Bin Ladin'den Colani'ye: Gençlik hataları! + El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ…(I) - duvaR

Bin Ladin'den Colani'ye: Gençlik hataları!-Kavel Alpaslan-Başta Batı merkezli medya olmak üzere, içeride ve dışarıda pek çok isim, Colani’nin IŞİD geçmişini ya da El Kaide’nin Suriye ayağını örgütlemiş oluşunu bir ‘gençlik hatası’ olarak pazarlıyor. Korkunç bir belirsizliğin ve endişenin hakim olduğu Suriye, bu isimlere göre ‘umut verici yarınlara doğru emin ellerde’.

Hepimizin önüne defalarca gelmiş 1993 tarihli bir haber küpürü var: The Independent gazetesinin yayınladığı Usame bin Ladin ile yapılan röportaj. ‘Sovyet karşıtı savaşçı, ordusunu barış için yola koydu’ manşetli bu haber, sık sık ABD dış politikasının fütursuzluğunu ifade etmek için karşımıza çıkıyor.

Sebebi basit, Robert Fisk’in yaptığı bu röportajda ‘Suudi iş insanı’ olarak tanıtılan Bin Ladin, Afganistan’a getirdiği savaşçılarla cihat başlatacağı iddialarını reddederek “Ben bir inşaat mühendisi ve agronomistim. Eğer burada, Sudan'da eğitim kampları kursaydım, muhtemelen bu işi yapamazdım” diye konuşuyordu. Yıllar içinde Fisk, Bin Ladin ile birkaç röportaj daha yapacak, iş insanı sıfatı önce ‘Arap isyancı lidere’, sonra ‘teröriste’ dönüşecektir.

Independent 1993

*

Sovyetler Birliği’nin etki alanını kırmak isteyen ABD’nin Afganistan’da cihatçılara yönelik desteğini bugün gayet iyi biliyoruz. ABD sadece Sovyet destekli yönetime karşı savaşan cihatçıları özgürlük savaşçıları olarak sunarak desteğini manevi boyutta sınırlamamış, aynı zamanda stinger füzeleriyle özdeşleşen askeri ve lojistik olanakları cihatçılar için seferber etmişti.

Doğrusunu isterseniz tüm bu sürecin ardından ABD’nin Afganistan’da yürüttüğü siyasetin, ülkedeki toplumsal hayatı nasıl bir bütün olarak çürüttüğünü belgelemek için eski röportajlara dönmeye ihtiyacımız yok. Ülkenin son 30-40 yıl içerisinde geri dönüş yokmuşçasına yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği yıkım, hepimizin rahatlıkla takip edebildiği bir dönem dahilinde yaşandı.

Suriye’de yaşanan yıkımın arkasında ise yine benzer stratejilere ve aktörlere rastlıyoruz. Geldiğimiz noktada Şam’ın yönetimi artık Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) lideri Ebu Muhammed el-Colani’nin elinde. Eskiden ‘IŞİD’in Suriye Emiri’ ya da ‘El Kaide lideri’ olarak bildiğimiz bu isim, ABD, Türkiye ve İsrail’in son derece açık desteği ile Esad yönetimini devirdi.

*

Sadece bu sebeple bile, ABD’nin gerisinde daha fazla sorundan başka bir şey bırakmadığı Afganistan, Irak, Libya ya da Yemen örneklerini tekrar okumak faydalı olacaktır. Benzerlikleri ve farklılıklarına karşın yıkıcı etkileri olan umursamaz müdahaleler olmaları noktasında ortaklaşan deneyimlerden söz ediyoruz ne de olsa.

Ancak bu deneyimler kadar, meselenin ‘parlatma’ boyutuna odaklanmak gerekebilir. Suriye’de ülkenin anahtarı teslim edilen kişi IŞİD ya da El Kaide ile anılıyor. Yine de kimileri çetelerden çok çetecilik yaparak ‘Suriye’yi bekleyen güzel yarınlardan’ söz edebiliyor. Hem de henüz bu doğrultuda birkaç röportaj ve beyanat hariç hiçbir adım atılmamışken. Elimizdeki tek somut veri, bu örgütlerin ve liderlerinin geçmişleriyken.

Son günlerde Suriye’de yaşanan gelişmelerin hızı çarpıcı. Sözünü ettiğimiz aktörlerin arka planı ise net bir şekilde tüyler ürpertici. Buna karşın burjuva-liberal kalemler, her zamanki gibi heybelerinde taşıdıkları beyaz boyalarla, geçmişi tek taraflı vaftiz etmeye başladılar. Henüz Şam’da dumanlar tüterken iktidardaki cihatçı çeteleri öven, zalimden aman dileyen bir koroyu dinler olduk.

Bugün başta Batı merkezli medya olmak üzere, içeride ve dışarıda pek çok isim, Colani’nin IŞİD geçmişini ya da El Kaide’nin Suriye ayağını örgütlemiş oluşunu bir ‘gençlik hatası’ olarak pazarlıyor (Hoş çok bir önemi yok ama ‘gençlik’ diye bahsedilen dönem öyle fi tarihi falan da değil, bundan beş-on yıl öncesinden bahsediyorlar). Korkunç bir belirsizliğin ve endişenin hakim olduğu Suriye, bu isimlere göre ‘umut verici yarınlara doğru emin ellerde’.

Neredeyse her gün böyle bir havayı teneffüs ediyoruz. Sözde muhalifinden, ılımlı-ılımsız muhafazakarına… herkes zihnimizde üç aşağı beş yukarı benzer ‘umutları’ inşa etme telaşında. Nereye baksak karşımıza çıkan bu orkestrayı uzun uzun tanıtmaya gerek yok. Ama yine de yakından tanık olduğumuz bir örnek verelim. Son olarak ‘muhalif gazeteci’ görünümlü bir burjuva-liberal YouTuber, Türkiye’nin sağladığı imkanlar çevresinde Halep’e gitti ve kendine sunulan güvenlik çemberinin içerisinde bize HTŞ’nin kurduğu düzeni övmeye başladı. Sadece üç beş bayat lafı ezbere tekrar edip geri dönse yine iyi… Kendisine sunulan ‘turun’ sınırları dar olsa gerek ki ne yapacağını şaşıran bu YouTuber, bize Halep duvarlarındaki bir çıkartmayı göstererek ‘HTŞ’nin kararlarına QR kodu ile ulaşılabildiğini’ aktarıyor! Daha önce kendisinin alenen Siyonizm savunuculuğu yaptığını da hatırlayacak olursak, bugün kendisine yakışan tavrı alarak cihatçı çetelerin dümen suyuna girdiğini söyleyebiliriz.

Örnekleri çoğaltabiliriz. Batı basınının hemen hemen her ‘hikmetinden sual olunmaz’ medya kuruluşunda buna benzer sözler eden kalemler var. Kimisi daha açık, kimisi daha örtülü olarak Colani gibi IŞİD ve El Kaide’nin şekil verdiği birinin örgütünde mavi boncuklar buluyor.

*

Burada yazının başından dolayı şöyle bir sonuca varacağımızı öngörenler olabilir: “Dün Bin Ladin’i pazarlayanlar şimdi aynısını Colani ile yapıyor.” Fakat maalesef bu fazla kaba bir çıkarım olacaktır.

Fisk’in röportajını daha farklı bir açıdan şöyle düşünelim: Bin Ladin’in o tarihlerde sicili, Colani kadar açık bir şekilde dolu değildir, bu sebeple daha sonra yaşayacağı ‘radikal dönüşümden’ de sorumlu tutulamayabilir. Doğru, Afganistan’daki cihatçıların ülkenin başına açabileceği işlerin kokusu çok uzaklardan dahi duyulabilir vaziyettedir. Hatta sadece Afganistan da değil; ABD’nin daha önce Latin Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da hangi paramiliter gruplarla ne tür işler çevirdiği, o günlerde de gayet iyi biliniyordu. Yine de en ‘iyimser’ tahminle çarpık da olsa böyle bir böyle bir değerlendirmeye ulaşabiliriz.

Oysa Colani ve onun örgütü HTŞ için aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Meseleye istediğimiz kadar iyimser, hatta safça bakalım, her şey çok daha açık ve çok daha ortada değil mi? 

Güncel gelişmeleri şimdiki zamandan soyutlayarak değerlendirmek imkansızdır. İster istemez anın hızı gerçeği bulanıklaştırır. Hikayenin bütünü su durulaştıkça ortaya çıkar. Fakat biraz da olsa şu son haftalarda yaşananlara üçüncü bir gözle bakmaya çalışalım. Bahsettiğimiz kişi amasız, fakatsız, resmi olarak IŞİD’in eski Suriye emiri mi? Evet. El Kaide’nin Suriye ayağını örgütleyip, El Nusra’dan HTŞ’ye biçim değiştirdi mi? Evet. Tüm bu savaş yılları içinde ortaya herhangi bir ‘çoğulcu’ toplumsal pratik koydu mu? Hayır. O halde nasıl oluyor da 1-2 hafta içerisinde etrafımızda bu adamın sözleri geçer akçe sayılabiliyor?

