARI, KAYMAKAMLARI TEHDİT EDİYORLAR: 

Kürsüden savcıları, kaymakamları, valileri pervasızca tehdit edenlerin, terör karşısında tek bir cümle dahi kuramadıklarını ibretle takip ediyoruz. Bunun adı korkaklıktır, ikiyüzlülüktür.                                  ***

Esenyurt kayyımı Can Aksoy 10 Kasım töreninde yuhalandı

Esenyurt Belediyesi'ne kayyım olarak atanan Can Aksoy, 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü töreninde protesto edildi. Törene katılan bazı kişiler Aksoy’u yuhaladı.

                                             https://youtu.be/ucjHDm-IZA8

Esenyurt’ta düzenlenen 10 Kasım Mustafa Kemal Atatürk'ü anma etkinliklerine katılan Can Aksoy, tören alanındakiler tarafından protesto edildi.

Aksoy'un isminin anons edilmesinin ardından alandakiler yuhalamaya başladı. Alanda "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!" sloganlarının atıldığı duyuldu. Bir kişinin "Hangi yüzle geldin" diye bağırdığı da görüldü.

Tepkilerin ardından güvenlik güçleri, protestoların büyümemesi için uyarılarda bulundu ve tören düzenine devam edildi. Can Aksoy ise, protestoları görmezden gelerek törende yerini aldı ve saygı duruşunun ardından çelenk koyma işlemini tamamladı.                                         ***

(duvaR)


T24 "KÖŞEBAŞI" -10 Kasım 2024-

 Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi -Rıza Türmen-

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak.

Türkiye’de siyaset Sn. Cumhurbaşkanı’nın oyun alanı. Her sabah gözümüzü açtığımızda başka bir oyunla karşılaşıyoruz. Yeni anayasa girişimleri, arkasından sayın Bahçeli aracılığıyla başlatılan Kürt açılımı, derken seçimle işbaşına gelen Belediye Başkanları’nın görevden alınmaları, tutuklanmaları, yerlerine devlet memurlarının kayyım olarak atanması. Bakalım daha ne oyunlar göreceğiz? Bu oyunların ortak tarafı hiçbir etik ilkeye dayanmamaları, hiçbir değerle bağdaşmamaları, tutarlı olmamaları. Ama hepsi tek bir amaca yönelmiş. Sn. Bahçeli’nin de açıkça söylediği gibi, Sn. Cumhurbaşkanı’nın iktidarda kalmasını sağlamak.

Kayyım atamaları halkın iradesine saygısızlık, seçme ve seçilme hakkının ağır bir ihlali. Türkiye’de demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçecek olan kayyım atamaları aynı zamanda iktidarın halk iradesiyle bağını kopardığı nokta. Bütün popülist otoriter iktidarlar gibi AKP de meşruiyetini seçim sandığında aradı. Seçim yapıldığı sürece halktan aldığı yetkiyi sınırsız bir biçimde kullanabileceğine inandı. Demokrasinin seçim sandığıyla sınırlı olmadığı, insan hakları, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti gibi bir değerler bütünü olduğu yolundaki eleştirilere kulağını tıkadı. “Yaptıklarımı beğenmezse, halk sandıkta cezalandırır” dedi.

Oysa şimdi kayyım atamalarıyla, iktidar demokrasiyle olan tek bağını da kopardı. Artık halk iradesinden söz etmek olanağı da kalmadı. O nedenle Türkiye, demokratiksizleşme sürecinde yeni bir dönemece girdi. Halk iradesi böylesine kolayca, büyük bir keyfilikle bir yana itilebiliyorsa, seçim de yapılmayabilir ya da yapılsa bile adil, serbest bir seçim olmayabilir, ya da Anayasa değiştirilmeden Cumhurbaşkanı süresi uzatılabilir. Her şey olanaklı. Dünyadaki başka popülist otoriter yönetimlerde olduğu gibi, Türkiye’deki popülist otoriter yönetim de demokrasi oyununun bir parçası. Seçimle iktidarın devredilmesi ve demokrasinin yeniden kurulması umudu hala var. Türkiye’de de popülist yönetim plebisiter bir siyaset anlayışını yansıtıyor. Ama halk iradesini bir yana iten kayyım atamalarıyla (başka kayyımların da sırada olduğu söyleniyor.) Türkiye’deki popülist yönetim otoriter demokrasi çizgisinden uzaklaşmaya başladı. Seçimle iktidarın değişebileceği yolundaki genel kanıya ağır bir darbe vurdu. Bu kayyım kararlarıyla Türkiye popülizmden faşizme doğru kaymaya başladı.

İçişleri Bakanı Yerlikaya kayyım olayından sonra yaptığı bir konuşmada “Bu devletin bir sahibi vardır. O da aziz milletimizdir” diyor. Adeta bir şaka gibi. Devletin bir sahibi olduğu doğru ama o “aziz milletimiz” değil.

Ahmet Türk gibi bir belediye başkanının üç kere halk tarafından seçildikten sonra üç kere görevden alındığı bir ülkede böyle bir şey nasıl söylenir?

Ahmet Türk olayında halk kendi iradesine sahip çıktı. Devletin görevden aldığı Belediye Başkanı’nı yeniden seçti. Kendi iradesini devletin iradesinin karşısına koydu ve iradesini korudu. Halk egemenliği işte budur!

Ahmet Türk 31 Mart 2024 seçiminde 218 bin oy alarak kullanılan oyların yüzde 57.4’ünü alarak seçildi. Şimdi bu 218 bin Mardinli’nin oyları ne olacak?

 Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasındaki hukuksuzluklar ürkütücü. Halkın iradesini tanımamak ile hukuku tanımamak el ele yürüyorlar. Birbirlerinden besleniyorlar. Şafak vakti Ahmet Özer’in evine girilmesi, Belediye’deki arama sırasındaki avukatının bulunmasına izin verilmemesi, bilgisayar ve telefonunun kopyalarının çıkarılıp Ahmet Özer’e verilmemesi, tutuklamaya itirazın reddi kararında da kabul edildiği gibi Ahmet Özer’e atılan suçların, tutuklama için gerekli olan “kuvvetli suç şüphesinin varlığını” göstermeye yeterli olmaması, bunun üzerine bir gizli tanık bulunması ve tutuklamanın gizli tanığın ifadesine dayandırılması, buna karşı Ahmet Özer’e gizli tanığın sorgulanması gibi güvence verilmemesi, görevleri devam eden CHP’li meclis üyelerinin hiçbir gerekçe olmadan Belediye binasına girişlerinin engellenmesi uzun bir hukuksuzluk dizisi.

