Suriye ve Doğu Akdeniz niyetleri ve gerçekler…-Mustafa Yalçıner-
Türkiye’nin Suriye’deki “oyun kurucu” rolü ve etkisine ilişkin bilgi önce Avrupa kaynaklarından geldi. Türkiye ve Suriye’nin yeni egemeni HTŞ Müslüman’dı. Birinin İhvan (Müslüman Kardeşler) diğerinin Selefi oluşu pek önemsenmedi. Üstelik Türkiye başından beri Esad’ın devrilmesi çağrısı yapmış, şeriatçı çetelere karargah ve destek sağlamıştı. Esad Rusya’nın desteğiyle HTŞ ve diğer çeteleri Halep’ten sürdüğünde Türkiye kol kanat gererek, İran ve Rusya ile oluşturduğu “Astana süreci” çerçevesinde “gözetleme kuleleri” kurarak koruma sağlamış, İdlib’de yıllarca hüküm sürmelerini mümkün kılmıştı. Bir “diyet borcu” oluşmuştu, ama Suriye’nin yeni egemeni HTŞ, yine de Türkiye’nin dolaysızca finanse edip örgütlediği SMO değildi.
Ardından “Erdoğan adamlarını farklı oluşum ve isimlerle bölgeye gönderdi ve orayı aldı” diyen Trump’ın pohpohlaması geldi. Hesaplıydı ve Türkiye’yi Amerikan çıkarları doğrultusunda yönlendirmeye yönelikti.
Suriye’ye ilk gidip Colani’nin kullandığı arabayla dolaşarak Emevi Camisi’nde namaz kılanların MİT’ten İbrahim Kalın’la Dışişleri Bakanı H. Fidan olması da eklenince hüküm neredeyse kesinleşti. Suriye’yi Türkiye yönetmese bile yönetiyor gibiydi!
Emperyalist merkezler şüphesiz gerçeği herkesten iyi biliyor, ancak böyle bir görünümün ortada dolaşması da işlerine geliyor. Önde gelen nedeni, bölgeye asker yığma yerine işlerini başkalarına, bu arada büyük bir bölge gücü ve NATO üyesi Türkiye’ye gördürmeyi tercih etmeleri. Özellikle Trump, İran ve Rusya’yla arasını bozma pahasına “Astana süreci”nin tarih olmasını sağlayan Türkiye’nin bunu “Hak ettiği” görüşünde.
Türkiye, biraz da söylentiye inanarak, niyetlerini gerçekleştirmek üzere en başından beri atakta. HTŞ’yi Rojava sorununun çözümü için zorladığını söylemek bile gereksiz. Hiç zaman kaybetmeden “deniz yetki alanı anlaşması”nı gündeme getirdi. Şimdiden kulisi parlatılan Suriye’nin Akdeniz kıyılarında bir deniz üssü kurma talebi de iletildi HTŞ’ye. Her biri önemleri birbirinden büyük olan Türkiye’nin bu niyet ve taleplerinin gerçekleşmesiyse kolay görünmüyor.
Söylentiler bir yana, Türkiye-Suriye ya da HTŞ ilişkilerinde bir abartı olduğu kesin. Tabii ki araları kötü değil ve Türkiye’nin gerek Suriye gerekse HTŞ ve Colani üzerinde belirli bir etkisi var. Ancak “Böbürlenme padişahım senden büyük …” deyişi de deneylerden süzülme atalar sözü. Türkiye’nin HTŞ ve Suriye üzerinde bir etkisi var, ama bölgenin yeniden dizaynını başlatan ABD’nin etkisinin daha çok ve tayin edici olduğu ve bunun en çok Colani tarafından bilindiği gibi, Suudiler ve BAE gibi bölgenin başka güç merkezlerinin de HTŞ üzerindeki etkisi küçümsenir gibi değil.
Örneğin Rojava Kürtleri sorununda Türkiye ve ABD’nin yaklaşım ve tutumları farklı ve bu konuda karar verecek olanın Colani ve HTŞ olmayacağı tartışmasız. Silahlar çekilmiş bölge yeniden paylaşılırken kararlaştırıcı olan, Lenin’in dediği gibi, sadece güç. Kimin gücü kime yeterse onun dediği oldu bugüne kadar, bundan sonra da öyle olacak. Güçsüzün payına, güçlüye uyum sağlama ya da Esad örneğindeki gibi “müzelik” olma düşecek.
