Cumhuriyet "Köşebaşı + Gündem" -11 Nisan 2025-

TCDD’den alınıp kültürel etkinlikler için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen tarihi Sirkeci Garı’ndaki ‘dönüşüm’ tepki çekti -Mustafa Çakır-

Protokol ile 29 yıllığına Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen tarihi Sirkeci Garı’nda, “Aile ve Alışveriş Festival” alanı açıldı.

Alanda, eşek sütü ürünlerinden kuruyemişe, giysilerden takı ve gözlemeye kadar birçok ürününün satışa sunulması sendikanın tepkisini çekti. Uygulamaya tepki gösteren Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Genel Sekreteri Murat Oral, “Tarihi Sirkeci Garı’nı pazar yerine dönüştürdüler” dedi.  

İstanbul’daki tarihi Haydarpaşa ve Sirkeci garlarının geçen yıl ağustos ayında yapılan protokolle 29 yıllığına Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesi tepki çekmişti. Şimdi de Sirkeci garına alışveriş tezgahları konuldu. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Genel Sekreteri Murat Oral, alanda eşek sütünden yapılan ürünlerden takı ve giysiye kadar birçok ürünün satıldığına dikkat çekti. 

“Tarihi garı pazar yerine dönüştürdüler” diyen Oral, şöyle devam etti:

“Daha Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devir işlemi bitmeden bunlar yapılıyor. Yargı süreci devam ediyor. Sirkeci Gar’da lojmanlar, ticari işletmeler, Orient Expres Restaurant, büfeler, kafeler, gar müdürlüğü var. 500’ün üzerinde çalışan var. Bir yanda yolcu taşımacılığı da devam ediyor. Kazlıçeşme Sirkeci arası banliyö treni çalışıyor.”

‘BU MUDUR KÜLTÜREL ETKİNLİK ?’

Oral, faliyetin “kültür festivali” olarak gösterildiğine dikkat çekti. Alanın pazar gününe kadar açık kalacağına işaret eden Oral, eleştirilerini şöyle sıraladı:

“Burayı kiraya veren Kültür ve Turizm Bakanlığı. Eşek sütü ürünlerinden tutun da bal, peynir, gözlemeye kadar herşey var. Bakanlık burada kültürel etkinlikler yapılacağını ifade ediyordu. Bu mudur kültürel etkinlik ? Bir yanda gişelerde biletler satılıyor, bekleme salonları var, müze var. Müzeye giden turistler var. Orient Express Restaurant var. Restauranta ait masalar var. Hangi turist gelir de buraya oturur ? ‘Bu turihi mekanı İstanbul’un yüzü yapacağım’ iddiasıyla demiryollarından alıyorsun sonra da bunu yapıyorsun. Ya sizin ilk icratınız bu mu olacak?”

                                                   ***

Gazetemiz Cumhuriyet gündeme getirdi, Diyanet’in gericiliği yargı ve Meclis’e taşındı -Aytunç Ürkmez-

Gazetemiz Cumhuriyet’in gündeme getirdiği, Diyanet’in bakanlıklara gönderdiği “4-6 yaş arası Kuran kursu açılması” genelgesi hakkında Meclis’e soru önergesi veren CHP Gaziantep Milletvekili Av. Hasan Öztürkmen; “Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş resmi kamu kurumlarına hangi yasal yetki ile genelge gönderdi?” dedi.

Gazetemiz Cumhuriyet, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 13 Mart’ta “2025 Aile Yılı” kapsamında 17 bakanlığa kamu kurum ve kuruluşlarında haftada 5 saat ders verecek “4-6 yaş arası Kuran kursularının” açılması için bir yazı gönderdiğini gündeme getirdi. Av. İsmail Sami Çakmak ise 7 Nisan’da  Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’ın genelge yayımlama yetkisinin olmadığını anımsatarak; “Şikayete konu kursların açılması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş amaç ve ilkelerine, laiklik ilkesine alenen meydan okuma ve dinamitlemedir” gerekçesiyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. 

‘ERBAŞ’IN İFADESİNE BAŞVURULDU MU?’

Av. Çakmak’ın yargı girişimin ardından, CHP Gaziantep Milletvekili Av. Hasan Öztürkmen de konuyu önceki gün Meclis’e taşıdı. CHP’li Öztürkmen, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye söz konusu Kuran kursları hakkında soru önergesi verdi. Soru önergesinde gazetemiz Cumhuriyet’in ilgili haberine değinen Öztürkmen; Cumhurbaşkanı Yılmaz’a şu soruları yöneltti:

“Diyanet İşleri Başkanlığı'nın genelge yayınlama yetkisi var mı? Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş resmi kamu kurumlarına hangi yasal yetki ile genelge gönderdi? Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gönderdiği söz konusu genelge üzerine hangi kamu kurumlarında 4-6 yaş grubu Kuran öğretim programı başlatıldı?  Türkiye genelinde açılmış olan 4-6 yaş Kuran kursu sayısı kaç? Bunların kaçı resmi kamu kurumları bünyesinde faaliyet gösteriyor? Söz konusu genelgeyle ilgili Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hakkında yapılan suç duyurusu nasıl sonuçlandı? Erbaş’ın ifadesine başvuruldu mu?”

                                                    ***

Yeni jeopolitik üzerine düşünceler -Ergin Yıldızoğlu-

Trump’ın uygulamaya soktuğu gümrük tarifeleri şokuyla gündeme gelen ticaret savaşlarının jeopolitik etkileri genellikle ABD ve Batı merkezli düzen açısından değerlendiriliyor. Ben burada, gelişmeleri, ABD’nin birinci dereceden rakibi ve geleceğin hegemonya adayı Çin açısından düşünmeye çalışacağım.

‘ÜÇ KÜTLE PROBLEMİ’

2025 yılında Trump’ın ikinci başkanlık döneminde uygulamaya konulan tarifeler, Çin’e karşı 2018’deki, ilk gümrük tarifeleri denemesinin çok ötesine geçerek ABD’nin yapısal, kalıcı bir ekonomik savaş başlattığını düşündürdü. Elektrikli araçlar, yapay zekâ donanımı, kuantum bilgisayarı, yeşil enerji ekipmanları, elektrikli taşıtlar gibi çağın stratejik alanlarına getirilen bu tarifeler aklıma “Üç Kütle Problemi” başlıklı ünlü Çin bilimkurgu romanını getirdi. Bu romanda, kendi uygarlıkları çökmeye başlayan uzaylılar, yerleşmek üzere dünyaya doğru yola çıkıyorlar. Ancak amaçları istila ve soykırım olduğundan, dünyadaki teknolojik gelişme hızından korkuyorlar (Ya teknolojik kapasiteleri bizi geçerse?) ve gelmeden önce teknolojik gelişmeyi durdurmaya çalışıyorlar. Trump tarifeleri de Çin’in, teknolojik gelişme sürecini yavaşlatarak ABD hegemonyasına direnme kapasitesini kırmayı amaçlıyor. Doğal olarak da Pekin, bu tarifeleri serbest ticaretten sıradan bir sapma, salt bir ekonomik ticaret savaşı olarak değil, ABD hegemonyasının “kıskacının” sistematikleşmesi olarak yorumluyor.