O zaman kendimize şu soruları sorarak bitirelim: Herkesin sözde vakıf olduğu bir geçmiş, hiçbir kuşkuya yer vermeden gözümüzün önünde duruyorken nasıl oluyor da kimileri aynı manşetleri atmaya devam edebiliyor? Nasıl oluyor da burjuva-liberaller, bize utanmadan ve usanmadan Colani’yi ‘ılımlı’ olarak pazarlayabiliyorlar? Daha kaç Libya, kaç Irak, kaç Afganistan gerek bu insanların zihnindeki çarklarda az da olsa bir şeylerin değişmesi için?

Şu deneyimlenmiş bir gerçek ki ABD elinden elli tane daha Afganistan felaketi de yaşansa, aynı kanallar, aynı gazeteler, aynı isimler çıkıp bize elli birinciyi pazarlayacaklar. Ellinci bir anda ‘çalınmış deneyime’ dönüşecek. Ne de olsa ‘artık zaman değişti’ denecek.

Bunu öyle ‘gizli bir güç oldukları için’ ya da ‘şeytani odaklardan para aldıkları için’ falan da yapmayacaklar; tarihin nehri gürül gürül akarken, onlar Burjuva-liberal balçığın kokuşmuş suyunda tekrar tekrar yıkandıkları için canı gönülden yapacaklar.

Zaman değişiyor değişmesine. Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Su, giderek daha hızlı akıyor, bulanıklaşan sularda gerçeklerin ayırdına varmak giderek daha da zorlaşıyor. Peki bize derenin akışını anlatacak olanlar kimler? Kendilerine dere kenarında bir bent kurup, balçık içinden ‘zamanın değiştiğini’ duyuranlar mı dersiniz? Onların buldukları boncuklar ancak kendilerine yeter. 

Aslolan nehrin akıntılı kısmında kalmak, taşkınlarla dolu da olsa gerçeğin değişen sularında yıkanmak.

                                                   /././

El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ…(I) -Ümit Kıvanç-

Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.

Değerli okurlar, elime kızılcık sopamı aldım, haritamı açtım, sizi azıcık geçmişe götürüp getirmeye hazırlanıyorum. Suriye’de olan biten belki sizi şimdiye kadar o kadar da ilgilendirmemiştir. Lâkin bundan sonra mecburen ilgilendirecek. Bu yüzden, herkesin başka yöne çekiştirip ille de kendi güncel çıkarlarına göre tarif ve tasvir ettiği bir yakın tarih anlatısını yaldızından da çamurundan da arındıralım, komşu devletin üç-beş günde yıkılıp yeniden kurulması sürecine öncülük edenler kimlerdir, nereden nereye gelmişler, ne olmuş, ne olabilir, anlayalım. Ki, kendimizi eli çubuklu yalancılar aracılığıyla tek merkezden pompalanan yalan yanlıştan koruyabilelim.

Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.

IRAK EL KAİDE’Sİ

Bol kanlı mezhepçi cihatçı mücadelenin simgeleşmiş ismi Ebu Musab el-Zerkavi, uzun çekişmeler sonucunda El Kaide merkezine biat etmiş, Irak El Kaide’si (aslında “İki Nehir -Dicle, Fırat- Topraklarındaki El Kaide”) böylece oluşmuştu. Bu örgüt önce başka örgütlerle birleşip Mücahitler Şura Meclisi halini aldı, Zerkavi’nin 2006 Haziran’ında öldürülmesinden sonra başa geçen Ebu Eyüp el-Masri (Ebu Hamza el-Muhacir) döneminde Irak İslam Devleti’ne (IİD) dönüştü. Başına Ömer el-Bağdadi (“IŞİD/DAİŞ Halifesi olarak 2014’te, Musul’da karşımıza çıkacak olan Ebubekir el-Bağdadi değil) geçti. Örgütün Musul kolunun başındaki adam (Ebu Kesvere el-Mağribi) 2008’de ölünce, “Ninova Vilayeti Operasyonlar Şefi” makamına Irak’ta cihata katılmak için Suriye’den gelmiş yetenekli bir genç geçti: Ebu Muhammed el-Colani (Cevlani).

İddiaya göre, Amerikalıların Irak-Kuveyt sınırı yakınındaki meşhur Kamp Buka Hapishanesi’ne Avs el-Musulî adıyla girip, Iraklı olarak kaydedilip, gerçek kimliğini hiç açığa vurmadan çıkan bu genç adam, 2010 sonlarından itibaren Suriye’ye de el atan Irak İslâm Devleti adına orada El Kaide’ye bir kol örgütlemek üzere sınırı geçmişti. Beşi Suriyeli, biri Suudi, biri Ürdünlü, hepsi silahlı, bombalı yedi kişiyle beraber. Her ikisi de Iraklı eski istihbaratçı subaylar olan Ebu Eymen el-Irakî ve “Hacı Bekir” kod adıyla -ve “Gölgelerin Prensi” lakabıyla- cihatçı âleminde efsaneleşmiş Samir abd Muhammed el-Halifevî’nin yaptığı hazırlıklara dayanarak Suriye’de örgütlenme faaliyetine giriştiler. İşe Haseke’den başladılar, uyuyan hücreleri uyandırıyorlar, hapiste yatıp çıkmış El Kaide’cileri, Suriye, Lübnan ve Filistin mülteci kamplarından, Irak’ta Selefî örgütlerin saflarında Amerikalılara karşı savaşmış eski muharipleri buluyorlar, adım adım, Suriye’nin on dört vilayetine yayılacak bir cihatçı ağ kuruyorlardı. Ancak esas hedef Irak’a yönelik harekâttı. Suriye'de devletin denetimi dışında kalan geniş alanları IİD ilk planda cephe gerisi gibi görüyordu.

Irak El Kaide’si başından beri merkezle sorunlu, başına buyruk, özel bir oluşumdu. Gaddar liderleri Zerkavi öldüğünde yerine “emir” seçerken de, yerel El Kaide örgütünü “Irak İslâm Devleti” içinde eritirken de, yine liderleri öldürüldüğünde, daha sonra “İslâm Devleti” halifesi olacak Ebubekir el-Bağdadi’yi başa geçirirken de merkeze danışmamışlardı. Siyasî ve stratejik konularda hiç anlaşamadılar. El Kaide merkezi, Zerkavi ve Iraklı cihatçıların temel mücadele ekseni olarak mezhep ayrılığını benimsemesini, Şiilere acımasız saldırılarla toplumu kutuplaştırarak taraftar toplamaya, başarı elde etmeye çalışmasını hiç onaylamadı. Zerkavi çizgisiyle kıyaslandığında El Kaide merkezi ılımlı, demokrat bir kitle partisinin taşra örgütü sanılabilirdi!

2011 içerisinde El Kaide’nin Amerikalı üyesi Adam Gadahn, IİD’in eylemlerinin El Kaide’nin saygınlığına leke sürdüğünden yakınmıştı: “Bağdat’taki, Musul’daki Hıristiyanlara saldırmak bizim mesajımızı yaymamıza yardımcı olmuyor…” demiş, “sözde Irak İslâm Devleti”nin ‘ya bendensin ya düşman’ tavrını [Georg W.] Bush’un politikası”na benzetmişti. Gadahn, El Kaide’yi “IİD’in yaptıklarıyla hiçbir ilişkisinin olmadığını olabildiğince çabuk açıklamaya… bu örgütle ilişkisini kesmeye” davet etmişti.

Irak İslâm Devleti örgütüyle El Kaide merkezinin ilişkisi böyle netameliyken, Colani önderliğinde Suriye’de Şam Halkına Destek Cephesi adı altında örgütlenen ve kısaca El-Nusra olarak tanınan grup, kısa sürede yayılmaya, etkinliğini artırmaya başlamıştı.

Nusra’nın sahneye çıkışı bol kanlı ve gürültülü olmuştu. 2011’in son, 2012’nin ilk günlerinde Şam’da ardarda düzenledikleri bombalı araçlı eylemlerle onlarca kişiyi öldürdüler.

AFP, 29 Şubat 2012’de, “Şimdiye kadar bilinmeyen bir cihatçı grup, Suriye’nin başkentinde ve ikinci büyük şehri Halep’te onlarca kişinin ölümüne yolaçan intihar bombacısı eylemlerinin sorumluluğunu üstlendi,” diye bildirdi. “Kendine ‘Levant’ı Korumak için El-Nusra Cephesi’ diyen grup…”

Suriye El Kaidesi Nusra Cephesi bir ay kadar önce sekiz dakikalık ses kaydıyla resmen ilan edilmiş, ancak aylar boyunca bu örgütün El Kaide bağlantısına dair tek kelime edilmemişti. Zevahiri’nin de emri vardı. İlk lider Usame Bin Ladin’in vaktiyle Somali’deki el-Şebab’a dediklerine benzer birşeyler demiş olmalıydı: “Bizimle bağlantınızı açık ederseniz daha büyük şiddetle üstünüze gelirler.”

