Sözcü "GÜNDEM" -20 Kasım 2024-

1 Ocak'ta Akaryakıt alımında yeni dönem başlıyor: İşte sistemin detayları

Gelir İdaresi Başkanlığı, akaryakıt satışlarında Ulusal Taşıt Tanıma Sistemi'nin kullanılacağına dair bir duyuru yaptı. Yapılan duyuruda, söz konusu sistemin 1 Ocak itibariyle yürürlüğe gireceği ve kullanımına ilişkin ayrıntıları paylaşıldı.(https://www.sozcu.com.tr/1-ocak-ta-akaryakit-aliminda-yeni-donem-basliyor-iste-sistemin-detaylari-p105893)                ***

Türkiye'nin akaryakıt devi resmen satıldı: İşte yeni sahibi

Türkiye'nin en büyük akaryakıt istasyonları arasında yer alan Türkiye Petrolleri, geçtiğimiz aylarda yapılan anlaşma ile Zeren Group Yatırım Holding AŞ tarafından satın alınmıştı. Rekabet Kurulu bugün yaptığı açıklama ile satış sürecine onay verdi.(https://www.sozcu.com.tr/turkiye-nin-akaryakit-devi-resmen-satildi-iste-yeni-sahibi-p105815)        ***

Hepsiburada'nın satışına rekabet kurumu onay verdi: E-ticaret devi artık Kazakların

Türkiye'nin önde gelen e-ticaret platformlarından "Hepsiburada", yeni bir döneme giriyor. Rekabet Kurumu, Hepsiburada'nın Kazakistan merkezli online alışveriş sitesi Kaspi.kz'ye devrini onayladı.(https://www.sozcu.com.tr/hepsiburada-nin-satisina-rekabet-kurumu-onay-verdi-e-ticaret-devi-artik-kazaklarin-p105892)

                                                                        ***

Dev tekstil firması iflas etti! Mahkeme kararını açıkladı
İflasını açıklayan Fi Triko, tekstil sektörünün öncü firmalarına üretim gerçekleştiriyordu. Pierre Cardin, Zara, Us Polo, LC Waikiki ile DeFacto gibi firmalara hizmet veren Fi Triko özellikle Temmuz ayından beri çok zor şartlar altında çalışıyordu. (https://www.sozcu.com.tr/dev-tekstil-firmasi-iflas-etti-mahkeme-kararini-acikladi-p105916)                       ***

Meclis'te çarpıcı protesto! Bakana istifa çağrısı -Deniz Ayhan-

TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda görüşmelerine başlanan Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmeleri protesto ile başladı. CHP'li vekiller yenidoğan çetesini ve Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu'nu protesto etmek için komisyon sıralarına bebek kıyafetleri koydu. Vekiller, 'bakan istifa' sloganları attı. Gerilimin artması üzerine Komisyon Başkanı Mehmet Muş, görüşmelere ara verdi.(https://www.sozcu.com.tr/meclis-te-carpici-protesto-bakana-istifa-cagrisi-p105818)                                                ***

Erdoğan 16 Yaşındaki Çocuğun Davasına Müdahil Oldu: Avukatı "Cezalandırılsın" dedi

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konvoyunun geçişi sırasında küfür ettiği iddia edilen liseli hakkında açılan dava gündemde. 16 yaşındaki genç, ifadesinde olayın yanlış anlaşıldığını söylerken, Erdoğan’ın avukatı ceza talebinde bulundu.(https://www.sozcu.com.tr/erdogan-16-yasindaki-cocugun-davasina-mudahil-oldu-avukati-cezalandirilsin-dedi-p105909)

                                                                      ***
(Sözcü)

T24 "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -20 Kasım 2024-

Teknopolitik: Teknolojinin izinde, dünyanın yeni düzeni -Füsun Sarp Nebil-

Teknopolitika ve askeri güçler arasında derin bir ilişki vardır; teknoloji hem bir araç hem de askeri etkinliği, stratejik kararları ve küresel politik dinamikleri etkileyen bir güç alanı olarak hizmet etmektedir.

Perşembe günü "3. İstanbul Siber-Güvenlik Forumu (İSF): Yeni Teknopolitik Siber Uzay ve Türkiye“ konferansında bir sunumum olacak. Bu sunum dolayısıyla teknopolitik ve askeri kuvvetlerin teknolojiyle ilişkisini, özellikle de 5G'nin  son durumunu çalıştım. Bu konuları okuyucularıma da 3-4 yazıda aktaracağım.

Zaten aynı kapsamda "dijital egemenlik" ya da "yerli haberleşme cihazları" derken "Ulak ne oldu?" diye düşündüğüm için, dün size bu dizinin ilk bölümünü "Kötü Biten Bir Başka Yerli Teknoloji Hikayesi diyerek, sunmuş oldum. O bölümün anlamını, eğer takip ederseniz yazı dizimiz sonunda daha iyi anlıyor olacaksınız.

Önce "Teknopolitik" kavramına yakından bakalım. Bu aynı zamanda benim T24 köşemin de adı. Çünkü artık, teknoloji dünyayı, ticareti, ekonomiyi, sağlığı, orduları yani her şeyi etkiliyor. Teknopolitik, teknolojinin dünya siyasetinde ve toplumsal yapıda oynadığı yeni rolü anlamak için kullanılan bir kavram. Bu kavram, teknolojinin ekonomik, politik ve kültürel dinamikleri nasıl dönüştürdüğünü ve yeni bir dünya düzeni inşa etmekte olduğunu anlatıyor. Teknoloji, artık sadece bir araç değil; sosyal, ekonomik ve özellikle de askeri alanlarda küresel güç dengelerini şekillendiren stratejik bir güç haline geldi.

Teknopolitik'in ana unsurları

Şimdi Teknopolitik'in neyi nasıl etkilediğine daha yakından bakalım;

1. Dijital ekonomi ve inovasyon yarişi Dijitalleşme, ekonomilerin dönüşümünü hızlandırarak verimliliği artırıyor ve yeni iş modelleri yaratıyor. Devletler ve şirketler, yapay zekâ, blokzincir, biyoteknoloji ve veri analitiği gibi alanlarda üstünlük sağlamaya çalışıyor. Teknolojiye yatırım yapan ülkeler ekonomik olarak güçlenirken, bu yarışa giremeyen ülkeler ekonomik bağımlılıkla karşı karşıya kalabiliyor.