KARŞI HAMLE

ABD’nin 2018’deki, ilk gümrük tarifeleri uygulamasından sonra Çin, ticaret ve teknoloji alanında Batı’ya bağımlılığını azaltacak bir, “kısmi özerklik” hedefliyordu. Bu kez, Çin’in, Yuan bazlı ticaretin yaygınlaştırılması, BRICS+ yapısının güçlendirilmesi ve Güney ülkelerinin bu çerçeveye dahil edilmesi, ABD tahvillerinin satılarak stratejik ortaklarla ikili para sistemine geçilmesi, Kore, Tayvan gibi ABD’ye bağımlı ekonomilere baskı uygulanması gibi alanlarda aktif bir karşı stratejiyi gündeme getirmeye başladığını düşünmek olanaklı.

Çin’in bu karşı stratejisi, 21. yüzyılın büyük güç rekabetinde yapay zekâ (AI) ve yarı iletkenler (çipler), alanındaki gelişmelerin, sadece ekonomik kalkınmanın değil, aynı zamanda ulusal egemenliğin ve küresel jeopolitik etkinliğin temel araçları haline geldiği gerçeğine dayanıyor. Bu strateji, yapay zekâ ve yarı iletkenlere ilişkin teknolojilere, kıymetli minerallerin çıkarımına ve işlenmesine artık birer milli güvenlik meselesi olarak bakıyor. Bu anlayışla Çin için, pazar payı elde etmenin, kimi stratejik minerallerin tedarikinin denetlenmesinin ötesinde, çip, yapay zekâ ve kuantum bilişim, yeşil sanayileşme, altyapı alanlarında bilimsel teknolojik gelişimin küresel lideri konumuna yükselmeyi amaçlıyor.

Bu açıdan bakınca da tarifeler, Tayvan üzerinden yürütülen teknoloji savaşıyla birleşiyor, ABD’nin Tayvan’a verdiği teknoloji ve askeri destek, Çin tarafından “sınır aşımı” olarak algılanıyor; TSMC gibi şirketlerin çip üretiminde oynadığı rol, Tayvan’ı sadece siyasi değil, jeoteknolojik bir cephe haline getiriyor.

İKİ KUTUP: ‘YENI SOĞUK SAVAŞ’

Teknolojik gelişme alanında başlayan adeta bir “yeni soğuk savaşı” andıran ortamda, iki kutuplu bir yeni sistemin şekillenmekte olduğunu düşündüren veriler hızla birikiyor. Bir tarafta ABD liderliğinde, geleceği hızla belirsizleşmekte olan AB ve NATO ekonomisi, diğer taraftan Çin liderliği altında toplanmaya başlayan BRICS bloku.

Bu kutupların, ekonomik siyasi yansımaları da Çin-Rusya-Hindistanİran-Güney ekonomilerinin oluşturduğu BRICS+ blokunun, ABD liderliğinde NATO tipi liberal tedarik zincirlerinden neoliberal ekonomiden ve liberal demokrasiden farklı ekonomik siyasi şekillenmeleri olarak karşımıza çıkıyor.

Batı merkezli emperyalist sistem içinde tarihsel olarak geri bıraktırılmış bağımlı ülkelerin egemen sınıfları da ABD sistemine dahil olmaktansa artan oranda, Çin’in altyapı, kredi ve siyasi bağımsızlık vaat eden sistemine yöneliyorlar.

2025 yılının, Trump tarifeleri, Çin tarafında, salt bir “uyarı” değil, adeta bir nihai sinyal, neoliberal liberal düzenin sonu ve “post-American” (Amerika sonrası) bir çağın doğuşu olarak okunuyor. Çin, kendini, misyonunu, ABD merkezli düzen yıkılırken onun yerini alacak, yeni bir düzenin kurucu gücü olarak görüyor.

Donald deli mi?-Ergin Yıldızoğlu-

Donald Trump’ın, “Kurtuluş günü” sloganıyla açıkladığı gümrük tarifeleri, mali piyasalarda şok etkisi yarattı. S&P 500 iki günde yüzde 10 geriledi, 5 trilyon dolar silindi. Ekonomi basınında egemen kanaat “ABD kendine zarar verdi” Financial Times; “mantıksız”, “Kral Trump deli mi?” The Economist; “Vahim bir hesap hatası” Die Zeit; “Çin’in işine yarayacak” Wall Street Journal yönünde şekillendi. Bu kanaatler, büyük ölçüde, söz konusu “tarifelere”, artık dağılmakta olan neoliberal küreselleşme bağlamında bakmaktan kaynaklanıyor. 

Gerçekteyse, bu tarifeler üzerinde düşünürken dikkate alınması gereken iki yeni bağlam var. Birincisi kapitalizmin yapısal (ekonomik ve hegemonya) krizi, ikincisi de ABD’de MAGA hareketi ve Trump üzerinden devleti ele geçirmeye başlamış dinci/faşist entelijansiyanın, ABD siyasetine ve bu krize ilişkin projeleri. 

Neoliberal ve küreselleşmeci iktisatçılar ticareti “herkesin kazandığı” bir oyun olarak görürken Trump ve yönetim kadrolarını dolduran faşist entelijansiya, küreselleşmeyi, bir tür ekonomik savaş olarak okuyor sistemi düzeltmek değil, yıkarak yeniden kurmak istiyor. Onlara göre küresel ticaret sistemi, uzun yıllardır Amerikan işçisini yoksullaştırdı, Çin’in yükselmesine zemin hazırlayarak ABD egemenliğini/“İmparatorluğunu” aşındırdı. Trump ve etrafındakiler bu sistemi düzeltmek değil; yıkarak yeniden kurmak istiyorlar. Tarifeler bu bağlamda küreselleşmeye karşı bir tür radikal müdahale niteliği taşıyor. 

BİR FAŞİST PROJE

Trump’ın imzaladığı “başkanlık kararnamelerini” hazırlayan faşist entelijansiya, ABD’nin küresel ekonomik ilişkilerde artık “iyi niyetli hegemon” değil, çıkarlarını, ekonomik ve askeri yollardan açıkça dayatan bir imparatorluk  olması gerektiğine inanıyor. Gümrük tarifeleri bu bağlamda birer savunma değil, saldırı aracı olarak devreye giriyorlar: ABD pazarının sunduğu talebe erişim, küresel güvenlik mimarisinden yararlanma  “izni” diğer ülkelerin sermayeleri için artık sadece bir ekonomik fırsat değil, aynı zamanda onlar üzerinde bir jeopolitik baskı aracıdır! 

Trump yönetimi bu stratejiyi sadece Çin’e karşı değil, Avrupa’dan Japonya’ya kadar müttefik ülkelere de uygulamayı amaçlıyor. Faşist entelijansiya, askeri sınai kompleksin, sanayi sermayesinin çıkarlarına, Trumpçı MAGA hareketinin arzularına (fantezilerine) uymayan tedarik zincirlerini parçalamak ve yeniden şekillendirmek istiyor. 