İktidarın demokrasiyle bağlantısını kopardığı bir ülkede demokrasi mücadelesi yeni bir önem kazandı. Mardin’de, Batman’da, Esenyurt’taki direnişler çok değerli. Ama bütün bu direnişleri birleştirici yeni bir demokrasi cephesinin oluşturulmasına, yeni bir örgütlenmeye gidilmesine gereksinim var. Bu direnişler büyütülüp süreklilik kazanmazsa, bir halk hareketine dönüştürülmezse, korkarım ki sırada bekleyen yeni kayyımların ortaya çıkması, demokrasi krizinin büyümesi önlenemez.

Yeni bir demokrasi cephesinin çekirdeği, Türkiye’deki sol- sosyalist hareket olabilir. Umut edilir ki, içinde bulunduğumuz vahim koşullar, sol partilerin ve grupların aralarındaki görüş ayrılıklarının da kalkmasına neden olur. TİP Başkanı Erkan Baş’ın İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yaptığı ziyaret bu bakımdan önemli. Burada önerilen bir siyasal program değil, demokrasiden giderek uzaklaşan bir iktidara karşı mücadele stratejisi. Bütün sol gruplar kendi ideolojilerini saklı tutabilirler. Demokrasi için birlik aranırken bu farklılıkları ortaya atmak, adlandırmak gerekmez. Üzerinde tek birleşilmesi gereken ortak nokta demokrasi ve ona bağlı olarak hukuk devleti, eşitlik, temel hak ve özgürlükler. Sol demokratik cephenin içinde sınıf mücadelesine dayanan örgütlenmeler yanında başka mücadele grupları da yer almalı. Bu cephenin gündelik gelişmeleri izleyen, uygulamayı yöneten bir yönetim kurulu bulunmalı. Yönetim Kurulu bütün bileşenlere danışarak karar alma yetkisine sahip olmalı. Bu yönde örgütlenmelerin gerçekleşmesi için bütün bileşenlerin katıldığı yüz yüze bir toplantıya gereksinim var.

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak.

                                                        /././

İçişleri Bakanlığı’nın acı bilançosu: Deprem bölgesine de “kayyım” atanacak mı?-Gökçer Tahincioğlu-

İçişleri Bakanı’nın verdiği bilgiye göre, deprem dava ve soruşturmalarında sadece 437 soruşturma izni istenmiş. Kaç kişiyi kapsadığı, kimler için soruşturma izni istendiği belirsiz. Kaç yıl devam edecek bu çalışmalar, nihayetinde kaç kişi için soruşturma izni verilecek? Anlaşılıyor ki cezasızlık yine geçerli olacak.

İçişleri Bakanlığı, bir süredir ülkenin gündeminde.

Kayyım atama yetkisi İçişleri Bakanlığı’nda ve büyük bir hızla kayyım atamalarını yapıyor.

CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne istenilen ismin kayyım atanması için gece yarısı operasyonuyla atama kararnamesi bile çıkartabiliyor.

Kanıt oluşturmakta da üstüne yok.

Bir anda yerine kayyım atanan belediye başkanının bile bilmediği dava ve soruşturmaların listesini çıkartabiliyor.

Sadece kayyımlarla sınırlı değil.

Açıklamalarına katıl ya da katılma, bir siyasi parti genel başkanının, DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan hakkında soruşturma açılması için jet hızıyla suç duyurusunda bulunabiliyor.

Mesela Abdullah Öcalan’ı Meclis’e çağıran parti lideri için bu yol hiç düşünülmüyor.

* * *

Bakanlığın belli ki işi çok.

Öyle olmasa, neredeyse üzerinden iki yıl geçen 6 Şubat Kahramanmaraş depremleri konusunda bir adım atabilirdi.

CHP İstanbul Milletvekili Turan Taşkın Özer, depremin yıldönümünden sadece iki gün sonra, İçişleri Bakanı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanı’nın yanıtlamaları istemiyle iki ayrı soru önergesi verdi.

Yanıtlanması aylar sürdü.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, 8 Şubat 2024’te yöneltilen soruların sadece birine, 31 Ekim 2024’te yanıt verdi.

* * *

Özer’in soruları şöyleydi:

* 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli olan ve 11 ili etkileyen depremde yıkılan binalarla ilgili kaç kamu personeli için bakanlığınız tarafından soruşturma izni istenmiştir?

* Kaçı için soruşturma izni verilmiştir?

* Hakkında soruşturma izni verilen kamu görevlilerinin kadro unvanı ve pozisyonları nedir?

* Hakkında soruşturma izni verilmeyen kaç kamu görevlisi vardır? Kadro unvanı ve pozisyonları nedir?

* * *

Yerlikaya’nın yanıtı ise elbette soruların tamamını karşılamıyor. Şöyle diyor Yerlikaya yanıtında:

“Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler sonrasında belediye yetkilileri hakkında cumhuriyet başsavcılıklarınca 22 Şubat 2024 itibarıyla bakanlığımızdan 437 adet soruşturma izni talep edilmiş olup, işlemler Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde yürütülmektedir.”

* * *

Aynı soru önergesi Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı’na da verildi. Ancak ne eski bakan Mehmet Özhaseki ne de yeni bakan Murat Kurum’dan bir yanıt gelmedi.

Muhtemelen deprem ihaleleri, isyana yol açan rezerv alan kararlarıyla meşguldüler, yanıt vermeye vakit bulamadılar!

* * *

Resmi rakamlara göre 53 binin üzerinde insanın hayatını kaybettiği, on binlerce binanın yıkıldığı, kentlerin yerle bir olduğu depremin üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş ve bilanço acıklı.

Depremden hemen sonra yapılan, “hesabı sorulacak” açıklamalarının bir karşılığının olmadığı da anlaşılıyor.

Marmara Depremi’nden bir farkı yok. Müteahhitler, denetim elemanları sorunlu ancak tarım arazilerini imara açan, binaları denetlemeyen, küçücük alanlara onlarca kat izni veren bürokratların, belediye yetkililerinin bir sorumluluğu bulunamamış bunca zamandır.

