soL "Köşebaşı + Gündem" -9 Şubat 2025-

Defne Halk Temsilcileri Meclisi Merkezi açıldı: ‘Hatay devam ediyor demek için’

Türkiye Halk Temsilcileri yerel meclislerinin ilki olarak Hatay’da kurulan Defne Halk Temsilcileri Meclisi’nin sosyal merkezi açıldı.

On binlerce yurttaşın yaşamını yitirdiği, yaralandığı ve evsiz kaldığı 6 Şubat depreminin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen bölgedeki sorunlar sürerken, Hatay halkı örgütlendikleri Defne Halk Temsilcileri Meclisi’yle yaralarını sarmaya devam ediyor.

Türkiye Halk Temsilcileri yerel meclislerinin ilki olarak Hatay’da kurulan Defne Halk Temsilcileri Meclisi’nin sosyal merkezi bugün açıldı.  

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Defne Sümerler Mahallesi’ndeki merkezin yüzlerce yurttaşın buluştuğu açılışına katılarak konuşma yaptı.

‘Onlar bu kentin ruhunu yok etmeye çalışıyorlar’

Depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen iktidarın yaptığı tek şeyin kente beton dökmek olduğunu belirten Okuyan, buna rağmen halkın kenti ayakta tutmaya çalıştığını şu sözlerle ifade etti:

"İki yıl geçti. Biz iki yıl önce depremden hemen sonra buraya geldiğimizde çaresizlik içerisinde bırakılmış bir kent vardı. Şimdi iki yıl geçti. Deprem bölgesinde dolanıyorlar, ne güzel binalar yapıyoruz diyorlar. Bildikleri tek şey sağa sola betona dökmek. Ancak benim gördüğüm başka bir kent. Onlar bu kentin ruhunu yok etmeye çalışıyorlar. Bizim bildiğimiz Armutlu’yu da Defne’yi de değiştirmeye çalışıyorlar. Ancak siz burada toplanarak Hatay’ı ayakta tutmaya çalışıyorsunuz."

‘Beton dökmeyi iyi biliyorlar ancak canlarımızı korumayı bilmiyorlar’

Kemal Okuyan yaşanan tüm felaketlerde hükümetin üzerindeki sorumluluğu kabul etmediğini, iktidarın halkı korumadığını ifade ederek şöyle konuştu:

"Çünkü on binlerce canımızı aldılar. Beton dökmeyi iyi biliyorlar ancak canlarımızı korumayı bilmiyorlar. Deprem olduktan sonraki ilk anlar ve sonrası bir ay ortada bıraktılar. Depremde böyle, selde böyle, yangında böyleler. Karşımızda insanı sevmeyen bir zihniyet var ama binaları dikiyorlar. Diyorlar ki deprem bu suçumuz yok. Sel olur bizim suçumuz yok, yangın olur suçumuz yok diyorlar. Bunlar olmadan ne oluyor peki? Memlekette adaletsizlik yoksulluk hepsi var. Sonra gelmiş diyorlar ki bina dikiyoruz."

RTÜK Başkanına yanıt: ‘Depremde ölen insanlar, süren yoksulluk algı operasyonu mu?’

Kemal Okuyan, RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in ana haber bültenlerinde ülkede olumlu olaylar yaşanmadığı algısı yaratıldığını öne sürerek en üst sınırdan yaptırım uygulanacağına yönelik tehdit içeren açıklamasına da şu sözlerle yanıt verdi:

RTÜK bugün demiş ki memlekette hep olumsuzluk var gibi konuşuyorlar. Depremde ölen onca insan, bugün süren yoksulluk , bunlar algı operasyonu mu? Bunlar neden bahsediyorlar, ayıptır ya!

Paraya tapmayanların, tarikatlara savaş açanların adresi DHTM binası

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, sermaye sınıfı ve gericilerden halka fayda gelmeyeceğini belirttiği konuşmasında Defnelilere DHTM’yi adres göstererek şu ifadeleri kullandı:

"Boyun eğmediğimiz için buradayız. Depremi yaşadınız ancak aradan günler aylar yıllar geçiyor. Depremin sonrasını tüm hayatı kurmak için mücadele ediyoruz. Depremden sonra ne dedik. ‘Tarikatlardan, holdinglerden hayır gelmez’ dedik. Neden? Çünkü her ikisi de paraya ve cehalete tapmaktır. Her ikisinden de fayda gelmez. Şurada gördüğünüz bina paraya tapmayanların, holdinglere ve tarikatlara savaş açanların binasıdır. Defne Halk Temsilcileri Meclisi binamızdır."

Defnelilere çağrı: ‘Hatay devam ediyor demek için var mısınız?’

Okuyan, Defnelilere seçimden seçime değil her zaman yanlarında olduklarını belirttiği konuşmasını şu sözlerle sonlandırdı:

"Kente sahip çıkmak, insana sahip çıkmak, birbirimize sahip çıkmak için işte size bina. Ne demiştik. Seçimden seçime bizleri görürseniz yüzümüze tükürün demiştik. Öyle mi oldu? Biz buradayız, Hizam Hasırcı burada. Defnelilerin, Hataylıların yok etmeye çalıştıkları kenti holdinglere ve tarikatlara teslim etmemek için mücadele etmeye var mısınız dostlar. Bizim sevdiğimiz, görmek istediğimiz Hatay devam ediyor demek için var mısınız arkadaşlar? Varsanız bu bina sizindir. Çocuklarınız, öğretmenler, mahalleliler, emekliler tepe tepe kullanın hayırlı olsun."

'İçimizdeki halk sevgisini asla değiştirmeyeceğiz'

Defne Halk Temsilcileri Meclisi’nin sosyal merkezinin açılışında THTM kurucularından sanatçı Levent Üzümcü, DHTM Sözcüsü Hizam Hasırcı, TÖB-Sen Genel Başkanı Deniz Ezer, DHTM Üyeleri Hasan Çelik ve Ali Habip de konuşma yaptılar. 

Üzümcü, konuşmasında, kendisi için çok önemli bir yerin, anıların tahrip olduğunu gördüğünü ifade ederek şunları söyledi: 

"Sizler yaşamış olduğunuz şehrin elinizden kayıp gitmesini acıyla gördünüz. Ancak bizim bu binalarda sizlerle birlikte olabilmemiz, sizin gibi insanlarla buralarda bir arada olabilmemiz çok önemli, çünkü böyle yalnızlık zamanlarında acı zamanlarında insanları hayatta tutabilen tek şey birbirlerine verdikleri destek. Birbirimizi yalnız bırakmamalıyız. Çocuklarımıza da bunu aşılayalım, omuz omuza olmayı, idealimiz olan o güzel dünyayı yaratacak çocukları yetiştirmeyi ihmal etmeyelim."

DHTM Sözcüsü Hasırcı ise, şunları kaydetti:

"Biz yola çıkarken 'Bir yol kavşağındasın ey Defne ve mutlaka değişecek kaderin' demiştik. Köhnemiş zihniyeti değiştirmek için mücadele vermeye devam ediyoruz. Bizi takım elbise ve son model arabalarıyla kapımızı bir daha çalmayan siyasetçilere benzetmeyin demiştik. Seçimden bu yana on ay geçmesine rağmen biz mücadeleye devam ediyoruz. Ama bizler Hizam Hasırcı belediye başkanı olsun diye değil bir zihniyeti değiştirmek için yola çıktık. Bu zihniyet bizi ayakta tutuyor. Bunu hepimizin bir arada başaracağına inanıyorum.

Sizlere buradan tekrar söz veriyorum, koşullar ne olursa olsun içimizdeki halk sevgisini asla değiştirmeyeceğiz."

TÖB-SEN Genel Başkanı Deniz Ezer, zor süreçten geçtiklerini belirterek şunları söyledi:

"Halkımızın açlıkla terbiye edildiği dönemde umut olabilmek asıl mesele. Şu an yaşadığımız süreç her bakımdan umutsuzluk veriyor. En temel yaşam haklarımızdan, sağlık, barınma haklarımızdan mahrum bırakılmış haldeyiz. Gençlerimiz bataktalar. Geldiğimiz noktada gelirin çoğunu yüzde birlik sermaye sınıfı alırken, yüzde doksan dokuzu açlık içinde yaşamaya devam ederken, arsızca şov yapmaya gelen insanlar var burada. Bugün gençlerimiz üniversiteye gidiyor, sonrasında işsizlikle karşı karşıya. Çocuklarımız merkezi sınava tabi olup her türlü işsizlik karşısında umutsuzluğa sürükleniyor. Bugün açılan DHTM binası bu anlamda çok değerli. Aslında buradan başlıyor dayanışma ve umut olmak. Bu umudu yeşertenlere bin selam."