Şubat sonunda cihatçı sitelerinde yeralan 45 dakikalık videoda, Şam’da intihar saldırısı gerçekleştiren Ebu el-Bara el-Şami olarak sunulan bir militan, Suriye halkını cihada çağırıyordu: “Kardeşler, bir an önce harekete geçin, beklemeyin,” diyordu intihar eylemcisi, “Şimdi sizin ülkenizde de cihad başladı. Fetvaya ihtiyacınız yok.” Videoda örgüt lideri El-Colani de konuşuyor, Esad rejimine “ancak Allah’ın gücü ve silahların gücü son verebilir”, diyordu.

2012-13 boyunca Nusra eylemlerle militan topladı, iki bin kişiyi buldu. 2012 Aralık’ında ABD Nusra’yı terörist örgüt listesine alınca “Hepimiz Nusra’yız” diye yürüyüş yapacak kadar taraftarı biraraya gelmişti.

Örgüt, ele geçirdiği yerlerde fırınları çalıştırıp insanlara düzenli ekmek sağlamayı garantileyerek, çöpleri toplatarak, hizmetlerini videolarla duyurarak epeyce sempati ve destek toplamıştı. Deyrizor ve Mayadin gibi bazı yerlerde örgütün otoritesine karşı protesto gösterileri yapıldıysa da, Nusra’nın hemen karşı gösteriler düzenleyebilecek destekçi kitlesi vardı. Yerli savaşçısı çoktu. Afganistan’dan, Çeçenya’dan tecrübeli cihatçılar bunlara ekleniyordu. Silahları, donanımları modern, yiyeceği, parası boldu; Körfez emirliklerinden sponsorlar bulmuştu. Hernekadar bağlantısını açığa vurmasa da El Kaide’yle ilişkisi üzerinden dünya çapında cihatçılar âleminde itibar kazanıyordu.

Nusra önceleri avantajlı konumunu çoğunlukla öbür örgütleri ezmekten çok yanına çekmek için kullandı. Hakimiyet kurmaya çalıştığı yerlerde halkın desteğini kazanmaya çalışıyordu.

Colani 2012 Temmuz’una kadar Şam’daydı, sonra İdlib ve Halep’in kuzey kısımlarına geçti. Ebu Abdullah adını kullanıyordu ve karşılaştığı yerel Nusra komutanlarına, grubun liderinin özel temsilcisi olduğunu söylüyordu. Ortalıkta gözükerek konumunu saklıyordu. Otobüsle seyahat ediyordu, Halep kırsalında rejimin denetimindeki yerde daire kiralamıştı.

2012 Aralık’ında, dünya, El Kaide’nin Suriye koluyla resmen tanıştırıldı, Eymen el-Zevahiri Nusra Cephesi için “yetkili şubemizdir” açıklaması yaptı, Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan’daki “haysiyetli insanları” Suriyeli kardeşlerinin yanında savaşmaya çağırdı.

Ancak Nusra, Ankara’nın gözdesi Ahrar el-Şam ve öbür silahlı örgütlerin karşısına, esas düşmanları Beşar Esad rejimi dışında, başka bir eli kanlı hasım çıkıyordu. DAİŞ/IŞİD Nusra’nın Rakka’daki temsilcisini öldürecek, hepsini şehirden süpürecekti. (Nusra, Ahrar, DAİŞ triumvirası şehrin üzerine çökmeden önce Rakka’da seküler muhalifler bile vardı.)

Birçok insan DAİŞ’i Nusra’nın devamı sayıyordu. Birinin bayrağını taşıyıp öbürünün mitingine katılan, foto paylaşanlar boldu. Dolayısıyla Nusra da DAİŞ’e duyulan tepkilerden nasibini alıyordu, “El-Nusra beni temsil etmiyor” diye Facebook grubu bile kurulmuştu.

Devam edecek...

                                                           /././

duvaR


Birgün "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -13 Aralık 2024-

Suriye'deki Rus birlikleri, Lazkiye'ye çekiliyor: Hımeymim Hava Üssü'nün önemi ne?

Suriye'de Rus birlikler, konuşlu oldukları başkent Şam ve Humus ilinden ayrılıyor. Birlikler, Lazkiye ilinde bulunan Hımeymim Hava Üssü'ne çekiliyor. Söz konusu Hımeymim Hava Üssü, Rusya'nın Akdeniz'deki tek askeri üssü olarak dikkat çekiyor.(https://www.birgun.net/haber/suriye-deki-rus-birlikleri-lazkiye-ye-cekiliyor-himeymim-hava-ussu-nun-onemi-ne-583612)

                                                            ***

Medyada ‘‘algı’’ seferberliği

Yandaş medya Şam’ın düşmesini Erdoğan için “zafer” havasıyla duyurdu. Kimi gazeteciler Taliban ile kıyasladıkları HTŞ’yi aklama yarışına girerken Suriyelilerin yoğun olarak döndüğü haberleri de servis edildi.

Suriye’de yaşanan gelişmeler Türkiye medyasını harekete geçirdi. Emperyalistlerin desteğiyle Şam’a yürüyen cihatçı HTŞ’ye övgüler düzen yandaş medya, içeride de “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaferi” gibi bir hava yaratmak için kolları sıvadı. 9 Aralık tarihli gazete manşetleri arasında “Anahtar ülke Türkiye” manşeti atan Milliyet, “61 yıllık Baas rejimi sona erdi. 13 yıl süren savaşta gözler Türkiye’de” ifadelerini kullandı. Sabah’ın 10 Aralık’ta çıkan manşetinde ise Erdoğan’ın Suriye için kullandığı “İnsanlık tarihini yeniden yazıyoruz” sözleri yer aldı. Aynı tarihli Türkiye gazetesinde manşetten verilen bir başka söz de Erdoğan’ın, “Türkiye tarihe yön veriyor” sözleri oldu. Milliyet gazetesi de aynı gün Erdoğan’ın “Tarihe yön veriyoruz” sözlerini manşetine taşıdı.

TALİBAN GİBİ DEĞİLMİŞ!

Medya, Suriye’deki işgali iktidar için bir zafer olarak sunmakla kalmadı. Bölgeye giden bazı gazetecilerin verdiği demeçler de gündem oldu. HTŞ gibi cihatçı, terör örgütü listelerinde yer alan örgütü meşru göstermek için bazı isimler kolları sıvadı. Gazeteci Nevşin Mengü Halep’te kaydettiği videoda “Bakın, mesela Beşar Esad’ın Hafız Esad’ın heykellerinin yıkıldığını gördük. Ama mesela arkamda bu heykel var. Bunun BAAS rejimiyle bir alakası yok diye kimse dokunmamış bu heykele. Kimsenin aklına da böyle bir şey gelmiyor. Bu heykeli kim niye yıksın? Yani şunu demek istiyorum. Taliban ve bu muhalifler arasında ciddi bir anlayış farkı var” diye konuştu. AKP'ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi Mengü'nün "Taliban ve bu muhalifler arasında ciddi bir anlayış farkı var" sözlerini "Nevşin Mengü önyargısını kırdı" ifadeleriyle haberleştirdi.

Suriye’ye giderek başörtüsü hakkında paylaşım yapan Gazeteci Kübra Par ise "3 gündür Suriye’deyim, kimse bana başını ört falan demedi. Burada pek çok açık kadın var. Dün bir dondurmacıda HTŞ’liler ile yarım saat konuştum, biz kimsenin inancına karışmayacağız diyorlar. Diğer kadın meslektaşlarım ne yaşadı bilemiyorum, X’e 3 gündür giremedim zaten." ifadelerini kullandı.

Kübra Par

Şam’ın düşmesinin ardından Suriyelilerin dönüş yaptığına ilişkin de spekülasyonlar dolaştı. Sosyal medya üzerinde dolaşan sahte fotoğrafların yanı sıra bizzat Anadolu Ajansı, Suriyelilerin dönüşünde yoğunluk olduğunu iddia eden pek çok haber yayınladı. Yalnızca yandaşlar değil, muhalif televizyon ve gazetelerde de sınır kapısı önünde Suriyelilerin yoğun biçimde dönüş yaptığı izlenimi veren haber ve yorumlar dikkat çekti.

                                                                  ***

Suriye -İlhan Cihaner-

9 Aralık tarihli BirGün’de Selçuk Candansayar yazısına, “Suriye hakkında yazmamak mümkün mü? Suriye hakkında yazmak ne kadar zorunluysa yazmaya kalkmak da o kadar riskli” diye başlamıştı. Gerçekten sadece komşu bir ülkenin yıllardır yaşadığı yıkım ve katliamlar değil, ülkemize olan ve olası etkileri de Suriye üzerine düşünmeyi, yazmayı hatta bir şeyler yapmayı zorunlu kılıyor.

Risk ise; meclis muhalefetinin “sınır dışında Türkiye partisiyiz” diyerek dış politikada iktidara alan açtığı, arkaik bir “devlet geleneğini” referans verdiği, yaşananları ağırlıklı olarak sığınmacıların dönüşü ve muhayyel bir güvenlik kaygısı üzerinden okuduğu, Godot’u bekler gibi Öcalan ziyaretini beklediği; iktidarın ise ustalıkla algıyı “Filistin hamiliğinden, Şam fatihliğine!” döndürdüğü, vileda saplarının kanaat önderi olduğu bir ortamda söz söylemenin riski. Üstüne bu konuda kurucu -en azından açıklayıcı- bir siyaseti kurarken kullanmamız gerek bazı kavramların sağın/iktidarın pragmatik ağzında meze olup, kavramların “yorulmuş” ve operasyonel olmaktan çıkmış olması.