Trump’ı yönlendiren faşist entelijansiya, tarifeleri sadece ticareti değil, siyasi ve kültürel değerleri küresel çapta yeniden şekillendirme amacıyla da kullanmak istiyor. Örneğin, federal hükümetle iş yapmak isteyen yabancı şirketlere, çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık (ırkçılık, kadın, LGBTİ hakları) ve/veya iklim krizi bağlamında yayımlanan başkanlık kararnamelerine uyma şartı dayatılıyor. Faşist entelijansiyanın elinde Amerika artık küresel sisteme, yalnızca piyasa kurallarını değil, kendi kültürel ve politik normlarını dayatan bir güç olmayı amaçlıyor. 

ABD iç piyasasında fiyat artışlarına, bazı sektörlerde daralmaya yol açması, geçim sıkıntısı krizini derinleştirmesi beklenen bu önlemler, Trump rejiminin toplumsal tabanına bir büyük oyunun parçası, kısa vadede sıkıntı, uzun vadede zafer, refah vaadi olarak sunuluyor. 

Sisteme karşı öfke duyan geniş kesimlere, “Bakın sizin için savaşıyoruz”  mesajı veriliyor. Ekonomik milliyetçilik, “beyaz ırkın” üstünlüğüne dayalı bir imparatorluk fantezisi, dış politikada ve içeride bir hegemonya aracına dönüşüyor. 

Trump başkan olduktan sonra hızla devreye giren politikaları ve bu gümrük tarifeleri Trump’ın istikrarı bozulmuş aklından çıktığını düşünürsek üç tehlikeli gelişmeyi gözden kaçırırız. Birincisi ABD’de bir faşist entelijansiya devleti ele geçiriyor, yeniden şekillendiriyor. İkincisi, bu faşist entelijansiya, uluslararası siyasi kültürel ortamı ABD’nin ekonomik askeri gücüne dayanarak yeniden şekillendirmeyi planlıyor. Üçüncüsü de hemen tüm Avrupa ülkelerinde, bu projeye olumlu bakan faşist hareketler gelişmeye devam ediyor. 

Özetle, Trump rejimi, ABD’nin diğer devletler karşısında küresel üstünlüğünü var olan neoliberal düzeni yıkarak, küresel çapta kendi faşist iradesine tabi bir düzen inşa ederek korumak istiyor.

Zorba -Mehmet Ali Güller-

ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyaya açtığı ticaret savaşı, uygulama yöntemi olan zorbalığa paralel olarak kültürel düzlemde ahlaksızca yürüyor.

Trump’ın şu sözleri bir zorbanın ahlaki çürümüşlüğünü resmetmektedir: “Bazı ülkeler, tarife müzakeresi için bizi arıyor, kıçımı öpüyorlar. Bir anlaşma yapmak için can atıyorlar. ‘Lütfen efendim, bir anlaşma yapın. Her şeyi yaparım efendim’ diyorlar.”

Bu sözler, Atlantik kampının çöküşünün göstergesidir aynı zamanda, “devlet adamı” erozyonu yaşıyorlar.

HEGEMONYA ZAYIFLAMASINA ÇARE ARAYIŞI

Haklı olarak sorulabilir: Madem Atlantik çöküyor, ABD başkanı nasıl böyle zorbalık yapabiliyor, nasıl böyle pervasızca konuşabiliyor?

Aslında tam da bu nedenle öyle davranıyor. Güçlü ve hegemonik olan, karşısındakine taleplerini kolayca uygulatır zaten. Gücü ve hegemonyası zayıflayan ise taleplerini kabul ettirebilmek için bağırır, çağırır, “gücünü olduğundan fazla” göstermeye çalışır.

Kuşkusuz gücü ve hegemonyası zayıflıyor da olsa, ABD hâlâ güçlüdür ve işte o güce dayanarak sopa gösterip zayıflamasına fren koymaya çalışıyor.

Trump’ın gümrük duvarları örmesini, sadece “küreselleşmenin sonu” diye yorumlamak eksiktir; hem iktisadi hem siyasi gelişmelerin sonucudur. ABD güçlüyken rahatça girebilmek için herkesten gümrük duvarlarını indirmesini istemişti. Artık ABD’nin gücü ve hegemonyası zayıfladı, tek kutuplu dünya dönemi kapandı, çok kutuplu dünya inşa oluyor ve Washington zorunlu olarak bu kez kendisi gümrük duvarları örerek korunmaya çalışıyor.

TRUMP’A EKİBİNDEN UYARI

Atlantik iktisatçıları bile çoğunlukla Trump’ın gümrük vergisi artırmasını “rasyonel” görmüyor. Nitekim ilk etki, hisselerin 5 trilyon dolarlık kaybı oldu.

İş dünyası da tedirgin. Örneğin JP Morgan CEO’su Jamie Dimon, “gümrük vergileri enflasyonu artıracak, ekonomik büyümeyi yavaşlatacak” uyarısı yaptı. ABD Hazine Bakanı Scott Bessent’in de Trump’ı “piyasalar tehlikede, borsanın daha da düşme riski var, artık avantajlı anlaşmalar yapmaya odaklanmalıyız” diye uyardığı belirtiliyor ABD basınında.

Trump yönetimi içinde de dünyaya açılan bu ticaret savaşı konusunda farklı görüşler var.

TRUMP’IN ‘EKONOMİK ZORBALIK’TAN BEKLENTİSİ

Trump, başkanlığının ilk döneminde de Çin’e ticaret savaşı açmıştı. Doğru, Çin zarar görmüştü ama ABD de zarar görmüştü. Ve o ilk ticaret savaşı sonuçta ABD’nin küresel liderliğini sürdürmesini sağlamadı, hatta o güne göre ABD’nin hegemonyası bugün daha da zayıflamış durumda.

Aslında bu sonuç bile ABD’nin elinde kozu olmadığını gösteriyor. Trump, “ekonomik zorbalık” uygulayarak sopa gösterdiği ülkelere şartlarını kabul ettirmeyi ve daha avantajlı anlaşmalar yapabilmeyi umuyor.

İşte Trump’ın “Anlaşmak için arayıp kıçımı öpüyorlar” dediği bu. Japonya başta bazı müttefikleri Trump’a haraç vererek anlaşma arıyor.

AB’DEN ÇİN’E MÜZAKERE ÇAĞRISI

Trump’ın ticaret savaşının asıl muhatabı Çin’dir. ABD Çin’i kendi strateji belgelerine hasım diye NATO belgelerine “baş rakip” diye kaydetti zaten. Ticaret savaşıyla Çin’e karşı ticaret açığını azaltmak ve Çin’in küresel ticaretini baltalamak istiyor.

Çin, Trump’ın ticaret savaşı karşısında geri adım atmayacak kadar güçlü bir ülke. Nitekim ABD’nin savaşına karşı misilleme yapma kararlılığı sergiliyor.

ABD’nin gümrük vergisini artırması karşısında, Çin de ABD’ye yüzde 34 vergi koydu. ABD bunun üzerine yüzde 50 daha artırıp Çin’e gümrük vergisini yüzde 104’e çıkardı. Çin buna da misilleme yapıp ek yüzde 50 ile vergiyi yüzde 138’e çıkardı.

