TÜSİAD Dosyası -(III) /12 Eylül: Bir TÜSİAD darbesi-Aşkın Süzük /soL

12 Eylül amacı ve sonuçlarıyla bir sermaye darbesidir. Sermaye çıkarları söz konusu olduğunda hak ve hukuk tanımaz, darbe planlar, hükümet devirir.

    12 Eylül Darbesi sonrası yüzü gülen patronlar: Halit Narin, Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD), son olarak bu yılın Şubat ayında gerçekleştirdiği Genel Kurul toplantısında Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Ömer Aras ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın hukukun üstünlüğü, adil ve bağımsız yargı konularında yaptığı sert uyarılarla bir çıkış yapmıştı. TÜSİAD’ın bu çıkışın ardından Aras ve Turan hakkında soruşturma açılmış ve gözaltına alınmışlardı. AKP hükümeti ve TÜSİAD arasında bir yeni kriz baş göstermiş ve Türkiye uzun bir süre patronlar ile ülkenin en patroncu partisi AKP arasındaki gerilimi konuşmuştu.

En başta patronların desteğiyle iktidara gelen ve hükümet ettiği dönem boyunca patronlara “her istediklerini veren” bir parti ile kârlarını ve yatırımlarını garantiye almak için darbe dahi tezgahlamaktan çekinmeyecek olan patronların hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı vb. konular üzerinden tartışmaya girmesi ancak mizah kitaplarına konu olabilirdi. Ya da şöyle söylemek mümkün… İki taraf için de konu aslında “hukuk” değil.

Sadece bu topraklarda değil dünyada da patronların, birikim süreçlerindeki sorunları aşmak, ekonomik ve siyasi kriz koşullarını ortadan kaldırmak için gerektiğinde darbe çağrıları yapmaktan hiç geri durmadıklarını görüyoruz. Darbelerle patron sınıfının ve uluslararası tekellerin ilişkisi üzerine belgeli geniş bir literatür olduğu, sayfalarca kitap yazıldığını biliyoruz. Biz Türkiye’de kalalım, etkileri ve sonuçları hâlâ süren 12 Eylül Darbesi’ne odaklanalım.

12 Eylül Darbesi, parlamenter işleyişin olağan mekanizmaları ile hayata geçirilmesi mümkün olmayan kapsamlı bir sermaye programını hayata geçirmek için yapıldı. Bu programın ana hatlarını darbenin yapıldığı yılın ilk günlerinde ilan edilen 24 Ocak Kararları oluşturuyordu. Aynı nedenle, TÜSİAD’ın kurucu patronlarından birisinin askeri müdahaleden çok kısa bir süre sonra darbenin 1 numarası Kenan Evren’e methiyeler düzen bir mektup yazması, bir başka patron örgütü temsilcisinin ise “20 yıldır onlar güldü” diyerek gülme sırasının kendilerine geldiğini ima etmesi hiç şaşırtıcı olmayacaktı.

TÜSİAD sesini yükseltiyor: 'Gerçekçi Çıkış Yolu'

12 Eylül Darbesi’nin taşlarını döşeyen çıkış 1979 yılı Mayıs ayında TÜSİAD’dan geldi. Patronlar, 12 Mayıs 1979 tarihinden itibaren gazetelere verdikleri ilanlarla ülkedeki ekonomik ve siyasi krize çözüm yolları öneriyorlardı. Bir kampanya biçiminde örgütlenen bu çıkış ile düzen siyasetine müdahale eden TÜSİAD, söz konusu ilanların hemen altında “Bu mesaj -demokratik toplumumuzun üretici güçlerinden özel sektörü temsil eden bir kuruluş olarak- TÜSİAD tarafından hazırlanmış ve sayın halkımıza, izlenmesi, incelenmesi ve tartışılması amacıyla sunulmuştur.” ibaresine yer verilmişti. İlk ilan “Gerçekçi Çıkış Yolu”, devamında yayınlanan ilanlar ise “Ulus Bekliyor”, “Yokluğu Paylaşmak mı, Bolluğu Sağlamak mı?” ve “Refahın ve Hürriyetlerin Düşmanı: Enflasyon” başlıklarını taşıyordu. İlanlardan birisinde ulusun fertlerinin korkusuz yaşamak, birlik, beraberlik ve barış isteyeceği belirtilmişti.