Ardından söz alan DHTM üyesi Hasan Çelik, şöyle konuştu:

"Asbest tozu içerisinde ölüm kokan bir kentin olmayan kaldırımlarında, otostop çekerek okula gidip gelen yüzlerce çocuğumuzun yüzü gülümsesin, içinde bir umut ışığı olsun diyedir bu mücadele. Çamurlu sokaklara bizi muhtaç edenlere, eğitimden halkımızı uzak tutmak isteyenlere inat bu kavga. Defne Halk Temsilcileri Merkezi, sadece bir eğitim yuvası değil, çok ötesinde, psikolojik olarak çökmüş birçok canımıza psikolog desteği ile çocuklara pedagog desteği olacak, uyuşturucuyla mücadele edecek bir merkez."

DHTM üyesi Ali Habip de şunları kaydetti:

"Yıkımlar toz toprak altında yeniden var olmaya çalışıyoruz. Bu sadece binaların varoluşu değil, halkımızın var olma mücadelesi. Tarafımızda katliamlar var, işsizlik var açlık var. Tek yapmamız gereken tüm bu olumsuzluklara karşı bir arada dayanışmak, yeniden var olabilmek; omuz omuza ve hep birlikte. Biz bir arada ve omuz omuza mücadele ederek bizi yok edeceklerle ancak baş edebiliriz."

Defnelilerin yoğun ilgi gösterdiği açılış sanatçı Hasan Baklacı’nın konseriyle devam etti.

                                                       ***

Yönetmek, yönetememek -Aydemir Güler-

Türkiye’de de bu düzensiz yağma bir hesaplaşmanın habercisidir. Büyük Devrimler köklü hesaplaşmadan çıkar dedim. Ama acele etmeye gelmez.

Dünya, üzerindeki her bir toplum, her zaman mücadele arenasıdır. Mücadele süreklidir, ama zaman zaman kalıcı duygusu veren statükolar oluşabilir. 

İki yüz yıl önce, Büyük Fransız Devriminin yarattığı dalgalar Avrupa’yı sarsıyordu. Devrimin statükosu, düzeni olmaz. 

1815’de Waterloo’da Britanya İmparatorluğu, arkasına Devrimin mirasını alan Napolyon’un savaşlarını sonlandırdığında bir statüko ilan edilmiş oldu. Adına Pax Britannica dendi. Britanya Barışı aynı zamanda Britanya egemenliği demekti ve Roma çağını anlatan Pax Romana’ya göndermede bulunuyordu. İngiliz emperyalizminin hegemonyası Birinci Dünya Savaşı’nda bir daha düzeltilemeyecek biçimde karaya oturdu. Şimdi sıra Büyük Rus Devriminin dalgalarındaydı. 

Modern kapitalizm döneminin ilk Pax’ı nasıl İngiliz toplarıyla ilan edildiyse, ikincisi de ABD’nin 1944 Normandiya Çıkarması, ama asıl 1945 Hiroşima-Nagasaki bombardımanıyla gelmiştir. 

Amerikan Barışı 20. yüzyılın sonlarında Ekim Devriminin etkilerinin neredeyse süpürülmesiyle taçlandı. Ama bu son zafer, tartışmayı durdurmadı. Uzun zamandır ABD’nin dünyanın bir numaralı gücü, hegemonik devleti, baş emperyalisti olduğunu söylüyoruz. Baksanıza, her sabah ABD Başkanının ne dediğini dinlemek üzere uyanıyor insanlık. Delilikle öncülük arasında gidip gelen bir yeni mesaj, tek gün bile eksik olmuyor. Böylece ABD’nin gücü her gün yeniden kanıtlanıyor ve hatırlatılıyor. 

Ama bir Pax Americana’dan söz edemiyoruz. 

O büyük “barışların” da tarihini mücadeleler yazıyordu. Statükodan ziyade kaotik görünüm veren dönemlerde de, aslolan elbette değişimdir. 

Ama arada ciddi fark var. Dünyamız 21. yüzyıla dağınık girdi ve toparlanamıyor. Bir büyük Barış veya statükonun inşa edilmesine kimse imza atamayınca, başka bir kriter öne çıktı: O da inisiyatif almak. 
İşte Trump, çılgınca, akıl almaz bir acele, hatta telaş içinde ABD emperyalizminin birbirini kovalayan inisiyatiflerini dile getiriyor. Buradan bir düzenin çıkacağı yok. Ama bu uzun süreli düzensizlik, daha önceki örneklerde olduğu gibi bir devrim çağına da denk düşmüyor. Tersine işaret fişekleri 1970’lerde atılmaya başlanan karşıdevrimi yaşamaya devam ediyoruz. 

Karşıdevrim düzenini kuramıyor. Bu delilik çağına Pax adını vermek, Barış demek, toz dumanın arasından oturaklı bir hegemonyayı ayrımsamak imkânsız. 

Amerikan inisiyatiflerinin önemli bir bölümünün herhangi bir karşılığının olmayacağını öngörmek için dahi olmak gerekmez. Gazze’nin bir Rivieara’ya dönüşmesi, Filistinlilerin Suudi Arabistan veya İspanya’ya göçmeleri, bir göktaşının çarpması sonucu gezegenimizin yok olması kadar olası olabilir ancak. Ama artık bunlar telaffuz edilebiliyor. Mücadelenin ekseni sağa, daha sağa, insanlık dışı koordinatlara taşınıyor. Bu bir statüko olmayacak, kalıcılaşamayacak. Ve dünya böyle böyle köklü bir hesaplaşmaya yaklaşacak. 

Büyük Devrimler köklü hesaplaşmalardan çıkar. 

*    *    *

Başka ülkeler bir yana, Türkiye’de de bir statükodan, bir Erdoğan düzeninden söz edemiyoruz. Bir karşıdevrim tablosunun içindeyiz. Tabloda kendine özgü bir düzen de seçilmiyor. Türkiye’de olup biten yönetilmiyor. 

Depremin üstünden iki yıl geçmiş ve ortalık gözümüzün içine bakarak söylenen yalanlardan geçilmiyor. Egemenlerin yapabildiği felaketi fırsata çevirmek, yani tüccar siyaseti. Ama bu icraatın bir adı zaten var: Yağma. 

Sömürgeler önce yağmalanır; bu politikaya kolonyalizm diyoruz. Ama sömürgeci ülkeden gelip sömürgeye yerleşenler, çoğu örnekte, eninde sonunda yağmadan farklı bir işleyişe ihtiyaç duyacaklar, var olanı tüketmekten üretmeye geçecekler, giderek yeni toprakları vatan belleyeceklerdir. Yağma ne kadar sürerse sürsün, geçici olmak zorundadır. Yönetmek başka bir şeydir. 

Türkiye’de karşıdevrim, kendisinden önceki bütün toplumsal ilerlemeyi yağma konusu olarak gördü. Kamusal ekonomiyi yok ederek başladılar. Sağlığı gerçek anlamda tüketip hastaneleri sağlık turizmi kapsamına alıyorlar. Eğitimi yağmalayıp çocuk emeğine çöktükleri gibi... Her gün birkaç işçinin işbaşında öldüğünü görüyorlar ve bu sayıyı azaltmak için herhangi bir adım atmıyorlar. Her gün bir ya da birkaç kadın öldürülüyor; yargı ise katillere ceza değil indirim üstüne çalışıyor. Bir de kamu spotları hazırlanıyor: Tehlikedeki kadının çağrısına anında koşup yetişen polis teşkilatını varmış gibi gösteren bu spotlar reklam sektörüne devletten para aktarmaya yarıyor olmalı! Toplumun tamamını uyuşturucu bağımlısı haline getirmekte de bir beis görmüyorlar. Çünkü bu ülkeyle, bu toplumla kendileri arasında bir bağ kuramıyorlar, kurmuyorlar. 