* * *

İçişleri Bakanı’nın verdiği bilgiye göre, 11 kenti etkileyen deprem dava ve soruşturmalarında sadece 437 soruşturma izni istenmiş. Kaç kişiyi kapsadığı, kimler için soruşturma izni istendiği belirsiz.

İşlemler yürüyormuş.

Bu başvuruların çok büyük bölümü ile ilgili bilirkişi raporları hazırlandı, davalar açıldı. Kimin sorumlu olup olmadığını tespit etmek de yargının işi.

Ancak İçişleri Bakanlığı’nın çalışmaları sürüyormuş.

Kaç yıl devam edecek bu çalışmalar, nihayetinde kaç kişi için soruşturma izni verilecek, belirsiz.

O zamana kadar suçların zamanaşımına girip girmeyeceği de öyle ancak anlaşılıyor ki cezasızlık yine geçerli olacak.

* * *

Aslında bu sayıyı öğrenebilmek de büyük bir başarı zira bakanlıklar bu sayıyı sır gibi saklıyorlardı.

Elde sadece bilgi kırıntıları vardı.

Ocak 2024’te, Yurttaşlık Derneği, bu bilgileri alabilmek için Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde 11 ilin valiliklerine ve bu illerde en çok zarar gören 46 ilçenin kaymakamlıklarına soru yöneltti.

11 il valiliğinden yedisi, İçişleri Bakanlığı tarafından atıfta bulunulan Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun bir veya daha fazla maddesine dayanarak bilgi vermeyi reddetti.  Kahramanmaraş Valiliği hiç yanıt yazmadı. Sadece üç valilikten Şanlıurfa, Gaziantep ve Adana’dan somut yanıt geldi.

Şanlıurfa Valiliği, savcılığın dört soruşturma izni talebinde bulunduğunu bildirdi.

Gaziantep Valiliği, dört dosyada ön soruşturmanın tamamlandığını ve karar için kaymakamlığa gönderildiğini bildirdi.

Gaziantep Islahiye’de üç kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verildiği, soruşturma izinlerinden 2’sine itiraz edildiği bilgisini alabildi.

Adana Valiliği, Yurttaşlık Derneği'ne bilgi edinme başvurularını kaymakamlıklara ilettiğini bildirmekle yetindi. Geriye kalan bütün başvurular için, “bilgi edinme hakkı kapsamında değil-gizli” yanıtı verildi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü de bilgilerin peşine düştü. Ancak onlar da başarılı olamadı.

* * *

Zaten farklı kaynaklardan gelen bilgiler de çok iç açıcı değildi.

6 Şubat depremlerinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen, ilk kez Konya Teknik Üniversitesi tarafından Kahramanmaraş'taki Palmiye ve Hamidiye siteleri için hazırlanan bilirkişi raporlarında kamu görevlileri "asli kusurlu" sayıldı.

6 Şubat depremlerinde Kahramanmaraş’ta 35 kişiye mezar olan Ezgi Apartmanı davasında kamu personellerinin soruşturulmasına izin vermeyen valilik kararı Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Depremden sonra kamu görevlilerinin yargılanma yolunu açan bu karar bir ilk oldu.

Maraş’ta yürütülen deprem soruşturmalarında da ilk kez kamu görevlileri hakkında soruşturma izni verildi. Dulkadiroğlu Kaymakamlığı'nın izni sonrası 69 kişinin hayatını kaybettiği, 16 kişinin yaralandığı Güneşli Kocabaş Evleri'nin 7'nci bloğunun yıkılmasına ilişkin Dulkadiroğlu Belediyesi'nde görevli 3 kişi hakkında 'Taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma' ile 'Görevi kötüye kullanma' suçlarından soruşturma başlatıldı.

Hepsi bu…

* * *

Farklı bir tarihte farklı rakamlar da ortaya çıktı. Kahramanmaraş’taki bir etkinlikte elde edebildikleri bilgileri aktaran Avukat Deniz Bayram’ın sözleri de ilginçti:

“Gaziantep Valiliği, 16 dosyaya soruşturma izni verdi. 4 dosyada ön soruşturma tamamlandı, 3 dosyada ön soruşturma devam ediyor. 9 dosyada müfettiş bekleniyor. Şanlıurfa Valiliği, 5 dosyaya soruşturma izni verdi. 4 dosyada ön soruşturma tamamlandı, 1 işleme konma sürecinde. Adana Valiliği, 7 dosyaya soruşturma izni verdi. Ancak içeriğine ilişkin bilgi verilmedi. Islahiye Kaymakamlığı, 3 dosyaya soruşturma izni verdi. Dörtyol Kaymakamlığı, 3 dosyaya soruşturma izni verdi. Müfettiş bekleme aşamasında.”

Bayram, bu bilgileri ancak Adalet Bakanlığı'na bağlı Bilgi Edinme Değerlendirme Kurulu'na itiraz başvurusunda bulunarak alabildiklerini, kurulun bu kararına da İçişleri Bakanlığı’nın itiraz ettiğini anlattı.

İçişleri Bakanlığı, nedense rakamların bilinmemesi konusunda ısrarcı…

* * *

Deprem bölgesinde normalde deprem suçlarından soruşturulması, yargılanması gereken bürokratlar, belediye görevlileri görev yapıyor.

İmar planlarını hazırlayan belediyeler, tarım arazilerini imara açan, yıkılan binalara onay veren belediyeler görevde.

Nedense akıllara “kayyım” ataması yapılması da gelmemiş… Masum görünüyorlar demek…

Türkiye, bir anda, birkaç saniye içerisinde 53 bini aşkın insanını kaybetti.

53 bin…

Yakınlarını, arkadaşlarını, çevrelerini sayarsanız rakamın büyüklüğünü anlarsınız.

O birkaç saniyenin arkasında uzun yılların, rantın, rüşvetin, ihmalin, vurdum duymazlığın bulunduğu açıkça ortada.

Ama kimseyi rahatsız etmiyor.

Çelikten bir dokunulmazlık zırhı, iktidara yakın kim varsa, tamamını sorumluluktan kurtarıyor.

Ve bunun adı da devleti yönetmek oluyor, “devlet adamlığı” oluyor…

O devletin çatısı altında yaşayan insanlar ise yok yere ölüyor.

Ve belli ki her biri öldüğüyle kalıyor.  