ARGÜMANLAR BOŞ

Bu riski göze alarak bir şeyler yazmaya çalışacağım. Öncelikle özetin özeti: Suriye’de olup bitenler kabaca dört unsurla ilgili, önem sırasına göre: İsrail’in güvenliği, enerji kaynakları, ABD/sermaye çıkarları ve tedarik yolları. Diğerlerinin hepsi meze! Açmaya çalışayım:

Müdahalenin gerekçesi olarak gösterilen en önemli gerekçe “Suriye demokratik değil(di)” argümanıydı. Doğrudur. Peki Katar, Suudi Arabistan, BAE vs. çok mu demokratik? Demokratik gösterilere şiddetle karşılık verilmiş? Güzel, müdahil ülkelerin hangisinin sicili temiz bu konuda? Gezi’yi hatırlatırım size. Hele, Suriye’yi özgürleştiren(!) HTŞ sizce bırakın demokratik bir iktidar mücadelesini, barışçıl bir çevre veya kadın mücadelesine izin verecek midir?

Düşen yalnızca Şam değil, Filistin, İran ve muhtemel bir Ortadoğu barışıdır. Nitekim Şam’ın düşüşü alkışlanırken İsrail’in ilerleyişine “Şam’ı fethedenler”, direnmek bir yana henüz eleştirel bir söz bile etmediler. Oysa özellikle muhafazakâr geniş kesimlerin onayını “İsrail karşıtlığı” üzerinden almışlardı. Ancak Suriye İsrail işgaline karşı gerçek direnişin tek temsilcisiydi.  Adına henüz karar veremediğimiz HTŞ lideri ise şöyle açıklama yapıyor: “Suriye için çözüm İranlı milisler ve Hizbullah’ın ortadan kaldırılması… Korkularımızın kaynağı İranlı milisler, Hizbullah ve bugün gördüğümüz katliamları gerçekleştiren rejimdi”. Ne yok bu tespitlerde? Gazze yok, işgal yok, Filistin yok, ABD yok, eğit donat yok, Rusya yok, İran yok, Çin yok, dış güçler yok, jeopolitik yok… Özellikle iktidarın (maalesef ana akım muhalefetin de) açıklamalarında zaten ağızlarında eğreti duran “emperyalizm analizi(!)” buharlaşmış görünüyor. Sanki Olağan Şüpheliler filmindeki “şeytanın yaptığı en müthiş hile; dünyayı asla var olmadığına inandırmasıdır" tespiti doğrulanmış gibi.

MALİYETİ AĞIR OLACAK

Suriye’de kazanan, maaşları geciktirilince ayaklanan, toplama Tekfirci/Cihadcı SMO, bayrak çiğneyip mezar yakan, yılbaşı ağacı yıkıp, içki şişesi parçalayan “devrimci HTŞ (!)” gibi görünüyor. Tam burada her iki dinamikte yani mezhepçi/ırkçı hareketlerden ve El Kaide’den HTŞ’ye devam eden çizgilerden, ideolojik ve kadro olarak bir kopuş olmadığını, “Hristiyanlar Lübnan’a, Aleviler mezara” çizgisinin terkedildiğine dair en küçük bir işaretin olmadığını görmemiz gerek. Asıl kazananın kim olduğu çok geçmeden görülecek ancak, halklara maliyeti fazla olacak.

Bir köşe yazısı sınırlarında söylenecekleri tüketmek mümkün değil. Ülkemizi, giderek dünyayı etkileyecek bu alt üst oluşlar yaşanırken muhalif hareketleri de uyarmak gerek. Şöyle ki; Parti demek, örgüt demek, her şeyden önce “pusula” demek. Yaşananlara dair bir analiz ve çözüm seti oluşturmak öncelikle bu yapıların görevi olmalı. Sonraki yazım bunun üzerine olacak.

Not: Yazımı yazarken fonda TBMM Tv’de bütçe görüşmeleri vardı. Kulağıma “Nehirden denize özgür Filistin” sözü çalındı. Bir AKP milletvekili (Yahya Çelik) kullandı bu sloganı! Anlatmaya çalıştığım durumu daha çarpıcı şekilde özetledi bu slogan.

                                                             /././

MHP’li Başkan’a Soylu zırh olmuş -İsmail Arı-

Önceki İçişleri Bakanı AKP’li Süleyman Soylu’nun, bakanlığı devretmeden kısa süre önce hakkında şikâyetlerde bulunulan dönemin Taşköprü Belediye Başkanı MHP’li Çatal’ın soruşturulmasına izin vermediği öğrenildi.(https://www.birgun.net/haber/mhpli-baskana-soylu-zirh-olmus-583461)

                                                                  ***
Sağlıkta ‘acil’ alarm -Mustafa Bildircin-

İktidarın sağlık politikaları, acil servis başvurularında patlamaya yol açtı. Türkiye, 150,5 milyonla nüfusundan fazla acil başvurusu olan tek ülke olurken şehir hastanelerinin günlük maliyeti 286 milyon TL’ye ulaştı.(https://www.birgun.net/haber/saglikta-acil-alarm-583484)

                                                                    ***
Hendek patlaması davasında yeni gelişme: Yargıtay kararı bozdu -Bilge Su YILDIRIM-

Sakarya’nın Hendek ilçesindeki Büyük Coşkunlar Havai Fişek Fabrikasında 3 Temmuz 2020’de meydana gelen patlama nedeniyle 7 işçinin hayatını kaybettiği, 127 kişinin ise yaralandığı faciaya ilişkin devam eden yargı sürecinde yeni bir gelişme yaşandı. 7 sanığa 6 yıl 8 ay ile 16 yıl 3 ay arasında hapis cezası verilen davada Yargıtay, kararı bozarak dosyayı Sakarya 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi.(https://www.birgun.net/haber/hendek-patlamasi-davasinda-yeni-gelisme-yargitay-karari-bozdu-583615)

                                                                ***

43 işçi can vermişti: Amasra maden faciasında istenen cezalar belli oldu

Amasra'da 43 işçinin öldüğü maden ocağındaki patlamaya ilişkin davada mütalaa açıklandı. Tutuklu sanıklar Cihat Özdemir, Selçuk Ekmekçi, Mehmet Tural ve Volkan Soylu'nun 43 kez "olası kastla öldürme" suçundan toplam 840 yıldan 1050'şer yıla kadar, 4 kez "olası kastla yaralama" suçundan da 4 yıl 16 aydan 12'şer yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. Tutuksuz diğer 19 sanığın ise "bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma" suçundan 2 yıl 8 aydan 22 yıl 6'şar aya kadar hapis cezası verilmesi talep edildi, duruşma 20 Ocak'a ertelendi.(https://www.birgun.net/haber/43-isci-can-vermisti-amasra-maden-faciasinda-istenen-cezalar-belli-oldu-583597)

                                                                    ***
Mahkeme 460 gündür firari olan sanıklar için yine kırmızı bülten çıkarmadı! -İsmail Arı-

Depremde 35 kişiye mezar olan Ezgi Apartmanı davasının beşinci duruşması görüldü. 460 gündür firari olan sanıklar Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel için kırmızı bülten çıkarılması talebi yine reddedildi.(https://www.birgun.net/haber/mahkeme-460-gundur-firari-olan-saniklar-icin-yine-kirmizi-bulten-cikarmadi-583580)

                                                                    ***
(Birgün)



Evrensel "KÖŞEBAŞI" + "GÜNDEM" -13 Aralık 2024-

Suriye'de bitmedi, sürüyor, sürecek o kaos...-Nuray Sancar-

Suriye 13 yıl süren iç savaştan sonra şimdi ekrandaki haritada vileda sopasıyla gösterilen bölünmüş bir coğrafyaya dönüştü. Şam’da Heyet Tahrir el Şam’ın kurduğu geçici hükümetin kontrol ettiği alanın, Türkiye destekli Suriye ‘Milli’ Ordusu’nun geçici başbakan atayarak el koyduğu arazinin, bir de merkezi Rojava’da olan SGD’nin harekat alanının istikrarsız sınırlarında kaos devam ediyor.

HTŞ’nin el Kaide’den gelen lideri “Bizden korkmayın, Suriye’yi herkesle birlikte yöneteceğiz” diye ılımlı mesajlar veriyor. Ne var ki, Suriye’de Esad’ın ve bir kısım Alevi ordu mensuplarının ülkeyi terk edip geride kalan bürokrasinin de zaten çökmüş devletin devir teslimini ‘barışçıl’ bir biçimde yapmasından sonra bile Suriye’nin siyasi akıbeti belirsiz. Çünkü harita aslında oluşumunu tamamlamadı.

