Maden limanına zeytinlikler engel olunca kanunu deldiler: Madencilik ve tarım bir arada yapılabilirmiş! -Yusuf Yavuz/soL

 

Yılda 40 milyarlık zeytinyağı üretimi potansiyeline sahip olan Milas’taki maden limanı projesi için zeytinlikleri koruyan kanununa eleştiri getirilirken, madenciliğin ve tarımın bir arada yapılabileceği savunuldu. Bakanlık, zeytinlik alanda uygulanacak proje için ÇED Olumlu kararı verdi.

Muğla’nın Milas ilçesine bağlı Kıyıkışlacık Mahallesi’nde yapılmak istenen maden yükleme limanı projesi için hazırlanan ÇED raporunda, bölgedeki zeytin ağaçlarının projeden ve tozdan etkilenmeyeceği öne sürüldü. Zeytin ağaçlarını koruyan kanunda getirilen 3 kilometre sınırı eleştirilerek, “Dünyada zeytincilik yapılan ilk beş ülke; İspanya, İtalya, Yunanistan, Fas ve Türkiye’dir. Ülkemiz dışındaki diğer ülkelerin kanunlarında ise Zeytincilik Kanunundaki 3 km şartı bulunmamaktadır” denilerek tarımın ve madenciliğin bir arada yürütülebileceği savunuldu.

Milas’ta yılda 100 bin ton zeytin üretimi yapılıyor

Muğla’nın Milas ilçesi bölgedeki önemli zeytin üretim merkezlerinden biri. Türkiye’de üretilen her on tane zeytinden biri Milas’tan sofralara ulaşıyor. Muğla genelindeki zeytinciliğin yüzde seksenini karşılayan Milas’ta yaklaşık 53 bin hektarlık alanda zeytincilik yapılıyor ve yılda yaklaşık 100 bin ton zeytin üretiliyor. Yapılan bilimsel çalışmalarda bölgedeki varlığı yaklaşık 8 bin yıl öncesine kadar uzanan zeytin ağaçları, Milas’ta günümüzde yaklaşık 7,8 milyon zeytin ağacı bulunuyor. Milas Kaymakamlığı’nın verilerine göre ilçede yılda 80 bin tonun üzerinde zeytinyağı üretiliyor.

Sofralarımızdaki zeytinin anavatanı olan topraklar

Anavatanı Güneydoğu Anadolu Bölgesini de kapsayan Doğu Akdeniz ve Yukarı Mezopotamya bölgesi olan zeytin, tüm dünyada sadece belirli bölgelerde yetişiyor. Oleace familyasına ait Olea cinsinin bir türü olan ‘Olea europaea L.’, bugün sofralarımızda tükettiğimiz zeytin ve zeytinyağının kaynağını oluşturuyor. Ege’den Akdeniz adalarına binlerce yıllık zeytin ağaçlarının varlığı, kuraklığa ve zorlu iklim şartlarına dayanıklı bu türe ölmez ağacı denilmesine neden olan etkenlerden biri. Zeytin ağacı, kendini yenileyebilen özelliği ve sunduğu bereket ile binlerce yıldır Kudüs’ten Roma’ya, Kartaca’dan Endülüs’e, Antakya’dan Sicilya’ya, Girit’ten İzmir’e tüm Akdeniz coğrafyasında yaşam kültürünün önemli bir parçası olmuş.

Cumhuriyet döneminde bir ağacı korumak için çıkarılan yasa

Türkiye’de zeytin ağacıyla ilgili 1939’da çıkarılan ve kısaca ‘Zeytin Kanunu’ olarak anılan ‘Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun’, genç Cumhuriyet’in zeytin ağacına verdiği önemin göstergesi olmuştu. Ülke coğrafyasında doğal olarak yetişen zeytin ağaçlarının üretime kazandırılması ve yoksul halka gelir sağlanırken, aynı zamanda büyük yıkıma neden olan savaşlardan çıkmış ülkenin kalkınması için kendi öz kaynaklarına tutunma çabasıydı. Tek başına zeytin ağacı için çıkarılan bu kanun, doğal kaynak yönetimi açısından çarpıcı bir örnektir. Çanakkale’den İskenderun’a tüm Akdeniz ve Ege sahillerinde delice olarak anılan milyonlarca yabani zeytin aşılanarak bakımlı zeytin ormanlarına dönüştürüldü.

                                            Liman projesinin yapılacağı bölge

Önce ikinci konut, ardından oteller için yok ettik

Ancak bu büyük çabalar zamanla toprağın arsa, ağacın odun olarak görülmeye başladığı 1980’li yıllardan itibaren tersine dönmeye başladı. Sahillerde önce yazlık kooperatif inşa etme hastalığı, ardından turizm tesislerinin yarattığı betonlaşmayla kıyılardaki zeytinlikler büyük ölçüde yok edildi. Bu süreçte Manisa, İzmir ve Aydın’ın turizmden etkilenmeyen iç kesimleri ile Hatay, Kilis, Gaziantep gibi illerdeki zeytin ağaçlarıyla üretim sürdü. Ölmez ağacı, var yılı, yok yılı demeden; kendisine yapılan bu kötü muamelelere aldırmadan bu toprağın insanına danelerini sunmaya devam etti.

Zeytin karasının yerini kömür karası aldı

Muğla’daki kömür yatakları üzerindeki zeytinlikler, termik santraller uğruna kıyıma uğrarken, Yatağan’daki bazı köyler de zeytin ağaçlarıyla birlikte kömür yatakları üzerinden kazınarak göçe zorlandı. Yatağan’ın kadim yerleşimlerinden biri olan Eskihisar köyü ile Milas’ın Sek köyü halkının önemli kısmı kömür uğruna 1980’lerin ortalarında Gökçeada’ya göç ettirilirken, yeşil yapraklar arasında mücevherler gibi ışıldayan zeytin karasının yerini, bölge halkı için ömür törpüsü olan kömürün karası almaya başladı.

Güllük Körfezi'ndeki mevcut liman ve marinalar
                                 Güllük Körfezi'ndeki mevcut liman ve marinalar

Zeytin ağacı sayısını artırdık ama yeterince koruyamıyoruz

Türkiye’de son yıllarda zeytinciliğe verilen desteklerle zeytin ağacı sayısında önemli artışlar da yaşandı. 2025 yılı itibari ile 200 milyonun üzerinde zeytin ağacına sahibiz. Ancak bu yeterli değil. Türkiye’nin zeytin üretiminden 2024 yılında 3,6 milyon ton meyve, 475 bin ton da zeytinyağı elde edildi. Kuraklık ve seller gibi olumsuz iklim koşullarına rağmen geçen yıl İspanya’nın zeytin üretimi ise 6,5 milyon tonun üzerindeydi.

Çin, Enver Hoca’nın hediye ettiği fidanları 60 milyona çıkardı

Dünyada belirli bölgelerde yetişiyor olsa da, son yıllarda dijital dünyanın da etkisiyle zeytinyağının popülerleşmesiyle birlikte oluşan tüketim alışkanlığı Çin, Avustralya ve ABD gibi Akdeniz’e uzak ülkelerde de zeytin ve zeytinyağı üretimini artırmaya başladı. Çin, Arnavutluk’un komünist lideri Enver Hoca’nın Mao’ya hediye ettiği zeytin fidanlarını çoğaltarak 1960’lardan sonra uygun iklim şartlarını taşıyan Güney Gansu’daki ılıman nehir vadilerinde zeytin üretimine başladı. Günümüzde Çin’deki zeytin ağacı sayısı 60 milyonu aşmış durumda. Bu, bir zeytin ülkesi olan Türkiye’nin neredeyse üçte biri kadar zeytin ağacı demek.

Maden limanı için hazırlanan ÇED raporunda, zeytin kanunundaki 3 km sınırının başka ülkelerde olmadığı belirtilerek korumacı düzenleme eleştiriliyor.

Avustralya’nın yıllık zeytinyağı üretimi 20 bin tona ulaştı

Aynı şekilde Avustralya’da da zeytincilik hızla gelişiyor. Ülkeye 19. Yüzyılda Akdeniz ülkelerinden giden göçmenlerin götürdüğü zeytin fidanları, günümüzde 150 bin zeytin ağacına sahip dev zeytinliklerin oluşmasıyla sonuçlandı. Avustralya’da 1997’de 500 ton olan zeytinyağı üretimi, günümüzde 20 bin ton seviyesinde.