                                                        /././

5 Kasım’da kim kazandı, kim kaybetti?-Hasan Göğüş-

Amerikalılar suç dosyası kabarık bir hükümlüyü cumhurbaşkanı yapmakta sakınca görmedi. Savcı Harris’in şahsında adalet de büyük bir yara aldı.

Aylardır sadece Amerikalıların değil, tüm dünyanın sonucunu merakla beklediği soru cevabını buldu. Takke düştü, kel göründü. Donald Trump, dört yıl aradan sonra istemeye istemeye kalkmak zorunda kaldığı cumhurbaşkanlığı koltuğuna yeniden oturmaya hak kazandı. Hem de cumhurbaşkanlığının yanı sıra, Temsilciler Meclisi’nde, Senato’da ve eyalet valiliklerinde çoğunluğu sağladı.

5 Kasım’da Amerikan tarihinin en acayip seçimlerine şahit olduk. Beyaz Saray’ın çevresindeki tel örgüler, bazı seçim yerlerinde sandıkların bulunduğu odalardaki pencerelere takılan kurşun geçirmez camlar, şehir merkezlerinde köşebaşlarını tutan elleri tetikte askerler, sanki demokrasi zirvelerine ev sahipliği yapan, diğer ülkeler hakkında insan hakları raporları hazırlayan Amerika’yı değil de, demokrasiye yeni geçen bir az gelişmiş ülkeyi çağrıştırıyordu.

6 Kasım sabahı seçim sonuçları belli olmaya başladığında aklıma Donald Trump’la beraber kazanıp, Kamala Harris’le birlikte kaybedenler geldi.

İç politikada göbeğini kaşıyan erkekler kazandı, eğitimli kadınlar kaybetti

Trump’ın kampanyası boyunca basit ve kısa cümlelerle konuşması, “Amerika’yı yeniden büyük yapacağım”,”Büyük düşünün, büyük rüya görün”,”Amerika’nın altın çağı” gibi kulağa hoş gelen sloganları tekrar tekrar kullanması, tıra binip şoför mahallinde fotoğraf çektirmesi, önlük takıp hamburger satması, sokaktaki Amerikalıya daha cazip geldi. Buna karşılık kadınları karşısına alacak söylemler kullanmaktan kaçınmadı. Kürtaj konusunda kesin bir tutum almaktan kaçındı, hep top çevirdi. Kürtaj hakkının garanti altına alınmasını, kadınlara eşit haklar verilmesini, çocuklu ailelere mali destek verilmesini isteyen Harris’i, destekleyen eğitimli kadınlar kaybetti.

Kapitalizm kazandı, sosyalizm kaybetti

Harris’in yıllık 400 bin dolardan az geliri olanların vergi oranlarını düşürmek, gıda ve barınma fiyatlarını ucuzlatmak, barış ve özgürlük gibi sol söylemleri, kendisini komünist olmakla suçlayan Trump’a karşı liberal bir dünya görüşüne sahip olduğunu vurgulaması işe yaramadı. Trump’ın zenginlere trilyonlarca dolarlık vergi indirimi, faiz ve enflasyon oranlarında düşüş, sağlık sektöründe devlet desteğinin azaltılması gibi tipik kapitalist vaatleri Amerikan seçmenince tercih edildi.

Hükümlü kazandı, savcı kaybetti

Trump 30 Mayıs’ta New York mahkemesince yargılandığı 34 suçlamanın 34’ün de de suçlu bulundu. Hüküm giydi. Ayrıca hakkında vergi kaçırmak, belgelerde sahtekarlık yapmak, devletin gizli belgelerini açıklamak gibi bir dizi suçtan yargılanması devam ediyor. 2021 yılındaki seçimlerden sonra taraftarlarını tahrik ederek başlattığı Kongre baskınında beş kişinin ölümüne yol açtı. Harris uzun yıllar savcılık yapmış. Savcılık döneminde dolandırıcılara, kadın istismarcılarına, sokak olaylarında şiddete başvuranlara karşı izlediği sert tutumu ile hatırlanıyor. Yine de Amerikalılar suç dosyası kabarık bir hükümlüyü cumhurbaşkanı yapmakta sakınca görmedi. Savcı Harris’in şahsında adalet de büyük bir yara aldı.

Elon Musk kazandı, Bill Gates kaybetti

Bu yılki seçimler Amerikan tarihinin en pahalı seçimleri olmuş. Çoğunluğu demokrat milyarderler tarafından yapılan bağışların toplamı 15.9 milyar doları buluyor. Zenginler kulübünün en zengini Elon Musk, Trump’ı sadece desteklemekle kalmadı, resmen amigoluğunu yaptı. Kampanyanın son döneminde işini gücünü bir kenara bırakarak Trump’ın tüm toplantılarında sahneye çıktı. Trump’ın teşekkür konuşmasında en uzun bölümü Elon Musk’a ayırmasının ve aile fotoğrafına dahil etmesinin ayrı bir anlamı olmalı. Trump’ın kazanması ile Elon Musk’ın şirketlerinin piyasa değeri şimdiden 23 milyar dolar daha artmış. Buna karşılık 159 milyar dolarlık servetiyle dünyanın beşinci büyük zengini olan ve 50 milyon dolar bağış yaparak Harris’i destekleyen, Microsoft’un kurucusu Bill Gates kaybetti. Geleneksel olarak demokratları destekleyen Washington Post gazetesinin sahibi diğer dolar milyarderlerinden Jeff Bezos ise son anda tarafsızlığını ilan ederek paçayı kurtardı.

Gelenek ve görenekçiler kazandı, “Woke”cular kaybetti

“Woke”, son yıllarda Amerika’da başlayıp Avrupa’ya da yayılan bir kültür akımı. Kelime olarak uyanık demek. Bu hareketin aktivistleri sosyal adalet ve ırksal ayrılığa vurgu yaparak kendilerinin toplumsal konulara duyarlı, gerçeklerin farkında olduklarını iddia ediyorlar. LGBT hakları, çevrecilik, feminizm konularında abartılı görüşlere sahipler. Hatta insanların doğdukları cinsiyetle yaşamak zorunda olmadıklarını, istedikleri zaman cinsiyetlerini değiştirme özgürlüğüne sahip olması gerektiğine inanıyorlar. Bu çerçevede kendisini kadın hisseden bir adam, kız çocukların kullandığı tuvalete girebiliyor. Son Paris Olimpiyatları’nda görüldüğü gibi bir erkek, kadınlar arasındaki yarışmalara katılabiliyor. Wokeizmin yaygınlaşması aile yapısının korunmasına, gelenek ve göreneklerine önem veren Amerikalıların “tüylerini diken diken ediyor.” Sonuçta ailevi ve dini değerlere sahip çıkan Trump’ın oyları patladı.