2. Dijital egemenlik ve siber güvenlik Dijitalleşme ile birlikte, devletlerin "dijital egemenlik" kavramı önem kazandı. Siber saldırılar, bilgi güvenliği ve veri gizliliği gibi konular, ülkelerin güvenlik stratejilerinde ön plana çıkıyor. Siber casusluk ve veri savaşları gibi tehditler, devletler arasında gerginliğe yol açıyor ve güvenli dijital altyapıların inşasını zorunlu kılıyor.

3. Yapay zekâ ve otonom sistemler Yapay zekâ, hem ekonomik üretim süreçlerinde hem de askeri stratejilerde önemli bir rol üstleniyor. Otonom sistemler, savaş alanında ve güvenlik sektöründe insan gücüne olan ihtiyacı azaltarak stratejik avantajlar sağlıyor. Ancak, bu teknolojilerin kontrolü ve etik sorumlulukları üzerine ciddi tartışmalar yapılıyor.

4. Veri ve mahremiyet yönetimi Veri, dijital çağın petrolü olarak kabul ediliyor. Devletler ve şirketler, veriye dayalı karar alma süreçleri ile küresel ölçekte etkinlik kazanıyor. Bu da bireysel gizlilik haklarının ve veri güvenliğinin korunmasını zorlaştırıyor. Veri toplama ve işleme süreçlerinin düzenlenmesi konusunda küresel standartlara ihtiyaç duyuluyor.

5. Teknoloji ve sosyal yapı Teknoloji, toplumsal dinamikleri değiştiriyor ve yeni sosyal yapılar oluşturuyor. Sosyal medya, bireylerin bilgiye erişim biçimlerini ve iletişim tarzlarını dönüştürüyor. Dijital vatandaşlık, ifade özgürlüğü ve internet sansürü gibi konular, teknoloji ile toplumsal yapının kesişim noktasında önemli tartışmalar yaratıyor.

Teknopolitik ve geleceğe etkisi

Teknopolitik, gelecekte uluslararası ilişkileri ve toplumları derinden etkilemeye devam edecek. Teknolojiye hakim olan ülkeler, küresel güç dengesinde daha fazla söz sahibi olacaklar. Öte yandan, teknolojinin toplumları daha kapsayıcı veya daha bölücü bir şekilde nasıl şekillendireceği sorusu, politika yapıcıların üzerinde düşünmesi gereken önemli bir konu olarak karşımızda duruyor.

Bu bağlamda, teknopolitik kavramı, sadece teknolojik ilerlemenin değil, aynı zamanda bu ilerlemenin toplumlar, kültürler ve değerler üzerindeki etkilerini de anlamak için kritik bir araçtır.

Ancak daha önemlisi, teknopolitik kavramının ülke güvenliği ve askeri kuvvetler üzerindeki etkisini anlamaktır. Teknopolitik ile askeri kuvvetler (ordu) arasındaki ilişki, teknoloji, politika ve askeri stratejinin kesişiminde yer alır. Teknopolitik, teknolojinin politik, sosyal ve ekonomik güç yapılarını etkilemek için nasıl kullanıldığına atıfta bulunur ve ordu genellikle bu dinamikte merkezi bir rol oynar. İlişkinin temel yönleri şunlardır:

1. Askeri stratejide teknopolitika

Silah sistemleri geliştirme: Politik kararlar, insansız hava araçları, yapay zekâ destekli silahlar ve siber araçlar gibi gelişmiş askeri teknolojilerin geliştirilmesini yö

Askeri-endüstriyel kompleks: Hükümetler, savunma yüklenicileri ve endüstriler arasındaki teknolojik yenilik için iş birliği genellikle teknopolitik öncelikleri yansıtır.

Caydırıcı olarak teknoloji: Milletler, düşmanları caydırmak ve nüfuz sağlamak için teknopolitik bir strateji olarak nükleer silahlar veya hipersonik füzeler gibi son teknoloji teknolojilere yatırım yapar.

 2. Siber savaş ve dijital teknopolitik

Siber güvenlik: Ordular giderek daha fazla ulusal kritik altyapıları siber saldırılardan korumaya çalışmaktadır.

Saldırgan siber yetenekler: Ülkeler, güç yansıtmak veya rakiplerinin sistemlerini bozmak için siber cephanelikler geliştirir ve dijital teknolojiler üzerindeki kontrolün teknopolitik önemini vurgular.

Bilgi savaşı: Propaganda veya politik istikrarsızlık için bilgiyi manipüle etmek amacıyla teknolojinin kullanılması hem teknopolitik hem de askeri operasyonların kapsamına girer.

 3. Jeopolitik rekabet ve askeri teknopolitik

Silahlanma yarışları: Üstün askeri teknoloji için küresel rekabet, Soğuk Savaş'ta veya modern süper güçler (örneğin ABD ve Çin) arasında görülenler gibi teknopolitik güç mücadelelerini yansıtır.

Teknoloji egemenliği: Askeri olarak yerli teknolojiye güvenmek, yabancı sistemlere olan bağımlılığı azaltmak ve güvenliği artırmak için kullanılan bir teknopolitik stratejidir.

 4. Askeri örgütlenmede teknopolitik

Dijitalleşme ve yapay zekâ: Teknolojik gelişmeler, yapay zekâ tarafından geliştirilen karar alma süreçleri de dahil olmak üzere orduların nasıl işlediğini etkiler.

Otomasyon ve Robotik: Askeri bağlamlarda otonom insansız hava araçlarının ve robotların tanıtılması, stratejileri ve güç dengesini yeniden şekillendirir.

 5. Teknopolitik ve sivil-askeri ilişkiler

Gözetleme teknolojisi: Askeri düzeyde gözetleme araçları genellikle sivil yönetime girerek gizliliği ve sivil özgürlükleri etkiler, bu da teknopolitik tartışmalarda derinlemesine yer alan bir konudur.

Teknopolitikanın teknoloji politikasi üzerindeki etkisi: Bazı ülkelerde askeri öncelikler, Ar-Ge için fonlama da dahil olmak üzere ulusal teknoloji stratejilerini önemli ölçüde şekillendirir.

Örnekler:

Manhattan Projesi: Teknopolitik ve askeri hedeflerin nükleer silahlar yaratmak için bir araya geldiği ve küresel güç dinamiklerini değiştirdiği tarihi bir örnek. Siber Casusluk (örn. Stuxnet): Askeri ve siyasi aktörlerin stratejik hedeflere ulaşmak için ileri teknolojiyi kullanması için enteresan bir örnektir.

Özetle, teknopolitika ve askeri güçler arasında derin bir ilişki vardır; teknoloji hem bir araç hem de askeri etkinliği, stratejik kararları ve küresel politik dinamikleri etkileyen bir güç alanı olarak hizmet etmektedir. Bu nedenle yarın Askeri Kuvvetlerin hangi teknolojilere odaklanması gerektiğine dalacağız...  