Bunun adı yönetmek değil. Yukarıda, dünyada kurulan Pax’lardan söz ettik ya. Britanya dünyaya parlamentarizmi, ölçü sistemini armağan ediyor, kendi içinde de, Engels’in ortaya attığı kavramla “işçi aristokrasisi” yaratıyordu. Britanya emekçileri Pax Britannica içinde bir konum elde edebiliyorlardı. 20.yüzyılda “Amerikan yaşam tarzı” beyaz eşya parası biriktirebilen emekçileri de heyecanlandırıyordu. 
Bizde bunlar yok, ama dahası var. Ortalaması laik bir toplum laiklikle yönetilmiyor. 10 milyon kişinin katıldığı, çoğunluğun da yürekten desteklediği Gezi hakkında uyduruk dosyalar hazırlanıyor. Bu saçmalıklar konuşulamasın diye her gün sopa sallanıyor. 

Açıkçası AKP’nin yeni bir düzen kurmak için minicik bir şansı var idiyse, o da yok oluyor. 

Türkiye’de de bu düzensiz yağma bir hesaplaşmanın habercisidir. Büyük Devrimler köklü hesaplaşmadan çıkar dedim. Ama acele etmeye gelmez. Devrim gökten düşmez. Önceden kendini hissettirir, öncü sarsıntıları duyulur. Ne biz ne dünya yolun o noktasında değiliz henüz. Olsak hissederiz… 

Ama yolun başka bir çıkışı da yok. Yönetmiyorlar, yönetemiyorlar. Denemiyorlar bile. 

                                                        /././

Palmiye Sitesi'nin asli kusurlu sanığı ‘yaşlılık ve sağlık' gerekçeleriyle tahliye edildi ve firar etti.

Davanın asli kusurlu sanığı Hacı Mehmet Ersoy, sağlık raporu ve yaşlılık gerekçesiyle 26 Aralık 2024'te tahliye edildi ancak kısa süre sonra hakkında yeniden tutuklama kararı çıkarıldı. Ersoy, bu kararın ardından kayıplara karıştı.(https://haber.sol.org.tr/haber/palmiye-sitesinin-asli-kusurlu-sanigi-yaslilik-ve-saglik-gerekceleriyle-tahliye-edildi-ve)

                                                                 ***

Katı olan her şey -Ayşe Şule Süzük-

Kapitalist düzenin bugün geldiği nokta ne vadediyor bize? Artık politika bir oyun alanı, temsilî demokrasi denilen şey gösteri toplumunun şekilsiz bir yansıması.

Karmakarışık bir dünya, kafamın içi de karmakarışık. “Her şeyi yakala” (catch all) dürtüsü ile saçma bir koşuşturma içinde nefessiz ve bu durumun zorunluluğu olarak hedefsiz sürekli bir çember çiziyorum sanki. Bazen tekil “ben” bazen çoğul “biz” demek istiyorum. Çünkü bu durumun yalnızca beni sıkıştıran bir kerpeten olmadığını düşünüyorum. Her şey seyirlik hâle dönüşüyor, bunu gözlemliyorum hem çevremden hem de kendi yapıp etmelerimden. Bir kadın olarak ben John Berger’in dediği gibi “bakılma” ve “görülme” durumuna zaten yabancı değilim, toplumsal cinsiyet rolleri, toplumun dayattığı cinsiyetçi bakış ile büyürken içkinleştirdik kaçınılmaz olarak bu olguyu.  Ancak bu kez sadece kadınlar değil, her cins ve cinsel yönelimden kişiler kendi özel dünyalarını çok fazla yansıtmak istiyor. 

Osmanlı’nın son döneminde özellikle de Tanzimat edebiyatında yazılan romanlarda işlenen “kadınsılaşmış” erkek hikâyesi bir bakıma Batı karşısında gücünü yitirmek diğer yandan fazla batılılaşmak anlamı taşıyor. O günden bugüne öyle çok zaman geçti ki…  Ama marjinalize edilen, eleştirilen ve monden bulunan durumların bir düstur hâline gelmesine tanık oluyoruz bugün. 

Konuşulacak ve yazılacak çok şey var, şüphesiz. 

Narsistlik mi? Evet, kendini fazlasıyla önemseme, kendinde her türden dayatmayı hak görme ve bu doğrultuda karşıdakini yönlendirme, başkası ile duygudaşlık kuramama, sığlık, böbürlenme… Bunun yanında yazık ki çok sık karşılaştığımız ve bugünün siyasetini de önemli ölçüde belirleyen kişinin yapıştığı kimlikler üzerinden var olma çabası. 

Korkunç. 

Bitmiyor dahası bu yapışılan kimlik üzerinden bağnazca kendinin dışındaki herkesi ötekileştirme pratiği kişileri ve siyasi hatları deforme ediyor. Bakınız çevrenize, göreceksiniz.  Kimlik siyaseti yaparak aslında kimlik toplumları yaratıyor ve bu çember içinde bizleri yaşamaya zorluyorlar. Bu bir bakıma körlük siyaseti demek, bu ise bencillik ve narsistlik çağı ile çok örtüşüyor. Nihayetinde başta milliyetçilik olmak üzere her türden kimliğin üzerinde tepinmek elbette kollektif bir narsizm içeriyor.  

Kapitalist düzenin bugün geldiği nokta ne vadediyor bize? Artık politika bir oyun alanı, temsilî demokrasi denilen şey gösteri toplumunun şekilsiz bir yansıması. Şımarık zenginlerin doymak bilmez hırsları, Trump ve Netanyahu’nun kutsal biraderlik gösterisi ile aba altından dünyanın ezilenlerine, yersiz yurtsuzlarına, yerden göğe kadar haklılarına kısaca bizlere sopa sallamaları gına getirdi artık. Marx, “Komünist Manifesto”da şöyle diyor: “Modern burjuva toplumu, böylesine devasa üretim ve mübadele araçlarını bir araya getirebilmiş olan bu toplum, tılsımlarla çağırdığı yer altı güçlerini artık kontrol edemeyen bir büyücüye benziyor.”  Acep bugünü görse ne derdi? 

Peki, ne yapmalı?

Bu VIP’lere [very importan person (çok önemli kişi)], deli evinde birbirinin sırtını sıvazlayıp gaza getirenlere, oturdukları Kafdağı’ndan aşağıya bize, böcek olarak gördükleri halka bakan zalım yeni tür liderlere bize yaptıklarını iade etmeli, dünyanın ezilenleri olarak ne istatistiki veri ne de böcek olduğumuzu gözlerine sokmalıyız. 

Nasıl?

Nasılı şu: Ancak başta kendimizden başlayarak bir şeyleri değiştirmeye başladığımızda. Bizler, o çok eleştirdiğimiz kapitalist toplum içinde sürüler hâlinde tüketiyor, toplumsal ilişkileri seyirlik vodvillere dönüştürüyor, imaj denizinde derinliksiz ve sahte ilişkiler kuruyoruz. Teslim olduğumuz tüketim kültürü bizi silahsız ve savunmasız bırakıyor. Gerçek ilişkiler yerini sosyal medyaya,  film platformlarına, insansızlığa ve başkası için kılını kıpırdatmama hareketsizliğine, dedikoduya bıraktıkça deli başkanlar büyüyor, şişiyor, semiriyor ve kuyrukları ile (annemin deyişi ile)  kum oynuyor. Büyük siyaseti çekirdek çitleyerek izlerken kendimize hiç pay çıkarmayarak sürekli söylenip duruyoruz;  mutsuzluk içinde ama gerçekten söylemeye sıra gelince sessizlik hâkim oluyor. O vakit, bu oyunu bozarak, bu sanal büyüyü etkisizleştirerek gerçek deneyimlere yönelmek gerekmiyor mu?  Kesinlikle bu konuda eski tarz ilişkilere dönmek önümüze koymamız gereken hedeflerin en başında yer almalı. Yan yana, diz dize, bir arada. İşte buna örgütlülük diyorum. 

Not al yavrum. 

O zaman Goethe’nin Faust’undan bir bölüm:

“İşitmiyor mumsun? Aklımdan bile geçmez neşe;

döne döne sarsılmak, kendimden geçmek 

                                                              benim istediğim,

en kederli aşırılıklar,

Aşkın nefreti ve hayat veren düşkırıklığı.

… zihnim

bundan böyle hiçbir kedere kapamayacak kendini;

tüm insanlığa düşen neyse,

ben de alacağım payımı, tüm yüreğimle, 

taşıyacağım

zirvesinde ruhumun ve en derin kuyularında,

onların mutluluk ve kederlerini göğsümde

                                                           biriktireceğim.

ve kendi benliğimi onlarınkine bırakacağım olduğu gibi

tâ ki ben de sonunda onlar kadar yıkılıncaya dek.” 