Genç Cumhuriyet, ‘Bu ağaçtan 3 kilometre uzak durun’ demişti

İklim krizine bağlı kuraklık, seller ve yangınlarda yaşanan artış, tarımsal üretimde ayakları yere sağlam basan bir üretim modelini desteklemeyi gerektiriyor. Savaştan çıkan ve kendi öz kaynaklarına yönelen Cumhuriyet, 1939’da tek başına bir ağaç için özel yasa çıkartarak “bu ağaçtan 3 kilometre uzak durun” diyerek zeytin ağacını her türlü yıkıcı etkiden korumayı yasal garanti altına almıştı.

Zeytin yasasını delmek için bitmeyen girişimler

Ancak bu kanunu delmek için son yıllarda 20’den fazla girişim, önerge, kanun teklifi oldu. Her defasında da kamuoyunun ve üreticilerin baskılarıyla 3 kilometre sınırını kaldırmaya, zeytinlikleri sanayi, madencilik, enerji yatırımlarına açma girişimleri geri püskürtülse de zeytinlik kıyımlarına kılıf bulmak konusunda epeyce yol da alındı.

ÇED raporunda, maden yükleme limanı projesinin zeytinliklere vereceği zararın tolere edilebilir olduğu savunuluyor
ÇED raporunda, maden yükleme limanı projesinin zeytinliklere vereceği zararın tolere edilebilir olduğu savunuluyor.

Kıyıkışlacık İasos’taki maden limanı için zeytin kanunu delindi

Bu süreçte kerameti kendinden menkul ‘uzman’ akademisyenler ve ‘sorumsuz’ sorumluların attığı imzaların da etkisi var. Bu örneklerden biri de Muğla’nın zeytincilik üssü Milas’ta yaşandı. Kıyıkışlacık’ta yapılmak istenen yeni bir maden yükleme limanı için zeytinliklere verilecek zararın tolere edilebilir düzeyde olduğunu savunan raporlarla kıyımın önü açıldı.

Zeytin kanunu, ‘atık ve toz bırakan tesis yapılamaz’ diyor

Zeytin Kanunu’nun 20 maddesi, “Zeytinlik sahaları ve bu sahalara en az 3 km mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez” hükmünü içeriyor. Bu, zeytinciliği ve zeytin ağaçlarını korumak için getirilmiş bir sınır. Türkiye’de zeytincilik hala yapılabiliyorsa, aslında varlığını bu maddeye borçlu. Eğer 3 kilometre sınırı olmasaydı, bugün Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde zeytinliklerin birçoğu da olmayacaktı.

ÇED raporunda maden tozlarının tarıma zarar vermeyeceğini savunan görüşte, bir ziraat mühendisinin imzası yer alıyor.

ÇED raporu: ‘Başka ülkelerde 3 kilometre şartı yok’

Kıyıkışlacık’ta, İasos antik kentinin koylarında yapılmak istenen maden yükleme limanı için hazırlanan raporda, Zeytin Kanunu’nun 3 kilometre sınırı eleştirilerek, “Dünyada zeytincilik yapılan ilk beş ülke; İspanya, İtalya, Yunanistan, Fas ve Türkiye’dir. Ülkemiz dışındaki diğer ülkelerin kanunlarında ise Zeytincilik Kanunundaki 3 km şartı bulunmamaktadır. Ayrıca zeytin ile ilgili hangi yoğunluktaki toz yayımının ne kadar verim ve kalite kaybına neden olduğuna dair uzun süreli, detaylı ve kapsamlı bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır” deniliyor.

Konuyla ilgili birçok bilimsel yayın var

Bir başka deyişle zeytinlik alanda maden yükleme limanı yapabilmek için, “bu 3 kilometre sınırı işimizi zorlaştırıyor, başka ülkelerde böyle bir uygulama yok” denilerek zeytinlikleri koruyan bu zırhın delinmesi öneriliyor. Oysa açık taş ocağı işletmeleri ve toz oluşumunun zeytin ağaçlarına verdiği zararlara ilişkin çok sayıda bilimsel çalışma mevcut. Prof. Dr. M. Doğan Kantarcı’nın bu konudaki yayınları bile tek başına bu etkiyi anlatmaya yeterli.

‘Zeytinliklerin gelişimine engel limitler belirlenmemiş’

Ancak liman projesinin sahibi olan firmanın hazırlattığı ÇED raporunda, Zeytin Kanunu’nun 3 kilometre sınırını getirirken kimyevi atıklar ve toz limitlerinin belirlenmediği eleştirisi getirilerek, “Ancak mevzuat çerçevesinde zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişimine engel olacak kimyevi atıklar ve limit konsantrasyonları ile toz ve duman limit konsantrasyonları belirlenmemiştir” görüşüne yer veriliyor.  

Günde 320 kamyon, yılda 3,5 milyon ton kapasite

Kıyıkışlacık’ta yapılması planlanan ve ÇED onayı verilen ‘Ayıldız Maden Yükleme ve Tahliye Limanı’ projesi için bir süredir deniz tabanında kazı çalışması yürütülüyor. Yılda 3,5 milyon ton kapasiteye sahip olacağı belirtilen maden limanında, Muğla, Denizli ve Aydın bölgesinde çıkarılan ve dağa çok doğal taş hammaddelerinden oluşan ‘madenlerin’ deniz yoluyla nakledilmesi planlanıyor. Limana maden taşımak için günde 320 kamyonun zeytinliklerin arasından geçmesi planlanıyor. Şirketin hazırladığı ÇED raporunda, yolların ıslatılacağı belirtiliyor.

‘Tarım ve madencilik aynı bölgede yapılabilir’ savunması

Liman yapılmak istenen bölgede zeytinliklerin bulunduğunun altı çizilen ÇED raporunda, bölgedeki diğer işletmeler ve madencilik faaliyetleri de örnek gösterilerek, “Özellikle Güllük Körfezi içerisindeki mevcut limanın bulunduğu bölgede birçok işletme faaliyet göstermektedir. Bunun yanı sıra Muğla İlindeki ekonomik olarak işletilebilir maden rezervleri bakımından zengindir. Bunların başında mermer, krom ve linyit gelmektedir. Muğla ili, hem mermer üretimi hem de mermer işletmeciliği bakımından ülkemizdeki önemli illerden biridir ve mermer üretim ve işletmeciliği il ekonomisinde önemli bir yer tutmaktadır. İldeki diğer endüstriyel hammadde kaynakları ise başta feldispat, diyasporit ve kükürt olmak üzere, kireçtaşı, dolomit, manyezit, kum-çakıl, grafit ve çimento hammaddeleri olarak sayılabilir. Ülkemizin bilinen önemli bazı diyasporit yatakları Milas ve Yatağan ilçelerinde bulunmaktadır. Kireçtaşı yatakları ilde Yatağan ve Milas ilçelerinde yer almaktadır. Görüldüğü üzere tarım ve maden faaliyetleri aynı bölgede yıllardır devam etmektedir. Maden faaliyetlerinin ekonomik, sosyal ve çevresel yönetim modeli geliştirilerek sürdürülebilir madencilik yapılması ile bölge tüm faaliyetler bir arada yürütülebilir” ifadelerine yer veriliyor.

























Ziraat mühendisinden ‘tolere edilebilir’ raporu

Maden yükleme limanı için Ziraat Mühendisi S.H.O tarafından hazırlanan ve projenin zeytinliklere vereceği zararın tolere edilebilir sınırlarda kalacağını savunan raporun sonuç bölümünde şu görüşlere yer veriliyor: “Tozdan kaynaklı zararın olması için, zararın boyutu, bitkilerin sürekli ve yoğun olarak toz partiküllerine maruz kalması, bitki kısımlarında toz birikiminin olması gerekmektedir. Dolayısıyla yük tahmil ve tahliye iskelesinin işletme aşamasında da aşağıda belirlen tedbirlerin alınması ve çevresel anlamda faaliyetin izlenmesi ile tarım ve sanayi faaliyetlerinin bir arada yürütülmesi mümkün olabilecektir. Söz konusu sahada faaliyet sırasında, yukarıda belirtilen tedbirlerin alınması ile tozumanın minimize edilmesi sağlanabileceği, olası etkileşimlerin de tolere edilebilecek sınırlarda kalacağı düşünülmektedir.”