                                                              /././

Medyada neler oluyor, yeni gazete ve televizyon için neler konuşuluyor?-Candan Yıldız-

Gazetecilikte birinci kural, bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusunu sormak.

Medyada olanlar siyasete ve ekonominin çarklarına dair çok şey söyler. Siyaset bulanık… Erken seçim hep olduğu gibi yine konuşuluyor. Medyadaki değişim de dikkat çekici…

Değişimden al haberi…

Sözcü’den ayrılan ekibin yeni gazete ve televizyon kuracakları haberlerine de bu bağlamda bakmak istedim. (Habercilikte yeni ana akımı temsil eden internet medyasında olan bitenler, Google algoritmasının değişmesiyle kayıp yaşayan bağımsız mecraların karşılaştığı zorluklar ve aldığı sermaye / kaynak desteği azalan / kesilen mecraların durumu, ayrı bir yazı konusu.)

Hatırlayacaksınız Sözcü’nün patronu Burak Akbay yurtdışında, “FETÖ’ye yardım” iddiasıyla yargılandığı davadan ceza aldı ve dosyası öğrendiğim kadarıyla Yargıtay’da…

Basılı gazeteler arasında en çok satan gazetelerden biri olan Sözcü’nün televizyonu yine hatırlanacağı üzere uzun süre açılamamıştı.

Kanal yayın hayatına başlamak için 1,5 yıl RTÜK'ten logo onayı beklemişti. Daha önce Turkuaz Medya Grubu bünyesindeki A Haber’i kuran Erdoğan Aktaş 2020’de göreve Sözcü’de gelmiş, 7 Temmuz 2021 tarihinde RTÜK tarafından logo değişikliğine onay verilmişti. Kanalın yayın hayatı 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri öncesine denk gelmiş, kanal 1 Mart 2023'te yayına başlamıştı.

Bu uzun girizgâhın nedeni, bir dönemin Hürriyet’i gibi Sözcü’nün kendi dönemindeki ağırlığının altını çizmek ve bugünlerde yazarlarını, editoryal kadrosunu kaybetmesinin nedenini yazmak.

Sözcü yazarlarını kaybediyor, zira hem içerde çeşitli anlaşmazlıklar var hem de yeni bir gazete ve televizyon kurulacak.

Bir ara parantez, Sözcü’nün bu kayıplara karşı basında etkili, ağırlığı olan isimlere teklif götürdüğünü de biliyorum.

Devam edelim…

Kurulacak yeni kanalın adı iddiaya göre Nefes… Bu isimle hâlen dijital yayın yapan bir mecra olduğunu da not edelim. Medyaya yeni bir Nefes mi, siyasetteki kutuplaşmaya karşı yeni bir Nefes mi olacak, henüz kesin bir şey söylemek için erken.

Ama medyaya yansıyan isimler “yeni Nefes” duygusunu çağrıştırmıyor. Gazetenin kurucu genel yayın yönetmeni Metin Yılmaz olacak. Yılmaz 17 yıl Sözcü’nün genel yayın yönetmenliğini yapmıştı.

Metin Yılmaz

Medya geleneğimizde Simavi’lerden Karacan’lara ‘gazeteci patronlar’ olageldi. En yakın bilinen isim de “Gücü Özgürlüğünde” sloganıyla yayın hayatına başlayan Habertürk’ün kurucusu, Haziran 2007’de hayatını kaybeden Ufuk Güldemir… CHP’den aktif siyasete atılan Tuncay Özkan da Kanaltürk’ün sahibiydi. KRT ile de ilişkiliydi.

Öğrendiğim kadarıyla Metin Yılmaz’la uzun yıllar beraber çalışmış, Sözcü’nün de avukatlığını yapmış İsmail Yılmaz kanalın sahibi görünüyor. Ama bu sahipliğin kâğıt üstünde olduğu söylentileri de yok değil. Zira Cumhuriyet’ten iki isme giden transfer teklifi “Gerçek patron kim” sorularına beklenen ölçüde yanıt verilmediği için reddedilmiş.

Gazetelerin az sattığı bir dönemde gazete çıkarmak büyük cesaret. Hele televizyon kurmak daha da büyük bir cesaret. Zira kuruluş ve operasyon maliyetleri milyon dolarlardan başlıyor.

Planlanan kanalın ana sponsorunun Türkiye’deki gayrimenkul sektörünün oyuncularından biri Erden Timur olduğu iddiası da gündeme geldi. Nef inşaat şirketinin sahibi Erden Timur Galatasaray Klubü’nün yöneticilerindendi. Timur, yıllar önce Güneri Cıvaoğlu’na verdiği söyleşide şirketi Nef ile ilgili şöyle demişti:

Hayata nefes alarak başlarız. Yaşama son nefesi vererek veda ederiz, o yüzden kurucusu olduğum şirkete de nefesten esinlenerek Nef adını koydum.

O Nefes şimdi bu medyaya mı ulaştı? Soruyu Erden Timur’la paylaştım. İddiayı yalanladı ve “Uzaktan yakından alakam yok” yanıtını verdi.

Nefes TV’nin başına geçecek ismin, 11 yıl boyunca yazdığı Sözcü’den kasım ayı başında ayrılan, aynı zamanda OdaTV’nin sahibi olan Soner Yalçın olacağı ifade ediliyor. Yalçın’ın adı, Tuncay Özkan’la kavgaları sürecinde “Yalı Partisi” haberlerine de konu olmuştu. Yalçın’ın siyasetin aktörleriyle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ekibiyle ilişkileri de biliniyor.

                                                                     Soner Yalçın

Sözcü’nün verdiği maaşların üç katı ücretler teklif ettiği konuşulan, tazminat kayıplarını taahhüt ettiği belirtilen Nefes’in, medya grubu inşa etme sermayesi bağlamında nefesi nereye kadar yetecek? Konuştuğum bir kaynak beş yıllık bir kaynaklarının olduğunu söyledi.

İkitelli’de 4 bin metrekarelik bir binanın iki katı gazetenin, iki katı da televizyon için planlanmış. Televizyon için KRT ile görüşüldüğü, ancak anlaşmaya varılamadığı da belirtiliyor. Hatta KRT’de maaşların 20 gün gecikmesi satışla ilişkilendirilmişti, ama anladığım kadarıyla el sıkışma olmamış.