HTŞ’nin “geçici hükümeti”nin iki bakanı Türkiye’ye de geldi, ama bakanları önce Riyad’a gitmiş ve mali destek sözü almış, bağlılık bildirmişlerdi. Türk tekelleri Suriye’nin yeniden imarı açısından çoktan tatlı hülyalara daldı, ancak Colani ve HTŞ, Türkiye’nin kendisinin paraya muhtaç olduğunu ve kredi aradığını biliyor. Bildikleri bir diğer şey paranın petrodolarlarıyla Körfez’de ve Avrupa’da olduğu. Suudilere bu amaçla gitmişlerdi, HTŞ Dışişleri Bakanı Şeybani bu amaçla Davos’ta batılılardan yatırım talep etti.
AKP hükümetinin elini çabuk tutarak kısa sürede çıkar sağlamaya yöneldiği ve Ulaştırma Bakanı A. Uraloğlu’nun imzalanacağını açıkladığı “Suriye ile bir deniz yetki alanları anlaşması” da zor konu.
Türkiye, Libya hükümetiyle bir anlaşma imzalamış, ama hemen hiçbir ülke bunu tanınmamıştı. Şimdi Türkiye Suriye’de rejim değişikliğini fırsata dönüştürerek Doğu Akdeniz’in “paylaşılması” konusunda avantaj sağlama niyetinde, ama Colani hükümeti Trablus hükümetinden farklı olarak, sadece Türkiye’nin değil, ama aynı zamanda ABD, İsrail ve Suudilerin kıskacında.
Doğu Akdeniz’in paylaşılması gerçekte bölgenin enerji rezervlerinin paylaşılması demek ve bu enerjinin nakliyesini de kapsıyor. Türkiye, yetki anlaşmasının Suriye’nin Akdeniz’deki payını artıracağını söyleyip Suriye’yi iknaya çalışırken, Mısır-Ürdün-Suriye arasında döşeli Arap boru hattını Suriye’den -Türkiye’yi gaz merkezi haline getirip- Avrupa’ya iletme alternatifini öneriyor. Ancak bölgeden -ilk ikisi Akdeniz’de enerji üretim bölgelerine sahip- Mısır, İsrail Filistin, Ürdün ve Avrupa’dan Yunanistan, Güney Kıbrıs, İtalya ve Fransa EastMed (Doğu Akdeniz) Platformu etrafında birlik ve İsrail ve Mısır gazını Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden İtalya’ya ulaştırmada anlaşma halinde. Üstelik Türkiye’nin önerisinin bir diğer rakibi Hindistan’dan Suudi Arabistan ve muhtemelen İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanacak ABD ve AB’nin desteğindeki “yeni ekonomik koridor.”
/././
Doğal kaynaklar bağlamında Suriye -Mehmet Torun-
Suriye’deki gelişmelerin uluslararası pek çok boyutu var. Ancak paylaşım savaşlarının temelinde doğal kaynakların ve enerjinin rolü çok büyük.
Sınır komşumuz Suriye’de yeni bir dönem başladı. Baas rejimi bitti ve cihatçı-dinci bir yapı yönetime getirildi. Gelişmelerin uluslararası pek çok boyutu var elbette. Ancak son yüzyılda yaşanan paylaşım savaşlarının temelinde doğal kaynakların ve enerjinin rolü çok büyük.
Kabul gören kaynaklara göre Suriye’de çok önemli bir maden rezervi yok. En önemli madeni fosfat yatakları. Bunun dışında alçı taşı, endüstriyel kum (silika), mermer, tuz ve volkanik tüf bulunmakta. Petrol ve doğal gaz açısından da Irak ya da Arap ülkeleri kadar şanslı değil. Ortadoğu standartlarına göre büyük bir petrol ihracatçısı olmasa da kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir ülke. Suriye, küresel üretimin sadece binde 5'ini oluşturan nispeten küçük bir petrol üreticisi.
O zaman emperyalist ülkelerin amacı ne. Suriye halklarına barış mı getirecekler diğer ülkelerde yaptıkları gibi. Esad’ın diktatör olduğu doğru ancak iktidara getirilen yönetimin gerici-şeriatçı yapısı ve geçmişteki insanlık dışı uygulamaları bölge halkları için soru işaretleriyle dolu.
Batılı emperyalist ülkelerin hesapları belli aslında. Suriye topraklarında her ne kadar zengin doğal kaynakları olmasa da kıyısının bulunduğu Doğu Akdeniz’de ciddi doğal gaz ve petrol rezervi olduğu bilinmekte. Doğu Akdeniz, hidrokarbon kaynaklarının zenginliği nedeniyle uzun yıllardır bölgesel ve uluslararası güç mücadelelerinin odağında yer almakta.