Bu yıkım sürecinin sonu Çin’den zeytinyağı ithalatı olacak

Türkiye’de bugün halk en ucuz zeytinyağının litresini 300-350 TL’den tüketebiliyor. Zeytinyağının ortalama litre fiyatı 500 TL. Bir ton zeytinyağının ortalama 500 bin TL olduğu düşünülürse, Milas’taki yıllık 80 bin ton zeytinyağı üretiminden 40 milyar gelir elde ediliyor. Binlerce yıl ömrü olan zeytin ağacı ve zeytinciliğin yarattığı katma değeri, yalnızca 5-10 yıl sürecek doğal taş madenciliği ile kıyaslamak akıl tutulmasından başka bir şey değil. Güllük Körfezi’nde başka bir maden yükleme limanı bulunmasına rağmen, özel bir şirket tarafından yapılmak istenen yeni maden limanı projesinin maliyetinin ise 95 milyon TL olacağı belirtiliyor. Bölgedeki tek bir zeytin ağacının bile önemli olduğu böylesi bir dönemde Türkiye’de zeytin kanunu korumadan yana geliştirmek gerekirken, 3 kilometre sınırı gibi korumacı maddeleri yargılar duruma geldik. Bu yıkıcı politikalar yüzünden Çin’den ithal ettiğimiz tarım ve gıda ürünlerine yakın zamanda zeytinyağının da ekleneceğini söylemek hiç de abartılı olmaz.

Yusuf Yavuz/soL

T24 "Köşebaşı + Gündem" -7 Mart 2025-

Altı inşaat mühendisi deprem verileriyle oynadı, kullanılacak demir miktarını düşürerek yüzlerce konut yaptı -Özgür Zeren-

Çorum Belediyesi, altı inşaat mühendisinin yürüttükleri projeleri daha ucuza mal etmek için  statik hesaplarında kullanılan verileri değiştirdiklerini tespit etti. Buna göre, farklı kentlerdeki 1481 yeni yapı ruhsatının müellifi olan mühendisler, inşa ettikleri yüzlerce konutta olması gerekenden daha düşük demir miktarı kullandı. Çorum Belediyesi, hesaplamadaki hatayı fark edince, projelerden sorumlu olan denetim firmalarından performans analiz raporu hazırlamalarını istedi. İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi de projelerde imzası olan altı mühendis hakkında disiplin soruşturması yapılarak ceza verilmesini talep etti.

Altı inşaat mühendisinin imzaları bulunan bazı projelerde bölgede beklenen deprem ivmelerini değiştirerek düşürdükleri belirlendi. Bu işlem sayesinde inşaatlarda kullanılması gereken demir miktarı daha düşük olarak hesaplandı. Kullanılması gereken betonun niteliği de bu yolla değiştirilerek inşaat maliyetleri düşürüldü. Bu işlemlerin söz konusu yapıların depreme dayanıklılığını ne kadar etkilediği henüz hesaplanmadı.

                                   Belediyenin yapı denetim firmalarına yazdığı yazı

“Altı mühendis 1481 yeni yapı ruhsatının müellifi”

Adı geçen altı mühendis hakkında soruşturma yürüten İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi olaya ilişkin yaptığı açıklamada denetim görev ve yetkisinin meslek odalarına verilmesi gerektiğinin altı çizildi.

İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi açıklamasında “Söz konusu altı mühendis, büyük çoğunluğu Çorum merkezi ve ilçelerinde olmak üzere, 1609 farklı parsel üzerinde yaklaşık 1481 yeni yapı ruhsatının müellifi konumundadır. Bu yeni yapı ruhsatları, ülke genelinde 21 farklı şehirdeki, 45 farklı idare tarafından onaylanmıştır. Ancak, hangi projelerde ne tür veri değişiklikleri yapıldığı ve bu durumun yapıların depreme dayanıklılığını ne ölçüde etkilediği henüz netlik kazanmamıştır. Ancak bahse konu birçok yapının imalatlarının tamamlandığı ve insanların hayatlarını bu yapılar içerisinde sürdürdüğü düşünüldüğünde bugüne kadar gelinen süreçte birçok hatanın yapıldığı aşikardır” denildi.

“Usulsüzlüğü görecek ve önleyecek niteliklere sahip bir denetim mekanizmamız yok”

İMO Ankara Şubesinin açıklamasında denetimde en önemli parçalardan birinin eksik olduğunun altı çizildi:

“Statik projeler üzerinden yapılan denetimler yapı güvenliğimizin en önemli halkalarındandır. Bu denetimler olası depremlerde yaşanacak yıkımların ve can kayıplarının önlenmesinde çok önemli katkıda bulunur. Proje müellifleri ile başlayan bu güvenlik zinciri sırasıyla yapı denetimler, müşavirler ve idareler tarafından devam ettirilir. Ancak denetimlerin sadece ürün üzerinden sürdürüleceğinin düşünülmesi de başka paradokslara yol açabilir. Bu proje üretim ve denetim hizmetlerini verenleri kim denetleyecek!

İnşaat mühendislerinin niteliklerinin belirlenmesi konusunda da meslek odaları görevli ve yetkili olmak zorundadır. Uzun yıllar boyunca yaptığımız çalışmalarla meslektaşlarımızın yetkilendirilmesi ve belgelendirilmesi konusundaki tüm çalışmalarımız mevcut iktidarlar eliyle engellendi. Bugün yaşanan bu olayda gördüğümüz üzere bahse konu usulsüzlüğü görecek ve önleyecek niteliklere sahip bir denetim mekanizmamız bulunmamaktadır. Bu yüzlerce proje birçok yapı denetim firmasındaki proje kontrollerinden ve 45 idareden ayrı ayrı geçebilmektedir. Son olarak yapılan tespitler denetim sisteminin zayıflığını hepimizin gözlerinin önüne sermektedir.

Bu vesile ile tekrar etmek istiyoruz ki; çok büyük bir kısmı deprem kuşağında yer alan ülkemizde denetim sistemlerinin gözden geçirilmesi ve meslek odalarının yetkin mühendislik çalışmalarının önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir.”

Eski düzenleme kalsa yapamayacaktı

İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesinin hakkında disiplin soruşturması yürüttüğü inşaat mühendislerden birisi olan M.Ö’nün 2015 yılında üniversiteden mezun olduğu, 2016 yılında proje yürütmeye başladığı belirtiliyor. Oysa Danıştay 8. Dairesi 2009 yılında kaldırdığı “Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği İnşaat Mühendisleri Odası Serbest İnşaat Mühendisliği Hizmetleri Uygulama, Tescil, Denetim ve Belgelendirme Yönetmeliği”ne göre, Serbest İnşaat Mühendisi olmak için en az 3 yıllık mesleki deneyiminin olması ve Oda tarafından düzenlenen serbest inşaat mühendisliği hizmetleri ile ilgili meslek içi eğitim faaliyetlerine ve bilgi yenileme eğitimlerine katılmış olması zorunluluğu bulunuyordu.

İptal edilen yönetmeliğin 7’inci maddesinde “Serbest İnşaat Mühendisi (SİM) belgesini yenilemek isteyenler 2 yıllık periyotlar içerisinde en az 80 kredi puanı toplamak zorundadır. Kredi puanları, mesleki faaliyet, mesleki deneyim, meslek içi eğitim, mesleki etkinlik ve akademik unvan olmak üzere beş ana konu çerçevesinde verilir. Bu puanlar her uzmanlık alanı için ayrı ayrı değerlendirilir. Mesleki faaliyetten en az 30, meslek içi eğitimden en az 20 puan toplamak zorunludur” düzenlemesi yer alıyordu.

Aynı yönetmeliğin 10’uncu maddesinin ç) bendi ise serbest inşaat mühendisliği faaliyetini yürütecek üyelerimizin “Oda tarafından düzenlenen SMM hizmetleri veya SYD hizmetleri ile ilgili meslek içi eğitim faaliyetlerine ve bilgi yenileme eğitimlerine katılmış olması,” d) bendinde ise “Yeterli kredi puanını sağlamış olması” düzenlemesini getiriyordu.