Rusya’nın ve İran’ın birbirini, niye direnmedi diye Esad’ı ve üstü örtük olarak arada Türkiye yönetimini suçlayarak el çektikleri ve ABD-İsrail planına teslim ettikleri Suriye, İsrail tarafından dövülmeye devam ediliyor. Suriye’nin güvenlik sistemleri, deniz kuvvetleri, savunma sistemleri çökertildi. İsrail Golan Tepelerini aştı, Şam’a dayandı. SMO Menbiç’i aştı doğuya, Rojava’ya doğru ‘Yarım kalmış işini’ tamamlamak için atakta. ABD ve İsrail’in izin verdiği yere kadar, kaşla göz arasında alan genişletmek hesabında.

Sözde Batı düşmanı, gerçekte ise Batı emperyalizminin kuklası silahlı cihatçıların lideri başlangıçtaki ılımlı laflarına rağmen, kurumlaşıp yerleştikçe muhaliflerine neler yapabileceği fıtratlarından ve deneyimden malum. Öte yandan Esad bürokrasisinin, irili ufaklı diğer cihatçı örgütlerin biati hükümetin devir teslim işlemi sonrasında elde bir değil. Suriye’de Baas’tan daha gaddar bir şeriat sisteminin çok etnikli ve mezhepli bir ülkenin başına hangi çorapları öreceği de belli değil.

Suriye’deki kaynakların ve arazinin paylaşım savaşı da gerçekte yeni başlıyor. Ülkeyi istila eden barbar kavimlerin gölgesinde Suriye’nin yeniden inşası için bir sürü devlet, başta Türkiye sıraya girmiş durumda.

Rusya’nın Lazkiye’den çekilmesiyle birlikte ülkenin Doğu Akdeniz’e ve oradan Avrupa ve Afrika’ya açılan kıyısı kanal savaşlarında Hayfa Limanından sonraki ikinci önemli kilit noktasını da açmış oldu.

Yanmış, yıkılmış, eğitimli iş gücünün terk ettiği, kalanların ve göçenlerin yıllardır travma yaşadığı ülkede bina, baraj, yol, alışveriş merkezleri, limanlar, demir yolları, finans merkezlerini inşa projesinin ortağı olmak için sahada güç kazanmaya çalışan Türkiye ile hiç sahada görünmeyen Çin’e kadar bir dizi ülke önce ABD-İsrail ile sonra da HTŞ ile kontrat imzalamaya hazırlanıyor. Buna İmamoğlu bile Türkiye Belediyeler Birliği adına aday oldu.

Türkiye’nin anlı şanlı müteahhitleri, devlet kasasından beslenerek, muhtemel geriye dönüşün Suriye’ye akıttığı ucuz emek kitlesinden yararlanarak binalar dikmeye, Suriye’de sermaye biriktirmeye oldukça hevesli.

Cumhur İttifakının bunun için birkaç vize alması gerekiyor. Öcalan’a yapılan ve hedefi Bahçeli tarafından ‘terörsüz Türkiye’ olarak açıklanan çağrının önemli amaçlarından biri de bölgede inşa harekatını Kürt dayanağıyla gerçekleştirmek istemesi. Suriye kapitalizminin ihyasının geleceği bir tokalaşmaya bağlanmış görünüyor. Ama her şey gibi bu süreç de belirsiz.

Hakan Fidan herkesi ortak bir hedef etrafında bir araya getirmek, terörün olmadığı komşularına tehdit olmayan, azınlıklara eşit davranan, dışlamayan bir idari yapının, kimsenin toprağından edilmediği politikanın Türkiye’nin vizyonu olduğunu ve bunda ‘Konuştukları herkesin hemfikir olduğunu’ iddia ediyor. Şimdiden egemenlik alanlarına bölünmüş, bir bölümünde de Türkiye’nin söz sahibi olduğu coğrafyada kaderde kıvançta ortaklaşmış halkıyla merkezi bir Suriye ulus devletinin varlığı kısa vadede bir hayal olsa da hayalden kimse ölmüyor sonuçta. Kendinizi update ediniz (güncelleyiniz), sınıf atlayınız diyor Hakan Fidan. Üç harekat sonucunda elde tutulan Kuzey Suriye topraklarından daha fazlası için kapıda bekleyen Türkiye burjuvazisi sınıf atlamak için Kürt basamağına muhtaç. ABD ve İsrail’in update ettiği Suriye’de yerli milli, beşli, onlu çeteler de duruma göre kendini güncelleyecek. Maaşlarında gecikme olduğunda bayrak yakan SMO’nun da Türk inşaatlarında bekçi üniforması giymeye razı olup olmayacağı da meçhul!

Suriye Kürtleriyle hem müzakere hem mücadele ederek bereketli toprakların, tahıl ambarlarının, petrol alanlarının, Osmanlının eski hegemonya alanlarının kontrolörlüğüne yükselmek, SDG’yi dağıtmak (ki Arap unsurların bir kısmının çözüldüğü de söyleniyor), mümkünse, tıpkı Irak’ta sonradan olduğu gibi, içinde Türk tırlarının dolaşacağı Kürt bölgesine hakim olmak istiyor Türkiye ekonomi çeteleri, tekeller. İsrail-ABD’nin etrafından dolanarak, aradan ne kadar ne koparabilirse.

Şimdiki savaşlar eskisi gibi sürmüyor. Uzun, yıldırıcı, bıktırıcı ataklarla, vekil güçlerin nazını çekerek, ulufe dağıtarak, diğer güçler arasında mekik dokuyarak seneler süren savaşlar zamanı. Mekanın ve coğrafyanın hep kaybettiği, halkların hayatının altüst olduğu kapışmaların kazananı dünyanın her yerinde aynı adres. İçerideki propaganda Erdoğan’a işaret ediyor. Suriye’de sanki iyi bir şeyler olmuş gibi iktidarın sözcüleri Suriye savaşından galip çıkanın Türkiye ve Erdoğan rejimi olduğunu iddia ediyor.

Suriye’de bir tek kazanan var oysa ki. Milyonlarca kişinin sürgün edilmesi, çok sayıda insanın ölmesi ve ülkenin kan gölüne dönüşmesi pahasına şimdi yakıp yıktığını imar etmeye çalışan, ABD ve İsrail’in başını çektiği diğerlerinin bize de bir şey düşse diye bekleştikleri gözü doymaz sermaye güçleri. Kendilerine yol arkadaşı veya vekil olarak şeriatçıları seçtiler ve savunma sistemlerini çökerterek de onları topal ördeğe çevirdiler.

Ortadoğu’nun başına yeni bir bela sarıldı. Buna da ‘devrim’ ya da ‘demokrasi’ diyorlar.

                                                      /././

İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine -Adnan Gümüş-

8 Aralık 2024 itibarıyla, Türkiye’nin de aktif rol aldığı bir süreçte, Suriye’de Baas Rejimi düşmüş, İran ve Rusya’nın bölgedeki varlığı zayıflamış, Batı ve İsrail yayılmacılığı kazanımlar elde etmiş bulunuyor. Bu süreçte, bu dağılma veya üstünlükte acaba bilimin ve bilimsel eğitimin, felsefe ve sanatın yeri rolü nedir? Suriyeliler ne yapmalı?

BİRLİK, DÜZEN, EGEMENLİK İLKESİ NEDİR?

Frazer mitolojilerdeki anlatılardan kutsal kralın bir önceki kutsal kralı öldüren bir cani olduğunu, ormanın kuralının bu olduğunu betimliyordu.

Herakleitos’a göre her şeyin akış halinde olduğu karşıtların savaşı ateşte birlik halindedir. “Ateş içinde bütün karşıtla­rın eridiği birliktir. Bütün karşıtlar ikili olmakla birlikte aynı şey olup birin ayrı ayrı yanlarıdır. Bu karşıtlar birlik içinde kaynaş­maktadırlar. Bundan dolayı sonsuz devinim nesnelerin varlığında bulunur. Devinim olmasa bu varlık da ortaya çıkamazdı. Bu yüz­den ‘savaş bütün nesnelerin babasıdır’, ama bunun ardında bulu­nan şey ‘duran’ bir şeydir. Sonsuz meydana geliş içinde ‘varoluş’ gizlidir. (…) Evrenin bu yasasını, logos’u bilmek, tanımak aklın ödevidir. Logos’u tanı­yıp öğrenen kimse de doğadaki bu akıl yasasını kendi eylemine de ‘ölçü’ olarak alacaktır.” Kaotik devingen akışkan olanın ardındaki logos’u veya yasayı bilen akıl mutluluğa huzura erecektir. (Akarsu, 1982, Ahlak Öğretileri, s.26-27).

Herakleitos’un günümüze kadar bazı fragmanlar halinde yansıyan görüşleri bir bilgiye veya rasyonaliteye dayanıyor mu, tartışmalıdır ancak olan bitenin ardında bazı ilkelerin veya bir logosun bulunabileceğine dair merakı anlamlıdır; Suriye’deki çatışmalı ortama bakınca bunun ardında veya içinde bir logosun, bir ilke veya yasanın bulunup bulunmadığını sormak anlamlı bulunmaktadır.

YÜKSEK BİLGİ VE TEKNOLOJİ EGEMENLİK VE ÜSTÜNLÜĞÜN TEMEL BİR İLKESİ Mİ?