                                                            /././

CUMHURİYET "Gündem" -9 Şubat 2025-

BirGün’e 3 gözaltı! TGS ve SOL Parti’den buluşma çağrısı

birgun.net Yayın Koordinatörleri Uğur Koç ve Berkant Gültekin ile birgun.net Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Yaşar Gökdemir'in gözaltına alınmasına tepkiler sürüyor. TGS, gözaltılara tepki göstermek için bugün saat 15.00'te Şişhane Meydanı'nda buluşacak. Söz konusu buluşmaya SOL Parti kitlesel katılım çağrısı yaptı.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/birgune-3-gozalti-tgs-ve-sol-partiden-bulusma-cagrisi-2297847)

                                                                    ***
‘Hedeflerinde tüm yurttaşlar olabilir’-Doğa Öztürk-
CHP Aydın Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu üyesi CHP Grup Sözcüsü Süleyman Bülbül, geçtiğimiz günlerde komisyon görüşmeleri tamamlanan Siber Güvenlik Kanunu Teklifi nedeniyle yaşanabilecek hak ihlallerine ilişkin açıklama yaptı.
Yasa teklifinin açıkça basın ve ifade özgürlüğünü hedef aldığını vurgulayan CHP’li Bülbül, teklifin 16. madde 5. fıkrasını anımsatarak “Teklif ile cumhurbaşkanı kararnamesi ile kurulan siber güvenlik kurulu başkanlığına da geniş yetkiler verilirken siber güvenlik başkanlığı istediği yerde hâkim kararına ihtiyaç duymaksızın arama yapabilecek, dijital materyallere el koyabilecek, kopyalama yapabilecek. AKP, bu teklif ile ifade hürriyetini, basın özgürlüğünü, konut dokunulmazlığını, özel yaşamın gizliliğini hedef alıyor” dedi. George Orwell’ın 1984 distopyasında bile görülemeyecek türden uygulamaların bu düzenlemelerle Türkiye’nin normali haline getirildiğini belirten Bülbül, “Başkanın yazılı emriyle, konutta, işyerinde, kamuya açık olmayan bütün mekânları kapsayacak şekilde arama, el koyma ve kopya çıkarma yetkisi veriliyor. Peki bu yetki hangi hallerde kullanılacak ve kime karşı kullanılacak diye sorduğumuzda bu soruların cevabını düzenlemenin içeriğinden alamıyoruz. Özetle, tüm yurttaşlar bu düzenlemenin hedefi olabilir” ifadelerini kullandı. ‘OTOSANSÜRÜ DAYATIYOR’ Teklifin iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası öngören veri sızıntısı maddesine ilişkin komisyona sorular yönelttiğini bildiren Bülbül, “Bu sızıntının olmadığı neye göre tespit edilecek? Kim karar verecek? Hiçbir netlik yok. Bu düzenleme, her şeyden önce otosansürü dayatan bir nitelik taşımaktadır. Bu düzenleme, gazeteciliği, basın özgürlüğünü hedef alan muğlak düzenlemelerle ifade özgürlüğünü gasp eden bir düzenleme olarak karşımızda. Bu vahim düzenleme, sade yurttaşın, sosyal medya kullanıcısının dahi düşüncesini açıklamasını engelliyor. Bunun adı demokrasi değil, baskı rejimidir. Buna izin vermeyecek, itirazımızı ortaya koymayı sürdüreceğiz” değerlendirmesinde bulundu.
                                                      ***
Diyanet İşleri Başkanlığı resmen kabul etti: Emekliyi fitreye muhtaç ettiler!
Türkiye’de açlık sınırı 22 bin 131 TL’ye yükselirken, en düşük emekli aylığı olan 14 bin 469 TL ile geçinmeye çalışan milyonlarca kişi ekonomik zorluklarla karşı karşıya. Açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren milyonlarca yurttaş için Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan dikkat çeken bir açıklama geldi. Asgari ücretlilere ve emeklilere fitre verilebileceği belirtildi.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/diyanet-isleri-baskanligi-resmen-kabul-etti-emekliyi-fitreye-muhtac-2297800)
                                                       ***
‘Peygamber Sevdalıları’nın siyer yarışması devlet okullarında yapılacak: Hizbullah’a MEB desteği -Aytunç Ürkmez-
Terör örgütü Hizbullah’a fikri ve eylemsel yakınlığı ile dikkat çeken Peygamber Sevdalıları Platformu (PSP), Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı okullarda faaliyetlerini sürdürüyor. Platform, bugün Türkiye genelinde peygamberin yaşamını konu edinen “siyer yarışması” düzenleyecek. Platformun 2012’den beri sürdürdüğü ve “O’nu Oku O’nu Yaşa” sloganıyla düzenlenen yarışmaya; 18 yaş altı çocuklar da dahil olmak üzere her yaştan katılım oluyor.(https://www.cumhuriyet.com.tr/egitim/peygamber-sevdalilarinin-siyer-yarismasi-devlet-okullarinda-2297781)
                                                           ***
Menzil'deki kavga ortaya çıkardı: Validen imar ‘kıyağı’-Cengiz Karagöz-
Menzil'deki miras kavgasının ardından kurulan “Serhendi grubu”nun öncüsü Muhammed Saki Elhüseyni, Adıyaman’daki Menzil köyündeki lojmanların imarının vali tarafından verildiğini söyledi. (
ELHÜSEYNİ AÇIKLADI) Cemaatin Adıyaman Kâhta’daki Menzil köyündeki “tatil köyü” Buhara Evleri, taziye evi ve köy lojmanları da miras kavgasının sürdüğü taşınmazlar arasında yer alıyor. Cemaatin yurtdışında ve Türkiye’nin çeşitli noktalarındaki mülk paylaşımı tartışması sürerken kardeşler arasındaki kavga cemaatin usulsüz uygulamalarını da ortaya çıkardı. Muhammed Saki Elhüseyni, köy lojmanları olarak ifade edilen söz konusu yapının imarının vali tarafından verildiğini söyledi. Elhüseyni’nin açıklamasında, “Oranın imarını çıkaran da benim. O zamanın valisi yardımcı oldu, Allah ondan razı olsun. Sanayi imarı çıkarttırdık. Orayı öyle yaptılar. Sonra babam evraklarla uğraşmasın diye bir kısım Seyyid Masum’un üzerine, külliyenin orası da M.Ö’nün üzerine devredildi” dedi.(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/menzildeki-kavga-ortaya-cikardi-validen-imar-kiyagi-2297782)
                                                   ***
AKP'liler 'boykot edilsin' denilen Burger King açılışında eğlendi
AKP'li isimler Gazze'ye yönelik saldırıları nedeni ile daha önce açıkladıkları ABD ve İsrail menşeili boykot markalarının açılışını yapmaya devam ediyor. Rize ve İzmir’in ardından Afyonkarahisar'ın Dinar ilçesinde de AKP'li isimlerin katılımıyla dualar eşliğinde Burger King ve Popeyes açıldı.
(https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/akpliler-boykot-edilsin-denilen-burger-king-acilisinda-eglendi-2297836)
                                                          ***
(Cumhuriyet)

Sedat Göçmen’e Saygıyla: 1970’lerden bugüne Karadeniz’in engebeli, dolambaçlı, sarp devrimci yolları -Birgün/Hatırlatmalar-


I

Sedat Göçmen’i, Devrimci Yol hareketinin Karadeniz’deki örgütlenmesinde birinci derecede sorumluluk üstlenmiş önder isimlerinden birisini geçtiğimiz hafta son yolculuğuna uğurladık.

Cenazesinin arkasından yürüyen binlerce insan Sedat Göçmen ve büyük fedakârlıkla yaratılan ortak devrimci tarih karşısında saygı duruşunda bulundular. Bu aynı zamanda karanlığa gömülmek istenen ülkemiz için de bugüne dair umut ışığı oldu.