                                                            ***

21 Mart’ta sokaklarda Öcalan posteri açılırsa, güvenlik güçleri ne yapacak?-Tolga Şardan-

21 Mart, öncesi ya da sonrasında Nevruz kutlamalarında açılacak Öcalan posteri/pankart veya atılacak sloganlar sonrasında ne yapılacak; valiler, kaymakamlar, iller ve ilçelerdeki emniyet ile jandarma birimlerine nasıl yaklaşılacağına ilişkin bilgi verildi mi?

AKP – MHP – DEM Parti – İmralı – Kandil hattında devam eden ve “terörsüz Türkiye” yaratmayı amaçlayan süreç hız kesmeden devam ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan temkinli ilerliyor. Henüz, İmralı heyeti ile görüşmedi. Sürecin merkezindeki DEM Parti heyeti İmralı’dan gelen mesaj sonrasında yeni faza geçişe adım attı.

Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı açıklamanın satır aralarından her gün farklı değerlendirmeler, saptamalar, analizler kamuoyuna yansıyor.

Geçmişte yaşanan benzer süreçlerin sonu halen akıllarda.

Kafalar karışık. İddialar, birbiri ardına patlıyor. Pek hissettirilmeye çalışılmasa da zihinlerde “dejavu” endişesi var.

Süreç nasıl yürütülecek? Belirsizlik taşıyan köşe taşları var yol haritasında.

Geceden sabaha belli olamayacak çözüm süreci için karar vericiler, yol haritası üzerinden adım atmaya çalışıyor. Bu anlaşılıyor, yaşananlara bakıldığında.

Dolayısıyla, süreç biraz zamana yayılarak götürülmeye çalışılıyor. Belli oldu.

Terörsüz Türkiye projesinde oluşturulan hareket alanı çerçevesinde, teorik uygulamalar kolaylıkla gerçekleşebilme olanağı elbette mevcut.

Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Yani saha pratiğinde yaşanması olası gelişmeler.

İmralı’dan gelen Öcalan mesajlarından sonra “sokak” yakın zamanda nasıl olacak acaba?

Soruyu açayım.

Oluşan sıcak iklim devam ederken, iki hafta sonra 21 Mart geliyor. 21 Mart Nevruz’un tarihi kökenine girip konuyu dağıtmak istemiyorum.

Ancak, yılın 80. günü bu coğrafyada çok farklı şekilde kutlanır. Kitleler kendi geleneklerine göre kutlamayı tercih eder yıllardır.

Anadolu’daki Kürtler de Nevruz’u kendi geleneklerine göre kutlar. Ancak zaman zaman, meydanları dolduranlardan bazıları şimdilerde silah bıraktığını duyuran PKK lehine slogan atar, kutlama yapar. Örgüt lideri Abdullah Öcalan için Kürtçe sloganlar atar, Öcalan başta kimi örgütle bağdaşan isimlerin posterleri asılır, taşınır.

Tabii bu kutlamalar sırasında güvenlik güçleri, özellikle PKK ve Öcalan ile ilgili slogan atılması, poster ve pankart taşınmasına izin vermez.

Polis/jandarma ile 21 Mart’ı kutlamaya çalışanlar arasında kutlama yöntemi konusunda zıtlaşmalar yaşanır. Zıtlaşma süresince taraflar arasında çatışmalar başlar. Çatışma atmosferinin sertliğine göre can kayıpları ve yaralanmalar yaşanır.

Günün sonunda 21 Mart’ın kutlanmasının son adresi, nezarethane ve adliye olur!

Zira Türk Ceza Kanunu (TCK) ve Terörle Mücadele Kanunu (TMK) hükümlerine göre, 21 Mart kutlamaları sırasında PKK ve Öcalan’la ilgili slogan atıp, poster/pankart açanların terör örgütüne destek vermek, örgüt propagandası yapmak gibi iddialarla yargılanması mümkün.

Şimdi başlıktaki soruya gelelim.

Soru basit. Ama yanıtı, sorunun kendisi kadar basit değil kuşkusuz.

21 Mart, öncesi ya da sonrasında Nevruz kutlamalarında açılacak Öcalan posteri/pankart veya atılacak sloganlar sonrasında ne yapılacak?

Yaşanması olası koatik anlarda polis/jandarma nasıl hareket edecek?

Yasa dışı olarak tanımlanan eylemlere güvenlik güçleri müdahale edecek mi? Müdahale edilecekse sınırı ne olacak?

Valiler, kaymakamlar, iller ve ilçelerdeki emniyet ile jandarma birimlerine nasıl yaklaşılacağına ilişkin bilgi verildi mi?

VKS toplantısının gündemi: Trafikte motosiklet kullananlar

İçişleri Bakanlığı’nın ve bağlı kuruluşları Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın 21 Mart süreci için yol haritası hazır mı acaba?

Edindiğim bilgiye göre, henüz böyle bir hazırlık ya da illerin bilgilendirilmesi yönünde bir çalışma yok.

Emniyet Genel Müdürü Mahmut Demirtaş başkanlığında geçen salı video konferans sisteminin kullanıldığı özel toplantı gerçekleşti. Demirtaş’ın toplantısına, merkezdeki genel müdür yardımcıları ve birim amirleri katıldı. İller de ise il emniyet müdürleri uzaktan erişimli toplantıda hazır bulundu.

Böylesi bir ülke ve siyaset gündeminde Emniyet’in tüm yönetiminin katıldığı strateji belirleme toplantısında polisin üzerinde yoğunlaştığı konunun 21 Mart süreci olması gerekir normalde.

Peki salı günkü toplantının gündemi neydi?

Söyleyeyim; motosikletlere uygulanan trafik ceza işlemleri!

An itibarıyla bu yaklaşımla illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar, polis ve jandarma kendi başlarına göre hareket edecekler sanırım.

Bir bakıma, “süreç iyi olursa Allah’tan, kötü olursa kuldan” yaklaşımı var.

Bu arada, tıpkı 2009’da olduğunun bir benzeri görev yaklaşımı ağır basıyor, güvenlik bürokrasisinde.

“Siz yaşananları tespit edin, bir köşeye koyun, zamanı gelir…”

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da şansı mı yoksa şanssızlığı mı demek lazım, bilemedim.

Yerlikaya, 2009’daki Habur sürecinde Şırnak Valisi’ydi. Aradan geçen 16 yıl sonra başlayan yeni süreçte Yerlikaya, bakan koltuğunda.

Bir ek bilgi daha vereyim; güvenlik bürokrasisi, 21 Mart’tan sonraki döneme odaklanmış durumda.

21 Mart’ta ülke genelinde sokaklarda yaşanacak tablo, PKK – Öcalan sürecinin bir ileri aşamasının temeli olacak. Sakin geçecek 21 Mart günleri, bu sürecin olumlu ilerlemesinde etkili olacak.

CHP’nin Adnan Beker sınavı

Henüz tarihi belli olmamakla birlikte ilk seçimlerde iktidar olmayı hedefleyen ana muhalefet partisi, bu yolda parti tabanına büyük destek vermesi beklenen muhteşem bir siyasi transfere imza attı salı günü!

Şimdiye kadar solun yakınından geçmemiş, sağda siyaset yapmayı tercih etmiş Adnan Beker, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “baba ocağına” davetini kırmayıp, partiye katıldı.

TBMM’deki rozet takma sırasında Beker, Özel’in baba ocağı davetine icabet ettiğini, baba ocağına döndüğünü anlattı kürsüde.

Normal bir ülkede bu cümleyi kuran kişiye, “o zaman, ne diye sağ siyasetle hemhal oldun? Melih Gökçek’le ne işin oldu? Hangi işleri beraber yürüttünüz? MHP’den İYİ Parti’ye neden geçtin? Meral Akşener’le neyin pazarlığını yaptınız? Ankara’dan aday olmak için İYİ Parti’ye kaç milyon lira bağış yaptın? Bu parayı nereden buldun? Kemal Muratoğlu konuşsa neler anlatır?” sorularını sorup yanıtlarını almak gerekir!

Altılı masa ve seçim dönemiyle ilgili açıklamaları bir yana, şimdi CHP’nin siyasetinde ne değişti de Beker, bundan sonra TBMM’de CHP sıralarında boy gösterecek.

Beker’e rozeti takarken yüzünde gülücükler açan Özel, umarım ki Beker’den CHP’de ortalama siyaset yapma süresiyle ilgili garanti almıştır!