Nefes gazetesi ve televizyonu nasıl bir boşluğu dolduracak? Nasıl bir yayın politikası izleyecek, iktidara muhalif mi olacak ya da kontrollü muhalefet mi yapacak? Bir gazeteci arkadaşım, AKP’li bazı isimlerin kendisine “O kanal bizim tarafın işi” dediği iddiasını aktardı, ben şüpheyle karşıladım. Başka bir söylenti de İmamoğlu’nu destekleyen iş insanlarının bu kanalın arkasında olduğu yönünde.

Rivayetler çeşitli…

Gazetecilikte birinci kural, bu değirmenin suyu nereden geliyor sorusunu sormak.  Bir avukatın kanal sahibi olması hayatın olağan akışını zorluyor, malum -ortalamanın çok üzerinde kazandığı tahmin edilen- Ersan Şen de kuramadı. Şen’in girişimcisi olduğu Ekol TV Yalıkavak Marina vakası ile gündeme gelen Mübariz Mansimov’a nasip oldu ya da olduruldu…

Ancak Nefes’in asıl patronunun kim olduğuna yönelik çeşitli rivayetlerin dolaşıma girmesi iktidarın iş çevrelerine yönelik yaptırım olasılığıyla da ilgili olabilir tabii… Ya da yıpranmama hakkı… Ancak elbette -varsa İsmail Yılmaz dışında- patron kim sorusunu sormak meşru ve doğru olan.

KRT için şimdilerde Sadettin Saran’ın sahibi olduğu Saran Medya’nın talip olduğu konuşuluyor.

                                                               Sadettin Saran

Benzer bir hareketlilik 31 Mart 2019 seçimleri sonrası ‘İmamoğlu yanlısı kanal’ olarak hedef gösterilen Olay TV’nin kurulması döneminde de yaşanmıştı. Ancak o kanalın ömrü sadece 26 gün oldu.

Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum; ancak bir dönemin hak ihlalleri haberleriyle bilinen Radikal gazetesinin isim hakkının da Demirören grubunca satıldığı veya devredildiği konuşuluyor.

Yeniçağ yazarı Yavuz Selim Demirağ, gazetenin genel yayın yönetmeni olduğu yönündeki haberler için “Aslı yoktur” dedi.

Ankara ekibi için ismi geçenlerden birinin, uzun süre Milliyet'te çalışan Ayhan Aydemir olduğu konuşuluyor.

Gazete patronunun kim olduğu yönünde ise Kanada'da faaliyet gösteren bir iş insanı olduğu söylentisi var

Medyadaki bu hareketliliği izini sürerek siyaseti okumak mümkün demiştim yazının başında… Ne olursa olsun, gazeteci gazeteciliğini, siyasetçi de siyasetçiliğini yapmalı. Başka amaçlar için araçsallaştırıldığında gazeteciliğin ne kadar büyük itibar kaybettiği konusunda yeterince tecrübe yaşamadık mı!

                                                                   /././

7,5 yıl sonra yapılan keşif ve sıfırlanan telefonlar -Tolga Şardan-

"Resmi keşif raporuna göre; Onur muhtemelen bilinci yerinde değilken, birden fazla kişi tarafından balkondan bırakılmış, hafif sol tarafına doğru yere çarpması sonucu balkon altına doğru yönelmiş. Sanıkların beyanları, Onur’un aktif atlama yaptığı şeklinde olmasına karşın, resmi rapor diğer düşme analizleri gibi Onur’un kontrolsüz / serbest ve ilk hızsız düştüğünü tasdik etti"

Ankara’da 2016’da Bilkent’teki bir sitede eğlenen lise öğrencisi dört gençten Onur Özkan’ın yüksekten düşerek ölümü ile sonuçlanan olayın adli soruşturma ve yargılama aşamasında yaşananlara devam ediyorum.

Olayın ardından başlatılan ve 63 ay süren savcılık soruşturması sonunda hazırlanan iddianameye geçmeden önce, gün ışığına çıkan bazı gariplikleri, Onur Özkan’ın babası Levent Özkan’ın anlatımıyla aktarayım:

“Pırıl pırıl bir evladın kaybı sonrası olay yerinde keşif yapılmasını ancak 7,5 yıl sonra sağlayabildik. 8,5 yılı aşkın bir süredir adaletin tecellisini bekledik. Adalete olan güvenimiz nedeniyle bu olayı basına ve sosyal medyaya düşürmedik.”

Oğlunun ölümü sonrasında gelişmeleri adım adım takip eden baba Levent Özkan, ortaya çıkan kimi delillerin yanında adli sistem içinde tespit ettiği ilginçlikleri şöyle anlattı:

“Soruşturma süreci devam ederken; üst aramasında bulunamayan, daha sonra sanıklar gözaltındayken kaçırılan ve olaydan 12 gün sonra Onur’un arkadaşlarından elde edilen cep telefonlarıyla ilgili hazırlanan resmi bilirkişi raporunda, görüntülerin silindiği ve cep telefonlarının sıfırlandığı belirlendi.

Bu konuda savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Açılan davada 3 polis memuru görevi ihmalden ceza aldı.

Aynı konunun soruşturma aşamasında cep telefonunun HTS’leri alınan, aynı zamanda sanık B.İ.’nin dayısı olan A.B.’nin, olayın yaşandığı gece yarısı saat 03:37’de görevli savcıyı aradığı ortaya çıktı.

Aynı kişinin, savcılık katibi E.B. ile ifade alınacağı gün ve sonrasında görüşmeler yaptığı anlaşıldı. Dayı A.B.’nin, dosyaya dilekçe verdiğimizde ve 26 Nisan 2016’da savcı ile ilk kez görüşebildiğimiz günde, diğer bir katip S.Y. ile çok kez telefon görüşmesi yaptığı tespit edildi.

HTS kayıtlarından; savcının daha Onur hayattayken sanık tarafı ile görüştüğü görüldü. Delilleri karartma nedeniyle açılan davada B.İ.’nin dayısı A.B. delil yetersizliği nedeniyle beraat etti. Davaya bakan Hakim G.H.’nin, B.İ.’nin avukatı Pınar Akgül Doğusoy’un hukuk bürosunda avukatlık yaptığını gördük.”

İddianamedeki anlatımlar

Onur Özkan’ın ölümü sonrasında savcılık soruşturmasının tamamlanmasıyla Özkan’ın ölümü sırasında aynı evde bulunan arkadaşları K.D., B.İ. ve A.S. hakkında “kasten öldürme” iddiasıyla Ankara Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.