Kolonyalizm ve sömürgecilik bitmedi, kapitalizm ve emperyalizm olduğu sürece de biteceği yok. “Piyasa düzeneği” parası olanın yayılımını garanti ediyor, ticaret ve diğer sosyokültürel ilişkiler işin yumuşak yanını oluşturuyor. Rakip çıkarsa sert kısmı fiziki işgaller ve çatışmalar evresi oluyor.

Peki, bu süreçte yayılan ve savunan bakımından, bilgi bilim ve teknolojinin yeri, rolü nedir?

Suriye’de yaşananlardan somut çıkarımlar yapılırsa bilgi ve teknolojinin yeri şu şekilde ifade edilebilir:

1-Daha yüksek bilgi ve teknoloji üretenler daha az bilgi ve teknoloji üretenlere üstünlük sağlıyor, onları kendine bağımlı kılıyor, önüne çıkanları eziyor veya yok ediyor.

2-Kendisi dışındaki toplumların benzer şekilde yüksek bilgi toplumu olmasını, yüksek bilgi ve teknolojiye erişimini ve üretimini engelliyor.

Somut durumda ABD blokunun desteklediği İsrail; bölgenin, son örnekleriyle Filistin’in, Lübnan’ın, İran’ın, Suriye’nin askeri tesisleriyle birlikte yüksek teknoloji üretebilecek araştırma merkezlerini yok ediliyor.

SURİYE NASIL TOPARLANIR: BİLGİ BİLİMİN, BİLİMSEL EĞİTİMİN TOPLUM OLMADA YERİ NEDİR?

Bilgi bilim olan biteni, bunların mekanizmalarını, ilkelerini, sebeplerini, uyum ve uyarlamaları, değişim dönüşümleri araştırır, teori yapar. Kimin işine gelip gelmediği, hangi amaçlarla kullanılacağı, bilimin, mantığın, matematiğin önceliği veya belirleyici özelliği değildir, bilimin belirleyici/ayırıcı özelliği olgu ve olayı açıklamaktır.

Ancak bilgi, bilim toplumu olmanın pek çok toplumsal sonuçları vardır. Bilgi, bilim her şeyden önce çok yüksek bir toplumun oluşumunun, ilerleme ve dayanışma biçimlerini yakından etkiler. İyi bir bilim, matematik, felsefe, sanat eğitimi toplumun dil ve alışkanlıklarını ortaklaştırır, konuşabilmelerini, diyalog oluşturabilmelerini, birlikte amaç koyabilme ve yol yöntem geliştirebilmelerini sağlar. Aksi takdirde pek çok etnosantrik gelenek içinde, din mezhep polemikleri ve çatışmaları içinde parçalanır. Öncelikler etnisite değil öncelik bilgi bilim sağduyu üzerinden temellendirilmelidir.

Bilim, bilimsel eğitim, felsefenin toplum oluştaki yerine dair Platon’un Devlet’i, Aristoteles’in Politika’sı, Farabi’nin Erdemli Şehri ve daha nice çalışmaya bakılabilir.

BİLİM SİYASET YAPMAZ ANCAK FELSEFE ŞART; BİLGİ, BİLİM, EĞİTİM SİYASETİ ŞART

Bilimlerin özü özelliği olgu olayların, var olan ve oluşun açıklanmasıdır. Olanı, var olanı, oluşu, dolayısıyla potansiyelleri gösterir. Bilim de her şeyi de mutlak olarak tanımlayamaz, bazı tanımlanamadan araştırmaya devam edilen veya çok çeşitlilik içinde olanlar da olur. Olgu ve olaylar değişim içindedir, bazı değişimleri dönüşümleri bilimler henüz yeterince açıklayamamış olabilir. Hayat ise sürer. Bu var olanlardan ve potansiyellerden hangisine öncelik verileceği bilimlerin tek başına karar vereceği durumlar değildir, felsefenin, etik, estetik, siyaset, toplum felsefeleri dahil kişi ve toplumların bilincine sağduyusuna bağlıdır.

Bilimsel araştırma öncelikleri, teknoloji öncelikleri de toplumun bilincinin/sağduyusunun işidir, öncelikle amaçların oluşturulması gerekmektedir, araştırmalar öncelikle bu amaçlara uygun oluşturulmak durumundadır.

Bilgi ve bilim politikası da felsefenin, siyasetin işidir.

Kıssadan, yaşananlardan hisse: Suriye veya herhangi bir toplum özgürleşecek ve ilerleyecekse bilgi bilim felsefe sanat toplumu olmak, bunları temele almak zorunda.

                                                            /././

Ankara'da Rojava pazarlığı -Yusuf Karadaş-

Bugün Ankara’da ABD Dışişleri Bakanı Blinken ile Dışişleri Bakanı Fidan arasında Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi sonrasında yaşanan gelişmeler konusunda bir görüşmenin gerçekleştirilmesi bekleniyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ)’nin başını çektiği cihatçı güçlerin Suriye’de iktidarı ele geçirmesi konusunda ABD emperyalizmiyle Türkiye’nin çıkar ve görüşleri önemli oranda kesiştiği için bu görüşmenin asıl gündemini ABD’nin Fırat’ın doğusunda Kürtlerle (Suriye Demokratik Güçleri) sürdürdüğü iş birliği oluşturacak. Çünkü Erdoğan iktidarı Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’yi “terör örgütü” olarak tanımlayıp Türkiye için bir “tehdit” olarak gösteriyor. Blinken-Fidan görüşmesinin hemen öncesinde ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Kurilla’nın SDG’yi ziyaret etmesi, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin Menbiç’ten çekilme açıklaması yapması ve Suriye’de Barzani çizgisindeki Kürt partilerinin oluşturduğu ENKS ile Demokratik Birlik Partisinin (PYD) başını çektiği Ulusal Birlik Partileri (PYNK) arasında ABD-Fransa ara buluculuğunda görüşmelerin yeniden başlayacağı haberleri, Ankara’da yapılacak Rojava pazarlığının çerçevesi hakkında fikir veriyor.

Colani’nin liderliğini yaptığı el Kaidenin devamcısı HTŞ ile Türkiye’nin maaşa bağladığı cihatçı gruplardan oluşan SMO’nun Halep’i ele geçirmesiyle birlikte bu iki gücün öncelikleri arasındaki ayrım ortaya çıkmıştı. HTŞ, ABD ve İsrail’in stratejisiyle uyumlu bir şekilde Kürtlerin ve Suriye’deki azınlıkların hedef alınmayacağı yönünde bir açıklama yapmıştı. Oysa geçmiş dönemlerde HTŞ’nin önceli el Nusra ile Suriye Kürt güçleri arasında birçok çatışma yaşanmıştı. SMO ise, Türkiye’deki Erdoğan yönetiminin hedefleriyle uyumlu bir şekilde uzunca bir süredir operasyon yapılmak istenen Tel Rıfat’a yönelerek bu bölgeyi ele geçirmişti. Tel Rıfat’tan sonra sıra önemli bir kavşak olan Menbiç’e gelmiş ve burada çatışmalar yaşanmaya başlamıştı.

Fırat’ın batısında Kürtlerin elinde bulunan bu bölgelere yönelik saldırılar karşısında ABD’den ciddi bir itiraz gelmedi. Çünkü Kürtlerin bu bölgelerdeki varlığı önemli oranda Rusya ile mutabakata dayanıyordu ve ABD ise, Kürtlerle iş birliğini Fırat’ın doğusundaki bölge ile sınırlıyordu. Sadece bu durum bile, ABD emperyalizminin asıl derdinin Kürtlerin ulusal varlıkları ve haklarını korumak değil; kendi bölgesel çıkarları olduğunu görmek için yetiyor.

Menbiç ile birlikte Fırat’ın doğusundaki Kobanê’de de çatışmaların başlamasından sonra ABD’nin devreye girdiğini görüyoruz. Bu aşamada CENTCOM Komutanı Kurilla’nın SDG’yi ziyaret ederek “IŞİD ile mücadele çerçevesinde iş birliğinin devam edeceğini” söylemesi, Türkiye’ye verilmiş bir mesaj olarak anlam kazandı. Aynı şekilde Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby ve ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller başta olmak üzere ABD yönetimi cephesinden konu ile ilgili yapılan bütün açıklamalarda “SDG ile iş birliğinin devam ettirileceği” vurgusu yer alıyordu.

Aynı şekilde İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar’ın da “Kürtleri destekleme” yönünde açıklamalar yapması, ABD emperyalizmi ve İsrail’in bölgeyi (Ortadoğu) yeniden dizayn etme politikasında Kürtlere ihtiyaç duyduklarını ve bu nedenle SDG ile iş birliğini sürdürmek istediklerini göstermesi bakımından önem taşıyor.

ABD’nin iki tarafla temasının ilk sonucu, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin Menbiç’te ABD’nin ara buluculuğunda Türkiye destekli SMO ile ‘ateşkes’in sağlandığı ve Minbic Askeri Meclisi’nin en kısa sürede bölgeden çekileceği açıklamasını yapması oldu.