Bugün 50 yaşın üzerinde olup, Ankara’da yaşayan ve biraz da iş dünyası ile siyasetle uğraşan hemen herkesin konuştuğu isimlerden birisidir Adnan Beker.

Bu satırların yazarı da Ankara’da 40 yıla yaklaşan gazeteciliği sırasında pek çok kez ismini duydu Beker’in. Sosyal medyadaki tepkilerle birlikte kimi FETÖ’cü hesapların paylaşımlarında Beker’in geçmişi yeteri kadar ortalıkta. Ancak şunu söyleyim, 1990’ların ortasından itibaren Beker’in ayağı Emniyet’ten hiç kesilmedi.

Beker’i CHP’ye kim monte etti ya da aracılık yaptı bilmiyorum. Öğrenmek gibi bir amacım da yok. Parti kulislerinde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın adı gündeme geldi. Yavaş, önceki günkü açıklamasıyla bu yolu kapattı. Peşinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun adı ortaya atıldı. İmamoğlu bu iddiaya pek oralı olmadı, zira başı epeyce kalabalık.

Koray Aydın sırada

Ancak kim montelediyse, harikulade siyasi hamle yaptı. Bilerek ya da bilmeyerek.

Hele ki CHP’yi yakından takip ettiklerini kaydeden “muhalif gazeteci” adıyla bilinen kimi isimlerin, ekranlarda ve yazılarında Beker’den böylesine olumlu söz etmeleri dikkate değer!

Parti kulislerinde Beker’den sonra eski MHP’li şimdinin İYİ Partilisi Koray Aydın’ın da CHP’ye katılacağı ifade ediliyor.

Tabii burada amaç Beker’in sahip olduğu kalın cüzdanıyla İYİ Parti’ye yaptığı finans katkısından faydalanmaksa Beker’den bir kuruş alabilmek zordur. Söylemiş olayım.

Cumhurbaşkanı adayı olan Genel Başkanı için seçim döneminde tek bir oy alabilmek amacıyla çaba göstermeyen siyasetçiyi CHP’ye alarak “siyasi savrulmanın en uç noktasına ulaşan” parti yönetimi daha ne kadar savrulacak acaba?

                                                               /././

İki şovmen bir sahne: Trump ve Zelenski ya da siyasal bulantı -Hasan Bülent Kahraman-

Gösteri dünyası, show business artınca, siyaset adına sürdürülen şovu izleyen insan, ‘elimden başka ne gelir’ çıkmazına ilerliyor, bir keşişe dönüşüyor, dünyaya politik ikrah içinden bakıyor ama kendisinin de öylelikle bir parçası olduğu politik şovun tek bir sahnesini kaçırmıyor

İki şovmen bir sahne: Trump ve Zelenski ya da siyasal bulantı

Trump’la Zelenski’nin Beyaz Saray’da, Oval Ofiste, basının, dolayısıyla kamuoyunun gözleri önünde dünya siyaset ve diplomasi tarihinde görülmemiş bir şekilde tartışması, ardından Ukrayna Devlet Başkanının mekânı terk etmesi, derken eskilerin ‘mezellet’ dediği türden bir mektupla, ‘ben yaptım sen yapma’ demesi muhakkak ki, şaşılacak bir şeydir ama sadece şaşırmak isteyenler için. Muhtemelen her iki devlet başkanı da öyle bir ortama girerken böyle bir şeyin olabileceğini bir ihtimal olarak düşünmüştü. Kendilerini tutmadılar, tersine, saldılar ve içinde bulundukları durumun, o kaosun, o arbedenin insanları, yani şaşırmak isteyenleri şaşırtmasını istediler.

Böyle bir muhakemede, hayır, şaşıracak bir şey yok. Yok, çünkü, her iki devlet başkanı da televizyon, gösteri ve eğlence dünyasından geliyor. Her iki devlet başkanı da bizzat ve bilfiil ülkelerinin televizyon ekranlarında en çok izlenen, kendilerine şöhret kazandıran programlar gerçekleştirmiş insanlar olarak buluşmuşlardı. Onların anladığı, katıldığı ve gerçekleştirdiği televizyon, daha doğrusu eğlence programlarının bir tek özelliği var: insanları şaşırtmak! İnsan bir noktadan sonra şaşırmak, aldatılmak, yanıltılmak isteyen bir varlık. Eğer öyle bir nitelik taşımasaydık, ahir zaman peygamberlerinden Yuval Noah Harari, malum ve meşhur kitabı Homo Sapiens’te, insan soyunun devamlılığını sağlayan, o devamlılığı bir topluluk ruhuna dönüştüren asli unsurun ateşin başında toplanıp öykü anlatmak olduğunu söylemezdi.

* * *

Türkçede hak ettiği karşılığı bulamasa bile, daha 1967’de yazdığı Gösteri Toplumu (La société du spectacle) kitabıyla içinde yaşadığımız dünyaya bugün de eskimeyen, en önemli teşhislerden bazılarını koyan, Fransa’da 1968’i hazırlayan en sivri (düşünce) örgütlerinden Situationist International’in parlak ismi, Socialism ou Barbarie (Sosyalizm ya da Barbarlık) grubundan Guy Debord, andığım kitabında kapitalist dünyada, gösterinin her şeyin önüne geçeceğinin ilk sinyalini vermişti.1968 ruhuyla sarılıp sarmalanmış kitabında, içinde yaşadığımız çağda gösterinin egemen sınıfın imgelerinin (images) belirlediği bir toplumsal ilişkiler ağı olduğunu söylüyordu. Gösteri basit bir olgu değildi. Karmaşıktı. Özünde toplumsal etkileşimi ve iletişimi barındırıyordu, ama o iletişimin aracı, hâkim sınıfların imgeleriydi. Gösteri, hâkim sınıfın imgeleriyle gerçekleştirilen bir tür egemenlik kurma sistemiydi. İkincisi, gösteri varsa temsil (representation) vardı. Gösteri bir şeyin temsiliydi ve artık fiili olan ve yaşanmış her şey bir temsile dönüşmüştü, temsilin bir ögesi hatta öznesi haline gelmişti.

Sonunda, su götürmez, tartışma kaldırmaz biçimde böyle bir dünyaya eriştik. Gerçek, yerini temsiline bıraktı. Neredeyse ‘hayatımız gösteri’ dememiz gerek. Sabahtan akşama kadar televizyonların karşısında hayatımızın temsilini izliyoruz. Bir yandan yaşıyoruz ama onun fazla bir önemi yok. Televizyon ekranı yaşadığımızı bize bir ‘vodvil’ olarak yansıttığında ayağımız suya erip gerçeği anlıyoruz, ama anladığımız gerçek değil, gerçeğin kendisi değil, temsili. Televizyonlar kendimize bir parodi içinde bakmamızın aracı. Şu akşamdan sabaha kadar devam eden ‘tartışma meydan savaşlarında’ da ne yazık ki, sanılanın ve iddia edilenin tersine, ’gerçekler ele alınmıyor’ gerçeğin temsile dayalı olarak yeniden üretimini izliyoruz. O da gerçeğin ‘silinmesinden’ başka bir şey değil.

Siyaset de o temsilin bir başka düzlemi. Nasıl yemek veya evlilik veya ‘ben bilmem eşim bilir’ programında gerçeğin kendisini değil, onunla, gerçekle, ilişkisi koparılmış bir temsili izliyorsak, siyaset de bu tertibin bir parçası, onun da gerçekten koparılmış temsiline kendimizi kaptırıyoruz. (Onca önemine rağmen Öcalan’ın kâğıt okuyan resminin açıklama yapanların arasına katılmasına ne diyeceksiniz?) Gösteri, izleyenin daima daha fazlasını istediği bir alandır. Kısa sürede her şey yetersizleşir, tragedya komedyaya, komedya farsa dönüşür. Ve Beyaz Saray’da biter ama o daha başlangıç.