Savcı Adem Akıncı’nın hazırladığı 19 sayfalık iddianamede şu tespitlere yer verildi:

“(…) Dört arkadaşın, A.S.’ye ait evde birlikte vakit geçirmek konusunda gün içinde anlaştıkları, bu kapsamda alkollü içecek ve yiyecek alan suça sürüklenen çocukların belirtilen adreste birlikte vakit geçirmeye, televizyon izlemeye, alkol almaya ve eğlenmeye başladıkları,

Aynı gün saat 21.37 sıralarında suça sürüklenen çocuk B.İ. ile maktulün birlikte dışarıya çıktıkları, bir süre dışarıda dolaştıktan sonra yeniden ikamete döndükleri, maktulün almış olduğu alkolden etkilenmesi nedeniyle suça sürüklenen çocukların maktulü duşa sokarak suyun altına tuttukları,

Bir süre sonra suça sürüklenen çocuklar ve maktul arasında sebebi belirlenemeyen bir sebeple çıkan tartışma neticesinde tarafların karşılıklı olarak birbirlerini darp ettikleri, maktulün kendisini korumak amacıyla ikamette bulunan şemsiyeyi eline alarak kendisini korumaya çalıştığı, maktulün elinde bulunan şemsiyenin olay esnasında kırıldığı,

Kavga esnasında suça sürüklenen çocukların birlikte maktulü yere yatırdıkları ve bu esnada başına darbe alan maktulün kafasından kan gelmeye başladığı,

Suça sürüklenen çocuk B.İ’nin ‘daha sonra salona geçip eşyaları fırlatmaya başlayınca, kendisine (Onur Özkan, Y.N.) zarar vereceğinden korkarak kendisine sarılıp yere yatırdıkları, kendisinin (Onur Özkan, Y.N.) daha güçlü ve kuvvetli olduğu için biraz zorlandıkları, bu sırada dudağının patladığı kan geldiği ve ‘kafam acıyor’ diye söyleyince kendisini bıraktıkları’ şeklindeki beyanı ve maktulun başında ölü muayene ve otopsi sırasında yaralanma tespit edildiği,

Maktulün bayılması üzerine olay yerine gelen ve kimlikleri tespit edilemeyen haklarında Cumhuriyet Başsavcılığımızın 2021/116753 soruşturma sayılı dosyası üzerinden ayrı bir soruşturma yürütülmekte olan kimliği belirsiz şüpheliler ile suça sürüklenen çocukların maktulün öleceğini düşünerek maktulü ikametin balkon penceresinden sırt üstü şekilde yere doğru bıraktıkları,

Tam bu esnada suça sürüklenen çocuk K.D.’nin kullanmakta olduğu telefon ile 112 Acil Servis Merkezi’ni ve 155’i arayarak ikamette bulunan arkadaşlarının intihar etmeye çalıştığı yönünde bildirimde bulunarak kayıt oluşturduğu,

Olay günü saat 23.46 sıralarında maktulün üzerinde sadece iç çamaşırı olacak şekilde ikametin balkon kısmından sırt üstü vaziyette yere düştüğü, maktulün düşmesinden kısa bir süre önce bir parçası ikametin içerisinde bulunan ve kavga esnasında mağdurun elinde bulunan şemsiye parçasının da binadan yere düştüğü ve bu şemsiye parçasının olay sonrasında bulunduğu yerden alınarak götürüldüğü,

Olay neticesinde Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırılan maktulün 17/04/2016 tarihli tıbbi belgelerine göre sağ parietal bölgede şişlik ve ödem, sağ periorbital ekimoz, sağ parietal bölgede laserasyon olduğunun kanda etanol düzeyinin 126,6 mg/dl olduğunun, BBT’de sol tempoparietal bölgede subdural mesafede hiperdens görünüm yaygın parankimal ödem bitemporal fraktürler olduğunun, kafa tabanında fraktürler olduğunun tespit edildiği ve devamında maktulün 17.04.2016 günü saat 05.00 sıralarında hayatını kaybettiğinin belirlendiği anlaşılmıştır. (…)”

Dikkat çeken ses analizleri

İddianamede, Özkan ailesince dosyaya sunulan özel bilirkişi raporuna yer verildi.

İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Elektronik Fakültesi’nde görevli öğretim üyesince hazırlanan bilirkişi raporundaki bilgiler şöyle yer aldı:

“(…) 23/03/2018 tarihli ‘14251334.wav’ isimli dosyada bulunan çeşitli arka plan gürültü aralıklarının tespit edildiği, bu kayıt içinde de kuşku duyulacak seslerin mevcut olduğu, bu kayıttaki en önemli bulgulardan birinin 70 Hz’lik yüksek geçiren süzgeç, ardından 600 Hz alçak geçiren süzgeç uygulaması sonucunda 0m32.125s - 0m38.216s zaman aralığında bariz duyulan ‘ölecek atalım’ sesi ve ardından da bir başka yetişkinin ‘niye burada duruyorsunuz diyorum’ sesinin çok berrak olmasa da duyulması olduğu,

Bir diğer önemli ayrıntının da bu dosyadaki ‘sen başla’ veya ‘sen başına mı vurdun’ sesi ile 4.

Dosyadaki ‘14251251.wav’ adlı dosyadaki ‘kim yaptı’ sesinin aynı kişiye ait olabileceği düşüncesi olduğu, bunun da gerek 112, gerekse de 155 görüşmelerinin arka planında aynı kişilere ait seslerin bulunabileceğine işaret etmekte olduğu. (…)”

İddianame yer alan tespitler bununla sınırlı değil elbette.

Adli Tıp Kurumu raporları, adı geçenlere ait ses dosyalarının çözümleri, sanıkları ifadeleri, tanıkların verdikleri bilgiler ayrıntılarıyla yer aldı.

İddianamenin sonuç bölümünde, Özkan’ın ölümünden sorumlu oldukları iddiasıyla üç gencin yargılanması talep edildi.

“Onur’un kontrolsüz düşüşü kanıtlandı”

Savcılık iddianamesi Haziran 2021’de tamamlanıp mahkemeye gönderildi.

Yargılama üç yılı aşkın devam etti. Ve dava, ekimde tamamlandı. Mahkeme, “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi gereğince üç gencin beraatine karar verdi.

Baba Levent Özkan, mahkemeden çıkan sonucu şöyle değerlendirdi:

“Ancak yargılama sonucu hazırlanan savcı mütalaasında sanıklar tarafından ifadelerde geçen çelişki ve yalanların bile dikkate alınmadığına, sanıkların aleyhine ve bizim lehimize olan hiçbir hususun mütalaaya konulmadığına, tam aksine sadece sanıkların lehine olacak şekilde cımbızlanarak mütalaa oluşturulduğuna şahit olduk. Bu mütalaa sonrası ‘şüpheden sanık yararlanır’ denilerek beraat kararı verilmesi sonrası adalete boşuna güvendiğimizi geç de olsa anlamış olduk.