Bu gelişmeyi Rojava’da uzunca bir süredir askıya alınan Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) ve PYD’nin başını çektiği Ulusal Birlik Partileri (PYNK) arasındaki görüşmelerin ABD ve Fransa’nın ara buluculuğunda yeniden başlatılması hazırlıkları takip etti. ENKS, Suriye’de KDP-Barzani çizgisindeki Kürt partilerinden oluşuyor. Erdoğan iktidarının Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki Barzani yönetimi ile iyi ilişkilere sahip olduğu düşünüldüğünde ENKS’nin sürece sokulmasının önemli nedenlerinden birinin de Türkiye’nin kaygılarını gidermek olduğu anlaşılıyor.

Dolayısıyla bugün Rojava ile ilgili Ankara’da kurulacak pazarlık masasında Blinken’ın elinde Kürt güçlerinin ABD’nin ara buluculuğunda Menbiç’ten (Fırat’ın batısından) çekilmesi ve Türkiye’nin ilişki-iletişim halinde olduğu ENKS’nin de Rojava’daki siyasal sürece monte edilmesi kartlarının olacağını söyleyebiliriz. Yine Türkiye’nin “Güvenlik kaygılarının giderilmesi” amacıyla sınır boyunca 30 kilometrelik tampon bölge oluşturulması konusunda da bir sorun çıkması beklenmiyor-ki, Erdoğan iktidarının Rojava’ya yönelik daha önce gerçekleştirilen operasyonlarını bu gerekçeye bağladığı biliniyor.

Ancak Erdoğan iktidarının asıl derdinin sınır güvenliğinden çok daha büyük olması, bu pazarlıklardan en azından bugün için sonuç alınmasını zorlaştırıyor. Çünkü Erdoğan yönetimi “sınır güvenliği” gerekçesini öne sürse de gerçekte Türkiye ve destekli gruplardan bir saldırı gerçekleşmedikçe Suriye Kürtleri zaten Türkiye’ye yönelik bir tehdit oluşturmuyor. Yani Türkiye’nin güvenlik gerekçesinin arkasında asıl olarak Rojava’daki Kürt özerk yönetiminin ortadan kaldırılması hedefi bulunuyor.

Türkiye’nin Rojava’daki özerk yönetimi yıkmak istemesinin birbiriyle bağlantılı iki nedeninden söz edilebilir: Birinci olarak, Öcalan’ı önder olarak gören bir siyasi oluşumun Suriye’de siyasi statü elde etmesinin Türkiye’deki Kürt sorunu için de dolaysız sonuçları olacağını görüyor. Burada Erdoğan’ın ‘çözüm süreci’ni sona erdirip masayı devirmesinde IŞİD’in Kobanê kuşatmasının yenilgiye uğratılmasının belirleyici bir rol oynadığını hatırlatmak yerinde olacaktır. Dolayısıyla Türk burjuva gericiliği, Rojava’daki özerklik statüsünün, Kürdistan pazarındaki egemenliğini paylaşmak zorunda kalacağı bir çözümü dayatacağı korkusunu yaşıyor ve bu nedenle Rojava’yı yıkarak kontrolü elinde tutmak istiyor.

İkinci olarak, Kürtlerin ABD ile iş birliği üzerinden bölgenin yeniden dizayn edilmesinde (Irak ve Suriye’de Kürtlerin bu sürece dahil edilmesi Obama’nın 2014’te açıkladığı “IŞİD ile Mücadele Stratejisi” ile başlamıştı) rol üstlenmesi, Erdoğan iktidarının hareket alanını sınırlıyor ve Türk burjuva gericiliğin yayılmacı emelleri önünde bir engel oluşturuyor. Öte yandan ABD emperyalizmi de Kürt sorununun Türkiye egemenlerinin zayıf karnı olduğunu bildiği için bu sorunu onları hizaya getirmek amacıyla kullanmaya çalışıyor.

İktidar ortağı Bahçeli’nin adı konulmamış bir “süreç” başlatarak Öcalan’ın devreye girmesini istemesinin arkasında da bu gelişmeler karşısında bir ‘ön alma’ politikası oluşturma hesabı yer alıyor.

Bu durum Türkiye halkları ve her milliyetten işçi sınıfı için alınması gereken tutumun ne olması gerektiği sorusunun da yanıtını veriyor:

Bugün Rojava, Türkiye halkları için değil; Türk burjuva gericiliğin sömürgeci-yayılmacı politikaları için bir tehdittir. Kürt sorununun eşit haklar temelinde demokratik-barışçıl yöntemlerle çözümü yönünde siyasi bir irade ortaya koyan bir Türkiye için Rojava’da Kürtlerin siyasi statü sahibi olması tehdit oluşturmaz.

Emperyalistlerin sorunu istismar etmesinin, bugünkü haliyle ABD emperyalizmi ve siyonist saldırganlığın önüne geçilebilmesinin yolu da sorunun demokratik çözümünden ve halkların eşit haklara dayalı birliğinin sağlanmasından geçiyor.

Ne ABD emperyalizmi Kürtlerin ne de Erdoğan iktidarının sözcülüğünü yaptığı Türk burjuva gericilik Türk halkının gerçek çıkarlarının temsilcisidir.

                                                          /././

‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine -Yücel Özdemir-

Esad rejiminin düşmesinden hemen sonra, başta Almanya ve Türkiye olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde Suriyeli mültecilerin geri dönüp dönmeyeceği tartışması alevlendi. Aşırı sağcılar, faşistler, ırkçılar, mülteci ve göçmen düşmanlığı üzerinden oy toplayan popülist partiler ile onların sesi durumundaki medya Suriyeli mültecilerin hepsinin bir an önce ülkelerine dönmesi çağrısında bulundu. Almanya’nın başını çektiği birçok Avrupa ülkesi, bölgede gelişmelerin bundan sonra nasıl seyredeceğinden bağımsız olarak Suriye vatandaşlarının iltica başvurularını durdurdu. Bu, artık başvuruların kabul edilmeyeceği anlamına geliyor.

Suriye’de belirsizlik bir süre daha devam edeceği için kimse kısa sürede kitlesel dönüş beklemiyor. Ancak, önümüzdeki dönem ortamın sakinleşmesi durumunda çok sayıda Suriyelinin özlem gidermek için, kesin dönüş olmasa da, memleketlerine gidip gelecekleri açık. Özellikle de Avrupa’ya gelenler için bu söylenebilir.

Burada elbette Suriyeli mültecilerin tümünü aynılaştırmamak gerekiyor. Ortak paydaları “Esad rejiminden kaçmak” olan bu insanların farklı ulusal, etnik, inanç ve sınıfsal kimliklere sahip oldukları unutulmamalı. Federal Göç ve Mülteciler Dairesinin (BAMF) verilerine göre 2015’ten bu yana Almanya’ya iltica başvurusunda bulunan Suriyelilerin yüzde 60’ından fazlası Arap. Yaklaşık üçte biri ise Kürt. Yüzde 90’dan fazlası Müslüman, yüzde ikiden azı Hristiyan ve yaklaşık yüzde biri de Êzîdi.

Hal böyle olunca hepsini aynı kritere bağlayarak Suriye’ye “sınır dışı” planları hazırlamak kesinlikle doğru değil. Sünni İslam inancından olan Araplar için yeni yönetimle inanç bazında bir uyum görüldüğü için çok fazla bir sorun görünmeyebilir. Ancak bu Kürtler, Aleviler, Hristiyanlar, Dürziler ve diğer inanç ve uluslar için geçerli değil. Bilakis onlar için tehlike sürüyor.

Birleşmiş Milletler Sığınmacılar Yüksek Komiserliğinin (UNCHR) resmi verilerine göre 2011’de başlayan savaş öncesinde Suriye’de 22 milyon insan yaşıyordu. Savaşla birlikte bunların 6.4 milyonu yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Türkiye 3.1 milyon ile Suriyelilere en fazla kapılarını açan ülke oldu.

Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine yüz binlerce Suriyeli geçiş yaptı. Avrupa’da Suriyelilerin en fazla yaşadığı ülke ise Almanya’da. Hafta başından bu yana basın ve resmi makamlar Suriyelilerle meşgul. Farklı veriler ortalıkta dolaşıyor. UNCHR’nin 2024 verilerine göre Almanya’da 780 bin Suriyeli mülteci yaşıyor. Almanya’daki Yabancılar Kayıt Merkezine göre ise 2023 itibarıyla ülkede 973 bin Suriye vatandaşı yaşıyor. Savaş başlamadan ülkede yaşayanların sayısı sadece 32 bin idi. Yaklaşık 1 milyon Suriyelinin Almanya’yı kısa bir süre içinde terk etmesi durumunda bunun sarsıcı sonuçlara yol açacağı de birkaç gündür değişik biçimlerde tartışılıyor.