* * *

İnsan şaşmayı, ürkmeyi, korkmayı isteyen bir yaratık olduğundan, efsaneler, destanlar ve tragedyalar yaratıyor. (Tragedya sözcüğü, etimolojisine göre, elifi elifine keçi şarkısı demektir. Bu garip sözcüğün, keçilerin geviş getirir gibi çiğnemelerine atfen geliştirildiğini, ağızdan ağıza geçen söz manasında olgunlaştığını söyleyenler yok değil.) Tam da bu özelliği nedeniyle, ne kadar akıllı olursa olsun, birileri tarafından dolandırılabiliyor insan, tam da bu nedenle, mesela, kendi kendisi dolandırmak demek olan kumarı oynayabiliyor. Hayal dünyasının ama daha çok da duygu dünyasının bir mahkûmu insan. O kadar ki, hayali Tanrılar yaratmaktan, Tanrılara denk kahramanlar ‘türetmekten’ kaçınmıyor. Tüm bunların olmadığı, bulunmadığı bir dünyayı, yavan, kuru, tatsız sayıyor.

Televizyonlar, sinemalar, insanın bu zaafını tatmin etmek için var. Onların hepsi satrapların, melikosların, trubadurların, aşıkların, ozanların, şamanların, baksıların, kamların icra ettiği sanattan sonra doğdu. Alfred Hitchcock, sinemanın insanın duygu dünyasını alt üst edecek bir araç olduğunu ilk kez sistemik hale getiren yönetmendi. Onu, meseleye daha yumuşak şekilde yaklaşan Truffaut izledi. Ama ahir zamanlarda Hitchcock’un acımasız görüşlerinin en sadık ve yılmaz izleyicisi Tarantino oldu. Bağıra bağıra ilan ediyordu dünyaya izleyiciyi istediği zaman ağlatabileceğini, güldürebileceğini, ürkütebileceğine. Hepimiz, onun o tepeden tırnağa yalan-dolan-şiddet pornografisi diyebileceğimiz filmlerini gözümüzü kırpmadan izledik. Hala Gladyatör izleniyor. Yakında yeni bir Odiseus filmi gelecek ekranlara. Yalana alıştırılmış, ekmeğe muhtaç insanlar, kral ve kraliçelerin, hanedanların hayatını kendi zilletlerinden daha fazla düşünüyor.

* * *

Kimse şu dünyada bu gerçeği Trump ve Zelenski kadar iyi bilmiyor. Oval Ofis’te bir tiyatro yaşandı. İnsanları şaşırtmak istediler ve başardılar. O sahneyi ‘çevirmenin’ bir tek nedeni vardı: daha fazla şöhret. Zelenski, kendisi için ayrılmış ‘15 dakikanın’ (deyişi Andy Warhol’a atfediyoruz ama ondan çok öncesi Fransızcada kullanılmıştır, ona ait kısmını da kendisi söylememiştir, hakkında yazılan bir katalog yazısında geçirilmiştir söz, fakat Warhol herkesten şöhretliydi, o nedenle laf ona yapıştırıldı) dolduğunu fark ediyordu. ‘Oynarsa’ kazanabilecekti. Hiç değilse oynadı. Trump ve çevresi de yeni/den oturdukları koltuğu biraz daha ısıtma ihtiyacı içindeydiler, olmayacak bir öneride bulundular, Zelenski’nin paniğinden ve zavallığından yararlandılar, onun ‘uyanacağı’ anda da kendi şovlarını sahneye sürdüler.

Amerika her şeyi ölçen bir toplumdur. Ölçtü ve son kavganın ertesinde, tutumunun, Trump’a karşı olan kişi ve çevrelerde de onay gördüğünü saptadı. Daha ne olsun? Öyle olduğu için, Trump işin peşini bırakmadı. Bir TV göstericisi olarak şimdi sahneyi genişletiyor ve Zelenski’yi ‘Temu Zelenski’ ilan ediyor, ‘hiç değilse Amazon’dan giyinseydi’ diyor. Bazı insanlar dünyaya hayatı ciddiye almak için gelmiştir. Onlar şu yaşananlara şaşırmayı sürdürüyor. Dahası, tüm bu yaşananların ‘ciddi’ olmadığını düşünüyor. İşte bu muhakemeye şaşırmak gerekir. Nedeni çok açık.

Zelenski’yi ezme senaryosu, daha Beyaz Saray’ın kapısında başlamıştı. Önce Trump alay edercesine ‘tepeden tırnağa giyinmiş’ dedi, ardından başka birisi basın toplantısında ‘elbisen yok mu’ diye sordu. Herhalde dünyanın gerçek manada en şaşırtıcı şeyi o anda cereyan etti ve zavallı Zelenski, hayli sarsılmış bir halde ‘daha ciddi sorulara geçelim’ kabilinden bir şeyler geveledi. Sanki, hayatının maksadı gayrı ciddi bir dünya kurmak olmamış gibi böyle bir söz edebildi. Sonra da perde açıldı ve oyun başladı. Eh, tiyatrocuların da sahneden kaldıkları süre boyunca işlerini ne kadar ciddiyetle yaptığını biliyoruz.

Trump’ın bütün o tavırları, saçları ve upuzun, kötü bağlanmış kırmızı kravatları ne kadar bir gösterinin, kötü bir aktörlüğün parçasıysa Zelenski’nin Che Guavera özentisi kıyafeti de aynı gösteri sahnesindeki bir başka aktörün kostümüdür. (Zaten o da konuşurken ‘kostüm’ diyordu.) Aralarındaki kavga ise tiyatrocuların çok iyi bildiği ‘rol çalma’ya karşı gösterilen bir tepkiydi. Sahneye kimin egemen olacağıyla ilgili bir zıtlaşmaydı. Zavallı Zelenski, kapitalist sistemin ölçek ekonomisine dayandığını, büyük kapitalin küçük kapitali daima yutmaya hazır olduğunu, ana dili Rusçada Lenin’in yazdıklarından okusaydı herhalde daha baştan itibaren farklı bir yol izleyebilirdi.

* * *

İşin fenası, bugün siyaset de böyle bir noktada duruyor: gösterinin bir parçası olarak yapılıyor siyasetSınıf ilişkileri üstünden kurgulanan ve çözümlenen bir siyasetin anlayamadığı onca olguyu şimdi duygular siyaseti (emotional politics). Bugün sosyal hayatta görülen ‘yoksayma kültürü’nün (cancel culture), demokrasilerde görülen kutuplaşmanın, tatminsizliğin, öfkenin, hıncın, korkunun, hayal kırıklığının, yıkım duygusunun, kayıp hissinin bir nedeni var: yeni bir tabir olarak hayatımıza giren duygusal yurttaşlık (affective citizenship). İnsanlar ideolojik özdeşleşmelerini bırakınca, daha doğrusu ideolojik özdeşleşmeler insanlara terk ettirilince bağlanma, ilişki kurma ancak bahsettiğim duygular üstünden sağlanıyor.

Böylesi bir siyasal yapıya sürüklenmekten daha doğal bir şey olamaz. Çünkü karşımızda, televizyonun ekranından katlar be katlar büyük sosyal medyanın ekranı duruyor. X’ler, Instagram’lar, TikTok’lar ve daha neler neler, insanları gerçekten uzaklaştırıp, gerçeği herkesin inanmak istediği bir şeyle ikame etmesine yol açıyor. Tüm o troller vs. gerçeğin tek yanlı, tek yönlü ve çarpık, insanların duymak, işitmek istediği şekle sokulması için bir araç ve kötü bir araç. Sonuç, demokrasinin rasyonel seçmene yani ussallığa dayalı bir sistem olmaktan çıkıp bir gösteri sistemine, haydi kandırma demeyeyim, yönlendirme sistemine dönüşmesi. Sonuç sadece duyguya dayalı bir kutuplaşma değil, daha beteri, popülizm. İşin özü, popülizm dediğimiz siyaset yönteminin, son kertede duygular siyasetinin en dramatik, en uç noktası oluşu.

Siyaset biliminde iki kavram vardır birbirini çapraz kesen. Birincisi, elitlerin siyasete karşı geliştirdiği bir tepki olan siyasal bulantı (political nausea) kavramıdır. Halkın siyasete karıştığını ve yönlendirdiği görünce seçkinlerin öne çıkardığı ‘ikrah’ duygusuna verilen addır bu ve çok tartışılmıştır. İkincisi, siyasi bulantı duyan çevrelerin topluma, siyasete küsmesi ve içlerine kapanı, hiçbir şeye karışmamaları, sadece öfkeleriyle yaşaması. Ona da trogloditik (mağara adamlığı) daha nazik bir terimle keşiş siyaseti denir. Sadece kendisiyle meşgul olup başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen, git gide asosyalleşen insan tipinin apatisi, duyarsızlığı.