Sedat Göçmen’in mütevazı ve kararlı devrimciliği, bundan sonra da kuşkusuz ki yeni kuşaklara çok şey anlatmaya devam edecek. Ankara’da Mülkiye’de Devrimci Gençlik’ten başlayıp Karadeniz’in engebeli, dolambaçlı, sarp Devrimci Yollarında sürdü mücadelesi. Fikri Sönmez ve devrimci arkadaşlarıyla Fatsa Fikri’nin yaratılmasından faşizme karşı Çorum’da kurulan barikatlara; Şavşat’ın köylerindeki halk komitelerinden Pazar’a Tonya’ya kadar her yerde emeklerine, ayak izlerine rastlanır… Sekiz yıl süren cezaevi günlerini geride bırakıp, Özgürlük ve Dayanışma’ya uzanacak yeniden başlangıçtan SOL Parti’ye uzanacak yolculuğa kadar mücadelenin her adımında vardı.

Yarım yüzyılı aşan bir devrimci hareketi kesintisiz yürüyenlerden birisi oldu. Fırtınalı Denizin Yolcuları kitabının ardından özellikle de yeni genç kuşakla, Karadeniz deneyimi üzerine sayısız sohbetler gerçekleştirdi. Düne çağıran değil, dünün birikimleriyle geleceğe çağıran; geçmişi bir kahramanlık destanı olmaktan çok kolektif bir emeğin ve özverinin içinden anlatan bir devrimci olarak çok şey söyledi.

II 

Mülkiye’de devrimci bir genç olarak mücadeleye başlayan Sedat Göçmen, 1975’te Devrimci Gençlik dergisinin çıkmasının kendilerine büyük avantaj sağladığını söyler. “Teori neye yarar? Pratiğin önünü açar değil mi? Dergide pratik sorunların çözülmesine yardım eden yazılar bize gençlik içinde büyük bir prestij kazandırdı” diyen Göçmen, hareketin sonrasında alametifarikası olacak ana yatağını daha o dönemde Çin ve Sovyet yanlısı görüşlerin eleştirisi üzerinden hayatın somut sorunlarını çözmeye yönelmesinde bulur: “Diğer grupların, Çin ve Sovyetler odaklı tartışmaları gençliğin problemlerini çözmekte rehberlik etmiyor, ‘sosyal faşist’ ve ‘Maocu bozkurt’ suçlamaları havada uçuşuyordu. Bizim yaklaşımımız, gençliğin güncel ve uzun vadeli sorunlarına çözümler bulmak, bu çözümleri kendi ürettiğimiz politikalara dayandırmaktan oluşuyordu. Bizim kulağımız ne Moskova ne de Pekin radyosundaydı! (…) Bizim özgün yanımız teorik olarak yazdıklarımızı pratikle doğrulamaktı. Pratikten beslenen teorik bir söylemden bahsedebiliriz... Evet. Devrimci Gençlik’teki yazılara bakıldığında bu çok açık bir şekilde görülür. Gençlik içinde örgütlenmemiz geliştikçe, bu, AYÖD’de de Dev Genç’te de böyle olmuştur. Örgütlenmemize ilişkin temel sloganımız ‘öğrenim özgürlüğü ve can güvenliği’ olmuştur. Bu temel slogan, o günkü koşullarda can alıcı noktayı yakaladığımızı göstermekteydi.”

III

Karadeniz’de Devrimci Yol örgütlenmesi de bu anlayış üzerinden yükselmeye devam etti. Fatsa’dan Artvin’e kadar hemen her yerde devrimci mücadele halkın somut sorunlarına odaklanarak, onları çözmeye çalışmak üzerine yükseldi. Fındıktan Çaya kadar sömürüye karşı örgütlenmeler ve mitingler… Karaborsa ve tefeciliğe karşı girişilen mücadeleler bu anlayışın bir ifadesiydi. Kıyılarda balıkçıların örgütlenmesinden orman köylülerine kadar toplumun her kesimi ve sorunlarıyla ilgilendiler.

Sorunların çözümünü sadece devrimcilerin inisiyatifine almak yerine, bizatihi sorunun muhataplarının dahil olacağı halk inisiyatifleri kurarak bulmaya çalıştılar. Her yerde çoğalan halk örgütlenmesi, Fatsa’da kendisine yer açacak olan halkın kendi kendini yönetme deneyiminin zeminini oluşturdu. Yeni bir insan ve yeni bir toplum yaratma yolunda, paylaşmanın ve dayanışmanın güzelliklerinin çoğaldığı; kadınlardan çocuklara toplumun her kesiminin söz sahibi olduğu böyle bir yaşam Karadeniz’de adım adım yayıldı… Ülkenin faşist katliam ve saldırılarla Maraş’a çevrilmek istendiği zamanlarda, Karadeniz’in çok yerinde böyle bir mutluluk hüküm sürüyordu…

IV

Yaratılan bu mücadelenin köklerinde, 1965’lerden başlayarak gelişen devrimci mücadele var. Karadeniz’de ilk devrimci örgütlenmelerin gelişiminde, DEV-GENÇ’in ülkenin dört yanında gerçekleştirdiği köylü örgütlenmeleri ve mitinglerinin önemli bir rolü var. Bu devrimci dalganın izleri Karadeniz’de 6.Filo’ya karşı gençliğin anti-emperyalist eylemlerinin Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi’ndeki karşılıklarına kadar, pek çok alanda görülür. Hüseyin Cevahir’in Fatsa’daki ayak izleri o döneme rastlar.

Sonrasında Kızıldere’ye öncesinden, Ünye’den Fatsa’dan geçecek yol asla silinmeyecek derin izler bırakmıştır. Fatsa’da Fikri Sönmez’lerin, Ertan Sarıhan’ların önderliğinde gelişen hareket TİP’ten sonra, önce DEV-GENÇ sonrasında da kendisini THKP-C bütünlüğü içinde ifade eder. 12 Mart sonrasında İstanbul ve Ankara’da saklanma olanaklarının tükenmesinin ardından Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla birlikte Karadeniz’e geçme kararı alır. Sonrası bilinir, Ünye Radar Üssü’nden kaçırılan askerlerle birlikte düşülen Kızıldere yolu… Kızıldere’de katledilen Ertan Sarıhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz Fatsalı, Cihan Alptekin ise Rizelidir…

Kızıldere’nin, Fatsa başta olmak üzere Karadeniz’deki bu izleri 12 Mart karanlığının sonrasında yeni devrimci kuşaklarla kucaklaşarak, çok daha büyük bir devrimci yükselişe kaynaklık ettiğini söylemek gerekir. Sedat Göçmen de bu büyük kucaklaşmanın bir parçasıydı…

Karadeniz, fırtınalı denizler misali biraz deli, coşkun, inatçı ve sarp yollarıyla mücadeleden hiç geri kalmadı. Derelerin başında bir adım geri atmadan direnen kadınlar, Cerattepe’yi teslim etmeyenler, çayına, fındığına, toprağına sahip çıkmaya devam edenler… Trabzon meydanından yükselmeye devam eden meydan okumada da Fatsa’nın sokaklarında fındıkta sömürüye son mitingine kadar son yıllarda yaşanan her şey bu büyük mücadelenin ne kadar derin ve silinmez izlere sahip olduğunun göstergesidir aynı zamanda …

Bugün onların Karadeniz’de yarattıkları devrimci deneyimlerin günümüze uzanan izlerini hatırlatıyoruz. Bu hatırlatma sadece geçmişe ait bir değerlendirme olarak görülmemeli, tam da bir muhalefet krizinin içinde toplumun çıkış yolları arayışının parçası olarak ele alınması gerekiyor.

Ertan’lardan, Fikri Sönmez’lere, Ensar’dan İlhan’lara, Sedat’lara uzanan mücadele tarihini yaratanlara bir kez daha sevgiyle, selamla…

***

SEDAT GÖÇMEN ANLATIYOR: YENİ BİR ÜLKE, YENİ İNSANLAR İÇİN İNANILMAZ GAYRETLERLE ÇALIŞTIK

Bizim zamanımız işin bitmesiyle sınırlıydı. İş bitmeden dinlenmek, uyumak, soluklanmak lükstü. Yeni bir ülke, yeni insanlar, yeni yapılanmalar oluşturmak için inanılmaz gayretler gösterildi. Bu açıdan gerçekten çok özverili ve yiğit insanlarla çalıştığım için çok şanslı ve gururluyum.

Artvin’in köylerinde yaptığımız bu çalışmaların semeresini 12 Eylül sonrasında da gördük. Arkadaşlarımız bu köylerde barındılar, karınlarını doyurdular ve ihanete uğramadılar.