Dolayısıyla “zorbanın kıçı” açıkta kalmış oldu.

İşte AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Çin’e “ABD’nin gümrük vergisi artırmasına müzakere yoluyla çözüm bulalım” diye çağrı yapması bundan; sistemin yıkılmasından endiş ediyorlar çünkü.

Evet, dünya ekonomisinin olumsuz etkileneceği sancılı bir süreç yaşıyoruz ancak bu sancı aslında yeni bir küresel ekonomik düzenin doğum sancısıdır.

Barrack’ın Türkiye hedefi -Mehmet Ali Güller-

Lübnan’dan ABD’ye göç eden bir aileye mensup diye AKP medyası bayram ediyor: “ABD, Türkiye’ye dedesi ‘Osmanlı vatandaşı’ olan bir büyükelçi gönderiyor!”

Doğru, 1900 yılında ABD’ye göç eden Lübnanlı Hıristiyan bir ailenin torunu ama California’da doğdu, Los Angeles’ta büyüdü Tom Barrack. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın California’da komşusuydu. Reagan yönetiminde İçişleri Bakanlığı müsteşar yardımcılığı da yaptı. 77 yaşında zengin bir avukat ve işadamı Tom Barrack; ve elbette tam bir Amerikalı!

ABD’NİN TÜRKİYE PROGRAMI
İktidar cephesi “Osmanlı vatandaşı” diye seviniyor ama Tom Barrack’ın büyükelçilik ataması için 1 Nisan’da ABD Senatosu’nda sorulara verdiği yanıtlar ve yaptığı Türkiye açıklamaları, karşımızda Türkiye’yi komşularıyla ve Asya’yla düşmanlaştırmayı hedefleyen bir diplomata işaret ediyor.

Aslında Barrack, Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un  16 Mart’taki Erdoğan-Trump telefon konuşmasını “dönüşümsel” diye yorumlamasına uygun bir “yeni Türkiye” programı açıklıyor.   

Böylece Trump’ın Erdoğan’a “Bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin de içeriğini dolduruyor.

TÜRKİYE’YE UKRAYNA ÖVGÜSÜ

Tom Barrack, Senato’daki oturumda, öncelikle Türkiye’yi övdü: “Türkiye’nin NATO’ya katkıları saymakla bitmez”, “Türkiye IŞİD’le mücadelede çok değerli bir ortak.” Ardında Ankara’nın Ukrayna-Rusya savaşındaki tutumuna işaret etti: “Türkiye, NATO’nun Ukrayna’yı destekleyen tutumunu destekledi ve Ukrayna’ya çok değerli insansız hava araçları tedarik etti.” Barrack, enerji konusunda Türk-Amerikan işbirliğinin arttığını belirtti: “Türkiye son dönemde sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) konusunda giderek ABD ile daha fazla alışveriş yapmaya başladı.” 

AFRİKA’DA ÇİN’E KARŞI POZİSYON

Barrack, Türkiye ile ABD’nin ekonomi alanındaki işbirliğinin ise “Çin’i ve Kuşak ve Yol Girişimi’ni bir süre uzak tutmak için stratejik bir fırsat” olduğunu belirtti.
Bu arada Tom Barrack, Türkiye’yi Afrika’da da Çin’e karşı konumlandırdı:  “Türkiye ayrıca gelişmekte olan pazarlarda, özellikle de Türk firmalarının önemli altyapı geliştirme projeleri için Çinli meslektaşlarına meydan okuduğu Afrika’da, Çin’e alternatif olarak ortaya çıkmıştır.”

ESAS HEDEF İRAN

Trump’ın Ankara büyükelçi adayı Tom Barrack, bölgemiz konusunda ise şu denklemleri kurdu:
- “Suriye’de Beşşar Esad’ın devrilmesiyle hem ABD hem Türkiye hem de İsrail için yeni bir alan açıldı. İran’a yakın bir ismin devreden çıkması ABD, Türkiye ve İsrail için iyi bir gelişme.”
- “Türkiye, Başkan Trump’ın İran’ın Ortadoğu’daki nüfuzuna karşı yürüttüğü azami baskı kampanyasının önemli bir ortağı.”
- “Türkiye, Rusya’nın saldırganlığının yarattığı potansiyel tehdidin tarihsel olarak farkında.”

TÜRKİYE’Yİ KOMŞULARIYLA DÜŞMANLAŞTIRMA PLANI

Görüleceği üzere Tom Barrack, Trump’ın Erdoğan’a “Bölgesel politikalarımızda sizinle çalışacağız” demesinin devamı olarak hangi alanlarda nasıl çalışılacağını, Türkiye’yi hangi konumlarda görmek istediklerini ortaya koymuş oldu ABD Senatosu’ndaki konuşmasında.

Türkiye’yi İran’la Rusya’yla Çin’le karşı karşıya getirip İsrail’le müttefik yapmayı hedefleyen bu planlama ulusal çıkarlarımız açısından vahimdir. ABD’yle beyaz bir sayfa açma pahasına bu planlara evet denilmesi, Türkiye’yi çok zor durumlara sokacaktır.

Üstelik üsluplarına bakılırsa Trump yönetimi AKP’yle bu planlamayı hayata geçirme amacında hayli küstah. Baksanıza, Barrack diplomatik ifadeleri aşarak ne söylüyor: “Erdoğan‘a tavsiyem, ABD başkanı ile çarpışma rotasından kaçınması olurdu. Bu akıllıca olmazdı.”

                                                     /././

Cumhuriyet

TÜSİAD Dosyası -(III) /12 Eylül: Bir TÜSİAD darbesi-Aşkın Süzük /soL

12 Eylül amacı ve sonuçlarıyla bir sermaye darbesidir. Sermaye çıkarları söz konusu olduğunda hak ve hukuk tanımaz, darbe planlar, hükümet devirir.

    12 Eylül Darbesi sonrası yüzü gülen patronlar: Halit Narin, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD), son olarak bu yılın Şubat ayında gerçekleştirdiği Genel Kurul toplantısında Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın hukukun üstünlüğü, adil ve bağımsız yargı konularında yaptığı sert uyarılarla bir çıkış yapmıştı. TÜSİAD’ın bu çıkışın ardından Aras ve Turan hakkında soruşturma açılmış ve gözaltına alınmışlardı. AKP hükümeti ve TÜSİAD arasında bir yeni kriz baş göstermiş ve Türkiye uzun bir süre patronlar ile ülkenin en patroncu partisi AKP arasındaki gerilimi konuşmuştu.

En başta patronların desteğiyle iktidara gelen ve hükümet ettiği dönem boyunca patronlara “her istediklerini veren” bir parti ile kârlarını ve yatırımlarını garantiye almak için darbe dahi tezgahlamaktan çekinmeyecek olan patronların hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı vb. konular üzerinden tartışmaya girmesi ancak mizah kitaplarına konu olabilirdi. Ya da şöyle söylemek mümkün… İki taraf için de konu aslında “hukuk” değil.