Dış politikada İsrail kazandı, Filistin kaybetti

Bir önceki başkanlık döneminde Amerikan Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyan, bağımsız bir Filistin devletine gerek olmadığını savunan Trump’ın, İsrail yanlısı politikalarının artarak devam etmesi bekleniyor. Netanyahu elini artık daha da serbest hissedecek. Harris’in Ortadoğu’da iki devletli çözüm görüşünün, ateşkes çağrısının Amerikan seçmeninin genelinde itibar görmediği anlaşılıyor. Filistin’in yanı sıra, İran’ın da Ortadoğu’da kaybedenler arasında yer alıp almadığını zaman gösterecek.

Rusya kazandı, Ukrayna kaybetti

Trump seçildiği takdirde, 24 saat içerisinde Rusya-Ukrayna savaşını durduracağını iddia ediyor. Savaşın sona erdirilmesi Ukrayna’ya mali ve askeri yardımın durdurulması ve Rusya ile diyaloğun yeniden başlatılması anlamına geliyor. Savaşın sona ermesi halinde Rusya da ambargolardan kurtulacaktır. ABD’nin Rusya ile ilişkilerde elinin rahatlaması tüm dikkatini Çin’e çevirmesine imkan verecek. Bu bakımdan Çin’in de kaybedenler arasında sayılması mümkün.

Avrupa Birliği kazandı, NATO kaybetti

NATO Trump’ın öncelikleri arasında değil. Hatta savunma harcamalarını NATO’nun öngördüğü hedeflere ulaştırmayan ülkelerin ABD tarafından korunmaması gerektiğini savunuyor. Amerika’nın bir gün Avrupa’dan çekilmesinin ciddi bir ihtimal olarak ortaya çıkması, Avrupa’nın kendi ordusunu kurarak savunma kimliğini güçlendirmesini zorunlu hale getiriyor. Avrupa’nın Rusya ile baş başa kalma olasılığı sınır kontrollerinin yeniden başladığı bir dönemde AB içerisindeki dayanışmayı da artıracaktır.

Silah tüccarları kazandı, silahların kontrolü ve silahsızlanma taraftarları kaybetti

Trump iş hayatından gelen bir tüccar.Trump için üç kategori insan olduğu söyleniyor. Dün iş yaptıkları, bugün iş yapmakta oldukları ve yarın iş yapacakları… Uluslararası ilişkilere de bu açıdan bakıyor. Çok taraflılığa inanmıyor. Birinci başkanlık döneminde “Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması”ndan (INF) ve İran ile varılan nükleer mutabakattan çekildi. Uyarlanmış AKKA’nın yürürlüğe girmesine engel oldu. Amerika’yı örnek alan diğer ülkeler de süratle silahlanıyor. Kazananlar şüphesiz savunma sanayicileri ve silah tüccarları, kaybeden silahların kontrolü ve silahsızlanma camiası.

Kedi/köpek kazandı, sincap “Peanut” kaybetti

10 Eylül’de gerçekleşen Trump ile Harris arasındaki münazarada, Trump göçmen karşıtlığını dile getirirken, göçmenlerin Ohio’da evcil kedi ve köpekleri yediğini söylemesi seyredenlere, “Bu kadar da büyük yalan olur mu?” dedirtti. Oysa ben pek şaşırmadım. Hindistan’da geniş bir bahçe içerisindeki büyükelçi konutunu bir manga asker korur. Rotasyon usulüyle görev yapan askerler, ikametgahın bahçesinin uzak bir köşesinde kurulan bir çadırda yaşarlar, yemeklerini kendileri pişirirler, çamaşırlarını kendileri yıkarlar. Hindistan’ın Çin sınırındaki Nagaland eyaletinden gelen askerlerin görev yaptığı bir dönemde bir ara bahçedeki kedilerin yok olduğunu fark ettim. Şef garson şahidi çağırıp kedilere ne olduğunu sorduğumda, askerlerin kesip yedikleri cevabını aldığımda çok sinirlenmiştim.

Galiba Trump’ın seçilmesi Amerika’daki kedi ve köpekleri yenilmekten kurtardı. Ama Demokratların yönettiği New York eyaletinde bakıcısını ısıran “Peanut” isimli bir sincap, kuduz şüphesiyle ötenazi yöntemiyle uyutuldu, hayatını kaybetti.

İkinci Trump dönemi ülkemiz ve tüm dünya için hayırlara vesile olsun.

                                                          /././

(T-24)



10 Kasım’ın iki dakikası…+ -Asaf Güven Aksel/soL

O “sarı saçlı, mavi gözlü” yeniden zuhur etmeyecek. Bir daha aynı 1919 olmayacak. Bir daha aynı 1923 yaşanmayacak. Bu bir doğa / tarih yasasıdır.

İlki 86 yıl önce, 1938’in 10 Kasım’ında olmuştu. Saat 9’u 5 geçmişti. Bu yıldönümünde de, yine yelkovan akrebi ite kaka devinmek zorunda olduğundan, o kaçınılmaz saat gelecek, bu yazıyı günün hangi zaman diliminde okuduğunuza bağlı olan ifade farkıyla, bir kez daha Mustafa Kemal Atatürk, gözlerini yumdu, yumuyor ya da yumacak diyeceğiz. Bu mutlak. 

Sirenler çalacak, hareket duracak, bayraklar yarıya inecek, ceketler iliklenecek, ayağa kalkılıp başlar öne eğilecek, saat 9’u 7 geçince de, saygı duruşundan normal hayat akışına dönülecek. Ekranlarda resmî spotlar, sermaye kuruluşlarının, bankaların, müteahhit tüccarların riyakârlık geçidi başlayacak, çok dokunaklı, yüksek prodüksiyonlu, “casting” yarışmalı, anma kılıflı reklamları dönecek art arda. Müşteri toplanacak. Sonra onlar da dinecek… İki dakika. Ve hayat kaldığı yerden devam edecek.