Seçim çalışmaları sayesinde halkla iç içe geçtik ve yaptığımız toplantılarda kendimizi daha iyi ifade edebildik. Halkımız da bizim söylediklerimizi daha iyi anladı. Hemen hemen bütün köylerde (Şavşat’ın 66 köyünün 5’inde, Ardanuç’un 50 köyünün 3’ünde toplanmamışız) toplantılar yaptık. 15-20 köyde genişletilmiş toplantılar yaparak kararlar aldık. (…) Yaptığımız seçim çalışmalarında ev ev dolaşıp insanlarla bire bir ilişkiler kurduk. İnsanlarla kurduğumuz bu ilişkiler daha sonraki dönemlerde bölge insanlarının sorunlarına aşina olmamızı sağladı, onlarla aynı dile konuşmaya başladık. (…) Artvin’in mahallelerinde de çalışmalar yapıyorduk. 1979 sonu ’80 başlarında Artvin’in bütün mahallelerini ev ev dolaştık. “Fikirlerimiz güzel ama halkımız bizi anlamıyor” demeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Yılmadan, usanmadan anlattığımızda halkımızın da bizi anladığını gördük. Biz ziyaretlerimizi seçim sonrasında da AP’li MSP’li demeden sürdürdük ve bu insanlar arasından bizi yürekten destekleyen insanlar çıktı. (…) Biz faşist ve eli kana bulaşmamış bütün insanlarla ilişki kurmaya çalıştık, onlara kendimizi anlattık ve onları da anlamaya çalıştık.

***

HASAN ASLAN ANLATIYOR: FATSA’NIN KÖKÜNDE KIZILDERE VAR

Toplumsal siyasal duyarlılık büyük kentlerle, aydınlarla sınırlı değildi. Anadolu’nun her yerinde bir toplumsal canlanma söz konusuydu. Biz de arkadaşlarla birlikte Köycülük Derneği’ni kurup, köylülerle irtibat için kültürel faaliyetler yürüttük, köylere tiyatro getirdik. Ünye’de TÖS bünyesinde Özgürlük gazetesini çıkardık. Ertan Sarıhan, Ziya Yılmaz, Fikri Sönmez, Hüseyin Gümüş ve bölgedeki diğer devrimcilerle birlikte örgüt varmış gibi çalışmalar yaptık. Fındık mitingleri, kültürel çalışmalar, öğretmen hareketi her alanda gelişme yaşanırken, merkezî bir siyasi ilişki arayışı gündeme geldi. Ertan Sarıhan, THKP-C kadrolarıyla ilişkiyi kurup, sürdürdü.

Ertan Sarıhan’ı tanımalıydınız çok inançlı ve kararlıydı, Marksizmi ve Kesintisizler’i çok iyi kavramış ve içselleştirmişti. Ona göre Kesintisizler Marksizmdi. Artık kendi meşrebine göre devrimcilik yapanlar birleşerek, bütünleşerek daha örgütlü merkezî bir sürece evriliyorduk. THKP-C bu tür ilişkilerden doğdu. Okumuş, aydın kesimi aşan, köylerde, kasabalarda filizlenen bir taban hareketiydi THKP-C. Bu ilişkileri Dev-Genç yarattı, gücü oranında her yere yetişti.

Kesintisizler’i taslak olarak el yazısıyla Ertan Sarıhan bize getirirdi. Taslağı tartışır görüşlerimizi belirtirdik. Ertan da bu görüşlerimizi taşırdı. Mahir’in cezaevinden kaçmasının ardından İstanbul‘dan sonra Ankara’da da kalma şansları tükenmişti. Ertan Sarıhan, Mahir’in İstanbul’dan Ankara‘ya getirilmesine refakat etti. Mahir’lerin Karadeniz’e gelme nedenleri, Karadeniz’in salt coğrafi yapısı değildi; asıl olarak bölgede bu siyaseti paylaşan örgütlü bir altyapının varlığıydı. Kızıldere ile bir dönem kapandı. Sonrasında 1974 affı çıkarıldı, bu Ecevit’in Türkiye halkını yaptığı en büyük iyilik oldu. Afla cezaevinden çıkan devrimcilerin sürece dahil olmasıyla zaten 12 Mart direnişinin yarattığı moralle gelişen toplumsal mücadelelerin ivmesi daha da arttı. Devrimci Yol’un öncesini çok aşacak mücadelesi, bu 1970’lerdeki temeller üzerinden yükseldi.

***

MUSTAFA UZUNER ANLATIYOR: TONYA’DA KAN DAVASINA SON VERDİK

Trabzon’da 1970’lerin başındaki mücadele belli bir birikim oluşturdu. ’77’ye geldiğimizde Trabzon İşçi Köylü DEV-GENÇ derneği örgütlenmemizin genel çatısını oluşturuyordu. Trabzon’un pek çok yerinde gelişen hareketin en önemli noktalarından birisi de Tonya oldu.

Örgütlenme gücümüz, halkın her sorunuyla ilgilenerek giderek arttı. Bunların çarpıcı olanlarından birisi, Tonya’da kan davası sorunu etrafında oldu. Tonya DEV-GENÇ bu olaya müdahale etti. O dönemde erkekler 20 yaş altı ve 40 yaş üstü… Ara kuşak ya kaçak ya ölü ya da yurtdışında. Kadınlar ise her yaşta… İşte o kadınlar, analarımız bacılarımız bizi en çok sahiplenen ve mitinglerimizde en çok katılımı sağlayanlar oldu. Orta Mahalle, Büyük Mahalle, Karşılar Mahallesi, Yeni Mahalle ve Kaleönü Mahalleleri… Tonya’nın bu beş mahallesinde gece gündüz her eve tek tek girip çıkıyoruz. Trabzon’dan gelen arkadaşların da katılımıyla kahveleri dolaşıp bildiriler dağıtıyoruz. Aylarca süren bu çalışmalardan sonra iki sülalenin yan yana kol kola yürüdüğü “Kan Davasına Son” mitingi düzenliyoruz. Evlerde toplantıların yanı sıra, tarla belleme imeceleri oluşturuyoruz. Arkadaşlar o kadar hızlı ki ben bir metrekare yeri belleyene kadar onlar koca tarlayı bitiriyorlar. Bu dayanışma, mücadele ve örgütlenme Tonya’da bugün de süren çok güzel izler bıraktı.

***

BÜLENT FORTA ANLATIYOR: KARADENİZ’İN BÜYÜLEYİCİ ÇAĞRISI

Karadeniz bölge olarak Türkiye devrimci hareketleri için özel bir öneme sahiptir. Mustafa Suphi’lerin boğularak derin sularına atıldığı günden, küçük bir Karadeniz köyü olan Kızıldere’de 10 devrimcinin katledilmesine, 12 Eylül günlerindeki ölümlere kadar devrimcilerin hafızasındadır Karadeniz. Üzerine şiirler yazılmış, ağıtlar yakılmış türküleri dilden dile dolaşmış derin bir kültür ve mücadele geleneğinin izleri bugün de sürmektedir.

12 Mart sonrasında mücadeleye atılmış benim kuşağım açısından da Karadeniz’in büyüleyici bir çağrısı vardır. Kızıldere sonrası yeniden örgütlenen devrimci hareketin ilk boy verdiği bölgelerden biri yine Karadeniz olmuştu. Samsun’dan Artvin’e uzanan bu geniş coğrafya yeni bir devrimci kuşağın mücadeleye atıldığı Fatsa örneğinin yaratıldığı Samsun’un, Ordu’nun, Giresun’un, Trabzon’un, Rize’nin ve Artvin’in kasabalarında devrimcilerin yeni bir hayat örgütledikleri bir dönem başlamıştı.

Benim yolum yetmişti yılların ortalarında Karadeniz’e düştü. O yıllar henüz devrimci hareketin gençlik mücadelesinde örgütlendiği ve Anadolu’ya ilk adımların atıldığı dönemdi. Ankara’dan gelip bütün bir Karadeniz’de 12 Mart devrimcilerinin attığı tohumların yeşermesine tanıklık ettik. Köy çalışmalarının, öğretmen örgütlenmelerinin yeniden filizlendiği yıllardı.

Devrimci Yol dergisinin henüz yayınlanmadığı yıllarda Devrimci Gençlik dergisinin dağıtımını örgütlemeye çalışırken aynı zamanda bölgede bizden önce örgütlenmeye başlamış ve belli bir güce erişmiş olan Kurtuluş hareketiyle de ideolojik bir mücadele sürdürüyorduk.