Levant Havzası adı verilen bölgeyle ilgili en kapsamlı çalışmayı Amerikan Jeolojik Araştırma Merkezi (USGS) 2010 yılında yayımlamış. Levant, etimolojik olarak doğu anlamına gelmekte olup, İngilizlerin ‘orta doğu’ sözcüğünü türetmesine benzer bir yaklaşımla, Akdeniz’in doğusunu betimlemek amacıyla kullanılmış.
Bu rapora göre; Levant Havzası'nda toplamda 1.7 milyar varillik iki petrol rezervi olduğu tahmin edilmekte. Fakat bölgenin doğal gaz zenginliği, enerji devlerinin iştahını daha fazla kabartmakta. Bölgede büyük oranda deniz yatağında olan çıkarılabilir doğal gaz rezervinin 3.45 trilyon metreküp olduğu tahmin edilmekte. Bu önemli kaynaklar için bölge ülkeleri ve uluslararası şirketler ciddi bir mücadele içinde.
Suriye-İsrail sorunu, petrol ve doğal gaz saha geliştirmesi ve boru hatlarıyla taşınması faaliyetlerine yansıması özellikle batılı ülkelerin dikkatle takip ettiği bir konu. İsrail tarafından son olarak keşfedilen Tamar ve Leviathan gibi doğal gaz yataklarının Suriye ve Lübnan’ın kıta sahanlığına yakın olması İsrail’in bu ülkelere ait gazı çaldığına yönelik suçlamalara yol açmış. Golan Tepeleri, Hamas ve Hizbullah’a destek gibi nedenlerle zaten sorunlu olan İsrail-Suriye ilişkilerinin doğal gaz arama, üretim, taşıma konularında çatışmaya dönüşmesi riski birileri açısından önemli bir tehdit olarak görülmekte. Bu anlamda batılı güçler için Suriye, hizaya çekilmesi gereken bir ülke konumundaydı. Daha önce Mısır’da, Libya’da, Irak’ta yaptıklarını bu kez Suriye’de yaptılar. Bölge, emperyalistler için dikensiz gül bahçesi olmalıydı ki işlerini rahat yürütsünler. Kendilerine hiçbir koşulda itiraz etmeyecek bir yapıyı yönetime getirdiler.
Diğer bir konu, petrol ve doğal gaz boru hattı güzergahları. 1948 öncesinde, Kerkük-Hayfa boru hattı ile Irak'tan İsrail'e petrol aktarılıyordu. Ancak Iraklılar, savaş sırasında bu hattı kapattılar. ABD yönetimi, Irak'tan İsrail'e petrol nakletmek için tekrar düğmeye bastı. Geçmişte Bush yönetimi, İsrail'den "Irak'tan Hayfa Limanına petrol pompalama" olasılığını araştırmasını istedi. İsrail hükümeti ise, Irak işgaline verdiği kayıtsız desteğin karşılığı olarak, Kerkük-Hayfa boru hattının açılmasını istiyordu. Bu hattın Musul petrolleriyle birlikte Suriye üzerinden geçirilmesi için uygun bir yönetim gerekliydi. Bu da başarıldı. Artık Irak’ın doğal kaynakları da Hayfa Limanına sorunsuz akacak gibi. Burada da açıkça görülüyor ki, doğal kaynaklar ve enerjinin önemi oldukça fazla. Madenler ve doğal kaynaklar için gerektiğinde her şeyin yapılabileceği bir kez daha gösterildi.
Üçüncü önemli konu, su; Tüm dünyada gittikçe öne çıkan su konusu Ortadoğu için hayati değerde. Sınır aşan suların kullanımı konusunda uluslararası sorunlar büyürken, Fırat Nehri’nin sularının İsrail tarafından kullanılması gündeme gelebilecek. Suriye’de yaşanan gelişmelerin ABD ve İsrail’in tam istediği gibi şekillendiği göz önüne alındığında bu konunun da göz ardı edilmemesi gerek.
Tarih tekerrür etmekte, emperyalist ülkeler uzun vadeli projelerini tıkır tıkır uygulamaktalar. Dün İran’da Musaddık’a, Şili’de Allende’ye yakın tarihte Kaddafi’ye, Saddam’a yapılanlar bugün değişik bir şekilde Esad’a yapıldı. Bu coğrafyaya bir süre daha gerçek demokrasi gelmeyecek gibi. Birilerinin rahat yaşaması için birileri ölecek, kalanlar ise cehennemi yaşayacak ne yazık ki.