Yıllarca taleplerimize rağmen keşif yapılmamış, dava sırasında talep ettiğimiz keşif işlemi ile ilgili karar her defasında bir sonraki duruşmaya ertelenirken; üçüncü duruşmada, 29 Haziran 2022’de, henüz keşif yapılmamışken, ‘dosyanın geldiği aşama, delillerin büyük ölçüde toplanmış bulunması da göz önünde bulundurularak suça sürüklenen çocuklar hakkında verilmiş bulunan adli kontrol kararlarının kaldırılmasına” kararı verildi.

15 Kasım 2022’deki dördüncü duruşmada, ODTÜ’den alınan düşme raporu dosyaya sunuldu. Bu rapor da daha önce alınan düşme raporlarını destekleyen bir rapordur. Nihayet 16 Mart 2023’teki beşinci duruşmada keşif yapılmasına karar verildi. Keşif tarihi, 1 Haziran 2023 olarak belirlendi.

Keşif işleminin Polis Kriminoloji’den 3 kişilik bir heyet ile yapılması kararlaştırıldı. 1 Haziran’da keşif iptal edildi. 29 Eylül 2023 tarihine atıldı. Keşiften birkaç gün önce mahkeme heyeti değişti. Dosya, 2 no’lu heyete geçti. 2 no’lu Heyet Başkanı, dosyaya son derece hakim bir şekilde keşfi yönetti. Ve, 31 Ekim 2023’deki duruşmaya Polis Kriminoloji uzmanlarının resmi keşif raporu sundu.

Resmi keşif raporuna göre; Onur muhtemelen bilinci yerinde değilken, birden fazla kişi tarafından balkondan bırakılmış, hafif sol tarafına doğru yere çarpması sonucu balkon altına doğru yönelmiş. Sanıkların beyanları, Onur’un aktif atlama yaptığı şeklinde olmasına karşın, resmi rapor diğer düşme analizleri gibi Onur’un kontrolsüz / serbest ve ilk hızsız düştüğünü tasdik etti.”

Onur Özkan’ın ölümüyle ilgili yargı süreci, şimdi istinafta devam edecek.

                                                                  /././

"Konser" soruşturması: Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde 2 yöneticiyi geçici olarak görevden aldı

Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde konserlerle ilgili devam eden soruşturma kapsamında Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Başkanı Haluk Erdemir ve Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Koordinatörü Hacı Ali Bozkurt, soruşturma sonuna kadar geçici olarak görevden alındı.(https://t24.com.tr/haber/ankara-buyuksehir-belediyesi-ne-konser-sorusturmasinda-2-kisi-aciga-alindi,1197700)

                                                                     ***

(T-24)

soL "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -19 Kasım 2024-

NATO ve Türkiye üniversiteleri (II): Erdoğan’a gülümseyen bir NATO’cu akademisyenin portresi -Evin Nagehan-

Şişirilen "muhalif" imajı kariyeri açısından işlevsel olan eski Boğaziçi rektörü Gülay Barbarosoğlu, akademik kariyerinin önemli bir bölümünde NATO projeleri için çalışmış bir endüstri mühendisi.
Yazı dizimizin ilk bölümünde İstanbul Üniversitesi’nde NATO’nun halkla ilişkiler faaliyeti olarak yürüttüğü projeleri ele almıştık. Bu ikinci yazıda ise Boğaziçi Üniversitesi’nde 2012-2016 yılları arasında rektörlük yapmış olan sembolik bir isim olan Gülay Barbarosoğlu’nun gerçekleştirdiği NATO projelerine ve siyasi ilişkilerine odaklanacağız. Yazı dizimiz kapsamında Barbarosoğlu’nun yanı sıra onunla bir dönem aynı NATO Projesi’nde çalışmış olan TSK mensuplarından bugün akademide olanlarının üniversitelerde yaptıkları NATO projelerine de yer vereceğiz.

Gülay Barbarosoğlu kamuoyunda Boğaziçi Üniversitesi’nde 2016 yılında yapılan rektörlük seçimlerinde oyların ezici çoğunluğu almış olmasına rağmen AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından görevine atanmamış olmasıyla kamuoyunda tanınıyor. Liberallerin ve bir kısım solcunun da şişirmesiyle oluşan bu ‘muhalif’ imajı ise oldukça yanıltıcı fakat Barbarosoğlu’nun kariyeri açısından işlevsel. 

Barbarosoğlu, akademik kariyerinin önemli bir bölümünde, 2001-2010 yılları arasında, NATO projeleri için çalışmış olan bir endüstri mühendisi. Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü müdürlüğü ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Endüstri Mühendisliği ve Finans Mühendisliği bölüm başkanlıkları da yapmış olan Barbarosoğlu, 2018’den beri Koç Holding bünyesindeki şirketlerin kurul ve komitelerinde yer alıyor ve Hisar Eğitim Vakfı genel müdürlüğünü yürütüyor, 2019’dan beri de Özyeğin Üniversitesi Mütevelli Heyeti’nde yer alıyor. 

İlginçtir, Ortadoğu Teknik ve Boğaziçi gibi üniversitelerde akademik ‘inbreeding’i (akraba evliliği) önleme gerekçesiyle bir eğilim olarak yurtdışındaki üniversitelerde, tercihen ABD’dekilerde, doktora yapmış olan akademisyenlere tam zamanlı kadro verilir. 1985’te Boğaziçi’nden doktorasını almış olan Müzeyyen Münire Gülay Doğu, bu geleneğin tek istisnası olmasa da önemli bir tanesi.

Barbarosoğlu’nun NATO projesi ve takım arkadaşları

2001-2005 yılları arasında NATO Araştırma ve Teknoloji Örgütü’nde takım liderliği yapmış olan Barbarosoğlu, 2002-2010 yılları arasında ise bu örgütte Türkiye’nin ulusal temsilciliği görevini üstlenmiş. 