Yani TÜSİAD, ülkede siyasi ve toplumsal istikrarsızlığı beslediğini iddia ettiği “terör ortamını” eleştirirken, bu ilanlarla aslında piyasa terörü çağrısı yapıyordu. Piyasa terörünün hâkim kılınması ise ancak çok güçlü bir siyasi iktidarı gerektiriyordu.

Söz konusu ilanların içeriği üzerinde daha fazla durmaya hiç gerek yok. Çünkü, bu ilanlarda tespit edilen ekonomik sorunlar ve çözüm önerilerinin ülkede 1980 yılının 24 Ocak gününden sonra zaten gündeme geldiği ve kamuoyuna bütünüyle mal olduğu görülüyor. Yani, bu ilanlar ve ilanların çerçevesi kısa bir süre sonra açıklanacak olan 24 Ocak Kararları’nın temelini oluşturuyordu. Bu açıdan 24 Ocak Kararları’nın TÜSİAD tarafından yazıldığını söylemek yanlış olmaz.

TÜSİAD’ın burada en önemli eleştirisi ve kaygısı ise sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda ekonomik-siyasi kriz sarmalından çıkılması için gerekli önlemleri hayata geçirebilecek güçlü bir hükümetin olmamasıdır. İlanlarda, “Çözüm, ülkemizin ekonomik menfaatlerini kısa vadeli politik kaygılardan artık üstün tutmaktadır.” yazmaktadır. Ekonomiye yanlış yönde müdahale eden aşırı yasakçı ve aşırı devletçi zihniyetten kurtulunması gerektiği belirtilmektedir.

Bu ilanlar yayınlandığında Bülent Ecevit’in başbakanlığında Azınlık Hükümeti baştaydı. Söz konusu ilanların bu hükümetin daha da zayıflamasında ve nihayetinde düşmesinde etkisi olduğu tartışma götürmez. 12 Kasım 1979 tarihinde Ecevit istifa eder ve yerine 6. Defa Demirel hükümeti kurulur. Ancak düzen siyaseti artık işlememekte, 1980 yılında TBMM ülkenin 7. Cumhurbaşkanını bir türlü seçememektedir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri 11 Eylül 1980 tarihindeki 124. tura kadar devam eder, sonuç alınamaz. Ertesi gün darbe yapılır.

Darbeye giden yol: 24 Ocak Kararları ve TÜSİAD

Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın hazırladığı ve kamuoyuna açıkladığı 24 Ocak Kararları, TÜSİAD’ın bir süredir yüksek sesle dile getirdiği ekonomik önlemler ve uygulamalardan oluşan kapsamlı bir programdı. Ancak bu kapsamlı programın düzen siyasetinin işlemediği koşullarda hayata geçirilmesi mümkün değildi. Bir demir yumruğun inmesi ve sermayenin taleplerini yerine getirmesi gerekecekti. Kararlar açıklanmadan önce Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve diğer komuta kademesine de bizzat Özal tarafından bir sunum yapılmış, olur alınmıştı. 24 Ocak Kararları’nı herkesten önce sermaye, asker ve kararların ışık hızıyla iletildiği emperyalist örgüt IMF biliyordu.