Halkların kardeşliği ve eşitlik temelinde, özgür, laik ve bağımsız bir Suriye’nin inşası bu coğrafyada yaşayan herkesin yararına olacak. Bu doğrultuda mücadele etmek önemli bir görev.
/././
Körfez ve Türkiye burjuvazisinin yeni baharı -Ela AVA / Cihan Çelik-
Türkiye son yıllarda Körfez ülkeleriyle ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini artırdı. Bu tablo karşılıklı bağımlılın da artması anlamına geliyor.
Ortadoğu'daki gelişmeler, savaşlar ve emperyalizmin bölgeyi yeniden şekillendirmek amacıyla çizdiği rota, bağımlı kapitalist ülkeler arasındaki ilişkilerin yeniden şekillenmesine yol açtı. Ortadoğu'nun farklı ülkeleri arasında mali ve askeri iş birlikleri yeniden gözden geçirildi. 2024’te Türkiye'nin Arap sermayesiyle kurduğu ilişkilerde önemli dönüşüm seyri izlendi. Özellikle son yıllarda Batı emperyalizmine yaklaşan Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleri ile NATO üyesi Türkiye arasında yeni askeri iş birliklerinin kapıları açıldı.
SUUDİ-TÜRKİYE DOSTLUĞU!
IMF verilerine göre ticari reformların ve artan petrol fiyatlarının etkisiyle Suudi Arabistan 2022’de dünyanın en fazla büyüyen ekonomisi olmuştu. Suudi Arabistan 267 milyar varil ile Venezuela’dan sonra dünyanın ikinci en büyük petrol rezervine sahip. Ayrıca Suudilerin 8.4 trilyon metreküp doğal gaz rezervi olduğu tahmin ediliyor. Bu dünyadaki toplam gaz rezervinin yüzde 4.2’sini oluşturuyor.
2016’de ülke ekonomisini sadece petrole dayalı olmaktan çıkarmak istediğini belirten Ancak Suudi Arabistan “Vizyon 2030” adı altında reform planını başlattı. Planın en önemli amaçları arasında imalatta daha fazla doğrudan yabancı yatırımcı çekmek, madencilik, toplu taşıma ve demir yolu ağının gelişimini hızlandırmak yer alıyordu.
Bu açıdan yabancı yatırımcılar bulma ve Türkiyeli şirketlerin Körfez ve Arap ülkelerinde yatırımcı olmasının önünü açma arayışına giren Şimşek Programı ile Suudilerin Vizyon 2030’u uyuşuyordu. 2024 bu nedenle Arap sermayesinin daha fazla Türkiye'ye aktığı bir süreci beraberinde getirdi. Ticaret Bakanı Ömer Bolat, 2024 yılının Türkiye-Suudi Arabistan ekonomik ilişkilerinde “altın bir yıl” olacağını belirtmiş ve orta vadede 10 milyar dolar, uzun vadede ise 30 milyar dolarlık ticaret hacmi hedeflendiğini ifade etmişti. Nitekim öyle de oldu. Bu iki ülke arasındaki ilişkilerde bağımlılığın artmasını da beraberinde getirdi.
2 Kasım 2024’te enerji, savunma sanayisi, inşaat, sağlık, turizm, gıda, tarım, lojistik ve teknoloji gibi çeşitli sektörlerden şirketlerin katıldığı Türkiye-Suudi Arabistan iş forumunda, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin geleceği ele alındı. Vizyon 2030 çerçevesinde Türkiyeli firmaların üstlenebileceği projeler konuşuldu.
Forum kapsamında Suudi Kalkınma Fonu ile Hazine ve Maliye Bakanlığı arasında iş birliği anlaşması ve 6 mutabakat zaptı imzalandı. Mutabakatlardan biri Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Suudi Arabistan Merkez Bankası arasında iş birliğinin geliştirilmesine zemin oluşturma amacını güdüyordu.
Türk ve Suudi şirketler arasında da 21 iş anlaşması yapıldı. Tekfen İnşaat’ın aldığı 212 milyon dolar değerindeki “Package-16 MGSE III: Cidde Kümesi” boru hattı projesi bunlardan biriydi.