Biraz teknik bir mesele de olsa mühendis dostlarımızın da yardımıyla Barbarosoğlu ve ekibindekilerin 2005’te tamamlanan bu projede yaptıklarından kısaca bahsedelim. Projenin başlığı ‘Afet Yardımı ve Askeri Operasyonlarda Helikopter Görev Planlaması için Bilgisayar Tabanlı Karar Destek Aracı’.  Projede NATO helikopterlerin rotasını optimize eden birkaç tane problem ele alınmış. Yani bir afet veya askeri operasyon senaryosunda elde bulunan NATO helikopterlerinin müdahalesi için bunların uçması gereken toplam mesafe; rota, yakıt, kargo kapasitesi, helikopter sayısı vs. kısıtlar altında minimize ediliyor (en küçük miktara indiriliyor). İşin sonunda hangi helikopter hangi noktaya gitsin, ne kadar materyal veya insan taşısın, ne kadar insanı oradan çıkarsın, hangi pilotla uçsun, yakıt alınması gerekiyor mu gibi kararlar veriyor. Yani, uzun lafın kısası, NATO denilen savaş makinasının optimal koşullar altında hareket etmesi için senaryolar geliştiriliyor. 

Her ne kadar başlıkta ‘afet yardımı’ ifadesi geçse de 6 Şubat depremi sonrasındaki gelişmelerden, hükümetin orduyu deprem bölgesinden uzak tutma kararından biliyoruz ki bu projeler halkımıza felaket anında yardımcı olmak için değil, daha ziyade NATO’nun kanlı operasyonlarına hazırlık için yapılıyor. Akademide zaten genelde böyledir, ‘topluma şöyle yararlı böyle yararlı’ diye pazarlanan projeler ya üniversitelerin halkla ilişkiler faaliyeti olmaktan öteye gidemez, ya da gerçekten bir işe yarıyorlarsa, yerli-yabancı sermayenin ve onun kolluk kuvvetlerinin çıkarları içindir. 

                                                      /././

Kürt siyasetinde İsrail yoklaması: Genişlemek isteyene potansiyel müttefik pazarlanıyor -Özkan Öztaş-

Son günlerde Kürt siyasetinin farklı veçhelerinden gelen İsrail mesajları, tüm kesimlere mesaj veriyor: "Gelin Türkiye'yi birlikte büyütelim ya da İsrail'le ilişki kurmaya hazırız."

Kürt siyasi dünyasında arka arkaya İsrail yoklaması çekiliyor. Tepkilere bakılıyor, ayarlar yapılıyor ve yeniden gaza basılıyor.

Çeşitli Kürt siyasi hareketlerinden "gerekirse Kürtler İsrail'le masaya oturur" çıkışları geliyor, paneller düzenleniyor, eylemlerde İsrail bayrakları dalgalanıyor.

Bu arada İsrail cephesi de bu çıkışları karşılıksız bırakmıyor. İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, geçen hafta Kürtleri "İsrail'in doğal müttefiki" gördüklerini dile getirdi ve Kürtlerle ve bölgedeki diğer azınlıklarla daha güçlü bağlar kurulması çağrısı yaptı.

Şimdiye kadar ortaya çıkan tablo, henüz ilişkinin adının konulmadığını ama süregiden flörtte iki tarafın da birbirini yüreklendiren jestlerden kaçınmadığını gösteriyor.

KCK'li Aydar: 'Türkiye Kürtlerle birlikte genişleyebilir, büyüyebilir'

Saar'ın Kürtlere göz kırpan açıklamasının ardından Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Yürütme Kurulu üyesi Zübeyir Aydar, bir televizyon kanalında konuştu. Aydar, İsrail'le iletişim kurmaya açık olduklarını ve bunun diplomatik açıdan Kürtlerin en doğal hakkı olduğunu ifade etti. 

Kürt hareketinin önceliğinin komşu halklarla barış içinde bir arada yaşamak olduğunu vurgulayan Aydar, “Türkler, Araplar, Azeriler ve Farslarla birlikte yaşıyoruz. Önceliğimiz onlarla barış içinde yaşamaktır. İlk öncelik komşumuzun kapısını çalmaktır" dedi.

İsrail, bir yıldır başta Filistinliler olmak üzere Ortadoğu halklarına kan kusturuyor.

Türkiye ile olan "yeniden çözüm süreci"nde sonuç alınamazsa İsrail'le de ilişki kurabileceklerini ifade eden Aydar, Kürt hareketinin özellikle Filistin konusunda İsrail'in politikalarına karşı çıkmasına rağmen İsrail'le ilişki kurabileceğini söyledi. Aydar, "İsrail ile ilişki kurabiliriz. Bölge halkları barış içinde bir arada yaşamalı" dedi.

"Dünyanın her yerinde yeni 3. Dünya Savaşı tartışmaları devam ederken Türkiye Kürtlerin kapısını çalmazsa birileri gelir Kürtlerin kapısını çalar. Biz öncelikle kendi komşumuzun, Türkiye'nin kapısını çalmaktan yanayız. Türkiye Kürtlerle birlikte büyüyebilir, genişleyebilir. Çağrımız budur, gelin Türkiye'yi Kürtlerle birlikte büyütelim. Ama olmazsa sonuçta üçüncü çizgi temelinde Kürtler herkesle ilişki kurabilir. Kendi programları temelinde temasa geçebilir."

Tıpkı ilki gibi şimdiki "çözüm süreci" de, açıktan dile getirilmese de, Türkiye'nin Irak ve Suriye'deki etki alanını genişletmesi olasılığına yaslanıyor. Aydar, Türkiye'yi İsrail'le tehdit ederken, sınırları genişletmeyi vadediyor.

Geçen hafta TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan'ın "çözüm olacaksa bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde olacak" sözleri, Kürt medyasında gündem olmuştu.

Nabız yoklaması: PKK mitinglerinde İsrail bayrakları

Almanya'da Öcalan'a tecritin kaldırılması için düzenlenen bir mitingde açılan İsrail bayrakları gündem olmuş ve tepki çekmişti. 

28 Eylül tarihinde Köln'de yapılan mitingde açılan İsrail bayrakları, PKK açısından bir ilk.

Bu adımların, birer nabız yoklaması niyeti taşıdığı ve tepkilerin gözlemlendiği anlaşılıyor. Yoklamalar, yurtdışıyla sınırlı değil. 

Yeni Yaşam gazetesinde Haydar Ergül imzasıyla 11 Kasım'da yayımlanan "Ortadoğu’da hareket Kürtlere bereket getirir" başlıklı yazı da tartışmalara neden oldu. ABD seçimlerin, Trump'ın kazanmasının ardından kaleme alınan yazıda Ergül, "Kürtler şu anda Medlerden sonra tarihlerinin en görkemli ve kudretli dönemlerini yaşıyorlar. Özgürlüğe çok yakınlar. Dolayısıyla Kürtler, kendi öz gücünü daha da örgütleyip büyütecekler. Amerika’nın yeni durumu, bölgeyi hareketlendirme ihtimalini artırır. Ortadoğu’da hareket, Kürtlere bereket getirir" dedi ve "Örneğin, İran-İsrail’in olası bir savaşı fırsat yaratabilir. Daha değişik gelişmelerin olma ihtimali var. Suriye’nin meselesi de var" diye ekledi.