Bununla birlikte 24 Ocak Kararları’na ilişkin tesadüf olarak nitelenemeyecek bir çakışmadan bahsedelim. Bu çakışma sadece, TÜSİAD’ın gazete ilanları ile duyurduğu taleplerinin 24 Ocak Kararları’nın çerçevesi ile aynı olması değil. 24 Ocak Kararları’nın açıklandığı tarih ile TÜSİAD faaliyet programının birbirini bütünlemesi…

24 Ocak Kararları’nın ayrıntıları, Özal tarafından 25 Ocak’ta kamuoyuna açıklandı. Ertesi günü TÜSİAD’ın Genel Kurulu toplanacak ve 26 Ocak’ta derneğin oluşan yeni yönetiminin konuşmacı olduğu “Türk Ekonomisi Üzerine” başlıklı bir toplantı yapıldı. 24 Ocak Kararları’nın duyurulmasının bu toplantılara yetiştirildiğini söylemek gerekir. Toplantıda da zaten 24 Ocak Kararları ile öngörülen yeni sermaye birikim sürecinin detayları değerlendirilmişti.

Kararların uygulanması ise düzen siyasetindeki kilitlenme nedeniyle mümkün olamamıştı. Kararların hayat bulması için hızlı karar alan ve toplumsal tepkileri bastıracak olan “olağanüstü bir devlet” işleyişine ihtiyaç vardı.

12 Eylül 1980’de darbe yapıldı. Genelkurmay Başkanı Evren, darbeden dört gün sonra düzenlediği basın toplantısında 24 Ocak Kararları’nın çizdiği programın baki olduğunu ve aynen uygulanmaya devam edileceğini açıkladı.

3 Ekim 1980: Vehbi Koç, Evren’e başarılar diler…

TÜSİAD’ın Kurucular Protokolü’ndeki ilk imzanın sahibi Vehbi Koç, 3 Ekim günü Kenan Evren’e yazdığı mektupla darbe yönetimine adeta bir “yol haritası” sunuyor ve kendilerine sonuna kadar destek sunacaklarını belirtiyordu. Mektup darbe bildirisine övgülerle başlıyordu:

“İstikrarsız ve güvensiz yaşadığımız son yılların ümitsizliği içinde, sizlerin iktidarı ele almak mecburiyetinde kalışınıza şahit olduk. 12 Eylül Cuma günü, radyo ve televizyonda yaptığınız samimi ve gerçekçi konuşmadaki düşüncelere katılmamak mümkün değildi.

Ülkemin hizmetinde geçen 60 yılı düşünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim. Sizin başarınızın, bütün olduğu milletin tek ümidi olduğuna inanıyorum.”

Koç mektubunda 1973 yılından sonraki 7 yılda iktidara gelen hükümetlerin oy kaygısıyla ülkeyi bir çıkmaza sürüklediğini vurguluyor, vakti geldiğinde Batı ile ilişkileri de gözeterek demokrasiye yeniden dönülmesi gerektiğini belirtiyordu. Ancak Vehbi Koç’a göre, o vakte kadar yapılacaklar vardı. Başta işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen yasalar olmak üzere düzenlemeler yapılmalı, yeni kanunlar ile işçiyi örgütlemeye çalışacak “militan sendikacılara” dönük gerekli önlemler alınmalıydı:

“Bu düzenleme yapılırken, bazı sendikaların Türk Devleti'ni ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıkları aşırı hareketler, göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan, DİSK'in kapatılmış olmasından dolayı bir kısım işçiler, sendikal münasebetler yönünden bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetindedirler. Bu durum bilinerek, hazırlanacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.”

Darbecilerden, adeta ülkeyi sermayenin sömürüde sınır tanımayacağı bir dikensiz gül bahçesi haline getirmesini isteyen Koç, işçi sınıfının en önemli kazanımı kıdem tazminatının fona devredilmesi konusunu ya da komünistlere karşı uyanık olunması gibi uyarılarını aynı mektuba sığdırmıştı.