İki ülkenin askeri alanda ortaklaştığı zeminler de hazırladı. 4 Temmuz 2024’te Suudi Arabistan devletine ait savunma şirketi SAMI, Türkiyeli savunma şirketleri Baykar ve Aselsan ile iş birliği yapmak üzere mutabakat zabıtları imzaladı. Bu anlaşmalar kapsamında, Suudi Arabistan’da insansız hava aracı üretimi ve savunma teknolojileri geliştirilmesi Baykar ve Aselsan’a bırakıldı.
SERBEST TİCARET İÇİN İŞ BİRLİĞİ ARAYIŞI
Öne çıkan gelişmelerden biri de Türkiye-Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) Serbest Ticaret Anlaşması müzakeresinin başlamasıydı. Türkiye ve KİK üye ülkelerinin (Bahreyn, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, BAE ve Umman) dünya ile toplam ticaret hacimlerinin 2.4 trilyon dolar seviyelerinde olduğu Ticaret Bakanlığı tarafından açıklanmıştı. Müzakerelerin ikinci turunda netleşmiş bir çerçeve ortaya çıkarsa dünyanın en büyük serbest ticaret alanlarından birinin oluşturulmasına bir adım daha atılmış olacak. Bunun dışında da Türkiye'nin KİK üyeleriyle yaptığı anlaşmalar ve sermaye iş birliği sayısı oldukça fazlaydı.
BAE İLE ANLAŞMALAR YILI
Fotoğraf: TC Cumhurbaşkanlığı
Uzun süre inişler ve çıkışlarla ilerleyen Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ilişkilerinin ardında aynı bölgesel yayılmacı planlar, aynı bölgedeki rantın paylaşımı kavgası var.
Bu çelişki ve çatışmaların yarattığı gerilimin dozu; BAE ve Suudi Arabistan’ın, Türkiye'nin en önemli bölgesel müttefiklerinden Katar’a uyguladığı ambargoyu 2021’de kaldırmasının ardından düşmeye başladı ve ilerleyen süreçte BAE ve Türkiye arasında çeşitli ekonomik iş birliği anlaşmaları imzalanmaya başladı. 2021’de BAE Devlet Başkanı Al Nahyan'ın Türkiye ziyareti sırasında 9 yatırım anlaşması imzalandı. Abu Dabi Kalkınma Holdinginden 10 milyar dolarlık fon tahsis edildi. Erdoğan da 14 Şubat 2022’deki Abu Dabi ziyaretinde 13 anlaşmaya imza atarken “Türkiye-BAE ilişkisinde yeni bir dönemi başlattık” dedi.
Erdoğan, 19 Temmuz 2024’te para arayışı için çıktığı Körfez turunun son durağı olan BAE’de enerji, ulaştırma, altyapı, inşaat başta olmak üzere 50.7 milyar dolarlık 13 anlaşma imzaladı. Öte yandan 22 Nisan 2024’te Erdoğan’ın Irak’a gerçekleştirdiği ziyarette Kalkınma Yolu Projesi kapsamında Türkiye, Irak, Katar ve BAE arasında İş Birliği Mutabakat Zaptı imzalandı.
Ekim 2024 itibarıyla Türk inşaat şirketlerinin BAE'de tamamladığı 145 projenin karşılığı ise 13.2 milyar dolar oldu. Yine aynı yıl Abu Dabi merkezli yatırım şirketi ADQ, Bank Audi liderliğindeki grupla anlaşarak Odeabank’ın yüzde 96’lık hissesini satın aldı. Mapa ve Limak'ın dahil olduğu konsorsiyumun BAE’de aldığı 6 milyar dolarlık metro projesi ise en büyük ihale oldu.
2007’den bu yana özelleştirilme kapsamında bulunan İzmir Alsancak Limanının yüzde 50’sinin BAE’li Abu Dhabi Port’a devri için el sıkışıldığı da dile getirilen iddialar arasında.
SUDAN-BAE ARASINDA ARABULUCULUK
2024’e gelindiğinde siyasi anlaşmaların da yolu açıldı. AKP bölgede NATO'nun arabulucusu rolünü farklı yönleriyle üstlenmeye devam etti. Otuz yıllık diktatör Ömer Beşir’in devrilmesinin ardından başlayan iç savaş nedeniyle binlerce sivilin hayatını kaybettiği Sudan’da ordu ve Hızlı Destek Güçleri (HDK) iç savaşın taraflarını oluşturuyor. Mısır ve Suudi Arabistan bu savaşta Sudan ordusunu; BAE ise HDK’yi destekliyor. Mısır Sudan’dan doğan Nil Nehri’nden gelen suyun paylaşımında Etiyopya ile sorun yaşarken Sudan ordusundan destek görüyor. Sudan’da buğday ekimi yapan Suudi Arabistan ise ülkenin topraklarını ve yer altı sularını sömürüyor. BAE ise Yemen’de Husilere karşı verdiği savaşta en büyük desteği HDK’den alırken karşılığında cephane ve silah sağlıyor.