Yavaş yavaş bütünüyle gösteri toplumu haline gelmiş toplumlar bahsettiğim bu duyarsızlığa ve içe kapanmaya doğru gelişiyor. Siyasete değil siyasetin temsiline ilgi duyuyor. İdeolojisini yitirdiği için her şeyi mubah görüyor. Yapacak bir şey yok. Gösteri dünyası, show business bu düzeyde artınca, siyaset adına sürdürülen şovu izleyen insan, ‘elimden başka ne gelir’ çıkmazına ilerliyor, bir keşişe dönüşüyor, dünyaya politik ikrah içinden bakıyor ama kendisinin de öylelikle bir parçası olduğu politik şovun tek bir sahnesini kaçırmıyor.

Trump’la Zelenski şovunun ikinci perdesini izlemeye hazırlanıyor. 

                                                      /././ 

SÖZCÜ "Gündem" -7 Mart 2025-

‘Atomlar Nasıl Allah Der’ konferansı yapıldı

Karabük Üniversitesi’nde düzenlenen ve SÖZCÜ’nün gündeme getirdiği ‘Atomlar Nasıl Allah Der?” konferansında nükleer enerji mühendisi konuştu, “Kuran kainatın tefsiri” dedi.

Skandal, torpil ve tarikat ilişkileriyle gündeme gelen Karabük Üniversitesi, düzenleneceğini SÖZCÜ’nün duyurduğu “Atomlar Nasıl Allah Der?” konferansına ev sahipliği yaptı. Ramazan ayı etkinliği olarak düzenlenen konferansı, nükleer enerji mühendisi olduğunu söyleyen Ali Yeşilyurt verdi.

Yeşilyurt, katıldığı etkinlikte “Kuran kainatın tefsiri. Üniversitelerde bütün bilim alanları kainatı anlamaya çalışıyor yani üniversiteler Allah’ın sanatını öğreniyor. Atomların birleşerek gösterdiği harika sanatlar, öyle mucize ki ve bunların ifade ettiği mana bütün kâinatı bütün sanatıyla terbiye eden rabbim var. O zerrelerin vaziyeti ile bin bir isimlerinin nihayetsiz cemalini ve kemalini bana takdim etmiş. Ebedi bir hayatta ebedi ihsanasını vermek için beni yaratmış. Bütün kainattaki maslahatlar benim ihtiyacıma göre dizayn edilmiş. Bütün kainat mucize yaratılmış” dedi.

BASIN ÇIKARTILDI

SÖZCÜ’nün gündeme getirdiği etkinliği takip etmek isteyen BRTV ekibinden muhabir Ayşegül Balyam ve kameraman Mehmet Ali Özkan, Rektör Prof. Dr. Fatih Kırışık’ın talimatıyla konferans devam ederken dışarı çıkartıldı. Üniversite yönetiminin, konferansın medyaya yansımasından rahatsız olduğu için bunu yaptığı iddia edildi.

                                                       ***

Okulda sabuna para yok ama çalıştaya 17 milyon bulundu -Deniz Ayhan-

Tasarruf genelgesine rağmen Ankara’da lüks bir otelde düzenlenen “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Çalıştayı’ için devletin kasasından 16 milyon 950 lira çıktı. 

Milli Eğitim Bakanlığı 21 Ocak 2025’te ihale düzenleyerek çalıştay için hizmet alımı yapacağını duyurdu. İhale sonucunda bir organizasyon firmasıyla 16 milyon 950 bin TL’lik sözleşme yapıldı. MEB’in “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Çalıştayı” 3-7 Şubat tarihlerinde Ankara Kızılcahamam’daki Eliz Convention Center Thermal Hotel’de yapıldı. Toplantının günlüğü 4 milyon 238 bin TL’ye denk geldi.(https://www.sozcu.com.tr/okulda-sabuna-para-yok-ama-calistaya-17-milyon-bulundu-p148204)

                                                               ***

Boğaz manzarasında oruç açmak 6 bin lira -Deniz Ayhan-

Otel bu pahalı iftarı şu sözlerle tanıttı: İstanbul’un ihtişamlı atmosferinde Osmanlı ve Türk mutfağının zengin mirasını modern dokunuşlarla harmanladık. 



Bir yanda, iftar sofrası kuramadığı için kent lokantalarında saatlerce kuyrukta bekleyenler varken, İstabul’un en lüks oteli Çırağan Sarayı’nda bir iftar mönüsünün fiyatı 6 bin lira olarak açıklandı. Bu iftar mönüsü, iki çocuğu olan 4 kişilik bir asgari ücretlinin kazandığı 22 bin liranın neredeyse dörtte birine denk geliyor. (https://www.sozcu.com.tr/bogaz-manzarasinda-oruc-acmak-6-bin-lira-p148209)

SÖZCÜ

EVRENSEL "Köşebaşı + Gündem" -6 Mart 2025-

 Kaybettiniz -Arif Nacaroğlu-

Etmediğinizi bırakmadınız.

Akbelen’de ormanını, yaşamını korumaya, yüzlerce yıldır yaşadığı köyünü üç, beş doymak bilmeyen sermaye bozuntusuna, doğal servetini yandaş ortak patron müsveddesine peşkeş çekmeye çalışan devletlilere direnen köylüyü , Necla kardeşimi kadın, çocuk, İkiz köylü, Çam köylü demeden dövdünüz

Rize’de, Artvin’de, Karadeniz’in güzel yaylalarında tepesini, deresini, fındık ağacını korumak isteyen teyzemi, kardeşimi jandarmaya dövdürdünüz, müteahhit maskarasına öldürttünüz.

Soma’da yer altına canlı canlı gömdüğünüz işçinin ağabeyini, annesini kolluk nezaretinde kravatlı bürokrat maskaranıza tekmelettiniz.

Başpınar’da sefalet ücretine itiraz edip sendikası ile birlikte mücadele eden işçiyi ters kelepçe ile yerlerde sürüklediniz. Sendika Başkanı Emekçi Türkmen’i, patronlardan aferin almak için hapse attınız. Yetmedi çıkarıp tekrar attınız. Yetmedi, tosuncuklarınızla tehdit ettiniz.

Cinayete kurban gitmeyi, evcil hayvan gibi sahiplenilmeyi kabul etmeyen Duygu’yu, Zeynep’i, kadınları caddelerde yerlerde sürüklediniz.

“Gık” diyeni terörist, “hop” diyeni bölücü, “dur” diyeni münafık ilan ettiniz, elinize geçirdiğinizi yan baktı diye içeri attınız.

Eeee.

Yapacağınız her şeyi yaptınız. Olmadı.

Başpınar işçisi çoğaldı büyüdü. Mehmet çıkar, çıkmaz işçilerin önüne geçecek. Bir daha döveceksiniz, bir daha, daha çok gelecekler.

İnsanlar derelerini, ormanlarını, yaylalarını terk etmiyor.

Peki Çayırhan’da ne yapacaksınız? Ya işçiler tekrar madene inerse. Hanginiz cesaret edip kendilerini yer altına kilitleyen işçilerin yanına gidip onları döve döve yer yüzüne çıkaracak. İçeriye gaz mı sıkacaksınız? Onları aç mı bırakacaksınız? Yalvaracak mısınız?

Nafile, kaybettiniz.

                                                           /././

Uygur İlim Marifet Vakfı’nda çocuk istismarı - 'Bakanlık soruşturma başlattı mı?'

CHP'li Özçağdaş, Bakan Tekin'e Uygur Marifet Vakfı'nda 7 çocuğun cinsel istismara uğramasına ilişkin sordu: "Açılmış bir soruşturma var mıdır?"

CHP Genel Başkan Yardımcısı Suat Özçağdaş, İstanbul’da Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı bir okulda 7 çocuğun cinsel istismara uğramalarına ilişkin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’e “Bu konuda Bakanlığınız tarafından açılmış bir soruşturma var mıdır? Var ise sorumluları hakkında ne tür yaptırımlar uygulanmıştır” diye sordu.