Çarşamba’da, Ünye’de ve Fatsa’da yoğunlaşan ilk çalışmalarımız ete kemiğe bürünmüş 12 Mart sonrası toparlanmanın ilk adımları atılmıştı. Fikri Sönmez ve mücadele arkadaşlarının hapishaneden çıkarak bölgeye geri dönmeleri de mücadeleye güç katmıştı. Bu sürece eşzamanlı olarak Artvin’de gelişmeye başlayan devrimci çalışmalar eşlik etti.

Kurtuluş hareketi ile ideolojik mücadelenin sürdürüldüğü toplantılar ve tartışmalar da güç toplamamızın önemli araçlarından biriydi. Ülke genelinde devrimci hareketin örgütlenmesinin etkileri de hızla Karadeniz’de hissedilmeye başlandı. Rize’de olduğu gibi Eğitim Enstitülerindeki işgallerin kırılması, halkın sorunlarına sahip çıkan bölge mitinglerinin örgütlenmesi, Ertan Sarıhan’ın mezarında düzenlenen kitlesel anma gibi etkinlikler Karadeniz’deki devrimci yükselişin önemli göstergeleriydi.

Devrimci Yol’un yayınlanmasına paralel atılan örgütsel hamlelerde mücadele bayrağını başka arkadaşlara devrederek başka görevler üstlenmeme rağmen Karadenizli devrimcilerle bağlarım hiç kopmadı; uzun hapislik yıllarında beraber olduğumuz Artvinli devrimcileri daha yakından tanıma fırsatım oldu. Ayrıca Ankara’dan Karadeniz’e devrimci çalışma için gönderdiğimiz ve kimini maalesef yitirdiğimiz arkadaşlarımız hep o hırçın coğrafyanın kokusunu taşıdılar bize. Ve tabii bayrağı devrettiğim sevgili Sedat Göçmen. Eğer bugün Karadeniz’de hâlâ devrimci mücadelenin izleri canlılığını koruyorsa bu mücadelede yitirdiğimiz arkadaşlarımıza büyük bir gönül borcumuz olduğunu asla unutmamalıyız.

***

İBRAHİM AYDIN ANLATIYOR: DEVRİMCİLER ARTVİN’DE MASALSI BİR HAYAT KURDU

Artvin, devrimci hareketin en hızlı geliştiği bölgelerden birisiydi. Okuma yazma oranının yüksek olduğu, eğitim seviyesi yüksek bir il olması bu gelişimin önemli nedenlerinden birisiydi. Öte yandan da ekonomik olarak geri kalması ve ona karşı tepkiler de belirleyiciydi. İlk dönemlerde, 1976-77 yıllarında sivil faşist odaklar da örgütlenmeye başlasa da çok fazla bir taban oluşturamadılar. Sivil faşist güçlerle karşı karşıya gelişin sonrasında, özellikle de bu güçler bertaraf edildikten sonra toplumun kendini nasıl örgütleyeceği sorusu gündeme geldi. Ülke çapında faşizme karşı mücadelenin bir ifadesi olarak gelişen direniş komiteleri, aynı zamanda halk iktidarının da nüvelerini yaratmaya yönelik bir sosyalizm perspektifini de içinde taşıyordu. Bunun en güzel örneklerinden birisini, Artvin’in pek çok yerinde ama özellikle Şavşat’ta hayata geçirdik. Nasıl bir toplumsal sistem istiyorsak onun nüvelerini bugünden yaratma mücadelesi içinde olmalıydık. Bu bizi fazlasıyla cezbeden bir şeydi. Bu düşüncelerden hareketle biz de somut sorunların çözümüne ilişkin bir çalışma başlattık.

Devrimcileri geniş kitleler nezdinde meşrulaştıran ilk çalışmamıza köyler arası çatışmalara müdahil olmakla başladık. Halkın her türden sorunlarını çözmeye yönelik bir inisiyatif geliştirince, süreç içerisinde yığınla sorunun da çözümü konusunda muhatap haline geldik. Halk ne sorun yaşıyorsa bize gelmeye başladı. Hemen her sorunu çözmeye bunun çözümleri bulmak için bir tür mahkeme tipinde karar verici mekanizma oluşturmaya çalıştık.

Bu yapılar gidip sorunları köylülerle tartışıyor, açık bir tartışma sonucunda karşılıklı olarak çözülüyordu. Bu devrimcilere karşı müthiş bir sempati yaratmıştı. İkinci önemli çalışmamız da karaborsaya karşı mücadele kampanyası oldu. Bu konuda Şavşat’a gelen bütün gıda maddelerini tespit etmeye başladık. Şavşat’a gelen tüm kamyoncularla ve esnafla toplantılar yaparak, gelen malzemelerin önce tespitinin yapılması konusunda ortaklaştık. Onlardan bir komite oluşturduk. Komiteleri esnafın bizzat kendisi seçerdi. Yani halkın yaşadığı herhangi bir somut sorunu biz onlar adına çözmezdik, onların bizzat içinde yer aldıkları mekanizmalar, komiteler çözerdi. Köylerde de aynı anlayışla mekanizmalar oluşturuldu. Bu bizim için çok önemliydi, çünkü kendilerinin içinde yer almadıkları, devrimcilerin tek karar verici olduğu bir anlayış varolan sistemden farklı olamazdı. Böyle bir örgütlenme içinde insanlar paylaşmaya ve dayanışmaya dayanan yeni bir yaşamın heyecanı içinde her sorununa birlikte sahip çıktı.

***

DEV-GENÇ’İN İLK ADIMLARI KARADENİZ’DE ÜRETİCİ MİTİNGLERİ

1965 sonrası Türkiye’de gelişmeye başlayan DEV-GENÇ’in anti-emperyalist devrimci eylemleri işçilerden, köylülere tüm kesimleri etkisi altına almıştı. Bu dalga Karadeniz bölgesinde karşılık buldu. Ertan Sarıhan, Ziya Yılmaz, Hasan Aslan, Ahmet Atasoy, Fikri Sönmez gibi devrimciler bölgede örgütlenme çalışmalarına girişirler.

Köy, köy dolaşarak fındık, tütün ve çay üretiminde sömürüye karşı üreticileri bir araya getirmeyi başardılar. 1967 yılında örgütlenme çalışmaları ilk meyvesini vermiştir. Beyceli Köylüleri 70 km mesafede bulunan Ordu’ya kadar yürürler. Bu yürüyüş Karadeniz’deki ilklerdendir. 1970 yılında Fındıkta sömürüye karşı birçok miting düzenlenir. Bu miting çalışmalarına Ankara ve İstanbul’dan da DEV-GENÇ’liler katılırlar. Önce Bulancak’ta bir miting yapılır kara yolu 6 saat kesilir. Üreticilerin talepleri doruğa tırmanmıştır. 8 Temmuz 1970’de düzenlenen Fındık mitingi büyük bir gösteriye dönüşür. 12 saat Ordu yolu işgal edilir.

KIZILDERE’YE UZANAN YOL

Köylü eylemleriyle başlayan örgütlenmeler, giderek öğretmenlerden gençlere toplumun her kesimine ulaşır. TİP’in kuruluşu ile başlayan etki, giderek yerini DEV-GENÇ ilişkilerine bırakır. Devrimci hareketin THKP-C’de ifadesini bulan gelişimine paralel olarak Karadeniz’deki birikimler de kendisini bunun içinde ifade eder.

Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Cezaevi firarı sonrası 12 Mart baskısı altında İstanbul ve Ankara’da barınma olanakları kalmayınca Karadeniz’e gitmeleri tesadüf değildir. Maltepe’den Karadeniz’e süren yolculuğun örgütlenmesini Karadenizli devrimciler yapmıştır. Deniz’leri kurtarmak için planladıkları eylem öncesinde Fatsa ve Ünye’de devrimcilerin ilişki kurduğu halktan insanların evlerinde saklanırlar. Ünye’den 3 İngiliz askerinin kaçırılması ve sonrasında Kızıldere katliamı ile biten süreçte katledilen 10 devrimciden Ertan Sarıhan, Nihat Yılmaz, Ahmet Atasoy Fatsalıdır.