Mektubunu, “Millet hayrı için vereceğiniz mücadelede, zatıalilarine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Yukarıda yazdıklarım hakkında herhangi bir bilgi arzu edilirse, emrinize amadeyim” diyerek bitiren Vehbi Koç patronların darbecilerle zihnen ve fiilen hemhal olduğunu ortaya koyuyordu.

12 Eylül Darbe hükümetinde TÜSİAD üyesi holdinglerin imzası

Darbeden sonra kurulan Milli Güvenlik Konseyi’nin görevlendirmesiyle Bülent Ulusu başkanlığında kurulan darbe hükümetinde doğrudan holdinglerle ilişkili isimler yer aldı.
Hükümette Koç Holding İdare Komitesi Başkanı Fahir İlkel, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olurken, aynı holdingin yönetim kurulu üyelerinden Şahap Kocatopçu 1980-1981 yıllarında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yaptı. Kocatopçu aynı zamanda 1962 yılında kurulmuş olan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) ilk dönem başkanlığını yürütmüştü.

Bu iki isim, daha sonra serbest seçimlerin ardından ANAP’ın iktidara gelmesi ile Koç Holding’teki görevlerine geri döndü. Darbe hükümetinde Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevinde bulunan Turgut Özal, 1970’li yıllarda patron örgütü MESS (Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası) başkanlığı yapmış, öncesinde ise Sabancı Holding’te Genel Koordinatör olarak görev almıştı. Yani darbe hükümetinin ekonomi politikaları ve sermaye birikim süreci ile doğrudan bağlantılı bakanlıkları patronların ekibindendi.

'20 yıldır onlar güldü…'

12 Eylül Darbesi’nin patronların ihtiyacına ve çıkarlarına binaen gerçekleştirilmiş olmasını göstermesi açısından dönemin TİSK Başkanı Halit Narin’in meşhur sözleri hatırlatmakta fayda var. Darbe hükümetinin ajandasındaki en önemli işlerden birisi, sendikal mevzuatı oluşturan 274 ve 275 sayılı Kanunların yasalaştırılması idi. 7 Mayıs 1983 günü yürürlüğe giren bu yasalarla, grev yasakları genişletiliyor, hak grevi yasaklanıyor, sendikal örgütlenmenin önüne yeni engeller getiriliyordu. Söz konusu düzenlemeler, Anayasa ve yasal değişikliklerin hazırlanmasında yardımcı olması için kurulmuş olan Danışma Meclisi’ne gönderilmemiş ve MGK tarafından doğrudan yasalaştırılmıştı. Ne de olsa çalışma hayatını ve sendikal mevzuatı düzenleyen bu yasaların çerçevesi patronlar tarafından çoktan çizilmiş, emir yüksek yerden gelmişti.

İşte bu yasa henüz tasarı halindeyken gazetecilerin grev hakkının kısıtlanmasına ilişkin sorduğu soruya 22 Şubat 1983 tarihinde TİSK Başkanı Narin şöyle yanıt vermişti: “20 yıldır biz ağladık, onlar güldü. Dengenin bozulduğu bir ortamda 12 Eylül’e gelen olaylar yaşandı. Grev hakkı ekonomik ve milli sınırları aştığı takdirde sınırlandırılmalıdır. Sendikalar, yalnızca sendikal faaliyet içinde kalmalıdır.” Bu tasarı Narin’in istediği biçimiyle, grev hakkına birçok sınırlama getirilerek çıkarıldı.

Halit Narin gülme vaktinin artık kendilerine geldiğini ima eden bu sözleri, Türkiye’de 12 Eylül Darbesi’nin sermayenin yüzünü güldürmek amacıyla yapıldığı gerçeğinin bir kanıtı niteliğinde.

hn

Aşkın Süzük /soL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

T-24 "Köşebaşı + Gündem" -6 Mayıs 2025-

  Erdoğan, sokak röportajlarını hedef aldı: Sokaklarda terör estiriliyor; ilgili kurumlarımız bu sorunun üzerine gitmeli! Cumhurbaşkanı ve A...