28 Ekim tarihinde Almanya'nın Köln şehrinde PKK'nin düzenlediği Öcalan mitinginde açılan İsrail bayrakları gündem oldu.

'Kürtlerin devletsizliğini en iyi Yahudiler anlar'

PKK cephesindeki nabız yoklamaları, Kürt siyasetinin başka aktörlerince daha cüretkar şekilde yapılıyor.

Partiya Kurdistani (PAKURD) eski genel başkanı ve Kürt siyasetçi İbrahim Halil Baran, "İsrail-Kürt İttifakı Yeni Ortadoğu İçin: Gelecekteki Riskler ve Fırsatlar" konulu panelde, Kürtlerin devletsizliğinden en iyi Yahudilerin anlayacağını öne sürdü. 

Baran, Kürtlerle Yahudilerin tarihte benzer şekilde soykırımlara uğradığını, göçlere ve katliamlara maruz kaldığını belirtti: "Bütün sorunlara aynı şekilde maruz kaldık. Üstelik Kürdistan'ın tarihinde hiçbir zaman antisemitizm görülmemiştir. Kürdistan'da pek çok sinagog ve Yahudi mezarı var ve Kürtler hepsini diğer dinler gibi koruyor. Siyasi olarak da dört parçada Kürtler İsrail ile büyük bir ittifak yapmaya hazır. Türkler, Araplar ve Farslar Kürtleri asimile ederken antisemitik düşüncelerini Kürtlere bulaştırıyorlar. Bugün gurur duyarak söylüyorum ki Yahudilerle Kürtler arasında hiç bir düşmanlık yoktur. Dostluk vardır. Ama dostluğumuz gecikirse düşmanlarımız bizi de birbirimize karşı düşmanlaştırırlar."

Baran Ortadoğu'nun yeniden şekillenmesinde Kürtlerin acele etmesi ve tarihi fırsatı kaçırmaması gerektiğini vurguladı.

'İsrail, Kürtler için bir devlet yaratabilir'

İsrail'den ve Avrupa'dan pek çok Kürt, Yahudi ve Avrupalı akademisyenin dinlediği panelde Baran, söz konusu Rojava ve İsrail olduğunda İran'ın ortak düşman olduğunu ifade etti: "İsrail güçlü bir ülkedir ve 7 Kasım saldırılarından sonra Ortadoğu'nun yeni lideridir. Amerika ve Avrupa üzerindeki etkisini kullanarak Kürdistan'ın bütün parçalarında yeni bir devlet imkanı yaratabilir. İsrail, İran'a yaptığı operasyonlarda, oradaki Kürtlerin özgürlüğünü ve statüsünü de esas almalı. İran'ın saldırılarına karşı Güney Kürdistan'ı (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni) korumalı. İsrail Rojava'ya askeri ve diplomatik olarak destek vermeli. Kürtler, İsrail'in yeni bir Ortadoğu vizyonuna ortak olarak katkı sağlayabilir. Radikal İslama karşı mücadele için, istikrar için ve gerçek bir barış için birlikte mücadele edebilir"

Baran, bölgedeki ABD çizgisini savunuyor. Bir sosyal medya açıklamasında "Biz Kürtler, hem baba hem de oğul Bush'u Kürt halkının iyi dostları olarak hatırlayacağız. Eğer onlar gibi bağımsız bir Kürdistan'ın yolunu açarsanız, heykelinizi Kürdistan'ın en görkemli meydanlarından birine dikeceğiz" dedi. 

Amerika'da yaşayan Kürt gazeteci ve ABD lişkileri uzmanı gazeteci Mutlu Çiviroğlu da İbrahim Halil Baran'ın yaptığı girişimi çok önemli bulduğunu söyledi. Çiviroğlu, sosyal medya paylaşımında "Bir Kürt olarak İsrailliler ile yaptığı yayından sonra burada Amerika'dan da telefonlar aldım. Soranlar merak edenler oldu. Bunlar önemli" dedi.

"İsrail-Kürt İttifakı Yeni Ortadoğu İçin: Gelecekteki Riskler ve Fırsatlar" başlıklı paneli TRT'nin "PKK etkinliği" olarak duyurmasına İbrahim Halil Baran içerledi, 'Golü biz atıyoruz skoru diğerlerine yazıyorlar' tepkisi verdi.

İsrail-Kürt ilişkileri özellikle Irak'ta güçlendi

İsrail'in Kürtlerle yakınlaşması, özellikle Irak Kürdistanı'nda yaşandı.

2003'te ABD'nin Irak'ı işgal etmesinin ardından ortaya çıkan Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile İsrail arasındaki ilişkiler, zaman içinde derinleşti. IKBY, yasal olarak Irak içinde özerk bir bölge olmasına rağmen, fiili olarak bağımsız bir yönetim sergiliyor ve İsrail'le doğrudan ilişkiler kuruyor.

Kürt bölgelerinden çıkarılan ham petrol, savaş halini sürdürmek için yakıta muhtaç olan İsrail'in en önemli kaynaklarından biri. Bu durum, IKBY'nin ekonomik kalkınma arayışıyla İsrail'in enerji ihtiyaçları arasında bağ kuruyor.

Daha 2004'te New Yorker dergisinde yayımlanan bir makale, çiçeği burnunda IKBY'deki peşmerge kuvvetleriyle İsrail arasında askeri işbirliği olduğunu yazmıştı.

2017'de IKBY parlamentosu tarafından alınan ve Irak merkezi hükümeti tarafından tanınmayan bağımsızlık yolundaki kararı ilk destekleyen de İsrail’di.

Kürdistan doğalgazı, Erdoğan ve Barzani: Enerjinin yeni haritası (https://haber.sol.org.tr/haber/kurdistan-dogalgazi-erdogan-ve-barzani-enerjinin-yeni-haritasi-357655)

İsrail’in bölgedeki ilişkileri 2: Kürdistan’la bağımsızlık ve petrol kardeşliği (https://haber.sol.org.tr/haber/israilin-bolgedeki-iliskileri-2-kurdistanla-bagimsizlik-ve-petrol-kardesligi-385530)

                                                             /././

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -27 Temmuz 2025-

Büyük eşitsizlik: Ford CEO’sunun 2 saatlik geliri, Ford işçisinin yıllık gelirine denk -Uğur Zengin- Henry Ford’un geçmişi oldukça kirliydi....