Sadece bu topraklarda değil dünyada da patronların, birikim süreçlerindeki sorunları aşmak, ekonomik ve siyasi kriz koşullarını ortadan kaldırmak için gerektiğinde darbe çağrıları yapmaktan hiç geri durmadıklarını görüyoruz. Darbelerle patron sınıfının ve uluslararası tekellerin ilişkisi üzerine belgeli geniş bir literatür olduğu, sayfalarca kitap yazıldığını biliyoruz. Biz Türkiye’de kalalım, etkileri ve sonuçları hâlâ süren 12 Eylül Darbesi’ne odaklanalım.

12 Eylül Darbesi, parlamenter işleyişin olağan mekanizmaları ile hayata geçirilmesi mümkün olmayan kapsamlı bir sermaye programını hayata geçirmek için yapıldı. Bu programın ana hatlarını darbenin yapıldığı yılın ilk günlerinde ilan edilen 24 Ocak Kararları oluşturuyordu. Aynı nedenle, TÜSİAD’ın kurucu patronlarından birisinin askeri müdahaleden çok kısa bir süre sonra darbenin 1 numarası Kenan Evren’e methiyeler düzen bir mektup yazması, bir başka patron örgütü temsilcisinin ise “20 yıldır onlar güldü” diyerek gülme sırasının kendilerine geldiğini ima etmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktı.

TÜSİAD sesini yükseltiyor: 'Gerçekçi Çıkış Yolu'

12 Eylül Darbesi’nin taşlarını döşeyen çıkış 1979 yılı Mayıs ayında TÜSİAD’dan geldi. Patronlar, 12 Mayıs 1979 tarihinden itibaren gazetelere verdikleri ilanlarla ülkedeki ekonomik ve siyasi krize çözüm yolları öneriyorlardı. Bir kampanya biçiminde örgütlenen bu çıkış ile düzen siyasetine müdahale eden TÜSİAD, söz konusu ilanların hemen altında “Bu mesaj -demokratik toplumumuzun üretici güçlerinden özel sektörü temsil eden bir kuruluş olarak- TÜSİAD tarafından hazırlanmış ve sayın halkımıza, izlenmesi, incelenmesi ve tartışılması amacıyla sunulmuştur.” ibaresine yer verilmişti. İlk ilan “Gerçekçi Çıkış Yolu”, devamında yayınlanan ilanlar ise “Ulus Bekliyor”, “Yokluğu Paylaşmak mı, Bolluğu Sağlamak mı?” ve “Refahın ve Hürriyetlerin Düşmanı: Enflasyon” başlıklarını taşıyordu. İlanlardan birisinde ulusun fertlerinin korkusuz yaşamak, birlik, beraberlik ve barış isteyeceği belirtilmişti.

Yani TÜSİAD, ülkede siyasi ve toplumsal istikrarsızlığı beslediğini iddia ettiği “terör ortamını” eleştirirken, bu ilanlarla aslında piyasa terörü çağrısı yapıyordu. Piyasa terörünün hâkim kılınması ise ancak çok güçlü bir siyasi iktidarı gerektiriyordu.

Söz konusu ilanların içeriği üzerinde daha fazla durmaya hiç gerek yok. Çünkü, bu ilanlarda tespit edilen ekonomik sorunlar ve çözüm önerilerinin ülkede 1980 yılının 24 Ocak gününden sonra zaten gündeme geldiği ve kamuoyuna bütünüyle mal olduğu görülüyor. Yani, bu ilanlar ve ilanların çerçevesi kısa bir süre sonra açıklanacak olan 24 Ocak Kararları’nın temelini oluşturuyordu. Bu açıdan 24 Ocak Kararları’nın TÜSİAD tarafından yazıldığını söylemek yanlış olmaz.

TÜSİAD’ın burada en önemli eleştirisi ve kaygısı ise sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ekonomik-siyasi kriz sarmalından çıkılması için gerekli önlemleri hayata geçirebilecek güçlü bir hükümetin olmamasıdır. İlanlarda, “Çözüm, ülkemizin ekonomik menfaatlerini kısa vadeli politik kaygılardan artık üstün tutmaktadır.” yazmaktadır. Ekonomiye yanlış yönde müdahale eden aşırı yasakçı ve aşırı devletçi zihniyetten kurtulunması gerektiği belirtilmektedir.

Bu ilanlar yayınlandığında Bülent Ecevit’in başbakanlığında Azınlık Hükümeti baştaydı. Söz konusu ilanların bu hükümetin daha da zayıflamasında ve nihayetinde düşmesinde etkisi olduğu tartışma götürmez. 12 Kasım 1979 tarihinde Ecevit istifa eder ve yerine 6. Defa Demirel hükümeti kurulur. Ancak düzen siyaseti artık işlememekte, 1980 yılında TBMM ülkenin 7. Cumhurbaşkanını bir türlü seçememektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri 11 Eylül 1980 tarihindeki 124. tura kadar devam eder, sonuç alınamaz. Ertesi gün darbe yapılır.

Darbeye giden yol: 24 Ocak Kararları ve TÜSİAD

Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın hazırladığı ve kamuoyuna açıkladığı 24 Ocak Kararları, TÜSİAD’ın bir süredir yüksek sesle dile getirdiği ekonomik önlemler ve uygulamalardan oluşan kapsamlı bir programdı. Ancak bu kapsamlı programın düzen siyasetinin işlemediği koşullarda hayata geçirilmesi mümkün değildi. Bir demir yumruğun inmesi ve sermayenin taleplerini yerine getirmesi gerekecekti. Kararlar açıklanmadan önce Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve diğer komuta kademesine de bizzat Özal tarafından bir sunum yapılmış, olur alınmıştı. 24 Ocak Kararları’nı herkesten önce sermaye, asker ve kararların ışık hızıyla iletildiği emperyalist örgüt IMF biliyordu.

Bununla birlikte 24 Ocak Kararları’na ilişkin tesadüf olarak nitelenemeyecek bir çakışmadan bahsedelim. Bu çakışma sadece, TÜSİAD’ın gazete ilanları ile duyurduğu taleplerinin 24 Ocak Kararları’nın çerçevesi ile aynı olması değil. 24 Ocak Kararları’nın açıklandığı tarih ile TÜSİAD faaliyet programının birbirini bütünlemesi…

24 Ocak Kararları’nın ayrıntıları, Özal tarafından 25 Ocak’ta kamuoyuna açıklandı. Ertesi günü TÜSİAD’ın Genel Kurulu toplanacak ve 26 Ocak’ta derneğin oluşan yeni yönetiminin konuşmacı olduğu “Türk Ekonomisi Üzerine” başlıklı bir toplantı yapıldı. 24 Ocak Kararları’nın duyurulmasının bu toplantılara yetiştirildiğini söylemek gerekir. Toplantıda da zaten 24 Ocak Kararları ile öngörülen yeni sermaye birikim sürecinin detayları değerlendirilmişti.