Sermayenin çarkları emekçiyi öğütmeye, ülkeyi yağmalamaya devam edecek. Hukukta, sağlıkta, eğitimde, kültürde, ticaretin ve gericiliğin karşıdevrimi saltanat sürecek, başlar önde ceket ilikleme müddetinde bile, onlarca kadın yaşamadan öldürülecek, ülkenin emanet edildiği çocuklar istismara uğrayacak, can verecek, diz boyu açlık kemirecek, cehalet çürütecek… Dağ başını dozer alacak, gümüş dere zehir renge çalacak. Sanayi hamlelerinin, kamu yatırımlarının mirası har vurup harman savrularak özelleştirmeyle peşkeş çekilecek. İki dakika saygı duruşu molası… Sonra hayat yine akacak…

İlhamlarını gökten ve gaipten değil, hayattan aldığını, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamayacağını söyleyen Atatürk’e daha “son nefes”inde, sadece kendisine görünen, sağ omzundaki meleği selamladığı yakıştırmasıyla başlayan hurafe kuşatması, iki dakika bile durmayacak. Anlayacağız ki, “Türkiye Cumhuriyeti … olamaz”daki keskinlik, iç rahatlatıcı bir kesinleme vaadi değil, “olmamalıdır” ikazlı bir vasiyettir. Ama olmuştur, heyhat. Saat 9’u 7 geçmiştir. Sanki ülke saygı duruşu ritüelindeyken, karşıdevrim bunu fırsat bilip sinsice yükselmiştir.

Öyle bir geçmiştir ki gerçekten, bu sessiz, kımıltısız iki dakika, cumhuriyet, diyelim ders kitaplarına göre, bir devlet idare biçimi mi? İşte o devlet de yoktur şimdi ki, cumhuriyet gündem olsun. Türkiye, kuralsız, bağıtsız, hiçbir norma, toplumsal sözleşmeye bağlı olmayan, sadece sermaye hizmetinde bir harami çetesi şeyhinin keyfî yönetimi elinde eriyip gitmektedir sirenler çalarak. “Majestelerinin muhalefeti” terimi, çok uzun yıllar sonra yeniden siyaset literatürüne dönüşünü, CHP ve bir yığın benzeri zevattaki sinameki siyasetsizliğe borçludur. “Sen rahat uyu, yolcusuyuz, bekçisiyiz, alnımızda istiklâl, lalala…” Derken, akıp giden hayat…

Şeyhlerin, tarikatların, cemaatlerin iktidarında, emperyalizmin “yuttuğu”, kapitalizmin “mahvettiği” bir ülkede, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî adlandırma dışı bir niteliğinin kalmadığı koşullarda, Mustafa Kemal’i sevenlerin ve Cumhuriyet’in kurucu ideallerini benimseyenlerin belki de öncelikle idrak etmesi gereken şey, bugünün tarihinin 10 Kasım 2024 olduğudur. 

Ne sıfat getirirseniz getirin önüne, sonuçta, bir insanın 86 yıl önce öldüğüdür bunun anlamı. Mustafa Kemal’in, “ölümden sonra hayat” ya da “tekrar diriliş” inancı yoktu. O “sarı saçlı, mavi gözlü” yeniden zuhur etmeyecek. Bir daha aynı 1919 olmayacak. Bir daha aynı 1923 yaşanmayacak. Bu bir doğa / tarih yasasıdır. El bağlayıp geçmişin tekrarlanmasını beklemek, ya da tekrara yönelmek, akıl ve mantık dışıdır, olanaksızın peşine takılmak, boşa oyalanmaktır.

Bugün Mustafa Kemal’in “bir doktrin, bir ülkü” olarak yaşatılması da aynı yasalara tabidir. Olanaksızdır. Çünkü, yaşandığı dilimde bir tarihsel ilerleme olan süreç, yine yaşandığı dilimdeki yönelimleri ve sınıfsal karakteri sebebiyle, kendi bıraktığı yoz filizlerin sürmesiyle sona ermiştir. Yıktığı köhnelik, üstü örtülmemiş mezarından kalkıp yerine kurulanı yıkmaya koyulmuştur. Haliyle aynı kuruculuk, tekrarlanamaz. Aynı yerden bakarak, aynı yoldan yürüyerek yeniden hayat bulamaz. Bulsa, bugünkü adı ilerleme olamaz.

86 yıl sonra da, 10 Kasım’da saygı duruşu, tıpkı 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim kutlamaları gibi, asla önemsiz törensellik görülemez. Bunların toplumsal karşılıkları, karşıdevrimin meşruiyet ihtiyacına gedik açan, nihaî sistem tesisine çomak sokan direnç noktaları olarak çok değerlidir. Ancak, bu değer, anmalarla kutlamalarla yetinmemekle, kuvveden fiile çıkan bir savunma hattını örmekle, karşıdevrime her düzeyde isyanla vücut bulmalıdır ki, olmayana özlemden çıkıp, yeni bir düzlemde inşa mücadelesine güç olsun.

Bugün 10 Kasım 2024. Güzergâhı Mayıs 1919’dan geçen 9 Kasım 1938’in bütün tarihsel anlamının, gericilik ve sermaye tarafından ortadan kaldırıldığı, emperyalizmin cirit attığı bir ülkede, gönülden özlem yüklü de olsa, ah’larla vah’larla ne bir insana saygı gösterilmiş, ne de bir dönemin ilerici birikimi savunulmuş olunur. Bir “kurtarıcı” bekleyenler ya da bir kurtarıcının göğüste fotoğraf olması onu yaşatmaya yeter sananlar, hüsrana uğramakla kalmayacak, o değerlerin yıkımına ortak sayılacaklardır. Ahde vefa göstermiş bile değillerdir.

Sevileni, sayılanı, ideali paylaşılanı yıkıcılara karşı sadece tütsülerle ananlar, Mustafa Kemal’in deyişiyle, “vazifesini yapmamış”lar safındadır. Gerisi boş laftır. Yatıştırmacı avuntudur.

Laikliğin, bağımsızlığın, kamuculuğun, aydınlanmacılığın olmadığı bir yerde, 1919 da yoktur, 1923 de. Ve bugün bunları savunmak, tarihsel ilerleme ile gericilik arasındaki mücadelenin temeline, yani sınıfsal saflaşmaya uzak durarak, mümkün değildir. Türkiye’nin bugünkü panoramasına yansıyanları değiştirmenin, örgütlü bir halkın ayağa kalkmasından, bir emekçi sınıf hareketine omuz vermesinden başka yolu yoktur. Bunun dışında bir kurtarıcı olmayacaktır. Cumhuriyetin yolu emekçi iktidarıyla kesişmek zorundadır. 