12 Mart sonrası bölgede yeniden devrimci hareketin gelişmesinde Kızıldere’nin arkasında bıraktığı devrimci mirasın rolü olmuştur. 30 Mart 1977 yılında Kızıldere’den 5 yıl sonra Karadeniz’de On’ların anması sırasında Karadeniz halkının bölgenin dört bir yanında bütün baskılara rağmen Ertan Sarıhan’ın mezarı başında buluşması devrimci mücadelenin yeniden başlayacağının işaret fişeklerinden birisi oldu. Anma sırasında Ertan Sarıhan’ın yakınları onun, Nihat Yılmaz’ın, Ahmet Atasoy’un On’ların mücadelesini anlatılar. Devletin engellemelerine rağmen anma sonrası kalabalık bir yürüyüş gerçekleştirildi.

FATSA’NIN DEVRİMCİ “FİKRİ”

Fatsa’nın devrimci belediye başkanı Fikri Sönmez, halk komiteleriyle birlikte yönettiği ilçeyi sadece 9 ayda bambaşka bir yer haline getirdi.

“Terzi Fikri”, DEV-GENÇ ile 6. Filo’ya karşı eylemlerde yer aldı. 1972’de THKP-C davasında yargılandı. Mahir Çayan ve yoldaşlarının Maltepe Askerî Cezaevi’nden kaçışı sonrası Karadeniz’e geçmelerine yardımcı olmakla suçlandı. 1974’te afla serbest kaldı. 1978-79’da “Fındıkta sömürüye son” mitinglerini örgütleyen isimlerden biri oldu.

Devrimci Yolcu Sönmez, 1979’da bağımsız aday olarak girdiği belediye ara seçimlerinde belediye başkanı olarak seçildi. Bölgede ’60’larda başlayan devrimci mücadele ve örgütlenmelerin birikimine dayanarak, halkın komitelerle, halk toplantılarıyla bizzat kendi kendisini yönettiği, “Çamura son” kampanyalarıyla, karaborsaya karşı mücadelelerle Fatsa’da devrimci bir halk iktidarının nüveleri atıldı. Fatsa Halk Şenliği düzenlendi, Can Yücel’den Gülten Akın’a ülkenin ilerici aydınları Fatsa halkıya buluştu. Fakat tohumlar filizlenmeden, gelmekte olan darbe ilk olarak Fatsa’ya uğradı.

1980 Mayıs-Temmuz ayları arasında 50’nin üzerinde kişinin katledildiği Çorum Katliamı sırasında Sönmez, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel tarafından “Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın” ifadeleriyle hedef gösterildi. Operasyon öncesi CHP, MSP, AP ilçe başkanlarının açıklamasındaki “Fatsa’da operasyon yapılacak bir şey yok. Huzur içindeyiz” sözleri yeterli olmadı.

Fatsa’da sosyalist bir yönetim kurduğu gerekçesiyle, 12 Eylül askerî darbesine giden süreçte yapılan Nokta operasyonuyla görevinden alındı, işkence gördüğü cezaevinde 47 yaşındayken geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.

Sönmez’in mahkemedeki savunmasında kullandığı, “Ben ne yaptıysam halkım için, halkımla birlikte yaptım” sözleri tarihe geçti.

Fikri Sönmez, 27 Temmuz 1979’da seçimleri engellemek için yapılan saldırılar karşısında şunları söylemiştir:

“Burada bütün amaç halkımızın kendi yönetimine başvurmasını engellemektir. Çünkü belediyede halk söz sahibi olursa şunu biliyorlar ki kimse karaborsa yapamayacak. Kimse kaba kuvvetle belediyenin sırtından geçinemeyecek. Kimse kendi özel çıkarları için halka gidecek olan hizmetleri engelleyemeyecek. Kimse belediyeyi çıkarlarına alet edemeyecek. Kimse halkımız soğuktan titrerken on liralık kabuğu kırk liraya satamayacak. Kimse şehir imar planını her yıl kendi arsalarına göre değiştiremeyecek… Her şeyin para pul ile yapıldığını sanmaktadırlar. Halkımızın sermaye sınıfının beslemelerine cevabı acı olacaktır.

Biz devrimciler, Devrimci Yolcular halkın kendisinin söz ve karar sahibi olduğu bir belediyecilik anlayışını savunuyoruz ve diyoruz ki belediyede halk yönetimi.”

Birgün/Hatırlatmalar

SÖZCÜ "Gündem" -9 Şubat 2025-

Tasarrufu görmek için Avrupa'ya gittiler: 3 günlük gezinin masrafını halk ödedi-Başak Kaya-

MAAŞLARI 196 bin 775 TL’ye çıkan milletvekillerinin devlet kesesinden gezip tozma sevdası bitmiyor. TBMM Dilekçe Komisyonu bünyesinde altı ay önce kurulan ve “Tasarruf yapma, bütçe oluşturma, borç ödeme, finansal hedefler, emeklilik planlarını yönetme, mali risk analizi” konularında inceleme yapan alt komisyon üyeleri, “Avrupa’da durum nasıl?” diyerek İngiltere’ye gitti.(https://www.sozcu.com.tr/tasarrufu-gormek-icin-avrupa-ya-gittiler-3-gunluk-gezinin-masrafini-halk-odedi-p137442)

                                                               ***

Diyanet İşleri Başkanlığı: Emekli ve asgari ücretliye de fitre verilebilir -Deniz Ayhan-

Türkiye’de açlık sınırı 22 bin 131 lira oldu. En düşük emekli aylığı olan 14 bin 469 lira ile bir ay geçinmek zorunda olan milyonlarca kişi fitreye muhtaç hale geldi. Milyonlar açlık sınırının altında yaşarken, Diyanet de asgari ücretliye fitre verilebileceğini açıkladı.(https://www.sozcu.com.tr/diyanet-isleri-baskanligi-emekli-ve-asgari-ucretliye-de-fitre-verilebilir-p137422)

                                                                  ***

Limak, Akbelen’i bitirdi sıra Gökova Körfezi’nde -Yaşar Anter-

Muğla’nın Milas İlçesi’nde Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini işleten ve Akbelen Ormanı’nı kömür uğruna katleden Nihat Özdemir’in sahibi olduğu Limak, İçtaş Holding ile buradaki rezerv tükenince gözünü Gökova Körfezi’ne dikti.Köylülerin altı yıldır direnişine rağmen Akbelen ormanlarını kömür uğruna katleden Limak- İçtaş bu kez Gökova Körfezi’ne gemilerle ithal kömür taşıyıp cenneti cehenneme çevirecek. YK Enerji A.Ş’nin bu nedenle Milas’ın Ören Mahallesi’ndeki Kemerköy Liman alanına Kapalı Sistem Kömür Depolama Alanı yapmak istediği ortaya çıktı.(https://www.sozcu.com.tr/limak-akbelen-i-bitirdi-sira-gokova-korfezi-nde-p137419)

                                                             ***

TCMB'den Bakan Şimşek'e bütçe tavsiyesi: Vergiye değil, tasarrufa odaklan!-Erdoğan Süzer-

Yılbaşından önce görmezden geldiği yüksek vergi zamlarını iş işten geçtikten sonra şikayet eden Merkez Bankası, Bakan Mehmet Şimşek’e ‘vergi yerine tasarrufa odaklan’ tavsiyesinde bulundu.(https://www.sozcu.com.tr/tcmb-den-bakan-simsek-e-vergiye-degil-tasarrufa-odaklan-p137421)

                                                              ***

Devletin değil AKP’nin rektörü… AKP il binasına gidip poz verdiler -Evren DEMİRDAŞ-

Elazığ’da Fırat Üniversitesi rektörü Fahrettin Göktaş ve yardımcısı İrfan Kaygusuz geçtiğimiz ay tekrar AKP Elazığ İl Başkanı seçilen Şerafettin Yıldırım’a hayırlı olsun ziyareti yapmak için AKP il binasına gitti. Rektör ve yardımcısı, AKP’li Yıldırım’a yaptıkları ziyarette fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedi.(https://www.sozcu.com.tr/devletin-degil-akp-nin-rektoru-akp-il-binasi-gidip-poz-verdiler-p137388)

                                                                     ***

(SÖZCÜ)

Öne Çıkan Yayın

"Gündem" -21 Haziran 2025-

Ankara'da lityum fabrikasında gaz sızıntısı: 2 işçi öldü, 3 işçi yaralandı!-Birgün- Ankara'nın Polatlı ilçesinde bir fabrikada boru ...