Kararların uygulanması ise düzen siyasetindeki kilitlenme nedeniyle mümkün olamamıştı. Kararların hayat bulması için hızlı karar alan ve toplumsal tepkileri bastıracak olan “olağanüstü bir devlet” işleyişine ihtiyaç vardı.

12 Eylül 1980’de darbe yapıldı. Genelkurmay Başkanı Evren, darbeden dört gün sonra düzenlediği basın toplantısında 24 Ocak Kararları’nın çizdiği programın baki olduğunu ve aynen uygulanmaya devam edileceğini açıkladı.

3 Ekim 1980: Vehbi Koç, Evren’e başarılar diler…

TÜSİAD’ın Kurucular Protokolü’ndeki ilk imzanın sahibi Vehbi Koç, 3 Ekim günü Kenan Evren’e yazdığı mektupla darbe yönetimine adeta bir “yol haritası” sunuyor ve kendilerine sonuna kadar destek sunacaklarını belirtiyordu. Mektup darbe bildirisine övgülerle başlıyordu:

“İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.

Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum.”

Koç mektubunda 1973 yılından sonraki 7 yılda iktidara gelen hükümetlerin oy kaygısıyla ülkeyi bir çıkmaza sürüklediğini vurguluyor, vakti geldiğinde Batı ile ilişkileri de gözeterek demokrasiye yeniden dönülmesi gerektiğini belirtiyordu. Ancak Vehbi Koç’a göre, o vakte kadar yapılacaklar vardı. Başta işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen yasalar olmak üzere düzenlemeler yapılmalı, yeni kanunlar ile işçiyi örgütlemeye çalışacak “militan sendikacılara” dönük gerekli önlemler alınmalıydı:

“Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti'ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK'in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.”

Darbecilerden, adeta ülkeyi sermayenin sömürüde sınır tanımayacağı bir dikensiz gül bahçesi haline getirmesini isteyen Koç, işçi sınıfının en önemli kazanımı kıdem tazminatının fona devredilmesi konusunu ya da komünistlere karşı uyanık olunması gibi uyarılarını aynı mektuba sığdırmıştı.

Mektubunu, “Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıalilarine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim” diyerek bitiren Vehbi Koç patronların darbecilerle zihnen ve fiilen hemhal olduğunu ortaya koyuyordu.

12 Eylül Darbe hükümetinde TÜSİAD üyesi holdinglerin imzası

Darbeden sonra kurulan Milli Güvenlik Konseyi’nin görevlendirmesiyle Bülent Ulusu başkanlığında kurulan darbe hükümetinde doğrudan holdinglerle ilişkili isimler yer aldı.
Hükümette Koç Holding İdare Komitesi Başkanı Fahir İlkel, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olurken, aynı holdingin yönetim kurulu üyelerinden Şahap Kocatopçu 1980-1981 yıllarında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yaptı. Kocatopçu aynı zamanda 1962 yılında kurulmuş olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ilk dönem başkanlığını yürütmüştü.

Bu iki isim, daha sonra serbest seçimlerin ardından ANAP’ın iktidara gelmesi ile Koç Holding’teki görevlerine geri döndü. Darbe hükümetinde Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Turgut Özal, 1970’li yıllarda patron örgütü MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) başkanlığı yapmış, öncesinde ise Sabancı Holding’te Genel Koordinatör olarak görev almıştı. Yani darbe hükümetinin ekonomi politikaları ve sermaye birikim süreci ile doğrudan bağlantılı bakanlıkları patronların ekibindendi.

'20 yıldır onlar güldü…'

12 Eylül Darbesi’nin patronların ihtiyacına ve çıkarlarına binaen gerçekleştirilmiş olmasını göstermesi açısından dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in meşhur sözleri hatırlatmakta fayda var. Darbe hükümetinin ajandasındaki en önemli işlerden birisi, sendikal mevzuatı oluşturan 274 ve 275 sayılı Kanunların yasalaştırılması idi. 7 Mayıs 1983 günü yürürlüğe giren bu yasalarla, grev yasakları genişletiliyor, hak grevi yasaklanıyor, sendikal örgütlenmenin önüne yeni engeller getiriliyordu. Söz konusu düzenlemeler, Anayasa ve yasal değişikliklerin hazırlanmasında yardımcı olması için kurulmuş olan Danışma Meclisi’ne gönderilmemiş ve MGK tarafından doğrudan yasalaştırılmıştı. Ne de olsa çalışma hayatını ve sendikal mevzuatı düzenleyen bu yasaların çerçevesi patronlar tarafından çoktan çizilmiş, emir yüksek yerden gelmişti.

İşte bu yasa henüz tasarı halindeyken gazetecilerin grev hakkının kısıtlanmasına ilişkin sorduğu soruya 22 Şubat 1983 tarihinde TİSK Başkanı Narin şöyle yanıt vermişti: “20 yıldır biz ağladık, onlar güldü. Dengenin bozulduğu bir ortamda 12 Eylül’e gelen olaylar yaşandı. Grev hakkı ekonomik ve milli sınırları aştığı takdirde sınırlandırılmalıdır. Sendikalar, yalnızca sendikal faaliyet içinde kalmalıdır.” Bu tasarı Narin’in istediği biçimiyle, grev hakkına birçok sınırlama getirilerek çıkarıldı.

Halit Narin gülme vaktinin artık kendilerine geldiğini ima eden bu sözleri, Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’nin sermayenin yüzünü güldürmek amacıyla yapıldığı gerçeğinin bir kanıtı niteliğinde.

hn

Aşkın Süzük /soL

SÖZCÜ "Gündem" -11 Nisan 2025-

Diplomayı iptal ettiren rapordaki imzaların portreleri -Ali Mecit-

SÖZCÜ 8 sayfalık raporu yayınladı, gündem oldu. Ekrem İmamoğlu ile birlikte 28 kişinin üniversite diplomalarının iptal edilmesine yol açan inceleme raporunu üç uzman hazırlamıştı... İptal kararı alan İstanbul Üniversitesi yönetim kurulu ise 27 üyeden oluşuyor.

İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diplomasının iptal edilmesine dayanak yapılan inceleme raporunu imzalayan bazı akademisyenlerin siyasi iktidarla bağlantıları ortaya çıktı. AKP’Lİ BAŞKANA DANIŞMAN; İmamoğlu ile birlikte 28 kişinin diplomasını yok sayan 8 sayfalık “İnceleme Raporu”nu hazırlayanlardan İstanbul Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümünün tiyatro akademisyeni Doç. Dr. Yasin Çetin, daha önce Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nin ‘danışmanı’ olarak atanmıştı. 3 Haziran 2020’de bu göreve gelen Çetin, AKP’li Sakarya Büyükşehir Belediyesi’nde aynı zamanda Kültür Sanat Şube Müdürlüğü de yaptı. AKP döneminde Beykoz Belediyesi’ne de danışmanlık veren Çetin, İBB’yi AKP’nin yönettiği dönemde Şehir Tiyatroları’nın repertuvar kurulu üyesi olarak görev yaptı. BİLGİLER GİZLENMİŞ; Diplomayı inceleyen bir başka isim olan Doç. Dr. Şeref Buğra Tunçer, İstanbul Üniversitesi internet sitesinde, “Onkoloji Enstitüsü, Teşhis Tedavi Ve Bakım Hizmetleri”nde görevli gözüküyor. Doktorasını İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü’nde Kanser Genetiği bölümünde yaptığı kayıtlı ama nedense lisans bilgileri gizlenmiş. Buna ilişkin bir kayıt ne İstanbul Üniversitesi’nde, ne de YÖK’te var, konuyu bilenlere göre, kendisi tıp doktoru değil, muhtemelen lisans eğitimi kimya veya biyoloji. Heyetteki üçüncü isim Prof. Halil İbrahim Sarıoğlu ise 40 yıl önce Hukuk Fakültesi’ni bitirdi ancak İktisat fakültesine geçip, iş ve sosyal güvenlikte uzmanlaştı. YÖNETİM KURULU LİSTESİ; Bu rapora dayanarak diplomayı iptal eden İstanbul Üniversitesi’nin Yönetim Kurulu ise şu üyelerden oluşuyor: Rektör Prof. Osman Bülent Zülfikar, Rektör Yardımcıları Prof. Levent Şahin, Prof. Cemil Kaya, Prof. Gülsüm Ak, Prof. Yahya Güldiken ve Dekan Profesörler Tufan Tükek, Fethi Gedikli, Sevtap Kadıoğlu, Tansel Ak, Mahmut Cüneyt Yenigün, Sevda Süzgeç Selçuk, Uğur Erdemir, Adem Esen, Levent Şahin, Melek İşinibilir Okyar, Yaşar Düzenli, Mehmet Adak, Yüksel Demir, Ayfer Aydın, Şadi Evren Şeker, Haluk Zülfikar, Ufuk Emekli, Cem Gazioğlu. 
ERDOĞAN’A ÖVGÜ; Yönetim Kurulu Üyelerinden rektör yardımcısı Prof. Dr. Cemil Kaya’nın eşi Hülya Kaya şu anda Yalova Valisi. Hülya Kaya, AKP’li Kadir Topbaş döneminde Basın Yayın Halkla İlişkiler Daire Başkanı olarak görev yaptı.Yönetim kurulunun üyelerinden bir diğeri de Prof. Dr. Levent Şahin. Kendisi Erdoğan’a, ‘Reis gerçekten çok büyük adamsın daha uzun yıllar ülkemizin başında olursun’ diye sosyal medya paylaşımı yapmıştı.
                                                    ***

Türkiye'nin dev tavuk firmasında zararlı bakteri bulundu: Market ve kasaplardan toplatılıyor -Mustafa Balcı-

Şenpiliç'in 'Annemin Köftesi Piliç Kasap Köfte' ürününde ölümcül L. Monocytogenes bakterisi tespit edildi. Ürünler ülke genelinde toplatılıyor.

Tarım ve Orman Bakanlığı'nın milyonlarca vatandaşın sağlığını tehlikeye atan gıda ürünlerine yönelik denetimleri devam ediyor.   Denetle'nin paylaştığı habere göre, yapılan son denetimlerde Türkiye'nin en büyük beyaz et üreticilerinden Şenpiliç'in 'Annemin Köftesi Piliç Kasap Köfte' ürününde ölümcül bakteri tespit edildi.  Bakanlık personelinin söz konusu üründen aldığı numunelerin laboratuvar incelemelerinde L. monocytogenes bakterisine rastlanırken, sağlığa zararlı ürünün toplatılması için il müdürlüklerine talimat yazısı gönderildi.
 TÜM MARKETLERDEN TOPLATILIYOR;  Dağıtım yerlerine gönderilen bilgilendirme mesajında şu ifadelere yer verildi:  "Müdürlüğümüz kontrol görevlileri tarafından, İlimiz Soğucak Mah. 3. Organize Sanayi Bölgesi 6. Yol No:44 Merkez Söğütlü adresinde faaliyet gösteren Şenpiliç Gıda Sanayi Anonim Şirketi unvanlı işletmede yapılan resmi kontrolde "Şenpiliç Annemin Köftesi Piliç Kasap Köfte" (STT 10/03/2025 - Parti no: 204124) ürününden numune alınmış olup, söz konusu ürüne yapılan analiz sonucuna göre 'L. monocytogenes' içermesi sebebiyle Türk Gıda Kodeksi Mikrobiyolojik Kriterler Yönetmeliği'ne uygun olmadığı tespit edilmiştir ve üretici işletmeye yasal işlem uygulanmıştır.  Söz konusu ürünün toplatılması ile ilgili firmaya tanınmış olan yasal süre bitmiş olup, 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu'nun 21. Maddesinin 5. fıkrasına aykırılık tespit edildiğinden, aynı kanunun 40. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi gereğince söz konusu ürünlerin en kısa sürede piyasadan toplatılması gerekmektedir.  İl müdürlüğümüzce yapılan denetimlerde söz konusu ürüne rastlanılması halinde gerekli işlemlerin yapılarak Müdürlüğümüzce bilgi verilmesi hususunda gereğini arz ederim."  
L.MONOCYTOGENES BAKTERİSİNİN ZARARLARI NELERDİR?; Enfeksiyona neden olan patojenik bakteriler arasında en ölümcüllerden biri olan L. monocytogenes, en virülan gıda kaynaklı patojenlerden biridir. Yapılan araştırmalar, L. monocytogenes bakterisinin en popüler gıda bakterilerinden salmonella ya da clostridium botulinuma kıyasla daha ölümcül olduğunu gösteriyor.  ABD Sağlık Bakanlığı'nın verilerine göre yalnızca L. monocytogenes bakterisinden kaynaklı ölümler yılda 300'ün üzerine çıkmakta. 

                                                    ***

125 milyon doları kıyak için gömdüler -Deniz Ayhan-

Sayıştay, 2014- 2019 yılları arasında İBB’nin kendi giderlerini karşılayamadığı dönemde bu arsalar için 350 milyon 650 bin 702 TL ödediğini belirledi.  İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin geçmiş dönem usulsüzlükleri yeniden gündeme geliyor.

İBB, 2014-2019 yılları arasında AKP’li ilçe belediyelerinden 13 ayrı arsa aldı. Sayıştay, İBB’nin kendi giderlerini karşılayamazken bu arsalar için 350 milyon 650 bin 702 TL ödediğini belirledi. Dönemin döviz kuruyla 125 milyon 425 bin dolar bu arazilere verildi. Güncel değerle 4 milyar 766 milyon TL arazilere yatırıldı. İBB Teftiş Kurulu bu arsaların alım nedenini incelerken dosyayı İçişleri Bakanlığı aldı. İBB Teftiş Kurulu, “Bu taşınmazların hangi mahalli müşterek ihtiyacı için ve hangi gerekçe ile alındığı konuları izaha muhtaçtır” açıklaması yaptı. 
Alınan arsalar ve bedelleri şöyle;
 - Tuzla Belediyesi: 3 milyon 474 bin dolar, - Sultangazi Belediyesi: 46 milyon 780 bin dolar, - Güngören Belediyesi:3 milyon 309 bin dolar, - Eyüpsultan Belediyesi: 7 milyon 246 bin dolar, - Bahçelievler Belediyesi: 130 bin 787 dolar, - Beykoz Belediyesi: 17 milyon 723 bin dolar, - Esenler Belediyesi: 25 milyon 233 bin dolar, - Çekmeköy: 12 milyon 604 bin dolar, - Sancaktepe Belediyesi: 8 milyon 927 bin dolar.