Bugün komünistlerin, cumhuriyet ileri adımına da, o adıma önderlik eden bir devrimciye de hak ettiği saygıyı samimiyetle gösteren tek kesim olması, rastlantısal değildir. Aşmayı hedeflediği için, sınıfsal dayanaklarını emekçiler lehinde değiştirmek istediği için, bir burjuva devriminin ve önderinin çok ilerisinde bir siyasal çizgiyi temsil ettiği için, sermaye ve gericilik işbirliğiyle yürütülen cumhuriyet yıkıcılığına karşı, sağlı “sol”lu her türlü kara çalmayı göğüsleyerek direnmeleri, komünistlerin dünyayı değiştirme ufku gereğidir.

Gericiliğe, yıkmaya koyulduklarından çok daha ileriyi savunanlar direnebilir ancak. Tarihteki bütün ileri adımları, onları yepyeni bir dünyaya giden adımlar olarak değerlendirenler sahiplenebilir. TKP’yi bu alanda da biricik kılan budur.

Bize lazım olan, karşıdevrimci dirence, Meclis kürsüsünden, “ihtimal, bazı kafalar kesilecektir” diye meydan okuyan iradedeki kararlı ve köktenci duruşun bugüne uzanan emekçi sınıf temsiliyetidir.

Mustafa Kemal’e derin ve içten saygıyla, ama bir daha olmayacağı bilinciyle...

                                                             /././

* Bugün için, vaktiniz olursa diye, önemsediğim eski bir 10 Kasım yazımı da paylaşıyorum: 10 yıl önce yazıldığının dikkate alınması dileğiyle…

10 Kasım ve üç saray -Asaf Güven Aksel (10/11/2014)

Barutu erken tükenmişti 1923’ün. Kuruluş ilkelerini ve söylemlerini ileri noktalara taşıyacak, bu anlamda geri verilmesine, kaybedilmesine de direnebilecek biricik gücü, solu ve emekçileri karşı safa koyarak yok etmeye koyulduğunda, saat 9’u geçmeye başlamıştı kendisi için de...

Kimindir sözler bilmiyorum, ama çocuk yaşta yazılmıştır zihnimize kuşaklar boyu, bu şiirimsi tekerlememsi ağıt.

“Saat 9’u 5 geçe / Atam Dolmabahçe’de...”

Bunca yıl sonra hatırlatan, 10 Kasım’ın yıldönümü değil sadece. Belki de, “geçe-bahçe” ses kullanımının ötesinde bir anlama kavuşmasıdır, saat ve yer bildiren bu ölüm haberinin.

Dolmabahçe. Orada Mustafa Kemal’in ölmesi, bir faninin kaçınılmaz sonunu imlemiyor olabilir bugünden bakınca.

Dolmabahçe. Padişahlar sarayına yerleşmiş bir cumhurbaşkanının ölümü bu.

Saltanatın ve hilafetin merkezini, onları yıkarak ele geçirmiş bir yeni rejimin, cumhuriyetin varlığının altını çizme bu dize, bir noktada.

Dolmabahçe’de. Bir cumhurbaşkanı. Öldü, ama Dolmabahçe’deydi! O yılların meydan okuması bu.

İkinci bir anlama geçiliyor buradan, bu basit çocuk şiirinde. Şu saat itibariyle, sarayı ele geçiren yeni rejimin de ölümüdür bahsedilen. Dolmabahçe’de.

Gerisi çürümedir artık, fizik varlığın sona ermesini izleyecek, hatıralardan silinme sürecidir.

Saat 9’u 5 geçe.

Doktor kalkamamış, lambaları yakamamış, çaresine bakamamıştır işte. Gitmektedir elden.

Saray, bir kez daha düşmeye, el değiştirmeye yüz tutmuştur bir ölümle.

Doktoru değil, halkı kaldıracak bir kudretten yoksun, yani ölüme yazgılı bir sınıfın rejimine mekân tutulan, Dolmabahçe’de.

                                                         * * *

Geç bir burjuva devrimi, tek başına tanımlamıyor, önderinin ölüm yıldönümünde anımsadığımız bu rejimin inşasını. Dolmabahçe’ye “Sultan Sarayı” demeyi sürdüren Bolşeviklerin, yine bugünlerde kutladığımız devriminin, Ekim’in bir tasarı olmaktan çıkarıp gerçekliğe dönüştürdüğü sosyalizmin varlığı da belirlemişti kuruluş dönemini.

Öncüllerinden ve benzerlerinden oldukça radikal hatlarla ayrılan, aydınlanmacı, planlamacı, kamuya ağırlık veren, yıktığı rejimin bütün kalıntılarıyla sert hesaplaşmalara giren tavrıyla, emperyalizme karşı mücadele içinde oluşan bir bilinçle, toplumu tebaadan yurttaşa taşımaya yönelik Jakoben hamleleriyle birlikte, ülkemizin tarihsel ileri adımını temsil eden 1923 Cumhuriyeti’nin harcında, hemen yanı başındaki bu devrimin de payı vardı.

O devrim, sınıfsal temeliyle zıt olduğu bir başka devrime, bu yıkıcı ve kurucu iradeyi olumlayarak, ama niteliği konusunda hiçbir hayale kapılmadan, emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelesinde dost elini uzatmıştı.

1923 Cumhuriyeti’nin sınırları, bu elin önce ikircikli tutulması, sonra kendi karakterini öne çıkararak korkuyla itmesiyle çizilmişti.

Barutu erken tükenmişti 1923’ün. Kuruluş ilkelerini ve söylemlerini ileri noktalara taşıyacak, bu anlamda geri verilmesine, kaybedilmesine de direnebilecek biricik gücü, solu ve emekçileri karşı safa koyarak yok etmeye koyulduğunda, saat 9’u geçmeye başlamıştı kendisi için de...

                                                        * * *

Ve 9’u 5 geçe, Dolmabahçe’de ölmesi bir cumhurbaşkanının, yelkovan saatin kadranında ilerledikçe, bir rejimin de ölüm döşeğine serilmesine varmak zorundaydı.