Bugüne kadarki arabuluculuk çabalarından sonuç çıkmazken en son Erdoğan, Suriye ordusunu temsil eden el-Burhan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve Sudan yönetimi ile BAE arasında arabuluculuk yapmayı önerdi. Bu öneri taraflarca kabul edildi ancak henüz somut adım atılmadı.
KATAR İLE İLİŞKİLER SIKILAŞIYOR
Fotoğraf: TC Cumhurbaşkanlığı
Türkiye’nin 2024’te önemli iş birliği yaptığı ülkelerden biri de Katar oldu. Doğrudan Avrupa’ya uzanan boru hatları olmasa da Katar’ın dünyanın en büyük LNG (sıvılaştırılmış gaz) ihracatçılarından biri. Doğal gaz boru hattı projesiyle gündeme gelen Katar-Türkiye ilişkileri; Türkiye’nin finansman ihtiyacı karşılığında verilen tavizlerin izini taşıyor. Katar sermayesine yapılan arazi ve fabrika satışları, başta Türk Telekom olmak üzere kamu elindeki şirketlerin kelepir fiyata Katarlı şirketlere satılması, askeri sanayi ortaklıkları ve banka devirleri… Halka ait kaynaklar yağmalanırken milyarlarca dolar şirketlerin kasasına aktı. Bunlar karşılığında Türk inşaat şirketlerine de Katar pazarı açıldı.
2021'de 140 milyon dolar karşılığında Antalya Limanı’nın işletme hakkı 2047 yılına kadar Katarlı QTerminals şirketine devredildi. Karşılığında Nurol, Gama, Gersan, Samko, Doğuş gibi Türk şirketleri Katar’da inşaat ihaleleri aldı. Türkiyeli şirketlerin aldığı en büyük ihalelerden biri 10 milyar lira ederindeki tuz fabrikası idi. Fabrika için Atlas Yatırım, Katarlı iki şirketle birlikte konsorsiyum oluşturdu.
2024’te ise askeri ve siyasi alanlarda sermaye sahipleri ve sermayedarların elindeki devletler için önemli anlaşmalar imzalandı. 14 Kasım 2024’te yapılan Türkiye-Katar Yüksek Stratejik Komite Onuncu Toplantısı ile 8 anlaşma imzalandı. En çok dikkat çekeni savunma bakanlıkları arasındaki teknik ve askeri iş birliği anlaşmalarıydı.
UMMAN’DAN SIVILAŞTIRILMIŞ GAZ
Umman ve Bahreyn ile ilişkiler açısından da benzer gelişmeler yaşandı. 28 Kasım 2024’te Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Umman Sultanı Heysem bin Tarık huzurunda 10 anlaşma imzalandı.
Ordu Yardımlaşma Kurumu ve Umman Yatırım Otoritesi arasında ortak girişim kurulması ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ile Umman Sultanlığı Merkez Bankası arasında mutabakat zaptı dikkat çekenleriydi. Enerji alanında yapılan anlaşmaya göre ise 2025 yılından itibaren BOTAŞ Umman'dan sıvılaştırılmış gaz tedarik edecek.
28-29 Ocak 2024’te Bahreyn’i ziyaret eden TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş da iki ülke arasında çeşitli alanlarda iş birliğini güçlendirmeye yönelik adımlar attıklarını duyurmuştu. Ayrıca 3 Mart 2024’te gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Forumu’nda Bahreyn Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Müsteşarı Şeyh Abdulla Ahmed bin Hamad al Khalifa, Türkiye ile güvenlik ve askeri ilişkileri geliştirmek için yakın şekilde çalıştıklarını ifade etmişti.
AKP ve Mehmet Şimşek’in önümüzdeki süreçte Arap sermayesine daha fazla yönelmesi şaşırtıcı olmayacak. Yeni anlaşmaların, yeni siyasi iş birliklerinin eşlik edeceği bu süreç güç dengelerini yenilemek ve bölgeyi şekillendirmek isteyen emperyalistlere de “eşsiz fırsatlar” sunacak.
/././