                                                  ***

Erdoğan imzaladı: Yiğit Bulut'a yeniden görev verildi

“Dolar 3 lirayı geçerse yüzüme tükürün” sözleriyle hafızalara kazınan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut, yeniden Ekonomi Politikaları Kurulu üyeliğine atandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzasıyla Resmi Gazete'de yayımlanan atama kararlarına göre, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına Göksel Aşan atandı. En dikkat çekici atama ise Ekonomi Politika Kurulu'nda gerçekleşti. Ekonomi Politika Kurulu üyeliğine dolardaki yükseliş trendi başladığında 'Dolar 3 lirayı geçerse yüzüme tükürün' diyen Yiğit Bulut atandı. Bulut dolar 3 lirayı geçtikten sonra da, "Burada ekranları kırdık yapmayın diye. Bulaşmayın diye. Bu kur geri dönecek dedik. Ekonomi kanallarının çok bilenleri 'Dolar 5 lira olacak 6 lira olacaktı' çıkın bu milletten özür dileyin" demişti.Bulut ile birlikte Ekonomi Politika Kurulu üyeliğine 14 kişi daha atandı. 
Atananların listesi şöyle:  Alpaslan Çakar, Prof. Dr. Cem Demiroğlu, Dr. Cemil Ragıp Ertem, Prof. Dr. Ercan Bayazıtlı, Hayrettin Demircan, Mehmet Ali Akben, Doç. Dr. Mehmet Fatih Ulu, Prof. Dr. Mehmet Hüseyin Bilgin, Meltem Taylan Aydın, Prof. Dr. Mustafa Ege Yazgan, Nilüfer Bulut, Dr. Nurettin Canikli, Osman Çelik, Prof. Dr. Servet Bayındır, Yiğit Bulut atandı.

                                                        ***

Hafize Gaye istedi yeni prens atandı -Erdoğan Süzer-

TCMB eski Başkanı Hafize Gaye Erkan’ın istediği söylenen Cumhurbaşkanlığı’ndaki Yatırım ve Finans Ofisi Başkanlığı’na Kartal İmam Hatip Lisesi’nin yeni prensi atandı.

Merkez Bankası Başkanlığı görevinden olaylı bir şekilde ayrılan Hafize Gaye Erkan’a sarayda istediği koltuk verilmedi. Cumhurbaşkanlığı bünyesinde yeni oluşturulan Yatırım ve Finans Ofisi’nin başkanlığına Kartal İmam Hatip Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi diplomalarını taşıyan Ahmet Burak Dağlıoğlu atandı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’la aynı imam hatip lisesinden mezun olan Dağlıoğlu, 2020 yılından bu yana Yatırım Ofisi’nde Başkan, Türkiye Varlık Fonu’nda da yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. 
ÇABASI YETMEDİ;
  2018 yılında kurulan Dijital Dönüşüm Ofisi, Finans Ofisi, İnsan Kaynakları Ofisi ve Yatırım Ofisi önemli bir varlık gösteremeyince 8 Mart 2025’te kapatıldı. Bunların yerine Yatırım ve Finans Ofisi kuruldu. Hemen ardından Hafize Gaye Erkan’ın bu ofise başkan olarak atanacağı iddiaları gündeme geldi. Erkan’ın bu göreve gelebilmek için sarayın tepe bürokrasisinde bir dizi görüşme yaptığı, ancak Erkan’a onay çıkmadığı ifade edildi. Erkan’ın ofis başkanlığı dışında ekonomide daha aktif bir görev talebinde de bulunduğu, bu isteğinin ise ekonomi yönetiminde ikili yapı istenmemesi nedeniyle dikkate alınmadığı iddia edildi. Hafize Gaye Erkan’ın istediği koltuğa oturan 1985 doğumlu Dağlıoğlu, son dönemde bürokrasideki bir çok atamada ismi duyulan Kartal İmam Hatip Lisesi mezunu olmasıyla dikkatleri çekiyor. Aynı zamanda bu okul mezunlarının kurduğu derneğin genel sekreterliğini de yapan Dağlıoğlu ekonominin ‘prens’ adayları arasında görülüyor.  ÇOK BULUT’LU KURUL; Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Ekonomi Politikaları Kurulu’nun üyeleri de belirlendi. Ağırlıklı olarak kamu bankaları ile Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan üst düzey yöneticilerin yer aldığı 16 kişilik kurulda en dikkat çeken isim Yiğit Bulut oldu. Bulut’un dışında kurula Türkiye İş Kadınları Derneği Başkanı Nilüfer Bulut da atandı.

                                                      ***

24 gün sonra yeni liste yayınlandı: Hile karıştırmadıkları ürün kalmamış -Merve Kapan-

Tarım ve Orman Bakanlığı, taklit ve tağşiş yapılan gıda ürünlerine ilişkin listesini güncelledi. Son denetimlerde insan sağlığını tehlikeye atan yağ, peynir, baharat, yoğurt ve şarküteri ürünlerinde ciddi hileler tespit edildi. Bakanlık, uygunsuz ürünleri kamuoyuna duyurarak vatandaşları bir kez daha uyardı. 

Tarım ve Orman Bakanlığı, gıda güvenliğini sağlamak amacıyla yürüttüğü denetimlerde taklit ve tağşiş yapılan ürünlerle ilgili listesini güncellemeye devam ediyor. Yapılan son kontrollerde, insan sağlığını tehdit edecek şekilde hileli üretim yapılan birçok ürüne rastlandı. Yağ, baharat, yoğurt, pekmez, peynir ve şarküteri ürünlerinde ciddi usulsüzlükler tespit edilerek kamuoyuyla paylaşıldı. Vatandaşların güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi için sürdürülen denetimlerin ardından, uygunsuz ürünler listesi zaman zaman güncelleniyor ve yeni ürünlerle genişletiliyor.  Son testlerde; bazı köfte ürünlerinde dil ve baş eti, kıymalarda ise tek tırnaklı hayvan eti kullanıldığı belirlendi. Ayrıca, bazı baharatlarda gıdalarda kullanımı yasak olan boyaların yer aldığı tespit edildi. Bunun yanı sıra, peynir ve zeytinyağı gibi temel gıdalarda da çeşitli hilelere başvurulduğu ortaya çıktı. İşte insan sağlığına zarar verebilecek şekilde üretilmiş, taklit ve tağşiş yapılan gıdaların güncel listesi...

                                                        ***

SÖZCÜ

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı +Gündem" -20 Haziran 2025-

  Belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı! Meclis’te kabul edilen yasa ile belediyelerin öğrenci yurdu açma yetkisi kaldırıldı. ...