Bir başka çocukluk ezberimizin 10 Kasım şiirinde denildiği gibi, sarsılıyordu yedi tepe, yaman esmişti Dolmabahçe’de rüzgâr... Sarsılıyordu... O ki, toplum doymamıştı devrime, o rejime kara topraklar doysundu, belleğimizdeki dizelerle...

                                                          * * *

Saat henüz 9’u 5 geçmemişken, Mustafa Kemal’e bir “hacı”nın mülkiyetindeki bataklık, sazlık bir arazi armağan edilmişti. Dudak kıvrılmıştı, hiçbir şey olmazdı o araziden. Öyle demişti uzmanlar, kurutulması bile boşa zahmetti. Saat, bir yeni rejimin heyecanı saatleriydi oysa. Kollar sıvanmış ve bir bataklığın verimli araziye çevrilebileceği, doğaya iyileştirme yönünde müdahale edilebileceği, bir sembolik anlama taşınıvermişti. 1923 Cumhuriyeti, bozkır başkentinin bataklık arazisini, tarıma, hayvancılığa, şıracılığa, çiçeklendirmeye elverişli bir yere çevirmeye muktedir olduğunu kanıtlamakta kullanmıştı bu “olmaz” denilen şeyi. Emek ve irade, demişti, engel tanımaz. Doğanın ve toplumun dönüşümünü örnekleyecekti. Başarmıştı da. Orman Çiftliği böyle doğmuş, devrimci iradenin nişanesi gibi yeşile dönmüştü. Endüstriyel çalışma sahasıydı, fabrikaydı, seraydı, üründü şimdi o bataklıkta yükselen...

Ama saat ilerliyordu, atılım enerjisi geriliyordu...

                                                        * * *

76 yıl olmuş Mustafa Kemal Dolmabahçe’de öleli.

O saray, şimdi rantçıların, tarih yıkıcılarının elinde, her an çökmesi beklenen bir çürük binadır.

Atatürk Orman Çiftliği, haraç mezattır.

Gericilik, saltanat ve hilafet düşkünlüğü, 1923’ün, 1938’de orada olduğunu, bir cumhuriyet olduğunu 10 Kasım şiirinde bile ilan ederken, rövanşı “şimdi biz yine oradayız” nidasıyla almaya hiç yeltenmemiştir bile.

Çok daha sert vurmuştur darbesini.

Bir bataklıktan eşsiz bir verimli toprak mı yaratmıştınız, diye sormuştur. Dokunulmaz mı ilan etmiştiniz? Koruyacak mıydınız? Bu muydu sembolik gösteriniz? Kurucu irade miydiniz?

Sert vurmuştur.

Tam oraya, tarihi de yasaları da çiğneyerek, durdurulamazlığını göze sokarcasına, bir saray inşa ettirmiştir.

Cumhurbaşkanı sıfatlı bir sultan özentisini, oraya yerleştirmiştir. Merdivenlerinden ihtişam yansısın diye, dersini çalışmamış sözlüdeki öğrenci duruşundan heybet çıkarmaya heveslilere pozlar verilmiştir.

Bağımsızlık marşına, mehteran ezgisiyle, ritmiyle yorum katarak yapılmıştır tanıtımı.

Yurtta ve cihanda harp çılgını, gerici, faşist, bütün değerleri piyasanın ayakları altına seren, taşı, toprağı, suyu satan, emperyalizmin kulu, dinci bir rejim, sarayını Atatürk Orman Çiftliği’ne dikmiştir tarihten bütün hıncını çıkarırcasına...

Ve elinden saat 9’u 5 geçe hıçkırıklara boğulmak dışında bir şey gelmeyenler, durup izlemiştir bu öç inşasını. Yıkılmış bir rejimin burcuna dikilen bayrağı...

                                                            * * *

Amacımız, Dolmabahçe’de ölen bir cumhuriyet önderine saygısızlık olarak algılanacak anımsatmalarda bulunmak değil.

Ama, ne 29 Ekim’lerde kutlanacak, ne 10 Kasım’larda ağıda duracak bir takvim yaprağı çevrilmektedir uzun yıllardır Türkiye’de. Boştur yapraklar ve yeniden yazılmayı beklemektedir, bir anlamla buluşmak için.

Atatürk Orman Çiftliği’ne dikilen o sarayı yıkmaktan imtina edenleri, o sarayın neyi ifade ettiğini bilince çıkaramadan törensel “kıvanç ve tasa”da ortaklaşanları sarsmalıdır bu 10 Kasım.

Şimdi çürümeye terk edilmiş bir saraydan kalkan cenazeyi bir faninin kaçınılmaz sonu olarak görme aymazlığı eşlik ediyorsa ağıtlara, korunacak ve kollanacak bir emanetinin kaldığı yanılsaması süregeliyorsa, bir diktatörün yeni inşa edilmiş sarayına bakılmalıdır.

Bu 10 Kasım, fethedilmesi gereken bir iktidara yürümenin zorunluluğunu imlemelidir.

Ve bu iktidarın sınıfsal karakterinin ne olması gerektiğini, 1917’de, Kışlık Saray’a yürüyenler göstermektedir.

Dolmabahçe’yi anlamak ve tarihsel konumuna oturtmak, Ak-saray’ı, bu gericiliğin ve paranın saltanat binasını yıkmak, Kışlık Saray’ı topa tutanlarla mümkündür artık...

Bunun dışında, bir bataklığı bitek araziye çevirmenin yolu yoktur.

Saat 9’u 5 geçe Dolmabahçe’de gözlerini kapayan halk bunu kavradıkça, karşıdevrimin sarayında rüzgâr yaman esecektir...

Ve ancak o zaman, yakın tarihimizin en önemli ilerleme hamlesi, bir emekçi iktidarına giden yolun merhalesi olarak, 10 Kasım’larda anılan önderiyle, toplumsal bellekte yeniden canlanacak, saygın yerini alacaktır.

Gerisi, bütün kaleleri düşmüş olan bir cumhuriyetin gömüldüğü karanlıkta dökülen gözyaşıdır, tekerlemedir, yalandır...

Asaf Güven Aksel/soL(10/11/2014)

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -22 Haziran 2025-

  Fatih Altaylı’nın tartışılan videosundaki 1,5 dakika ayrıntısı -Eray Özer- Aldığımız bir bilgiye göre Altaylı’nın pazartesi günü hakim kar...