Federal İş ve İşçi Bulma Kurumu verilerine göre, mayıs 2024 itibarıyla yaklaşık 226 bin 600 Suriyeli sigortalı olarak inşaat, gastronomi, sağlık, yaşlı bakımı gibi sektörlerde çalışıyor. Alman Hastaneler Federasyonu (DKG) Suriyeli doktorların ülkelerine dönmeleri halinde bunun Almanya’daki sağlık sistemi için doğuracağı sonuçlar konusunda uyarıda bulundu. Alman Tabipler Birliğine göre geçen yılın sonunda ülkede 5 bin 758 Suriyeli doktor çalışıyordu ve bunların yaklaşık 5 bini hastanelerde görev yapıyordu. Almanya’da Suriyeliler en büyük “yabancı doktor” grubunu oluşturuyor. Federal Sağlık Bakanlığına göre hemşirelik ve hasta bakıcılığı mesleklerinde halihazırda yaklaşık 200 bin istihdam açığı var. Hükümet yurt dışındaki kalifiye iş gücü getirmek için yaptığı girişimlerden istediği sonuçları elde edemedi. Resmi verilere göre her yıl ülkeye 400 bin kalifiye iş gücünün gelmesi gerekiyor. Bütün bunlardan ötürü Suriyelilerin tümünün geri dönmesi başta sağlık olmak üzere birçok alanda personel açığını büyütecek.

Bu nedenle önümüzdeki dönem asıl olarak kendi geçimini sağlayamayan, sosyal yardım ile geçinen, çeşitli suçlara karışan, dil öğrenemeyen ve toplumsal yaşama katılamayan “en alttaki” Suriyelilerin gönderilmesi daha sık gündeme gelebilir. Ama kalifiye ve bir iş yerinde çalışan, dil öğrenen Suriyelileri tutmak için değişik planlar gündeme gelebilir. İçişleri Bakanı Faeser, meslek sahibi Suriyelileri tutmak istediklerini açık olarak söyledi.

Almanya’nın tanınmış göç araştırmacılarından Jochen Oltmer de geri gönderme tartışmalarına tepki göstererek, “Suriyelilerin büyük bir geri dönüş dalgası olası görünmüyor. Suriye’deki durumun istikrara kavuşması halinde geri dönmek isteyenler olacaktır. Ancak bu sayı abartılmamalıdır. Çocuk, genç ve yetişkin olarak gelmiş, burada okula gitmiş, eğitimini tamamlamış ya da çocuklarının geleceğini Almanya’da gören birçok insanın geri döneceğini sanmıyorum” dedi.

Anlaşılan o ki Almanya, Suriyelileri “işe yarayanlar” ve “yaramayanlar” şeklinde ayıracak ve buna göre bir politika izleyecek. Benzer bir durum önümüzdeki yıl Ukraynalılar için de gündeme gelebilir. Savaşın bitmesi durumunda Almanya’ya gelen yaklaşık bir milyon Ukraynalının geri dönmesi gündeme gelecek. Zira oturumlar savaşa endekslendi. Ukraynalıların da geri dönmesi durumunda birçok alanda telafisi zor iş gücü açığı oluşacak. Bu zaten durgunluk aşamasına olan Alman ekonomisini beklendiğinden daha olumsuz etkileyebilir.

İstenmeyen her bir mültecinin aslında sermaye için ucuz iş gücü olduğu da böylece kendisini ele veriyor.

                                                         /././

İsrail, askerlerine kış boyunca Golan Tepeleri’nde kalma hazırlığı emri verdi

İsrail Savunma Bakanının, askerlerine Suriye'de işgal ettiği tampon bölgede kış aylarında kalınması için talimat verdiği bildirildi.(https://www.evrensel.net/haber/536822)

                                                                 ***
Erdoğan'dan 'Suriye' açıklaması: Kalmak isteyenin başımızın üstünde yeri var

Erdoğan, “Suriye'de evi, iş yeri, arazisi olan misafirlerimiz yavaş yavaş geri dönüş yoluna geçti. Burada kalmak isteyenlerin başımızın üstünde yeri var” “Bir yandan mevcut sıkıntıları çözmekle uğraşırken, bir yandan yeni fırsatları değerlendirecek bir irade ortaya koymak zorundayız” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/536810)

                                                          ***
NATO Genel Sekreteri: Savaş dönemi zihniyetine geçme zamanı

NATO Genel Sekreteri Mart Rutte, “Bu, savaş dönemi zihniyetine geçme ve savunma üretimimizle savunma harcamalarımızı turboşarj etme zamanı” dedi.(https://www.evrensel.net/haber/536787)

                                                                     ***
Trump’ın masasında İran’a askeri saldırı hazırlığı var

ABD'nin seçilmiş Başkanı Donald Trump’ın, İran’a karşı "maksimum baskı 2.0" stratejisi kapsamında "askeri saldırı seçeneğini" de gündeme aldığı belirtildi. ABD’nin Wall Street Journal gazetesinin konuyla ilgili bilgi sahibi kaynaklara dayandırdığı haberine göre, Trump’ın ekibi, askeri güç veya askeri güç tehdidiyle birlikte güçlü ekonomik yaptırımlar uygulayarak İran’ı caydırmak ve nükleer programını çökertmek için “maksimum baskı 2.0” stratejisini uygulamayı düşünüyor.(https://www.evrensel.net/haber/536780)

                                                             ***
(Evrensel)

SÖZCÜ "GÜNDEM" -13 Aralık 2024 -

 Biz, tek ağaca ağlarken Cengiz milyon kesti -Esra ALUS-

Katliamın sürdüğü Kazdağları’na çıkan kadınlar feryat etti: Bunlar ağacımızı kestikçe bizim içimiz kan ağlıyor.(https://www.sozcu.com.tr/biz-tek-agaca-aglarken-cengiz-milyon-kesti-p115321)

                                                                     ***
Havada güvenlik bitki uzmanına emanet -Başak Kaya-

AKP iktidarında kamu kurumlarına yapılan atamalarda liyakat unutuldu. Liyakat tartışmalarının odağındaki son kurum ise Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) oldu.(https://www.sozcu.com.tr/havada-guvenlik-bitki-uzmanina-emanet-p115314)

                                                                      ***
Konya’da mide bulandıran olay! Din kültürü öğretmeninden 2 öğrencisine cinsel istismar!-Müslüm EVCİ-

Konya’da bir imam hatip ortaokulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olan R.U (31), 13 yaşındaki iki öğrencisine cinsel istismarda bulundu. Öğretmenin 106 yıla kadar hapsi istendi.(106 HAPİS CEZA İSTENDİ ANCAK SERBEST) Çocukların Avukatı Cahit Cem Taşpınar, savcılığın iddianameyi hazırladığını ve Konya Ağır Ceza Mahkemesine sunduğunu belirtti. Savcılığın öğretmen R.U., hakkında toplamda 106 yıl hapis cezası talep etmesine rağmen serbest yargılanmasına tepki gösterdi.

(SÖZCÜ)


duvaR "GÜNDEM" -13 Aralık 2024-

 ‘Erdoğan’ın kefenli askerleriyiz’ diyen ocak başkanı dolandırıcılıktan tutuklandı.

AK Parti'ye yakınlığıyla bilinen Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat, dolandırıcılık suçlamasıyla Ankara'da tutuklandı. İş insanı, Kadir Canpolat’ın kendisini Milli Emlak’a ait hazine arazilerini satma veya kiralama vaadiyle yaklaşık 13 milyon TL dolandırdığını öne sürdü.  Sahtecilik ve Dolandırıcılık Soruşturma Bürosu Savcılığı’nın talimatıyla Kadir Canpolat’ın da aralarında olduğu 7 şüpheli gözaltına alındı. Sulh ceza hakimliği Canpolat ile birlikte 4 kişi hakkında "13 milyon lira dolandırdıkları” suçlamasıyla tutuklama kararı verdi. Tutuklama kararında Canpolat'ın banka hareketleri ve buna ilişkin dekont ile HTS kayıtları da delil olarak gösterildi.(https://www.gazeteduvar.com.tr/erdoganin-kefenli-askerleriyiz-diyen-ocak-baskani-dolandiriciliktan-tutuklandi-haber-1741896)

                                                         
                                                            ***
500 ve 1000'lik yeni banknot iddiası: Abdülhamit mi Necip Fazıl mı?
Ekonomist yazar Dr. Şeref Oğuz, 500 ve 1000 TL'lik banknotların konuşulmaya başlandığı duyumunu aldığını söylerken paranın üzerine basılacak resimle ilgili iki isme dikkat çekti.(https://www.gazeteduvar.com.tr/500-ve-1000lik-yeni-banknot-iddiasi-abdulhamit-mi-necip-fazil-mi-galeri-1741822)
   
                                                                   ***

Bakan Kurum Meclis'te yapay zekalı İzmir Körfezi resmi gösterdi: 10 yıl sonra...

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Kurum, TBMM'de yapay zekanın ürettiği İzmir Körfezi resmi gösterdi: Mavinin siyaha dönüştüğü, balıkların yaşamadığı bir körfez var...(https://www.gazeteduvar.com.tr/bakan-kurum-mecliste-yapay-zekali-izmir-korfezi-resmi-gosterdi-10-yil-sonra-haber-1741901)

                                                                    ***
(duvar)

Öne Çıkan Yayın

EVRENSEL " Köşebaşı + Gündem" -15 Ağustos 2025 -

Sahtecilik A.Ş.: Sahtecilik suçunun kriminolojik boyutu -Kansu Yıldırım- Türkiye kamuoyu birkaç haftadır sahte diplomalarla başlayan büyük b...