Özçağdaş, Silivri’de bulunan Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı Oku Uygur Bilig Yurdu Etüt Merkezi’nde 2023 yılında yaşları 4 ile 12 arasında değişen 7 çocuğun cinsel istismara uğramasını Meclis gündemine taşıdı.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı'na soru önergesi veren Özçağdaş, 9 Ocak 2025 tarihinde Silivri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen üçüncü duruşmada şüpheli Ahmet Kader’in tutukluluğunun devamına karar verildiğini hatırlatarak şu soruları yöneltti:

"Sorumlular hakkında ne tür yaptırımlar uygulandı?"

"Milli Eğitim Bakanlığı yetkilileri Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı Oku Uygur Bilig Yurdu Etüt Merkezi’nde çocuklarımıza yönelik yaşanan cinsel istismar vakasından haberdar mıdır? Bu konuda Bakanlığınız tarafından açılmış bir soruşturma var mıdır? Var ise sorumluları hakkında ne tür yaptırımlar uygulanmıştır?

* Milli Eğitim Bakanlığı tarafından istismara uğrayan çocuklarımıza hukuksal-psikolojik-pedagojik destek sağlanmış mıdır? Soru önergesine konu olan, Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı bu etüt merkezi hangi tarihte açılmıştır? Milli Eğitim Bakanlığının etüt merkezinin açılışına ilişkin onayı bulunmakta mıdır? Etüt merkezi hala faaliyette midir?

* Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı etüt merkezi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hangi tarihlerde denetlenmiştir? Uygur İlim Marifet Vakfı’na bağlı etüt merkezinde kaç kişi çalışmaktadır? Çalışanların görevleri ve eğitimleri nedir? Tutuklu Ahmet Kader’in etüt merkezindeki görevi nedir?"

Görsel:serbestiyet

(https://serbestiyet.com/serbestiyet-in-english/ozel-haber-cocuk-istismarcisini-jandarmaya-bildirmedigini-itiraf-etti-sadece-kovun-dedikleri-icin-biz-de-kovduk-dava-bugun-193171)

Emekçiden 101 milyar TL enflasyonla çalındı 

DİSK-AR ‘Ücret Kayıpları İzleme Raporu’nu yayımladı. Rapora göre, sadece iki ayda toplam 101,2 milyar TL'lik gelir kaybı yaşandı ve net asgari ücret 1640 TL azaldı.

Enflasyonun işçi ücretleri, memur maaşları ve emekli aylıklarında yarattığı toplam kayıp devasa boyutlara ulaşıyor. Ocak ve şubat 2025’te TÜİK tarafından açıklanan yüzde 7.42’lik iki aylık resmi enflasyonun iki ayda emek gelirlerinde yarattığı toplam kayıp en az 101 milyar TL oldu. Bu kayıp sonraki aylarda katlanarak artmaya devam edecek.

DİSK-AR tarafından yayımlanan ücret kayıpları izleme raporu işçiler, memurlar ve emeklilerin ücret, maaş ve aylıklarında enflasyon ve kesintiler nedeniyle yaşanan kayıpların boyutları ortaya konuyor.

Ocak ve şubat 2025’te iki aylık resmi enflasyonun işçi ücretlerinde yarattığı kayıp 55.8 milyar TL olarak hesaplanırken memur maaşlarındaki kayıp 22.6 milyar TL, emekli aylıklarındaki kayıp ise 22.8 milyar TL olarak tahmin edildi. Emek gelirlerindeki iki aylık toplam kayıp ise en az 101.2 milyar TL olarak hesaplandı.

Enflasyon emek gelirlerini tekil olarak da aşındırıyor. Örneğin 22 bin 105 TL olan net asgari ücretin şubat ayında işçilerin cebine girer girmez yaşadığı iki aylık kayıp 1640 TL oldu. Asgari ücretin bir buçuk katı brüt ücreti (neti 31 bin 400 TL) olan bir işçinin enflasyon kaybı 2 bin 330 TL olurken, asgari ücretin iki katı düzeyinde brüt ücreti (neti 40 bin 700 TL) olan bir işçinin enflasyon kaybı 3 bin 020 TL, asgari ücretin 2.5 katı düzeyinde brüt ücreti (neti 50 bin 000 TL civarı) olan bir işçinin enflasyon kaybı 3 bin 709 TL oldu.

Emek gelirlerindeki bu gibi tekil kayıplar tüm emek gelirlerinde birikimli devasa bir kayıp yaratmaktadır. Ortalama ücret, maaş ve aylıklar, toplam işçi, memur ve emekli sayısı ile çarpılınca toplam kayıp iki ay için 101 milyar TL’nin üzerinde gerçekleşti.

Asgari ücrette erime büyük

TÜİK verilerine göre ocak 2025 ve şubat 2025’te iki aylık resmi enflasyon oranı yüzde 7.42 olarak gerçekleşti. Böylece net asgari ücretin enflasyona göre kaybı şubat 2025’te toplam 1640 TL’dir. Asgari ücret, işçilerin eline geçtiği ay net 20 bin 465 TL’ye geriledi. 26 bin 006 TL’lik brüt asgari ücrette iki ayda 5 bin 541 TL kayıp yaşandı.

Asgari ücreti katlayan brütte 49 bin liranın üzerinde kayıp

Brüt asgari ücretin 2 katı düzeyinde (brüt 52.011 TL) bir ücretle çalışan işçinin eline geçen, ücret toplam kesinti ve enflasyon karşısındaki erimeyle birlikte yılın ikinci ayında 37 bin 676 TL’ye geriledi. Brüt ücretten vergi ve kesintiye 11 bin 315 TL gitti ve nominal ücret şubat 2025 itibarıyla 40 bin 696 TL’ye geriledi.

Ocak 2025 ve şubat 2025 iki aylık resmi enflasyon karşısındaki kayıp sonrası işçinin eline geçen ücret 3 bin 020 TL daha azalmaktadır. Böylece işçinin ücreti 14 bin 335 TL kayıp yaşadı.

Asgari ücretin 2.5 katı düzeyindeki brüt ücrette erime

Asgari ücretin 2.5 katı düzeyindeki brüt ücrette (65 bin 104 TL) toplam kesinti ve enflasyon kaybı 18 bin 731 TL’ye ulaştı. Brütü 65 bin 014 TL olan ücretin şubat 2025’te vergi ve kesinti kaybı 15 bin 022 TL olmakta ve ücret, net 49 bin 992 TL’ye geriledi. Ocak-şubat 2025 enflasyonu sonrası ise işçinin reel net ücreti 46 bin 283 TL’ye düştü. Böylece asgari ücretin 2.5 katı ücret düzeyinin netinde enflasyon kaybı 3 bin 709 TL oldu.

Memurlar kaybetti

Ocak ve şubat 2025 itibarıyla en düşük memur maaşı 43 bin 726 TL idi. Ocak 2025’te memur maaşları 6 aylık resmi enflasyon olan 15.75’ten yaklaşık 4 puan daha düşük (Yüzde 11.54) artırıldı. Gerek resmi enflasyon ile memur toplu sözleşmesiyle belirlenen zam oranı arasındaki yaklaşık 4 puanlık fark gerekse yüzde 7.42’lik ocak ve şubat 2025 toplam enflasyon kaybı sonrası memurların eline geçen en düşük reel maaş şubat 2025’te 38 bin 711 TL oldu. Yılın ikinci ayında memur maaşlarında toplam kayıp 5 bin 015’ye ulaştı.

En düşük emekli aylığında bin liranın üzerinde erime

Aralık 2024’te 12 bin 500 TL’ye tamamlanan en düşük emekli aylığı ocak 2025’ten itibaren 14 bin 469 TL’ye tamamlanmaya başladı. Asgari ücretin ve en düşük memur maaşının çok altında belirlenen ve emeklileri açlığa mahkum eden aylıklar, enflasyonun etkisiyle daha da düştü. En düşük emekli aylığı iki ayda 1074 TL değer kaybetti. 14 bin 469 TL’lik en düşük emekli aylığı ocak-şubat 2025’te iki aylık enflasyon kaybı sonrası 13 bin 395 TL’ye geriledi.

                                                        ***

Öne Çıkan Yayın

Dünyanın en pahalı evini Türk milyarder satın aldı! - Mehmet Kaya / Ekonomim

Türkiye’nin uzun süre doğrudan yabancı yatırımlarında gayrimenkul satışları önemli yer tutmuştu. 2025 itibariyle yurt dışından gayrimenkul a...